21 Kasım 2019


Geçenlerde, dumanı üzerinde bir romandan hareketle, Abdi İpekçi cinayeti fâili Mehmet Ali Ağca'nın, Roma'da, Sen Pierre Meydanı'nda, Papa'yı öldürmeye kalkışma macerasının arka-planını yazdığımı hatırlayacaksınız. İtibarlı bir gazeteci olan Tad Szulc, romanını, "Vatikan'nın ricası üzerine CIA tarafından yürütüldüğünü" söylediği bir soruşturmaya dayandırmış; romanda işlediği şu tez gerçekmiş: "Papa'yı Vatikan içi iktidar mücadelesine giren bir Katolik grup öldürtmek istedi; Ağca, Fransa'daki örgütler aracılığıyla Türkiye'den ödünç alınan bir tetikçidir..."
Tad Szulc'un romanıyla ilgili Kulis Ağca Ailesi'nin de dikkatini çekti; "Romanın Türkçesi var mı?" diye sordurdular. Ali Cevat Akkoyunlu'nun titiz çevirisi şu yakınlarda Doğan Kitapçılık (Tel.: 212- 677 0620, Faks: 212- 677- 0749) tarafından 'Papayı öldürmek' adıyla yayımlandı. Ağca da, karmaşık 'Roma macerası' ardındaki gerçeği bu sayede öğrenir; belki küçük ayrıntıları birleştirerek daha geniş fotoğrafı da gözünde canlandırabilir...
Abdi İpekçi cinayeti ise, tetikçisi bilinse bile, gerisindeki motif ve azmettirenlerin kimliği yönünden gölgede. Nükhet İpekçi'nin, 'İskele-Sancak'ta, "Babamın öldürülmesiyle ilgili kırk değişik senaryo var" dediğini unutmayınız. Nükhet Hanım, programda, Ağca için önce "Kâtil" dedi, sonra "Kâtil olduğu söylenen" diye düzeltti cümlesini; en iyi bilindiği sanılan konuda bile durum bu...
Abdi İpekçi'nin kızı babasının uğradığı suikasti tartışmaya çıkmamıştı ekrana; istediği değişik kaynaklarda "Dönme" veya "Sabetaycı" olarak tanımlanan Abdi İpekçi'nin bu tanıma pek uymadığını anlatmaktı. Cinayetin ardında bu tür ucuz yaftaların da etkisi bulunduğuna inanıyor galiba... Selânik'ten Türkiye'ye göçmüş ünlü İpekçi ailesinin bir ferdiydi babası, annesi sebebiyle öteki ataları da yine 'Selânik kökenli' Dilberler ailesi; ancak kendisinin 'Sabetaycı' olduğunu babasıyla ilgili yayınlar sırasında duyduğunu anlattı Nükhet Hanım... Yüzyıllar boyu 'gizli bir din' olarak taşınmış bir inancın son nesilde kopmaya uğraması doğal... Bazıları bütünüyle kopmuş ve aldıkları telkinleri kendi çocuklarına geçirmemişler...
Abdi İpekçi ve eşi Sibel Hanım'ın bunda başarılı oldukları anlaşılıyor...
Türk basınında bir 'efsane'ydi Abdi İpekçi... Erhan Akyıldız ile Tufan Türenç'in ‘Gazeteci' adlı kitabında, "Abdi İpekçi dönmeler mezarlığına gömülmemesini vasiyet etti" cümlesi ilgimi çekmişti... Aynı aileden soyadını mahkeme kararıyla değiştirenler de çıktı. Sanıyorum, bunlar köklerle irtibat koparma mesajları... Nükhet İpekçi Sabiha Sertel'e şükran borçlu olmalı; kızı Yıldız Sertel, 'Annem' adlı kitabında (YKY), Sabiha Hanım'ın, "Dönme olmayan biriyle evlenmesine izin verilen ilk dönme genç kız" olduğunu yazıyor çünkü... Programa katılan bir bayandan, bazı ailelerin, 'Sabetaycı' ilkelere hâlâ sadakat gösterdiklerini de öğrenmiş olduk...
Programda 'araştırmacı-yazar' sıfatıyla yer alan Şevket Eygi, makalelerinde izlediği üsluptan şaşmadı ve en kritik sorulara, "Bu yaştan sonra hapse girmek istemem" gibi kaçamak cevaplar verdi. Oysa, tezinin temeli olan "İslâm'a saldıranların bir bölümü Sabetaycı" iddiasını ispat için bir fırsattı program, onu -nedense- kullanmadı... Genellemeler hem bu işle ilgisiz kişileri (sözgelimi Nükhet İpekçi'yi) üzüyor, hem de ithamı yönelttiği kişilerin kimliği kafa karıştırıyor...
Şevket Bey, "İslâm'a saldıran iki yüksek hukukçu" sıfatıyla kimleri kast etmiş olabilir? Bu sıfata uyan fazla kişi yok kamuoyu karşısına çıkan... Afyonlu olan ve İslâm'a saldırdığı bilinmeyen Ahmet Necdet Sezer değil herhalde; Konyalı Sami Selçuk da bu tanıma uymuyor... Acaba Danıştay'ın şu yakınlarda emekli olan başkanı Erol Çırakman ile her adli yıl açılışında konuşma yapan Türkiye Barolar Birliği başkanı Eralp Özgen mi bu iki hukukçu? Eygi ithamını açmadığı için doğru cevabı bilemiyoruz...
Son zamanlarda konuyu ülke gündeminde tutan şu sırada Gebze'de hapis yatmakta olan Yalçın Küçük oldu. Sonradan kitaplaşan yazılarında, Küçük, Selânik kökenli ailelerin soyadı seçerken veya çocuklarına ad koyarken içinde 'er' veya 'ar' geçmesine dikkat ettiklerini yazdı. Sözgelimi, bir hanım şarkıcı ile reklâmcı ağabeyinin 'dönme' olduklarından kuşkulu Yalçın Küçük... Tabii bu kuralın istisnaları da olmalı; çünkü kamuoyunda 'dönme' bilinen pek çok kişinin ad veya soyadında 'er' veya 'ar' bulunmuyor...
Ben de Hatemiler gibi bir şeyi anlamakta zorlanıyorum: Bu kadar gevşek yaklaşılan bir konuyu şu sırada sıcak tutmanın âlemi ne?
Konuya her dem tazelik katan Ilgaz Zorlu adlı bir genç. 'Zvi-Geyik' adıyla yayınevi kurup Şevket Eygi'nin 'dönmeler' üzerine kitabını yayımlayan Ilgaz Bey 'Sabetaycı' olduğunu öğrendiğinde konuya eğilmiş ve kendisinin 'Yahudi' kökenine önem vermiş... Atatürk'ün de okuduğu Selânik'teki okulun kurucusu Şemsi Efendi ("Yahudi adı 'Şimon Zvi'ydi" diyor Ilgaz Zorlu) dedesiymiş. Ilgaz Zorlu İsrail'e kadar gidip Yahudiliğinin tescil edilmesini istedi; ancak, başka ülkelerde din değiştirmeye zorlandıklarını ispatlayanları hemen bağrına basan İsrail, talebine olumsuz cevap verdi. Konuyu Türkiye'de sıcak tutarak, İsrail'i sonunda dize getirmeyi mi düşünüyor ne?
Bana sorarsa, biraz ters ve hayli uzun bir yol bu.

Cem’in dedesi Haham!




“Evet Ben Selanikliyim” adli kitabiyla taninan Sabetayci Ilgaz Zorlu, Cumhurbaskanligi tartismalarini AKIT’e anlatti... Ilgaz Zorlu, “Ismail Cem Ipekçi, köklü bir Sabetayci aileye mensuptur... Büyük dedesi Haham’dir ve Sabetay Sevi’nin de yakin arkadasidir” dediCEM VE DIGER SABETAYCILAR
“Cumhurbaskani adaylari arasinda yer alan çok kiymetli Ismail Cem’in kendisi pek kullanmasa da Ismail Cem Ipekçi, Ipekçi ailesine mensuptur. Dini geçmisi olan ve cemaat içinde hahamlik yapmis bir ailedir. Ipekçi’nin ailesinin en basindaki isim, Sabetay Sevi’nin çok yakininda yer alan bir kisidir. Cem’in yanisira, adaylik tartismalarinin yapildigi ilk günlerde ismi gündeme gelen baska Sabetaycilar da vardi. Mesela, büyükbabasi hem Haham, hem Mevlevi Seyhi olan Emre Gönensay... Sabetayci oldugunu reddetse de, bir Fransiz gazeteciye Sabetayci kökenini itiraf eden Coskun Kirca... Bu isimleri saymakta hiçbir beis görmüyorum. Çünkü, bunlari Yahudi cemaati de açiklamistir, bu cemaatin önde gelen isimlerinden Hario Ocalyo da açiklamisti. Sahit onlardir.”KARAKAŞLAR, KAPALI BIR KUTUDUR
“Ipekçi, Karakaslar kolundandir. Bu grup çok kapali oldugu için size fazla bir sey söyleyemem. Ancak, Sabetayciligin felsefesine ve ruhuna en sadik gruptur. Distan bakildiginda müslüman gibi görünürler, ama içlerine girdiginizde Yahudi inancini desteklediklerini görürsünüz. Bunlar açik açik konusulmalidir. Aksi halde, gerçek ortaya çiktiginda zor durumda kalinir. Kim olursa olsun, Sabetayci biri bütünlestirici olmalidir. Coskun Kirca gibi, Islamcilara karsi çok açik bir tavir alinirsa, bu, hem cemaate, hem de Türkiye’ye zarar verir.”
-Bağlı bulunduğunuz cemaatin içinde ilk defa siz ortaya çıkarak, bugüne kadar Sabetaycılıkla ilgili bilinmeyen gerçekleri kamuoyunun gündemine taşıdınız. Neden ortaya çıktınız ve cemaatin bilinmeyen gerçeklerini bütün ayrıntılarıyla anlattınız?Ben Sabetayciyim, fakat bu kimligimi uzun yillar Türkiye’de açikça ortaya koyamadim. 400 senedir çok önemli isimlerin içinden çiktigi bir cemaatin mensubuyum. Bu cemaatin mensuplarinin Türkiye tarihinin sekillenmesinde önemli rolleri oldu. 1924 Türkiye’sinde Türkiye’nin kurulusunda Sabetaycilarin çok ciddi rolleri var. Bunun için geriye dönüp baktigimizda ittihat Terakki dönemi hareketinin bir Sabetayci hareketi oldugunu görüyoruz. Bunu her zaman ispatlamak mümkün. Hareket ordusu kalkip Selanik’ten geliyor. Ilk Mason localari Selanik’te kuruluyor. Demiryollari Selanik’te, isçi hareketleri Selanik’te. Selanik’te ne var, Sabetaycilar var. Ben büyük bir sorunu tespit ettim. Sabetayci olanlar, Sabetayciligin ne oldugunu bilmiyorlar, en büyük problem burada. Kitaba ilgi oldugu için mutlu oldum ama ben bu kitabi aslinda kendi cemaatim için yazdim. Çünkü cemaatten gizleniyordu gerçekler. Cemaatin 90’lardaki temel felsefesi suydu: Bu konuyu konusmayalim. Bu konu kapansin. Nasilsa Türkiye’de bir noktaya geldi, pota olarak olustu.“LAIKLIGI DIN HALINE GETIRDILER”-Cemaate ağır elestirilerde de bulunuyorsunuz. Eleştirilerinizin en önemli noktasını cemaati temsil eden kişilerin katı laiklik anlayışı.Cumhuriyete karsi degilim, ben demokrasiye karsi degilim, ben laiklige de karsi degilim. Ben bu kavramlarin olmasi gibi yerine oturmasini istiyorum. Laiklik bir din degildir, fakat Sabetaycilar laikligi bir din haline getirdiler. Asiri insanlar görüyoruz bugün Türkiye’de. Bu insanlar cemaati temsil etmiyorlar. Yaptiklari sadece kendilerine baglamasi gerekiyor. Fakat böyle olmuyor. Kavgalar bizim cemaatimizin yok olmasina neden oluyor.
-Sabetaycılık nasıl doğdu?Sabetaycilik 1700’lerden sonra 1800’lerin sonlarina kadar olan 150 senelik süre içerisinde tamamen kapali bir sekilde yasamis. 3-4 kusak sonra insanlar Sabetayciligin temel felsefesini kaybettigi için bu insanlar bir nevi ortada kaldilar ve bir nevi arayislara girdiler. Basta Yakubi Cemaati olmak üzere Selanik’in batiya yakin olma özelliginden kaynaklanarak Fransa’ya ögrenci göndermeleri basladi. Fransa’ya giden ögrenciler döndükdüklerinde Fransiz ihtilalinin düsüncelerini getirdiler. Sabetaycilik içinde bunlar bir grup haline geldiler ve Sabetaycilar içerisinde bölünme basladi. Bu bölünmeler bir süre sonra cemaatin yenilikçilerin eline geçmesine neden oldu. 1900’lerin basina geldigimizde Yakubiler ve Kapancilar’daki dini teskilat hemen hemen yari yariya çökmüstür. 1900’lü yillarin basinda ise Yakubi ve Kapancilar’in dini esaslara göre yönetildiklerini söylemek mümkün degil. Karakaslar için ayni seyi söylemek mümkün degil. Onlar halen devam ediyorlar dini düsüncelerine. Halen organizeler ve halen din adamlari yetistiriyorlar. Fakat ben Yakubiler’in ve Kapancilar’in bu dini organizasyonlarinin bittigini düsünüyorum.
-Türkiye Cumhuriyeti topraklarına gelişleri de ilginç galiba.Türkiye’ye Lozan Anlasmasi’nda yer alan mübadele hükmü geregince geldiler. 1925’te geldikleri zaman, Türkiye küçük bir ülke degil büyük bir ülke. Fakat ülkenin nüfusu kalifiye degildi. Savaslarla yokolmus, Anadolu harap halde, perisan. Istanbul, Izmir, isgalden yeni çikmis. Ve buraya bir topluluk geliyor. Bu toplulugun rakaminin 25 bin oldugunu düsünüyorum. Bu topluluktaki insanlarin hepsi yurtdisinda okumuslar, her biri birkaç lisan biliyor. Hepsi burjuvaziyi olusturmus, isadami kökeninden geliyor. Sanayiciler var aralarinda Bezmenler, Ipekçiler örneginde oldugu gibi. Bu insanlar Türkiye’ye geldiginde ülke onlar için bombos bir alan. Bu nedenle çok kisa zamanda Türkiye’de belirli bir yerlere gelmeleri rastlanti olmadi.
- Türkiye’de köşebaslarını nasil ele geçirdi Sabetaycılar?
O dönemde basin ellerine geçti. Aksam bugünkü Bilgin ailesinin elinde, Yeni Asir ise yine Bilgin ailesinin. Vatan Gazetesi Ahmet Emin Yalman’in elinde. Yalman Yakubi’dir. Tan gazetesinin sahibi Serteller’e bakinca onlarda Sabetaycidir ve Kapanci koluna mensuplardir. Bu ekolden gelen sol tandasta Ahmet Emin Yalman’in yaninda yetisen Abdi Ipekçi’yi görüyoruz. Yalman’in çizgisindeydi. Basin Sabetaycilarin Türkiye’de etkinlik kazanmasinda çok etkili oldu.
- Sabetaycılar’in nüfus kağıtlarında Müslüman yazıyor, gerçekte Müslüman mısınız?“SABETAYCILARIN ÇOĞUNUN DINI LAIKLIKTIR”
Müslüman degildir Sabetaycilar, çünkü Müslümanligi hiç görmediler hiç yasamadilar. Belki içlerinde çok az tarikata girmis insanlar olabilir. Ama bunlar hiçbir zaman Islam dinine gerçek anlamda inanmadilar. Yahudi kabalizmine bagli inançlarini sürdürdüler. Laiklik bu insanlar için bir düsünce olarak hep varoldu. Bunu bir din haline getirdiler. Bana göre Sabetaycilarin dini laikliktir. Ben cemaatin en basindaki insanlara sunu söylemek istiyorum: Sabetay Sevi’nin cemaatin yasamasi için verdigi emirler ortadayken, bir Yahudinin yok olmamasi için verilen emirler Tevrat’ta verilmisken, nasil ki Sabetayci hahamlar veya Sabetayci ileri gelenler bu isin bitmesi hakkini kendilerinde görebiliyorlar. Iste ben buna karsiyim. Basta yalnizdim. Fakat cemaatin içinde bu kitabi okuyan, benim gibi düsünen insanlar var. Bugün Sabetaycilarin içinde büyük bir gençlik grubu bu isin bitmemesini, Sabetaycilarin kendi inançlarini sürdürmelerini istiyorlar. Kitapta amaçladigim en önemli noktalardan biri de suydu. Sabetaycilar 70 sene boyunca hiç tanimadiklari bir grupla düsman oldular. Onlar Islamcilardi. Hiç tanimadilar bu insanlari. Çünkü Sabetaycilar Anadolu kökenli bir topluluk degil. Anadolu kökenli bir topluluk olmadiklari için Anadolu’nun içinde meydana gelen olaylardan bihaberler. Yasadiklari çevreler Nisantasi-Maçka-Osmanbey üçgeni. Bu üçgen içinde yasamis insanlar nasil kalkip da diger insanlara düsman olabilirler. Çünkü Sabetaycilarin önüne getirilen olaylar 1930’larin Türkiye mantigidir. 30’larin, 40’larin Türkiye’si çok açik söylemek gerekiyor, kuvvetli bir iktidarin oldugu bir yönetimdir. Iktidarin insanlara belirli ideolojileri bastirarak kabul ettigi bir dönemdir.
-Sabetaycıların Türkiye’ye gelişinin üzerinden 75 yıl geçti. Türkiye’deki Sabetaycılık şu anda hangi noktada? Cemaatin ideolojik tercihleri nasıl?                                                                                                              -Sunu çok çok açik olarak söylüyorum, Yakubi ve Kapancilar’in arasinda dini taraf hemen hemen çok azalmistir. Kendi cemaatim olan Kapancilar Sisli Terakki yolsuzlugunda oldugu gibi, cemaatin birtakim vakif mallarini ele geçiren hirsizlar, cemaat adina bir takim kararlar vererek, kendilerinin hem Sabetayci oldugunu kabul etmemektedirler, hem Sabetayci vakif mallari üzerinde tasarrufta bulunmaktadirlar, olay tamamen paraya dönmüstür.“YOLSUZLUKLAR CEMAATE KAN KAYBETTIRIYOR”
Cemaatteki en aci olay Halil Bezmen olayidir. Çünkü Halil Bezmen cemaatten ve piyasadan topladigi muazzam bir servetle ABD’ye kaçmistir. Zaten ben inaniyorum, Sisli Terakki Lisesi’nin yöneticisi olan insanlar da uzun vadede ayni seyi yapacaklar. Bu insanlar, bir çizgi çiziyorlar Türkiye’de. Bu genelde Kemalist bir çizgi. Fakat bunu yaparken, sol partilerde yer aliyorlar. Fakat bunu yaparken cemaatin içerisinde bir takim olaylarin içerisine giriyorlar. Sisli Terakki Lisesi’nde baglantili olmayan kisiler sadece Sabetayci olduklari için okul yönetimindeler. Orasi bir cemaat okuludur. 2000’li yillarda Sabetayciligin cemaat organizasyonu kayboldugu için birtakim mallarini ele geçiren kisiler, kendilerinin cemaati yönetiyormus izlenimine kapilarak, kendi istediklerini yapiyorlar.
-Sabetaycılık yıllar geçtikçe nasıl nesilden nesile geçiyor? Dini eğitim cemaat içerisinde nasıl veriliyor?
-Sabetaycilarin içerisinde her zaman din egitimi konusu çok önemli. Dini egitim bugün sabetaycilarda veriliyor, kimse verilmiyor diyemez. Nerelerde verildigini de biliyoruz, kimlerin verdigini de biliyoruz. Bence bu vicdani bir olaydir, insanlar istedikleri gibi dini egitim alabilirler. Karakaslar’da da, Yakubiler’de de, Kapancilar’da da dini egitim veriliyor. Bunun haricinde yurtdisinda yasayan pekçok Sabetayci var ki, bunlar zaten yahudi cemaatlerine basvuruyorlar ve orada yahudilik egitimi aliyorlar.
-Dini eğitim noktasında Sabetaycılık ile yahudilik arasında paralellik var mı?                                           -Hayir yok. Türkiye’deki yahudiler kendi egitim kurumlarina Sabetaycilari kabul etmiyor.
-İsrail devletinin Sabetaycılara bakış açısı nasıl?-Bence bunu Israil Baskonsolosu’na sorun. Israil Sabetaycilik konusunda konusmuyor. Çünkü bu onlar için vicdani bir hatadir. Israil bugün dünyada yahudi düsmanligindan ve anti-semitizmden sikayet eder. Israil devletine sunu söylemek istiyorum. Baskalarindan beklediginiz hosgörüyü siz de Sabetaycilara gösterin. Sabetaycilara karsi hiçbir hosgörüsü hiçbir destekleyici tutumu yoktur. Sabetaycilari dini olarak hiçbir sekilde kabul etmemektedir.“ISRAIL IÇIN SABETAYCILAR SAVASMAYA GITTI”-Yani Sabetaycilar Israil’in çikarlari dogrultusunda çalisan bir dini grup degil size göre?                           -Hayir bu olamaz. Söyle bir olayi görmek lazim. Sabetaycilik felsefe olarak Ortodoks Yahudiliginin disinda olan bir olay. Bu noktada ulasma mümkün degil. Sabetaycilar mistik yahudilerdir. Israil de mistik Yahudiyi dislayamaz benim iddiam bu. Sabetaycilar hiçbir zaman açikça Israil’i desteklemedi. Fakat bazi Sabetaycilar destekledi. Bazi Sabetaycilar Israil devleti için savasmaya bile gittiler. Israil’in Ramle kentinde bugün yahudi olan çok sayida Sabetayci yasamaktadir.
-Masonlukla Sabetaycılık arasındaki bağlantı nedir?-Çok fazla sayida Sabetayci mason tanidim. Ben sunu gördüm. Masonluk bir anlamda Sabetaycilar için bir din haline gelmis. Bir dinin seromoni kismini masonlukta buluyorlar. Nitekim pekçok Sabetaycinin da mason olmasinin sebebi bu.
-50 sonrasinda dönem dönem Sabetaycıların hangi siyasi akımları desteklediği konusunda nasıl bir tablo karşımıza çıkıyor?                                                                                                                               -Cemaat direkt olarak hiçbir partiyi desteklemedi. Gruplasma kalktigi için böyle bir destekleme olmuyor açikça. 2000 yilina giriyoruz, bugün sabetaycilar birbirinden habersiz. Cemaat karari alarak destekleme olmamistir ama, ayni kültürel evreni paylasan insanlarin, ayni siyasi egilimleri gösterdigi konusunda kusku duymuyorum. Bu zaten bilimsel olarak üzerinde çalisilan bir konu. Demokrat Parti döneminde Fatin Rüstü Zorlu Sabetayciydi. Demokrat Parti deneyimi 60 ihtilali ile bozulmustur. Cemaat 60 ihtilalini desteklemistir. 70’lerde siyasi sahneden biraz biraz çekilmeye basladilar. Çünkü siyaset Anadolu kökenli bir hal almistir. 1930’larin elitist halktan kopuk devlet adami fikri halkin daha fazla katiliminin oldugu döneme birakti. 70’lerde büyük sol hareketlerin içinde Sabetaycilarin oldugunu görüyoruz.
-12 Eylül darbesinin ardından cemaatin siyasi tercihleri hangi doğrultuda oldu?-80’lerden sonra Sabetaycilik Özalizmle bagdasti. Özal’in Sabetaycilari çok ciddi olarak etkiledigini görüyorum. Ondan sonra zaten Türkiye’nin siyasi ve ahlaki yapisi degismistir. Sabetaycilar Özalizmin içinde erimislerdir.“IPEKÇI AILESI HAHAMLIK DAHI YAPMISTIR”-Son ayların en önemli konusu olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelirsek, DSP’nin adaylarından İsmail Cem ile ilgili yapılan yorumlar Sabetaycı olduğu yönünde. İsmail Cem Sabetaycı mıdır?-Evet Sabetaycidir. Cumhurbaskani adaylari arasinda yer alan çok kiymetli Ismail Cem’in kendisi pek kullanmasa da Ismail Cem Ipekçi, Ipekçi ailesine mensuptur. Dini geçmisi olan ve cemaat içinde hahamlik yapmis bir ailedir. Sabetay Sevi’nin çok yakininda yer alan bir kisidir Ipekçi’nin ailesinin en basindaki isim. Cem’in yanisira adaylik tartismalarinin basladigi ilk günlerde ismi gündeme gelen baska Sabetaycilarda vardi. Büyükbabasi hem haham, hem Mevlevi seyhi olan Emre Gönensay. Ve her ne kadar Sabetayci oldugunu reddetse de, geçmiste bir Fransiz gazeteciye Sabetayci kökenini itiraf ettigine dair bilgi gelen Coskun Kirca. Bu isimleri yazmakta hiçbir beis görmüyorum. Zaten bunlari Yahudi cemaati de açiklamistir. Türk Yahudi cemaatinin önde gelen isimlerinden Hario Ocalyo açiklamistir bütün bu isimleri. Bu isimlerin Sabetayci oldugunun sahidi onlardir.
-Sabetaycı bir ismin Cumhurbaşkanlığı’na sıcak bakıyor musunuz?                                                         -Ben suna karsiyim. Yahudi cemaatinin içinde aman suna, aman buna karismayalim, konusmayalim. Ben açikliktan, her seyin açiklikla konusulmasindan yanayim. Yalan söylendiginde, gerçekler saklandiginda, gerçekler bir sekilde ortaya çikacak. Gerçekler ortaya çiktiginda da zor durumda kalacaksiniz.
“EĞER İSMAİL CEM CUMHURBAŞKANI OLURSA...”Eger bir Sabetayci Türkiye’de Cumhurbaskani olursa, ben buna sevinirim. Fakat benim sevincimin devam edebilmesi ve benim ve diger Sabetaycilarin da mutlu olabilmesi için, Cumhurbaskanligi makamina gelecek olan Sabetayci kisinin, öncelikle devletin içerisinde bütünlestirici özelligi olmasi gerekir. Eger bu kisi 1930’larin elitist mantigiyla yaklasirsa ve Coskun Kirca örneginde oldugu gibi Islâmcilara karsi çok açik bir tavir alip, bir takim baska siyasi hesaplar yaparsa, hem cemaate zarar verecek, hem de Türkiye’ye zarar verecektir. Eger Ismail Cem Cumhurbaskanligi seçimini kazanirsa, Türkiye’de yasayan Sabetayci bir vatandas olarak Çankaya Köskü’nde nasil cuma namazlarina sayin Demirel gidiyorsa, Cumartesi günleri de Çankaya Köskü’nde Sabak Defilesi yapilmasi için ben bizzat Cumhurbaskanligi’na ve Meclis’e basvuracagim. Bunu çok arzu ediyorum. Hatta Cumhurbaskani’nin Yahudilerin dini bayramlarinin oldugu günlerde, çalismamasi gerektigini düsünüyorum. Hatta hatta, sayin Cumhurbaskani’nin bu takdirde kafasina kipa takarak dolasmasi da gerekebilir. Çünkü bu onun dini inancidir, bunu yapmasi gerekir. Sabetayci Cumhurbaskani bunu yaparsa Türkiye’de diger insanlar ne yapar bu da ayri bir konu olur.-Ismail Cem Ipekçi’nin cemaat içindeki konumu nedir? Cemaatin hangi koluna mensup?
-Sayin Ipekçi, Karakaslar kolundan. Karakaslar grubu çok kapali bir grup oldugu için size fazla bir sey söylemem çok zor. Karakaslar Grubu Sabetayciligin felsefesine ve Sabetayciligin hâlâ organizasyon olarak devam etmesine en sadik grup. Ipekçi ailesi hakikaten hususiyeti olan bir ailedir. Ailenin geçmisinde çok dindar insanlar da çikmistir. Böyle bir dini ortamda yetisen bir kisinin kalkip da dindisi hareket etmesi biraz zor gibi gözüküyor. Karakaslar hiçbir zaman açik olmadilar. Insanlarla Sabetayciliklari konusunda hiç konusmazlar. Disaridan baktigimizda Müslüman gibi gözükürler. Içlerine girdiginiz zaman kuvvetli bir Yahudi inancini desteklediklerini görürsünüz. Ve çok açik olarak söylüyorum, Türk diplomasisinin yakindan tanidigi 4-5 diplomatin ailesi Karakas grubundandir.

Cemil İpekçi, iki elbise giyiyor. Biri iş yaşamında ortaya çıkan Cemil. Diğeri ise özel yaşamında ortaya çıkan şımarık, egoist yani "Öz" Cemil. O, bugüne kadar hiç olmadığı açıklıkta Cemil İpekçi'yi sadece Aksiyon'a anlattı

Cemil İpekçi'yi tanımayan yoktur. Modacı olarak bilinse de kendisini tasarımcı olarak tanımlayan Cemil İpekçi, 17. yüzyılda mesihlik iddiasında bulunan Sabatay Sevi'nin öz torunu

Sabatay Sevi, 1626'da İzmir'de doğdu. Onun yaşadığı yıllarda Yahudi dünyası oldukça büyük sorunlar yaşıyordu. Polonya ve Rusya'da büyük kitle katliamları yapılmış, ayrıca anti-semitik hareketler de tüm dünyada etkinlik kazanmıştı. Çekilen tüm sıkıntılar ve acılar Yahudileri Kabala'nın (Gelenek anlamına gelen İspanya'da gelişen Yahudi Mistisizmi. Kabala ilmi; varlığın gizemi, yaratılış, önceden olmuş ve sonradan olacak, hayatın sırrı, yıldızların dünya üzerindeki etkisi, rüyaların açıklanması, şeytanların ve kötü ruhların kovulması, hatta muska yapılması gibi konularla ilgilenir) mistik dünyasına itmişti, artık beklenen kurtarıcı gelmeliydi. Aynı yıllarda Osmanlı ülkesinde de karışıklıklar yaşanıyordu. O tarihlerde Musul civarında Seyid Abdullahoğlu Muhammed mehdiliğini ilan etmişti. İşte tüm bu olaylar ve bunalımlar genç Sabatay'ın üzerinde derin etkiler bıraktı. O beklenen Mesihin kendisi olduğuna inanıyordu. 31 Mayıs 1665'te Sabatay mesihliğini ilan eder ve önemli bir taraftar kitlesi toplar. Ortodoks Yahudiler ise ona inanmazlar ve onu kadıya, daha sonra da Osmanlı Sultanına şikayet ederler... Fazıl Ahmet Paşa, işin esasını öğrenmek için, Sevi'nin derhal tutuklanarak İstanbul'a gönderilmesini ister. Edirne sarayında, Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padişah'ın imamı meşhur Vani Efendi'den oluşan bir divan kurulur, Padişah Sultan IV. Mehmet de divanı 'Kafes'ten' izlemektedir. Divanda, Padişah'ın hekimbaşısı Yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık yapar. Sabatay Sevi'den Mesihliğinin alameti olarak bir mucize göstermesi istenir. Mucize, atılan okların vücuduna işlememesi şeklinde olacaktır. Bu teklifi duyan Sevi, dehşete düşer ve kendisinin Mesihlik iddiasında bulunmadığını, bunun bazı Yahudiler tarafından çıkarılmış bir şayiadan ibaret olduğunu söyler. Sevi, Hayatizade'nin tavsiyesi üzerine Kelime-i Şehadet getirir. Divan huzurunda Müslüman olan Sabatay Sevi, Aziz Mehmet Efendi adını alarak 150 akçelik bir maaşla Saray kapıcılığı görevine getirilir. Sevi'nin Müslüman olması bütün Yahudi dünyasında şok etkisi yapar. Büyük çoğunluk onun Mesih olmadığına inanarak Ortodoks inancına geri döner, ikiyüz ailelik bir topluluksa din değiştirerek onun yolundan gider. Selanik'e yerleşen bu toplum pratikte Zohar'a dayanan mistik bir yaşamı benimser, Yahudi inancını sürdürür, fakat resmen Müslüman milletine dahil olarak yaşarlar. İşte tarihte 'Dönmeler' olarak adlandırılan cemaat böylece doğmuş olur.

Buraya kadar aktarılan bilgilerin bir kısmı Ilgaz Zorlu'nun Evet Ben Selanikliyim, bir kısmı da Ahmet Hikmet Eroğlu'nun Osmanlı Devleti'nde Yahudiler adlı kitabından alınmış satırlar.

Sabatay'ın öz torunu
Cemil İpekçi'yi tanımayan yoktur. Türkiye'de olduğu kadar uluslararası tasarım dünyasının tanınmış kişilerinden birisi olan Cemil İpekçi işte bu Sabatay Sevi'nin öz be öz torunu. Sevi'nin de dedeleri olan İpekçi'nin ataları 1480'de Endülüs'ten gelip önce Venedik'e, oradan Kayseri'ye, daha sonraki yıllarda da İzmir'e yerleşmiş bir aile. Sabatay Sevi Osmanlı'ya gelirken onun diğer erkek kardeşi de İskoçya'ya gider. İki ailenin irtibatı İpekçi'ye göre kalmamıştır artık. Sabatay Sevi'nin yukarıda bahsettiğimiz Mesihlik iddiasında bulunması ve padişahın huzurunda kendisinden, bu iddiasını ispatlayacak bir mucize göstermesi istenmesi karşısında, bunun olmayacağını anlayınca Müslümanlığı kabul ettiğini açıklaması sonrasında da Selanik'e zorunlu olarak yerleşir İpekçi'nin dedeleri.

"Sabatay Sevi benim soyum, kimseyi ilgilendirmez"Herkesin kimlikle etiketlendiği bu dönemde yıllardır kapalı kalan, ritüelleri tartışılan bir cemaat-aile mensubu olmak İpekçi'nin deyimiyle kimseyi alakadar etmez: "Bizimkinde Sabatay Sevi bilindiği için Dönme olduğu da biliniyor. Ama herkes İslam'a bir yerden dönmüş. Biri 500 yıl önce Musevilikten dönmüş, biri 700 yıl önce. Sabatay seni-beni ne alakadar eder? O benim kanım. Kimseye yargılama hakkını da vermiyorum". En önemli ritüellerinden biri -gel ki Cemil İpekçi babasının kuşağının bu kuralı artık ihlal ettiğini söylüyor ama- Sevi'nin torunlarının aile arası evlenmeleri kuralı: "Çok uzun yıllar aile arası evlenmişler. Ama benim anne ve babamın döneminde bozulmalar oldu. Annemle babam akraba değil. Annem Bektaşi mesela. Babamın yeğenleri de yabancı ile evlendi. Ondan önce aile dışı evlenemezdin zaten". Sevi'nin torunlarında eski geleneklerin sağlamlığı yemek kültüründe de etkisini sürdürüyor: "500 sene evvelki neyse aynı yemekler hala var. İspanya'da bile kalmamış, unutulmuş ama bizde olan çeşitler. Mesela Tüy Beyaz diye bir köfte çeşidimiz var. Cevizle kıyma çekiliyor, içine fıstık ve yumurta konuyor. Sonra patlıcan böreğimiz. Buradaki ile alakası yok. Erikli balığımız var."
Cemil İpekçi Sabatay Sevi'nin dört çocuğundan biri olan Osman'ın soyundan geliyor. İpekçi'nin anlattığına göre diğer kardeşlerin soyundan gelenler arasında ise bugünün tanınmış aileleri bulunuyor: Dilber, Germen, Bezmen, Tokay ve Atabek'ler. Cemil İpekçi'nin dedeleri daha çok ticaretle meşgul olmuş Osmanlı'da. Son dönemde ise kumaş işine girmiş aile. İpekçi soyadı da zaten buradan geliyor. İpekçi'nin üvey büyükbabasının (onun asıl büyükbaba ve büyükannesi Tokay ailesi) babası Kani İpekçi, Karaköy'de bir manifatura dükkanı açarak ticarete atılır. Cemil İpekçi, Sabatay Sevi'den bugüne kadar bütün aile fertlerinin ne iş yaptığına, nerede oturduğuna dair bilgileri elinde bulunduruyor. Aileyi konu alan bir kitap hazırlığı sürdüğü için bilgileri bize vermeyen İpekçi, kitabın kış sonuna kadar çıkacağını söylemekle yetiniyor.

Babası evlatlık veriliyor
İpekçi'nin asıl dedesi Mahir Tokay. Mahir Bey, sarayın doktorluğunun yanında Güzel Sanatlar Akademisi'nin kuruluşunda görev almış ve anatomi dersleri de vermiş birisidir. Tokay, aynı zamanda Selaniklilerin de doktorudur. İpekçi'nin babası doktor Nejat Bey ise, Mahir Tokay ile Ganimet Hanım'ın dördü kız beş çoçuğunden en büyüğü olarak doğar (Diğerleri Sabahat, Melahat, Vildan, Rezan). Cemil İpekçi'nin asıl büyükannesi Ganimet Hanım, kardeşi Şevkat İpekçi'nin hiç çocuğu olmadığı için en büyük oğlu Nejat'ı doğar doğmaz kızkardeşine evlatlık verir. Daha sonra kendisine 'evladımı kaybederek sevgimin bedelini çok ağır ödedim' dedirtecek bu olay sonucunda Ganimet Hanım'ın torunları olan Şevkat, Cemil ve Kenan da bir türlü öz babaanne sevgisi ile sevemezler onu: "Bayramlarda öpemezdim onu, yabancı gibi gelirdi bana. Çok üzüldüğünü yıllar sonra anladım". İşte bu aileye evlatlık verildiği için Cemil Bey'in soyadı da İpekçi olarak kalır yıllar boyunca. (Cemil Bey, yeni yeni Tokay soyadını kullanmaya başlıyor. Tokay, soyadı kanunu çıktığı zaman babası tarafından alınmış. Babası Nejat Bey, en sevdiği şarap markası olan Tokay'ı soyad olarak tercih etmiş.) Bu nedenle küçük Cemil, dedesi olarak kendi adını aldığı Cemil Bey'i, büyükannesi olarak da Şevkat Hanım'ı bilir. Dede Cemil İpekçi, Türkiye'de ilk sinema salonu kuran ve işleten birisidir. Fitaş, Yeni Melek, şimdiki Emek gibi sinema salonları ile ilk kurulan film stüdyosu İpek Film'in işleticisi olan dede Cemil İpekçi 1970'de iflas edince aile bu alandan çekilir. Dede Cemil İpekçi'nin annesi ile Işık Lisesi'nin kurucusu Fevziye Hanım ve Abdi İpekçi'nin anneleri aynı aileye mensup ve kardeştir. Geçmişte hep aile içi evlilik olduğu için aileler içiçe geçmiş neredeyse.

Anne tarafı Bektaşi
Cemil İpekçi'nin babası Nejat Bey, Sabatay'ın torunlarında sıkı olan bu aile içi evlenme geleneğini aşmayı başarır ki akrabası ile evlenmez. Nejat İpekçi ilk evliliğini Sahire Hanım'la yapar. Bu evliliklerinden Şevkat (1944), Cemil (1948) ve Kenan (1951) doğar. Daha sonra bir evlilik daha yapar ama çocuğu olmaz. Eşi Sahire Hanım da oldukça köklü bir aileden gelmektedir. Sahire Hanım'ın annesi, yani Cemil İpekçi'nin anneannesi Müesser Hanım, meşhur Karaköy Börekçisi Hasan Bey'in (Halk arasında yağma Hasan'ın Böreği diye bilinen tabirin sahibi) kızıdır. Hasan Bey, Safranbolulu ama Karakeçili Aşireti'ne mensuptur. İpekçi'nin anne tarafından dedesi Ekrem Sanvar ise Osmanlı zamanında Abdülhalim Efendi'nin yaverliğini yapmış, daha sonra cumhuriyet döneminde Macaristan ve Paris'e kültür ataşesi olmuş, ardından da İstanbul Emniyet Müdürlüğü vazifesinde bulunmuş biridir. Aile bunun dışında da birçok emniyet mensubu çıkarır. Türkiye'nin ilk kadın emniyet müdürü İpekçi'nin yengesi Feriha ile dayısı Adnan Sanerk ailedeki diğer eski emniyet mensuplarıdır. Şimdiki nesilden ise dayısının kızı Nurdan Canca (Yalova Emniyet Müdürü) ile kocası Nadık emniyette görevlerini sürdüyor.

Anne tarafından Bektaşi olan İpekçi'nin anneannesi Müesser Hanım'ın büyükdedesi Bektaşi dedelerinden İstanbul Emirgan'da tekkesi bulunan Nafi Baba'dır. İpekçi'nin dedesi Ekrem Sanvar'ın babası ise Kuleli'nin coğrafya hocalarından Remzi Bey'dir. Onun da ailesi İstanbul alındığında surların içinde yaşayan Bizanslı bir ailedir. Ekrem Bey'in annesi Makbule Hanım'ın babası ise sarayın müneccimbaşısıdır. Görüldüğü gibi Cemil İpekçi'nin anne ve baba tarafı da saraya yakın bir hayat sürmüştür. Ama özellikle anne tarafının sarayla daha bir içli dışlı olması onlarda bir saraylılık izi bırakır sanki: "Anne tarafım müthiş mağrurdular. Dayılarımın, hayatlarında hiç rica ettiklerini duymadım. Paraları kalmış kalmamış, hanedan bitmiş bitmemiş umurlarında değil. Leyla Teyze (Ünlü soprano Leyla Gencer) ile konuşurken başı yukarıda, havaya doğru dururdu." Sizlerin de kafası karıştı biliyorum. İpekçi'nin anne ve baba tarafı o kadar kadar grift ki tarihin sayfalarında bir an kayboldum sandım. Sabatay Sevi'den tutun da Bektaşiliğe, Bizans'a kadar özellikle anne tarafı çok milliyetli olan İpekçi, 'Ben hakiki Osmanlı'yım' diyerek işin içinden çıkıyor. Benim de aklıma Osmanlı deyince böyle bir mozaik geliyor zaten. Endülüsten gelen Yahudiler'e bildiğiniz gibi Osmanlı kucak açmış ve dini bir baskı kurmadan kültürlerini sürdürebilme imkanı sağlamıştı. İpekçi'nin bu yüzden Osmanlı'ya bakış açısı, birçok aydınınkinden farklı. Belki anne tarafının saraylı olmasının da bunda etkisi vardır: "Biz Osmanlı'yız kardeşim. Bunu kabul etmediğimiz sürece bir adım ilerlememize imkan ve ihtimal yok. Bir defa Osmanlı'yı yabancı da olsam severdim. Ama liseyi bitirene kadar sevmememiz öğretildi, lise sona kadar Fatih, Yavuz aman muhteşem savaşlar yaptı, Malazgirt Savaşı muhteşem... Son iki seneye geldik... Memleketi sattılar diye veryansın ediyoruz. 700 yıllık Osmanlı döneminde tabii ki iyi padişahlar da kötü padişahlar da vardır. Memleketi kötü idare etmiş diye onları atarsak o zaman cumhuriyet dönemini hiç almamamız lazım. Geçmişi olmadan insan var olamaz. Amerikalılar olmayan geçmişleriyle ayakta kalabilmek için bir geçmiş ortaya koymaya çalıştılar. Osmanlı yasaklar koymamış, hiç bir toplumu dininden vazgeçirmemiş. Osmanlı Sırpları kılıçtan geçirseydi bugün Bosna sorunu yoktu."

Ailemde namaz kılan hiç görmedimİpekçi'nin bu Osmanlı sevgisi şimdi daha iyi anlaşılıyor. Osmanlı'nın tamamen yıkılması ve Balkanlar'da yeni ülkelerin ortaya çıkması ile 1920'lerde, bu ülkelerdeki yerleşik halk da yerinden yurdundan olur. İpekçi'nin ailesi de mübadeleye maruz kalır. Selanik artık onlara kapılarını kapattığı için onlar da İstanbul'un yolunu tutarlar. Geldikleri İstanbul'da da geleneklerine bağlılıklarını rahatça devam ettirme imkanı bulurlar. Serbest ortam Cemil Bey'in küçüklüğünde de devam eder. İpekçi'nin hatıralarında küçüklüğünde anneannesi ile her pazartesi gittikleri Nafi Baba Tekkesi ziyaretleri tazeliğini korumaktadır. Aile büyükleri ile beraber mezarlık ziyaretlerini eve dönüşte ifa edilen 'şükür secdesi' izlerdi hep. Baba tarafı ise din konusunda daha geniş düşünmektedir: "Babam dine çok geniş açıdan bakan birisiydi. Namaz kılmazdı. Ben ailemde namaz kılan hiç görmedim. Yaşlılarımda da." Bunda Sabatay Sevi'de olduğu gibi görünüşte Müslüman ama içte Yahudi mistisizminin kurallarına uyan bir yaşam sürmelerinin etkisi var mıydı? İpekçi'ye göre "Hayır. Göstermelik Müslüman belki ilk yüzyılında olabilir. Ama babam doğduğu zaman göstermelik değildi. Bence devamlı pratik yapmaktan artık şey olmuşlardı, İslamdılar. Belki Anadolu'nun batısındakiler kadar. Adamları içki içer, ama herbiri camiden kalkar, mevlüt okunur, Kur'an okunur. Herkesin evinde dualar yazar. Ama tabii ki şey adeti bittiğini zannetmiyorum. Bir aşiret oldukları için..."

'Topkapı Sarayı benimdi'
Üç kardeşin (diğerleri Şevkat ve Kenan) ikincisi olarak doğan küçük Cemil'in çocukluğu İstanbul'daki Hidiv Köşkü'nün yanında Karaköy Börekçisi Hasan Bey'in Köşkü'nde geçer. Cemil İpekçi, bu köşkün geniş odalarında, hasır sandıkların içinde saatlerce süren düşlerden bir dünya kurar kendine: "O odalara girer saatlerce ben sultanım diye düşünür oyalanırdım. Topkapı Sarayı'na girdiğimde de kendimi hep öyle hissediyorum. Sanki Topkapı Sarayı hep benimdi, ben de orada yaşıyordum." Cemil İpekçi, yedi yaşında geçirdiği hastalık yüzünden çok şımartılır. Çocukluğunda onu etkileyen bir hadise de dokuz yaşında iken annesi ile babasının ayrılmasıdır. Onun dışında mutlu bir çocukluk devresi geçirir. Bugünün tanınmış tasarımcısı (Kendisine modacı denilmesini istemiyor. Ona göre moda tacirlerin ortaya attığı bir kavram. Modayı takip edenler de kendine güveni olmayan insanlardır) Cemil İpekçi kumaşla çok erken yaşta tanışır. İpekçi beş yaşında bebeklerine paltolar-elbiseler diker. Aslında İpekçi, giyinmekten nefret eden birisidir. Bu yüzden mağara devri insanlarına özendiğini söylemekten de kaçınmaz. Bu yapıda birisi olmasına rağmen niye tasarımcı olduğunu ve niye insanları hep giydirmek istediğini de bilemez.

'300-500 defa sure okurum'
İpekçi aslında beş-yedi yaşlarında iken balet olmak ister. Ancak babası izin vermeyince içinde bir ukde kalır. Yine çok iyi piyano çalabilen İpekçi'nin, oryantal dansör olmak da bir diğer tutkusudur: "Mesela bir Mısır tapınağında oryantal dansör olup saatlerce halhallar bileğimde o tamburların sesiyle dönmek isterdim." Dans ederek ibadet edebileceğini düşünür İpekçi. Hatta oturup hayal kurmak bile ona göre bir ibadettir: "Duanın sadece surelerle olmadığını, bir şeyi severken, öperken Allah'a doğru çekildiğimi hissederim. Veya burada oturup hayal kurmanın bile dua olduğunu düşünürüm." İpekçi, Bektaşi bir anne ile Selanik kökenli bir babanın çocuğu olarak böyle bir kültür ortamında yetiştiğinden olacak İslam'ın uygulamalarına farklı bakar. İbadette şekil kabul etmez. Beş vakit namaz kılmakla Allah'ın mutlu edilemeyeceğini düşünür. İbadet yaparak Allah'ı değil kendimizi mutlu edeceğimizi söylediğimde de "Kendi mutluluğumuz için ise o zaman Allah'ı karıştırmayalım bu işe" demekle yetinir. Çevirenin kendi hislerini de kattığını düşündüğü için tercüme veya tefsirlere kaynak gözüyle bakmaz. Küçüklüğünde babası ona Arapça öğretmek ister ama o öğrenmez: "Arapça öğrenmemekle çok büyük hata ettim. Babam çok öğretmek istemişti. Kur'an'ı çok okuduğum ve böyle ayetleri sevdiğim için hep öğrenmem gerektiğini savunmuştu. Fakat çocuk tembelliği işte." Bunun için Kur'an'ı Türkçesinden okur. Bolca dualar eder, nazara fazlaca inanır: "Normal sureleri çok okuduğumu biliyorum. Hele Felak, Ayet'el-Kürsi ve Nas surelerini günde üçyüz-beşyüz defa okurum herhalde".

İpekçi'nin tasarımcı olmasını istemeyen babası Nejat Bey, onun iktisat okumasından yanadır. İlk öğrenimine 1955 yılında Işık Lisesi'nde leyli olarak başlayan İpekçi sonra Şişli Koleji'ne geçer. Dokuzuncu sınıfta iken disiplini sevmeyen yanı depreştiği ve okumak istemediği için bir yılda onikiye yakın okul değiştirir. Sonunda Tarhan Koleji'ni bitirir. İpekçi, babasının isteği doğrultusunda yurtdışına uzak bir akrabasının yanına gider iktisat okuması şartıyla. Daha doğrusu babası onu iktisat okusun diye yurtdışına gönderir ama...: "Babam beni bir-iki sene iktisat okuyor zannetti. Ben Belçika Kraliyet Akademisi'ne (Royal Academy of Art) girmiştim bile." Başta izin vermeyen babası daha sonraki yıllarda onun tasarımcı olmasından memnun olacaktır.

"Hep sakladığım bir şeydi"
Onun içinde, disiplini sevmeyen ya da 'Öz Cemil' diye tanımladığı bir başka Cemil daha ortaya çıkmaya başlar lise yıllarında: "Sınırlarımı çizdim. Doğduğum bu formda, 98 kilo, 1.60 boyunda, çok sessiz, içine kapanık, kimseyle konuşmayan, hiç arkadaş sevmeyen bir Cemil'in istediği başarıları elde etmesine imkan yok" deyip insanlara nasıl davranması gerektiği konusunda senelerce çalışır. 50 yaşını aştığı bugünlerde ise İpekçi, tekrar çocukluğuna döndüğünü düşünür. Özellikle o esas kişiliğinde var olan ama senelerce uyutmaya çalıştığı kişiliği ile çatışmaya başlar: "İnsanları çok seviyorum ama taviz vermeyi hiç sevmiyorum. İnsanların zannettiği kadar çok uysal da değilim. Esas kişiliğimde ben son derece hırçın, şımarık belki egoistim. Bunlarda 'Öz Cemil'i buluyorum. Sen bana kırılabilirsin ama seninle konuşmak istemiyorsam konuşmuyorum. Üzülürsen o senin sorunun." İşte bu Öz Cemil'dir. Bize konuşan Cemil'in Öz Cemil'le bir ilgisi yoktur. Öz Cemil, İpekçi'nin son üç yıldır sürekli gidip kaldığı yer olan Bodrum'da ortaya çıkan Cemil'dir. Dolayısıyla İstanbul İpekçi'nin reel, Bodrum ise hayal dünyasıdır. Biz Öz Cemil'in dışındaki diğer Cemil'le; kurallara uyan, konuşma bitene kadar kalkıp gitmeden sabırla sorularımıza cevap veren Cemil'le konuştuk. İşte bu Cemil, bize bugüne kadar hiçbir gazete veya dergiye konuşmadığı kadar da açık konuşur, söyleyeceklerini saklamaz: "Kendimi çok iyi tanımladığımı zannediyorum. Cemil, Cemil'i hiç bir zaman bu kadar açık anlatmadı. Kendimi hiç bir zaman için şımarık veya kaprisli olarak tanımlamamıştım. Hep sakladığım birşeydi." Ama iki Cemil'in bir ortak noktası vardır. İkisi de hüzünlüdür. Sevgi ve aşka tutkun olanlar ona göre hayatları boyunca bu hüznü hep taşırlar. O da böyle biridir.

'Ben neyim?'
Babasına rağmen tamamladığı Belçika'daki üniversite eğitiminden sonra 1971'de Türkiye'ye dönen İpekçi Tahtakale'deki Zeki Triko'da çalışmaya başlar: "Belime kadar saçlar, kulağımda küpeler, bu kadar topuklar ayağımda. Tahtakale'nin sokaklarında... Bütün insanlar dükkanlardan dışarı fırlıyorlardı, Mars'tan birileri gelmiş diye. Zaten şaşırmasalardı tuhafıma giderdi. Beni inceleme altına aldılar. Ben neyim, hangi cinsim? Erkek mi, kadın mı, gay mi? Ama sonunda hallettiler ve bir yere oturttular." Halkın meraklı bakışlara rağmen birbirine söylediği "Bak Avrupa'dan gelmiş, modacı imiş" sözü ona moral kaynağı olur.
Yıllar ilerler, İpekçi de 1975'te kendi işini kurar. Bir "Çingene" sevgilisinin etkisinde kalarak bu yıllardaki tasarımlarını Çingene diye imzalar ve yine Çingene Butik adıyla bir işyeri açar kendine. İpekçi'yi yaşadığı aşklar sürükler hep. Sevdiği ile beraber 1977 sonunda onbeş günlüğüne gideceği Nice'ten tam altı yıl sonra 1984'te döner Türkiye'ye. Dönüşte kulüp işletmeciliği işine girer, Etiler Gala'yı açar. 1985'te ise Cemil İpekçi mağazasını açarak eski işine ağırlık verir. İki atölyesinde yüze yakın kişi çalıştırır. Artık büyümeye başlamıştır. Bu dönemde kendi deyimiyle çevresinde 'yiyiciler' de çoğalır. 1991 senesine gelindiğinde ise birden bire hacizler gelmeye başlar, iflas eder. Hiç ara vermeden yeni bir iş yeri açar kendine. Ama bu sefer eski savurganlığı yoktur. Yoğurdu üfleyerek yer: "Ben tüccar yaratılmamıştım. Ama 1991'den sonra çok iyi bir tüccar oldum. Artık bir liranın bile çok iyi hesabını yapıyorum."

Zaman azalıyor
1993 yılında, hayatta en çok değer verdiği varlığı annesini kaybeder. Hayatının en ciddi şokunu yaşar. O ana kadar parasını idaresinden tutun da karşılaştığı maddi-manevi sıkıntılara karşı hep annesinin yardımıyla göğüs geren İpekçi, bu zamana kadar aklına bile gelmeyen, kendisi için olmadığını düşündüğü ölümü hatırlar-tanır: "Ölümle tanışınca insan korkuyor. Vaktinizin azaldığını hissetmeye ve vaktin çok kıymetli olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Bir sürü küçük aptallıkları artık yapmaman gerektiğine inanıyorsun." Bir de Zeki Müren'in ölümü onu böyle etkilemiştir. Bodrum'a gitme fikri de böyle bir dönemden sonra belirir kafasında zaten. Geçen aylarda 51 yaşını kutlayan Cemil İpekçi, 50 yaşından sonra insanların tekrar çocukluğa döndüğünü düşünür. Kendini yeni doğmuş gibi hisseden İpekçi, 51 değil 1 yaşındadır, hayata ilk başladığı korkuları ile birlikte: "Korkuyorum. Korkularım başladı çocukluktaki gibi. Aşık olmaktan, işten korkuyorum. Liseyi ve üniversiteyi bitirdiğimde de böyle heyecanlarım vardı. Tekrar aynı şeyleri hisediyorum." Bu yeniden doğuşun ilkinden bir farkı vardır. İpekçi, bundan sonraki yaşamının çok kalabalık ve profesyonel oyuncularla oynanacak bir oyun olmadığını düşünmektedir.
İşte size Cemil'in ağzından bugüne kadar hiç anlatılmayan, açıklanmayan en detaylı, Sabatay Sevi'nin torunu Cemil İpekçi'nin hikayesi.CEMAL A. KALYONCU
Sabetayistler Kimin Günah Keçisi?Devletin derin ilişkilerinde konuşlandığı iddia edilen "gizli dönmeleri", "Sabetayistler"i attığınızda, derin devlet tamamen aklanacak mı, dosdoğru temize mi çıkacak 28 Şubat'tan?Radikal 2 14/06/2004 Leyla İPEKÇİ BİA (İstanbul) - Bir süreden beri birtakım ailelerin isimleri tıpkı Nazizm dönemindeki gibi listeler halinde internet sitelerinde, saygın medya kuruluşlarında yayınlanan röportajlarda, ciddi akademisyenlerin dillerinde dolanıp duruyor.

Sanırsınız kî bu listelerdeki isimler tek tek mimlenerek temerküz kamplarına götürülecek. Sanırsınız ki bu isimler fişlenerek tıpkı belli dönemlerde Güneydoğu'da yapıldığı gibi bir dizi faili meçhul cinayetle ortadan kaldırılacak. Yine sanırsınız ki bu isimler bu ülkeyi altına üstüne getiren hortumculardan, Bahçelievler katliamı gibi hâlâ yargıda takılan katliamları düzenleyenlerden, Abdi İpekçi cinayeti gibi hâlâ aydınlatılmamış cinayetleri işleyip Türkiye'nin kendileriyle gurur duymasını sağlayanlardan, dokunulmazlık zırhı altında mafyayı kendi karanlık işlerinde kullananlardan, rüşvet yiyen üst düzey bürokratlardan ve adı çeşitli yolsuzluklara karışan asker ve polis kesimindeki bazı isimlerden çok daha tehlikeli bu ülke için!

Sanırsınız ki askeri dönemin en sıkı hapishanelerinden kaçırılan suikastçilerle, herkesin gözü önünde ülke dışına kaçırılan mafya babalarıyla işbirliği yapmayı sürdürenlerden, onları kendi çıkarları doğrultusunda kullananlardan bile daha tehlikeli bu ailelerin mensubu olan kişiler! Sanırsınız, Sabetayist denilerek bir kapta boğdurulmaya çalışılan bu ailelerde henüz doğmamış ve doğacak her birey, bu ülkenin en sakıncalı insanları arasına girecek.

Sol cenahtan infaz"Türkiye'yi Sabetayist gerçeğiyle" yüzleştirme iddiasındaki bazı sol cenah araştırmacılarının ima ve infazla süslü konuşmalarından, yazdıkları sayfalarca kitaplardan öyle anlaşılıyor ki, kendileri "bağnaz" sağcılardan çok daha ciddi araştırmalara imza atmışlar. Fakat sözgelimi "İpekçiler gibi kendilerini saklamayan en ünlü Sabetayistler"den bahsederken nedense bu aileden hiç kimsenin tanıklığına başvurma ihtiyacı duymuyorlar. İpekçilerin telefon konuşmalarından, evliliklerinden bahsederken düzeysiz alıntılarla, toptancı genellemelerle ne dini görüşlerini, ne politik yaklaşımlarını bildikleri sayısız kişinin "gizli gerçeğini tespit ederek" tarafsız gazeteciliklerini sergileyip duruyorlar!

Kimilerinin deli kimilerinin dahi dediği, kendisi de yeterince ciddi eleştirilmemekten mustarip olduğunu söyleyen bir profesör bu kez işi sınıfsal bir olguya, solcuların hassas noktalarına sürüklemeyi seçiyor. Kabiliyetsiz olup çok para kazanan herkesten, bir işe yarasın yaramasın her rantiyeden tek bir "veri" nin sorumlu olabileceğini, onun da "köken" olduğunu ima edebiliyor şüpheci bir ton katarak sözlerine. Talihin, aşkın, kalbin, kaderin, dış etkenlerin, yaratıcılığın, insan biricikliğinin, "öteki" yle tutturulan simyanın, insanı asıl belirleyen "bilinmezlik ilkesinin denklemini çözmüş, neredeyse insanı insan yapan her isim ve sıfatın kaynağına inmiş ve defterine çiziktirmiş emektar bir bilim adamından daha farklı bir açılım beklenmez miydi acaba?

Özel bankaların içini boşaltanlardan, kamu bankalarındaki yolsuzluklardan, faili meçhul cinayetlerden ve tüm bunların tek kelimeyle de ifade bulabileceği Susurluk'tan çokdaha tehlikeli olarak zihinlere nakşolunuyor, şimdi Sabetayist diye yaftalanan ailelere mensup herkes. Ne kabiliyetsizi kalıyor, ne rantiyesi, ne derin devletçisi, ne kendi dinini gizleyeni! Bu nasıl bir solculuktur? Nasıl bir insanlıktır? Daha da vahimi, bu söylemleri günlerce, sayfalarca yayınlayan editörlerin üstü kalın egosantrik desenlerle örtülü vicdanında yatıyor. Bir vakitler irticacı memurların isimleri alt alta yazılarak valiliklere gönderildiği zaman gammazlama yöntemiyle yargısız infazların yapılamayacağını, zira namazında niyazında herhangi bir dini bütün memurun irticacı olup olmadığına bazı yetkililerin kağıt üzerinde karar vermesinin çok büyük hatalara yol açacağını ve laikliği ilelebet korumaya yemin etmiş otoritelerin bu nüansları ayırt edebilmesinin neredeyse inikasız olduğunu haykırırdık birlikte. Bu konuda haber yaparken pür dikkat kesilenler neden bu temerküz kampı listelemeciliğiyle kendi sayfalarında kendi röportajcıları tarafından yargısız infaz yapılmasına hiç ses çıkarmıyorlar şimdi? Reyting derdinin tavana vurduğu nokta mıdır bu? Adalet ile vicdan arasındaki ince ipte ayakta durmayı boşuna mı başarmıştır yoksa bunca yıllık tecrübesiyle bu editörler?

İrticaya karşı Sabetayistler!Kendisine ve ötekine yapılan her yargısız infazda sesini yükselten kardeşlik ve eşitlik yanlısı bu editörlerin insani reflekslerinin gitgide zayıfladığını ve sayfalarından yükselen ucuz toptancılığın ırkçılığa, faşizme dek gidebildiğini, kafatasçılığın böyle başladığını göremez olduklarını hadi varsayalım. Ama en azından altı-yedi senemi beraber geçirdiğim, benim kiminle seviştiğimi (çünkü kimin kiminle seviştiği de kökenle ilgiliymiş!) kiminle görüştüğümü bilen, iç dünyama kendi ufku oranında nüfuz etmeyi başarmış gazeteciler vardı bu editörlerin arasında. Dolayısıyla İpekçiler arasında tek bir kişinin de olsa, "gizli bir dönme" olmadan yaşadığını biliyorlardı. Mehmet Ali Alabora'nın kendini tenzih ederken bütün İpekçilere hüküm giydirmek suretiyle söylediği gibi "Sabetayist eğitimi" almadığını da pekala biliyorlardı o kişinin. Artık ben onların Kürtlere, Ermenilere, Müslümanlara, eşcinsellere, savaş karşıtlarına, kendi hakikatini savunan ve haksızlığa uğrayan topluluklara verdikleri her desteğe gönülden inanabilir miyim?

Peki ya yakın dönemde Sabetayistleri "nasılsa bunlar gizli bir mezhebe inanır, nasılsa Müslüman değildir" diyerek birtakım irticayla savaş faaliyetlerinde kullananlar nerede? Komünistlerden sonraki en azılı düşman olarak bellenen İslamcıların üzerine kulaktan dolma bilgilerle donattıkları Sabetayistleri sürmeye kalkışanlar nerede? Ülkede şeriatçı bir tehdidin hortladığını en kolay inandıracakları kişiler olan "seçkine! ve laik" Sabetayistleri, irticacı diye mimledikleri veya terörist diye infaz ettikleri kişilerin üstüne salanlar nerede şimdi? Nereye gizliyorlar bugünlerde kendilerini? İşleri bittiği, işbirlikçileri gittiği, konjontür değiştiği zaman bazılarını susturdukları, bazılarını ortadan kaldırdıkları gibi, bazılarını da günah keçisi ilan ederek kendilerini daha da derinlere çapalayanlar nerede?

Nerede şimdi iddia edildiği gibi "28 Şubatçılara bizi çıkaracak yolda" önümüze mıcır diye serpiştirilen Sabetayistlerin arkasına gizlenenler? Onların minderlerine daha da gömülmesine sayfalarca "objektif araştırma" yapanlar hizmet vermiş olmuyor mu acaba? Daha da önemlisi, neden bazı kişilerin ipliğini pazara çıkarmak için çok eski bir taktiğe, bir gizli mesihe inanma hikayesine başvuruluyor? İşe bir de dini boyut, açığa çıkmamış bir sır perdesi eklenince daha da inandırıcı olsun diye nasıl bir gayretkeşliktir bu? 28 Şubatçıların, 12 Eylülcülerin "günahları" yeterince fazla değil midir ki, işin içine bir de "gizli dönme" boyutu katılıyor? İnsanın aklına o zaman şu soru geliyor ister istemez: Devletin derin ilişkilerinde konuşlandığı iddia edilen "gizli dönmeleri", "Sabetayistler"i attığınızda, derin devlet tamamen aklanacak mıdır, dosdoğru temize mi çıkacaktır 28 Şubat'tan?

Saygın bilimadamları!?"Keşke tezlerim daha fazla eleştirilse" diyen profesör beni bağışlasın. Müslüman avında da, komünist avında da birbirinden değerli akademisyenler vardı; beyin fırtınası estirenler, bilimsel tezlerine,' tarafsız fikirlerine başvurulanlar... Nazi döneminde de çok saygın profesörler vardı. Filistin katliamlarına destek veren yazar çizerler arasında da çok değerli akademisyenler vardı. Irak ve Ortadoğu işgalini meşrulaştırmak için yıllar öncesinden medeniyetlerin birbiriyle çatışacağının haberini bize verenler de saygın bilim adamlarıydı. Ama ben konuşurken de yazarken de, dünyada "isim bilimi"yle ilgilenen bütün profesörlerin kafatasçı veya deli olduğunu, işgali savunan bütün akademisyenlerin katliamcı olduklarını söylemiyorum. Aynı özeni soyadı aynı olan iki kişiden bahsederken de göstermeye çalışıyorum. Varsa farkında olmadan bir hatam, özür dilemeye de hazırım. (Bu konuda yayımlanmış kitaplar üzerine daha kapsamlı bir yazım, kitap yazılarımın yayınlandığı aylık kitap ve eleştiri dergisi Virgül'ün Temmuz sayısında okunabilir.)

Şimdi "Sabetayist" denilen ailelerle ne ruh olarak ne beden olarak ismini taşımak dışında en ufak bir yakınlığım olmasına rağmen, sırf bir İpekçi olduğum için bana karşı -da ister istemez- yaptıkları yargısız infaz nedeniyle Mehmet Ali Alabora'dan Soner Yalçın'a her türlü solcuya sesleniyorum: İpekçiler ve Sabetayizm kelimesi hoyrat bir toptancılıkla (bir örnek daha: İpekçiler gibi asimile olmamış dönmeler) ağızlarda sakız edilirken kendi ismimin tenzih edildiğini duymazsam o kişileri de, o televizyon kanalını, o gazete editörünü, o köşe yazarını da mahkemeye vermek zorunda kalacağım.

Varsa çarşaf çarşaf listelenmiş "Sabetayist aileler" arasında kendini gerçekten "Sabetayist" diye tanımlayan, kendi gizli mezhebini yaşamak isteyen, -ki gizli tarikatlara bağlı olanlar gibi Sabetay'a inananlar da herhalde vardır- neden kimse çıkıp da onların neye isterlerse ona inanabileceklerini, isterlerse gözlerden uzak ibadet de edebileceklerini, laikliğin bu demek olduğunu söylemiyor? İşte bu konuda tam da şimdi ağzını açmayanlar, yeri geldiğinde "laikliğimiz elden gidiyor" diye halkın üzerine korku salmaya kalkışanlar (vatandaşım fişleyenler, orduyla hükümetin, yargıyla yürütmenin arasına çomak sokmaya kalkışanlar vs.) değil midir? Hadi genellemeyelim, en azından onlardan banları değil midir? Lütfen bazı araştırmacılar da çıkıp "objektif gazeteciliğini" bu konuda konuştursun ve bu gibi sorulara "tarafsız" cevaplar arasın artık. İşe meslektaşlarının yaptığı gibi "mütevazı aileleri" araştırmakla başlayabilirler.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...