09 Aralık 2012

KİN ÖYLE BİR HASTALIKTIR Kİ.......

normal_menzil_net0000401.jpg

Gönül, O’nun nazargâhıdır, 
O’nun yeridir biliriz elbet de, ya ne diye, ne cüretle içinde öfke ve kin biriktirip kendimizi hasta ederiz?

Ani bir kızgınlık ve hiddet, bir yerde savunma ihtiyacıdır. 
Sanki madde ve mânâda nefsin ezilmesine, engellenmesine, alaya, hafife alınışına karşı, bir nefs-i müdafaa! 
Fakat yanlışa yönlendirilmiş, yanlış bir tepki.
Çünkü nefsi tanıyabilseydik-, bilebilseydik onun yanlışını doğrusunu; onu öyle kırıcı bir. tarzda savunacağımıza, tedavisi ile uğraşırdık… 
Hiddet birikirse çoğalır… çoğalıp öfke olur. 
Öfke gönle yerleşip, keskinleşir, acılar kine dönüşür.
Kinin yeri gönüldür, olmaması gereken yerdir. 
Rahman ve Rahim Allah’la, kin… yanyana gelemez.
Kitap, cennet ehlinden bahseder, o noktada 
Yaratan şöyle buyurmuştur: “Göğüslerinde kinden ne varsa söküp atmışızdır” 
Ancak ondan sonra 
“Karşı karşıya oturan kardeşler olmuşlardır.” (15/47)
 O hâlde neden bizler, cennetimizi dünya da kazanmak istemeyiz, dünyamızı cennet hâline getirmek istemeyiz? 
Ve böylece yine, aradığımız iç huzuruna kavuşabilmek varken…

Şeytandır aramıza kan kokulu kin sokan. 
Çünkü o bizi en zayıf tarafımızdan, tutar, yakalar, bırakmaz… 
ille hasta eder. 
Zayıf. Zayıflamış tarafımızdan evet, O’nun emirlerine itaat etmediğimiz zaman, evet… 
Mübarek Kur’an-ı Kerim, önce uyuşturucu ve kumarı işaret eder: 
“Şeytan; uyuşturucu ve kumara sokularak, aranıza düşmanlık ve kin yerleştirip, sizi Allah’ı anmaktan, namazdan geri çevirmek ister.
 Artık son veriyorsunuz değil mi?” (5/91)
içinde kin taşıyarak, mutluluğa eren var mıdır? 
Yahut bir nebze huzur tadan, sevilen ve seven var mıdır?

Kin, bir çirkin yara ki, kanaması hiç durmaz, oyar oyar da kişinin gönlünü…
koca koca ağaçlan oyup tüketen kurtlar gibi. 
Tükenir insan, kendine bir yük, tanışına bir yük olur. 
Kapatır gönül kapılarını Yaratan’a yabancılaşır. 
Hayata, dünyaya, insana yabancılaşır. 
Artık en yüce Veren’den yardım umamaz, dil kıpırdamaz, dualar susar. 
Yalnız kalır onca insan arasında. 
Burada yalnız olanlar, orada da yalnız olur, burada sevilmeyenler orada da sevilmezler, biliriz. 
O hâlde kin, niçin, neden?
Sevgili Yunus;
 “Biz kimseye kin tutmayız/ Düşmanımız kin bizim.” Demiş.
Yunus’un işi sevgi işi; yüzyıllar öncesinden bize uzanan bir yardım, bir umuttur o… 
Ve yolumuz sevgi yolu, sonu O’na varan; hoşgörü, bağışlama yolu.
ismi Vedud, ismi Halîm’dir, yolu bellidir,
artık kin niçin?
Cehalettir, sevgisizliktir zayıf taraflarımız, şeytanın sokulduğu, hiddettir, öfkedir, uyuşmak ve boş işlerdir.
Ah, bir silkiniverseydik, bir güzele, bir barışa açılıverseydik;
 gelirdi arkası sevgiden, 
ilimden, bilgiden, iyilik ve doğruluktan yana.
 iş, gayretde, ah, gösterebilseydik. 
Keşke gözlerimiz birbirimizin gönüllerini görmek için,
 sözümüz insan kardeşlerinize hayrı vermek için olsaydı yalnız. 
Kin size kâr getirmez, sadece bizi, bizden götürür.
Rabbim(c.c.) 
Gönlünüze huzur, versin inşallah.
Güzel arkadaşlarıma
Saygılarımla;

Bakiye Adanan hayatın adı AŞK


Bakiye Adanan hayatın adı AŞK

936521406.gif 

Sevgi bindir.

Aşk birdir.

her şeyi sevebilirsiniz.her objeyi ve subjeyi…

Ama aşık olamazsınız. 

Aşk tek kişiliktir.ve ulaşılması en zormertebedir.

ulaşılamayana,ulaşmanın mücadelesidir.İnsan,aşkı her zaman tek yönden ele alır.insanlara göre aşk;herhangi bir kişinin karşı cinsten birini sevmesi,ve onunla birleşip bir ömür yaşamasıdır.günümüzde bu tür  aşk olaylarına sık sık rastlıyoruz.Sevipte, aşık  olduğunu sanarak  evlenen birçok insan var.bu evliliklerin ilk birkaç ayı canım cicim aylarıdır.aile içindeki reel sorumluluklar başlayınca,şahısların aralarında aslında var olmayan,fakat var sandıkları aşkın da bitiş startı verilmis demektir.tv de yapılan kadın programları bunun en iyi örneği.karşı cinse hissedilen basit bir sevgidir.aşkın yanlış tanımı ve gerçek aşkın ne olduğunu bilmemek ise aşka en büyük hakarettir.Aşk dendimi aklıma,Yunus Emre gelir,Mevlana gelir,leylasını arayan mecnun gelir.Yusuf un Züleyhası gelir.bu isimler gerçek aşkı bulmak uğruna hayatlarını maşuka adamış,kendilerini dünyevi zevklerden ve nefsi isteklerden arındırmış Allah dostlarıdır.bu isimler gibi daha niceleri var.zindanlara atılan,görmedikleri işkence ve eziyet  kalmayan  bu insanlar gerçek aşkın ne olduğunu kalben bulan insanlardır.bu aşk için,kendi ölümlerine şeb-i arus diyecek kadar…20.yy aşıklarından Necip Fazıl Kısakürek bu aşk için;

 Rabbim rabbim bildim bu işin neymiş Türkçesi

Senin aşkın ateştir,ateşin gül bahçesi ….

Diyecek kadar yanmıştır.aşkına ulaşmak için ölümü o kadar yüceltmiş ve güzel anlatmıştır ki aşkına ulaşmanın en kısa yolu ölümdür. Necip Fazıl da her aşık gibi,bu aşkın bedelini cefa çekerek ödemiştir.bizlerin en büyük  hatası gerçek aşkla,yapay aşkı birbirine  karıştırmamızdır.gerçeği bakide bulmak varken,bir fanide aramak zaten mantıksızdır.
Aşkı şah damarımızda hissettiğimizde,azraili güler yüzle karşıladığımızda,ölümü kara değil de aşk diye tanımladığımızda sevgiyi ve aşkı birbirine karıştırmadığımızda,gerçeği gerçekte bulmanın adına aşk diyebileceğiz.bir nebzede olsa aşkı anlamak adına…. 

 KULA KUL OLMAK İÇİN ATILMADIK MEYDANA
BİZ YALNIZ HAKİKATE VE HAKKA SECDE EDERİZ
NASIL GİRDİYSE DAVA SAHİPLERİ ZİNDANA
BİLSİNKİ KAHPE DEVİR BİZDE ÖYLE GİRERİZ

Her şey bitmiş gibi nazlanıyorsun

 EY NEFİS! 

Sanki cennetten müjde geldi.
Cehennemden hâlâs oldun, bu ne hâl?
Hiçbir şey bitmiş değil. Ölüm vakti gelinceye kadar ibadet ve taat gerek
insana.
     
Hiçbir şey bitmiş değil.
Ne günahların için af fermanı yazıldı, ne cennetten bir muştu üveyki kondu
pencerene, ne de gaybten bir ses duydun “Kurduldun!” diye. Duysan bile
nereden biliyorsun bunların şeytanın hileleri olmadığını.

Öyleyse ne diye kibir dağlarında dolaşırsın? Niçin inmiyorsun kulluk

düzlüğüne, kalb
diyarına. Başını niçin secdeye koyup inlemezsin,

“Yâ Rabbi günahlarımı affet!” diye. 

Seni Seviyorum


Seni Seviyorum

lijn112vu3fa.gif

                 Seni seviyorum Ben kim miyim?
Hani Seni seviyorum ya,Hani gıpta ediyorum ya ashabına
               Hani Hz.Fatıma’yı anam, Hz.Hasan  Hüseyin’i kardeşim olarak görüyorum ya!             

Hani ne zaman hüzünlensem, Sen geliyorsun ya aklıma
Görmeden hayranım Ya cemaline,Kalbin kadar güzel yüzünün hayalini kuruyorum ya…
Hani ne zaman çok gülsem
Sen’in hafif kızgın bana baktığını görüyorum ya!
Hani bana diyorsun ya” Yerinde olsam, az güler çok ağlardım ” diye
Sonra nerede bir yetim görsem Sen’i buluyorum ya yanımda,Hani bana diyorsun ya “Beni istiyorsan onun başını okşa
Hani hep bir özlem var ya içimde,Hep vuslat varya hayalimde,Hani gözyaşları içinde, yeşil kubbenin resmine bakıyorum ya,Hani hayal ediyorum ya hep Efendim
Safa-Merve arasında, önümde Sen varmışsın gibi koştuğumu..
Hani uzun boylu, siyah saçlı, beyazlar içinde birine Sen diye sesleniyorum ya!Sonra adam arkasını dönünce
Senin olmadığını görüyorum da eğiyorum ya başımı,
Sevincim yerini hüzne bırakıyor ya
Hani Sana gidecek her yolcuyla selam yolluyorum ya
Sonra da selamımı almışsın gibi seviniyorum ya
Hani kalbimin bir yanı “Ümit” derken,
Bir yanı korkuyla atıyor ya
Hani Seni seviyorum Ya Efendim
Hani günahlarımı unutup, Seninde beni sevdiğini düşünüyorum ya!Duyuyorum ya “ÜMMETİ” diye seslenişini
Ne zaman bir yüzük alsam elime
Senin yüzüğün geliyor ya aklıma
Hani üzerinde Muhemmedun Resulallah yazılı olduğunu düşünüp,
Ebu Bekir ve ashabına selam yolluyorum ya,Sonra hep hayal ettim ya Efendim, arkanda namaz kıldığımı
Hani anam, babam, canım Sana feda olsun dedim ya
Hani ben varım ya…
Seni seviyorum ya…
Çok seviyorum ya..
Selat, Selam üzerine olsun Ya Resulallah…
Ben kim miyim?
1400 yıl öncesinde Selam ettin ya..
Kardeş belledin ya..
Seni seviyorum ya..

ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ALA ALİHİVE SAHBİHİ VESSELLİM…
Alıntıdır:http://askinadilenciyim.blogcu.com/
lijn112vu3fa.gif

Aşkımın Adı


Aşkımın Adı

pic283670sy.gif
Rabbim Sen beni kendine dost seçinceye kadar yaşat

ve Aşkınla yandığım bir anda canımı al ki

ÖLÜM AŞKIMIN ADI OLSUNrosesbar.gif

Ruhum susamış suya…
Kalbim özler seni
Gözlerimi senin sevdiğin şeylere çevirdim,
Kulaklarımı seni çağıranın ülkesine bıraktım.
Ve susan bir toprak gibi bitkin kaldım.
Biliyorum, çünkü senin sevgin yasamdan iyidir,
Senin isimlerin lezzetidir dilimin,
Kalbimi senin yoluna koydum.
Ve ellerimi senin dergahına açtım.
Bundan sonra da sana gelecek, senden bekleyeceğim.
Böylece ruhum doyacak, kalbim vuslatını bulacak.
Çünkü elimde, dilimde ve kalbimde senin övgün olacak.
Seni zikrettiğim zaman, evrenin de zikrini duyuyorum.
Görüyorum ki yalan değilim.
Seni bizimle birlikte söyler alem, hem her anında.
Senin meleklerindir dualarımıza amin katan.
Ne güzel bir arzuyla ve rahmetin kokusuyla yağar yağmurlar,
Sanki senin adini çağlar.
Güneş ve ay, senin nurundan almış nasibini.
Güneş senin sevginden böyle ateş, ay böylesine mahzun.
Yıldızlardır seni müjdelerken göz kırpan.
Irmaklar senin hasretinden böyle çağlar,
Deniz bu ayrılıktan deli, böyle dalgalı…
Ve hüzünlü hep ağlamaklı…
Kuşların ümidi sen,
Bitkilerin neşesi, çiçeklerin rengi sen…
Ve insanların hiç bitmeyen duası sen!
Müminlerin kalbi sen! Rahim sen!
Sen, sonsuz aydınlıksın.
Kalplerimizin hiç batmayan güneşisin.
tüm varlığımla senin yolundayım.
Tüm kalbimle arıyorum seni.
Ne zaman sesleneceksin bana?
Günahlarımın ve isyanlarımın karanlığından mi uzaklığın?
Ama sen, sen ey Rabbim!
Adaletinle değil, merhametinle gel bana.
Tüm güzel sözlerimizi ve söyleşilerimizi katına kabul et.
Dostluğunu verdiğin insanlar, gücümüz olsun.
Bizi onların yoluna kat.
İman, sevgi ve gözyaşının duygusunu canlandır
Ve bu birlikle yeşert kalplerimizdeki ümidi ve neşeyi
Şeytanın hilelerinden uzak eyle,
Meleklerin hafifliğine kat bedenlerimizi.
Yıpranmış hislerimizin mabedinden yalvarırız sana.
Sonsuz rahmetinle yaralarımızı kapat.
Karanlıkları indirmiş olsak da biz senin beldelerine,
Nolur yalnız bırakma bizi.
Yalvarırım bizi bir an olsun bize terk etme.
Sevgin içimizde hep uyanık kalsın!
Ve biz daima seninle yaşayalım, seninle ebedi olalım!
Sevgiden öte bu Rabbim,
Sana ASIGIIM.
Sen beni, kendine dost seçinceye kadar yaşat.
Ve aşkınla yandığım bir anda canimi al,
Ki, ÖLÜM “ASKIMIN ADI”olsun
rosesbar.gif

Gül Naatı


Gül Naatı

pembe_gul.jpg

Seçilmiş ayda, kutlu günde, güzel saatte…
Bir övülmüş isim, saba yeli gibi merhametli, içten ve nüvazişkâr…
Selamlar ki şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır. Hasretler ki âşıkların âvâzı kadar yanıktır, elbette onadır. Övgüler ki özlem sözlerince ateşli, ve arzular ki sevgililerin saçları misali uzun, ona, hep onadır. Duyuşlar ki kurtuluşun nuruyla nurlanmış yüzler gibi aydınlık, ve teselliler ki lale yanakların kadifesince yumuşak, anımsamalar ki şehitlerin “Allah! Allah!” nidası ardından atılışlarınca makbul, hep onadır, hep onadır. O ki Gül’dür, bütün mecburiyetler onadır. Bileli kendimi ben gönlümü âşık buldum.
Gönüller ki Gül’e hasret!..
Az konuşmaya ve çok sükuta vurgun… Serapa belagat ve fesahat pınarı…
Hatırımıza düştün hatırına düşür bizi. Sevdik seni, sevindir bizi. Uzaktayız yakınına vardır bizi; yandık pınarına kandır bizi. Sıcak yaz günlerinde yaş dalların titreyişi gibi yandır bizi serin kuyulardan; koyu gecenin yıldızlarına karşı uyandır bizi derin uykulardan. Gözyaşı değil nice demdir gözümüzden akan; belki eriyip biten ruhumuzdur damlayan!.. Geç kalmış aylara ve yıllara inat kadehinden içelim artık gül şarabını, çölde yitmiş çaylara ve yollara inat gerçeğinden seçelim şimdi gül serabını… Gül sözleri edelim çok çok, ve gonca sükutu az az. Gül düşleri görelim gül gecelerinde, Gül’ün aşkını derelim gül hecelerinde. Gözü sürmeli ile ağlayanın arasına gül serpelim, güle yeminler edip. Gönülleri yıkayalım gül suyuyla. Gönüldendir şikayet kimseden feryâdımız yoktur.
Gönlüm ki Gül’e hasret…
Üçüncü halin imkansızlığında… Ve kozanın amansız yırtılışında…
Cevher Gül’e düştü, mıknatıs bana, güzellik Gül’e, sevgi bana… Güzeller güzelleri severmiş ve sadıklar sadıkları… Güzelliğimi artır benim Gül’üm, ve arındır ayrık güzelliklerden sevgilerimi… Senden yüzüne bakma lezzetini isterim ve titrerim vefadan sonra ayrılığına düşme dehşetiyle. Genişlet sana indirilene yaslanmakta sinemi, ve sade kıl sensiz düşüncelerden gönül ayinemi. Bir yankı ol, ses kat sesime; bir nazar kıl can ver nefesime. Düşümde ya hayalde gel, bitirdi gerçek beni; geldir bizi her halde gel ya yanına çek beni!. Gel Efendim! Sen gelmeyince hatıra bilsen neler gelir!..
Gönül ki Gül’e hasret…
Güzellik kendisine sıfat değil ad olan… Gül olmayınca bağçeler berbad olan…
Bakışındandır başlangıcı bütün hadiselerin; ve en büyük yangın aşkının bir kıvılcımından… Dönüyorsa gökler bir yüzük halkasınca, ve dönmedeyse içinde ne varsa, kaşındandır yüzüğün, inci tanesi kaşından… İyi hal de hatırlatıyor seni bize, kötü hal de; korktuğumuzda da sevgin var içimizde, umduğumuzda da… Gözyaşlarımız gözbebeklerimizi boğazlıyor sensiz, duru şaraplar içinde zehirler yutuyoruz… Gökkuşaklarını toprağa gömenler de, nurunu ağızlarında söndürmek isteyenler de senden öte sınavlarda değiller aslında. Nefis kendini içine üflemekte daim. Gülü kendi sesinde solduranların seni beklemekle geçecektir yüzyıllar süren ömürleri. Ah bir bilseler!… Hâb–ı gaflette geçen ömrümü rü’yâ gördüm.
Gönüller ki Gül’e hasret…
Gönül ki kana boyandı, ve Gül’ün aşkına yandı…
İşte bu güvenilir kente and olsun ki… Tesellilerimiz kötürüm devinmelere mahkum sensiz Efendim, bütün ayrılıklar avuntulara, ve kendini parçalamada bütün yoksulluklar; neşterli ellerde taze yeminler kanamakta! Hayatlarımızın altına kopya kağıtları konuldu yokluğunda ve ruhlarımız şırıngalardan serpildi beyhude çoraklıklara. Sevgine tutulunca damarlarında cehennemlerin dolaştığı yıldızlardan yoksun kaldı göklerimiz. Sevgini unutalı ateşler serin ve selamet olmuyor artık; İbrahimler’i havada eller tutmuyor. Eleğimsağmalara buketlenmiş nergislerin kül kül dökülüyor toprağa. Yolunda olduklarını söyleyenler kendi elleriyle helak meyvelerini kendileri topluyorlar yamaçlarda. Ahdine ve sevgine sadık kalamadığımızdandır zoraki Meryem oruçlarına tutturulmaklığımız; nimetleri nankör ellerden dilendirilmemiz. Zamanın önündeki zalim maratonlarda yalın ayak sevgileri unutturulduk, zulme kapılandık, oyun ve oynaşa kapıldık kaldık!.. Sen bizi cevrine şâyeste bil ihsan olarak.
Aşk, bir Gül’ün adıydı…
İmdat ki seven unuttu, vefa yine sevgiliye düştü!..
Gel ey, unutma bizi!…
Seni bir seven aşkına sev hepimizi!..
Kararlıyım bu gece, bütün varlığımla seni öveceğim…
Seni sevdiğim gibi…

Güllerde Ağlar…


Güllerde Ağlar…

a_70.gif

  

Güllerinde Ağladığı Bir Zaman Vardır…!

Ama bir gül varki onun gözlerinde her zaman gözyaşı vardır.
Gceler onun gözyaşlarını kendine saklar.Ama gündüzün aydınlığında nemlenen gözleri onun hüzünlerini fısıldar.
Denizler onun gözyaşaları gibi ıslak;güneşler hüzünleri kadar sıcaktır…
Güllerin de kokmadığı bir zaman vardır…
Ama bir gül varki O’nun sevgi saçan kokusu her zaman vardır…
Kokusu sevgiden rengi hasretten bir güldür.
O kalbi kalbi hasretle yanmış ama sönmemiş,kül olmamış,kor olmuştur ve Allah adını kırmızı gül koymuştur…
Güllerinde seviştiği bir zaman vardır…
Ama bir gül varki sustuğu an bile sevgiyi yaşayan bir kalbi vardır.
O ’nun ;gülerken bile yaprağında gözyaşı vardır.
Ama o gözyaşında bile sevgiden gelen bir sıcaklık vardır.
Onun gözünde vazolara girmenin anlamı yoktur.Ama Onun hüznünü ve sevincini
Paylaştığı kır çiçekleri ile arkadaşlığı vardır..
Güllerinde uyuduğu bir zaman vardır..
Ama bir gül varki..Onun geceleri bile kapanmayan gözleri vardır.Sevgisi gece gündüz yol alır,Duası,kokusu,anbean sevdiğine varır….
Güllerinde Solduğu Bir Zaman Vardır…
Ama bir gül varki kokusu sevgilinin yüreğine işlemiştirde bu yüzden ölümsüzlük sırrına kadem basmıştır.
Ve onun mezar taşına şu sözler yazılmıştır.
Sevmeyen insan ölür ama Seven Güller solmaz onların KABR ide olmaz…!

SEVGİ NEYDİ


SEVGİ  NEYDİ

İlk sevgi sözcüğünü, ilk kıpırdanışını yüreğinin hatırlayanımız var mı? İlk hüznümüzün adını sevgi koyabiliyor muyuz şimdi geriye dönüp baktığımızda? Derûnî coğrafyamızı kaplayan zifiri bulutların ve üzerimize örtülen maddeci felsefenin ağırlığına ne zaman başkaldırmıştı sevgilerimiz, hatırlayanınız var mı? Ne zaman sevgilerimiz paralarımızdan önce tartılırdı; ya ne zaman pazar eyledik sevgilerimizi, biliyor musunuz? En son ne zaman bir sevgiyi söyleşmiştik bir sevgiliyle? Her gün bir parçamızı daha tüketen teknoloji çağında sevgiye en son ne zaman yürekten bir merhaba demiştik, hatırlayanı­nız var mı? Hatırlıyor musunuz, sevgi neydi?
Hatırlayan var mı sevgi neydi? Leylaların, Şirinlerin, Aslıların nâzı mıydı o; yoksa Mecnunların, Ferhatların, Keremlerin niyazı mı? Hangisinde belirmişti ilk kıvılcımı sevginin? Neydi sevgi?!..
Unuttuk, aceb neydi sevgi? Bir yetimin başını okşarken di­mağımıza yerleşen tad mıydı o? Bir bebeğin süt kokulu tenindeki su çiçeği miydi? Sabah evden çıkarken özlemeye başladığımız bir ses miydi? Hatırlayanınız var mı, sevgi neydi?
Sevgi neydi sahi? Bir mektubun ilk satırı mıydı; bir telefon­daki ilk ses mi? İnsanı mutlu eden o ilk satır mıydı defalarca okunan; yoksa ilk satır arayışları mı tekrar be tekrarlanan? Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mı sevgiydi gerçekten; yoksa yeni sesler duymaya hiç yetmeyecek ömürlerin arayışları mı?
Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi; kâh hüzünle, kâh mutlulukla hatırlanan. Belki de sabırdı sevgi, affetmekti, gelecek günler adına. Sevgi sınanmaktı adl-i İlahîde ve sınavı geçmekti ercesine. Sevgi bir teybeydi, nasûh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek. Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda.
Ömür geçer de ad kalır…
Sevgi: İki hece.
Sevgi, sevmek kelimesinden türetilen bütün öteki kelimelerin en güzeli.
Derin uykulara dalmadan önce ilk soru:
Sevgilerinizi en son ne zaman hatırlamıştınız ve sevgiyi hak edenleri en son ne zaman? Bir soru daha:
Sevgileriniz yalan mıydı yoksa?!. .
Ve son soru:
Çorak vadilere yönelmişse sevgilerimiz, çevremizi kandırmıyorsa sulara, içimizden akan Nil olsa ne?!..
İkinin ikincisi Sıddîk aşkına

ELİF dedim


ELİF dedim


gulale_elifolmakzordurpi5.jpg
  Elif olmak zordur
Çünkü elif olmak
Yuvarlak bir dünyada dik durmanın
Dik ve önde
Belki acıyla
Ama vazgeçmeden durmanın
Dünya ne kadar dönerse dönsün
Olduğu yerde kalmanın adıdır elif olmak
Kaç silah varsa elife çevrilir
Elif hep olduğu yerdedir
Silahlar patladığında ilk vurulan eliftir
Zordur elif olmak
Elif olmak hep vurulmaktır
Elif olmak yalnızca elif olmaktır
Ne B, ne T, ne S
Elif,Yalnızca elif..Elif demeden hiçbir şey denilemez
Ben elif dedim
Artık her şeyi söyleyebilirim …
Mevlana İdris
~~~
Elifle başlar Kur’an okuduğunda.
Elif olmak doğruluktur yaşadığın her olayda.
Elif olmak dik duruştur olan her yanlışlığa.
Elif olmak adam olmak demektir hakkıyla.
Elif olmak gerilip koşmak olmalı Hayr’a..
Elif olan değer katar yanındaki sıfıra.
Elif olmak ister her dokuz doğrula bilse.
Elif gibi ol dokuz doğuruyor olsanda.
Elif gibi dosdoğru her an olamasamda…
Elif gibi doğrula biliyorum nasıl olsa…

EBUL VEFA HZ.’NİN DUASI


EBUL VEFA HZ.’NİN DUASI


Ya Allah!
Dünya ve ahirette karşılaşacağım her bir korku için ‘lailaheillallah’ ı,
Her keder ve üzüntü için ‘maşa’allah’ı,
Her bir nimet için ‘elhamdulillah’ı,
Hayret verici her şey için ‘subhanallah’ı,
Her bir günah için ‘estağfirullah’ı,
Her darlık için ‘hasbiyallah’ı,
Her musibet için ‘inna lillahi ve inna ileyhi raciun’u,
Her bir kaza ve kader için ‘tevekkeltu alellah’ı
Her bir itaat ve isyan hareketi için ‘la havle vela guvvete illa billahil aliyyul aziim’i, hazırladım.
Ey Rabbım! Bize arttır da eksiltme, bizi şereflendir de hor ve hakir kılma, bize ver de mahrum bırakma, bizi seç de üzerimize ihtiyar etme.
Bizden razı oluver bizden kabul eyle. 
Ey Kerem sahibi! Ey esirgeyenlerin en merhametlisi! Duamı kabul eyle. Hamd alemlerin Rabbın’a mahsustur.

Beni Kendinle Meşgul Eyle…


Beni Kendinle Meşgul Eyle…

kiriktesti_gulveislam1.jpg

Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı.

Bir defâsında bir hafta hiç yiyecek bulamadı. 
Sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi. 
Nefsine eziyet ettiğini düşünürken birisi kapıyı çaldı. 
Bir tabak yemek getirdi, o da yemeği alıp, yere koydu.
Mum getirmeğe gitti, gelince bir kedinin yemeğini dökmüş olduğunu gördü. Su bardağını almaya gitti. 
Mum söndü.

Su içmek isterken bardak düşüp kırıldı. 
O da; 
 

“Yâ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, 
fakat âcizliğimden sabredemiyorum.” diyerek bir âh çekti.
 Bu âhtan neredeyse ev yanacaktı. 
 

Bir ses duyuldu: 
 

“Ey Râbia, istersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayım. 
İstersen, üzerindeki dert ve belâları kaldırayım. 
Fakat bu dertler, belâlar ile dünyâ bir arada bulunmaz.” 
Bu sözü işitince; 
 

“Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma.” diye duâ etti. 
Bundan sonra dünyâ zevklerinden öyle kesildi ki; kıldığı namazı;
 

“Bu benim son namazımdır.” diye huşû ile kılar,
 hep Allahü teâlâ ile meşgûl olurdu. 
Hattâ birisi gelip kendisini Allahü teâlâ ile meşgûliyetten alıkoyar korkusuyla; 
 
“Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle de, kimse senden alıkoymasın.” diye duâ ederdi.
Rabbim(c.c.) Cümlemizi kendiyle meşgul olmayı nasip etsin inşallah.
Sevgi ile kalın…

HZ. ALİ’NİN OĞLU HZ. HASAN ETTİĞİ NASÎHAT


HZ. ALİ’NİN OĞLU HZ. HASAN ETTİĞİ NASÎHAT


İbn-i Mülcem, 
Hz. Ali’yi yaralayınca Hz. Hasan ağlayarak yanına girdi. 

Hz. Ali:

 “Oğlum, niye ağlıyorsun?” 

Hz. Hasan:
— “Nasıl ağlamayayım? Âhiretin ilk, dünyânın son gününde bulunuyorsun!

— “Oğlum, dörder maddeden ibâret şu iki tavsiyemi iyi belle, onlara riâyet edersen, yapacağın hiçbir şey sana zarar vermez:

1- En büyük zenginlik, akıl.

2- En koyu fakirlik, ahmaklık.

3- En yaman yalnızlık, böbürlenmek.

4- En değerli âlîcenâplık, güzel ahlâktır.

Diğer dört şey ise:

1- Ahmakla dostluktan sakın, çünkü o sana faydalı olmak isterken zarar verir.

2- Yalancıyla dost olma.
 Zîrâ o, senden uzak duranı sana yaklaştırır, 
yakınını da senden uzaklaştırır.

3- Cimriyle de dostluk kurma, zîrâ ihtiyaç duyduğun şeyi senden uzaklaştırır.

4- Fâcirle de dost olma, çünkü seni ucuza satıverir.”

Günah…


Günah…


kuran2.jpg
  Günahtan anladığımız nedir, bence ilk sorgulanması gereken bir konu..Günah; sözlüklerde dinen suç sayılan davranışlara deniliyor. Yani kısaca; Allah’ın buyruklarına karşı çıkmak..

Cenab-ı Hakk’ın yasakladıkları nedir diye düşünürsek de, bunun en açık tarifini yine Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de verir bizlere..Pek çok şeyi men eder..ancak men ettiklerinin içinde yarattıkları yoktur aslında, yarattıklarının fiilleri vardır..
Yani Allah günah olan bir şeyi yaratmamıştır, onu günah haline getiren insanlardır.
Örneğin Cenâb-ı Hâkk; Bakara Suresi /2l9 da “Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlarDe ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür…” diyerek uyarmış ancak insanların sırf fayda sağlamakla kalmadığını görünce de;
Maide Suresi/90. Ayet ile” Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taslar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan isi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresininiz” diyerek men etmiş ve kesin “Günah” sınıfına sokmuştur.
Daha sonra da pek çok ayet-i Kerime’de bunu vurgulamıştır. Buradan anladığımız en önemli şey; Allah’ın bize fayda umarak verdiği bir şeyi, bizim haram haline getirmemizdir. Üzümün suyu faydadır ama onu şarap yaparak günah haline getiren insandır.Demek ki; “Helal’i haram haline” getiren yine bizleriz, bizim nefsimizdir. Günahların tümü böyledir, İslâm itidali tavsiye ederken, aşırılığa kaçan, faydasından çok zararını ortaya çıkaran insanoğludur.  
Günah işleyen kulun yapması gereken nedir?
Öncelikle günahın günah olduğunu bildiği anda onu terk etmesi ve bir daha asla işlememesidir. İşde o zaman Allah’a yönelmeye başlamış olunur ki, bu da günahlarımızın silindiği anlamına gelmez elbette..  
Ancak şu var ki; Allah’ın rahmet yönü gazabını geçmiştir ve kendisine yönelen her kulunu bağışlamaya hazırdır. Çünkü bilir ki; fıtratı gereği nefis taşıyan her kul, günah işlemeye müsaittir. İşde burada Cenâb-ı Hakk’ın emeli, günah işleyen kulun, kendine yönelmesi, her ne olursa olsun günahtan sonra dönülecek kapının kendi kapısı olduğunun bilinmesidir. Gerçekten de; biz insanların dayanacağı başka güç, çalacağı başka kapı yoktur..
Bizi bağışlayacak, affedecek, rahmetinle kuşatacak, sevgisiyle saracak olan yalnız bizi yaradan Allah’tır..O’nun gazabından yine O’na sığınmak, O’nun kapısı önünde boynu bükük beklemek, çaldığımız o rahmet kapısının bir gün açılacağını bilmek, yapacağımız en doğru davranış olacaktır. 
Rabbim(c.c.) cümlemizi günahlarından tövbe edenlerden, O’na yönelenlerden ve çaldığı Allah kapısından rahmet bulanlardan eylesin…
Alıntıdır.
Sevgiyle kalın inşallah…

EY NEFSİM


EY NEFSİM


Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni tâciz ederken,
 bu şu aşağıda vermiş olduğum gerçekler; onu tam susturdu, şükrettirdi. 
Sizlerede faydası olur diye paylaşmak istedim.
Görebileceğiniz bir yerlere asın benim başımın yanında asılı duruyor.

1. Ey nefsim! Yirmisekiz sene, 
yüzde doksan dünyalıktan ziyade zevklerden hisseni almışsın. 
Daha hakkın kalmadı.

2. Sen, âni ve fâni zevklerin bekasını arıyorsun. 
Onun için, onun zevaliyle ağlamaya başlıyorsun. 
Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını yersin.
 Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.

3. Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. 
Fakat kader, senin gizli hatâlarınabinaen, 
o musibet eliyle seni hem terbiye, 
hem hatâna kefaret ediyor.

4. Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim, 
kat’î kanaatin gelmiş ki, zahirî musibetler altında 
ve neticesinde inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var.
“Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır
” Bakara Sûresi,
Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâhî, 
senin hatırın için o pek geniş kanun-u kaderî değiştirilmez.

5. “Kadere iman eden, kederden emin olur.” 
kudsî düsturunu kendine rehber et. 
Hevesli akılsızçocuklar gibi, muvakkat, 
ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma.
Düşün ki, fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor.
 Sıkıntılar, elemler ise, bilâkis, mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. 
Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin.
Zaten lezzetler şükür için verilmiş 
Sevgiyle kalın inşallah

Ben Okuma Bilmem…

Ben Okuma Bilmem…

kuranresmi001.jpg 
Men rabbuke? (Rabbin kim?) 
Bahar bahçesinde tennure giymiş ağaç soruyor: Men rabbuke?  
Cumhurbaşkanlığı seçimleri soruyor: Men rabbuke?
İçindeki şuurlu yasa olan vicdanın soruyor: Men rabbuke?  
Ağlayan bir çocuğun gözyaşları soruyor: Men rabbuke?
Elest bezminde ruhlara sorulan soruyu ve verilen cevabı yaşadığımız gündelik hayatın içinde sayhalandırmadıkça, hayatımızı samimi bir cevap arayışına, bir ‘ince derde’ dönüştürmedikçe Hıra Mağarası’nda Emin Muhammed’in (a.s.m) sorduğu varlık sorularının cevaplarını çözemeyeceğiz.
“Derdin senin mürşidindir” diye elbet boşuna dememiş Hz. Mevlana. Kur’ân’ın tamamını tüm mahlûkat ve tüm insanlık adına sorular soran bir Peygamber’e verilen cevaplar şeklinde okuyabiliriz… Şöyle bir bakalım isterseniz:
Hz. Peygamber’in sorusu: Yaradılışı bir kitap gibi nasıl oku’yabilirim?Vahyin cevabı: İkra, bismi rabbikellezi halak… (Yaratılışı rububiyetiyle terbiye eden Rabbinin Esma’ül-Hüsna’sı, isimleri ile oku!)  Hz. Peygamber’in sorusu: İnsan ne’den ve nasıl yaratıldı? Vahyin cevabı:Halakal insane min alak… (O, insanı bir kan pıhtısından, alak’tan yarattı ve yaratmaya devam ediyor…)  Kur’an’ı, cümle varlıklar ve tüm insanlar adına temsilci olarak soru soran bir Peygamber’e verilen cevaplar manzumesi şeklinde bir usul ile baştan sona okuyabilirsiniz. Çok da ilginç sonuçlara varılacağı kesin.  
Doğa bir olayın diğerini doğurduğu bir döngü içinde, kendi içinde parçalanabilen parçacıkların birliğinden oluşmaktadır…. Ya da, ‘Kendinde şey olarak doğanın anlamlılığı tartışmalıdır, oluş başlı başına bir soru yumağıdır’ filan gibi cevaplar geliştiriliyor…
Bilim ve felsefenin en genel anlamda ortak noktası ise  varlığı ‘kendine işaret eden bir levha’ gibi anlamaya çalışmak şeklinde özetlenebilir. Yani levhanın hammaddesi ve diğer levhalarla bağlantılarının araştırılması biçiminde özetlenebilecek bir kavrama etkinliği…  
İman ilminin usulüyle bilgiye ulaşmak, cevaplara varmak ise başka bir düşünme, kavrama ve algılama şeklini gerekli kılıyor… Bir kere, eşyaya ‘kendini gösteren bir levha gibi’ değil adı üstünde levha gibi, ‘kendinden başka bir şeyi işaret eden’ anlamlı bir harf gibi okumak niyetiyle bakmayı gerekli kılıyor. Sağlıklı bir niyet ve bakış açısıyla yaradılışa bakmak ise Vahiyle pişmiş, Esma taliminden geçmiş, her şeye Rabbin bir ismi penceresinden görmekle mümkün olabiliyor.  Daha net konuşalım.
Okunacak dört kitap var: Olaylar kitabı, kainat kitabı, insan kitabı ve vahiy kitabı.  Bu dört kitabın oku’nması da yaradılışın oku’nması sonucunu doğuruyor.
Yaradılışın okunması ise ayetin bize işaret ettiği gibi Rabbin ismi ile (buradaki ‘ism’ Esmau’l-Hüsna’dan kinayedir) mümkündür. Yaradılan her şeye bir Esma tefekkürü ile yaklaşmazsak oku’mak sözkonusu olmaz. O halde mü’min bir zihnin ve kalbin ciddi anlamda, tıpkı Hz. Yusuf’un kuyuda ‘talim-i Esma’ yapması gibi Esma tefekkürü terbiyesinden geçmesi gereklidir.
Baktığın her şeye ya bir ilâhî ismin ilk harfi ya da ilk kelimesi gözüyle bakmak gerekmektedir. İsimlerin göründüğü yer olarak varlığı oku’mak bizi Rabbin terbiyesine, o terbiye ile kendi nefsimizi terbiyeye götürmelidir ki öğrendiklerimizin ilim olduğunun sağlaması da burada gizlidir. Nefs terbiyesine dönük olmayan hiçbir öğrenme ilim değil, olsa olsa veri, data, malumat, kültür, bilgi cinsinden bir yığındır.
Peki bu çerçevede yaradılışı Rabbin isimleri ile oku’maya başlamanın öncesinde ne vardır? diye sorarsak bu soru bizi başka bir ayetin kapısına iletir. Aynı zamanda meleklerin duası olan ayet şöyledir: Sübhaneke la ilmelena illa maallemtena inneke entel Alimu’l Hakim…(Sübhan olan Allah, seni tenzih ederiz ki biz bilmiyoruz, senin öğrettiklerin (talim ettiklerin) dışında, sensin Alîm ve Hakîm olan…)Meleklerin duası olan bu ayet önceki tahlillerle birlikte düşünüldüğünde bize âdeta iman ilminin, mümince bir epistemolojinin (marifet nazariyesinin) ana kodlarını, elifbasını sunmaktadır. Şöyle ki: 
 1-Yaratıkları aracılığıyla Yaradan’ı tenzihe yönelik olmayan hiçbir bilme eylemi ‘ilm’e (el-İlm) dönüşemez.
2-Bilme eylemine girişen, hilkati oku’maya talip olan kişi her işin başında edep ve tevazuu giyinip ‘bilmiyorum’ demenin erdemini kuşanmalıdır. ‘Ben bilmem, bilmiyorum, biz bilmiyoruz’ demeyen hiçbir kişi veya zümre bilmenin hakikatine ulaşamayacaktır.
3-‘Bilmiyorum’ demek tasavvur ve zihnimizi dünyevi kavram ve düşünme biçimlerinden arındırıp ‘ümmileşme’ye giden kapıyı açacaktır. Ancak ümmi bir zihinle (yani dünyevi kalıpların kirinden arınmış bir zihinle) yaradılış oku’nabilir.
4- Ya bir ilâhî isimden kalkmayan ya da bir ilâhî isme varmayan her türlü bilme çabası anlamsızlığa, kaosa gömülmeye mahkûmdur.
5-Kendisi gayret gösterdikten sonra öğrendiklerinin, kendisinde görünen meziyetlerin ve ilimlerin ancak Alim ve Hakim olan, Sübhan olan Rabbin bir talimi olduğunu anlamayan kişi tevhid ve iman ilmi olan marifetullahın kokusunu alamayacaktır.
Bu dört kitap bize hâl diliyle, hatta kaburga kemiklerimizi birbirine değdirircesine sıkarak sürekli, her an ‘Oku’ diyor…  
Tüm kâinat bir Cebrail olmuş bizi içimizden ve dışımızdan sıkarak, ‘Oku’ diyor… Bizden dudağımızı Mağaradaki Ümmi’nin (a.s.m.) titrek dudaklarına yaklaştırıp, meleklerin tenzih diliyle söylediği gibi bir tek cümleyi söylememiz bekleniyor: “Ben okuma bilmem!”
Alıntıdır…
Sevgiyle kalın inşallah

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...