09 Aralık 2012

Ben Okuma Bilmem…

Ben Okuma Bilmem…

kuranresmi001.jpg 
Men rabbuke? (Rabbin kim?) 
Bahar bahçesinde tennure giymiş ağaç soruyor: Men rabbuke?  
Cumhurbaşkanlığı seçimleri soruyor: Men rabbuke?
İçindeki şuurlu yasa olan vicdanın soruyor: Men rabbuke?  
Ağlayan bir çocuğun gözyaşları soruyor: Men rabbuke?
Elest bezminde ruhlara sorulan soruyu ve verilen cevabı yaşadığımız gündelik hayatın içinde sayhalandırmadıkça, hayatımızı samimi bir cevap arayışına, bir ‘ince derde’ dönüştürmedikçe Hıra Mağarası’nda Emin Muhammed’in (a.s.m) sorduğu varlık sorularının cevaplarını çözemeyeceğiz.
“Derdin senin mürşidindir” diye elbet boşuna dememiş Hz. Mevlana. Kur’ân’ın tamamını tüm mahlûkat ve tüm insanlık adına sorular soran bir Peygamber’e verilen cevaplar şeklinde okuyabiliriz… Şöyle bir bakalım isterseniz:
Hz. Peygamber’in sorusu: Yaradılışı bir kitap gibi nasıl oku’yabilirim?Vahyin cevabı: İkra, bismi rabbikellezi halak… (Yaratılışı rububiyetiyle terbiye eden Rabbinin Esma’ül-Hüsna’sı, isimleri ile oku!)  Hz. Peygamber’in sorusu: İnsan ne’den ve nasıl yaratıldı? Vahyin cevabı:Halakal insane min alak… (O, insanı bir kan pıhtısından, alak’tan yarattı ve yaratmaya devam ediyor…)  Kur’an’ı, cümle varlıklar ve tüm insanlar adına temsilci olarak soru soran bir Peygamber’e verilen cevaplar manzumesi şeklinde bir usul ile baştan sona okuyabilirsiniz. Çok da ilginç sonuçlara varılacağı kesin.  
Doğa bir olayın diğerini doğurduğu bir döngü içinde, kendi içinde parçalanabilen parçacıkların birliğinden oluşmaktadır…. Ya da, ‘Kendinde şey olarak doğanın anlamlılığı tartışmalıdır, oluş başlı başına bir soru yumağıdır’ filan gibi cevaplar geliştiriliyor…
Bilim ve felsefenin en genel anlamda ortak noktası ise  varlığı ‘kendine işaret eden bir levha’ gibi anlamaya çalışmak şeklinde özetlenebilir. Yani levhanın hammaddesi ve diğer levhalarla bağlantılarının araştırılması biçiminde özetlenebilecek bir kavrama etkinliği…  
İman ilminin usulüyle bilgiye ulaşmak, cevaplara varmak ise başka bir düşünme, kavrama ve algılama şeklini gerekli kılıyor… Bir kere, eşyaya ‘kendini gösteren bir levha gibi’ değil adı üstünde levha gibi, ‘kendinden başka bir şeyi işaret eden’ anlamlı bir harf gibi okumak niyetiyle bakmayı gerekli kılıyor. Sağlıklı bir niyet ve bakış açısıyla yaradılışa bakmak ise Vahiyle pişmiş, Esma taliminden geçmiş, her şeye Rabbin bir ismi penceresinden görmekle mümkün olabiliyor.  Daha net konuşalım.
Okunacak dört kitap var: Olaylar kitabı, kainat kitabı, insan kitabı ve vahiy kitabı.  Bu dört kitabın oku’nması da yaradılışın oku’nması sonucunu doğuruyor.
Yaradılışın okunması ise ayetin bize işaret ettiği gibi Rabbin ismi ile (buradaki ‘ism’ Esmau’l-Hüsna’dan kinayedir) mümkündür. Yaradılan her şeye bir Esma tefekkürü ile yaklaşmazsak oku’mak sözkonusu olmaz. O halde mü’min bir zihnin ve kalbin ciddi anlamda, tıpkı Hz. Yusuf’un kuyuda ‘talim-i Esma’ yapması gibi Esma tefekkürü terbiyesinden geçmesi gereklidir.
Baktığın her şeye ya bir ilâhî ismin ilk harfi ya da ilk kelimesi gözüyle bakmak gerekmektedir. İsimlerin göründüğü yer olarak varlığı oku’mak bizi Rabbin terbiyesine, o terbiye ile kendi nefsimizi terbiyeye götürmelidir ki öğrendiklerimizin ilim olduğunun sağlaması da burada gizlidir. Nefs terbiyesine dönük olmayan hiçbir öğrenme ilim değil, olsa olsa veri, data, malumat, kültür, bilgi cinsinden bir yığındır.
Peki bu çerçevede yaradılışı Rabbin isimleri ile oku’maya başlamanın öncesinde ne vardır? diye sorarsak bu soru bizi başka bir ayetin kapısına iletir. Aynı zamanda meleklerin duası olan ayet şöyledir: Sübhaneke la ilmelena illa maallemtena inneke entel Alimu’l Hakim…(Sübhan olan Allah, seni tenzih ederiz ki biz bilmiyoruz, senin öğrettiklerin (talim ettiklerin) dışında, sensin Alîm ve Hakîm olan…)Meleklerin duası olan bu ayet önceki tahlillerle birlikte düşünüldüğünde bize âdeta iman ilminin, mümince bir epistemolojinin (marifet nazariyesinin) ana kodlarını, elifbasını sunmaktadır. Şöyle ki: 
 1-Yaratıkları aracılığıyla Yaradan’ı tenzihe yönelik olmayan hiçbir bilme eylemi ‘ilm’e (el-İlm) dönüşemez.
2-Bilme eylemine girişen, hilkati oku’maya talip olan kişi her işin başında edep ve tevazuu giyinip ‘bilmiyorum’ demenin erdemini kuşanmalıdır. ‘Ben bilmem, bilmiyorum, biz bilmiyoruz’ demeyen hiçbir kişi veya zümre bilmenin hakikatine ulaşamayacaktır.
3-‘Bilmiyorum’ demek tasavvur ve zihnimizi dünyevi kavram ve düşünme biçimlerinden arındırıp ‘ümmileşme’ye giden kapıyı açacaktır. Ancak ümmi bir zihinle (yani dünyevi kalıpların kirinden arınmış bir zihinle) yaradılış oku’nabilir.
4- Ya bir ilâhî isimden kalkmayan ya da bir ilâhî isme varmayan her türlü bilme çabası anlamsızlığa, kaosa gömülmeye mahkûmdur.
5-Kendisi gayret gösterdikten sonra öğrendiklerinin, kendisinde görünen meziyetlerin ve ilimlerin ancak Alim ve Hakim olan, Sübhan olan Rabbin bir talimi olduğunu anlamayan kişi tevhid ve iman ilmi olan marifetullahın kokusunu alamayacaktır.
Bu dört kitap bize hâl diliyle, hatta kaburga kemiklerimizi birbirine değdirircesine sıkarak sürekli, her an ‘Oku’ diyor…  
Tüm kâinat bir Cebrail olmuş bizi içimizden ve dışımızdan sıkarak, ‘Oku’ diyor… Bizden dudağımızı Mağaradaki Ümmi’nin (a.s.m.) titrek dudaklarına yaklaştırıp, meleklerin tenzih diliyle söylediği gibi bir tek cümleyi söylememiz bekleniyor: “Ben okuma bilmem!”
Alıntıdır…
Sevgiyle kalın inşallah

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...