ALLAH'IN SELAMI ÜZERİNİZE OLSUN.
Sevgili kardeşlerim, Geçmiş ve gelecek arasında olan insan anlatımı için böyle bir başlığı uygun gördüm...
İnsan, bir yere gönderilmek arzusuyla (fakat kulluk etmek şartıyla) yaratılmıştır, ama nereye...
İşte bu bilinmeyen denklemi insan yaşantısıyla çözecektir. Çözdüğünü sınav saonuçları açıklanana kadar hiç bilemeyecektir, ama mutlaka çözecektir.
Çözecek denince de her durumda, sonucu doğru bulacaktır demek değildir. İnsan çözecektir, ama çoğunun çözümü de yanlış olacaktır. İnşallah, doğru çözümü üretenlerden olmayı becerebiliriz.
Şimdi çözüm için gerekli aracı ve çözüm kaynağını hatırlayalım;
Rabbimiz, kuranı kerimde hemen her ayette, aklınızı kullanmazmısınız, düşünmezmisiniz, öğüt almazmısınız diyerek, her işte akıl ve düşünmek gerektiğini bizlere bildirmekte, bizlerden akıllı davranmamızı istemekte olduğuna göre bunun aklımız olduğunu görebiliriz.
Artık, aklın hamallığını yapmaktan kurtulup, onu düzgün kullanarak, doğru kaynaktan, kana kana beslenmek üzere, Allah'ın ipi kurana sarılıp, içinde bulunduğumuz bataklıktan da kurtulmaya çalışalım...
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA.
1- DOĞUM:
MU'MİNÛN (İMAN EDENLER) SURESİ 12 ila 16. ayetler:
Ve ant olsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan yarattık. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon olarak yarattık. Sonra o embriyoyu bir et parçası olarak yarattık. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak yarattık. Nihayet o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. İşte, yaratıcıların en güzeli Allah ne cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyamet gününde diriltileceksiniz.
İnsanların oluşumu esnasında; ruhun üflenmesiyle insanın oluşumundan söz edilebileceğini, ruhun üflenmesinden önce insan oluşmadığını kabul ederek, insanların ete ve kemiğe büründükten sonra, ayette geçen; “Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk.” deyiminden ruhun üflenerek insanın tamamlandığını, ölümlü hale geldiğini görüyoruz.
İnsan, daha anne karnında insan vasfını kazandığına göre, canlı olarak hayata geldiği anda (doğum) hak ve kazanımlara kavuşur.
2- YAŞAM:
Canlı doğum, yaşam demektir ve yaşamla birlikte sınav başlamıştır.
İnsanların yaşam süreleri eşit değildir. İnsanların yaşamları sınırlıdır ve bu sınırlı süreye ecel denmektedir. Şimdi insanların, yaşam süreleri olan eceli, (ömürü) biraz daha açalım.
[glow=red,2,300]
ECEL-İ MÜSEMMA
[/glow]
“Ecel” (süre) ve “müsemma” (adı konulmuş, belirlenmiş) sözcüklerinden meydana gelen bu sıfat tamlaması, “adı konmuş, belirlenmiş bir süre” anlamını ifade etmekte olup bu tamlama ile Kur’an’da “yıl, ay, gün, saat olarak, sürenin son anı” kastedilmektedir.
Bu sıfat tamlamasının geçtiği ayetler şunlardır: Bakara/282, En’âm/2, 60, Hud/3, Ra’d/2, İbrahim/10, Nahl/61, Ta Ha/129, Hacc/3, 33, Ankebut/53, Rum/8, Lokman/29, Fatır/13, 45, Zümer/5, 42, Mümin/67, Şûra/14, Ahkaf/3, Nuh/4.
Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, insanlar ve diğer canlılar için var olan ecel, toplumlar dahil bütün yaratılanlar için de söz konusudur. Yer, gök ve diğer tüm varlıkların da birer eceli vardır.
Burada, insanların eceli anlatılırsa, diğerleri içinde fikir vereceği düşünülerek, diğerlerine değinilmeyecektir.
1- En’âm 2: O, sizi bir balçıktan yaratmış olandır. Sonra “ecel”i gerçekleştirmiştir. Ve adı belirlenmiş ecel onun katındadır. Sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz.
İnsanlar yaratıldıktan sonra, insanlar için süre yaratılıyor. Ama, bu süre sonsuz bir süre olmayıp, başka hiçbir yerde de bu süre ile ilgili bilgi verilmemek üzere, sonu belli olacak şekilde sadece kendi katında tutulan bir kaynakta saklanmaktadır.
2- Ra’d 38: Her ecel için bir yazı/kitap vardır.
[i]İşte; her belirli sürenin bilgisi, her şey için ayrı ayrı olmak üzere, Allah katındaki kitapta bulunmaktadır.
Bu ayetlerden anlıyoruz ki, rabbimiz; herkese bir ömür (vade/ecel) biçiyor ve bu ömrü sınırlayarak, ömrün son anına da “ecel-i müsemma” diyor.
En’âm 2:
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ
Huvellezî halakakum (1) min tînin summe kazâ ecelâ(ecelen)(2) , ve ecelun musemmen ındehu (3) summe entum temterûn(temterûne).(4)
O, sizi bir balçıktan yaratmış olandır. (1) Sonra eceli gerçekleştirmiştir (takdir etmiştir). (2)Ve adı belirlenmiş ecel O’nun katındadır.(3) Sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz. (4)
Hiç kimsenin kendine verilen ömrün kısaltılıp, uzatılmayacağı kuranın diğer ayetlerinden görülmektedir.
Zaten, kendilerine verilen ömrün, kısaltılması ve sonra hesaba çekilmesi Allah’ın sünnetine de uygun düşmez. Aksi, halde, ben kalan süremde iman edecektim diyen kimseler için haklılık payı çıkar.
Bu nedenle, herkes kendine belirlenen ömrü uzamadan, kısalmadan yaşar ve yaşadıklarındaki iyi ve kötü kazanımlarından hesaba çekilir.
Şimdi yine; sadece insanlara değil de, toplum ve yaratılan her şeye de sonu belli ecel verilmesi nedeniyle; insanların normal ecellerinden önce ecelleri ile ölmelerinin mümkün olmadığını aşağıdaki ayetler de göstermektedir.
1- Ankebut 53:
Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş / adı konmuş bir ecel olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir.
2- A’râf 34:
Ve her ümmet (toplum) için bir ecel (süre) vardır. O nedenle ecelleri geldiğinde, ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.
3- Fatır 45:
Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında (yeryüzünde) hiçbir “dabbe”i (canlıyı) bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah kendi kullarını en iyi görendir.
ÖLÜM ŞEKLİ NE OLURSA OLSUN, İNSAN NE KADAR YAŞARSA YAŞASIN, HER İNSAN KENDİSİ İÇİN TAKDİR EDİLEN “ECEL”’DE ÖLMEKTEDİR:
1-En’âm 60:
Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra adı konmuş ecelin gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
2-Zümer 42:
Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.
Bu ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır ki, ölüm, Yüce Allah’ın herkes için farklı şekil ve zamanda belirlediği sürenin bitişinde gerçekleşmektedir.
Toplumda, ecelle ilgili yanlış bir anlayış vardır. Birinin ölüm haberi alındığında, kaza yada hastalık ile mi öldüğü yada eceliyle mi öldüğü sorulur.
Halbuki; sebep ne olursa olsun, eceliyle dahi değil, “ecelinde ölmüştür” denmesi gerekir. Çünkü bütün varlıklar ve insanlar “eceli ile” değil, “ecelinde”, yani kendisi için Rabbimizin belirlediği sürede, o sürenin sonunda ölmektedir.[/b]
YİNE HİÇ KİMSE, HANGİ TEDBİRİ ALIRSA ALSIN ECELİ GECİKTİREMEDİĞİ GİBİ, ÖLMEK İÇİN NE YAPARSA YAPSIN ECEL GELMEMİŞSE ÖLMEYECEKTİR.
1-Âl-i Imran 156:
Ey iman etmiş kişiler! İnkâr etmiş ve yeryüzünde dolaşan yahut gazaya çıkan kardeşleri için “Yanımızda olsaydılar ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyen kişiler gibi olmayın. -Allah’ın bunu onların kalplerinde bir yara kılması için- Ve Allah hayat verir ve öldürür. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.
2-Ahzab 16:
De ki: “Eğer ölmekten veya öldürmekten kaçıyorsanız, kaçmak hiçbir zaman size yarar sağlamaz. Ve o zaman sadece, çok azı kazandırılırsınız.”
3-Nisa 78:
Her nerede olursanız olun, ölüm size yetişir; son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile. Ve onlara bir iyilik erişirse “Bu, Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz oluyorlar?
İşte insan kendine verilen ömrü, hiç bir şekilde uzayıp kısalmayacağını bilerek, kurana göre yaşayarak doldurmalıdır. Çünkü, bu yaşamın sonunda her şey bitmiyor ve başka bir yerde sonsuz yaşam için bu yaşam sınav kabul edilerek, kazanıp, kaybettiği değerlere bakılıyor.
İşte bir kere daha özetlemek gerekirse, rabbimizin; "kurandan sorulacaksınız" sözü ile peygamberimizin; "rabbim, ümmetim kuranı terk etti" sözünde anlatılanı, tam doğru anlamamız gerekmekte ve anlamakla bırakmayıp, ona göre mutlaka yaşamaya çalışmamız gerekmektedir.
3- VEFAT:
Mümin 67:
Sizi topraktan, sonra spermden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik çağına erişmeniz, sonra da yaşlanmanız -ki bir kısmınız daha önce öldürülür- ve adı konmuş bir ecele ulaşmanız için, sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O’dur. Ve belki akledersiniz.
Ayete iyi dikkat edersek; yaşlanmanız deyiminden sonra adı konmuş ecelden, yani sadece müsemma ecelden bahsedildiğini, ikinci bir ecelin olmadığını görürüz.
Ayrıca yukarıda yaşlanarak ulaşılan eceli müsemmanın istisnası da belirtilmiştir.
Doğum esnasında, doğumdan kısa süre sonra, 3-5 yaşında, 40-50 yaşında 90-100 yaşında vb. şekilde ölümler takdir edilebilmektedir. Bu Ölümlerin takdir sebepleri konusunda rabbimizin bize verdiği bilgi yoktur. Bu nedenle, bu durumları açıklamak, hiçbir şekilde kesin nitelikte olmaz.
Ama, bu farklı takdirler herkes tarafından da görülüp bilindiğinden, kimseye yabancı bir durum değildir.
Bu süre farkları nedeniyle, insanlar adaletsizlikten bahsedemezler. Çünkü, her ecel, kendine göre bir sınav demektir. Daha detay bilgiyi, bana göre, aklımızı korumamız için rabbimiz vermemektedir. Yoksa, eğer kuran daha fazla detaylandırılsaydı, yaşamak imkansız olurdu.
İşte insanlar, kısa yada uzun yaşarlar, ama sonuçta mutlaka vefat ettirilirler. Ancak bu vefat, yok oluş yani hiçlik demek değildir. Aslında yeniden dirilişin bir başlangıcıdır.
4- KABİR (ve YANLIŞ DİLLENDİRİLEN KABİR AZABI):
Bir tane sınav vardır, oda dünya hayatı... ve bir tane sonucun açıklandığı gün vardır, o da hesap günü... Hesap gününde, sınavdan geçenler ve sınavı veremeyenler açıklanacak ve ya ödül olarak cennete, yada ceza olarak cehenneme gidilecektir.
Bunun ötesinde, kabirler ölüler için değil, aksine biz canlılar için önemlidir. Birbirinden şatafatlı kabirlerle, yeri bile belli olmayan kabirleri, biz canlılar görerek, sadece bu dünya hayatı varmış gibi, dünyalık iş ve zevklerle yaşamı bitirmek yerine, kabirdekilerin dünyadan bir şeyleri yanlarına alamadıklarını, herkesin aşağı yukarı aynı hacimde çukurlara düştüğünü görmeliyiz.
Oraya düştükten sonra artık, dönüşün olmadığını, maddi olarak sadece çukurdaki çıplaklığımıza sahip olabileceğimizi ve manen donanmamıyı kuvvetli tutmak gerektiğini bilmek gerekir...
Bundan öncesinde, ne azap ne de ödül olmak üzere başka bir yaşam yoktur. Kabir azabı ise hesap gününün ve cehennemin şiddetinin azaltılması için uydurulmuş olan söze, bizdekilerinde klafirlere cehenneme azabını yeterli görmemesi nedeniyle katılmalarından bu şekilde geniş kabul görmüştür.
Halbuki, hesap gününde azap edileceklerde, ödül alacaklarda açıklanacak olup, ondan önce kimsenin gideceği yer belli değildir. Kaldıki, bazı cehennemlikler rabbimizin şefaatiyle cennete de gidebileceklerdir. Şimdi bunları hepsi hesap gününde belli olacağına göre, kabirde iken cehennemlik konumunda olan fakat rabbimizce cennete gönderilecek olanlara da azap etme durumu olacaktırki, bu hiç mantıklı ve adil değildir. Bu rabbimizin sünnetine de aykırılığı doğurur.
5- DİRİLİŞ:
Ey iman edenler! Kendilerine Allah'ın gazap ettiği bir kavmi dost edinmeyin. Zira onlar, kâfirlerin kabirlerdekilerden (onların dirilmesinden) ümit kestikleri gibi ahiretten ümit kesmişlerdir. (Mümtehine - 13)
Evet, kabir hayatı yoktur, ama sonsuz bir hayat ya cennette yada cehennemde olmak üzere vardır.
Yukarıdaki ayette olanlar gibi, dirileceğimize inanmayanlar olabilir, çünkü onların işine öylesi gelmektedir.
Çünkü onlar, bu dünyada hayvanlar gibi yeyip, içip semirmek, sonrada olabildiğince zevkler alarak bitmek istiyorlar. Aslında bitmek de istemiyorlar ama kendinden öncekilerden bu konuda çare olmadığını gördüklerinden bunu kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Ama, diriltilecekler, rabbimize döneceklerdir. Diriliş ve sonrasının olmadığını gören bu maskaraları dost edinirsek, bizimde aklımızı karıştırabilir, en azından hayatımızın az bir kısmını bile sadece dünya kaygılarıyla geçirmemize, o kısımdan alacağımız sevaplara engel olabilirler...
6- HESAP GÜNÜ:
Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz? (Karia Suresi 8. Ayet)
Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! (Kureyş Suresi 1.Ayet)
Onlara vadettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir. (Rad Suresi 40. Ayet)
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter. (Bakara Suresi 284. Ayet)
İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Halbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler. (Enbiya Suresi 1. Ayet)
Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiya Suresi 47. Ayet)
İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah hesabı çabuk görendir. (Nur Suresi 39. Ayet)
Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir. (Ankebut Suresi 13. Ayet)
Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir. (Zariyat Suresi 1,2,3,4,5,6. Ayet)
Yakında sizi de hesaba çekeceğiz, ey cinler ve insanlar! (Rahman Suresi 31. Ayet)
İnsanların aklını başına almaları için ayetler her şeyi anlatıyor. İşte bu nedenle, henüz nefes alabiliyorken, bu güne hazır gidebilmek için, kurana göre yaşamımızı düzenleyelim, kurandan ayrılmadan yaşamaya çalışalım...
Ama, hesap gününe inanmakla birlikte, orada torpili olduğunu sanan şefaatçi yüzsüzlere de aşağıdaki ayetin cevabını sunalım.
Hayır, hayır! Siz hesap ve cezayı yalanlıyorsunuz. Halbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır.Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler. Şüphesiz, iyiler Naîm cennetindedirler. Şüphesiz, günahkârlar da cehennemdedirler. Hesap ve ceza günü oraya gireceklerdir. Onlar oradan kaybolup kurtulacak da değillerdir.Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin? Evet, hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin? O gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk, yalnız Allah’ındır. (İnfitar Suresi 9-19. Ayetler)
Şimdi, hem kuranı terkedip, hem de hesap gününde şefaat adı altında torpil bekleyen sözüm ona uyanıklara bu ayetin yanında;peygamberin kıyamet günü Allah'a şöyle şikayette bulunacağını hatırlatalım.
'Ey Rabbim! Benim halkım bu Kur'an'ı terketti' (Furkan -30. ayet)
Buna rağmen hala, kendiniz kuranı terkederek yaşayıp, sonrada şefaat ile kendinizi kandıracaksanız, sizi tutmayalım, buyurun devam ediniz...
7- MEÇHULE GİTMİYORUZ ARTIK, GİDECEĞİMİZ YER BELLİ: KİMİLERİ CENNETE, KİMİLERİ DE İNANMAK İSTEMEDİKLERİ CEHENNEME
Evet, kaldırıldık, sürüler halinde huzurda toplandık. Secde emredildi, bazılarımız orada gerçekleri ancak gördüğümüzden, secde etmeye çalıştık, ama o da ne... Dünyada iken çok rahatlıkla yapabildiğimiz halde terk ettiğimiz secdeyi, şimdi canı gönülden yapmak istiyorduk ama, takatimiz yoktu. Kuran deyimiyle; baldırlarımız da açığa çıkmıştı. Yani, sakladığımız, görünmez, duyulmaz, bilinmez sandığımız her şeyin ortaya döküldüğünü görerek, her şeyi bilen rabbi bir kere daha kabul ettik.
Sonra, tartılar kuruldu. Yaptıklarımızı gösteren kitaplar terazinin kefelerine konuldu... Kimimizin iyilikleri, kimimizin kötülükleri ağır bastı. Kötülükleri ağır basanlar; tekrar dünyaya döndürülmeyi isteyerek, orada tam anlamıyla kulluk yapmayı vaad etmelerine rağmen " daha önce aklımızı kullanmamızı isteyen, öğütleyen kuranı" terk ettiği için kuran onları kurtarmamıştı. Hiç ummadık, zayıf, hastalıklı, sıradan insanlara bile kitaplarının sağından verilip, onlar sevindiklerine göre kitapları soldan verilecekler olarak galiba şu hemen yakında ateşi görünen cehennemin müdavimleri olmak üzereydiler.
Ama, rabbimiz bazı kimselerden razı olmuş ve onları affedip, kitabını sağdan vermişti. Sonra iki guruba ayrıldık, hep beraber yola koyulduk, cehennemin önüne geldik.
Onun, bütün heybetiyle ne amansız bir yer olduğunu anlamaya başladık. Bazıları, açılan kapıdan buyur edilince, girmemek için ne kadar zorlasada, bizi oraya götüren ayaklarına hükmedemediğini görüyordu.
Diğerleri ise oradan ayrılıp, kokusunu içine çeke çeke cennete doğru yol alıyorlardı...
Şimdi, dünyada iken sahip olunan tüm imkanların şu cehennemde geçirilecek bir an için bile feda edilmesi gerektiğini anlayanlar, ateşe hazırlanırken, diğerlerinin sevinç çığlıklarını duyuyorlardı...
İnşallah, sevinç çığlıklarını duyanlardan değil, atanlardan olmak üzere, kuranla yaşayalım, kurandan yaşayalım...
saygılarımla...
aorskaya