01 Mart 2012

Gittin..Ne olur öyle bakma bana dedin en son...

Gittin.Ne olur öyle bakma bana dedin en son...


Gittin...
Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin. "Ne olur öyle bakma bana" dedin en son...
Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın.
Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin.
İçimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış aşk çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüştürerek...
Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları...
Gittin...
İki aşkın arasında şaşkın. Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, başka bir eve gittin uyumaya. Artık senin değildi evin, "sizin" di. Benim özlediğim o eski evin değildi gittiğin...
O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev...
Şaşardık bazen. Ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan anılardan birin seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ayinle ilgili gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda, umurumuzda olmadan...
Elin çaya uzanırdı.
Tenim dudaklarını özlerdi.
Bir sözüm şiirin olurdu. Demlenirdik.
Gömüldükçe düşlerin o büyülü uykusuna, aşkımın kalbimdeki ilahi melodisi çalınırdı kulaklarına birden. Nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan bir çocuğun teselli isteği gibi bölerdi sesin suskunluğumuzu.
Ruhlarımızın bir yerlerde buluştuğuna, düşlerimizin bir yerde kesiştiğine inanmak istediğim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandırmaya çalışan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.
İşte böyle anlarda yüzü daha da netleşirdi dünyaya gözlerinden bakan o yaralı çocuğunun... İşte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim böyle anları severdim.
Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak, seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen her şeyi, şu yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek.
Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için...
Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere boğarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona bin bir yalanlar uydurarak, işe gitmemekti seni sevmek...
Sana kahvaltı hazırlamaktı. Senle hazırladığım sofraya iştahla oturup "sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben? Senden daha iyisini mi bulacağım"diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmaktı. İnce ince kıyılmış, tabağa motif gibi işlenerek dizilmiş ve hep sevdiğin gibi üzerinde zeytinyağı ve limon gezdirilmiş domateslere, yaptığım mezelere duyduğun minnete şaşırmaktı. Hayatına eklemekten çılgınca zevk aldığım o şefkatli inceliklere duyduğun minnete şaşırmaktı seni sevmek...
Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldığım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdiğin cevaplarına inanmaktı. Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin aşkınla yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceliğin ve bu derin anlayışın yüzünü", yani o merak ettiğin yüzümü, gözlerine taşımaktı. Buluştuğumuz cafe de, ayların günlerin telaşı ve suskunluğuyla anlattığın şeylerin hiçbirini algılamadan, sadece hayranlıkla seni, o hepimiz gidiliğini seyrederken, masanın altından bir türlü çıkartamadığın o telaşlı, o çocuk ellerinde kendini ele veren heyecanına inanmaktı...
Seni sevmek, o gece rakı içtiğimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdüğümüz sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanrı'nın bu aşk için gönderdiği bir işaret olduğuna inanmaktı.
Seni sevmek kadınlığımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti. Onyedi yıldır sanki sadece senin için sakladığım bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoşlukla sana sunmaktı. Her dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı şarabını yudum yudum içer gibi...
Seni sevmek, aşkın uğruna, ama senden izinsiz, başka bir kentteki hayatımı sıfırlayıp, yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ıslandığın yağmurların altına gelip yerleşmekti. Senden başka, bu koca kentte bir başınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... Sokaklarda tek bir tanıdık simaya rastlamamaya alışmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çoğalan aşkını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmış can dostların sevgisini çok uzaklarda bırakmaktı...
Seni sevmek, yalnızlığın soğuk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek başıma Beyoğlu'nun karanlık sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmaktı. Hiç tanımadığım insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybolmuş, umutsuz hayatlarında yaralı geçmişinin ve çocuksu düşlerinin izini sürmekti.
Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısırırken, aynı gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti. O geceyi de kollarında geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolaşıp, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüşünü beklemekti. Bazen bu bekleyişlerin sonu, yorgun düşmüş bedenimi sürüklediğim evimde, o gece bir başka kadının yanında uyumana ağlamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir şizofren gibi, hiçbirşey olmamış gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum. Şaşırırdım.
Çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olanı acımasızca yok eden bu kentin hoyratlığına ve senin için artık inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayal kırıklıklarıyla çok uzun zamandır kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti. Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti seni sevmek. Sevmek o yitirdiğin aşk şarkısı adına sana umut vermekti.
Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı. Koparmamaktı kanatlarını. Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynağından, başka sevgilerin şiirine eklediği mısralardan kıskançlıkla seni mahrum etmeye yeltenmemekti.
Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı. Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti.
Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi.
Bir gün ansızın, telefonda duyduğun bir sese, ya da yeni tanıştığın bir kadına aşık olduğunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasıl kıskandığımı görmek isteyen abartılı bir heyecanla söylediğinde, telaşa kapılmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduğuna ve asla benden vazgeçemeyeceğine inanmaktı... Yine de içimdeki o kaçınılmaz endişe ister istemez sarardı yüzümü... Sesim soluğum kesilirdi birden... İşte öyle anlarda beni sımsıkı sarıp, tutkulu bir sevişmenin ilk öpücüklerini dudağıma kondururken "Sen küçücük bir kızsın, biliyor musun" diyen şefkatli sesini severdim en çok. Ve aslında ben dâhil, hiç kimseye âşık olamayacağını düşünür hüzünlenirdim.
Rüyalarımın gül kokusu.
Sonra bir gün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri
Sonra bir gün şiirlerin başka bir aşkın kokusuna büründü.
Yıkıldı tabuların... Kırıldı zincirlerin... Uzağıma düştün.
Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla.
Sonra sevmek yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan. Seni sevmek, sen sabaha karşı uyuduğumu sanarak yanımdan kalkıp bir başka yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalışmak oldu sessizce.
Habersizce kapını çaldığım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu. O güne kadar hiç olmazsa bana karşı dürüst olmanla, yaşadıklarını benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum. Ama bir başkasını incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizlediğini, yalanlarla da olsa o nu koruduğunu fark edince bu avuntu da terk etti beni. Yalanlarını bile kıskanır oldum.
Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki. Gerçeğin acımazız zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın.
Ne çok düşündüm bu soruların cevaplarını.
Ne çok sorguladım kendimi, nerde hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı.
Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtiğin yaşam biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istediğin bu muydu? Seni yanlış mı tanımıştım? Bana hep, ne kadar asil bir yüreğim olduğunu söyler dururdun. İsyanım, kalbimin ezilmiş parçalarının üstünü örtüp, sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla.
Yalnız kalmak istediğini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çekip giderdim. Özür diler gibi bir sesle, onun geleceğini söylediğinde, sessizce çıkıp giderdim. Karşında ben otururken, onunla saatlerce telefonda konuştuğunda çıkıp giderdim. Hep giderdim.
Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüreğini. Vazgeçemediğin tek yanım buydu belki.
Sonra, sevmek yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu. Buna hakkım olduğunu söyleyip dursan da, biliyorum aslında içten içe hiç affetmedin beni. Sen çoktan parçalanmıştın zaten. Benim de yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır geldi. Oysa ben, seni değil, kendimi cezalandırıyordum başka bedenlerle... Ruhumu kemiren bu deli aşkı cezalandırıyordum. Bunu anlamadın mı sevgili?
Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık. Bana bağlanan masum aşkları seninle aldatmak olmuştu... Kimseye veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip gittiler. Fark etmedim bile gittiklerini...
Gittin...
Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir başkasının saçlarında gezindiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu, sabahları uykunda bir başka kadına "gitme" diye sayıkladığını düşünmek oldu, seni sevmek... Geceleri kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu...
Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu, sevmek.Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...
Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu seni sevmek.
Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki yürek" gibiyiz.
Sen benim şizofren aşkımsın... Ben senin kanayan vicdanınım. Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım.

Kime fazlasın…Kime eksik.



Kime fazlasın…Kime eksik.

Görüyorum, sokağını kaybetmiş küçük bir kız duruyor ıslak gözbebeklerinde. Tüm suçları kabul etmişcesine suskun. Tüm hüzünleri kendi dudaklarıyla emecek kadar durgun. Kelime boylarında bir deliveren yetişmekte. Gölgesinde ise sancılar belirmekte. Sınır boylarında adressizliğin. Söyle bana hangi adressizlik senin? Gözlerindeki korku kime ait, bedenindeki recm izleri kimden kalma, dudaklarının arasındaki boşluk kimden sana miras kalmakta? Biliyorum susacaksın adın gibi.. Göm cümleleri dudak kenarlarına. Susmaya devam et boylu boyunca. Susabildiğin kadar büyüdüğünü unutma. Tattığın acı kadar büyürsün. Yediğin acı kadar olgunlaşırsın. Yoksa büyümek istemiyor musun? Hep mi küçük kalmak, hep mi suskun kalmak istersin ?
Herkes yol alırken hayatın derin suskularında, sen susuyorsun aynanın karşısında. Ayak izlerinden belli eğikliğin. İstifledim eteklerinden dökülen cümleleri. Sen susarsan ben dile gelirim…
Ey Azrail;
Cesedime vurulmuş etiketin duvağını kaldırdım  öp beni artık. Hem de alnımdan.. Sızmasın içimdeki birikmişler, irinleşmesin bir türlü kapayamadığım gediklerim. Kollarımı sıvadım, kendi cenazemin arifesindeyim. Yüreğimin morluklarını ancak ölüm paklar. Sicillerim, eksildiğim yüreklerden ancak beni kara toprak kurtarır. Açın yolları ey karanlık. ben geliyorum. Elif ‘in saçlarındadır zincirlerim. Körpe bir dal iken sevgi ağacında, budayın beni gövdemin en kalın yerinden. Susuşlarımdan asın beni. Gölgelerimin soğukluğu yetmezmiş gibi bir de yüreğimin sıcaklığına akıtın ayrılığı.
"Hangi Çığlık Denk Gelir Ki Dudak Payı Boşluklara"
Hangi ayrılık senin? Hangi yüz senin? Yüreğinden dökülmeyen mürekkebin hatırına konuş. Sen ki; acıya kanat geren’din. Sen ki; Yusuf’u kuyulardan düzlüğe çekendin. Sen ki, acıya gözyaşını verip umudu filizlendirendin. Şimdi hangi yüze çevirdin kıblegâhını? Hangi saf’a durdu gözlerin. Bilmediğin yerdeyim deme bana. Aynanın karşısında yüzünün bilinmezliğinde, yüreğinin ötesinde kendine gülümsemektesin. Göremiyorsan, kır o aynayı.. Kırıklarından topla dağınık saçlarını…
Sürükleme cesedini sen,sonbahar kaldıracak ya adressizliğini..
Hangi cümlenin sonunda kırıldı düşlerin..Hangi mahrem ellerin zorlamasıyla alındı içindeki kanamalı çocuk? Susma diyorum sana susma. Becerebildiğin tek şey, boynunu büküp suskunluğun secdesine başını koymak mıdır?
Unutmak dururken masada, yüreğine recm emrini vermek neyin nesi? Tükür kil tutmaz toprağın yüzüne. Kaldır cesedini ortalık yerden. Sesinin kısıldığı yerden konuş, duyulmasa da haykır eksikliğini. Susturulsa da sen fazlalığını bırak tabutuna. Söylesene "sen kime fazlasın kime eksik.."
Üryanlığını örtmeye kalkıştıkça öbür yamaların sökülüyor dikişlerinden.Uğraşma kendi ayaklarına çorap örmeye. Gözünü yumup yeltenme artık kendine çelmeler takmaya. Olduğun yerde dönme öylece, çevir yüzünü gökyüzüne. Korkma adım atmaktan. Sen ki ;yeni bir bebek değilsin…Koca bir kız oldun, gözlerini büyüt ve sık bileklerini kelepçelerinden. Kanın donduğu yerde ölürsün o kadar. Susma diyorum sana susma..Elif sustu derlerse benim ahvalim ne olur acep ? Bu zan seni kaç gün yaşatır? Bu itham seni kaç gün daha götürür? Hayır kaldıramazsın bu zânnı  bir suçun altından bir daha kalkamaz gönlün. En iyisi vur kendini en ince yerinden  öylece kalsın us’un.
Kime fazlasın  kime eksik. Sorma bu soruyu kendine. Çünkü en iyi cevabı suskunluğun verecektir. Bil ki kalbin acırsa bu sorunun cevabını ararken eksikliğin dikilecek karşına. Yok kalbin sevdiğine acırsa işte o zaman fazlalığın zuhur edecek. Şimdi bedbin ve hodgam bir nefsin zulmüne inat sen besmele’nin safına gir. Züleyha’lığına zelâl getirtme..Suskunluğuna bir de helallik istetme.
Unutma " bu dünyada sana ancak unuttuğun kadar yaşama hakkı verildi "
Unut, unutulduğun yerden..
Kırılsa da içindekiler,
Unutulduğun kadar yaşarsın.
Kime fazla isen orada unutulursun..
Kime eksik isen orada kendini bulursun…
 
İsmail Sarıgene

AŞK-I MÜEBBET

AŞK-I MÜEBBET

  Yasal olmayan sevdalardan ötürü tutuklandı gönlüm.
Aşkın mahzenine kapattılar,
Bir parça kuru ekmek ve iki yudum sudan ibaret yediği içtiği,
 Duvarlarla konuşup onlarla avunuyor sadece....  
 Sen içeri bir damla ışık girmediği için,
Geceyle gündüzü ayırt edememeyi nerden bileceksin?
İşte o karanlıklar içerisinde cezanın bitmesini bekliyor gönlüm.
Cezam ise müebbet ama haberi yok,
İşte o karanlıklar içerisinde eriyor yüreğim.  
Dakikaların birbirine devrettiği günler,geceler,aylar,
Gözün görüp fikrin idrak edemediği anlar,
Bu bitip tükenmek bilmeyen, döngüyü değiştiremiyecek biliyorum.
 Gardiyanın o küçük pencereyi açıp bir parça ekmek attığında,
Bir gün daha ölmediğini anlamak
Ve çaresizlik içerisinde bile bile ölümü beklemeyi nerden bileceksin,
Sen ölmeyi nerden bileceksin.  
 Ve işte şimdi anlıyorum ki,
Her ayrılık bir hüzündür,
Fırtınalı bir yürek kabarmasıdır,
Mazerettir bazen,
 Eski albümlerde  sararmış fotoğraftaki anıdır....  
Her ayrılık dönüşü olmayan yolculuktur.
Soranı, özleyeni olmayan gemici fenerlerinde bile hayır yok.
Yönü bulunmaz yollara sürükler, seni git gidebilirsen,
Tek avuntun, hayalide öptüğün duygularındır........  
 Her ayrılık bir hatırlanıştır, kendini tanımadır uzaklaşırken..
Gözlerin buğusunda bile, dudakta eksilmeyen gülüştür..
 Her ayrılık, yanıtı alınmamış sorudur. gizi kendi içinde...
Aranan aşkmı?..sevgimi?...
Onlar nadasa bırakılmış YÜREKLERDE.  
 Her ayrılık bazen ÖLÜM'dür, acısı kendinden,
Geriye bir çığlık kalır,
Gecenin orta yerinde.......
Ö.A

GECEYE HASRET DUYGULAR...

 
Ürperen denize kavuşan akşam,
Ne çok yalnız adam çiziyor ufka,
 
 Ne çok yalnız adam, ne çok kadın ne,
Yitmiş umutlar gibi bir günü noktalayan.
 
Hiç sevinçler göğermez mi BAHÇELERİNDE
Acı ve hüzün taşıyorlar durmadan,
 
Nerde çiçekleri ellerinde, nerde inançları,
Birden geceye bulanıyor saçları.
 
Hala gülüşlerini arıyorlar aynalarda,
Hep ölüm, hep karanlık, hep korku hep,
 
Hep kahır renginde çiziliyor resimleri,
Yarınsız, tedirgin ve yorgun kimileri.
 
Şehrin gözlerine yağmurlar doluyor,
Mor hareli sevecen gözleri ıslak,
 
Yılgın bir çoçuk ağlıyor, için için,
Sevgi kirleniyor, hızla ve küçük özlemler.
 
Hiç sevişmeye durmaz mı dal uçları,
Her şey terk edilmiş, bir çölü başlatıyor,

Hiç baharları patlamaz mı ŞAFAKTA,
Tekil delik deşik bir AKŞAM'da..
A.D

GECENİN ORTA YERİNDE

 Yasal olmayan sevdalardan ötürü tutuklandı gönlüm. Aşkın mahzenine kapattılar, Bir parça kuru ekmek ve iki yudum sudan ibaret yediği içtiği, Duvarlarla konuşup onlarla avunuyor sadece....Sen içeri bir damla ışık girmediği için, Geceyle gündüzü ayırt edememeyi nerden bileceksin? İşte o karanlıklar içerisinde cezanın bitmesini bekliyor gönlüm. Cezam ise müebbet ama haberi yok, İşte o karanlıklar içerisinde eriyor yüreğim.  Dakikaların birbirine devrettiği günler,geceler,aylar, Gözün görüp fikrin idrak edemediği anlar, Bu bitip tükenmek bilmeyen, döngüyü değiştiremiyecek biliyorum. Gardiyanın o küçük pencereyi açıp bir parça ekmek attığında, Bir gün daha ölmediğini anlamak Ve çaresizlik içerisinde bile bile ölümü beklemeyi nerden bileceksin, Sen ölmeyi nerden bileceksin. Ve işte şimdi anlıyorum ki, Her ayrılık bir hüzündür, Fırtınalı bir yürek kabarmasıdır, Mazerettir bazen, Eski albümlerde  sararmış fotoğraftaki anıdır....Her ayrılık dönüşü olmayan yolculuktur. Soranı, özleyeni olmayan gemici fenerlerinde bile hayır yok. Yönü bulunmaz yollara sürükler, seni git gidebilirsen, Tek avuntun, hayalide öptüğün duygularındır...Her ayrılık bir hatırlanıştır, kendini tanımadır uzaklaşırken.. Gözlerin buğusunda bile, dudakta eksilmeyen gülüştür.. Her ayrılık, yanıtı alınmamış sorudur. gizi kendi içinde... Aranan aşkmı?..sevgimi?... Onlar nadasa bırakılmış YÜREKLERDE. Her ayrılık bazen ÖLÜM'dür, acısı kendinden, Geriye bir çığlık kalır, Gecenin orta yerinde.......Ö.A

ADIN BATSIN


ADIN BATSIN
yüreğime bir gül çizdim kanlı yaş ile,
yaktın beni küle döndüm,
dumana döndüm, nasıl edem,
nere gidem dertli baş ile,
bilemedim teli kırık kemana döndüm,  
canım aldın, can evimden vurdun ya sende,
küstüm sana, faydası yok,
geri dönsende sende vefasız çıktın,
sende hayırsız çıktın,
 sende vicdansız çıktın adın batsın.  
zaman ola devran döne sende çekesin,
yitiresin umudunu heder olasın,
aşka düşe kahrolasın,
 candan bıkasın,
ömrün boyu bir kez olsun gülmeyesin  
sen ki beni rezil ettin yedi cihan da yalan oldum,
 talan oldum, senin sayen de sende vefasız çıktın,
sende hayırsız çıktın.
sen de vicdansız çıktın adın batsın....  
beni özlediğinde bir nehir yatağın olsun
kor düşsün dağlarına,
 pınarların kurusun,
hıçkırıklarıma bakıpta ağlıyorum sanma 
baykuşlar ötsün viran olan bağlarında  
sararan yapraklar ayrılsın kuru dalından
hesap sorsun tanrım vicdansız kulundan
hayat damarların kurusun
can pazarından sende
vicdansız adımı anan adın batsın.....  
dağda dört mevsim erimiyen kar var ya
yokluğum öyle eriyip yok olmasın,
sende vefasız çıktın,
sende hayırsız çıktın,
sen de vicdansız çıktın adın batsın...
 ibrahim sadri

Gerçek Dost

  


Gerçek Dost

Geceymiş ben gündüz sandım,
Ateş böceklerini yıldız sandım
Bir kabus görmüşüm uyandım
Huzura gerçek dost ile vardım.  
Dünyayı gerçek sanıp aldandım
Mavisi yeşilinde gaflete daldım,
Şu ömrüm bitmez ebedi sandım,
Gerçek dosta gözümü kapadım,  
Nefes verildi insana ama birde akıl,
 Nefis şımartıldı susturuldu hep akıl,
Hep nefsi dinledi, şeytana uydu kul
Gerçek dosta değil nefsine oldu kul,  
 Sensiz yapılanlar yıkıldı anlamadım,
Bütün tatların tadı kaçtı anlamadım,
Tüm güzeller çirkin oldu anlamadım
Gerçek dostu sağır olup duyamadım.  
Her nefes de hayatı yeniden vermişsin,
Ben kördüm, bu gerçeği görememişim,
İnsan olabilmenin sırrına erememişim,
Gerçek "O" dosta gerçek kul olamamışım

BİRİKİM ASIL OLAN PAYLAŞMAKTIR


Geçen Ayın Birikimi
3-7Tarihe Özgürlük, Orada ve Özellikle Burada!
Ahmet İnsel

------------------------------------
8-1333 Kurşundan 33 Avukatın Tutuklanmasına
Haluk İnanıcı

-------------------------------------


Eyvah Polis! Olağanüstü Yargı Rejimi
14-23Türkiye'de Polis, İktidar ve İnsan HaklarıHaluk İnanıcı
--------------------------------------
24-29Hukuk Devleti Nerede Biter, Polis Devleti Nerede Başlar?Oya Aydın
----------------------------------------
30-40Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı
 Selçuk Kozağaçlı ile Söyleşi: Olağanüstü Yargı Rejimi ve Polis - "Elastik ve Yapışkan Bir Ağ"
--------------------------
41-47Bir Psikolog Olarak Polis: Polisin Toplumsal Olaylar Eğitimi ya da "Kalabalık Yönetimi"Ayşen Uysal
-------------------------------------------------
48-56Suçla Mücadele ve Neo-Liberal Türkiye'de Yoksulluğun ZaptiyesiZeynep Gönen
-----------------------------------------
57-64Polisin Teknoloji Severliği ÜzerineA. Erkan Koca
------------------------------------------
65-69Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Mehmet Emin Aktar ile Söyleşi: "Bizim Buralarda..." Hukuk?
------------------------------
70-72Polis Muhabirliğinde "Yeni Dönem"Kemal Göktaş
--------------------------------------------------


Toplumun Ruhu
73-79Sıradan Paranoya ve Totaliter Ayartı (I)Erdoğan Özmen
------------------------------------------------------


Arap Baharı ve Dünya
80-87Ortadoğu: İslamcı Popülizm İktidara YürürkenYüksel Taşkın
---------------------------------------------
88-92Arap Ayaklanmalarının Birinci Yılı: "Tahrir Ruhu" mu İslami Uyanış mı?Mete Çubukçu
----------------------------------------------
93-99Dünya Düzeninde Yılın Birikimi 2011: Evrilen Krizin Siyasi Anatomisiİnan Rüma
------------------------------------------
Sinema ve Toplum
100-104Türk Pasaportu: "Hiç Değilse Kalabalık Gelmesinler..."Cem Mert Dallı, Doğu Tan Aracı

ASIL OLAN PAYLAŞMAKTIR

Aslolan Paylaşmaktır..

HACİVAT-KARAGÖZ OYUNUNU DİNLE
Suç ve Ceza – Dostoyevski: “İlk işiniz, insana benzememektir!” | Radyo tiyatrosu (7. ve 8.
Ama Raskolnikov'un gitmeye davrandığını görünce, yeniden öfkelendi: "Dur!" diye bağırdı. "Dinle hepiniz>>devamı
Mahsa & Marjan Vahdat “I Ay Eve” albümüyle Cafrande.org’ta
Mahsa & Marjan Vahdat kardeşler, Dünya Müziği gündemine ilk defa “Axis of Evil” adlı, İran, Irak,>>devamı
Psikiyatrist Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” Kitabı İçin Önsöz – Jean-Paul
İsmail Beşikçi: Frantz Fanon, sömürgeciliğin sömürge insanının ruhsal yapısını nasıl biçimlendirdiğini>>devamı
İlhan Berk İle 1979 Yılında Yapılmış Bir Söyleşi: “Şiir tarihi ozanların tarihidir”
1979 yılında İlhan Berk, Türk Dil Kurumu’nun şiir ödülüne layık görülmesinin ardından kendisiyle Zeliha>>devamı
Tanıdık Ezgiler: Ermeni Ozan ve Halk Şarkıları (Minstrel & Folk Songs Of Armenia)
Farklı renkler ve sesler cafrande.org'ta Bir kısmı Ermeni Ozanların söylediği bir kışmı  anomin halk>>devamı
Karl Marks’ın Mülkiyet Tanımlamaları ve Mülkiyet Biçimleri – Dr. Hikmet Kıvılcımlı
Marks, mülkiyetin ve ortak mülkiyetle özel mülkiyet biçimlerinin yer yer tanımlamalarını yapar. Mülkiyetin ne>>devamı
“Ve niçin bu kadar unutmak istediğim çok şey var?” Pablo Neruda’nın Cenaze Töreni – Onat Kutlar
Hastalandığından haberim olmadığı için o gün seni uzaktan da olsa görmeye geldim. Hava güneşli ve sıcaktı>>devamı
Küba’nın müzik dünyasına armağanı: Buena Vista Social Club ve Sevilen Eserleri
Küba'nın müzik dünyasına armağanı, efsanevi Buena Vista Social Club Ry Cooder tarafından 1940 yıllarda>>devamı
Herkes Kazanıyor – Aziz Nesin | Yahu bu ne iş? Programda benim saatim!
Bu konuşma, Kadıköy'e giden bir vapurun lüks güvertesinde geçti. Konuşanların biri irikıyım, biri ufak>>devamı
Louis Josephine Bourgeois, 1911`lerin Paris`inde soyadı gibi burjuva bir ailede dünyaya gelir. 1938`de ölümüne dek>>devamı
Kirsty Hawkshaw “The Ice Castle/ Buz şatosu” adlı albümüyle cafrande.org’ta
Ambient ve Elektronik müzik dünyasında az sayıda olan bayan sanatçılardan biri olmayı başaran Kirsty>>devamı
Lathan Suntharalingam ile Tamil Üzerine: “Özgürlük kavgası kolay kolay susturulamaz”
Tamil halkının yaklaşık 50 yıldır devam eden özgürlük mücadelesi, 2009 yılında Sri Lanka hükümetinin>>devamı
Gerçeğin Büyük Ustalarından Bertolt Brecht’e Göre ‘Gerçeğin Yazılmasında Beş Zorluk’ –
Nedir gerçek? Bir yığın aklıevvelin dillerine pelesenk ettikleri yaveler mi? Herkesin kendi çıkarına, ya da>>devamı
Koma Mizgin, “Hevi” ve “Hesret” albümlerinden şarkılarla cafrande.org’ta
Bugünden sonraki yaşamınızda yer edecek bazı renkler ve sesler cafrande.org'ta Yaklaşık 15 yıl önce kurulan>>devamı

Aşık Veysel ile Söyleşi (21 Aralık 1972 – Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi)
Yaşar Özürküt: Aşık Veysel kanser hastası olarak, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesinde yatıyordu. 21 Aralık>>devamı
Dava – Franz Kafka | “Unutmayın, tutuklusunuz Bay K. ama dışarda gezebilir, işlerinizi
"Neden olmasın?" dedi Bayan Bürstner. "Edindiğim bilgileri kullanmaktan hoşlanırım." "Ben sözlerimde>>devamı
Elektronik Müziğin Derin Hali: Ambient ve 156 Eserlik Ambient Müzik Arşivi cafrande.org’ta
Elektronik müzik, elektronik aletler yardımıyla yapılan müzik türüne verilen bir isimdir. Genellikle>>devamı
Ece Temelkuran’ın En Sevdiği 5 Film Sahnesi ve Bu Sahnelerden Kesitler
Gazeteci-yazar Ece Temelkuran’ın Altyazı’nın 100. Özel Sayısı’na yazdığı “Sinemadaki Naylon Torba>>devamı

UZATTIĞIN ELLERİNDE....

 
 Uzattığın ellerinde terli avucunda ölecek bir yer bulamıyorum.
Biliyorum anlamaz ve sıkılmış gözlerle bana baktığını.

Umursamıyorum.
Biliyorum içindeki çıkmaz sokaklara bir soluk kapılar açamadığımı.
Yoğun bir bataklık kıvamında derinime çektiğimi seni.

Ve nefessiz kalışlarını biliyorum.
Bu yüzden umursamaz bakıyorsun bana
Bu yüzden küskün bakıyorsun.
Sana anlatacaklarımı bir bir unutmak için
büyük yutkunmalarımın üzerine
mataramdan ılımış ve kokmuş bir suyu içiyorum.
Anlatırsam solumayacağını biliyorum.
Kirletilmiş bir havayı soluyorum bu yüzden.
Ve tecavüze uğramış bir denizin ortasında arınacak bir damla suyu arıyorum.
Kurak bereketsiz toprakların teyemmümüyle,
Ve sıcağıyla,
Lekeli kefenimi yamayıp, huzuruna çıkmaya hazırlıyorum kendimi.
Uzattığın ellerinde terli avucunda ölecek bir yer bulamıyorum.
Nedir ürküten seni akşamın serininde.
Gözlerini kaçırışını benden.
Sıkılışın, medet umuşun.
Biliyorum hep çok şey istedin,
Mahçubuyetin değil bu yüzden.
Biliyorum iç çekişlerini,
Umursamadığımı düşündüğünü biliyorum.
Aşkla ve yalansız yaşamadığımı,
Sahipsiz bıraktığım tenhalarında dolaşırken gecenin,
İçimin üşümediğini
Ama nedensiz havada kaldığını
Biliyorum.
Bu yüzden kirletiyorum kendimi.
Dönüp yine yanıma sokulacağını ah çekişlerinle,
Alışmaya çalışarak tenimin terli kokusuna
Ve mutlu olmaya çalışarak
Tek sığınağın olduğumu
Ama sığınamadığımı biliyorum.
Sitemimin kendime olduğunu,
Seni bir yük gibi taşımak istediğimi biliyorum.
Omuzlarımda ağırlığını hissetmezken
Kaçış nedenim olacağını,
sen uyumuşken sana sokulacağımı,
Sıcağında tövbeler edeceğimi biliyorum.
Uzattığın ellerinde terli avucunda ölecek bir yer bulamıyorum.
Yaşama nedeni bulamıyorum koşuşturmalarım arasında,
Ölme nedenimi bulamıyorum,
Bu yüzden nedensiz yaşıyorum.
Kirli parfüm kokuyorum.
Bu kokuyu sevdiğini biliyorum.
Güvende hissettiğini kendini,
Sabah işe gidişlerim olacağını hatırlatıyor sana sanırım.
Uyanacağımı,
Sakalımı kökünden keseceğimi,
Budayacağımı kendimi biliyorum.
Bir ceza olarak
İşbilir bir ifade takacağımı yüzüme.
Sen de biliyorsun,
Bir hoşça kal bekliyorsun benden,
Söyleyemeyeceğimi biliyorum.

Uzattığın ellerinde terli avucunda ölecek bir yer bulamıyorum.

Gözlerimin Uçurumuna Düşen Üç Boyutlu DÜnya…

  
Gözlerimin Uçurumuna Düşen Üç Boyutlu DÜnya

 Hıncına az gelmesin diye dünya, binlerce mevta ekledim adıma…
Kalbimin kavgasıydı aşk… Yağmurun kaygısı… Ben kaybettim kavgamı… Yağmur susuz, kalbim kavgasız kaldı…
Aşk, zaafiyetiydi bütün ruhların… Söz vermistik elest meclisinde… "Bela" demiştik sadakate… Sadıklığa yeminliyken ihanet bozdu ahdımızı… Önce ahde, sonra aşka ihanet ettik… Kalbimiz karalandı… Aşkımız yaralandı… Acı en büyük iştirakimiz oldu sonlara… Solumuz aşksız, sonumuz, sonsuz kaldı…
Şimdi kaydımıza geçirilen bu kara habere,
siyahına gecenin, kızıllığına güneşin,
adının masumluğuna, kelimelerin hicranına, bir son bulmalıyız… Bir son bulmalıyız bu rüyaya…
"Gitti, hayat kaldı dünya!
Ölüme meyali olanlar koşsunlar duaya…"
Sığmak icin dünyaya, sığındım sana… Yokluğunla hitabıma çok geliyorsun… Bilmelisin… Ölümler gelmeden kapıma, ölmelisin "biz"in yokluğuna…
Şimdi hangi cümlelerin üstüne çarpmalıyım uzun sükunetlerimi? Hangi tümce tam kalmalı özgür satırlarda…
Girdaplarında kaybolduğumun izleridir gözlerimde ki yetim kalmış bakışlar… Susuz nehirlerin kan kusan ateşiyken varlığın, dilime ne anlatsın aynalar?
"Yoktu hiç… Sen kayıp yollarda yolunu kaybeden bir yorgunsun… Acı sıvazlıyor sırtını nicedir… Bilmelisin…" Yarama kabuk, boynuma kement, aslıma suret düştün…
Şimdi karanlık çökmeden şehre, gitmelisin…
Bu hasret dağlamadan yaralarımızı, bu ızdırap talan etmeden yarınlarımızı, ÖLMELİSİN!
Uzaktan bakınca dünyaya, ne çok benziyor sana…
Aklım almıyor… Aklım ermiyor… Nasıl kaybolur bir sır avuçlarımda? Hala darp izleri dururken baş ucumda… Soluğuma bir inilti yayılıyor şairden; "yıkılırsa umutlarım aşksızlıktan uçurumlar inşa ederim kırıldığım yerden " bu aşk kasırgasında hangimiz savrulduk aşksızlığa?
Ölüme kefen biçen aşkların eşiğinden savrukluğumuzmuydu bizi acıyla müttefik kılan?
Her bahar duyumsamaktır solgun papatyaların kırılmışlığını… Her bahar umursamaktır aşkı… Kitabı, kıbleyi ve mezarı…
Yazık ki duyumsamıyor ve umursamıyoruz!!
Ah kırılmışlık! Kaderdaşım gibi duruyorsun yanağımda… Sufiliğimi kanırtarak geçiyorsun harflerin cografyasından bir başına…
Ah kırılmışlık! Kaderdaşım gibi duruyorsun yanağımda… Umursuyorsun yaramı… Umursuyorum umursamayı…
Dedim ki;
"Aklim almıyor… Aklım ermiyor… Nasıl yıpranır bir kavga, yazılmamış bir kağıtta?"
Dedi ki;
"Aklım almadı, aklım ermedi, nakıs kaldım bir davanın yazılmamış bir kağıtta yıpranmasına… Ve bu yüzden zorum var aklımdan, sorum var aklıma!! Kim yorar kalbini, paçavra bir aşk uğruna?
Üzülme… Aklı olan acısın haline…"
Kelimelerim vardı hafızamı kusarcasına anlatacağım… Boğulurcasına sustum… Çok görmedi susuşumu…
"Üzmek için konuşurlar hep… Sen üzülmemek için sus" dedi…
SUSTUM…

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...