18 Mayıs 2015

Sonsöz Hz. İbrahim ve Hz. Lut Peygamber



Sonsöz
Bu bölümde Hz. İbrahim ve Hz. Lut Peygamberlerin Allah'a olan coşkulu imanlarını, her işlerinde Rabbimize yönelip dönüşlerini, üstün ahlaklarını, putperest ve sapkın kavimleriyle yaptıkları zorlu mücadeleyi Kuran ayetleri doğrultusunda anlattık. Hz. İbrahim putperest kavmine karşı kararlılıkla tebliğde bulunmuş, Allah'a olan teslimiyeti sayesinde önüne çıkan her engele sabretmiş, imanında kararlı olmuştur. Hz. Lut ise, sapkın kavmine karşı sabırla mücadele etmiş, onları Allah'a iman etmeye ve ahlaksızlıklardan uzak durmaya davet etmiştir. Allah'ın alemlere üstün kıldığı bu mübarek insanlar, hayatları boyunca gösterdikleri iman derinliği ve yüksek ahlak ile Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış, sonsuz nimetlerle bezenmiş cennet yurduna erişmişlerdir.
Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veriririz. (Nahl Suresi, 97)
Samimi iman sahiplerinin hayatlarındaki en büyük amaçları da, birer hidayet rehberi olan peygamberlerimizin bu şerefli yolunu izlemek ve böylece Allah'ın razı olduğu, muvahhid kullardan olmak olmalıdır. Allah Kendisi'ne itaat edenlerin alacağı mükafatı Nisa Suresi'nde şu şekilde müjdelemektedir:
Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)
Peygamberler gibi Allah'ın dostu olabilmek ve ahirette de peygamberlerle birlikte olabilmek için, insanın tüm hayatını Allah'ın rızasına uygun olarak yaşaması, hep Allah'a güvenmesi, Allah'ı ve O'nun dinini herşeyden üstün tutması gerekir. Her kim bu ahlakı gösterirse, her kim Hz. İbrahim gibi "alemlerin Rabbine teslim oldum" der ve bu şekilde yaşarsa, o en büyük mutluluk ve kurtuluşa kavuşmayı Allah'tan umabilir.
Dünya üzerinde Allah'ın varlığından yana gaflet içinde olan insanların olması, hiçbir insanı yanıltmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, Hz. İbrahim putperest bir kavmi tek başına iman etmeye davet etmiş, Rabbimiz de onun bu üstün ahlakını "... İbrahim (tek başına) bir ümmetti..." (Nahl Suresi, 120) ayetiyle övmüştür. Hz. Lut, yanındaki çok az sayıda müminle birlikte, çok üstün bir teslimiyet ve tevekkül örneği göstererek sapkın kavmini iman etmeye davet etmiştir. (Zariyat Suresi, 36) Ancak o ev halkı, kavmin tümünden çok daha kuvvetlidir, çünkü Allah'ın yardımı ve desteği onların yanındadır.
Önemli olan dünyanın bu büyük sırrını, herşeyin Allah'ın kudretinde olduğunu, herşeyin O'na boyun eğdiğini anlamak ve buna göre yaşamaktır. Hz. İbrahim ve Hz. Lut, bu sırrı kavramış ve Allah'ın dostu olmuşlardır. Tüm iman sahipleri de Allah'ın bu mübarek elçileri gibi derin bir imanı ve maneviyatı elde etmeyi amaçlamaları, Allah'ın Kendisi'ne dost edindiği kutlu insanlardan olmak için ciddi bir çaba göstermeleri gerekmektedir.

Hz. Lut'un ve Hz. İbrahim'in Hicreti




Hz. Lut'un ve Hz. İbrahim'in Hicreti
Ayetlerde Hz. İbrahim ve Hz. Lut'un Allah'ın emriyle hicret edip, güzel bir yurda yerleştikleri bildirilmektedir. Rabbimiz Kuran'da bu iki mübarek insana ve soylarına nasip ettiği hayırlı sonu şu şekilde haber verir:
Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler için bereketler kıldığımız yere çıkardık. Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi. Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi. Onu rahmetimize soktuk, çünkü o, salihlerdendi. (Enbiya Suresi, 71-75)
Hem Hz. Lut hem de Hz. İbrahim hicret etmişler, yani yaşadıkları evlerini ve yurtlarını Allah'ın emriyle terk etmişlerdir.
Hicret, ancak salih müminler tarafından gerçekleştirilebilecek bir ibadettir. Dinden uzak yaşayan insanlar, tüm varlıklarını bir anda arkalarında bırakıp bilinmeyen bir yere doğru göç etmeye yanaşmazlar. Evleri, eşyaları, mal ve mülkleri onlar için çok önemlidir. Oysa bir mümin nereye giderse gitsin, Allah'ın kendisine nasip ettiğinin en hayırlısı olacağını bildiği için, hiç tereddüt etmeden varını-yoğunu bırakıp Allah'ın rızası için hicret edebilir. Hz. İbrahim ve Hz. Lut, bu teslimiyeti ve tevekkülü en güzel şekilde göstermişlerdir. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için dünyadan vazgeçmiş, karşılığında ise Rabbimiz onları hem dünya hayatında bereketli bir yere yerleştirmiş, hem de ahirette sonsuz cennet nimetlerini bahşetmiştir.
Allah'a güvenen ve hayatlarının her anında mutlaka bir hayırla karşılaşacaklarını bilen müminler de her zaman peygamberler gibi Allah'a teslimiyetli davranmalıdırlar. Çünkü gelecek endişesi ve dünyaya ait hırslar, ancak din ahlakından uzak yaşayan insanlara mahsus özelliklerdir. Rabbimiz maddi menfaatlerinin peşine düşmemelerinin bir mükafatı olarak müminleri, hem dünyada hem de ahirette eşsiz nimetlerle müjdelemektedir.
Bunun yanında Kuran'da, Allah'tan büyük bir nimet olarak, peygamberlerin sahip oldukları büyük mülkten bahsedilir. Hz. Davud'a dünya hayatında büyük bir mülk verilmiş, Hz. Süleyman kimsenin güç yetiremeyeceği bir kuvvete ve zenginliğe sahip olmuştur. Allah Kuran'da Hz. İbrahim'e ve soyuna da büyük bir mülk verdiğini bildirir:
Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitab'ı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)
Mal, mülk ve iktidar, inkar edenler veya gaflet içindeki insanlar için hemen her zaman kibir ve şımarıklık nedeni olur. Oysa peygamberler ve onların yolunu izleyen müminler, Allah'ın kendilerine verdiği mal ve mülkü, O'nun rızasına uygun olarak din ahlakının yayılması için, hayırlarda kullanırlar. Ayrıca müminlerin önemli bir özelliği de, mülkün tamamen Allah'a ait olduğunu bilmeleridir. Salih Müslümanlar kendilerine dünya hayatına dair nimetler verildiğinde Rabbimize şükreder, ancak bu nimetler eksildiğinde de yine Allah'a kalpten hamd eder ve güzel bir sabırla sabrederler. Çünkü onlar dünya hayatında bir denemeden geçirildiklerinin ve Allah'ın inananları eşsiz cennet nimetleriyle ödüllendireceğinin bilincindedirler:
İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah, büyük mükafaat katında olandır. (Tevbe Suresi, 20-22)
Sonsöz
Bu bölümde Hz. İbrahim ve Hz. Lut Peygamberlerin Allah'a olan coşkulu imanlarını, her işlerinde Rabbimize yönelip dönüşlerini, üstün ahlaklarını, putperest ve sapkın kavimleriyle yaptıkları zorlu mücadeleyi Kuran ayetleri doğrultusunda anlattık. Hz. İbrahim putperest kavmine karşı kararlılıkla tebliğde bulunmuş, Allah'a olan teslimiyeti sayesinde önüne çıkan her engele sabretmiş, imanında kararlı olmuştur. Hz. Lut ise, sapkın kavmine karşı sabırla mücadele etmiş, onları Allah'a iman etmeye ve ahlaksızlıklardan uzak durmaya davet etmiştir. Allah'ın alemlere üstün kıldığı bu mübarek insanlar, hayatları boyunca gösterdikleri iman derinliği ve yüksek ahlak ile Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış, sonsuz nimetlerle bezenmiş cennet yurduna erişmişlerdir.
Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veriririz. (Nahl Suresi, 97)
Samimi iman sahiplerinin hayatlarındaki en büyük amaçları da, birer hidayet rehberi olan peygamberlerimizin bu şerefli yolunu izlemek ve böylece Allah'ın razı olduğu, muvahhid kullardan olmak olmalıdır. Allah Kendisi'ne itaat edenlerin alacağı mükafatı Nisa Suresi'nde şu şekilde müjdelemektedir:
Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)
Peygamberler gibi Allah'ın dostu olabilmek ve ahirette de peygamberlerle birlikte olabilmek için, insanın tüm hayatını Allah'ın rızasına uygun olarak yaşaması, hep Allah'a güvenmesi, Allah'ı ve O'nun dinini herşeyden üstün tutması gerekir. Her kim bu ahlakı gösterirse, her kim Hz. İbrahim gibi "alemlerin Rabbine teslim oldum" der ve bu şekilde yaşarsa, o en büyük mutluluk ve kurtuluşa kavuşmayı Allah'tan umabilir.
Dünya üzerinde Allah'ın varlığından yana gaflet içinde olan insanların olması, hiçbir insanı yanıltmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, Hz. İbrahim putperest bir kavmi tek başına iman etmeye davet etmiş, Rabbimiz de onun bu üstün ahlakını "... İbrahim (tek başına) bir ümmetti..." (Nahl Suresi, 120) ayetiyle övmüştür. Hz. Lut, yanındaki çok az sayıda müminle birlikte, çok üstün bir teslimiyet ve tevekkül örneği göstererek sapkın kavmini iman etmeye davet etmiştir. (Zariyat Suresi, 36) Ancak o ev halkı, kavmin tümünden çok daha kuvvetlidir, çünkü Allah'ın yardımı ve desteği onların yanındadır.
Önemli olan dünyanın bu büyük sırrını, herşeyin Allah'ın kudretinde olduğunu, herşeyin O'na boyun eğdiğini anlamak ve buna göre yaşamaktır. Hz. İbrahim ve Hz. Lut, bu sırrı kavramış ve Allah'ın dostu olmuşlardır. Tüm iman sahipleri de Allah'ın bu mübarek elçileri gibi derin bir imanı ve maneviyatı elde etmeyi amaçlamaları, Allah'ın Kendisi'ne dost edindiği kutlu insanlardan olmak için ciddi bir çaba göstermeleri gerekmektedir.

Pompei Halkı Lut Kavmi ile Aynı Sona Uğradı




Pompei Halkı Lut Kavmi ile Aynı Sona Uğradı
Pompei, Roma'da ahlaki dejenerasyonun sembolüydü. Pompei halkı aynı Lut kavmi gibi cinsel sapkınlıklara yönelmiş, Allah'ın emrettiği ahlaka ve hayata aykırı bir yaşam tarzını tercih etmişti. Ancak onların sonu da Lut kavmi gibi oldu. Çünkü Allah'ın emirlerine başkaldıran her topluluk, bunun karşılığını mutlaka dünyada ya da ahirette alacaktır. Bu Allah'ın bir kanunudur ve Allah "... Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın." (Fatır Suresi, 43) ayetiyle bu gerçeği bizlere haber verir.
Pompei'nin helakı, Vezüv Yanardağı'nın patlamasıyla gerçekleşmişti. Vezüv Yanardağı, İtalya'nın, özellikle de Napoli kentinin sembolüdür. Yaklaşık, 2000 yıldan beri suskun olan Vezüv "İbret Dağı" şeklinde adlandırılır. Ünlü Sodom ve Gomorra kentlerinin başına gelen felaketle, Pompei faciası birbirine çok benzemektedir. Vezüv'ün batı yamacında Napoli, doğu yamacında ise Pompei kenti yer alır. Yaklaşık 2000 yıl önce yaşanan bir lav ve kül felaketi, bu kentin insanlarını ani bir biçimde yakalamıştı. Felaket öylesine ani olmuştu ki, herşey 2000 yıl öncesinde olduğu gibi kaldı. Sanki zaman dondurulmuştu.
Soldaki freskte, Pompei halkını biraraya getiren ziyafetlerden biri tasvir edilmiştir.Sağda Pompei dönemine ait freskler.
Pompei'nin böyle bir felaketle yeryüzünden silinmesinde elbette ders çıkarılabilecek hikmetler vardı. Tarihi kayıtlar, şehrin yok olmadan önce tam bir sefahat ve sapkınlık merkezi olduğunu gösterir. Şehrin en belirgin özelliği, fuhuşun çok yaygın olmasıydı. Ancak Vezüv'ün lavları bir anda tüm kenti haritadan sildi. Olayın en ilginç yanı ise, kentin günlük yaşantısı içinde, Vezüv'ün korkunç patlamasına rağmen, kimsenin kaçamamış ve adeta olduğu yerde donakalıp felaketin farkına bile varamamış olmasıydı. Yemek yiyen bir aile, o andaki gibi aynen taşlaşmıştı. Sapıklıkları esnasında taşlaşmış pek çok çift bulunmuştu. Daha da önemlisi, bu çiftler arasında, aynı cinsten olanlar, küçük erkek ve kız çocuklar da vardı. Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetlerinin, bazılarının yüzleri hiç bozulmadan kalmıştı. Genel yüz ifadesi şaşkınlıktı. Çünkü bu halk Allah'ın ayetlerinde bildirdiği gibi, "birdenbire" yok olmuştu. Allah bu konuda "bir şehir halkını" şöyle örnek verir:
(Onlara) Yalnızca bir tek çığlık (yetti); anında sönüverdiler. (Yasin Suresi, 29)
 Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetlerinden birkaç örnek.

Hz. Lut

Hz. Lut
Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi. Onu rahmetimize soktuk, çünkü o, salihlerdendi.
(Enbiya Suresi, 74-75)
Hz. Lut'un Hayatı
Allah, Kuran'da bazı peygamberlerin aynı dönemde yaşadıklarını bizlere bildirmiştir. Örneğin Hz. Harun, Firavun'la olan mücadelesinde ve kavmine yaptığı tebliğde kardeşi Hz. Musa'ya destekçi olmuştur. Hz. Yakub ile oğlu Hz. Yusuf da Allah'ın aynı dönemde peygamberlik makamıyla şereflendirdiği mübarek insanlardır.
Kuran'da Hz. İbrahim ve Hz. Lut'un da aynı dönemde ve aynı coğrafyada yaşadıkları haber verilir. Hz. Lut ve Hz. İbrahim farklı kavimlerin içinde hayat sürmelerine karşın, birbirlerinin destekçisi olmuşlardır. Rabbimiz Kuran'da şu şekilde bildirir:
(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur." Bunun üzerine Lut ona iman etti ve dedi ki: "Gerçekten ben, Rabbime hicret edeceğim. Çünkü şüphesiz O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Ankebut Suresi, 25-26)
Allah'a hicret etmek; O'na gönülden teslim olmak, tek dost ve vekil olarak O'nu bilmek ve Allah'ın himayesine sığınmak anlamlarına gelmektedir. Hz. Lut da, sapkın kavminin inkar dolu yaşamlarından uzaklaşarak Rabbimize hicret etmiş, tüm peygamberler gibi samimiyeti ve Allah'a tevekkülü ile insanlığa örnek olmuş kutlu bir insandır. Hz. Lut ve Hz. İbrahim farklı kavimlere gönderilmişler, farklı insanlara tebliğde bulunmuşlardır. Kuran'da Hz. Lut'un tebliğ yaptığı toplumun, Allah'ın menettiği bir sapıklık olan eşcinselliği yaşayan bir toplum olduğu bildirilmektedir.
Lut Kavminin Sapkınlığı
Allah Kuran'da "Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (Rum Suresi, 30) şeklinde buyurmakta ve insanları belli bir fıtrat üzerine yarattığını haber vermektedir. Şeytan ise insanlara "Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini" emreder. (Nisa Suresi, 119) İnsanı fıtratından uzaklaştırıp, türlü sapkınlıklara düşürmeye gayret eder. Şeytanın insanları sürüklediği sapkınlıkların en uç örneklerinden biri ise, eşcinselliktir. Nitekim Allah Kuran'da şeytanın sevkiyle hareket edip, ahlaksız bir yaşam süren bu insanların durumunu "... Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler..." (Araf Suresi, 146) şeklinde haber vermiştir. Bu kişiler Rabbimizin "Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler." (Nisa Suresi, 27) ayetiyle de buyurduğu gibi tüm insanların doğru yoldan sapmasını isterler. Kuran'da bu insanların alacakları karşılık şu şekilde bildirilir:
Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. (Meryem Suresi, 59)
İnkar edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi). Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa korkup sakınanlar, kıyamet günü onların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara Suresi, 212)
Bu ahlaki sapkınlık, tarih içinde farklı insan toplulukları arasında görülmüştür. Bu topluluklardan biri de putperest Lut kavmidir. Hz. Lut, Rabbimize gönülden iman eden, güzel ahlaklı, tevekkül sahibi mübarek bir peygamberdir. Kavmini de Allah'tan korkup sakınmaya, Allah'ın menettiği bu sapıklıktan vazgeçmeye ve Allah'ın razı olacağı gibi bir yaşam sürmeye davet etmiştir. Ancak kavmi, Allah'ın kutlu elçisinin davetlerine düşmanlıkla cevap vermiştir. Hz. Lut'un kavmi, gösterdikleri çirkin cesaret ve bu ahlaksızlıkları nedeniyle Rabbimizin azabını hak etmişlerdir. Kuran'da Lut kavminin uğradığı son şöyle haber verilir:
Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise geride kalanlardandı. Ve onların üzerine bir (azab) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte. (Araf Suresi, 80-84)
Açıkça uyarılmalarına rağmen yaptıkları sapkınlığa devam eden bu insanlar, Hz. Lut'u ve beraberindeki müminleri bulundukları şehirden sürmekle tehdit etmişlerdir. Ve "çokça temizlenen insanlarmış" (Araf Suresi, 82) diyerek kendilerince müminlerle alay ettiklerini sanmışlardır. Kavmin bu sapkınlığına ve azgınlığına karşın, Hz. Lut Allah'ın rızası için tebliğine devam etmiştir.
Hz. Lut, Allah'a olan coşkulu imanının ve derin Allah korkusunun bir tecellisi olarak sabırlı, kararlı ve cesur bir kuldur. Yaptığı tebliğe kavminin alayla ve saldırılarla cevap vermesi, onun şevkini ve azmini daha da pekiştirmiştir. Allah'ın insanlara uyarıcı ve korkutucu olarak gönderdiği tüm peygamberler gibi, insanlara iyiliği emredip onları kötülükten menetmeye devam etmiş, Rabbimizin kendisine bahşettiği bu şerefli sorumluluğu titizlikle yerine getirmiştir. Allah Kuran'da şu şekilde buyurmaktadır:
Ey Peygamber, gerçekten Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ve Kendi izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir çerağ olarak (gönderdik). Mü'minlere müjde ver; gerçekten onlar için Allah'tan büyük bir fazla vardır. Kafirlere ve münafıklara itaat etme, eziyetlerine aldırma ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 45-48)
Sonra birbiri peşi sıra elçilerimizi gönderdik; her ümmete kendi elçisi geldiğinde, onu yalanladılar. Böylece Biz de onları (yıkıma uğratıp yok etmede) kimini kiminin izinde yürüttük ve onları (tarihin anlatıp aktardığı) bir olay kıldık. İman etmeyen kavim için yıkım olsun. (Müminun Suresi, 44)
Müminlerin de Lut Peygamberin bu üstün ahlakını kendilerine örnek almaları, yaptıkları tebliğde her zaman için sabırlı davranmaları ve din ahlakını insanlara farklı yollarla, en güzel şekilde ve kararlılıkla anlatmaları gerekir.
Hz. Lut'un Kavmini Uyarması
İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık.
(Enam Suresi, 86)

Lut (kavmi) de, gönderilenleri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz mısınız?" demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." (Şuara Suresi, 160-163)
Hz. Lut, kavminden yaptıkları "çirkin-hayasızlığı" bırakmalarını ve kendisine tabi olmalarını istemiştir. O, yaptığı bu tebliğin hemen arkasından onlardan hiçbir karşılık beklemediğini, yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için gayret gösterdiğini belirtmiştir:
"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." (Şuara Suresi, 164)
Hz. Lut bu sözlerinin hemen arkasından kavminin yaşadığı hayatın ne kadar büyük bir ahlaksızlık olduğunu da şöyle tarif etmiştir:
Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." Dediler ki: "Ey Lut, eğer bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım. (Şuara Suresi, 165-168)
Günümüzde bazı insanlar bu gibi sapkınlıkları makul ve meşru gösterme çabası içindedirler. Dünyanın dört bir yanında ahlaki dejenerasyonun artış göstermesinin altında yatan nedenlerden biri de budur. Oysa Müslüman tüm hayatını Allah'ın bildirdiği hükümlere göre belirler. Allah'ın "çirkinlik-hayasızlık" olarak tarif ettiği bu ahlaki sapkınlık karşısında iman sahiplerinin tavrı da Hz. Lut gibi olmalıdır.
Lut Peygamberin tüm uyarılarına, tehdit ve saldırıyla cevap veren bu akılsız ve ahlaksız insanların, sayıca fazla olmalarından kaynaklanan bir güven hissi içinde oldukları da ayetlerde görülmektedir. Dinden uzak yaşayan insanların bir kısmı, böyle yanlış bir bakış açısına sahiptirler. Yani sayılarının çok olması, onlara bir eminlik hissi vermektedir. Ancak Rabbimiz bize, tarih boyunca iman edenlerin sayısının hep az olduğunu bildirmiştir. Hz. Lut'un kavminin içindeki iman edenlerin sayısı için de, Allah ayetinde "orada Müslümanlardan olan bir evden başkasını bulmadık" (Zariyat Suresi, 36) şeklinde buyurmaktadır. Ancak Allah'ın yardımı ve desteği daima müminlerin yanındadır ve mühim olan da budur. Kuran'da Rabbimiz samimi kalple iman eden, sadece Allah'ın rızasını gözeten, ahiret yurdu için salih amellerde bulunan, İslam ahlakını insanlar arasında yaygınlaştırmak için gayret eden iman sahiplerinin her zaman galip geleceklerini vaat etmektedir. Nur Suresi'nde Rabbimiz şu şekilde buyurmaktadır.
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Rabbimizin bu İlahi kanunu yüzyıllar boyunca gerçekleşmiş, her zaman az sayıda olan müminler kendilerinden sayıca fazla olan kavimlerine karşı olan mücadelelerinde çok büyük başarılar elde etmişlerdir. Allah iman edenleri şöyle müjdelemektedir:
"... Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249)
Hz. Lut'a Gelen Elçiler
Hz. İbrahim'e gelen elçiler bu mübarek insanı salih bir evlatla müjdelemişlerdir. Elçilerin verdikleri bir diğer haber ise, Lut kavmi ile ilgilidir:
Bizim elçilerimiz İbrahim'e bir müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: "Gerçek şu ki, biz bu ülkenin halkını yıkıma uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim oldular."... (Ankebut Suresi, 31)
Ayetlerde elçilerin Hz. Lut'a gelişleri ise, şu şekilde haber verilir:
Elçilerimiz Lut'a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı, göğsünü bir sıkıntı bastı ve: "Bu, zorlu bir gün" dedi. (Hud Suresi, 77)
Kuran'da Hz. Lut'un içinde yaşadığı sapkın kavmin, Hz. Lut'a elçiler geldiğini haber alarak, onların yanlarına gittikleri haber verilir:
Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar... (Kamer Suresi, 37)
Hz. Lut ise, kavmini şu şekilde uyarmaktadır:
Kavmi ona doğru koşarak geldi; onlar daha önceden kötülükler işlemekteydiler. "Ey kavmim" dedi. "İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. Artık Allah'tan korkun ve beni misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan (reşid) bir adam yok mu?" Dediler ki: "Andolsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz olmadığını sen de bilmişsindir. Bizim ne istediğimizi gerçekte sen biliyorsun." (Hud Suresi, 78-79)
Hz. Lut'un "işte benim kızlarım" ifadesiyle kastettiği, kendi kızları olabileceği gibi kavimdeki diğer genç kızlar da olabilir. O, bu ifadesiyle kavmine, Allah'ın meşru kıldığı şekilde, yani bir erkek ve bir kadın arasında ve nikah altında gerçekleşecek bir ilişkiye talip olmalarını önermekteydi. (En doğrusunu Allah bilir.)"İçinizde hiç aklı başında (reşid) olan bir adam yok mu" ifadesi ise, kavmin tamamının azgınlık ve sapkınlık içinde olduğunu göstermektedir. Hz. Lut, Allah'ın seçtiği şerefli ve güzel ahlaklı bir insan olarak, ahlak dışı yaşam süren bu topluluk arasından çıkmak istemişti:
Dedi ki: "Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim." (Hud Suresi, 80)
Ancak Rabbimiz Lut kavminin bu azgınlıklarına karşı şiddetli bir azap ile karşılık vereceğini elçileri aracılığıyla Hz. Lut'a bildirdi:
(Lut) Dedi ki: "Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz." "Hayır" dediler. "Biz sana, onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik. Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz. Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin. "Ve onlara şu emri verdik: "Sabaha çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecektir." (Hicr Suresi, 62-66)
(Elçiler) Dediler ki: "Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü. Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?" (Hud Suresi, 81)
Ayette belirtilen önemli bir gerçek, Hz. Lut'un eşinin de helak edilecek kavme dahil olmasıdır. O, Hz. Lut gibi Allah'ın alemlere üstün kıldığı, peygamberlik makamıyla onurlandırdığı kıymetli bir kulunun hanımı olmuş, ancak bir nimet ve şeref olan bu sıfat ona -samimiyetsizliği ve inkarı yüzünden- bir şey kazandırmamıştır.
İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı. (Tahrim Suresi, 12)
Hz. Lut'un hanımının bu şekilde helak edilmesi, Allah'ın "seçkin ve hayırlı" kimseler kıldığı peygamberlerin yakını olma veya onların soyundan gelme gibi bağların insanlara ahiret azabından yana bir ayrıcalık sağlamayacağını göstermektedir. Bir insanın kurtuluşa ulaşması, o kişinin Allah'a olan derin imanı, teslimiyeti, itaati ve Allah'tan şiddetle korkup-sakınmasıyla ilgilidir. Eğer kişinin kalbinde böyle samimi bir iman yoksa, Allah'ın elçilerinin en yakını dahi olsa, hiç kimse için kurtuluş yoktur. Hatta, Allah'ın elçilerinin yakınında olup, onun eğitimini alıp, yine de inkar etmesi, o kişinin Allah katında sorumluluğunu daha da artırabilir. Nitekim Allah Kuran'da peygamberlerin hanımları hakkında şu şekilde buyurmaktadır:
Ey Peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır. Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. Ey Peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin. Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargah edinin), ilk cahiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. (Ahzab Suresi, 30-33)
Rabbimiz bu konuda Hz. Lut'un ve Hz. Nuh'un inkarcı hanımlarını bizlere ibret olarak vermektedir. Ayette ayrıca Firavun'un iman eden hanımı da samimiyeti, Allah korkusu ve içten duasıyla çok güzel bir örnek olarak haber verilmektedir:
Allah, inkar edenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikahları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: "Ateşe diğer girenlerle birlikte girin" denildi. Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana Kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." (Tahrim Suresi, 10-11)
Helakın Gerçekleşmesi
Hz. Lut'un kavminin helak edileceğinin haberi elçiler tarafından ilk önce Hz. İbrahim'e bildirilir:
(İbrahim) dedi ki: "Şu halde sizin asıl isteğiniz nedir ey elçiler? Doğrusu biz suçlu-günahkar bir kavme gönderildik" dediler. Üzerlerine çamurdan (iyice sertleşip kaskatı kesilmiş) taşlar yağdırmak için. (Ki bu taşların her biri) Rabbinin katında ölçüyü taşıranlar için (herkese ayrı ayrı) işaretlenmiştir. Bu arada mü'minlerden orda kim varsa çıkardık. Ne var ki orda Müslümanlardan olan bir evden başkasını bulmadık. (Zariyat Suresi, 31-36)
Alman araştırmacı Werner Keller, arkeolojik ve jeolojik incelemelere dayanarak yaptığı açıklamalarda Lut kavminin yaşadığı Sodom ve Gomorra şehirlerinin yerlerinin Siddim Vadisi olduğunu belirtir. Keller, kitabında buranın Lut Gölü'nün en alt ucunda bulunan bölge olduğunu ve zamanında buralarda geniş yerleşim alanları bulunduğunu anlatır. Bölgede yaşanan felaket sonucunda göle kayan şehir kalıntılarının bir kısmı göl kıyısında bulunmuştur. Bu kalıntılar Lut kavminin yaşam düzeyinin oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.
Elçiler Hz. İbrahim'den sonra Hz. Lut'a gitmiş ve ona da bu helakı haber vermişlerdir. Müslüman topluluk ise bu helaktan korunacaktır. Allah Lut kavmini nasıl bir azap ile helak ettiğini şöyle bildirir:
Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar. Biz de onların gözlerini silip kör ettik. İşte azabımı ve uyarmamı tadın." (Kamer Suresi, 37)
Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık; Rabbinin katında 'belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış' olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir. (Hud Suresi, 82-83)
Allah'ın ayette bildirdiği "üstünü altına çevirmek" fiilinin şiddetli bir deprem ile bölgenin yerle bir olduğunu anlatıyor olması mümkündür. Nitekim Lut Gölü ya da diğer adıyla Ölü Deniz, aktif bir sismik bölgenin, yani bir deprem kuşağının tam üstünde yer almaktadır.
Allah ayetin devamında "üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık" şeklinde buyurmaktadır. Alman arkeolog Werner Keller bu durumu şu şekilde açıklar:
"Bu deprem sırasında, yer kabuğunun çatlayıp çöküşü, kabuğun altında uyuyan volkanlara serbest yol vermiştir. Şeria'nın yukarı vadisinde bugün de sönmüş kraterlere rastlanmakta olup, buralarda kireç katmanları üzerinde geniş lav kütleleri ve bazalt katmanları yer almıştır."
Ayetin başında geçen "üstünü altına çevirmek" fiilinin şiddetli bir deprem ile bölgenin yerle bir olduğunu anlatıyor olması mümkündür. Ayetin devamında haber verilen "üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık" ifadesi ile volkanik bir patlama ve bunun sonucunda püsküren "pişirilmiş kıvamdaki" kaya ve taşlara işaret ediliyor olabilir. Şuara Suresi'nin 173. ayetinde aynı olay "... ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kadar da kötü" şeklinde bildirilmiştir. Yani kavim bir taraftan korkunç bir depremle, bir taraftan da üzerlerine yağan volkanik lavlar ve kızgın taşlarla yok olmuş olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Tarihçiler, Lut kavmine isabet eden bu büyük felaketin yerinin, "Lut Gölü" veya "Ölü Deniz" olarak bilinen gölün kıyısı olduğu görüşündedirler. Günümüzde İsrail işgali altındaki Batı Şeria ile Ürdün arasında kalan Lut Gölü'nün yanında yer alan tarihi "Sodom" ve "Gomorra" şehirleri, Hz. Lut'un tebliğde bulunduğu sapık eşcinsel kavmin yaşadığı yerler olarak kabul edilmektedir. Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar, Lut Gölü'nün kıyısında yer alan bu şehirlerin, büyük bir deprem sonucunda aşağı çöktüğünü göstermektedir. Lut Gölü'nün geneline göre çok daha sığ olan bir bölümü, araştırmacılara göre, yerin derinliklerine giren Lut kavminin kalıntısıdır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Kavimlerin Helakı, 7. baskı, İstanbul, 2002)
"Siz gerçekten, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz (yaptığı şeyi) bilmeyen bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Lut ailesini şehrinizden sürüp çıkarın. Temiz kalmak isteyen insanlarmış" demekten başka olmadı. (Neml Suresi, 55-56)

Hz. İbrahim'in Güzel Ahlakı




Hz. İbrahim'in Güzel Ahlakı
Kuran'da Rabbimizin insanlara uyarıcı, korkutucu ve müjdeleyici olarak gönderdiği kıymetli elçilerinin güzel ahlak özelliklerine dair birçok ayet yer almaktadır. Tüm peygamberler, Allah'a olan teslimiyetleri, samimiyetleri, sadakatleri ve adil, mütevazi, onurlu tavırlarıyla son derece üstün ahlaklı insanlardır. Kuran'da Peygamberimiz Hz. Muhammed Allah'a olan derin imanı, tevekkülü, samimiyeti ve güçlü Allah korkusu, Hz. Süleyman her an Allah'a şükredip Rabbimizin şanını yüceltmesi, dini yayma konusundaki kararlılığı, güç ve kudreti, Hz. Eyüp ve Hz. Nuh sabırları, Hz. Musa samimiyeti, Hz. İsa manevi derinliği ve Allah'a olan teslimiyeti, Hz. Davud her tutum ve davranışıyla Allah'a yönelmesi ve daha birçok üstün özellikleriyle tüm insanlara örnek verilmişlerdir. Hz. İbrahim'i de, Allah Kuran ayetlerinde övmekte ve tüm Müslümanlara üstün vasıfları ile örnek göstermektedir.
Yeryüzündeki tüm insanların, Allah'ın peygamberlik makamı ile şereflendirdiği, ilim ve güç bakımından desteklediği, güzel ahlaklarıyla övdüğü bu kutlu insanları kendilerine örnek almaları gerekmektedir. Her Müslüman Allah'ın alemlere üstün kıldığı bu kıymetli kullara özenmeli, onların eşsiz ahlak özelliklerini kendi hayatlarına geçirmelidir. Kitabın bu bölümünde birçok Kuran ayetinde Allah'a olan derin imanı, tevekkülü, samimiyeti ve teslimiyeti ile övülen Hz. İbrahim'in üstün ahlakı anlatılarak insanlar, Hz. İbrahim gibi bir ahlak göstermeye davet edilmektedir.
Hz. İbrahim "Allah'ın Dostu" dur
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi, 125)
Rabbimiz Kuran'da Hz. İbrahim'i dost edindiğini bildirmiştir. Bu nedenle de Hz. İbrahim "Halilullah" (Allah'ın dostu) olarak tanınmakta, insanlar tarafından bu güzel isimle anılmaktadır. Nitekim Peygamberimiz Hz. Muhammed de "Ey Allah'ım! İbrahim aleyhisselâm senin Halilindir, peygamberindir." şeklinde buyurmuşlardır.7
Vahyedilmesinden sonra tahrif edilmiş olan Kitab-ı Mukaddes'te ise Hz. İbrahim için şu ifadeler yer almaktadır:
"Ve İbrahim Allah'a iman etti ve böylece aklanmış sayıldı" diyen Kutsal Yazı yerine gelmiş oldu. İbrahim'e de Allah'ın dostu denildi. 8
Allah korkusuna ve sevgisine sahip, Allah'a dost olan insanın hayattaki tek amacı O'nun hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Kalbinde ve aklında daima Allah olur. Gördüğü güzellikler karşısında "Allah ne güzel yaratmış, O övülmeye layıktır" der, Allah'ı en güzel isimleriyle tesbih eder.
Kendisine verilen her nimetin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'a çokça şükreder. Herhangi bir sıkıntı ve zorlukla karşılaştığında ise, bunun Allah'tan bir deneme olduğunu ve hayırlarla birlikte yaratıldığını bilir. Allah için güzel bir sabır gösterir, tevekkül eder ve ahiret yurdu için salih amellerde bulunur. Bediüzzaman Said Nursi'nin söylediği "elhamdülillahi ala külli hal" (her şartta Allah'a hamd olsun) sözünü kendisine rehber edinir ve nimet içinde de, zorluk içinde de olsa hep Allah'a hamd eder.
Allah Kuran'da bu onurlu makama ulaşmaları için tüm müminleri teşvik etmektedir. Bir Kuran ayetinde müminlere kendilerini Allah'a yakınlaştıracak vesileler aramaları şöyle emredilir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın... (Maide Suresi, 35)
Allah bir ayette "Öyleyse, Allah'a doğru kaçın" (Zariyat Suresi, 50) diye buyurmaktadır. Bir başka ayette de şöyle buyurulmaktadır:
"... Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı." (Hac Suresi, 78)
Müzemmil Suresi'nde ise Allah, insanın herşeyden kendini çekip yalnızca Kendisi'ne yönelmesini emreder:
Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel. (O) Doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut. (Müzemmil Suresi, 8-9)
Hz. İbrahim Güç ve Basiret Sahibiydi, Doğruyu Seçme Yeteneğine Sahipti
Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana Kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." (Tahrim Suresi, 11)
Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in "güç ve basiret" sahibi bir kul olduğunu bildirmiştir. (Sad Suresi, 45) Basiret "görüş" anlamına gelir, olaylara hikmetle bakabilmeyi, derin kavrayış gücünü ifade eder. Allah'ın derin imanları, samimiyetleri ve teslimiyetleriyle insanlara örnek kıldığı tüm peygamberler gibi Hz. İbrahim de isabetli kararlar alan, ileriyi görebilen, basiret sahibi bir peygamberdir.
Bir diğer ayette ise Rabbimiz Hz. İbrahim'e "rüşd", yani olgunluk verdiğini bildirmektedir:
Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik ve Biz onu bilenlerdik. (Enbiya Suresi, 51)
Ayette geçen "rüşd" kelimesi, "hak bir doğrulukta kararlılıkla, tam ve üstün bir isabetle, emin adımlarla gitmek, doğruya götürmek, yöneltmek" anlamlarına gelmektedir. Allah'ın bu güzel vasıflarla güçlendirdiği Hz. İbrahim, feraset ve basireti, ileri görüşlülüğü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmesi ve isabetli karar vermesi ile inkar edenlere karşı büyük bir mücadele vermiştir. Tüm bu özellikler onun Allah'tan içi titreyerek korkan, Rabbimizin ayetlerini uygulama konusunda çok titiz bir kul olduğunu bizlere göstermektedir. Nitekim Allah Kendisi'nden korkanlara bu büyük nimetin verileceğini bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Rabbimizin Hz. İbrahim'e bahşettiği üstün vasıflar, bu kutlu insanın inkar edenlere karşı son derece etkili ve akılcı bir mücadele yürütmesine vesile olmuştur. Bunun sonucunda da Hz. İbrahim ve onu izleyenler üstün gelmişlerdir.
"Doğruluk" ve "doğruyu seçme" Peygamber Efendimizin de müminlere sürekli hatırlattığı çok önemli mümin vasıflarındandır. Peygamberimiz (sav)'in bu konu ile ilgili bazı tavsiyeleri şu şekildedir:
Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol! 9
Kim ki Allah ve Resulü'nün kendisini sevmesinden hoşlanırsa doğru söylesin. 10
Allah bir kimsenin hayrını murad ederse, onu doğruya irşad eder.11
Doğruluk (sıdk) iyiliğe götürür. İyilik de cennete iletir. İnsan doğru söyleye söyleye sonunda Allah katında doğru olarak yazılır. Yalancılık fenalığa, fenalık da cehenneme götürür. İnsan yalan söyleye söyleye sonunda Allah katında yalancı olarak yazılır. 12
Hz. İbrahim Katıksızca Ahiret Yurdunu Anan İhlas Sahibi Bir Kuldu
Allah Kuran'da Hz. İbrahim'i ve onun soyunu katıksızca ahireti düşünüp anan ihlas sahipleri olarak tarif eder:
... İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık. (Sad Suresi, 45-46)
Peygamberleri ve samimi iman sahiplerini diğer insanlardan ayıran en temel özelliklerden biri, onların dünya hayatına dair bir beklenti içinde olmaksızın sadece Allah'ın rızasını ve ahireti kazanmak için ciddi bir çaba içinde olmalarıdır. Hayatlarının sonuna kadar büyük bir sabır ve ihlasla kavimlerini uyarmaya devam etmeleri, bunun en açık delillerindendir.
İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle sadece Allah'ın sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini ve dostluğunu hedefler. Bu konuda en güzel örnek ise Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in hayatıdır. Peygamberimiz (sav), sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmayı amaç edinmiştir. Allah ayetlerde, insanlara bir rahmet ve lütuf olarak gönderilen elçilerin, hiçbir karşılık beklemeden, ihlasla insanları din ahlakını yaşamaya davet ettiklerini şu şekilde haber vermektedir:
De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86)
De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47)
Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde de "Amellerinizi Allah için halis kılınız. Zira Allah-u Teala Kendisi için ihlasla yapılan ameli kabul eder."13 şeklinde buyurmakta ve tüm insanları ihlaslı davranmaya davet etmektedir. Peygamberlerin dualarına, kavimlerine yaptıkları uyarılara baktığımızda onların insanları Allah'a iman etmeye, amellerini halis kılmaya, dünya hayatının geçici nimetlerine aldanmamaya ve sadece ahiret yurdu için çalışmaya davet ettiklerini görürüz.
Biz elçileri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmaktan başka (bir nedenle) göndermiyoruz. Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Enam Suresi, 48)
Bir müminin de sahip olması gereken en önemli vasıflardan biri, "katıksızca ahiret yurdunu düşünüp anmasıdır." Yapılan her iş, söylenen her söz sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için olmalıdır. Mümin, sürekli asıl hayatı olan ahirete özlem duymalı ve dünyaya hiçbir zaman bağlanmamalıdır. İman edenler de elbette Allah'ın dünyadaki nimetlerinden faydalanacak, bu yolla Allah'a şükredip bu nimetlerin ahiretteki asıllarını düşüneceklerdir. Ama bunlar, hiçbir zaman amaç haline getirmemelidir. Her biri Allah'ın rızasını kazanmaya, din ahlakını anlatmaya, ahiret yurdunu anmaya vesile olan birer nimet olarak görülmelidir.
Cennetin sonsuz güzelliklerini düşünmek, Allah'ın cennet vaadinden dolayı sevinmek, cehennemin bitmeyecek azabından sakınmak ve bunu akılda tutmak, müminin Allah'a olan yakınlığını ve Kuran ahlakını yaşama şevkini artıran çok önemli vesilelerdir. Aksi takdirde şeytan insanın unutma özelliğini kullanarak, onu ahiret gününün varlığından gafil halde yaşatmak isteyecektir. Mümin, hiçbir zaman şeytanın bu tuzağına düşmemeli, her zaman Hz. İbrahim gibi ahiret yurdunu derin derin düşünen ve anlatan müminlerden olmalıdır. Nitekim Allah katıksızca ahiret yurdunu anan, Allah'ın rızasını herşeyin üstünde tutan ve din ahlakını yaymak için tüm hayatı boyunca ihlasla çaba gösteren bu kıymetli kulu için Bakara Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir. (Bakara Suresi, 130)
Hz. İbrahim Seçkin ve Hayırlı Bir Kuldu
Ve gerçekten onlar, Bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır. (Sad Suresi, 47)
Hz. İbrahim Allah'ın hidayet verdiği, peygamberlikle şereflendirdiği ve Kendi katında seçkin kıldığı kullarındandır. Bir ayette Hz. İbrahim ve ailesinin alemler üzerine seçilmiş oldukları şöyle bildirilmektedir:
Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti. (Al-i İmran Suresi, 33)
...İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti...
(Bakara Suresi, 126)

Hz. İbrahim ve oğulları, kendi kavimlerini Allah'a iman etmeye davet etmek ve onlara Allah'ın üstün güç ve kudretini anlatmak için seçilmişlerdir. Allah Kuran'da "Andolsun, Biz Nuh'u ve İbrahim'i (elçi olarak) gönderdik, peygamberliği ve Kitab'ı onların soylarında kıldık..." (Hadid Suresi, 26) şeklinde bildirmekte ve İbrahim ailesinin soyunu peygamberlikle şereflendirdiğini haber vermektedir.
"Hayırlı olmak", önemli bir mümin alametidir. İnkarcılar çevrelerine ve dünyaya iyilik değil, şer (kötülük) getirirler. Bu kaçınılmazdır; çünkü inkar eden bir insan çıkarlarını herşeyin üzerinde tutar ve dolayısıyla kendi çıkarı söz konusu olduğunda diğer insanlara zarar vermekten çekinmez. Mümin ise, hem manevi hem de maddi yönden tüm insanlığa hayır, bereket ve bolluk getirir. Çünkü sahip olduğu Allah korkusu ve güçlü imanı gereği kendisinin ve yakınlarının aleyhinde bile olsa, adaleti ayakta tutar, insanlara iyilik yapar, zalimlere karşı koyar.
Peygamberimiz (sav) de "Ümmetimin hayırlıları ise, ahlakça en güzel olanlarıdır. 14 şeklinde buyurarak güzel ahlaklarıyla örnek olan müminlerin, yaşadıkları toplum için "hayırlı kimseler" olduklarını bildirmiştir.
Allah, "hayır getiren", yani Allah'ın hükmüne göre davranıp etrafına hep din ahlakının güzelliklerini taşıyan müminlerle, bu vasıftan yoksun insanların farkını bir ayette şöyle haber verir:
Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76)
Hz. İbrahim Arınmış Bir Kalbe Sahipti
Hani o, Rabbine arınmış (selim) bir kalp ile gelmişti. (Saffat Suresi, 84)
Allah Kendisi'ne dost edindiği Hz. İbrahim'i şirk içinde yaşayan kavminden ayırmış ve tüm iman sahiplerinin hidayet önderi kılmıştır.
Allah'ın üstün ahlak sahibi elçilerini kendisine örnek alan bir müminin de Allah'a yakınlaşmak, O'nun sevdiği ve razı olduğu bir insan olabilmek için kalbini cahiliyenin tüm batıl inançlarından, çarpık düşüncelerinden uzaklaştırması, yani temiz bir kalp ile Allah'a yönelmesi gerekir.
Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 148)
İnsanın arınması, aynı zamanda nefsinin kötülüklerinden ve şeytanın olumsuz telkinlerinden uzaklaşması anlamına da gelmektedir. Allah Kuran'da "murdar (pis) olanı temiz olandan ayırt edeceğini" (Al-i İmran Suresi, 179)bildirmektedir. Buradaki temizlik manen ve ruhen yaşanan temizliktir. Din ahlakından uzak yaşayan birçok insan da, "benim kalbim temiz" diyebilmektedir. Ancak gerçekte bu kişiler sadece kendi vicdanlarını rahatlatmaya çalışmaktadırlar. Çünkü Hz. İbrahim gibi "arınmış (selim) bir kalbe" sahip olmak isteyen bir insan Allah'a kalpten iman etmelidir. Allah'ın emirlerini titizlikle yerine getirmeli, teslimiyetli ve tevekküllü olmalıdır. Allah Kuran'da iyiliği ve hoşnut olacağı ahlakı bizlere şu şekilde tarif etmektedir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Allah bir başka ayette ise "arınanları seveceğini" (Tevbe Suresi, 108) bildirmektedir. Bir insan belki çok uzun süre, şeytanın telkinleri ile hareket etmiş, kötü düşüncelere ve kötü bir ahlaka sahip olmuş olabilir. Ancak önemli olan bu kişinin Allah'a tevbe etmesi, sahip olduğu bu ahlakı terk edip, Hz. İbrahim'i ve diğer peygamberleri örnek alarak arınmış bir kalp ile Allah'a yönelmesidir.
Rabbimiz Maide Suresi'nde iman sahiplerini şu şekilde müjdelemektedir:
Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)
Hz. İbrahim "Tek Başına Bir Ümmetti"
Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. (Nahl Suresi, 120)
Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de o salihlerdendir. (Bakara Suresi, 130)
Hz. İbrahim, Allah'ı herşeyin üzerinde tutan, sadece O'nun rızasını gözeten, O'na içten bağlı olan, yalnızca Allah'tan korkup sakınan ve Allah'a güvenip dayanan bir peygamberdir. Çok sayıda insanı karşısına aldığı, onlar tarafından öldürülmek, hatta ateşe atılmak istendiği halde, imanından kaynaklanan cesareti ve tevekkülü sayesinde Allah'ın dinini hakim kılmak için yaptığı mücadelesinde çok kararlı olmuştur.
Tüm iman sahiplerinin de, Hz. İbrahim'in bu üstün ahlakına özenmeleri ve tek başına kalsalar da Hz. İbrahim gibi tevekküllü, cesur, kararlı, samimi, teslimiyetli ve iradeli olmaları gerekmektedir. Bunun için öncelikle yapılması gereken ise, bir ve tek olan Rabbimize gönülden teslim olmak, sadece O'ndan korkup, O'nu dost edinmektir. Çünkü bir mümin, dünyanın herhangi bir yerinde inkarcı bir topluluğun içinde, tek başına da kalsa Allah'ın rızasını kazanma şevki ve isteği, onu daima hayırlı davranışlarda bulunmaya, ibadetlerini yerine getirmeye, din ahlakını eksiksizce yaşamaya ve Kuran ahlakının bir gereği olarak insanlara din ahlakını tebliğ etmeye yöneltir. Allah'ın her zaman yanında olduğunu, her an onu koruyup desteklediğini bilmenin verdiği güç ile hareket eder. Kim Hz. İbrahim ile aynı ahlakı gösterir, Allah'a aynı sadakat ve teslimiyetle bağlanırsa, Hz. İbrahim gibi "tek başına bir ümmet" kuvvetinde kılınmayı umabilir. 
Hz. İbrahim Allah'a Şükrediciydi
Allah insanlara sayısız nimet vermiştir. Kendi kusursuz bedenlerinden kainattaki eşsiz canlılara kadar, çevrelerini saran tüm güzellikler insanların Rabbimize tüm içtenlikleriyle şükretmeleri için birer vesiledir. Allah Bakara Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Öyle ki size, kendinizden, ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin. Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 151-153)
Hz. İbrahim, Rabbimizin kendisine bahşettiği nimetlere daima şükreden bir kul olarak, Allah'ın tüm Müslümanlara örnek gösterdiği salih bir mümindir. Nahl Suresi'nde Hz. İbrahim için "O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti." (Nahl Suresi, 121) şeklinde bildirilir.
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.
(Bakara Suresi, 117)

Kuran ayetlerinde kıssaları haber verilen peygamberlerin ahlaklarına baktığımızda ise, onların her işlerinde her an Allah'a yönelen, Allah'ın nimetlerine sürekli şükreden, Allah'ı tesbih edip, Rabbimizin şanını yücelten iman sahipleri olduklarını görürüz. Peygamberimiz Hz. Muhammed de bir duasında "Hamd Allah'adır, O'na sığınır, O'ndan mağfiret dileriz."15 şeklinde buyurmakta ve hamd etmenin önemine dikkat çekmektedir.
İman sahipleri de Allah'ın mübarek elçilerinin bu şükredici tavırlarını kendilerine örnek almalı, hayatlarının her anında sürekli Allah'a hamd etmelidirler. Allah ayetlerinde şükrün sürekli olması gerektiğini de bizlere haber vermektedir. Bir sıkıntı anında, herhangi bir zorluk ya da hastalıkla karşılaşıldığında, bir haksızlıkla ya da zulümle karşı karşıya gelindiğinde mümin hemen Rabbimize şükretmelidir. Bu gibi olayları da Rabbimizin mutlaka bir hayır ve hikmetle yarattığını görmelidir. Çünkü Allah dünya hayatında her insanı zorluklar ve sıkıntılar karşısında nasıl bir ahlak göstereceğiyle denemektedir. Güzel ahlak gösterenlerin ise, hem dünyada hem de ahirette çok üstün bir karşılık göreceklerini vaat etmektedir. Ayetlerde Rabbimiz şu şekilde bildirir:
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)
Hz. İbrahim Allah'a Karşı Teslimiyetli Bir Kuldu
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde, (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (Bakara Suresi, 131)
"İslam" kelimesi, teslim olmanın da kökü olan "selam" fiilinden türemiştir. Bu nedenle "Müslüman olmak", aynı zamanda "teslim olmak" anlamına gelmektedir. Hz. İbrahim kavmiyle olan tüm mücadelesinde Allah'a derin bir bağlılık ve tam bir teslimiyet göstermiştir. Kavmi ne kadar zorlu olursa olsun, onu ne kadar yıldırmaya çalışırsa çalışsın, İbrahim Peygamber coşkulu imanından kaynaklanan büyük bir şevkle Allah'ın dinini yayma sorumluluğunu sürdürmüştür. Öyle ki, gerektiğinde kavminden ayrılıp hicret etmiş, sahip olduğu herşeyi arkasında bırakmıştır.
İnsanları karanlıklardan nurlara çıkarmak için elçilik makamıyla şereflendirilmiş kutlu elçiler, Allah'ın tüm kainatı ve tüm insanların hayatını bir kader ile yarattığını, yaşadığımız ve yaşayacağımız her olayı ezelde Rabbimizin tespit ettiğini çok iyi bilirler. Bu nedenle de onlar Allah'a teslimiyetli, katıksızca Allah'a yönelen, O'nun emirlerine gönülden boyun eğen mübarek kimselerdir. İman sahipleri de Allah'ın Kuran ayetleriyle haber verdiği kader gerçeğini çok iyi düşünmeli, Allah'ın yarattığı kadere razı ve teslimiyetli olarak yaşamalıdırlar.
Hz. İbrahim Yumuşak Huylu Bir Kuldu
Merhamet sahibi, yumuşak huylu, şefkatli, sevgi dolu ve bağışlayıcı olmak, Allah'ın Kuran ayetlerinde övdüğü mümin özelliklerindendir. Rabbimiz ayetlerinde Hz. İbrahim'in de yumuşak huylu olduğunu haber vermektedir:
... Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 114)
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
İman edenler Rabbimize duydukları coşkulu sevginin bir tecellisi olarak, Allah'ın razı olacağı gibi bir kul olmak ve ayetlerde bildirilen güzel ahlaka sahip olmak için çok ciddi çaba sarf ederler. Yumuşak huylu, merhametli ve şefkatli olmak Peygamber Efendimizin hadislerinde de çok sık üzerinde durulan ahlak özellikleridir. Bu hadislerden bazıları şu şekildedir:
Rıfk (yumuşaklık, mülayimlik) bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyin eder, bir seyden de çıkarıldı mı, onu mutlaka kusurlu kılar.16
Kalbinin yumuşamasını sever misin? Yetime merhamet et, onun başını okşa ve ona yediğinden yedir. Kalbin yumuşar. 17
Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız...18
Allah refikdir (merhametli ve şefkatli), rıfkı sever ve rıfka mükabil verdiğini başka hiçbir şeyle vermez.19
Allah Kuran'da diğer peygamberlerin de bu üstün vasıflara sahip olduklarını haber verir. Örneğin Medyen halkına elçi olarak gönderilen Hz. Şuayb için kavminin"... Sen gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın" (Hud Suresi, 87) dediği bildirilir.
Tarihi kaynaklarda Urfa Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. Eyüp, Hz. Şuayb, Hz. Elyasa gibi Allah'ın seçkin ve hayırlı kıldığı peygamberlerin yaşamış oldukları bölge olarak geçer. Çeşitli rivayetlere göre, Hz. İbrahim'in hayatının önemli bir kısmı da Urfa'da geçmiştir. İbrahim Peygamberin Harran'da yaşadığına dair tarihi bir kaynak Muharref İncil'in Resullerin İşleri adlı bölümüdür: O da dedi: Kardeşler ve babalar, dinleyin. Atamız İbrahim Haran'da oturmazdan önce, Mezopotamya'da bulunduğu zaman, İzzetullah kendisine göründü. Ve ona dedi: Memleketinden ve akrabanın yanından çık ve sana göstereceğim memlekete gel. O zaman Kildanilerin memleketinden çıkıp Haran'da oturdu... 20 (Solda) Resimde Hz. İbrahim'in yaşadığı yer olarak tanıtılan Urfa Balıklı Göl görülmektedir.
Hz. İbrahim Allah'ın Emri ile Hidayete Yönelten Bir Önderdi
... İman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır. (Beled Suresi, 17-18)
Allah'ın "Hadi" (hidayet veren) sıfatı bütün peygamberlerde olduğu gibi Hz. İbrahim'de de hayatı boyunca en güzel şekilde tecelli etmiştir. Hz. İbrahim, Allah'ın kendisini şereflendirdiği peygamberlik makamıyla kendi kavmi için hidayet önderi olmuştur. Onları Allah'a bir ve tek olarak iman etmeye davet etmiştir. Aynı şekilde Hz. İbrahim'in soyundan gelen diğer peygamberler de kavimlerini hidayete yönelten önderler olmuşlardır:
Ona (Hz. İbrahim'e) İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi. (Enbiya Suresi, 72-73)
Allah, Kuran'da müminlerin "takva sahiplerine önder olma" yönündeki dualarını şu şekilde haber verir:
Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacaklar armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir. (Furkan Suresi, 74)
Peygamberimiz (sav) de, insanları, en şerefli ve güzel olan yola, Allah'ın yoluna çağırmış, insanların dünyada ve ahirette kurtuluşlarına vesile olmak için çalışmıştır. Enam Suresi'nde Peygamberimiz (sav)'in kavmine yaptığı tebliğ şu şekilde haber verilmektedir:
De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71)
Bir hadis-i şerifte en doğru yolun Allah'ın ve Resulü'nün yolu olduğu şöyle belirtilmiştir:
Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın Kitabı'dır. En güzel yol da Muhammed (sav)'in yoludur. 21
Hz. İbrahim'in Duaları
Kuran'da peygamberlerin dualarını haber veren birçok ayet bulunmaktadır. Bu dualar Allah'a yakınlaşmak için vesile arayan Müslümanlara çok hikmetli birer örnektir. Peygamberlerin samimi ve ihlaslı dualarını öğrenmek, bu duaları eden mübarek elçilerin üstün ahlaklarını ve manevi derinliklerini anlamaya çalışmak ve Allah'a aynı samimiyetle dua etmek, insanın Allah'a olan yakınlığının artmasında önemli bir yoldur.
Hz. İbrahim'in Kuran ayetlerinde haber verilen içten duaları da tüm Müslümanlar için çok güzel hikmetler içermektedir. İbrahim Peygamber Allah'ı, "... Şüphesiz Rabbim gerçekten duayı işitendir." (İbrahim Suresi, 39) şeklinde yüceltmiş ve kavmine söylediği şu sözlerle duanın önemine dikkat çekmiştir.
"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 48)
Hz. İbrahim Allah'tan hüküm ve hikmet istemiş, salihlerin arasına katılmak için şöyle dua etmiştir:
"Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat." (Şuara Suresi, 83)
Hz. İbrahim Allah'tan doğruluk dili istemiştir:
"Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." (Şuara Suresi, 84)
Hz. İbrahim ahiret hayatı için şöyle dua etmiştir:
"Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl. Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır. Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme. Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde. Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka." (Şuara Suresi, 85-89)
Hz. İbrahim Rabbimizden şu şekilde bağışlanma dilemiştir:
"Rabbimiz, inkar edenler için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin." (Mümtehine Suresi, 5)
"Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla." (İbrahim Suresi, 41)
Hz. İbrahim kendisinden sonra dini ayakta tutacak salih bir varis istemiştir:
"Rabbim, bana salihlerden armağan et." (Saffat Suresi, 100)
Hz. İbrahim kendi soyu için dua etmiştir:
"Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur." (İbrahim Suresi, 40)
Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu şehri güvenli kıl beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut." (İbrahim Suresi, 35)
İçinde bulunduğu şehri güvenlikli kılması ve inananları rızıklandırması için Allah'a dua etmiştir:
Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkar edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o" demişti. (Bakara Suresi, 126)
Bir iş yaparken, Allah'ın bunu kendisinden kabul etmesi için dua etmiştir:
İbrahim, İsmail'le birlikte Ev'in (Kabe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin." (Bakara Suresi, 127)
Allah'tan kendisini ve soyunu O'na teslim kılmasını, ibadet yöntemlerini göstermesini, tevbelerini kabul etmesini istemiştir:
"Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128)
"Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, Kitab'ı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." (Bakara Suresi, 129)
Hz. İbrahim Allah'a samimi bir kalple bağlıdır ve ahiret gününe de kesin bilgi ile iman etmektedir. Bu sebeple dualarındaki ihlası, samimiyeti, teslimiyeti açıkça hissedilmektedir. Müminler de Rabbimize dua ederlerken kendilerine Hz. İbrahim'in Allah'a olan derin bağlılığını, samimiyetini ve ihlasını örnek almalı, tek dost ve yardımcı olarak sadece Rabbimize yönelmelidirler. 
Hz. İbrahim'in Vasiyeti
Hayır, kim bir iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır... (Bakara Suresi, 112) 
Rabbimiz Hz. İbrahim'i Kuran'da, Allah'ı birleyen bir muvahhid olarak bizlere tanıtır:
Hani İbrahim babasına ve kendi kavmine demişti ki: "Şüphesiz ben, sizin taptıklarınızdan uzağım. Beni Yaratan başka. İşte O beni hidayete yöneltip-iletecektir."
Ve bunu (bu tevhid inancını) belki (insanlar Allah'a) dönerler diye ardında kalıcı bir kelime olarak kıldı-bıraktı. (Zuhruf Suresi, 26-28)
Hz. İbrahim'in tüm iman sahiplerine bıraktığı bu miras tevhid inancıdır. Allah'ın mübarek elçisinin bu mirası, onun sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaşadığını, sadece Allah'ı dost ve vekil edindiğini ve sadece Allah'tan korkup sakındığını bizlere göstermektedir. Hz. İbrahim, hayatı boyunca Allah'ı birleyerek ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmadan yaşamayı kavmine tebliğ etmiştir. Bakara Suresi'nde Hz. İbrahim'in vasiyeti şöyle haber verilir:
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin" (diye benzer bir vasiyette bulundu.) (Bakara Suresi, 131-132)
Hz. İbrahim'in hidayet önderliği soyunda da devam etmiş; oğulları Hz. İsmail ve Hz. İshak, torunu Hz. Yakup ve onun oğlu Hz. Yusuf ve onları izleyen aynı soydan gelen diğer mübarek elçiler de insanları din ahlakını yaşamaya hikmetli öğütlerle ve vakarla davet etmeyi sürdürmüşlerdir. Kuran'da Hz. Yakub'un vasiyeti haber verilirken Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler O'na teslim olduk" demişlerdi. (Bakara Suresi, 133)
Hz. İbrahim'in ardından gelen diğer peygamberler de kendi soylarına aynı vasiyette bulunmuşlar, Allah'a gönülden teslim olmalarını ve Müslümanlar olarak ölmelerini öğütlemişlerdir. Her kim Hz. İbrahim'in vasiyetine uyarsa ve sadece Allah'a kulluk edip, tüm hayatını O'nun rızası için sürdürürse, Allah'ın hoşnutluğunu ve sonsuz mutluluk yurdu olan cenneti umabilir.
-----------------------------------------------------------------
7- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, 6883
8- Kitabı Mukaddes, Yakub 2: 20-23
9- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, 236
10- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 2, s. 397
11- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 2, s. 447

12- İmam Nevevi, Riyaz'üs-Salihin, cilt 1, s. 166

14- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 2, s. 305
15- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, Ebu Davud, cilt 9, s. 203
16- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, cilt 7, s. 292
17- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, cilt 1, 11-9
18- Ramuz El-Ehadis, Musannif Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Mütercim: Abdülaziz Bekkine, 1. cilt, 70-10
19- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, 7. cilt, s. 293
20- İncil, Resullerin İşleri, 7/2-3
21- Buhari, I'tisam 2, Ebed 70; Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 338

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...