21 Kasım 2019


Geçenlerde, dumanı üzerinde bir romandan hareketle, Abdi İpekçi cinayeti fâili Mehmet Ali Ağca'nın, Roma'da, Sen Pierre Meydanı'nda, Papa'yı öldürmeye kalkışma macerasının arka-planını yazdığımı hatırlayacaksınız. İtibarlı bir gazeteci olan Tad Szulc, romanını, "Vatikan'nın ricası üzerine CIA tarafından yürütüldüğünü" söylediği bir soruşturmaya dayandırmış; romanda işlediği şu tez gerçekmiş: "Papa'yı Vatikan içi iktidar mücadelesine giren bir Katolik grup öldürtmek istedi; Ağca, Fransa'daki örgütler aracılığıyla Türkiye'den ödünç alınan bir tetikçidir..."
Tad Szulc'un romanıyla ilgili Kulis Ağca Ailesi'nin de dikkatini çekti; "Romanın Türkçesi var mı?" diye sordurdular. Ali Cevat Akkoyunlu'nun titiz çevirisi şu yakınlarda Doğan Kitapçılık (Tel.: 212- 677 0620, Faks: 212- 677- 0749) tarafından 'Papayı öldürmek' adıyla yayımlandı. Ağca da, karmaşık 'Roma macerası' ardındaki gerçeği bu sayede öğrenir; belki küçük ayrıntıları birleştirerek daha geniş fotoğrafı da gözünde canlandırabilir...
Abdi İpekçi cinayeti ise, tetikçisi bilinse bile, gerisindeki motif ve azmettirenlerin kimliği yönünden gölgede. Nükhet İpekçi'nin, 'İskele-Sancak'ta, "Babamın öldürülmesiyle ilgili kırk değişik senaryo var" dediğini unutmayınız. Nükhet Hanım, programda, Ağca için önce "Kâtil" dedi, sonra "Kâtil olduğu söylenen" diye düzeltti cümlesini; en iyi bilindiği sanılan konuda bile durum bu...
Abdi İpekçi'nin kızı babasının uğradığı suikasti tartışmaya çıkmamıştı ekrana; istediği değişik kaynaklarda "Dönme" veya "Sabetaycı" olarak tanımlanan Abdi İpekçi'nin bu tanıma pek uymadığını anlatmaktı. Cinayetin ardında bu tür ucuz yaftaların da etkisi bulunduğuna inanıyor galiba... Selânik'ten Türkiye'ye göçmüş ünlü İpekçi ailesinin bir ferdiydi babası, annesi sebebiyle öteki ataları da yine 'Selânik kökenli' Dilberler ailesi; ancak kendisinin 'Sabetaycı' olduğunu babasıyla ilgili yayınlar sırasında duyduğunu anlattı Nükhet Hanım... Yüzyıllar boyu 'gizli bir din' olarak taşınmış bir inancın son nesilde kopmaya uğraması doğal... Bazıları bütünüyle kopmuş ve aldıkları telkinleri kendi çocuklarına geçirmemişler...
Abdi İpekçi ve eşi Sibel Hanım'ın bunda başarılı oldukları anlaşılıyor...
Türk basınında bir 'efsane'ydi Abdi İpekçi... Erhan Akyıldız ile Tufan Türenç'in ‘Gazeteci' adlı kitabında, "Abdi İpekçi dönmeler mezarlığına gömülmemesini vasiyet etti" cümlesi ilgimi çekmişti... Aynı aileden soyadını mahkeme kararıyla değiştirenler de çıktı. Sanıyorum, bunlar köklerle irtibat koparma mesajları... Nükhet İpekçi Sabiha Sertel'e şükran borçlu olmalı; kızı Yıldız Sertel, 'Annem' adlı kitabında (YKY), Sabiha Hanım'ın, "Dönme olmayan biriyle evlenmesine izin verilen ilk dönme genç kız" olduğunu yazıyor çünkü... Programa katılan bir bayandan, bazı ailelerin, 'Sabetaycı' ilkelere hâlâ sadakat gösterdiklerini de öğrenmiş olduk...
Programda 'araştırmacı-yazar' sıfatıyla yer alan Şevket Eygi, makalelerinde izlediği üsluptan şaşmadı ve en kritik sorulara, "Bu yaştan sonra hapse girmek istemem" gibi kaçamak cevaplar verdi. Oysa, tezinin temeli olan "İslâm'a saldıranların bir bölümü Sabetaycı" iddiasını ispat için bir fırsattı program, onu -nedense- kullanmadı... Genellemeler hem bu işle ilgisiz kişileri (sözgelimi Nükhet İpekçi'yi) üzüyor, hem de ithamı yönelttiği kişilerin kimliği kafa karıştırıyor...
Şevket Bey, "İslâm'a saldıran iki yüksek hukukçu" sıfatıyla kimleri kast etmiş olabilir? Bu sıfata uyan fazla kişi yok kamuoyu karşısına çıkan... Afyonlu olan ve İslâm'a saldırdığı bilinmeyen Ahmet Necdet Sezer değil herhalde; Konyalı Sami Selçuk da bu tanıma uymuyor... Acaba Danıştay'ın şu yakınlarda emekli olan başkanı Erol Çırakman ile her adli yıl açılışında konuşma yapan Türkiye Barolar Birliği başkanı Eralp Özgen mi bu iki hukukçu? Eygi ithamını açmadığı için doğru cevabı bilemiyoruz...
Son zamanlarda konuyu ülke gündeminde tutan şu sırada Gebze'de hapis yatmakta olan Yalçın Küçük oldu. Sonradan kitaplaşan yazılarında, Küçük, Selânik kökenli ailelerin soyadı seçerken veya çocuklarına ad koyarken içinde 'er' veya 'ar' geçmesine dikkat ettiklerini yazdı. Sözgelimi, bir hanım şarkıcı ile reklâmcı ağabeyinin 'dönme' olduklarından kuşkulu Yalçın Küçük... Tabii bu kuralın istisnaları da olmalı; çünkü kamuoyunda 'dönme' bilinen pek çok kişinin ad veya soyadında 'er' veya 'ar' bulunmuyor...
Ben de Hatemiler gibi bir şeyi anlamakta zorlanıyorum: Bu kadar gevşek yaklaşılan bir konuyu şu sırada sıcak tutmanın âlemi ne?
Konuya her dem tazelik katan Ilgaz Zorlu adlı bir genç. 'Zvi-Geyik' adıyla yayınevi kurup Şevket Eygi'nin 'dönmeler' üzerine kitabını yayımlayan Ilgaz Bey 'Sabetaycı' olduğunu öğrendiğinde konuya eğilmiş ve kendisinin 'Yahudi' kökenine önem vermiş... Atatürk'ün de okuduğu Selânik'teki okulun kurucusu Şemsi Efendi ("Yahudi adı 'Şimon Zvi'ydi" diyor Ilgaz Zorlu) dedesiymiş. Ilgaz Zorlu İsrail'e kadar gidip Yahudiliğinin tescil edilmesini istedi; ancak, başka ülkelerde din değiştirmeye zorlandıklarını ispatlayanları hemen bağrına basan İsrail, talebine olumsuz cevap verdi. Konuyu Türkiye'de sıcak tutarak, İsrail'i sonunda dize getirmeyi mi düşünüyor ne?
Bana sorarsa, biraz ters ve hayli uzun bir yol bu.

Cem’in dedesi Haham!




“Evet Ben Selanikliyim” adli kitabiyla taninan Sabetayci Ilgaz Zorlu, Cumhurbaskanligi tartismalarini AKIT’e anlatti... Ilgaz Zorlu, “Ismail Cem Ipekçi, köklü bir Sabetayci aileye mensuptur... Büyük dedesi Haham’dir ve Sabetay Sevi’nin de yakin arkadasidir” dediCEM VE DIGER SABETAYCILAR
“Cumhurbaskani adaylari arasinda yer alan çok kiymetli Ismail Cem’in kendisi pek kullanmasa da Ismail Cem Ipekçi, Ipekçi ailesine mensuptur. Dini geçmisi olan ve cemaat içinde hahamlik yapmis bir ailedir. Ipekçi’nin ailesinin en basindaki isim, Sabetay Sevi’nin çok yakininda yer alan bir kisidir. Cem’in yanisira, adaylik tartismalarinin yapildigi ilk günlerde ismi gündeme gelen baska Sabetaycilar da vardi. Mesela, büyükbabasi hem Haham, hem Mevlevi Seyhi olan Emre Gönensay... Sabetayci oldugunu reddetse de, bir Fransiz gazeteciye Sabetayci kökenini itiraf eden Coskun Kirca... Bu isimleri saymakta hiçbir beis görmüyorum. Çünkü, bunlari Yahudi cemaati de açiklamistir, bu cemaatin önde gelen isimlerinden Hario Ocalyo da açiklamisti. Sahit onlardir.”KARAKAŞLAR, KAPALI BIR KUTUDUR
“Ipekçi, Karakaslar kolundandir. Bu grup çok kapali oldugu için size fazla bir sey söyleyemem. Ancak, Sabetayciligin felsefesine ve ruhuna en sadik gruptur. Distan bakildiginda müslüman gibi görünürler, ama içlerine girdiginizde Yahudi inancini desteklediklerini görürsünüz. Bunlar açik açik konusulmalidir. Aksi halde, gerçek ortaya çiktiginda zor durumda kalinir. Kim olursa olsun, Sabetayci biri bütünlestirici olmalidir. Coskun Kirca gibi, Islamcilara karsi çok açik bir tavir alinirsa, bu, hem cemaate, hem de Türkiye’ye zarar verir.”
-Bağlı bulunduğunuz cemaatin içinde ilk defa siz ortaya çıkarak, bugüne kadar Sabetaycılıkla ilgili bilinmeyen gerçekleri kamuoyunun gündemine taşıdınız. Neden ortaya çıktınız ve cemaatin bilinmeyen gerçeklerini bütün ayrıntılarıyla anlattınız?Ben Sabetayciyim, fakat bu kimligimi uzun yillar Türkiye’de açikça ortaya koyamadim. 400 senedir çok önemli isimlerin içinden çiktigi bir cemaatin mensubuyum. Bu cemaatin mensuplarinin Türkiye tarihinin sekillenmesinde önemli rolleri oldu. 1924 Türkiye’sinde Türkiye’nin kurulusunda Sabetaycilarin çok ciddi rolleri var. Bunun için geriye dönüp baktigimizda ittihat Terakki dönemi hareketinin bir Sabetayci hareketi oldugunu görüyoruz. Bunu her zaman ispatlamak mümkün. Hareket ordusu kalkip Selanik’ten geliyor. Ilk Mason localari Selanik’te kuruluyor. Demiryollari Selanik’te, isçi hareketleri Selanik’te. Selanik’te ne var, Sabetaycilar var. Ben büyük bir sorunu tespit ettim. Sabetayci olanlar, Sabetayciligin ne oldugunu bilmiyorlar, en büyük problem burada. Kitaba ilgi oldugu için mutlu oldum ama ben bu kitabi aslinda kendi cemaatim için yazdim. Çünkü cemaatten gizleniyordu gerçekler. Cemaatin 90’lardaki temel felsefesi suydu: Bu konuyu konusmayalim. Bu konu kapansin. Nasilsa Türkiye’de bir noktaya geldi, pota olarak olustu.“LAIKLIGI DIN HALINE GETIRDILER”-Cemaate ağır elestirilerde de bulunuyorsunuz. Eleştirilerinizin en önemli noktasını cemaati temsil eden kişilerin katı laiklik anlayışı.Cumhuriyete karsi degilim, ben demokrasiye karsi degilim, ben laiklige de karsi degilim. Ben bu kavramlarin olmasi gibi yerine oturmasini istiyorum. Laiklik bir din degildir, fakat Sabetaycilar laikligi bir din haline getirdiler. Asiri insanlar görüyoruz bugün Türkiye’de. Bu insanlar cemaati temsil etmiyorlar. Yaptiklari sadece kendilerine baglamasi gerekiyor. Fakat böyle olmuyor. Kavgalar bizim cemaatimizin yok olmasina neden oluyor.
-Sabetaycılık nasıl doğdu?Sabetaycilik 1700’lerden sonra 1800’lerin sonlarina kadar olan 150 senelik süre içerisinde tamamen kapali bir sekilde yasamis. 3-4 kusak sonra insanlar Sabetayciligin temel felsefesini kaybettigi için bu insanlar bir nevi ortada kaldilar ve bir nevi arayislara girdiler. Basta Yakubi Cemaati olmak üzere Selanik’in batiya yakin olma özelliginden kaynaklanarak Fransa’ya ögrenci göndermeleri basladi. Fransa’ya giden ögrenciler döndükdüklerinde Fransiz ihtilalinin düsüncelerini getirdiler. Sabetaycilik içinde bunlar bir grup haline geldiler ve Sabetaycilar içerisinde bölünme basladi. Bu bölünmeler bir süre sonra cemaatin yenilikçilerin eline geçmesine neden oldu. 1900’lerin basina geldigimizde Yakubiler ve Kapancilar’daki dini teskilat hemen hemen yari yariya çökmüstür. 1900’lü yillarin basinda ise Yakubi ve Kapancilar’in dini esaslara göre yönetildiklerini söylemek mümkün degil. Karakaslar için ayni seyi söylemek mümkün degil. Onlar halen devam ediyorlar dini düsüncelerine. Halen organizeler ve halen din adamlari yetistiriyorlar. Fakat ben Yakubiler’in ve Kapancilar’in bu dini organizasyonlarinin bittigini düsünüyorum.
-Türkiye Cumhuriyeti topraklarına gelişleri de ilginç galiba.Türkiye’ye Lozan Anlasmasi’nda yer alan mübadele hükmü geregince geldiler. 1925’te geldikleri zaman, Türkiye küçük bir ülke degil büyük bir ülke. Fakat ülkenin nüfusu kalifiye degildi. Savaslarla yokolmus, Anadolu harap halde, perisan. Istanbul, Izmir, isgalden yeni çikmis. Ve buraya bir topluluk geliyor. Bu toplulugun rakaminin 25 bin oldugunu düsünüyorum. Bu topluluktaki insanlarin hepsi yurtdisinda okumuslar, her biri birkaç lisan biliyor. Hepsi burjuvaziyi olusturmus, isadami kökeninden geliyor. Sanayiciler var aralarinda Bezmenler, Ipekçiler örneginde oldugu gibi. Bu insanlar Türkiye’ye geldiginde ülke onlar için bombos bir alan. Bu nedenle çok kisa zamanda Türkiye’de belirli bir yerlere gelmeleri rastlanti olmadi.
- Türkiye’de köşebaslarını nasil ele geçirdi Sabetaycılar?
O dönemde basin ellerine geçti. Aksam bugünkü Bilgin ailesinin elinde, Yeni Asir ise yine Bilgin ailesinin. Vatan Gazetesi Ahmet Emin Yalman’in elinde. Yalman Yakubi’dir. Tan gazetesinin sahibi Serteller’e bakinca onlarda Sabetaycidir ve Kapanci koluna mensuplardir. Bu ekolden gelen sol tandasta Ahmet Emin Yalman’in yaninda yetisen Abdi Ipekçi’yi görüyoruz. Yalman’in çizgisindeydi. Basin Sabetaycilarin Türkiye’de etkinlik kazanmasinda çok etkili oldu.
- Sabetaycılar’in nüfus kağıtlarında Müslüman yazıyor, gerçekte Müslüman mısınız?“SABETAYCILARIN ÇOĞUNUN DINI LAIKLIKTIR”
Müslüman degildir Sabetaycilar, çünkü Müslümanligi hiç görmediler hiç yasamadilar. Belki içlerinde çok az tarikata girmis insanlar olabilir. Ama bunlar hiçbir zaman Islam dinine gerçek anlamda inanmadilar. Yahudi kabalizmine bagli inançlarini sürdürdüler. Laiklik bu insanlar için bir düsünce olarak hep varoldu. Bunu bir din haline getirdiler. Bana göre Sabetaycilarin dini laikliktir. Ben cemaatin en basindaki insanlara sunu söylemek istiyorum: Sabetay Sevi’nin cemaatin yasamasi için verdigi emirler ortadayken, bir Yahudinin yok olmamasi için verilen emirler Tevrat’ta verilmisken, nasil ki Sabetayci hahamlar veya Sabetayci ileri gelenler bu isin bitmesi hakkini kendilerinde görebiliyorlar. Iste ben buna karsiyim. Basta yalnizdim. Fakat cemaatin içinde bu kitabi okuyan, benim gibi düsünen insanlar var. Bugün Sabetaycilarin içinde büyük bir gençlik grubu bu isin bitmemesini, Sabetaycilarin kendi inançlarini sürdürmelerini istiyorlar. Kitapta amaçladigim en önemli noktalardan biri de suydu. Sabetaycilar 70 sene boyunca hiç tanimadiklari bir grupla düsman oldular. Onlar Islamcilardi. Hiç tanimadilar bu insanlari. Çünkü Sabetaycilar Anadolu kökenli bir topluluk degil. Anadolu kökenli bir topluluk olmadiklari için Anadolu’nun içinde meydana gelen olaylardan bihaberler. Yasadiklari çevreler Nisantasi-Maçka-Osmanbey üçgeni. Bu üçgen içinde yasamis insanlar nasil kalkip da diger insanlara düsman olabilirler. Çünkü Sabetaycilarin önüne getirilen olaylar 1930’larin Türkiye mantigidir. 30’larin, 40’larin Türkiye’si çok açik söylemek gerekiyor, kuvvetli bir iktidarin oldugu bir yönetimdir. Iktidarin insanlara belirli ideolojileri bastirarak kabul ettigi bir dönemdir.
-Sabetaycıların Türkiye’ye gelişinin üzerinden 75 yıl geçti. Türkiye’deki Sabetaycılık şu anda hangi noktada? Cemaatin ideolojik tercihleri nasıl?                                                                                                              -Sunu çok çok açik olarak söylüyorum, Yakubi ve Kapancilar’in arasinda dini taraf hemen hemen çok azalmistir. Kendi cemaatim olan Kapancilar Sisli Terakki yolsuzlugunda oldugu gibi, cemaatin birtakim vakif mallarini ele geçiren hirsizlar, cemaat adina bir takim kararlar vererek, kendilerinin hem Sabetayci oldugunu kabul etmemektedirler, hem Sabetayci vakif mallari üzerinde tasarrufta bulunmaktadirlar, olay tamamen paraya dönmüstür.“YOLSUZLUKLAR CEMAATE KAN KAYBETTIRIYOR”
Cemaatteki en aci olay Halil Bezmen olayidir. Çünkü Halil Bezmen cemaatten ve piyasadan topladigi muazzam bir servetle ABD’ye kaçmistir. Zaten ben inaniyorum, Sisli Terakki Lisesi’nin yöneticisi olan insanlar da uzun vadede ayni seyi yapacaklar. Bu insanlar, bir çizgi çiziyorlar Türkiye’de. Bu genelde Kemalist bir çizgi. Fakat bunu yaparken, sol partilerde yer aliyorlar. Fakat bunu yaparken cemaatin içerisinde bir takim olaylarin içerisine giriyorlar. Sisli Terakki Lisesi’nde baglantili olmayan kisiler sadece Sabetayci olduklari için okul yönetimindeler. Orasi bir cemaat okuludur. 2000’li yillarda Sabetayciligin cemaat organizasyonu kayboldugu için birtakim mallarini ele geçiren kisiler, kendilerinin cemaati yönetiyormus izlenimine kapilarak, kendi istediklerini yapiyorlar.
-Sabetaycılık yıllar geçtikçe nasıl nesilden nesile geçiyor? Dini eğitim cemaat içerisinde nasıl veriliyor?
-Sabetaycilarin içerisinde her zaman din egitimi konusu çok önemli. Dini egitim bugün sabetaycilarda veriliyor, kimse verilmiyor diyemez. Nerelerde verildigini de biliyoruz, kimlerin verdigini de biliyoruz. Bence bu vicdani bir olaydir, insanlar istedikleri gibi dini egitim alabilirler. Karakaslar’da da, Yakubiler’de de, Kapancilar’da da dini egitim veriliyor. Bunun haricinde yurtdisinda yasayan pekçok Sabetayci var ki, bunlar zaten yahudi cemaatlerine basvuruyorlar ve orada yahudilik egitimi aliyorlar.
-Dini eğitim noktasında Sabetaycılık ile yahudilik arasında paralellik var mı?                                           -Hayir yok. Türkiye’deki yahudiler kendi egitim kurumlarina Sabetaycilari kabul etmiyor.
-İsrail devletinin Sabetaycılara bakış açısı nasıl?-Bence bunu Israil Baskonsolosu’na sorun. Israil Sabetaycilik konusunda konusmuyor. Çünkü bu onlar için vicdani bir hatadir. Israil bugün dünyada yahudi düsmanligindan ve anti-semitizmden sikayet eder. Israil devletine sunu söylemek istiyorum. Baskalarindan beklediginiz hosgörüyü siz de Sabetaycilara gösterin. Sabetaycilara karsi hiçbir hosgörüsü hiçbir destekleyici tutumu yoktur. Sabetaycilari dini olarak hiçbir sekilde kabul etmemektedir.“ISRAIL IÇIN SABETAYCILAR SAVASMAYA GITTI”-Yani Sabetaycilar Israil’in çikarlari dogrultusunda çalisan bir dini grup degil size göre?                           -Hayir bu olamaz. Söyle bir olayi görmek lazim. Sabetaycilik felsefe olarak Ortodoks Yahudiliginin disinda olan bir olay. Bu noktada ulasma mümkün degil. Sabetaycilar mistik yahudilerdir. Israil de mistik Yahudiyi dislayamaz benim iddiam bu. Sabetaycilar hiçbir zaman açikça Israil’i desteklemedi. Fakat bazi Sabetaycilar destekledi. Bazi Sabetaycilar Israil devleti için savasmaya bile gittiler. Israil’in Ramle kentinde bugün yahudi olan çok sayida Sabetayci yasamaktadir.
-Masonlukla Sabetaycılık arasındaki bağlantı nedir?-Çok fazla sayida Sabetayci mason tanidim. Ben sunu gördüm. Masonluk bir anlamda Sabetaycilar için bir din haline gelmis. Bir dinin seromoni kismini masonlukta buluyorlar. Nitekim pekçok Sabetaycinin da mason olmasinin sebebi bu.
-50 sonrasinda dönem dönem Sabetaycıların hangi siyasi akımları desteklediği konusunda nasıl bir tablo karşımıza çıkıyor?                                                                                                                               -Cemaat direkt olarak hiçbir partiyi desteklemedi. Gruplasma kalktigi için böyle bir destekleme olmuyor açikça. 2000 yilina giriyoruz, bugün sabetaycilar birbirinden habersiz. Cemaat karari alarak destekleme olmamistir ama, ayni kültürel evreni paylasan insanlarin, ayni siyasi egilimleri gösterdigi konusunda kusku duymuyorum. Bu zaten bilimsel olarak üzerinde çalisilan bir konu. Demokrat Parti döneminde Fatin Rüstü Zorlu Sabetayciydi. Demokrat Parti deneyimi 60 ihtilali ile bozulmustur. Cemaat 60 ihtilalini desteklemistir. 70’lerde siyasi sahneden biraz biraz çekilmeye basladilar. Çünkü siyaset Anadolu kökenli bir hal almistir. 1930’larin elitist halktan kopuk devlet adami fikri halkin daha fazla katiliminin oldugu döneme birakti. 70’lerde büyük sol hareketlerin içinde Sabetaycilarin oldugunu görüyoruz.
-12 Eylül darbesinin ardından cemaatin siyasi tercihleri hangi doğrultuda oldu?-80’lerden sonra Sabetaycilik Özalizmle bagdasti. Özal’in Sabetaycilari çok ciddi olarak etkiledigini görüyorum. Ondan sonra zaten Türkiye’nin siyasi ve ahlaki yapisi degismistir. Sabetaycilar Özalizmin içinde erimislerdir.“IPEKÇI AILESI HAHAMLIK DAHI YAPMISTIR”-Son ayların en önemli konusu olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelirsek, DSP’nin adaylarından İsmail Cem ile ilgili yapılan yorumlar Sabetaycı olduğu yönünde. İsmail Cem Sabetaycı mıdır?-Evet Sabetaycidir. Cumhurbaskani adaylari arasinda yer alan çok kiymetli Ismail Cem’in kendisi pek kullanmasa da Ismail Cem Ipekçi, Ipekçi ailesine mensuptur. Dini geçmisi olan ve cemaat içinde hahamlik yapmis bir ailedir. Sabetay Sevi’nin çok yakininda yer alan bir kisidir Ipekçi’nin ailesinin en basindaki isim. Cem’in yanisira adaylik tartismalarinin basladigi ilk günlerde ismi gündeme gelen baska Sabetaycilarda vardi. Büyükbabasi hem haham, hem Mevlevi seyhi olan Emre Gönensay. Ve her ne kadar Sabetayci oldugunu reddetse de, geçmiste bir Fransiz gazeteciye Sabetayci kökenini itiraf ettigine dair bilgi gelen Coskun Kirca. Bu isimleri yazmakta hiçbir beis görmüyorum. Zaten bunlari Yahudi cemaati de açiklamistir. Türk Yahudi cemaatinin önde gelen isimlerinden Hario Ocalyo açiklamistir bütün bu isimleri. Bu isimlerin Sabetayci oldugunun sahidi onlardir.
-Sabetaycı bir ismin Cumhurbaşkanlığı’na sıcak bakıyor musunuz?                                                         -Ben suna karsiyim. Yahudi cemaatinin içinde aman suna, aman buna karismayalim, konusmayalim. Ben açikliktan, her seyin açiklikla konusulmasindan yanayim. Yalan söylendiginde, gerçekler saklandiginda, gerçekler bir sekilde ortaya çikacak. Gerçekler ortaya çiktiginda da zor durumda kalacaksiniz.
“EĞER İSMAİL CEM CUMHURBAŞKANI OLURSA...”Eger bir Sabetayci Türkiye’de Cumhurbaskani olursa, ben buna sevinirim. Fakat benim sevincimin devam edebilmesi ve benim ve diger Sabetaycilarin da mutlu olabilmesi için, Cumhurbaskanligi makamina gelecek olan Sabetayci kisinin, öncelikle devletin içerisinde bütünlestirici özelligi olmasi gerekir. Eger bu kisi 1930’larin elitist mantigiyla yaklasirsa ve Coskun Kirca örneginde oldugu gibi Islâmcilara karsi çok açik bir tavir alip, bir takim baska siyasi hesaplar yaparsa, hem cemaate zarar verecek, hem de Türkiye’ye zarar verecektir. Eger Ismail Cem Cumhurbaskanligi seçimini kazanirsa, Türkiye’de yasayan Sabetayci bir vatandas olarak Çankaya Köskü’nde nasil cuma namazlarina sayin Demirel gidiyorsa, Cumartesi günleri de Çankaya Köskü’nde Sabak Defilesi yapilmasi için ben bizzat Cumhurbaskanligi’na ve Meclis’e basvuracagim. Bunu çok arzu ediyorum. Hatta Cumhurbaskani’nin Yahudilerin dini bayramlarinin oldugu günlerde, çalismamasi gerektigini düsünüyorum. Hatta hatta, sayin Cumhurbaskani’nin bu takdirde kafasina kipa takarak dolasmasi da gerekebilir. Çünkü bu onun dini inancidir, bunu yapmasi gerekir. Sabetayci Cumhurbaskani bunu yaparsa Türkiye’de diger insanlar ne yapar bu da ayri bir konu olur.-Ismail Cem Ipekçi’nin cemaat içindeki konumu nedir? Cemaatin hangi koluna mensup?
-Sayin Ipekçi, Karakaslar kolundan. Karakaslar grubu çok kapali bir grup oldugu için size fazla bir sey söylemem çok zor. Karakaslar Grubu Sabetayciligin felsefesine ve Sabetayciligin hâlâ organizasyon olarak devam etmesine en sadik grup. Ipekçi ailesi hakikaten hususiyeti olan bir ailedir. Ailenin geçmisinde çok dindar insanlar da çikmistir. Böyle bir dini ortamda yetisen bir kisinin kalkip da dindisi hareket etmesi biraz zor gibi gözüküyor. Karakaslar hiçbir zaman açik olmadilar. Insanlarla Sabetayciliklari konusunda hiç konusmazlar. Disaridan baktigimizda Müslüman gibi gözükürler. Içlerine girdiginiz zaman kuvvetli bir Yahudi inancini desteklediklerini görürsünüz. Ve çok açik olarak söylüyorum, Türk diplomasisinin yakindan tanidigi 4-5 diplomatin ailesi Karakas grubundandir.

Cemil İpekçi, iki elbise giyiyor. Biri iş yaşamında ortaya çıkan Cemil. Diğeri ise özel yaşamında ortaya çıkan şımarık, egoist yani "Öz" Cemil. O, bugüne kadar hiç olmadığı açıklıkta Cemil İpekçi'yi sadece Aksiyon'a anlattı

Cemil İpekçi'yi tanımayan yoktur. Modacı olarak bilinse de kendisini tasarımcı olarak tanımlayan Cemil İpekçi, 17. yüzyılda mesihlik iddiasında bulunan Sabatay Sevi'nin öz torunu

Sabatay Sevi, 1626'da İzmir'de doğdu. Onun yaşadığı yıllarda Yahudi dünyası oldukça büyük sorunlar yaşıyordu. Polonya ve Rusya'da büyük kitle katliamları yapılmış, ayrıca anti-semitik hareketler de tüm dünyada etkinlik kazanmıştı. Çekilen tüm sıkıntılar ve acılar Yahudileri Kabala'nın (Gelenek anlamına gelen İspanya'da gelişen Yahudi Mistisizmi. Kabala ilmi; varlığın gizemi, yaratılış, önceden olmuş ve sonradan olacak, hayatın sırrı, yıldızların dünya üzerindeki etkisi, rüyaların açıklanması, şeytanların ve kötü ruhların kovulması, hatta muska yapılması gibi konularla ilgilenir) mistik dünyasına itmişti, artık beklenen kurtarıcı gelmeliydi. Aynı yıllarda Osmanlı ülkesinde de karışıklıklar yaşanıyordu. O tarihlerde Musul civarında Seyid Abdullahoğlu Muhammed mehdiliğini ilan etmişti. İşte tüm bu olaylar ve bunalımlar genç Sabatay'ın üzerinde derin etkiler bıraktı. O beklenen Mesihin kendisi olduğuna inanıyordu. 31 Mayıs 1665'te Sabatay mesihliğini ilan eder ve önemli bir taraftar kitlesi toplar. Ortodoks Yahudiler ise ona inanmazlar ve onu kadıya, daha sonra da Osmanlı Sultanına şikayet ederler... Fazıl Ahmet Paşa, işin esasını öğrenmek için, Sevi'nin derhal tutuklanarak İstanbul'a gönderilmesini ister. Edirne sarayında, Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padişah'ın imamı meşhur Vani Efendi'den oluşan bir divan kurulur, Padişah Sultan IV. Mehmet de divanı 'Kafes'ten' izlemektedir. Divanda, Padişah'ın hekimbaşısı Yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık yapar. Sabatay Sevi'den Mesihliğinin alameti olarak bir mucize göstermesi istenir. Mucize, atılan okların vücuduna işlememesi şeklinde olacaktır. Bu teklifi duyan Sevi, dehşete düşer ve kendisinin Mesihlik iddiasında bulunmadığını, bunun bazı Yahudiler tarafından çıkarılmış bir şayiadan ibaret olduğunu söyler. Sevi, Hayatizade'nin tavsiyesi üzerine Kelime-i Şehadet getirir. Divan huzurunda Müslüman olan Sabatay Sevi, Aziz Mehmet Efendi adını alarak 150 akçelik bir maaşla Saray kapıcılığı görevine getirilir. Sevi'nin Müslüman olması bütün Yahudi dünyasında şok etkisi yapar. Büyük çoğunluk onun Mesih olmadığına inanarak Ortodoks inancına geri döner, ikiyüz ailelik bir topluluksa din değiştirerek onun yolundan gider. Selanik'e yerleşen bu toplum pratikte Zohar'a dayanan mistik bir yaşamı benimser, Yahudi inancını sürdürür, fakat resmen Müslüman milletine dahil olarak yaşarlar. İşte tarihte 'Dönmeler' olarak adlandırılan cemaat böylece doğmuş olur.

Buraya kadar aktarılan bilgilerin bir kısmı Ilgaz Zorlu'nun Evet Ben Selanikliyim, bir kısmı da Ahmet Hikmet Eroğlu'nun Osmanlı Devleti'nde Yahudiler adlı kitabından alınmış satırlar.

Sabatay'ın öz torunu
Cemil İpekçi'yi tanımayan yoktur. Türkiye'de olduğu kadar uluslararası tasarım dünyasının tanınmış kişilerinden birisi olan Cemil İpekçi işte bu Sabatay Sevi'nin öz be öz torunu. Sevi'nin de dedeleri olan İpekçi'nin ataları 1480'de Endülüs'ten gelip önce Venedik'e, oradan Kayseri'ye, daha sonraki yıllarda da İzmir'e yerleşmiş bir aile. Sabatay Sevi Osmanlı'ya gelirken onun diğer erkek kardeşi de İskoçya'ya gider. İki ailenin irtibatı İpekçi'ye göre kalmamıştır artık. Sabatay Sevi'nin yukarıda bahsettiğimiz Mesihlik iddiasında bulunması ve padişahın huzurunda kendisinden, bu iddiasını ispatlayacak bir mucize göstermesi istenmesi karşısında, bunun olmayacağını anlayınca Müslümanlığı kabul ettiğini açıklaması sonrasında da Selanik'e zorunlu olarak yerleşir İpekçi'nin dedeleri.

"Sabatay Sevi benim soyum, kimseyi ilgilendirmez"Herkesin kimlikle etiketlendiği bu dönemde yıllardır kapalı kalan, ritüelleri tartışılan bir cemaat-aile mensubu olmak İpekçi'nin deyimiyle kimseyi alakadar etmez: "Bizimkinde Sabatay Sevi bilindiği için Dönme olduğu da biliniyor. Ama herkes İslam'a bir yerden dönmüş. Biri 500 yıl önce Musevilikten dönmüş, biri 700 yıl önce. Sabatay seni-beni ne alakadar eder? O benim kanım. Kimseye yargılama hakkını da vermiyorum". En önemli ritüellerinden biri -gel ki Cemil İpekçi babasının kuşağının bu kuralı artık ihlal ettiğini söylüyor ama- Sevi'nin torunlarının aile arası evlenmeleri kuralı: "Çok uzun yıllar aile arası evlenmişler. Ama benim anne ve babamın döneminde bozulmalar oldu. Annemle babam akraba değil. Annem Bektaşi mesela. Babamın yeğenleri de yabancı ile evlendi. Ondan önce aile dışı evlenemezdin zaten". Sevi'nin torunlarında eski geleneklerin sağlamlığı yemek kültüründe de etkisini sürdürüyor: "500 sene evvelki neyse aynı yemekler hala var. İspanya'da bile kalmamış, unutulmuş ama bizde olan çeşitler. Mesela Tüy Beyaz diye bir köfte çeşidimiz var. Cevizle kıyma çekiliyor, içine fıstık ve yumurta konuyor. Sonra patlıcan böreğimiz. Buradaki ile alakası yok. Erikli balığımız var."
Cemil İpekçi Sabatay Sevi'nin dört çocuğundan biri olan Osman'ın soyundan geliyor. İpekçi'nin anlattığına göre diğer kardeşlerin soyundan gelenler arasında ise bugünün tanınmış aileleri bulunuyor: Dilber, Germen, Bezmen, Tokay ve Atabek'ler. Cemil İpekçi'nin dedeleri daha çok ticaretle meşgul olmuş Osmanlı'da. Son dönemde ise kumaş işine girmiş aile. İpekçi soyadı da zaten buradan geliyor. İpekçi'nin üvey büyükbabasının (onun asıl büyükbaba ve büyükannesi Tokay ailesi) babası Kani İpekçi, Karaköy'de bir manifatura dükkanı açarak ticarete atılır. Cemil İpekçi, Sabatay Sevi'den bugüne kadar bütün aile fertlerinin ne iş yaptığına, nerede oturduğuna dair bilgileri elinde bulunduruyor. Aileyi konu alan bir kitap hazırlığı sürdüğü için bilgileri bize vermeyen İpekçi, kitabın kış sonuna kadar çıkacağını söylemekle yetiniyor.

Babası evlatlık veriliyor
İpekçi'nin asıl dedesi Mahir Tokay. Mahir Bey, sarayın doktorluğunun yanında Güzel Sanatlar Akademisi'nin kuruluşunda görev almış ve anatomi dersleri de vermiş birisidir. Tokay, aynı zamanda Selaniklilerin de doktorudur. İpekçi'nin babası doktor Nejat Bey ise, Mahir Tokay ile Ganimet Hanım'ın dördü kız beş çoçuğunden en büyüğü olarak doğar (Diğerleri Sabahat, Melahat, Vildan, Rezan). Cemil İpekçi'nin asıl büyükannesi Ganimet Hanım, kardeşi Şevkat İpekçi'nin hiç çocuğu olmadığı için en büyük oğlu Nejat'ı doğar doğmaz kızkardeşine evlatlık verir. Daha sonra kendisine 'evladımı kaybederek sevgimin bedelini çok ağır ödedim' dedirtecek bu olay sonucunda Ganimet Hanım'ın torunları olan Şevkat, Cemil ve Kenan da bir türlü öz babaanne sevgisi ile sevemezler onu: "Bayramlarda öpemezdim onu, yabancı gibi gelirdi bana. Çok üzüldüğünü yıllar sonra anladım". İşte bu aileye evlatlık verildiği için Cemil Bey'in soyadı da İpekçi olarak kalır yıllar boyunca. (Cemil Bey, yeni yeni Tokay soyadını kullanmaya başlıyor. Tokay, soyadı kanunu çıktığı zaman babası tarafından alınmış. Babası Nejat Bey, en sevdiği şarap markası olan Tokay'ı soyad olarak tercih etmiş.) Bu nedenle küçük Cemil, dedesi olarak kendi adını aldığı Cemil Bey'i, büyükannesi olarak da Şevkat Hanım'ı bilir. Dede Cemil İpekçi, Türkiye'de ilk sinema salonu kuran ve işleten birisidir. Fitaş, Yeni Melek, şimdiki Emek gibi sinema salonları ile ilk kurulan film stüdyosu İpek Film'in işleticisi olan dede Cemil İpekçi 1970'de iflas edince aile bu alandan çekilir. Dede Cemil İpekçi'nin annesi ile Işık Lisesi'nin kurucusu Fevziye Hanım ve Abdi İpekçi'nin anneleri aynı aileye mensup ve kardeştir. Geçmişte hep aile içi evlilik olduğu için aileler içiçe geçmiş neredeyse.

Anne tarafı Bektaşi
Cemil İpekçi'nin babası Nejat Bey, Sabatay'ın torunlarında sıkı olan bu aile içi evlenme geleneğini aşmayı başarır ki akrabası ile evlenmez. Nejat İpekçi ilk evliliğini Sahire Hanım'la yapar. Bu evliliklerinden Şevkat (1944), Cemil (1948) ve Kenan (1951) doğar. Daha sonra bir evlilik daha yapar ama çocuğu olmaz. Eşi Sahire Hanım da oldukça köklü bir aileden gelmektedir. Sahire Hanım'ın annesi, yani Cemil İpekçi'nin anneannesi Müesser Hanım, meşhur Karaköy Börekçisi Hasan Bey'in (Halk arasında yağma Hasan'ın Böreği diye bilinen tabirin sahibi) kızıdır. Hasan Bey, Safranbolulu ama Karakeçili Aşireti'ne mensuptur. İpekçi'nin anne tarafından dedesi Ekrem Sanvar ise Osmanlı zamanında Abdülhalim Efendi'nin yaverliğini yapmış, daha sonra cumhuriyet döneminde Macaristan ve Paris'e kültür ataşesi olmuş, ardından da İstanbul Emniyet Müdürlüğü vazifesinde bulunmuş biridir. Aile bunun dışında da birçok emniyet mensubu çıkarır. Türkiye'nin ilk kadın emniyet müdürü İpekçi'nin yengesi Feriha ile dayısı Adnan Sanerk ailedeki diğer eski emniyet mensuplarıdır. Şimdiki nesilden ise dayısının kızı Nurdan Canca (Yalova Emniyet Müdürü) ile kocası Nadık emniyette görevlerini sürdüyor.

Anne tarafından Bektaşi olan İpekçi'nin anneannesi Müesser Hanım'ın büyükdedesi Bektaşi dedelerinden İstanbul Emirgan'da tekkesi bulunan Nafi Baba'dır. İpekçi'nin dedesi Ekrem Sanvar'ın babası ise Kuleli'nin coğrafya hocalarından Remzi Bey'dir. Onun da ailesi İstanbul alındığında surların içinde yaşayan Bizanslı bir ailedir. Ekrem Bey'in annesi Makbule Hanım'ın babası ise sarayın müneccimbaşısıdır. Görüldüğü gibi Cemil İpekçi'nin anne ve baba tarafı da saraya yakın bir hayat sürmüştür. Ama özellikle anne tarafının sarayla daha bir içli dışlı olması onlarda bir saraylılık izi bırakır sanki: "Anne tarafım müthiş mağrurdular. Dayılarımın, hayatlarında hiç rica ettiklerini duymadım. Paraları kalmış kalmamış, hanedan bitmiş bitmemiş umurlarında değil. Leyla Teyze (Ünlü soprano Leyla Gencer) ile konuşurken başı yukarıda, havaya doğru dururdu." Sizlerin de kafası karıştı biliyorum. İpekçi'nin anne ve baba tarafı o kadar kadar grift ki tarihin sayfalarında bir an kayboldum sandım. Sabatay Sevi'den tutun da Bektaşiliğe, Bizans'a kadar özellikle anne tarafı çok milliyetli olan İpekçi, 'Ben hakiki Osmanlı'yım' diyerek işin içinden çıkıyor. Benim de aklıma Osmanlı deyince böyle bir mozaik geliyor zaten. Endülüsten gelen Yahudiler'e bildiğiniz gibi Osmanlı kucak açmış ve dini bir baskı kurmadan kültürlerini sürdürebilme imkanı sağlamıştı. İpekçi'nin bu yüzden Osmanlı'ya bakış açısı, birçok aydınınkinden farklı. Belki anne tarafının saraylı olmasının da bunda etkisi vardır: "Biz Osmanlı'yız kardeşim. Bunu kabul etmediğimiz sürece bir adım ilerlememize imkan ve ihtimal yok. Bir defa Osmanlı'yı yabancı da olsam severdim. Ama liseyi bitirene kadar sevmememiz öğretildi, lise sona kadar Fatih, Yavuz aman muhteşem savaşlar yaptı, Malazgirt Savaşı muhteşem... Son iki seneye geldik... Memleketi sattılar diye veryansın ediyoruz. 700 yıllık Osmanlı döneminde tabii ki iyi padişahlar da kötü padişahlar da vardır. Memleketi kötü idare etmiş diye onları atarsak o zaman cumhuriyet dönemini hiç almamamız lazım. Geçmişi olmadan insan var olamaz. Amerikalılar olmayan geçmişleriyle ayakta kalabilmek için bir geçmiş ortaya koymaya çalıştılar. Osmanlı yasaklar koymamış, hiç bir toplumu dininden vazgeçirmemiş. Osmanlı Sırpları kılıçtan geçirseydi bugün Bosna sorunu yoktu."

Ailemde namaz kılan hiç görmedimİpekçi'nin bu Osmanlı sevgisi şimdi daha iyi anlaşılıyor. Osmanlı'nın tamamen yıkılması ve Balkanlar'da yeni ülkelerin ortaya çıkması ile 1920'lerde, bu ülkelerdeki yerleşik halk da yerinden yurdundan olur. İpekçi'nin ailesi de mübadeleye maruz kalır. Selanik artık onlara kapılarını kapattığı için onlar da İstanbul'un yolunu tutarlar. Geldikleri İstanbul'da da geleneklerine bağlılıklarını rahatça devam ettirme imkanı bulurlar. Serbest ortam Cemil Bey'in küçüklüğünde de devam eder. İpekçi'nin hatıralarında küçüklüğünde anneannesi ile her pazartesi gittikleri Nafi Baba Tekkesi ziyaretleri tazeliğini korumaktadır. Aile büyükleri ile beraber mezarlık ziyaretlerini eve dönüşte ifa edilen 'şükür secdesi' izlerdi hep. Baba tarafı ise din konusunda daha geniş düşünmektedir: "Babam dine çok geniş açıdan bakan birisiydi. Namaz kılmazdı. Ben ailemde namaz kılan hiç görmedim. Yaşlılarımda da." Bunda Sabatay Sevi'de olduğu gibi görünüşte Müslüman ama içte Yahudi mistisizminin kurallarına uyan bir yaşam sürmelerinin etkisi var mıydı? İpekçi'ye göre "Hayır. Göstermelik Müslüman belki ilk yüzyılında olabilir. Ama babam doğduğu zaman göstermelik değildi. Bence devamlı pratik yapmaktan artık şey olmuşlardı, İslamdılar. Belki Anadolu'nun batısındakiler kadar. Adamları içki içer, ama herbiri camiden kalkar, mevlüt okunur, Kur'an okunur. Herkesin evinde dualar yazar. Ama tabii ki şey adeti bittiğini zannetmiyorum. Bir aşiret oldukları için..."

'Topkapı Sarayı benimdi'
Üç kardeşin (diğerleri Şevkat ve Kenan) ikincisi olarak doğan küçük Cemil'in çocukluğu İstanbul'daki Hidiv Köşkü'nün yanında Karaköy Börekçisi Hasan Bey'in Köşkü'nde geçer. Cemil İpekçi, bu köşkün geniş odalarında, hasır sandıkların içinde saatlerce süren düşlerden bir dünya kurar kendine: "O odalara girer saatlerce ben sultanım diye düşünür oyalanırdım. Topkapı Sarayı'na girdiğimde de kendimi hep öyle hissediyorum. Sanki Topkapı Sarayı hep benimdi, ben de orada yaşıyordum." Cemil İpekçi, yedi yaşında geçirdiği hastalık yüzünden çok şımartılır. Çocukluğunda onu etkileyen bir hadise de dokuz yaşında iken annesi ile babasının ayrılmasıdır. Onun dışında mutlu bir çocukluk devresi geçirir. Bugünün tanınmış tasarımcısı (Kendisine modacı denilmesini istemiyor. Ona göre moda tacirlerin ortaya attığı bir kavram. Modayı takip edenler de kendine güveni olmayan insanlardır) Cemil İpekçi kumaşla çok erken yaşta tanışır. İpekçi beş yaşında bebeklerine paltolar-elbiseler diker. Aslında İpekçi, giyinmekten nefret eden birisidir. Bu yüzden mağara devri insanlarına özendiğini söylemekten de kaçınmaz. Bu yapıda birisi olmasına rağmen niye tasarımcı olduğunu ve niye insanları hep giydirmek istediğini de bilemez.

'300-500 defa sure okurum'
İpekçi aslında beş-yedi yaşlarında iken balet olmak ister. Ancak babası izin vermeyince içinde bir ukde kalır. Yine çok iyi piyano çalabilen İpekçi'nin, oryantal dansör olmak da bir diğer tutkusudur: "Mesela bir Mısır tapınağında oryantal dansör olup saatlerce halhallar bileğimde o tamburların sesiyle dönmek isterdim." Dans ederek ibadet edebileceğini düşünür İpekçi. Hatta oturup hayal kurmak bile ona göre bir ibadettir: "Duanın sadece surelerle olmadığını, bir şeyi severken, öperken Allah'a doğru çekildiğimi hissederim. Veya burada oturup hayal kurmanın bile dua olduğunu düşünürüm." İpekçi, Bektaşi bir anne ile Selanik kökenli bir babanın çocuğu olarak böyle bir kültür ortamında yetiştiğinden olacak İslam'ın uygulamalarına farklı bakar. İbadette şekil kabul etmez. Beş vakit namaz kılmakla Allah'ın mutlu edilemeyeceğini düşünür. İbadet yaparak Allah'ı değil kendimizi mutlu edeceğimizi söylediğimde de "Kendi mutluluğumuz için ise o zaman Allah'ı karıştırmayalım bu işe" demekle yetinir. Çevirenin kendi hislerini de kattığını düşündüğü için tercüme veya tefsirlere kaynak gözüyle bakmaz. Küçüklüğünde babası ona Arapça öğretmek ister ama o öğrenmez: "Arapça öğrenmemekle çok büyük hata ettim. Babam çok öğretmek istemişti. Kur'an'ı çok okuduğum ve böyle ayetleri sevdiğim için hep öğrenmem gerektiğini savunmuştu. Fakat çocuk tembelliği işte." Bunun için Kur'an'ı Türkçesinden okur. Bolca dualar eder, nazara fazlaca inanır: "Normal sureleri çok okuduğumu biliyorum. Hele Felak, Ayet'el-Kürsi ve Nas surelerini günde üçyüz-beşyüz defa okurum herhalde".

İpekçi'nin tasarımcı olmasını istemeyen babası Nejat Bey, onun iktisat okumasından yanadır. İlk öğrenimine 1955 yılında Işık Lisesi'nde leyli olarak başlayan İpekçi sonra Şişli Koleji'ne geçer. Dokuzuncu sınıfta iken disiplini sevmeyen yanı depreştiği ve okumak istemediği için bir yılda onikiye yakın okul değiştirir. Sonunda Tarhan Koleji'ni bitirir. İpekçi, babasının isteği doğrultusunda yurtdışına uzak bir akrabasının yanına gider iktisat okuması şartıyla. Daha doğrusu babası onu iktisat okusun diye yurtdışına gönderir ama...: "Babam beni bir-iki sene iktisat okuyor zannetti. Ben Belçika Kraliyet Akademisi'ne (Royal Academy of Art) girmiştim bile." Başta izin vermeyen babası daha sonraki yıllarda onun tasarımcı olmasından memnun olacaktır.

"Hep sakladığım bir şeydi"
Onun içinde, disiplini sevmeyen ya da 'Öz Cemil' diye tanımladığı bir başka Cemil daha ortaya çıkmaya başlar lise yıllarında: "Sınırlarımı çizdim. Doğduğum bu formda, 98 kilo, 1.60 boyunda, çok sessiz, içine kapanık, kimseyle konuşmayan, hiç arkadaş sevmeyen bir Cemil'in istediği başarıları elde etmesine imkan yok" deyip insanlara nasıl davranması gerektiği konusunda senelerce çalışır. 50 yaşını aştığı bugünlerde ise İpekçi, tekrar çocukluğuna döndüğünü düşünür. Özellikle o esas kişiliğinde var olan ama senelerce uyutmaya çalıştığı kişiliği ile çatışmaya başlar: "İnsanları çok seviyorum ama taviz vermeyi hiç sevmiyorum. İnsanların zannettiği kadar çok uysal da değilim. Esas kişiliğimde ben son derece hırçın, şımarık belki egoistim. Bunlarda 'Öz Cemil'i buluyorum. Sen bana kırılabilirsin ama seninle konuşmak istemiyorsam konuşmuyorum. Üzülürsen o senin sorunun." İşte bu Öz Cemil'dir. Bize konuşan Cemil'in Öz Cemil'le bir ilgisi yoktur. Öz Cemil, İpekçi'nin son üç yıldır sürekli gidip kaldığı yer olan Bodrum'da ortaya çıkan Cemil'dir. Dolayısıyla İstanbul İpekçi'nin reel, Bodrum ise hayal dünyasıdır. Biz Öz Cemil'in dışındaki diğer Cemil'le; kurallara uyan, konuşma bitene kadar kalkıp gitmeden sabırla sorularımıza cevap veren Cemil'le konuştuk. İşte bu Cemil, bize bugüne kadar hiçbir gazete veya dergiye konuşmadığı kadar da açık konuşur, söyleyeceklerini saklamaz: "Kendimi çok iyi tanımladığımı zannediyorum. Cemil, Cemil'i hiç bir zaman bu kadar açık anlatmadı. Kendimi hiç bir zaman için şımarık veya kaprisli olarak tanımlamamıştım. Hep sakladığım birşeydi." Ama iki Cemil'in bir ortak noktası vardır. İkisi de hüzünlüdür. Sevgi ve aşka tutkun olanlar ona göre hayatları boyunca bu hüznü hep taşırlar. O da böyle biridir.

'Ben neyim?'
Babasına rağmen tamamladığı Belçika'daki üniversite eğitiminden sonra 1971'de Türkiye'ye dönen İpekçi Tahtakale'deki Zeki Triko'da çalışmaya başlar: "Belime kadar saçlar, kulağımda küpeler, bu kadar topuklar ayağımda. Tahtakale'nin sokaklarında... Bütün insanlar dükkanlardan dışarı fırlıyorlardı, Mars'tan birileri gelmiş diye. Zaten şaşırmasalardı tuhafıma giderdi. Beni inceleme altına aldılar. Ben neyim, hangi cinsim? Erkek mi, kadın mı, gay mi? Ama sonunda hallettiler ve bir yere oturttular." Halkın meraklı bakışlara rağmen birbirine söylediği "Bak Avrupa'dan gelmiş, modacı imiş" sözü ona moral kaynağı olur.
Yıllar ilerler, İpekçi de 1975'te kendi işini kurar. Bir "Çingene" sevgilisinin etkisinde kalarak bu yıllardaki tasarımlarını Çingene diye imzalar ve yine Çingene Butik adıyla bir işyeri açar kendine. İpekçi'yi yaşadığı aşklar sürükler hep. Sevdiği ile beraber 1977 sonunda onbeş günlüğüne gideceği Nice'ten tam altı yıl sonra 1984'te döner Türkiye'ye. Dönüşte kulüp işletmeciliği işine girer, Etiler Gala'yı açar. 1985'te ise Cemil İpekçi mağazasını açarak eski işine ağırlık verir. İki atölyesinde yüze yakın kişi çalıştırır. Artık büyümeye başlamıştır. Bu dönemde kendi deyimiyle çevresinde 'yiyiciler' de çoğalır. 1991 senesine gelindiğinde ise birden bire hacizler gelmeye başlar, iflas eder. Hiç ara vermeden yeni bir iş yeri açar kendine. Ama bu sefer eski savurganlığı yoktur. Yoğurdu üfleyerek yer: "Ben tüccar yaratılmamıştım. Ama 1991'den sonra çok iyi bir tüccar oldum. Artık bir liranın bile çok iyi hesabını yapıyorum."

Zaman azalıyor
1993 yılında, hayatta en çok değer verdiği varlığı annesini kaybeder. Hayatının en ciddi şokunu yaşar. O ana kadar parasını idaresinden tutun da karşılaştığı maddi-manevi sıkıntılara karşı hep annesinin yardımıyla göğüs geren İpekçi, bu zamana kadar aklına bile gelmeyen, kendisi için olmadığını düşündüğü ölümü hatırlar-tanır: "Ölümle tanışınca insan korkuyor. Vaktinizin azaldığını hissetmeye ve vaktin çok kıymetli olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Bir sürü küçük aptallıkları artık yapmaman gerektiğine inanıyorsun." Bir de Zeki Müren'in ölümü onu böyle etkilemiştir. Bodrum'a gitme fikri de böyle bir dönemden sonra belirir kafasında zaten. Geçen aylarda 51 yaşını kutlayan Cemil İpekçi, 50 yaşından sonra insanların tekrar çocukluğa döndüğünü düşünür. Kendini yeni doğmuş gibi hisseden İpekçi, 51 değil 1 yaşındadır, hayata ilk başladığı korkuları ile birlikte: "Korkuyorum. Korkularım başladı çocukluktaki gibi. Aşık olmaktan, işten korkuyorum. Liseyi ve üniversiteyi bitirdiğimde de böyle heyecanlarım vardı. Tekrar aynı şeyleri hisediyorum." Bu yeniden doğuşun ilkinden bir farkı vardır. İpekçi, bundan sonraki yaşamının çok kalabalık ve profesyonel oyuncularla oynanacak bir oyun olmadığını düşünmektedir.
İşte size Cemil'in ağzından bugüne kadar hiç anlatılmayan, açıklanmayan en detaylı, Sabatay Sevi'nin torunu Cemil İpekçi'nin hikayesi.CEMAL A. KALYONCU
Sabetayistler Kimin Günah Keçisi?Devletin derin ilişkilerinde konuşlandığı iddia edilen "gizli dönmeleri", "Sabetayistler"i attığınızda, derin devlet tamamen aklanacak mı, dosdoğru temize mi çıkacak 28 Şubat'tan?Radikal 2 14/06/2004 Leyla İPEKÇİ BİA (İstanbul) - Bir süreden beri birtakım ailelerin isimleri tıpkı Nazizm dönemindeki gibi listeler halinde internet sitelerinde, saygın medya kuruluşlarında yayınlanan röportajlarda, ciddi akademisyenlerin dillerinde dolanıp duruyor.

Sanırsınız kî bu listelerdeki isimler tek tek mimlenerek temerküz kamplarına götürülecek. Sanırsınız ki bu isimler fişlenerek tıpkı belli dönemlerde Güneydoğu'da yapıldığı gibi bir dizi faili meçhul cinayetle ortadan kaldırılacak. Yine sanırsınız ki bu isimler bu ülkeyi altına üstüne getiren hortumculardan, Bahçelievler katliamı gibi hâlâ yargıda takılan katliamları düzenleyenlerden, Abdi İpekçi cinayeti gibi hâlâ aydınlatılmamış cinayetleri işleyip Türkiye'nin kendileriyle gurur duymasını sağlayanlardan, dokunulmazlık zırhı altında mafyayı kendi karanlık işlerinde kullananlardan, rüşvet yiyen üst düzey bürokratlardan ve adı çeşitli yolsuzluklara karışan asker ve polis kesimindeki bazı isimlerden çok daha tehlikeli bu ülke için!

Sanırsınız ki askeri dönemin en sıkı hapishanelerinden kaçırılan suikastçilerle, herkesin gözü önünde ülke dışına kaçırılan mafya babalarıyla işbirliği yapmayı sürdürenlerden, onları kendi çıkarları doğrultusunda kullananlardan bile daha tehlikeli bu ailelerin mensubu olan kişiler! Sanırsınız, Sabetayist denilerek bir kapta boğdurulmaya çalışılan bu ailelerde henüz doğmamış ve doğacak her birey, bu ülkenin en sakıncalı insanları arasına girecek.

Sol cenahtan infaz"Türkiye'yi Sabetayist gerçeğiyle" yüzleştirme iddiasındaki bazı sol cenah araştırmacılarının ima ve infazla süslü konuşmalarından, yazdıkları sayfalarca kitaplardan öyle anlaşılıyor ki, kendileri "bağnaz" sağcılardan çok daha ciddi araştırmalara imza atmışlar. Fakat sözgelimi "İpekçiler gibi kendilerini saklamayan en ünlü Sabetayistler"den bahsederken nedense bu aileden hiç kimsenin tanıklığına başvurma ihtiyacı duymuyorlar. İpekçilerin telefon konuşmalarından, evliliklerinden bahsederken düzeysiz alıntılarla, toptancı genellemelerle ne dini görüşlerini, ne politik yaklaşımlarını bildikleri sayısız kişinin "gizli gerçeğini tespit ederek" tarafsız gazeteciliklerini sergileyip duruyorlar!

Kimilerinin deli kimilerinin dahi dediği, kendisi de yeterince ciddi eleştirilmemekten mustarip olduğunu söyleyen bir profesör bu kez işi sınıfsal bir olguya, solcuların hassas noktalarına sürüklemeyi seçiyor. Kabiliyetsiz olup çok para kazanan herkesten, bir işe yarasın yaramasın her rantiyeden tek bir "veri" nin sorumlu olabileceğini, onun da "köken" olduğunu ima edebiliyor şüpheci bir ton katarak sözlerine. Talihin, aşkın, kalbin, kaderin, dış etkenlerin, yaratıcılığın, insan biricikliğinin, "öteki" yle tutturulan simyanın, insanı asıl belirleyen "bilinmezlik ilkesinin denklemini çözmüş, neredeyse insanı insan yapan her isim ve sıfatın kaynağına inmiş ve defterine çiziktirmiş emektar bir bilim adamından daha farklı bir açılım beklenmez miydi acaba?

Özel bankaların içini boşaltanlardan, kamu bankalarındaki yolsuzluklardan, faili meçhul cinayetlerden ve tüm bunların tek kelimeyle de ifade bulabileceği Susurluk'tan çokdaha tehlikeli olarak zihinlere nakşolunuyor, şimdi Sabetayist diye yaftalanan ailelere mensup herkes. Ne kabiliyetsizi kalıyor, ne rantiyesi, ne derin devletçisi, ne kendi dinini gizleyeni! Bu nasıl bir solculuktur? Nasıl bir insanlıktır? Daha da vahimi, bu söylemleri günlerce, sayfalarca yayınlayan editörlerin üstü kalın egosantrik desenlerle örtülü vicdanında yatıyor. Bir vakitler irticacı memurların isimleri alt alta yazılarak valiliklere gönderildiği zaman gammazlama yöntemiyle yargısız infazların yapılamayacağını, zira namazında niyazında herhangi bir dini bütün memurun irticacı olup olmadığına bazı yetkililerin kağıt üzerinde karar vermesinin çok büyük hatalara yol açacağını ve laikliği ilelebet korumaya yemin etmiş otoritelerin bu nüansları ayırt edebilmesinin neredeyse inikasız olduğunu haykırırdık birlikte. Bu konuda haber yaparken pür dikkat kesilenler neden bu temerküz kampı listelemeciliğiyle kendi sayfalarında kendi röportajcıları tarafından yargısız infaz yapılmasına hiç ses çıkarmıyorlar şimdi? Reyting derdinin tavana vurduğu nokta mıdır bu? Adalet ile vicdan arasındaki ince ipte ayakta durmayı boşuna mı başarmıştır yoksa bunca yıllık tecrübesiyle bu editörler?

İrticaya karşı Sabetayistler!Kendisine ve ötekine yapılan her yargısız infazda sesini yükselten kardeşlik ve eşitlik yanlısı bu editörlerin insani reflekslerinin gitgide zayıfladığını ve sayfalarından yükselen ucuz toptancılığın ırkçılığa, faşizme dek gidebildiğini, kafatasçılığın böyle başladığını göremez olduklarını hadi varsayalım. Ama en azından altı-yedi senemi beraber geçirdiğim, benim kiminle seviştiğimi (çünkü kimin kiminle seviştiği de kökenle ilgiliymiş!) kiminle görüştüğümü bilen, iç dünyama kendi ufku oranında nüfuz etmeyi başarmış gazeteciler vardı bu editörlerin arasında. Dolayısıyla İpekçiler arasında tek bir kişinin de olsa, "gizli bir dönme" olmadan yaşadığını biliyorlardı. Mehmet Ali Alabora'nın kendini tenzih ederken bütün İpekçilere hüküm giydirmek suretiyle söylediği gibi "Sabetayist eğitimi" almadığını da pekala biliyorlardı o kişinin. Artık ben onların Kürtlere, Ermenilere, Müslümanlara, eşcinsellere, savaş karşıtlarına, kendi hakikatini savunan ve haksızlığa uğrayan topluluklara verdikleri her desteğe gönülden inanabilir miyim?

Peki ya yakın dönemde Sabetayistleri "nasılsa bunlar gizli bir mezhebe inanır, nasılsa Müslüman değildir" diyerek birtakım irticayla savaş faaliyetlerinde kullananlar nerede? Komünistlerden sonraki en azılı düşman olarak bellenen İslamcıların üzerine kulaktan dolma bilgilerle donattıkları Sabetayistleri sürmeye kalkışanlar nerede? Ülkede şeriatçı bir tehdidin hortladığını en kolay inandıracakları kişiler olan "seçkine! ve laik" Sabetayistleri, irticacı diye mimledikleri veya terörist diye infaz ettikleri kişilerin üstüne salanlar nerede şimdi? Nereye gizliyorlar bugünlerde kendilerini? İşleri bittiği, işbirlikçileri gittiği, konjontür değiştiği zaman bazılarını susturdukları, bazılarını ortadan kaldırdıkları gibi, bazılarını da günah keçisi ilan ederek kendilerini daha da derinlere çapalayanlar nerede?

Nerede şimdi iddia edildiği gibi "28 Şubatçılara bizi çıkaracak yolda" önümüze mıcır diye serpiştirilen Sabetayistlerin arkasına gizlenenler? Onların minderlerine daha da gömülmesine sayfalarca "objektif araştırma" yapanlar hizmet vermiş olmuyor mu acaba? Daha da önemlisi, neden bazı kişilerin ipliğini pazara çıkarmak için çok eski bir taktiğe, bir gizli mesihe inanma hikayesine başvuruluyor? İşe bir de dini boyut, açığa çıkmamış bir sır perdesi eklenince daha da inandırıcı olsun diye nasıl bir gayretkeşliktir bu? 28 Şubatçıların, 12 Eylülcülerin "günahları" yeterince fazla değil midir ki, işin içine bir de "gizli dönme" boyutu katılıyor? İnsanın aklına o zaman şu soru geliyor ister istemez: Devletin derin ilişkilerinde konuşlandığı iddia edilen "gizli dönmeleri", "Sabetayistler"i attığınızda, derin devlet tamamen aklanacak mıdır, dosdoğru temize mi çıkacaktır 28 Şubat'tan?

Saygın bilimadamları!?"Keşke tezlerim daha fazla eleştirilse" diyen profesör beni bağışlasın. Müslüman avında da, komünist avında da birbirinden değerli akademisyenler vardı; beyin fırtınası estirenler, bilimsel tezlerine,' tarafsız fikirlerine başvurulanlar... Nazi döneminde de çok saygın profesörler vardı. Filistin katliamlarına destek veren yazar çizerler arasında da çok değerli akademisyenler vardı. Irak ve Ortadoğu işgalini meşrulaştırmak için yıllar öncesinden medeniyetlerin birbiriyle çatışacağının haberini bize verenler de saygın bilim adamlarıydı. Ama ben konuşurken de yazarken de, dünyada "isim bilimi"yle ilgilenen bütün profesörlerin kafatasçı veya deli olduğunu, işgali savunan bütün akademisyenlerin katliamcı olduklarını söylemiyorum. Aynı özeni soyadı aynı olan iki kişiden bahsederken de göstermeye çalışıyorum. Varsa farkında olmadan bir hatam, özür dilemeye de hazırım. (Bu konuda yayımlanmış kitaplar üzerine daha kapsamlı bir yazım, kitap yazılarımın yayınlandığı aylık kitap ve eleştiri dergisi Virgül'ün Temmuz sayısında okunabilir.)

Şimdi "Sabetayist" denilen ailelerle ne ruh olarak ne beden olarak ismini taşımak dışında en ufak bir yakınlığım olmasına rağmen, sırf bir İpekçi olduğum için bana karşı -da ister istemez- yaptıkları yargısız infaz nedeniyle Mehmet Ali Alabora'dan Soner Yalçın'a her türlü solcuya sesleniyorum: İpekçiler ve Sabetayizm kelimesi hoyrat bir toptancılıkla (bir örnek daha: İpekçiler gibi asimile olmamış dönmeler) ağızlarda sakız edilirken kendi ismimin tenzih edildiğini duymazsam o kişileri de, o televizyon kanalını, o gazete editörünü, o köşe yazarını da mahkemeye vermek zorunda kalacağım.

Varsa çarşaf çarşaf listelenmiş "Sabetayist aileler" arasında kendini gerçekten "Sabetayist" diye tanımlayan, kendi gizli mezhebini yaşamak isteyen, -ki gizli tarikatlara bağlı olanlar gibi Sabetay'a inananlar da herhalde vardır- neden kimse çıkıp da onların neye isterlerse ona inanabileceklerini, isterlerse gözlerden uzak ibadet de edebileceklerini, laikliğin bu demek olduğunu söylemiyor? İşte bu konuda tam da şimdi ağzını açmayanlar, yeri geldiğinde "laikliğimiz elden gidiyor" diye halkın üzerine korku salmaya kalkışanlar (vatandaşım fişleyenler, orduyla hükümetin, yargıyla yürütmenin arasına çomak sokmaya kalkışanlar vs.) değil midir? Hadi genellemeyelim, en azından onlardan banları değil midir? Lütfen bazı araştırmacılar da çıkıp "objektif gazeteciliğini" bu konuda konuştursun ve bu gibi sorulara "tarafsız" cevaplar arasın artık. İşe meslektaşlarının yaptığı gibi "mütevazı aileleri" araştırmakla başlayabilirler.

DÖNMELİK - SABATAYCILIK

DÖNMELİK - SABATAYCILIK
ÇAĞIMIZDA dünyanın yuvarlak olmadığını, güneşin etrafında dönmediğini iddia edenler varmış. Dönmelik-Sabataycılık diye gizli bir tarikatın olmadığını iddia edenler de var. Acaba inkârlarında samimi midirler? Hiç sanmam. Onlar Dönmelerin, Dönmeliğini gökteki güneşi gördükleri gibi biliyorlar ama birtakım sebepler, garazlar, menfaatler yüzünden yoktur diyorlar.
Dönmeliğin kökü Türkiye'dedir ama dünyanın başka ülkelerinde de Sabataycılar vardır. Hıristiyan ülkelerde Hıristiyan görünen Dönmeler bulunmaktadır. Amerika'da (www.donmeh-west.com) internet sitesiyle yayın yapan bir Dönme cemaati bulunmaktadır.
Vaktiyle Polonya'da da Dönmeler varmış. Ne oldular acaba?  Bir malî skandal dolayısıyla Amerika'ya kaçan bir Dönme, Türkiye'de iken "Ben Müslümanım" diyordu. Oraya gidince "Biz Dönmeler Yahudi olduğumuz için bize baskı yapılıyor" mealinde beyanlarda bulunmuş ve buradaki Musevî cemaati de onu protesto etmişti. Şimdi bu zat Türkiye'ye geri dönecekmiş. Hem de bir Hocaefendinin cemaatine intisap etmiş dindar bir Müslüman olarak. İnanalım mı? Nasıl inanalım?
Dönme olduğunu cesaretle iddia edenler var. Meselâ bir kaç yıl önce bir Dönme, Aksiyon dergisindeki kendisiyle yapılan röportajda cesaretle "Elbette Dönmeyim!" şeklinde konuşmuştu. Ilgaz Zorlu da, henüz Yahudiliğe resmen geçmeden önce "Evet Ben Selanikliyim" adlı kitabı yazıp yayınlamıştı.
Dönmeler Dönmeliklerini gizler. Onların dininde taqiyye ve kitman (gizleme, saklama, inkâr etme) vardır. İslâmî kesime mensup bir günlük gazete birkaç yıldan beri Dönmelik konusunda garip yayınlar yapıyor. "Adamlar ‘Biz Müslümanız’ diyorlarsa elbette Müslümandırlar. Hüsn-i zan etmemiz gerekir" şeklinde bir mantık ve muhakeme yürütüyorlar. Böyle bir muhakeme tek kimlikli kimseler ve zümreler için geçerlidir ama çift kimlikli Dönmeler için geçerli değildir.  Dönmelerin bazısı namaz bile kılıyormuş... Kılabilir. Onların camileri de var. Üsküdar Bülbülderesi Dönme mezarlığının yanındaki camiyi Dönmeler yaptırtmıştır ve kıblesi hayli çarpıktır. Kaç kere yazdım, Diyanet bu hususu inceleyip kıbleyi düzeltti mi?  Müslüman bir milletvekili Bülbülderesi'ndeki Dönme mezarlığına yanında birkaç kişi olduğu halde gitmiş. Orada, dindar bildiği bir zatın mezarını görünce şaşmış kalmış. Bu zat namaz kılardı, Kur'ân okurdu demiş. Dönmeleri iyi tanıyan biri ona sormuş: "Okuduğu Mushafın içinde küçük broşür gibi bir şey bulunur muydu?" Evet hatırlıyorum bulunurdu, cevabını vermiş. Ötekisi: "İşte o küçük kitap İbranice bir dua kitabıdır" demiş... Bazı Dönmelerin Dönmeliği unuttukları iddia ediliyor. Olabilir. Lâkin bir kısım Dönmelerin de son derece militan olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir.
Dönmelik bir Yahudi tarikatı mıdır, yoksa bir İslâm fırkası mı? Bence Dönmeliğin bir ayağı İslâm'da, bir ayağı Museviliktedir.  Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî'yi nebi kabul eden Kadiyanîler nasıl dinden çıkmış bir fırka ise, Sabataycılık da, zâhiren Müslüman görünmeleri itibariyle islâmî fırkalar içinde mütalaa edilebilir ve incelenebilir. Hahambaşılık Sabataycıları Musevî kabul etmiyor, onlar bizden değildir diyor ama gerçek böyle değildir. Sabataycıların gizli sinagogları var, kendilerine mahsus din adamları var, İbranice ve Ladino diliyle duaları var. Rafizî de olsalar yine Yahudi, yine Musevîdirler. Evvelce bu sütunlarda yazmıştım, Sabatay Sevi'nin yalancıktan Müslüman olduğu tarihte İstanbul'da bir meczub "Ey ahali, bilmiş olunuz ki, Türkün hakimiyeti sona ermiş, Yahudi hakimiyeti başlamıştır!" diye sokaklarda, meydanlarda bağırarak koşmaya başlamış. Halk bozulmuş, adamı yakalayıp kadıya götürmüşler. Kadı, meczup ve mecnundur diye tımarhaneye yollamış, bir müddet sonra da serbest bırakılmış. Bu konudaki bilgiyi Profesör Scholem'in kitabından almıştım. Meczublara bazı gerçekler mâlum olurmuş... Şu husus da bilinmelidir ki, Türkiye Dönmeleri homojen, üniter bir yapıya sahip değildir. Karakaşlar, Kapancılar, Yakubî'ler arasında çekişmeler, anlaşmazlıklar, gerginlikler, soğukluklar olmuştur. Bugün de, yükseklerdeki bazı Sabataycı-Dönmeler birbiriyle rekabet halindedir, birbirlerine küstür. Nasıl oluyor bu iş? Bu hikâyeler insanlık kadar eskidir ve geneldir. Dönmeler de insandır; onların da ihtirasları, menfaatleri, enaniyetleri vardır. Bence yapılacak büyük hizmetlerden biri şudur: İçindeki bütün bilgiler sağlam yazılı kaynaklardan, ansiklopedilerden, ilmî araştırma eserlerinden alınmak suretiyle sorulu cevaplı bir "Dönmelik nedir, Sabatay Sevi Kimdir?" konulu kırk elli sayfalık resimli bir broşür hazırlamak ve bunu her baskısı yüz bin olmak üzere birkaç yıl içinde milyonlarca adet yurt sathına yaymak, halka ve aydınlara okutmak. Bu broşürün içinde kesinlikle çürük bilgi olmayacak, yalan ve iftira bulunmayacak, kin ve düşmanlığa yer verilmeyecektir. Sadece bilgilendirmek, aydınlatmak için hazırlanacak ve dağıtılacaktır. Bu hizmeti kim yaparsa, ülkemize, halkımıza, devletimize büyük bir hizmette bulunmuş olur. (Böyle hizmetler para kazanmak için yapılmaz. Dini imanı para olanlar heves etmesinler...)  Dönme olmak bir suç mudur? Elbette değildir. Dönmeler de bu vatanın çocuklarıdır. Ancaaaak!.. Onların da dikkat etmeleri ve uymaları gereken bazı kurallar ve maddeler vardır:
- Hem Müslüman görünüp hem de din ve dindarlara düşmanlık etmeyecekler.
- Müslümanları baskı altında tutmaya çalışmayacaklar.
- Ülkemizde gizli bir saltanat tesis etmeyecekler, Türkiye'yi bir Tekelistan yapmaya çalışmayacaklar.
- Ehil ve layık olmadıkları halde bütün köşebaşlarını ele geçirmeye çalışmayacaklar.
- İki kimlikli, garip, enteresan bir cemaat, bir azınlık olduklarını bilecekler ve kendilerini sınırlayacaklar, o sınırları aşmayacaklar.
- Türkiye'yi babalarının çiftliği gibi görmeyecekler.
- Demokrasiye, insan haklarına, hukuka, Müslümanların din ve inanç hürriyetlerine saygı gösterecekler.
Mehmed Şevket Eygi 
Devlet Onlarınmış!KİTAPLARININ büyük reklamı yapılan, romanları yabancı dillere çevrilen ve kısa zamanda hayli şöhret-i kâzibeye sahip olan bir yazarımızın Sabataycı olduğunu ilk defa Yalçın Küçük Aydınlık'ta yazdı. Küçük bu istihbaratı nereden elden ediyor, doğrusu merakımı mucib oluyor.
Her neyse işte bu ünlü Sabataycı romancı New York'ta biriyle konuşurken, Sabatay Sevi'nin dinine inanan Yahudilerin niçin Müslüman olduklarını şöyle anlatmış: Bizim bir devlete ihtiyacımız vardı. Önce Müslüman olduk ve uzun maceralardan sonra Türkiye'yi elimize geçirdik.
Yahudi Türk veya Sabataycı şunu demek istiyor: Yahudiler yirminci asırda iki devlet kurmuştur, biri Türkiye, öteki İsrail...
Cür'etin böylesine pes...
Bu devlet, Türkiye'de yaşayan ve Türkiye'yi vatan olarak benimseyip seven herkesin devletidir. Sabataycıların tekelciliği gülünçtür.
Türkiye devleti yeni kurulmuş bir devlet değildir, mâzisi Anadolu'da bin yıl ötesine dayanmaktadır. 1923'te kurulan, rejimdir, cumhuriyettir. Bu cumhuriyet de Sabataycıların değil, hepimizindir.
Türkiye'de birtakım egemen azınlıklar cumhuriyete sahip çıkmak perdesi altında onu kendi tekellerine almak, kendi emellerine hizmet ettirmek istiyorlar.
Sabataycılar (Tabiî ki, militan olanları) bu kafadadır. Farmasonlar da böyle tekelci bir zihniyet sergiliyorlar.
Peki bu ülkenin ezici çoğunluğunu teşkil eden Müslüman Türkiyeliler ne oluyor? Efendim, onlar ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, gerici, mürteci, parya, zencidir.
Tekelci egemen azınlıkların gözünde en büyük tehlike, çoğunluğun tam mânasıyla siyasî haklara kavuşması ve onların millî iradesinin ülke idaresinde son sözü söylemesidir.
Sabataycılar devleti kendi dinleri, ideolojileri; siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî ilkeleri ve emelleri ışığında idare etmek hak ve hürriyetine sahiptirler ama Müslümanların böyle bir hakkı yoktur. Niçin yoktur? Çünkü onlara göre İslâm dini bir Ortaçağ kurumudur, karanlıktır. Peki Sabataycıların kabbalistik felsefeleri, sahte Mesih İzmirli Sabatay Sevi ile ilgili mitolojik inançları, İstanbul'daki gizli sinagoglarda İbranî ve Ladino diliyle yaptıkları âyin ve ibadetler nedir? Bunlar tabu konulardır... "Biz bunları sizden öğreniyoruz..." gibi tiyatrolar ve daha ne numaralar.
Farmasonlar, Türk devletinin temel nizamlarını kendi inançları, itikadları, felsefeleri üzerine oturtmak için çalışırlarsa bu bir suç teşkil etmez, bir tehlike olmaz ama Müslümanlar çalışırsa en büyük suç olur.
Farmasonlara sorarsanız, kendileri en birinci ve âlâ Atatürkçüdür. Atatürk Mason localarını kapattırmıştı. Kemalist devrimlerin biri de budur. Masonluğu yasaklayan, yasadışı ilan eden bir inkılapçıyı nasıl sevebilir, benimseyebilir Masonlar? Mümkün müdür bu? Türkiye'de ne tiyatrolar oynanıyor...
Bazı militan, fanatik Sabataycıların Türkiye'yi ne kadar sevdiklerini görüyoruz. Adam bir bankanın dibini deliyor ve katrilyonluk bir serveti zimmetine geçiriyor. ABD'nin Boston şehrinde, Boğaz'da, dışta ve içte milyonlarca dolarlık kıymetli mülkler, villâlar, kâşaneler... Denizleri köpürte köpürte seyr eden şâhâne bir yat (İngiliz bandıralı imiş)... Milyonlarca dolar... Bu adama sorarsanız en büyük tehlike irticadır, dindar Müslümanlardır. Hani şu, Mason bir bakanı protesto ettiği için kırk küsur gün hapiste yatan onbeş yaşındaki başörtülü kız yok mu, işte o zavallı kızcağız ülkenin en tehlikeli mahlukudur.
Şimdi bütün militan Sabataycılar gece gündüz kulis yaparak varlığıyla iftihar ettikleri o sevgili dindaşlarını ve ırkdaşlarını kurtarmak için çırpınıyorlar.
Müslüman çoğunluk vergi ödesin, askerlik hizmetini yapsın, PKK kurşunlarıyla kimi evlatlarını şehid versin; tarlalarda tahıl ve sebze yetiştirsin, madenlerde çalışsın, bazen grizu patlaması sonunda ölsün; militan Sabataycılar, Farmasonlar, egemen azınlıklar da zevk ü sefa sürsün, yesin içsin...
Bir gazetede kurt bir Sabataycı İslâm'a, Müslümanlara verip veriştiriyor. Sakın ha, diyor, Müslümanlara tam bir hürriyet verilmez.

Çünkü onlara İngiltere'de, İsviçre'de olduğu gibi hürriyet verilir, demokratik haklar sağlanırsa ülkeye hâkim olurlar ve bizim egemen azınlık saltanatımızı yıkarlar... Vay canına! Ne felsefe, ne felsefe...
Adamlar dolaylı olarak şunu söylemek istiyor: Türkiye sizin değil, bizimdir. Egemenlik bizimdir, devlet bizimdir, Cumhuriyet bizimdir. Size bu topraklarda lütf edip yaşama hakkı tanıyoruz; çalışıp karnınızı doyurmanıza da bir şey dediğimiz yok. Lakin fazla ileri gidip de ülkeyi çoğunluğun millî iradesiyle yönetmeye kalkmayınız, size böyle bir şey için asla izin vermeyiz...
Yine şöyle diyorlar: Size din ve inanç hürriyeti de tanıyoruz. Ama onun da bir sınırı vardır. Din hürriyetiniz vardır ama başörtüsü hususunda ileri gitmeyiniz. Din hürriyeti vardır ama yaz tatillerinde on iki yaşından küçük çocuklarınıza din ve Kur'ân dersleri verdiremezsiniz. Biz size ne kadar din ve inanç hürriyeti veriyorsak, o kadarıyla yetinin ve fazla zırlamayın.
Ve ilâve ediyorlar: Derin devlet bizimdir ve en son sözü o söyler. Size kim dedi ki, çocuklarınızı okutup memur kadrolarına yerleştiriniz. Fazla ileri gittiniz. Kırk bin dindar memuru işten atacağız. Karısı başı örtülü olan valileri, kaymakamları işten çıkartacağız. İçki içmeyen, kadınların ellerini sıkmayan, namaz kılan herkes bize karşıdır...
Adamların tuzları kuru... İçlerinde bir tek fakir yok. Dünyanın en ünlü ve güçlü üniversitelerinde okumuş binlerce Sabataycı ve Farmason var. Şehir kültürüne sahipler, kimisi üç beş yabancı dil biliyor. Çevreleri var, tekelleri var... Zavallı çoğunluk... Terazinin bir kefesine bin militan Sabataycı ve Farmason konulsa, öbür kefesine ise bir milyon Müslüman halk konulsa, birinci kefe ağır basıyor.
Biz bu devleti, bu rejimi, bu tekeli sokakta bulmadık, ne zahmetlerle kurduk diyorlar, yıktırtmayız size diyorlar.
Yahu devleti yıkmak isteyen var mı? Biz Müslümanlar kendi ülkemizde tam bir hürriyet ve güven içinde yaşamak istiyoruz. Din, inanç, fikir ve inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti istiyoruz. Kendi öz yurdumuzda en az Sabataycılar ve Farmasonlar kadar hür olmak istiyoruz. Onlar kendi din ve ideolojilerini devlete ne kadar hâkim kılabiliyorsa biz de kendi kimliğimizi o derecede hâkim kılmak istiyoruz. Velhasıl tam bir demokrasi, tam bir hukuk, temel hak ve hürriyetlere tam hürmet ve riayet istiyoruz.
Hayır!.. Büyük yanılgı içindesiniz. Bu ülke, bu devlet, Türkiye sadece sizin değil, hepimizindir ve öncelikle Müslüman halkındır. Tekelciliği bırakın, boş hayalleri bırakın. Bugünkü imtiyazlı ve egemen durumunuzu ilelebed sürdüremezsiniz.

MEHMET ŞEVKET EYGİ                                                     
Yahudi Kürtler Makalesi İçin TIKLAYINIZ
Üç Sabataycı Bakan 
YİRMİNCİ asırdaki tanınmış Osmanlı devlet adamlarından biri de Selânik Dönmesi Câvid beydir. Cumhuriyet devrinde asılarak idam edilen bu zatın büyük bir maliyeci olduğu söylenir. Selanik Dönmeleri yâni Sabataycılar çocuklarına yüksek tahsil yaptırırlar, birkaç yabancı dil öğrenmesini sağlarlar. Sayıları azdır ama ağırlıkları, tesirleri büyüktür.

Türkiye'nin iflâs eden maliyesini ve ekonomisini düzeltmesi için Amerika'dan getirtilen ve kendisinden çok şeyler beklenen zat da Sabataycı cemaate mensuptur. Onların asıl âile adının Tobbias olduğu söyleniyor.

Şu anda kabinedeki Sabataycı bakan sayısı üçe çıkmış bulunuyor.
Yeni Sabataycı bakan çok zengin bir kimsedir. İsviçre'de şahane bir mülkü bulunduğunu duydum.
Ülkemizin çok önemli ve hayatî bir kurumunda 400 kadar Sabataycı eleman olduğu tesbit edilmiş.
Son haftalar içinde Türkiye'de siyasî ve iktisadî bir zelzele oldu. Şiddetli iktisadî ve mâlî kriz, birtakım sosyal patlamalara yol açabilir.

Sadece Türkiye'nin iç siyaseti değil, Ortadoğu da çok karışık. İsrail yüzünden bir savaş çıkması ihtimali var. Halkımız şaşkın ve perişan. Ticarethaneler, dükkanlar, atölyeler, fabrikalar kapanıyor. Krizden sonra bir milyona yakın kişi daha işsiz kaldı. Medya sektöründe kütle halinde işten çıkartmalar var. Ben bu satırları yazarken, işsiz gazeteci ve televizyoncuların sayısı beş bine yaklaşmış bulunuyor.

Ülke allak bullak oldu. Gazete ve televizyonlardan hadiselerin içyüzlerini öğrenemediğim için İnternetteki haber sitelerine bakıyorum. Korkunç, akıl almaz açıklamalar, ifşalar, iddialar var. Türkiye soyulmuş, soyuluyor. Eskiden klasik eşkıya ve haydutlar vardı. Yol keserler, banka basarlar ve silahlı soygun yaparlardı. Şimdi öyle olmuyor. Eşkıya lüks kostümlü, kravatlı, unvanlı, anlı şanlı, makamlı. Bunlara kolay kolay bir şey yapılamıyor.

Yıllardan beri devleti, milleti, ülkeyi soyan haydutlar tam teşkilatlı bir çete kurmuşlar. Banka hortumlaması, uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, hayalî ihracat, kredi yolsuzlukları; faiz, repo, borsa oyun ve dalavereleri... Birtakım işlerden yüzde on komisyon alarak yıllardan beri yekûn olarak milyarlarca dolar vurmuşlardır.

İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bu işlerin üzerine sonuna kadar gitmek istiyor. İstiyor ama gidebilecek mi? Şimdi bütün hırsızlar, soyguncular, haramiler, vurguncular, hortumlayıcılar, eşkıya, mafya onu devirmek için çalışıyor.

Cumhurbaşkanımız partisiz, siyasî geçmişi olmayan bir hukuk adamı. Halkın ümidi onda. Cumhuriyet tarihinin halk tarafından en fazla tutulan, sevilen, desteklenen devlet başkanı Ahmet Necdet Sezer'dir. Bütün sivil kuruluşların onu tutması, desteklemesi gerekiyor.

Devleti, ülkeyi, milleti soyanlar öyle kolay kolay pes etmezler. Milyarlarca dolarlık avantaları, menfaatleri bırakamazlar. "Bu kadar vurduk, artık yeter" demeyeceklerdir.Ülkemizde elli bin dolara kiralık katil tutularak adam bile öldürülüyormuş... Pisliklerin ancak binde biri ortaya çıkartılmış ve adalete intikal etmiştir. Henüz açığa çıkarılmayan, soruşturma konusu yapılmayan soygunlar için milyonlarca vatandaşın yasal sınırlar içinde harekete geçmesi gerekiyor. Birtakım büyük, saygın, güçlü soyguncuların yakalarına yapışmaya, onları mahkeme huzuruna çıkartmaya yeterli kuvvet yoktur.

Cumhurbaşkanı bu konulardan bahsedince kendisine neler yapıldı gördük. Çok terbiyesizce ve küstahça hareket edildi, yüzüne karşı "Nankör kedi" bile dendi. Bir ülkede namuslu, şerefli, doğru vatandaşlar en az namussuzlar, haydutlar, kötüler kadar cesur, gözükara ve atılgan olmazlarsa o memlekette sabah olmaz.

Kayın biraderler, bacanaklar, kaynanalar, kardeşler, eşler, canlar, ciğerler var. Akıllara durgunluk verecek servetler edinmiştir bunlar. Yalılar, köşkler, villalar, yazlıklar, şahane yatlar, krallarınki gibi arabalar, milyarlarca dolar, öze jet uçakları. Sefahat mekânlarında su gibi harcanan para... Fransa'ya özel uçakla giderek kumar oynamak... Daha neler neler.

Bu adamlar ne diyor? Başörtüsü rejim için büyük tehlike ve tehditmiş. Atatürkçülük'ten tâviz verilemezmiş. Ortaçağ zihniyeti kol geziyormuş.

Bu adamlar mı Atatürkçü?..Maalesef birtakım İslâmcı, milliyetçi, Türkçü kişi ve zümreler de kokuşmaya, pisliğe bulaşmışlardır. Onlar içinde de yüzde on komisyon alan eşkıya ve haşarat vardır. Dilerim Allah'tan dosyaları da dürülsün, yaptıkları açığa çıksın.
Tabiî ki, samimî Müslümanları, temiz dâva adamlarını, idealist ve pak milliyetçi ve Türkçüleri tenzih ediyorum, kendilerine selâm ve hürmetlerimi sunuyorum. Onlara bir sözüm yok.

Dış dünyadan yirmi beş milyar dolar yardım gelecekmiş. Haydutlar, soyguncular, eşkıya, mafya şimdi ellerini uğuşturuyor. Yirmi beş milyarın acaba ne kadarını yiyecekler, vuracaklar, hortumlayacaklar.
Son devalüasyonla Türkiye bir gecede yüzde kırk fakirleşti. Miktarı az zamları beğenmeyen memurlar ve işçiler geriye gittiler. Kuyumculara her gün yüzlerce kederli kadın gelerek bileziğini paraya tahvil etmek istiyormuş. Para nerede ki, kuyumcu verebilsin.

Böyle giderse Türkiye'de kıtlık ve açlık bile olabilir.Kötü idare, talancılık tarımı, hayvancılığı, sanayii, üretimi, ihracatı, her şeyi çökertti. Krizden bir gün önce Merkez Bankası'ndan üç milyar dolardan fazla para verilmiş birilerine. Bir günde bir milyar dolardan fazla kazandılar. Millet kan ağlıyor, vurguncuların ağızları kulaklarında. Allah belâlarını versin.

Gerçekten milletin temsilcisi olan, millî iradeye bağlı bulunan temiz bir uzlaşma hükümeti kurulsa, kimsenin gözünün yaşına bakmasa ve ülkeyi kurtarmak, pisliği temizlemek, vatan haînlerini cezalandırmak hususunda son derece kararlı, cesur, tâvizsiz bir siyaset ve icraatla ülkeyi, devleti, halkı selamete çıkartsa... Allah'tan ümit kesilmez.

Mehmet Şevket Eygi - Milli Gazete 06/03/2001                
M.Ş.Eygi’yi Tenkit Eden Makale İçin Tıklayınız
Beş Bin Militan SabataycıOSMANLI İmparatorluğu'nun Adriyatik sahillerindeki küçük Ülgün şehrinde, sürgün edilmiş yalnız bir adam olarak 1676'da ölen ve bugün mezarı bile bilinmeyen İzmirli Sabatay Sevi, modern Türkiye'ye dolaylı olarak damgasını vurmuş önemli bir tarihî şahsiyettir. Çünkü onun doktrinine bağlı olan iki kimlikli Yahudi Türkler, yahut Sabataycılar, yahut da Selânik Dönmeleri, 1908 İkinci Meşrutiyet inkılabından bu yana ülkemizde gizli, esrarlı, güçlü bir saltanat kurmuşlar ve iradelerini nice önemli kuruma hâkim kılmışlardır.

Türkiye'deki militan, fanatik, hırslı, zorlamacı, direten, dediğim dedik zihniyetli Sabataycıların sayısı kaç kişidir? Bence onlar beş bin kişi kadardır. Kelle sayısı itibarıyla az olan bu grup tahsil, kültür, nüfuz, güç, vasıf, tesir bakımından büyük bir ağırlığa sahiptir. Bunların çoğu Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil bilen, şehir kültür ve görgüsüne sahip, zeki, kurnaz, (en geniş mânâsıyla) politikacı vatandaşlardır. "Büyük satranç" oyununda onlarla başetmek kolay değildir.

Bugünkü dünyada medya birinci güç haline gelmiştir. Bizde Sabataycılar medyanın hemen hemen yarısına, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hakimdirler. Televizyondan önce de sinema ve film sektöründe tekel kurmuşlardı. Üniversitelerde, büyük hukuk kuruluşlarında, dev finans ve iktisat teşekküllerinde, topluma yön veren önemli mevkilerde, hariciyede ve daha nice önemli ve hayatî kurumlarda köşebaşlarını tutmuşlardır.

Birkaç bin Sabataycı ülkenin yağını, balını, kaymağını yemekte; çok lüks, çok rahat, çok şaşaalı bir hayat sürmektedir. Gazete ve televizyonlarında siyasî iktidarlara akıl hocalığı yapan, İslâm'la ve dindar Müslümanlarla savaşan bir Sabataycının, İngiliz bayrağı taşıyan ve milyonlarca dolar kıymete sahip bulunan lüks ve şahane bir yatı vardır. Amerika'da, Boğaziçi'nde, başka yerlerde her biri milyonlarca dolar eden villaları, kâşâneleri, mülkleri vardır.

Geçim sıkıntısı çeken, evlâtlarını okutmakta zorlanan bir tek militan Sabataycı göremezsiniz. Hepsinin tuzları kurudur. Militan Sabataycılar bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti severler mi? Elbette kendilerine göre severler. Bir mandracının ineklerini ve mandrasını sevdiği gibi severler.

Ünlü bir Sabataycı bir bankayı ele geçirdi, onun dibini delerek bir katrilyona yakın parayı hortumladı. Türkiye'yi; bu ülkeyi, bu milleti, bu halkı gerektiği gibi ve hakkıyla sevmiş olsaydı böyle yapabilir miydi?

Militan Sabataycılar 70'li yıllarda başlayan islâmî hareketi kendileri için büyük bir tehlike olarak gördüler ve tedbirlerini aldılar. Bin türlü entrika ile İslâmcıların içine ajanlar ve casuslar sokarak, bir takım ahlâksız ve karaktersiz adamları manipüle ederek islâmî hareketi kirlettirdiler, çürüttüler; Sabataycı güce alternatif olmaktan çıkarttılar.

İslâmî hareketi bitirdikten sonra şimdi Milliyetçi ve Türkçü hareketi çürütmek için sinsî planlar tatbik ediyorlar.

Sabataycıların en güçlü tarafı bilinmemeleri, gizlilikleriydi. Birkaç aydan beri bu bilinmezlik, gizlilik, esrar perdesi aralanmaya başlamıştır. Bundan dolayı çok ama çok tedirgindirler. Sahte, iğreti bir Türk kimliği ile İslâm, Şeriat, dindar kesime düşmanlık yapmak oldukça kolaydır ama gerçek kimliklerinin Yahudilik olduğu anlaşılınca işleri zorlaşacak, büyük bir muhalefetle karşılaşacaklardır.

Ülkemizdeki birkaç bin militan Sabataycının bu kadar güçlü olmasının ana sebeplerinden biri de, ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların kırsal kesim, gecekondu, varoş, köylü, taşra zihniyet ve kültürüne sahip olmasıdır. Sabataycıların derin devlet üzerindeki tesir ve nüfuzları ne kadardır? Bu hususta kesin bir söz söyleyecek, hüküm verecek durumda değilim.

Sabataycılar ülkemizdeki statükonun devam etmesini istiyorlar mı? Bundan en ufak bir şüphe yoktur.
Ülkemizde tam bir demokrasinin olmasını, hukukun üstünlüğü sisteminin uygulanmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet edilmesini samimî olarak istiyorlar mı? Onlar bunları asla istemezler.

Sabataycılar Müslümanların arasına sızmışlar, ajanlar sokmuşlar mıdır? Elbette sızmışlardır. Büyük Bektaşî dedelerinden biri Sabataycı idi. Melamilerin bozuk kolu Sabataycılar tarafından idare edilmektedir. Mevlevî tarikatına da girmişlerdir. Hakikî Mevlevileri tenzih ederim ama, şu anda rakı içen, karı ve kızlara erkeklerle birlikte sema yaptıran adamlar vardır.

Militan Sabataycılar evrensel ahlâk prensiplerine uyarlar mı? Maalesef uymazlar, son banka rezaleti bu konuda ibret verici bir örnektir. Kendi içlerinde, kendi vakıf ve müesseselerinde bile büyük yolsuzluklar, hortumlamalar olmaktadır. Çoğunun dini imanı paradır.

Sabataycılık konusunu işlediğim, bu iki kimlikli cemaati açığa çıkartmak istediğim için birtakım yazarlar beni engizisyonculukla, din mahkemesi kurmakla, ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar. Bunlar boş telâşlar ve iftiralardır. Gizli olan bir cemaate ışık tutmak, iki kimlikli ve çok güçlü bir lobiden bahsetmek ne ahlâken, ne de kanunen suçtur. Onlar benim dinime, şeriatıma, mensubu bulunduğum dindar kitleye savaş açacaklar, hakaretler ve tehditler yağdıracaklar; onların yüzünden on milyonlarca Müslüman vatandaş bu memlekette korku ve güvensizlik içinde titreyecek, bir sürü baskı ve zulüm yapılacak; onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğu kırk günden fazla zindanda tutulacak ve ben bu adamları açığa çıkartmak için çalışırsam yaptığım engizisyon olacak... Yağma yok!
                                                                                                                                         Sabataycılardan ne istiyoruz:

1. İki kimlikli olmaktan vazgeçmelerini istiyoruz. Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünmeleri bizim hukukumuza bir tecavüzdür. Yahudiliklerini açıkça ilan etsinler.
2. İslâm'a, Müslümanlara açmış oldukları gayr-i meşru savaşı durdurmalarını istiyoruz.
3. Türkiye'yi ülke, halk ve devlet olarak samimî bir şekilde sevmelerini ve korumalarını, yücelmesi için çalışmalarını istiyoruz.
4. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülkeyi ve delveti tekellerine almak, kendi cemaat iradelerini millî iradenin üzerinde görmek, tarihî devamlılığa ters düşen bir tarihî ârızanın sürmesi için çalışmak, millî kimliği erozyona uğratmak, ülke üzerinde gizli bir saltanat ve hükümranlık kurmak gibi emellerden vazgeçmelerini istiyoruz.

Büyük ölçüde onların hırsları yüzünden bu ülkede on milyonlarca Müslüman çoğunluk hürriyetsizlik, güvensizlik, baskı, korku, eziyet, zulüm içinde yaşıyor. Bu hal böyle devam edemez. Her kemâlin bir zevâli vardır. 1924 mübadelesine kadar ülkemizde milyonlarca Rum yaşıyordu. Yanlış ata oynadıkları için bu topraklarda varolma hakkını yitirdiler. İyonya ve Pontus Rumları Türkleri, Müslümanları, Osmanlı Devleti'ni desteklemiş olsalardı, işgalci Yunan kuvvetlerine Türklerle ve Müslümanlarla birlikte karşı çıkmış olsalardı; İzmir metropoliti Hrisostomos işgal kuvvetlerini takdis etmemiş olsaydı onlar Türkiye'de var olacaklardı. Tarihten ibret almak gerekir.

(TARİH ve DÜŞÜNCE dergisi Kasım 2000 tarihli 13'üncü sayısında Sabataycılarla ilgili önemli makalelere, röportajlara, belgelere yer vermiştir. Tebrik ve tavsiye ederim. Tel: (0.212) 511 75 00)

Mehmet Şevket Eygi                                                
YAHUDİ OLMAK İSTEYEN SABATAİST (Yahudi Olmak İsteyen Sâbık Başbakan Mahdumu)
ILGAZ Zorlu bey, mahkemeye müracaat ederek Sabataycı olduğunu, nüfus hüviyet kartındaki "Dini: İslâm" kaydının gerçeği aksettirmediğini, Musevi olduğunu beyan ederek Mahkemeye müracaat etmiş, mahkeme onun iddia ve isteğini kabul ederek resmî kayıtlara Musevî olarak yazılmasına karar vermişti. Hahambaşılık mahkemenin bu isteğine direnememiş ve Zorlu'yu cemaat üyeleri arasına kaydetmişti. Böylece 350 yıllık Dönmelik-Sabataycılık tarihinde ilk defa olarak bir Dönme iki kimlikli olmaktan çıkıyor ve Sinagoğun çatısı altındaki yerini alıyordu.

Bu hikayeyi biliyorsunuz. Ben size, bilmediğiniz bir hususu arz etmek istiyorum. Ilgaz Zorlu'nun Musevî oluşundan dolayı çok heyecanlanan ve o tarihte ABD'de bulunan, eski başbakanlardan birinin oğlu "Biz de aslen Yahudiyiz. Ben de Zorlu gibi resmen Musevî olacağım" demiş. Lakin o, Zorlu gibi Türk mahkemesinden karar çıkartarak değil, ABD'deki bir sinagoga gidip kaydını yaptırarak gerçek kimliğine dönmek niyetindeymiş. Eski başbakanlardan birinin oğlunun bu istek ve kararı Türkiye Yahudi ileri gelenleri üzerinde soğuk bir duş tesiri yapmış. Hahambaşılıktaki önemli bir şahsiyet "Bu adam böyle bir iş yaparsa biz Türkiye Musevileri mahv oluruz, hepimizi buradan sürerler..." diyerek telaş ve heyecanını dile getirmiş. Eski başbakan da, "Aman oğlum ne yapıyorsun, sen aklını mı kaçırdın? Otur oturduğun yerde..." diyerek mahdumunu frenlemiş.

Mankenlerin, şarkıcı ve türkücülerin yatak odaları hikayelerini bile tafsilatıyla (ayrıntılarıyla) sayfalarına geçiren büyük basınımız nedense Sabataycılıktan ve Sabataycılardan hiç bahs etmez. Halbuki Sabataycılar ve "Benzeme benzet" prensibi gereğince kendilerine benzetmiş oldukları zümre ülkemizin en güçlü lobisidir.

Sabataycılık hakkında son yıllarda en güçlü kitapları profesör Yalçın Küçük yazıp yayınladı. Dördüncü kitabını hazırlıyordu ki, üniversitedeki işinden atıldı. Bin sayfa kadar olacağı tahmin edilen bu dördüncü kitabını sonbaharda piyasaya çıkartmayı düşünüyordu. İnşaallah herhangi bir aksaklık olmaz.

Evrensel ve temel insan haklarından biri de "Bilgilenmek, aydınlanmaktır." Sabataycılık ülkemizin en büyük gücü, Sabataycılar Türkiye'nin en güçlü lobisi... O halde halkımızın, aydınların, gençliğin, seçmenlerin bu konuda bilgi sahibi olmaya hakları vardır. Futbol ve diğer spor faaliyetleri hakkında her gün sayfalar dolusu resim ve haber veren gazetelerimiz niçin bu konuyu işlemiyorlar? Hangi irade halkımızın bu konuda bilgilenmesini engelliyor?

Sabataycılığı ve Sabataycıları yazmak ayıp mıdır, suç mudur, ahlâka ve kanuna aykırı bir fiil midir? Değildir. O halde bu suskunluğun, bu sessizliğin, bu tabunun mânası nedir?

Bazıları "Efendim, antisemitizm ırkçılıktır, kötüdür..." diyeceklerdir. Sabataycılık ve Sabataycılar konusunu işlemekle antisemitizm arasında bir bağ yoktur ki. Sabataycılık nedir, Sabataycılar kimlerdir, Türkiye'deki sayıları ve güçleri nedir, şimdiye kadar neler yapmışlardır; ülkedeki sosyal, siyasî, kültürel, iktisadî, ahlâkî krizde rolleri ve tesirleri ne kadardır, yakın tarihimizdeki ihtilal, darbe, yenilik, inkılap hareketlerinde ne gibi roller oynamışlardır, felsefe ve doktrinleri nelerdir, Türkiye'yi nereye götürüyorlar?... Bunları incelemek antisemitizm olur mu?

Sabataycılar kendilerine "Mâmin" (Mü'min) derler; Müslümanlara da "Acı Soğan" dediklerini duydum.Musevîlere de iyi gözle bakmazlar. Türkiye'de, Sabataycılık ve Sabataycılar konusunda çok yoğun bir cehalet ve karanlık vardır.Bu cahillik ve karanlık ancak bilgi ışıklarıyla giderilebilir.

Bütün Sabataycıları, bir tarağın dişleri gibi aynı yapıda ve eşit sanmak büyük bir yanlıştır. Onlar homojen değil, heterojen bir yapıya sahiptir. Kendi aralarında klanları, aşiretleri, mezhepleri, ihtilafları bulunmaktadır. Üsküdar Bülbülderesi Mezarlığı'nda bile Karakaşların, Yakubîlerin, Kapancıların yerleri ayrıdır.

Son derece militan, fanatik, jakoben, muhteris, aşırı Sabataycılar olduğu gibi ılımlı, yumuşak, orta yolda gidenleri de vardır. Sabataycılar işçilik, çiftçilik, küçük esnaflık, işportacılık, küçük memurluk yapmazlar. Onlar hep yükseklerdedir. Köşebaşlarını işgal ederler. Tayfa takımının, makinistlerin, gemi işçilerinin onlardan olmaması sakıncalı değildir ama kaptanlar Sabataycı olmalıdır.

Türkiye'deki vahim krizler, ârızalar, yanlışlıklar bir türlü çözüme kavuşturulamıyor. Çünkü birtakım çok güçlü ve kudretli Sabataycılar çözümden yana değil, çözümsüzlükten yanadır. Niçin? Büyük fikir adamlarımızın, büyük akademisyenlerimizin, büyük beyinlerimizin bu sorunun cevabını aramaları ve halka bildirmeleri gerekmez mi?

Devlet Arşivimizdeki Sabatay Sevi ile ilgili belgeler ve dosyalar niçin yok edilmiştir? Gerschom Scholem dosya numarası vererek bu hususa parmak basıyor da bizde bir profesör veya araştırıcı bu konuyu niçin incelemiyor?

Sabataycıların YÖK'te, üniversitelerde ağırlığı, tesiri, rolü nedir?
Sabataycılar'ın "benzettikleri" kimlerdir? Türkiye'de kaç kişidirler? Gayeleri, hedefleri, plan ve programları nelerdir?
Bazı İslâmcı yazarlar "Sabataycılar madem ki, 'Biz Müslümanız' diyorlar, onların bu beyanlarına hüsn-i zan etmemiz gerekir" şeklinde bir mantık yürütüyor ve konuyu meskûtün anh geçiyorlar (susuyorlar), Onların bu sessizliği ve pasifliği doğru mudur?
İslâmî hareket ve siyasi İslâm ile Sabataycıların arası nasıldır? Müslümanlar içinde ajanları, casusları, elemanları bulunmakta mıdır? AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ile Sabataycılar arasında bir takım gizli görüşmeler, anlaşmalar olmuş mudur?
Türkiye'deki büyük sermayenin, servetin kaçta kaçı Sabataycıların elinde ve kontrolundadır?
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbe, ihtilal ve hareketlerinde Sabataycıların tesiri, rolü, gücü, tuzu biberi var mıdır, ne kadardır?
Sabataycılar Türkiye'deki saltanat ve hakimiyetlerini devam ettirmek için ne gibi bir strateji, plan program uygulamaktadır?
Bütün bu soruları incelemek, cevaplandırmaya çalışmak, bu konuda halkı bilgilendirmek asla antisemitizm olmaz.
Müslüman ve milliyetçi kesimde binlerce profesör, yazar, fikir adamı bulunuyor. Bunlardan, yeterli sayıda güçlü, ehil, ciddî araştırıcı bu konuları incelemekle mükelleftir. "Efendim, bu konuları araştıran, bu sorulara cevap arayan kimselerin başına kiremit düşebilir. Bunlar netameli şeylerdir..." Haysiyetli, vatansever, cesur ilim ve fikir adamları böyle bahanelerin arkasına sığınarak vazifeden kaçmazlar. Sabataycılık ve Sabataycılar meselesi yadınlığa kavuşmadan Türkiye selamete çıkmaz.
Dönmeler ve Dönmeleşmişler(1) Sabataycıların on sekiz maddelik gizli protokollarının bir maddesinde “Benzeme, benzet” yazılıdır. Onlar bu maddeyi uzun zamandan beri hayata uygulamış ve hayli Müslümanı kendilerine benzetmiştir. Binaenaleyh, bugün Türkiye’de gerçek Dönmelerin yanında, Dönmeleştirilmiş, Dönmelere benzetilmiş Müslümanların ve Türklerin sayısı az değildir.
(2) Dönmeler, Müslümanlardan çok önce medyanın, sinemanın, televizyonun, basının gücünü anlamış ve bu sahada bir imparatorluk kurmuşlardır. 1930’larda Dönme İpekçi ailesi Türkiye’de sinemayı kontrolu altına almıştı. O zaman televizyon yoktu ve sinema halk yığınlarının, gençliğinin birinci eğlencesiydi. Günümüzde de büyük medyada Dönmelerin ve Dönmeleştirilmişlerin gücü, tesiri, ağırlığı büyüktür.
(3) Dönmelerin laiklik anlayışı kendilerine mahsus, nev’i şahsına münhasır (sui generis) bir laikliktir. Dönme laikliğini, Fransız lakliği ile bir tutmak büyük bir yanılgıdır. Fransa’da din ile devlet (Alsas Loren bölgesi dışında) birbirinden tamamen ayrılmıştır. Dönme laikliğinde ise din–devlet birliği vardır. Lakin bu birlik bir uyum birliği değildir.         
(4) Dönmeler eğitime, üniversiteye çok önem verirler. Kendilerinin Dönme okulları ve üniversiteleri bulunduğu gibi, “Benzeme, benzet” prensibi uyarınca genel eğitim sistemine ve üniversitelere de damgalarını vurmuşlardır.
(5) Her değerin, her şeyin istismar ve istihdam edildiği Türkiye’de Atatürk’ü, Kemalizmi en fazla Dönmeler kullanmaktadır.
(6) Demokrasi, insan hakları, eşitlik, hukuk, adalet Dönmeler ve Dönmeleştirilmişler içindir.
(7) Dönmeler, çeşitli tarihî ârızalar ve kazalar yüzünden çok kolay bir şekilde elde etmiş oldukları bitakım büyük kazançları, imtiyazları, menfaatleri, tekelleri kolayca bırakmak temayülünde (eğiliminde) değildirler. Direniyorlar, direneceklerdir.
(8) Dönmeler homojen bir yapıya sahip değildir. Asırlardan beri aralarında rekabet, çekişme, ittifaksızlık mevcuttur. Bugün de bazı önemli, güçlü, ünlü Dönmeler birbiriyle kıyasıya bir mücadele içindedir. Müslümanlar bu çekişmeleri seyrediyorlar, fakat binde dokuz yüz doksan dokuzu ne olduğunu, ne gibi dolaplar döndüğünü anlamıyor.
(9) Dönmeler İslâmî hareketin içine sızmışlar, ajan provokatörlerini sokmuşlardır; birtakım islâmî cemaatleri manipüle etmektedirler. Büyük bir dinî cemaatin gerek Dönmeler, gerekse Yahudiler ve İsrail tarafından parasal destek aldığına dair ciddî rivayetler vardır. Ülkemizin çok zengin bir Dönmesi dinî bir cemaate ayda on bin dolar yardım yapıyor. Niçin yapıyor? Her halde İslâm’ı sevdiği, Müslümanların kara gözlerine âşık olduğu için değil!
(10) Türkiye’de Dönmeler ve Dönmeleştirilmişler şehir kültürü ve zihniyetine sahiptir. İslâmî hareket ise genellikle kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra zihniyetine saplanıp kalmıştır. Bu eşitsizlik ile Müslümanların Dönme tahakkümünden kurtulup hürleşmeleri, izzet bulmaları mümkün değildir.
(11) Dönmeler, kendileri için tehlike ve tehdit olarak gördükleri şahıslara, zümrelere karşı son derece insafsız ve merhametsizdir. Onlarda Müslümanlardaki toleransın binde biri yoktur.
(12) Gerçek demokrasi Dönmelerin ve Dönmeleştirilmişlerin menfaatlerine, ideallerine, ideolojilerine uymaz. Onlar demokrasiye, insan haklarına, hukuka sınırlar çizmişlerdir. Bu sınırları aşanlar ağır şekilde çarpılır, cezalandırılır.
(13) Dönmelerin ve Dönmeleştirilmişlerin hayalî bir gündemleri vardır. Onlar halk yığınlarını, gençliği, okur–yazarları bu hayalî ve bulutlar üstü gündem maddeleriyle oyalar, uyutur, sersemletir. Derviş ne yaptı, ne yapacak?.. İsmail Cem ne yapıyor, nereye koşuyor?.. gibi konu ve dedikodularla on milyonlarca vatandaşı meşgul edip dururlar. Arada Türkiye batmaya devam eder, soygunlar gece gündüz sürer, çöküntü ve dağılma korkunç boyutlara ulaşır. Umurlarında bile değildir.
(14) Ne kadar ehliyetli, uzman, yararlı, hizmet etmeye istidatlı olursa olsun Dönmelerin ve Dönmeleşmişlerin gözüne girmemiş, dümen suyundan gitmeyen, emel ve menfaatlerine âlet olmayan vatansever, güçlü, lüzumlu şahsiyetlerden bahsedilmez, onlar gündem konuları içine alınmaz.
(15) İslâmî kesimde bazı adamlar yularlarını Dönmelerin ve Dönmeleşmişlerin eline vermiş bulunmaktadır. Bu hususta fazla ve açık yazmıyorum, lütfen ne demek istediğimi iyi düşününüz.
(16) Dönmeler ve Dönmeleşmişler, samimî Müslümanları cahillikle terbiye etmektedir. Dindar, takvalı, zâhid Müslümanların okumalarını, yüksek ve parlak tahsil yapmalarını asla istemezler.
(17) İslâmî kesimdeki ahlâksız, şerefsiz, namussuz, alçak din sömürücüleri, bilerek veya bilmeyerek Dönmelerin ekmeğine yağ sürmektedir. Din sömürücüleri; İslâm dâvasını ve Müslümanları satmıştır. Din sömürücülerinin dini imanı para ve menfaat, putları nefs-i emmareleridir. Onlar riyaset, makam, mevki, servet, ün, alkış için yanıp tutuşmaktadır. Böyle haşarattan ne bu ülkeye, ne bu millete, ne bu devlete, ne de Din-i Mübin-i İslâm’a bir hayır gelir.
(18) Devlete ve Cumhuriyete en büyük zararı militan ve fanatik Dönmeler ve Dönmeleşmişler vermektedir. Demokrasinin, insan haklarının, hukukun, adaletin önündeki en büyük engel onlardır.
(19) Militan Dönmeler ve Dönmeleşmişler İslâm dininde reform yapılmasını istemektedir. Mensubu olmadıkları bir dinin iç işlerine ne hakla karışıyorlar? Dinle ilgili konular Müslümanları ilgilendirir. Namazın ve Ezanın Türkçe kılınıp okunması onların karışabileceği bir mesele değildir.
(20) Dönmeler ve Dönmeleşmişler, Türkiye’nin en güçlü ve tesirli lobisi olarak, eserlerini seyr etsinler. Siyaset, iktisat, kültür, medya, finans, ziraat, sanayi, eğitim, üniversite sahalarındaki büyük yozlaşma, büyük çöküntü, büyük yıkım onların eseridir. Türkiye’nin bugünkü manzarası karşısında iftihar edebilirler mi?
(21) Dönmeler halkın büyük kısmını eğitim ve propaganda ile kendilerine benzeterek Türkiye üzerindeki emperyalist, tekelci, sömürgeci tahakkümlerini sağlama bağlamak, ilelebed devam ettirmek istiyorlar. Onların son büyük planı ve stratejisi budur.

Ilgaz Zorlu'nun Zor Mücadelesi

Aşağıdaki röportajda yer alan Fatma Arığ, Terakki Vakfı Başkanı Haluk Arığ’ın eşi. Haluk Arığ ve Vakfı, Ilgaz Zorlu’yu Şişli Terakki Yolsuzluğu diye bilinen açıklamalarından dolayı mahkemeye veriyor; iki yıl öncesinin parasıyla 50 milyarlık tazminat davası açıyorlar ve ayrıca ceza davası da açılıyor. Haluk Arığ’ın, Ilgaz Zorlu Şişli Terakki için "cemaat okuludur" demesine çok kızmış ve Şişli Terakki’nin de, benim de Sabetaycılıkla hiç bir ilgim yoktur diyor. Önce röportajdan bir bölüm okuyalım ve sonra devam edeceğiz :
"Fatma Arığ 1949 yılında İstanbul'da doğar. Annesi ve babası, Selanikli dönme cemaatinin Kapancılar grubundan. Annesi Güzin Hanım'ın ailesi, Balkan Savaşı'ndan (1912-13) sonra İzmir'e göç etmiştir. Güzin Hanım 1922 İzmir doğumludur. Fatma Arığ'ın babası İsmail Dural, (…) İsmail Bey’in ailesi 1924 yılında İstanbul'a geldiğinde, İsmail Dural 12 yaşındadır.
(…)
Çocukluğumda ailem tamamen red havasındaydı. Bakıyorum, eniştem oruç tutuyor ama Ramazan ayı değil. Sorunca, 'üç ayları karşılıyor' diyorlar. Sonra Ramazan geliyor, aynı adam oruç tutmuyor. Yıllar sonra, bu orucun Yahudilikten gelen bir kuzu yeme yasağı öncesi orucu olduğunu anlıyorum. Tam bir azınlık psikolojisi olarak, sosyal dayanışma bizim ailede de devam ediyordu. Kötü gün dediğinizde, bir bakıyorsunuz o grup tamamen bir arada. O dayanışmayı bana nasıl açıklayacak? 'Onlar benim can arkadaşlarım.' Tamam, can arkadaşların ama tesadüf değil bu. Bir de anlayamadığım espriler vardı. Küçükken annemin yatağına kaçtığımda, anneannem benim boş kalan yatağımın, 'Osman Baba'nın yatağı' olduğunu söylerdi. Ben de birşey anlamazdım. Sonradan, Sabetay Sevi'den sonra Osman Baba adında bir mesih beklendiği için, evlerde bir yatak boş tutulduğunu ve başında daima bir kandil yandığını öğrendim. Bizde böyle bir yatağın ancak esprisi kalmıştı. Benim büyükannem ve büyükbabamın nesli, bu kimliğin bütün kurallarını ve vecibelerini yerine getirmişler. Şimdi ben bunu nasıl yok varsayabilirim?
(…)
Anneannemin niye namaz kılmadığını sorguladığımda hep, 'biz Atatürkçüyüz' cevabını aldım. Yani bu grup, Atatürk'ün arkasına sığınmış, laiklik kavramı kendilerini de rahatlatan bir kavram olduğu için, topluma karşı kendilerini 'Selanikli/dönme' değil, 'Atatürkçü/laik' diye tanıtarak bu külfetten kurtulmaya çalışmışlar. Sorduğum zaman rahatsız edici olduğumun farkındaydım. 'Ne demek efendim, bazısı İstanbul'da doğar bazısı Selanik'te, bizim başka hiçbir farklılığımız yoktur. Biz Müslümanız, ama modern ve Atatürkçüyüz' diyorlardı. "
( Leyla Neyzi’nin Gazete Pazar’da çıkan ve Şişli Terakki Davaları kitabında yer alan söyleşisinden bir bölüm)
Bu röportajı yapan Leyla Neyzi de Sabetaycı kökenden gelen ama Sabetaycılık hakkında yazılar yazan bir öğretim üyesi. Terakki Vakfı Sitesi’ne gidip baktığımız zaman Fatma Hanım’ın da 1968 Şişli Terakki mezunu olduğunu görüyoruz.

Okulun kurucusu Şemsi Efendi (gerçek adıyla Şimon Zvi) Ilgaz Zorlu’nun anne tarafından dedesi oluyor. Zorlu, aile büyüğünün kurduğu okulun cemaat okulu olduğunu ispata çalışıyor ve okulun mülklerinin Dinç Bilgin ve Bilgi Üniversitesi’yle Medyakronik’in sahibine birlikte ünlü emlakçı Nevzat Ak vasıtasıyla peşkeş çekildiğini söylüyor. Nevzat Ak, orman arazilerini Demirel’in kardeşlerine peşkeş çekiyor, sonra Özer Çiller’le birlikte arazi yolsuzlukları yapıyor ve şu anda cezaevinde. Bu yolsuzluk ekibi ayrıca Şişli Terakki Mezunları Derneği Başkanı Yetkin Gürsel’i de hedef almış durumda.

Vakıf Başkanı Haluk Arığ aynı zamanda, Sabah Gazetesi’nde çalışıyor yani gazete elden gidene kadar Dinç Bilgin’in maaşlı elemanı ve peşkeşi patronuna yapıyor. Terakki Vakfı
Mütevelli Heyeti Başkanı olan kişi de tesadüf (!) Dinç Bilgin’in sağ kolu Zafer Mutlu’nun babası. Etibank Yolsuzluğu’nda kör, sağır ve dilsizi oynayan Medyakronik’in yani Ümit Kıvanç’ın babası Halit Kıvanç da, THK Yayını olarak çıkan Sabiha Gökçen kitabını yazmış. Murat Belge’nin (Belge de Bilgi Üniversitesi’nde ) ekibinden olan Ümit Kıvanç, İletişim’in sahibi Silah Tüccarı Osman Kavala’nın da çalışanıdır. Osman Kavala’nın babası da oğlu gibi Şişli Terakki mezunu zaten.

Bilgi Ünivesitesi’nin ilk Rektörü ve halen de öğretim üyesi Asaf Savaş Akat (Emine Uşaklıgil’in 2. Kocasıdır ve halen de Boğaziçi’nde sosyoloji profesörü olan Nilüfer Göle ile evli) aynı zamanda Terakki Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi. Yetmiyor bir de Sabah Gazetesi’nde yazıyor. Asaf Savaş Akat’tan sonra Prof. Dr. İlter Turan Bilgi Üniversitesi Rektörü oluyor ve o da Terakki Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi. Bu üyelikler öyle üç-beş sene falan da sürmüyor, kaydı hayat şartıyla ömür boyu sürüyor.

Ilgaz Zorlu, davalı olarak yazdığı savunmada şimdiye kadar hiç yazılmayan bilgi veriyor. Bu okula, Müslüman ve Hristiyan çocukların da alınması için ilk defa 1907’de izin verildiğini söylüyor. Bu çok önemli bir bilgidir, bu tarihten önce okula gidenlerinin tümünün Sabetaycı veya Yahudi olduğu anlaşılıyor. Böylece, bu okula, okulun ilk kurulduğu yer olan Selanik’te başlayan bazı tarihi şahsiyetlerin de, Sabetaycılığı belgelenmiş oluyor. Kuşkusuz Ilgaz Zorlu bunu söyle(ye)miyor ancak sonuç budur.

Ilgaz Zorlu, savunmasının sonlarında aynen şunları söylüyor : "Sabetaycılar bugün Türkiye’de (…) , Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst kademelerinde yer alan etkin kişilere sahip gizli bir cemaattir."

Ayrıca kitaptaki yazılardan Ilgaz Zorlu’nun, Halil Bezmen’in Türkiye’ye döneceği ve bir Müslüman tarikatına gireceği bilgisini de alıyoruz ve bu da, bizim vurguladığımız tarikat bağlantılarını anlatıyor. (Şişli Terakki Davaları)

GÖKYÜZÜ 
Cin Şişeden Çıktı
Sabetaycılık olgusunun tartışılamama nedenlerinden birincisi ve en etkilisi kuşkusuz bizzat egemen unsur olan Sabetaycıların gücünden kaynaklanıyor. Bu güç, kah general, kah gizli servis müsteşarı, kah siyasi parti başkanı, kah da büyük sermaye olarak bu muazzam oyunun gündeme getirilmesine engel oluyor. Geçmişten bugüne medyanın iplerini ellerinde tutanların da bizzat bu gizli dinin, en etkili ve egemen tarikatın mensupları olması önemli bir etken.

Ülkenin ideolojisi de bizatihi bu tür konuları tartışmanın önünde engel zaten. Tek dil, tek din, tek millet olarak şekillendirilen ülkenin bu inkar ve yalan rejiminin öne sürdüğü resmi ideolojinin dışında söz söyleyenin de başına gelenler malum. Bu konudan en çok rahatsız olanların başında Kemalistlerin gelmesi kuşkusuz tesadüf değil. Çünkü, Kemalizmin sorgulanmasının ötesinde kendine muhalif bir tartışma, sorgulama bu.

Sabetaycıların, Yahudi kökenli olmaları, geçmişte yaşanan Yahudi Soykırımı nedeniyle bu konuyu bu açıdan duyarlı kılıyor. Oysa, Sabetaycılar örneğin ateşe tapan gizli bir din, tarikat olsaydı bu tartışma çok daha kolay yapılabilirdi.

Bu konunun gündeme gelmesi bizzat Karakaşzade Rüştü tarafından 1924 yılına denk geliyor, ancak büyük bir panik içinde bu tartışmanın önü kesilmiş ve unutturulmuş. Rüştü Bey’in ifşaatlerini gazeteci olarak yayınlayan Necati Bey (Tansu Çiller’in babası) de, gazeteden uzaklaştırılmış ve konu uzun yıllar uykuya yatırılmış. Sabetaycıların yatılı kız okulunda müdürlük yapan A. Gövsa’nın elli yıl önce yazdıkları da Marx’ın güzel deyişiyle "susuş komplosuyla" geçiştirilmiş.

Konu daha sonra 1977’de yayınlanan ve çok az bilinen Selahattin Galip’in "Türkiye’de Dönmeler ve Dönmelik" (Kıraç Yayınları, 1977) kitabıyla tekrar işlenmiş ancak, yazarın konuya hakim olamaması ve meseleye nesnel yaklaşamaması, kitabın daha çok bir derleme niteliğinde olması da eklenince, tekrar "susuş komplosu" devam etmiş.

Konunun sadece İslamcılar tarafından ele alınması da bir büyük dezavantaj olmuş ve bu kesimlerin söylediği her şeye baştan muhalif olan ve böyle de şartlandırılan kitleler, meselenin önemini anlayamamış maalesef. Bu çevrelerin sabetaycılıkla, Yahudiliği aynı şey sanmaları ve kullandıkları dil ve daha da önemlisi üzüm yemek değil de bağcı dövmek niyetleri de karanlığı örten perdenin aralanmasına engel olmuş durumda. İlhami Soysal’ın masonlar üzerine yazdığı ve hala aşılamamış eserine kadar masonluk konusu da aynı kaderi yaşadı.

Bu tür içrek (ezoterik, batıni) öğretiler hakkında içeriden birisi bir çıkış yapmadığı sürece dışarıdan birilerinin konuya vakıf olması da son derece zordur. Ilgaz Zorlu bu açıdan cin’i şişeden çıkaran kişi oldu. Tüpten sıkılmış macun nasıl geri sokulamazsa, bu olgu da artık bu durumda. Bu düzeni anlamak, anlatmak derdi olan ve yürek sahibi olan pek çok kişi bundan sonra çok daha fazla sayıda bu konuda yazı yazacak ve araştırma yapacaktır. Örneğin tanınmış tarihçi İlber Ortaylı bu konuda makaleler yazmaya başladı. Kuşkusuz sayı daha çok yetersiz, ama bu muazzam muammayı, bu muazzam oyunu anlatacak insan sayısı çığ gibi artacaktır

Hayatında Marx’ın bizzat kendisinden bir şey okumamış ama kendisini Marksist diye nitelendiren yarı cahillerin Marx’ın "Yahudi Sorunu Üzerine" yazdıklarından da bihaber olmaları nedeniyle, farkında olmadan rejimin destekçisi olarak konuyu kapatmaya çalışmaları da işin tuzu biberi olmuş durumda. Bu çevrelerin sayısal gücünden çok sahip oldukları yayın organları ve bizzat yaşadıkları göbek bağı, mideden bağlılıkları rejimin payandası olmalarını doğurmakta. Bu mideden bağlıların içinde Marx’tan, sosyalizmden haberdar, bu rejimin esas gövdesini anlayan tanıyanlar var ama onların "geçim" derdi engel. Solcı sıfatlı cahillerin en çok kullandıkları argüman ise ırkçılık oluyor.

O kadar cahiller ki ırkçılık nedir, birisi dahi bu kavramın anlamını bilmiyor. Irkçı, bir ırkın başka ırka üstün olduğunu söyleyen kişidir. Irkçılık bir öğretidir. Kimdir ırkçı, X ırkının Y,Z vs ırklardan üstün olduğunu söyleyen kişi.
· Bizler, bir ırkın, tarikatın, gizli din mensuplarının egemenliğine karşı çıkan insanlarız sadece. Irkçlığı ve bu rejimin temelinin ne olduğunu anlatmaya çalışan insanlarız.

Nedir bu rejimin temeli ?Örneğin laiklik en önde gelenlerindendir. Türkiye’de laiklik yoktur, Sabetaycılıktan kaynaklanan İslamiyet ve Hristiyanlık düşmanlığı vardır; biz bütün dinlerin eşit, özgür ve açık olmalarını istiyoruz. Bu satırların yazarı bir dinsiz olarak özgürlüğün bir parçası olarak gördüğü din özgürlüğünü savunur ve bütün dinlere eşit mesafede hisseder kendini. Doğuştan gelen özelliklerin bir avantaj ya da dezavantaj olmasına karşıdır. Bir takım güçlerin doğuştan gelen bir gizli din mensubu olması nedeniyle diğer insanların haklarını gaspetmelerine, hakkı olmayanı da almaya, dededen toruna aynı insanların hayatın tüm alanında rant yemelerine, üstünlük sağlamalarına ve bu rezil düzenin sürdürülmesine karşı olmaktır mesele.

Rejimin özelliklerini tek tek saymaya gerek yok, ancak rejimi ister faşizm, ister trekelci kapitalizm, ister Bonapartizm olarak tanımlayın, bu tanımlarda egemen unsur olarak kimi koyarsanız koyun (tekelci kapitalistler, TÜSİAD, TSİK generaller, gizli servis, bürokrasi vs) sergilemeye çalıştığımız gizli ağ ve mensupları ve elbetteki ideolojileri, siyasetleri karşınıza çıkacaktır.

Ne yaparsanız yapın egemenler ve onun payandaları, bir dostumun bu konuda söylediği gibi CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI !

GÖKYÜZÜ
Bonapartizm ve Sabetaycılık 

Bonapartizm, iktidarı emekçilerin alamadığı, Marx’a göre burjuvazinin de alamadığı Engels’e göre burjuvazinin siyasal gücünü devrettiği rejimin adıdır ve 19 Yy ortalarında Fransa’daki rejim hakkındaki tanımlarıdır. Melih Pekdemir "Bonapartizm burjuvazinin dini ise Kemalizm bu dinin mezhebidir" diyor.
(Melih Pekdemir, Kemalistler Ülkesinde Cumhuriyet ve Diktatörlük, 2. Cilt, s.93, 1. Basım 1997)

Yani, küçük burjuvazi (asker ve sivil bürokrasi ile aydınlar ittifakı) büyük burjuvazinin bir sınıf olarak iktidarı alacak gücü olmayınca bu tür bir iktidar yapısı doğuyor. Bu iktidar yapısı, burjuvazi adına, ama burjuvaziye iktidarı tam olarak teslim etmeden onun adına erki elinde tutuyor.

"Bu tür ülkelerde hakim siniflar ittifaki çelisen sinif çikarlarindan dolayi (sömürüyü paylasmak temelinde) ellerindeki devleti, ittifak içindeki güçlerin herbirini esit sekilde memnun edecek tarzda kullanma olanagina sahip degillerdir. Hakim siniflarin en irilerinin toplanmis oldugu çeliskili bir ittifak olan oligarsinin içinde, devletin kendi çikarlarina kullanilmadigi sikayetleri hiç bitmez. Oligarsinin her kesimi bu bakimdan digerleriyle çekisme içindedir." (Devrimci Yol Savunması)

1923’ü ya da İttihat Terakki’yi başa alırsak, o dönemde, burjuvazi denebilecek sınıfın en göze çarpanları Müslüman olmayanlar, Levantenlerdir. Bu pek çok yerde saptanır ancak görece olarak sermaye birikimi sağlamış "Müslümanların" niteliği vurgulanmaz ya da hiç bahsedilmez. Bu "Müslüman" burjuvazinin ezici çoğunluğu Sabetaycılardır. İttihat ve Terakki’nin asli unsuru bir Müslüman-Burjuvazi yaratmaktır. Başta Rumlar olmak üzere Levantenlerin ve Ermenilerin birikimleri de bu yeni sınıfa kanla aktarılmıştır. Mevcut Sabetaycı burjuvazi "Müslüman" görüntülüdür ve bu açıdan bir sorun yoktur ve zaten İttihat Terakki, etnik/dini unusr olarak bir Sabetaycı hareketidir ve ırkdaşlarına/dindaşlarına "gavurun" elindekileri aktarmıştır. Aynı durum, Cumhuriyet için de geçerlidir. Cumhuriyet’in İslamiyet karşıtı, pozitivist, Batılı "örnek" vatandaşlarının ezici çoğunluğu Sabetaycılardır ve "gavurun" yerine yaratılmak istenen burjuvazi de ezici çoğunlukla Sabetaycılardan oluşmuştur. Bu hem, ideolojik ve siyasal bir çakışmadan doğar hem de İttihat ve Terakki gibi Cumhuriyet’i kuran kadroların bizzat Sabetaycı olmalarından. Hem bir ideolojik, siyasi tavırdır hem de en az bunlar kadar bir dinin, Sabetaycı dinine mensup olanların kayırılmasıyla, suistimalle, yolsuzlukla olmuştur.

Ancak, Bonapartizm, büyük burjuvazi adına iktidarı tutsa da, onların sınıfsal çıkarlarını temsil etse de, iktidarın gücünü doğrudan büyük burjuvazinin kadrolarına devretmek istemez. Bu rejimin tanımladığımız niteliği dolayısıyla sadece ezici çoğunlukla bir dinden (Sabetaycı) olanlardan yeni bir burjuvazi yaratmak ve var olanı daha da palazlandırmakla olmaz. Asker-Sivil Bürokrasi ve aydın ittifakı dediğimiz Bonapartizmin bizzat bu kadrolarının da Sabetaycılardan oluşmasıyla, büyük burjuvazinin çıkarlarını bizzat soydaşlarının korumasıyla olmuştur. Asker-Svil Bürokrasi ve rejimin ideologluğunu yapacak teorik gıdasını sağlayacak kadroların da Sabetaycı olması elbette, sadece bu dinin mensuplarının kayırılması sonucu değildir. Evet inanılmaz derecede kayırılmışlardır ama sadece kayırma, haksızlık bu durumu tam açıklamaz. Pozitivizmi amentü yapmış, İslamiyet’ten düşmanlık derecesinden uzak olmak, memur-aydın olabilecek kadar mürekkep yalamış olmak ve böylesine bir kadroyu da Müslümanların içinden bulmak çok zordur. Türkleri İslamiyet’ten uzaklaştırabilir miyiz diye yapılan gizli bir toplantıya katılabilecek Müslüman bulmak kolay olmasa gerek.
Yeni bir rejim, yeni bir millet, laiklik adı altında yeni bir din ve bütün bunları sağlayacak olan gerek burjuvazi gerekse de asker-sivil bürokrasi ve aydın kadrosu ancak Sabetaycılardan olabilirdi ve öyle de olmuştur.

Sabetaycılık, oligarşi dediğimiz muğlak kavramın kabuğu soyulmuş vaziyetteki halidir.

Burjuvazi zaman zaman bu Bonapartist iktidarla sorunlar yaşıyor ve iktidar üzerindeki dengeler zaman zaman değişebiliyor. Cumhuriyeti kuran bu Bonapartist yapıya karşı burjuvazi palazlandığı zaman iktidarını -tam olarak hakim olamayabildiği- bu yönetici sınıftan almak ister.

Türkiye’de iktidara ortak olmak isteyen büyük toprak ağası, ticaret erbabı ve kısmen palazlanmaya çalışan cılız sanayi burjuvazisi 50’li yıllarda atak yapmış ve kısmen yönetici sınıfla bu iktidarı paylaşmıştır. Adnan Menderes, bir toprak ağası olarak, yönetici bürokrat İnönü’nün yerine, bizzat bu sınıfın (kendi sınıfının )temsilcisiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni düzenle, İnönü’ye oranla, kapitalizme eklemlenmede daha iyi bir isim olduğu için, uluslararası odaklarca da desteklenmiştir. Menderes’in bu anlamda bir benzeri de Özal’dır. Milli pazar içinde burjuvazinin mal satışını sağlamanın birinci yolu, malı, pazara ulaştırmaktır ve Menderes ve Özal dönemleri bu anlamda, ulaşımda, iletişimde altın çağdır.
(Menderes’in çapsızlığı, rezillikleri ile başarısızlığının sonucu olarak son yıllarda ABD ile bozulan ilişkileri, SSCB ile dirsek teması, iç dinamiklerle birleşince sonunu hazırladı.)

Bugün, Kemal Derviş eliyle aşağı yukarı-elbette tarih tekerrür etmeyeceği için- benzer bir kapitalizme entegrasyon planı uygulanıyor. Büyük burjuvazi, iktidarı bizzat Bonapartizmden devralmak istiyor. Sabetaycı elitlerin istisnalar dışında ABD yandaşı olmaları, böylesine baskın bir eğilim içine girmesi çok çarpıcıdır.

İttihat Terakki’yle başlayan, Cumhuriyet’le süren yeni bir devlet, sistem bizzat Sabetaycı kadrolar tarafından kurulmuştu; şimdi bir başka cumhuriyet yine Sabetaycılar tarafından kurulmak isteniyor. Asker-Sivil Bürokrasi içinde Sabetaycı ağırlığı geçmişe göre daha az zaten. Memuriyetin çekiciliğini yitirmesiyle, geçmişin Sabetaycı üst düzey bürokratların çocukları bugün ağırlıkla memur değiller. TRT, THY, Telekom, Merkez Bankası, Hazine, Borsa, Yargı, YÖK vb çekici, etkili kuruluşların dışında diğer kuruluşları elde tutmak çok da önemli değil artık. Geçmişin DSİ, Karayolları, gibi kilit kuruluşları, imar hamlesi eskisine göre yavaşlamış bir ülkede eskisi kadar önemli değil.

Silahlı Kuvvetleri savunan Yalçın Küçük, Perinçek gibi isimlerin Sabetaycılığa itirazları bu noktadan başlıyor. Yoksa Sabetaycıların çok büyük bir rant yediklerini, büyük bir haksızlıkla pek çok noktaya geldiklerini söyleyen Yalçın Küçük, bu işin "banisinin" Sabetaycı olduğunu bal gibi biliyor ama işine gelmiyor…
GÖKYÜZÜ
MODERN MEZAR TAŞLARI - AÇILIMLAR
12 Mart’ın Adalet Bakanı İsmail Hakkı Arar diye birisi. Bu tipleri nerden bulurlar diye düşünürüm hep. Merak işte, ben de bu üç ayrı bakanlık yapmış, 12 Eylül’de de meclis üyesi seçilmiş bu muhterem zatın kim olduğuna bakarken baktım ki, yollar yine kesişmiş gerçekten. Bu zat yine açık faşizm dönmelerinde milli eğitim bakanlığı da yapmış ve kendi yazdığı okul ansiklopesidini de elbette bütün okullara aldırmış.

"İsmail Hakkı Arar, Mustafa Kemal’in hekiminin, ölüm raporunu imzalayanlardan birinin oğlu oluyor. Dedesinin ismi Mehmet Ali Ayni. Babaannesi Feride Hanım. Babaannesinin babası ünlü Giritli Sırrı Paşa. Giritli Sırrı Paşa’nın diğer çocuğu ünlü mimar Vedat Tek. Vedat Tek’in karısı Firdevs Dino. Giritli Sırrı Paşa’nın kardeşi Mustafa Nuri Bey, yani Rasih Nuri İleri’nin dedesi". Kısacası N. Hikmet’ten, Aybar’a, Umur Talu’ya daha pek çok ismini saydığımız ailenin ferdi. Mehmet Ali Ayni’nin kardeşi ise ismi Prof. Dr Hasan Tahsin Ayni. Bu kişinin kızı Emine Nesrin Garan, eşi Prof. Dr. Reşat Garan.
Osmanli Devletindeki hizli cöküsü önlemek icin ciddi bir reform hamlesi yapmak amaciyle Abdulmecid'in tahta cikisindan dört ay sonra 3 Kasim 1839'da aydin ve ileri görüslü devlet adami Mustafa Resit Pasa tarafindan okunan Gulhane Hatti Humayunu (Tanzimat Fermani)bu zorunlulugun ortaya koyduğu eser olmustur. Turklerin İlk Haklar Beyannamesi olarak nitelendirilen bu belgenin Osmanli Devletinde insan haklarinin taninmasi yolunda ilk onemli adim sayilmasi bakimindan kisilere sağladigi haklar ve yenilikler nelerdir?
Kisi haklarinin tertip ve sistem icerisinde maddeler halinde siralayan bir liste yoktur.

Tanzimat Fermani hukuki sekil ve karakter yonunden bir Berat bir Chart niteligindedir.

Boylesine onemli bir gelismeyi tarihe sunmak Mustafa Resit Pasa ya nasip olmus.Yukaridaki gorusler bir panel den alinma yalnizca sunu belirteyim ki ortada tarihin masonik yorumu var bunu ilerde inceleyip basli basina bir konu olarak ele alacağım.
Mustafa Resit Pasa Londra da mason olan ilk Osmanli Masonlarindan ve modern mezar taşımız ilk belirleyicisi.
Ahmet Salih korur ise Basbakan Adnan Menderes in sag kolu hariciyeci ve istihbarat gorevlisi, Muvaffak Akman in Hacettepe anilarinda İhsan Dogramaci'dan Hacettepe prensiplerini bozan bir doktorla ilgili bir ricada bulunuyor. Gerci Dogramacinin bu kisiyi bir ay sonra Hacettepe'den uzaklastirdigini bu kardes (birader) ricasini kismen de olsa yerine getirerek bir ay göz yumdugunu anliyoruz. M. Akman in anilarinda Dogramacinin iyi duzeyde İbranice de bildigini ogreniyoruz. Ahmet Salih Korur un ayrica mason oldugunu da belirtelim.
M.Vedat Urul un nerelerde gorev yaptigini zaten ölüm ilanindan okursunuz.
Bengü Hanimla mudavimi sayildigi (Star Life dergisinden buldum) Deniz Ticaret Odasindaki Sardunya restourantta yemek yerken belki diger mudavimlere de rastliyorlardi. Onlar kimler mi; Gönensin, Mustafa Oguz, Banu Birkan, Cigdem Simavi, Rutkay Aziz, Berna Toker, Murathan Mungan, Lale-Guliz Hasmin, Mustafa Sadikoglu, Esref Cerrahoglu, Emin Bengisu, Rauf Tamer, Müge-Ali Titiz. Hos bir yer deniz kenarinda tarihi SALİ PAZARİ rihtiminda Sabetay SEVİ de yakalandiginda oraya getirilmisti, sanirim aman bende cok kuskucuyum.
Neyse bu iki köklü ailenin endogomik evlilik yapan bireyleri oldugunu görüyoruz. İsimbilim acisindan da genc kusaklara gelenegin devami secimlerde bulunulmus. Zaten onlarda simdiden ufak tefek roller almaya baslamislar bile Aslan Galatasaraycilar’da Emre Baskan olmus. Maalesef Hisar Vakfi ile ilgili bilgi bulamadim ama yukarida anlattigim bütün bilgileri internetteki mason, MIT ve gazete sitelerinde bulabilirsiniz.

Savaş Dost
Kafatasçı, Antisemitist Sabetaycılar ve Türk Milliyetçiliği

Türk ırkçlığının ve kafatasçılığının en önemli isimlerinden birisi Nihal Atsız’dır. Nihal Atsız, Türkeş’le birlikte yargılandığı ünlü ırkçılık davasından sonra Sabetaycıların Yakubi koluna mensup Boğaziçi Lisesi’ne öğretmen olarak alınmıştır.

Bir diğer ırkçı ve kafatasçı olan Cevat Rifat Atilhan, Trakya Olayları öncesi İstanbul Üniversitesi önünde gençlere gamalı haç dağıtan kişi bir emekli albaydır ve Nazi hayranıdır. (Bkz. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, İletişim yayınları 2001)
Cevat Rifat Atilhan, Şair Oktay Rifat’in amcasıdır. Oktay Rifat’in baba dedesi yani Cevat Rifat Atilhan’nın da babası Macar Ali Rifat Bey. Macar diyorlar çünkü adam, 1848’den sonra Osmanlıya sığınan bir Macar Sabetaycı. Bektaşi oluyor ve ilk operalardan birisi olan Bülbül’ün de bestecisi. (Sabetaycı inanışa göre Mesih bülbül seslerinin ötüşüyle gelecektir) Bu geniş sülalede şairlik, ressamlık ve müzisyenlik ortak payda zaten. Çocukları da müzisyen yani Oktay Rifat’in babasi Samih Rifat, kahramanlık şarkıları besteliyor (torunla ayni isime sahipler) ve amcası Ali Rifat (sonradan Çağatay soyadını almış) da bugün söylenmeyen ama ilk kabul edilen İstiklal Marşı’nın da bestecisi.

Oktay Rifat’in dayısı Ali Fuat Cebesoy, teyze çocukları da Nazım Hikmet ve M. A. Aybar Cumhuriyet’in yolsuzluktan düşürülen ilk bakanı da Ali Fuat Cebesoy’un babası, zamanın Bayındırlık Bakanı, İsmail Fazıl Paşa. Hayat bu, yarım kalan Bayındırlık Bakanlığı işine daha sonra da; İsmet İnönü zamanında oğlu Ali Fuat gelir. Ali Fuat, Mustafa Kemal gibi, İttihat ve Terakki içinde Cemal Paşa yanlısıdır, yani Enver’e karşı olan gruptan. Mustafa Kemal ile Harbiye’den sınıf arkadaşı.

Mason ve Sabetaycı Nuri Demirağ, MKP’yi kurarken sağ kolu da Cevat Rifat Atilhan’dır. Sol cenah bu ismi pek bilmez ama sağcılar arasında çok iyi tanınır ve saygı görür. Atilhan’ın büyük özelliği Masonlar aleyhine yazdığı kitaplardır.

Cevat Rifat Atilhan, Yeşilçam’da en çok senaryo yazan adam, şapkasını hiç çıkarmayan adam Bülent Oran’ın babasıdır. (İkinci Bahar filminde T. Şoray’ın babası rolündeydi). Amerikan Kolejli olup sonradan tarikate girdiği için pek sevilen Yazar Ayşe Şasa’nın da kayınpederidir. Ayşe Hanım, Bülent Oran’la evli. Atilhan soyadı da Macarların Türk olduğu safsatasından dolayı Atilla’dan geliyor.
Türk Milliyetçiliği’nin (pek çok milliyetçiliğin de "kaderi" gereği) aslen Türk olmayanlar, fena halde Türk Milliyetçisi olmuşlar. E, millet, milliyetçilerin uydurması bir kavram. Türkiye özeline indirgediğimiz zaman, bütün ilk milliyetçiler (milliyetçiliğin ötesinde ırkçılar) gerek pratikte gerekse teoride Sabetaycılardır. Yani ilk ırkçıların, kaftasçıların, milliyetçilerin Sabetaycılardan çıkması elbette tesadüf değildir.Ülkesi olmayan, ama çok uzun yıllardır Osmanlıyı yöneten Sabetaycılar, ulus-devlet aşamasında da öne geçmiş ve kendilerine gereken bir millet ve devlet yaratmışlardır ve bu ulus-devletin batıya dönük yüzünün ve ırkçlığının tek dil-tek millet şiarının da bayraktarlığını yapmışlar. Bunu yaparken de, yok edilen Ermeni ve Rum Burjuvazinin servetlerini ve rollerini de almışlardır. Milliyetçiliğin doğal gelişimi olan ulus-devlet sürecinde burjuvazinin de mal satabilmesi için bir milli pazara ihtiyacı vardı ve bu milli pazar ancak bir ulus-devletle gerçekleşebilirdi ve öyle de olmuştur.
Ermeni Kırımı tabusu ile Sabetaycılık arasında çok yakın bağlar var ve İttihat ve Terakki’den, Cumhuriyet’e bu katliamın sorumluları da ezici çoğunlukla Sabetaycılardır. Milli Mücadelenin subay ve eşraftan kadroları da Sabetaycılardan oluşmuştur. Babıali’nin Tercüme Odası’ndan Rum ve Ermenilerin çıkarılmasıyla, o dönemde dil bilen tek "müslüman" grup olan Sabetaycılar aynı zamanda ilk aydınları da oluşturmuştur ve Türk Milliyetçiliği bir aydın hareketidir.
İSLAM DEMOKRAT PARTİSİ
-1951, İstanbul
-Kurucu ve Yöneticiler: Cevat Rıfat Atilhan, Zühtü Bilimer, Kerim İnan, Hakkı Sadık Azarlı, Hamit Tekinsoy, Nuri Çallı, Feridun Okyanus, İ.Galip Hamikoğlu, Hacı Nuri Erdoğdu, Naci Yeter, mehmet Reşat Düşünür, Ahmet İlkol, Neşet Aslın, Şevket Üzümcü, Mahmut Düşünür.  (http://gulunesi.8k.com/bilinesi/partiler_2.html)

Bir Sabetaycı, İslamcı parti kurar mı, işte kuruyor. Cevat Rifat Atilhan daha önce de, ilk faşist parti olan Milli Kalkınma Partisi (MKP)'ni Melike Demirağ'ın dedesinin kardeşi Nuri Demirağ ile kuran kişi. Masonluk aleyhine kitapları olan, her gün masonluğa ve Yahudiliğe küfreden kişi de Cevat Rifat Atilhan'dır. Masonluk aleyhine yazdığı bir kitap da bende var. Nuri Demirağ'ın da mason olduğu bütün kaynaklarda yazıyor.
Memlekete, antisemitizim gerekliysa onu da Yahudiler yapıyor. Durum bu.

Cevat Rifat Atilhan, İstanbul Üniversitesi önünde gençlere gamalı haç dağıtan kişi bir emekli albaydır ve Nazi hayranıdır. (Bkz. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, İletişim yayınları 2001)
Cevat Rifat Atilhan, Şair Oktay Rifat’in amcasıdır. Cevat Rifat Atilhan'ın babası Macar Ali Rifat Bey, ilk operalardan birisi olan Bülbül’ün de bestecisi. (Sabetaycı inanışa göre Mesih bülbül seslerinin ötüşüyle gelecektir) Cevat Rifat Atilhan'ın kardeşi Ali Rifat (sonradan Çağatay soyadını almış) da bugün söylenmeyen ama ilk kabul edilen İstiklal Marşı’nın da bestecisidir.
Cevat Rifat Atilhan, senarist Bülent Oran'ın babasıdır. Bülen Oran'ın eşi Ayşe Şasa da, İslami çevrelerde, ağır ve uzun bir şizofreni sonrası İslamı seçtiği için, el üstünde tutulan bir kişi. Peki bütün bunlardan yani, Sabetaycılık, masonluk bağlarından bahseden var mı, yok...

Bugün Yapı Kredi Yayınları'nda Enis Batur'un sağ kolu olarak çalışan Samih Rifat, Oktay Rifat'ın oğlu.
Mesele, göründüğünden çok daha karmaşıktır...

Gökyüzü
Tarih-i Selaniki
Yaklaşık yedi-sekiz ay önce yazdığımız bir yazıda, Benim Adım Kırmızı’nın kahramanlarından bahsetmiştik ve o zaman kitapta geçen dul kadının Orhan Pamuk’un annesi ve çocuklarının da (kitapta isimleri Şevket ve Orhan’dır) Orhan Pamuk ve ağabeyi Şevket Pamuk olduğunu söylemiştik. O zaman kitapta sıkça geçen Ester’e de değinmiştik. Ester Kira’dır bu kadının ismi ve o zaman için fırtınalar yaratan olayların kahramanıdır. (Müthiş bir zorlu dönemdir ve açlık, kıtlık geçim sıkıntısı had safhadadır.)
Bunu Orhan Pamuk da, Yalçın Küçük de herkes gibi Tarihçi Mustafa Selaniki’nin yazdığı, Tarih-i Selaniki’den biliyorlar. Pamuk’un kitabında anlattığı dönem Sultan III. Mehmed Dönemi ve o dönemde bir de ortaya Mehdi iddiasında bulunan birisi çıkar ve epey taraftar toplar, sonra idam edilir. Tarih-i Selaniki’nin 1989 basımını bulmak ve okumak mümkün. Ayrıca Necdet Sakaoğlu’nun "Bu Mülkün Sultanları" isimli ilk basımı 1999'da yapılan kitabında da yine zikredilen eserden alınan bilgilerle o dönem ve Ester Kira’dan kısaca bahsedilmektedir. 
 SELÂNİK, BALKANLARIN KUDÜS'Ü
ROMA, 09/09(BYE)--- Tirajı günde 515 bin olan Il Sole 24 Ore gazetesinin 08 Eylül 2002 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında ve Alberto Negri imzasıyla yayımlanan, Selanik çıkışlı makalenin ülkemize ilişkin bölümünün çevirisi şöyledir:

Afrika'nın kapısı Tanca, Doğu'nun kapısı İstanbul ise, bugünkü nüfusu bir milyon olan Yunanistan'ın ikinci büyük şehri Selanik de Balkanlar'ın Kudüs'üdür. 16. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı'na kadar, nüfusun çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu zamanlar gerçekten de böyle olmuştur. Burada, Venedik ve İstanbul'da olduğu gibi Yahudi mahalleleri yoktu; Rumların, Türklerin ve Yahudilerin mahalleleri yan yana idi.
1430'dan itibaren Osmanlıların eline geçen ve İmparatorluğun ikinci limanını oluşturan kozmopolit şehir Selanik, Yahudi cemaatının kurallarıyla yönetiliyordu. Liman cumartesi günleri kapatılıyordu. Gerek Müslümanlar gerekse Hristiyanlar Yahudilerin bayram takvimini izliyordu: Yunanlıların egemenliği altına girdiği tarihten 10 yıl sonra pazar gününün resmi tatil günü yapıldığı tarihe, yani 1923 yılana kadar bu böyle devam etti.
İstanbul sultanları için, gerek Hristiyanlar gerekse Yahudiler "zimmi" idi, yani alt sınıftan insanlardı. Ancak, Türk imparatorları, o çağlardaki Batılı prenslerin yabancı olduğu dinsel hoşgörüyü bu insanlara gösterdi. Granada'nın düşürülmesinden sonra, İsabella di Castiglia ve Ferdinando d'Aragona'nun 31 Mart 1492'deki Alhambra fermanıyla Yahudileri ve Müslümanları kovduğu zamanlar, Osmanlı İmparatorluğu, Sefarad'dan (İspanya'ya verdikleri ad) gelen on binlerce Yahudiye kapılarını açtı. Osmanlı sultanları Sefaradlıların Selanik, İstanbul, İskenderiye ve Beyrut'a gelmesinin yararlı olacağını tahmin ettiler.

1600'lü yıllarda tam bir ticari gelişmenin yaşandığı Selanik'te nüfusun yüzde 68'ini Yahudiler oluşturuyordu. Yahudiler geriye kalan tek miraslarını, yani dillerini de buraya taşıdılar. İbranice ve İspanyolca karışımı olan bu dil, daha sonra Müslümanlar ve Hristiyanların da ortak dili haline dönüştü. Yüzyıl önce burada doğan büyük Türk şairi Nazım Hikmet'in annesi Ayşe, Baudelaire ve Lamartine'nin dizelerini öğretiyordu: Osmanlı İmparatorluğu'nun işini bitirecek olan kalem ve kılıç, o zamanlar askeri okulda parlak bir subay olan Mustafa Kemal'i burada yetiştirdi.

Burada vaaz veren Sabetay Sevi'nin 1657 yılında "Mesih" olduğunu iddia etmesinden sonra ayaklanma olasılığından tedirgin olan Osmanlı, İslam dinini seçmesi koşuluyla onun ve arkadaşlarının hayatını bağışlayacağına söz verdi. "Taraf değiştiren" anlamına gelen "dönme"lik bu şekilde ortaya çıktı.

Şehrin Türk nüfusunun yarısını oluşturan bu kişiler modern okullar açtılar. Sultan Abdulhamid'e karşı, 1908 yılında Jön Türklere katılacak olan ve modern Türkiye'nin atası sayılan, Müslüman dünyasının en büyük devrimini yapan Atatürk bu okulardan birine gitti. Kasım ayında yapılacak seçimlerde fundamentalistlerin zaferini engellemek amacıyla "Yeni Türkiye" adlı laik partiyi kuran eski Dışişeri Bakanı İsmail Cem de Selanikli "dönme" ailelerden birinden geliyor.

Atina için Küçük Asya'nın felaketi olan 1922'deki mübadele esnasında bir milyon kişi evlerini bırakarak Türkiye'ye gitti. Türkiye'den de insanlar Yunanistan'a göç etti. Bu, Selanik'in de demografik oluşumunu bozan ve Avrupa tarihinin o güne kadar yaşanan en büyük etnik temizliği oldu.

Selanik'in Tarihi Nüfus Yapısı:

- Türk egemenliğinin sonu (1912): Nüfus: 157.000. Yahudi nüfusu: Yüzde 39.
- Mübadele (1922): Nüfus: 175.000. Yahudi nüfusu: Yüzde 30.
- Alman işgali (1941-44): Nüfus: 254.000. Yahudi nüfusu: Yüzde 20 (Yahudi kültürünün yüzde 6'sı yok edilmiş).
- Büyük Selanik (2000): Nüfus: 1 milyon. Yunanlar: Yüzde 96
Sanat, Şov ve Medya Ünlüsü Bazı Sabetaycılar

Tarkan, Bülent Ersoy, Zeki Müren, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Filiz Ali Lazlo, Fazıl Say, Orhan Pamuk, Zeki Alasya, Haldun Dormen, Mehveş Emeç, Sevgi Soysal, Bülent Fenmen, Duygu Aykal, Aziz Üstel, Mükerrem Berk, Levent Kırca, Oya Başar, Mehmet Ali Erbil, Celal Sahir Erozan, Nermin Bezmen, Rutkay Aziz, Doğa Rutkay, Mustafa Alabora, Derya Alabora, Mehmet Ali Alabora, Ayşe Kulin, Füreyya Koral, Aliye Berger, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Yusuf Atılhan, Orhan Gencebay, Muazzez Tahsin Berkant, Peride Celal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halit Ziya Uşaklıgil, Halit Refiğ, Müjde Ar, Mehtap Ar, Samim Değer, Yasemin Kozanoğlu, Ayten Alpman, Yıldırım Gencer, Ayşe Gencer, Bora Gencer, Melih Kibar, Şinasi, Attila İlhan, Çolpan İlhan, Kerem Alışık, Çiğdem Talu, Ajda Pekkan, Semiramis Pekkan, Yesari Asım Arsoy, Sibel Egemen, Şerif İçli, Selahattin Pınar, Ali Rıfat Çağatay, Faiz Kapancı, Mısırlı İbrahim, Selanikli Ahmet Efendi, Tülay German, Erdem Buri, Refik Talat Halman, Şekip Memduh, Barış Manço, Rakım Elkutlu, Hüseyin Saadettin Arel, Leyla Saz, Osman Nihat Akın, Mahmud Celalettin Paşa, Mehmet Fehmi Tokay, Emin Ongan, Cenk Eren, İdil Biret, Mükerrem Berk, Suna Kan, Aysel Gürel, Gönül Yazar, Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan, Tuğrul Dağcı, Zeliha Berksoy, Semiha Berksoy, Ömür Göksel, Uğur Akdora, Bülent Ortaçgil, Engin Noyan, Eser Noyan, Leyla Gencer, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Arif Mardin, Ahmet Ertegün, Oya Küçümen, Cem Mansur, Sertap Erener, Levent Yüksel, Pakize Suda, Işıl Yücesoy, Gürer Aykal, Mithat Fenmen, Bülent Tarcan, Muzaffer İlkar, Alpay, Rüçhan Çamay, Kenan Kalav, Yıldız Sertel, Özlem Savaş, Okan Karacan, Ömer Karacan, Erkan Özerman, Cemil İpekçi, Metin Bükey, Abdülhak Hamit Tarhan, Metin Erksan, Turgut Demirağ, Altan Erbulak, Cem Davran, Hande Ataizi, Okan Bayülgen, Metin Serezli, Nevra Serezli, Nisa Serezli, Selin Dilmen, Mustafa Denizli, Murat Özaydınlı, Cüneyt Tanman, Ali Uras, Aziz Basmacı, Günseli Başar, Meltem Hakarar, Neşe Erberk, Selin Toktay, Perran Kutman, Hüseyin Kutman, Oktay Rifat, Samih Rifat, Asuman Tuğberk, Muhip Arcıman, Behzat Butak, Refik Kemal Arduman, Reşat Nuri Güntekin, Munis Faik Ozansoy, Enis Fosforoğlu, Renan Fosforoğlu, Mete İnselel, Şemsi İnkaya, Turgut Boralı, Ayten Gökçer, Deniz Gökçer, Cüneyt Gökçer, Hüseyin Baradan, Yasemin Baradan, Ümran Baradan, Hulusi Kentmen, Can Gürzap, Arsen Gürzap, Çetin Tekindor, Saltuk Kaplangı, Erman Kunter, Mustafa Altıoklar, Meral Orhonsay, Zihni Küçümen, Talat Artemel, Ülkü Kuranel, Tuncel Kurtiz, Köksal Engür, Yasemin Kumral, Ahmet Say (Buradaki bazı isimleri okuyunca insanın “Bu kadari da olmaz” diyesi geliyor, ama araştırmak lâzım. WM.)
GÖKYÜZÜ 
Dolma Akil Koyma Akil, Haldun Taner'in bir kitabinin adi ve durumu anlatiyor. Simdi liste verilmis bu listenin bir kismi dogrudur ve zaten ben de yazdim. Büyük harfle baslik atinca hakli olunmuyor tabii ki. Sabetayci ile Yahudi arasindaki farki bilmeyeceksin hatta Sabetayci demek Türkiye Yahudisi demek diyeceksin, sonra da bu konuda ahkam keseceksin. Her yanlisi düzeltmek zor. Zirvalara ise cevap vermek vakit kaybi. 19. yüzyil Selanik'i, Ittihat Terakki, Mason Localari, Selanik Burjuvazisi hakkinda üsenmezsem yazarim, konu çok boyutlu. Orhan Pamuk, Yeni Hayat'ta "Felsefenin Temel Ilkeleri"ni bir gecede okuyup, solcu olanlarla güzel alay eder.
Karatas Yahudi semti, o zaman Karatas Lisesi de mutlaka Yahudilerindir! Listenin "önemli" isimlerinden Sezen Aksu'yu yazdik. Simdi de Karatas Lisesi'ni yazalim.

Karatas Lisesi'nin eski adi Karatas Ortaokulu'dur ve 1972-1973 ögretim yilinda lisesi faaliyete geçmitir. Bu okulun ilk binasi Ermeni Balyazoglu tarafindan 1887'de yapilmistir. Bu okul devlet lisesi oldugu için sahibi de yoktur. Bu ortaokul ve lisede de, sadece yahudiler degil, Izmir 'in güneyinde kalan semtelerde oturan herkes okur.
Karatas yoksul Yahudilerin oturdugu bir semttir. Artik çok azinlikta kalmislardir. Halen, Asansör'e giderken cadde üzerinde bir sinagog faal durumdadir. Asansör'ün bulundugu (alt tarafi) sokagin adi da, o sokakta yasamis olan Dario Moreno sokagidir. I. Zorlu bilmiyor, ama iyi uyduruyor.
17. yüzyilin sonunda Sabetayci Baruhia Ruso, Osman Baba adini almis ve Sevi'nin ruhunu tasidigini iddia etmistir. Buna inanlara ise Karakaslar (Konyozos) tarikati denir. Karakaslar, Sabetaycilar içinde digerlerinden kopmus ayri bir tarikattir.
Talat, 33. derceden masondur bu daha fazla bilinir, daha az bilineni ise Talat'in Bektasi olmasidir. Bektasilikle, Masonluk, Yahudilik arasinda ilginç baglar, ittifaklar var.
Aklima gelen bir diger seyi de yazayim. Seyh Bedrettin'in sag kolu olan ve Torlak Kemal olarak taninan kisinin gerçek adi Samuel'dir ve Manisali bir Yahudidir.
Gariban Sabetaycilar meshur degil tabii ki onlari kim sayacak listeye alacak. Dinç Bilgin gibi alçaklari savunuyoruz yalanlarini uyduran irkçilarin palavralari bitmez. Sabetayci Burjuvazi ile Ittihat Terakki vs arasindaki bagi inkar eden yok ki. Bunlarin burjuvalarinin etkilerini de inkar eden yok. Ama, bu durum, yazdigim gibi çogunlugunu garibanlarin olusturdugu Sabetaycilara top yekün düsman olmak ve hele ki kökenleri itibariyla buram buram antisemitizm kokan irkçilik gerçekten igrenç. Kan gruplarina kadar geldiler. Bütün Sabetaycilar, Yahudi kökenli olanlar tek tek saptanmali diyor adam. Sonra da yakarlar mi ne bileyim? Yapmayacaklari sey yok gerçekten. Simdi ben de bu memleketin gerçek sahiplerinin aklima gelenlerini yazayim. Paranin dini imani olmaz. Hangi etnik, dinsel kökenden lursa olsun bütün sermayedarler halk düsmanidir. Sermaye usaklari ise meselenin sinifsal özünü saptirmak ve efendilerine hizmet etmek için dezenformasyonu da asip irkçilik yapmaktadirlar.
"Soylu" Halk Düşmanları 
Kayserili Sabancı, Hacı Bektaş soyundan gelen Koç, Niğdeli Ayhan Şahenk (Doğuş Holding, Garanti Ban.vs), Bitlisli İsmet İnönü, Ö. Soysal'in hemşerisi Aydın Doğan, Rizeli Mesut, Kayserili Anadolu Holding, Çeçen Asıllı Kilisli Doğan Güreş, Kürt Eşref Bitlis, Kürt Selahattin Beyazıt, Vanlı Yalım Erez, Vanlı Ferit Melen, Erzurumlu Alevi Polat Holding, Ankaralı Ercan (M.A.N), Adanalı Has, Tarsuslu Karamehmetler (Yapı Kredi, Pamukbank, Turkcell), Tarsuslu Eliyeşiller
Rusyalı Menger (Mercedes), Ferman Kimya, Kürt Parlamento Başkanı Yalak Yaşar, Liceli Halis Toprak, Kürt Ağa Ceylan, Kıbrıslı Sezai Türkeş (STFA), Sivaslı Nurettin Koçak (Kutlutaş), Kutahya Asıllı Eskişehirli Zeytinoğlu Holding (ESBANK, Eston vs), Karadenizli Ulusoylar, Karadenizli M. A. Yılmaz, Buldanlı Akın Holding, Süryani Transtürk Holding, Adanalı Sapmazlar. (Kimseyi, kimsenin düşmanı göstermek gibi bir niyetimiz yok. Yazıyı aynen aldık.WM)
Gökyüzü

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...