30 Ekim 2013

MELAMİLİK VE MELAMİLER





MELAMİLİK VE MELAMİLER

DÜNYA “SONSUZ AŞKIMIZ



DÜNYA “SONSUZ AŞKIMIZ

Dünya, tadıp da vazgeçemediğimiz cevher, tutkuyla bağımlı olduğumuz sevgili.
Acılarımızı ve sızılarımızı görmekten zevk alarak bizi çok seven, ölesiye sevdiğimiz aşkımız.
Dünya, cazibesiyle kolumuzu, kanadımızı kıran aşkımız.
Hışmından, bazılarımız belki kurtulabilir.
Bazılarımız da bu kurtuluşun verdiği coşkuyla, kırılan taraflarıyla, eskisinden daha güçlü olarak yöneldiğimiz ve daha çok bağlandığımız dünya.
İnsan olarak, bizde yaradılıştan zorbayız, acı çektirmeyi severiz. Fakat sen, kolunu kanadını kıramadıklarına karşı düşman olup, öldürmeye onu yutmaya çalışıyorsun.
Zalimliğinle, iyilerin ve cesur olanların, ağlamalarına, haykırışlarına hiç bakmadan, öldürmekten zevk alıyorsun. Birine ulaşamıyorsan, elde edemiyorsan veya istediğin gibi acı çektiremiyorsan, onu öldürmek için peş peşe düzenler, tuzaklar kuruyorsun. Muhtaç değilsin, acelen hiç yoktur, ama hep fırsat zamanını usanmadan, yılmadan bekliyorsun.
Ey dünya, biz seni seviyoruz, sen ise sevenlerine sınırsız zararlar veriyorsun. Seni sevmekle, kendimize zarar verişimiz aşkımızın bir karşılığıdır, niçin ailelerimizi, sevdiklerinizi ayrı tutmuyorsun?
Zulüm ve dehşetine meftun olduğumuz, vazgeçemediğimiz, dünya. Etrafımızı da yok edeceğini bilsekte, seni sevmekten kendimizi alamıyoruz.
Bil ki, son kudretimize kadar şansımızı deneyeceğiz. İçimizdeki “Yarın, yarın, her şey bitmiş olacak!..”arzusu hiçbir zaman son bulmayacak. Normalde bu herkesin  başaramayacağı, sonuçta  kesinleşmiş olan bir fikirdir. Ancak seninle olabilmek, bir şeyler başarmanın zevki, ne muhteşem, ne çılgınca kulağa hoş gelen pek garip bir duygudur.  Neden sana olan aşkımızdan vazgeçemiyoruz?  Yoksa insan, ne pahasına olursa olsun, tıpkı denize düşenin yılana sarıldığı gibi karşılıksız olan aşkına cevap mı bekliyor? (neyi umut mu ediyor?) Kabul edelim ki, denize düşen insan, eğer boğulmak korkusuna kapılmasaydı, ağaç kökü diye yılana niye sarılsın ki?
Nedenini bilemiyoruz ama sevgine hepimiz kapıldık. Kim bilir, belki de hiçbir seçeneğimiz kalmadığından mı, yoksa ayrılığın kader olduğu, hayatta son şansımız dediğimiz umudumuz musun?
Gerçekten de, beklenmedik talih ve olaylar ard arda gelişi bir sistem değilse de içinde bir çeşit düzeni barındırmakta. Bu durum elbette çok garip. Ancak dünya bizi yaratan hakkı için,  çok zaman Tanrımız yerine koyup, seni çok seviyoruz. İnsanın ayrılıkları bitmez. Bu sevginin hatırına bizi çok hırpalama. Allah ile aramıza girip, bir ayrılık acısı daha tattırma. Allah Teâlâ ile aramızı bulmada bizlere yardımcı ol. Bir şansımız var, “o da yarın”, diye umutlarımızı yok etme, bizi “farş olanlar” dan eyleme.
Âmin.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Farş olmak: Rezil olmak

ALLAH TEÂLÂ’NIN İLK EMRİ OKU-AKIL ve BEYİN-BİLGİ İLİŞKİSİ


ALLAH TEÂLÂ’NIN İLK EMRİ OKU-AKIL ve BEYİN-BİLGİ İLİŞKİSİ 

Alzheimer, Parkinson, Epilepsi ve beynin dejeneratif hastalıklarından korunmak için erken tedbirler……………

Okumak, anlamak, düşünmek., insan beyninin birbiriyle bağlantılı en üst faaliyetleri. Somut âlemde, okumak yalnızca insana has. Başka canlıların böyle bir özelliği yok.

Kaç gün, kaç yıl ya da kaç bin yıl sonra kıyâmet kopacaksa, o zamana kadar tazeliğini koruyacak olan kitap; Kur’an, on dört asır önce inmeye başladığında, ilk kelimesi; ‘îkra!’ idi. Yani bir an için Kur’an, yalnızca bu bir tek kelimeden ibaretti; ‘Oku!’
Kitabın ilk sözüydü bu! Özellikle seçilmiş, önemsenmiş, öne çıkarılmış ve açılış onunla yapılmıştı.
Bunda büyük hikmetler olmalıydı.
İnsanların, toplumların birbirine üstünlüğü bu kelimeyle!
Karşılığını görmek için ölümden sonrasının beklenmesi de gerekmiyor. Okumanın başlamasıyla karşılık başlıyor.
Bilimsel çalışmalar, insanın beyninin okumayla korunduğunu gösterdi.
Beyin kan akımı, beyin elektrik aktivitesi ve metabolizmasında büyük artışlar görülüyor.
20 yaşından itibaren herkesin beyninde, he rgün 50 bin civarında sinir hücresi ölür ve yerine yenileri gelmez. Vücudun, ölünce yenilenmeyen tek hücresidir sinir hücresi. Bu ölümler başka bazı faktörlerle de artarsa kaçınılmaz olarak, az veya çok bunama ortaya çıkar. Okumayan kişi, 20’li yaşlarından itibaren sürekli ölen sinir hücreleri ile bunamaya doğru yol alır. Düzenli okuyan kimselerse, başka bir organik sebep yoksa bundan kurtulma şansını elde eder, çünkü okumak beyin hücrelerini korur.
Böylece Kur’an’ın, daha ilk kelimesi ile bir mucize olduğu görülüyor.
Ama bilgi çağında İslâm âlemi inatla okumaya karşı direniyor.
Bunun faturası ise çok ağır; tek kelime ile zillet!
Kur’an’dan bu ilk kelime yeterince anlaşılmadığı sürece de bu faturanın ödenmesi hiç bitmeyecek. Ta ki, Rabb’in emrine muhalefetten dolayı tövbe edip; Kitabı, tabiatı, olayları, hayatı ve kendini hakkıyla okuyuncaya kadar!..
Bir insan hayattaysa ve aklı varsa ‘okumak’ onun en büyük mükafatlara ulaşacağı, ihmal ettiğinde de zararlarını başka hiçbir şeyle asla telafi edemeyeceği bir durum.

BEYİN VE BİLGİ İLİŞKİSİ ‘Ya Kullan, Ya Kaybet’

Beyin öyle kıymetli ve nazik bir organ ki, kendisine değer verilmediğini görünce küsüp gider. Kadrini, kıymetini bilmeyen, onu yerli yerince kullanmayanlardan uzaklaşır, ya da bir başka ifadeyle geri alınır. Bunu, sinir fizyolojisi üzerine çalışanlar, ‘ya kullan, ya kaybet’ ilkesiyle özetlemişlerdir.
Hayatın ilk haftaları, ilk ayları ve hatta belki ilk yılı içinde beynin birçok bölümü aşırı sayıda nöron üretir ve bunların aksonları da başka nöronlara bağlanmak üzere pek çok dala ayrılır. Eğer bu yeni sinir hücreleri, uygun başka nöronlarla, kas hücreleri ile veya salgı hücreleri ile bağlantı kuramazlarsa birkaç hafta içinde yok olur giderler.
Bir bebeğin doğumundan kısa bir süre sonra beynin çeşitli bölgelerindeki nöronların nihai sayısı ve bağlantıları ya kullan, ya kaybet’ ilkesine göre belirlenir. Bir örnek vermek gerekirse, yeni doğan bir hayvanın bir gözü, bir kaç hafta boyunca kapalı tutulursa, görsel korteksteki hücre katmanları yozlaşmış olur ve o göz hayat boyunca ya kısmen ya da tamamen kör kalır.(Guyton)
Normal gelişmesine ulaşan, kısaca beyin dediğimiz sinir sistemimiz kullanıldığı takdirde diri kalır.
Kullanma beyni koruyor. Okuma ve öğrenme ise sinir sistemini en geniş çapta çalıştıran ve koruyan bir eylem olarak karşımıza çıkıyor.
Eğitim, beynin ya bir amaca yönelik olarak ya da plânlı ve yeniden şekillendirilmesi işlemi olarak iki biçimde oluşabilir: Birincisi, doğumdan itibaren doğal ve sosyal çevre uyaranları tarafından oluşturulan genel bilinçlenme ve şekillenme, İkincisi ise beynin belirli bir gelişme aşamasından sonra özel gayret ve uyaranlara bağlı olarak şekillenmesi.
Eğitim düzeyinin, beyin fonksiyonlarının gelişmesindeki etkisi açıktır.
Kullanılan beyin hem gelişiyor, hem de korunuyor. Kullanılmadığı oranda ise hem kendini meydana getiren hücreleri hem de fonksiyonunu kaybediyor.
Bundan en çok etkilenen de, şuurlu faaliyetlerimizin merkezi durumunda bulunan üst beyin (korteks) denen kısım oluyor.
Zamanla, ‘Beynin bu alanında, başlangıçta var olan nöronların yüzde 50’si veya daha fazlası yok olur. ’

Okumanın Beyin Kan Akımı ve Aktivitesi Üzerine Etkisi

Okuma eyleminin beyin kan akımı üzerindeki olumlu etkileri, beyin dokusu için yeri başka bir şeyle doldurulamayacak derecede önem arz eder.
Bu, ileri görüntüleme metotları ile ispat edilmiştir.
“Beyin kabuğunda birbirinden ayrı 250 kadar segmente aynı anda kan akımı kaydeden bir yöntemde, ‘radyoaktif ksenon’ maddesi ‘karotis’ (şah damarı) atar daman içine enjekte edilir. Daha sonra her beyin kabuğu bölgesinin radyoaktivitesi kaydedilir. Bu teknikleyerel nöronal aktivitedeki değişimlere cevap olarak, beynin bir segmentinde kan akımının saniyeler içinde değiştiği saptanır. KİTAP OKUMA sırasında oksipital kortekste ve temporal korteksin lisan algılama alanlarında kan akımının arttığı tespit edilmiştir. ’
Beyindeki kan akımı ve glikoz metabolizmasını gösteren bir yöntem olarak, PET Yöntemi’yle de bu durum ispat edilmiştir. Okuma, konuşma ve düşünmeyi içeren mental aktivitenin eşlik ettiği serebral kan akımı ve glikoz metabolizmasındaki lokal değişiklikleri gösteren bu yöntemde; okurken, başın arka kısmında (oxipitalde) bir alan, düşünürken ön frontal kısımda, aktif konuşma esnasında ise, orta kısımda bir alanda artış olduğu tespit edilmiştir.
Her düşünce ‘Beyin Kabuğu’nun birçok bölümünde, Talamusta, Limbik sistede ve beyin sapının Retküler formasyonunda eşzamanlı sinyaller oluşmasına yol açar.
Bu anlatılanların ışığında, düşünme için sinirsel aktivite bazında şöyle bir tanım ortaya koyabiliriz: Bir düşünce, sinir sisteminin, başta Serebral Korteks olmak üzere Talamus, Limbik sistem ve beyin sapındaki yukarı retiküler formasyonu da içine alan birçok bölümünün aynı anda ve belirli bir sıra içinde uyarmasının sonucudur. Buna düşünmenin bütüncül kuramı (Holistik teori) denir.
Doğumdan itibaren beynin karşılaştığı uyaranların çeşitli ve zengin olması, bu uyaranların eğitimle sürekli ve sistemli hale getirilmesi ve bütün bunların yaşam süresince devamı, beyni yaşlılığın getireceği fonksiyon kayıplarına karşı dayanıklı ve güçlü kılmaktadır. Bir başka ifadeyle, beynin temel görevlerine ek olarak; bilmeyle, öğrenmeyle ve yapmayla ilgili fonksiyonları ne denli geliştirilirse beyin de o ölçüde etkili kullanılır.
Okuma, beyinde o kadar etkin bir rol oynamaktadır ki, epileptik açıdan hastalık zemini bulunan bazı kimselerde epileptik deşarja bile neden olabilmektedir. Bu da okumanın beyin üzerindeki müthiş etkisinin bir başka ispatı olarak yorumlanabilir.
Epileptik Nöbete yol açan olagan dışı mekanizma ilk defa Bick Ford, (1954) tarafından bildirilmiştir. Foster (1977) bugüne kadar bilinen 48 vakaya kendi şahsi vakalık tecrübesini eklemiştir.
Sağlıklı kişilerde, kitap okuma ve düşünme işlevi sırasında, EEG’de (beynin elektrik aktivitesini ölçen tetkikte) ‘beta’ elektrik aktivitesinde artış görülür.
Bütün bu tespitler ışığında denebilir ki, okuma, düşünme ve anlamanın beyin üzerinde meydana getirdiği etki, sinir ve akıl sağlığı için asla yeri doldurulamaz ve vazgeçilmez bir faaliyettir.
‘Büyümeyen şey ölür’; Muhammed îkbal’in isabetle ifade etiği bu genel kural, beyin ve akıl için de geçerlidir.
Muhammed İkbalin kıymetli eseri Cavidname’de;
Hintli bilge soruyor;
-Aklın ölümü nedir?
Cevap;
-Düşüncenin terk edilmesi!
-Kalbin ölümü nedir?
-Zikrin terk edilmesidir.
Düşünce bilgisiz, bilgi ise okumasız olmuyorsa; okumayanın aklı eksik olacak, aklı eksik olanın da kalbi sıkıntıya girecek demektir.
Ancak okumaktan maksat, okunan şeyin üzerinde düşünmek ve anlamak olmalıdır. Aksi halde ‘okumak’fiilinden arzu edilen mental ve psikolojik kazanç elde edilemez.
Okuma, anlama ve anladığını ifade etme ile birlikte olduğunda beyinde en geniş alanları çalıştıran büyük bir aktivite oluşturur.
Bundan uzak kalmanın kayıpları bir başka şeyle asla telafi edilemez.

Beynin Yıkılışı ve Okumamak

Okumamakta direnenleri orta yaştan sonra bekleyen tehlike; ‘Demans’yani ‘bunama’dır. Alkol, uyuşturucu, sigara, stres, gece hayatı, bazı metobolik hastalıklar, beyni ilgilendiren enfeksiyonlara ve yine beyin dokusunun azalmasına sebep olan Alzheimer benzeri dejeneratif beyin hastalıkları ve kafa travması gibi sebeplerin beyin üzerinde meydana getirdiği yıkım erken yaşlarda bunamayı getirir. Beyin dokusunun yıkımı, yani sinir hücrelerinin azalması, zihni fonksiyonların gerilemesi sonucunu doğurur. Bu durum bazen o kadar ileri boyutlara varır ki, oluşan ‘bunama’ tablosu birçok kimse için hayatın trajedik bir tarzda sonlanmasını kaçınılmaz hale getirir.
Bu demans tablosunun bilinmesi, anlaşılması, bundan koruyucu bir ilaç gibi olan ‘Oku’ emrinin kıymetini ve önemini daha iyi anlamamıza ve ciddiye almamıza yardımcı olacaktır.
Dementia (Demans): Akıldan yoksun olma manâsında bir kelimedir. Ment akıl, de den-dan manâsı taşır, iaolumsuzluk ekidir. Bu kelimeyi ilk kez MS. 1. yy’da Celsus kullanmış, XIX. yüzyıl sonlarına kadar kronik beyin hastalığı nedeniyle geri dönüşü olmayan akıl bozukluğu olarak tanımlanmıştır.
Demans bir semptomlar ve bulgular kompleksidir. Ve kimse bu tehlikeden uzak değildir. Bellek bozuklukları Demansın ilk belirtilerindendir. Unutkanlık, sorulara verilen cevaplarda duraklamalar şeklinde ılımlı düzeyde olabileceği gibi hastanın; işini, kendi ismini, günlük olayları hatırlamakta zorlanması şeklinde ileri düzeylerde de olabilir.
Hafıza: Uyaranların algı aracılığıyla oluşturduğu anıları, izleri, kalıpları, simgeleri depolama, saklama, beyin bölgelerine yerleştirme, yenileri ile birleştirme, hatırlama, canlandırma işlevlerini yerine getirir. Yani geçmişe ait tecrübelerin korunması, duruma göre uyumu ve bunlara dayalı olarak yenilere hazırlıklı bir fonksiyondur.
Geçici olan bellek parçaları kalıcı hale getirilir. Bu depolama sürekli değildir, yeniden yapılandırma ile yeni ayrıntılar eski, yani; depodaki bilgilerle ilişkilendirilerek eski bilgiler de bir yerde kontrol edilmiş olur. Hafızadaki bilgilerin kullanılması ve yapılandırılması için, bilgileri depodan geri çağırma ve tarama işlemleri yapılır. Bu her ikisi de hatırlama dönemiyle ilgili bir organizasyondur. Bilgi seçilir, yenileri ile ilişkisi gözden geçirilir, gerektiğinde depolara tekrar gönderilir. Hafıza, davranışta nispeten kalıcı değişikliklerle sonuçlanan bir procestir. Asla gözlenemez, ancak anlaşılabilir.
Hafıza beynin bütün karmaşık eylemlerinde esas rollerden birini oynar ve uyanıklık, dikkat, algılama, duygulanımla yakından ilişkilidir.
Önceden bilinmeyen durumlar karşısında amaca yönelik davranış gösterilmesi anlamına gelen adaptasyon kapasitesi, büyük oranda çevreden gelen enformasyonun (bilgilerin) kaydedilip saklanmasına, yani hafıza fonksiyonuna dayanır.
İşte insan beyin fonksiyonları için son derece önemli olan bu yetenek, demansın oluşmaya başlaması ile yıkılma sürecine girer.
Yaratan Rabb, kıyâmete kadar baki kalacak Kitabında ilk emir olarak, ‘Yaratan Rabb’inin adıyla Oku!./buyuruyor! Ve bu emrin pek çok getirisi yanında bunamaya, yani sinir hücrelerinin ölümüne karşı bir tedbir olduğu da asla unutulmamalıdır. Eğer bu emir kulak ardı edilecek olursa biliniz ki, önemli bir ihtimalle bunama sizi bekliyor olacaktır. Ve siz (sinir hücrelerinizin korunması konusunda) bu emrin şifasından bir daha hiç istifade edemeyeceksiniz; çünkü bir raddeden sonra okumak isteseniz de okuduğunuzu anlayamayacak hale gelirsiniz.
Ayette ifade edilen; ‘Allah’ı unutup da, Allah’ın kendilerini kendilerine unutturduğu kimselerden olmayın, ’ ikazına kulak verenlerden olmak bir anlamda ‘Oku yanlardan olmakla mümkündür.
Bu yüce emre karşı inatla muhalefet etmenin cezalardan biri olan bunama cezası, ne büyük bir ceza!

Erken Bunamaya Sebep Olan Faktörler

insanın beynini kullanmaması sonucu, kaçınılması çok zor olan bunamanın (demansın) bazı hallerde daha erken gelişmesi de mümkündür. Birtakım faktörler; günlük sinir hücresi ölümünü 50-60 binden birkaç milyona kadar çıkararak, bunama tehlikesini daha da öne çeker.
Sinir hücrelerinin aşırı derecede kaybı sonucu beyin dokusunun azalmasına sebep olan bu faktörleri şöylece sıralamak mümkün:
Sigara, alkol, esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler ve kronik zehirlenmeler.
Alzheimer, Parkinson, Epilepsi gibi beynin dejeneratif hastalıkları.
Kafa travmaları.
Endokrin hastalıkları, Diyabet ve Üremi gibi metabolik hastalıklar.
Uzun süreli stres ve aşırı ruhsal yüklenmeler.
Gece hayatı gibi düzensiz yaşam, yorucu hayat şartları.
Hava kirliliği, oksijensiz ortamlarda yaşama.
Beyni etkileyen enfeksiyon hastalıkları.
Gebelikle annenin kullandığı alkol, sigara ve bazı ilaçlar.
Beslenme bozuklukları ve şişmanlık.
Dikkat edilirse bu faktörler içinde, kişiyi uzun süre etkileyen ve en yaygın olan sigara ve alkoldür.
Başta sigara olmak üzere, bu etkenlere maruz kalan kimselerde, sinir hücresi kayıpları kat kat artar.
Beyinden her gün birkaç milyon sinir hücresi ölerek eksilir.
Yukarıda bahsedilen etkenlerden hiçbirinin olmaması halinde bile, yine yaşlanma ile 20 yaşından itibaren, günlük elli binlerin üzerindeki sinir hücresi kayıpların önüne geçmek ya da sinir hücrelerinin ölümünü azaltmak ancak okumakla mümkündür.
Kur’an’ın ŞİFA oluş mucizesinin ilk tecellisi de bu olsa gerek!..

Kaynak:
Dr. Hamdi KALYONCU (Psikiyatri Uzmanı), Dr. Fikriye OVAK (Nöroloji Uzmanı). “Okuma Psikolojisi” Marifet Yayınları, İstanbul 2004 yılında çıkan eserden alıntılanmıştır.

ALLAH TEÂLÂ’NIN SEVMEDİĞİ İNSANLAR

ALLAH TEÂLÂ’NIN SEVMEDİĞİ İNSANLAR

Bütün insanları yaratan, yaşatan ve dünyada onlara nimet veren Allah Teâlâ’dır Bu açıdan insanların iman edenleri ile inkâr edenleri, itaat edenleri ile isyan edenleri arasında fark yoktur. Allah Teâlâ’nın bir kulu sevmemesi, dünyada ona nimet vermemesi anlamına gelmez. Allah Teâlâ’nın bir insanı sevmemesi, ona kızması ve lanet etmesi; onun inanç, söz, fiil veya davranışlarından razı olmaması ve dünyada rahmet nazarından uzak tutması,  âhirette ona nimet vermemesi ve yok sayması demektir.
Allah Teâlâ, sevmediği, razı olmadığı, hoşlanmadığı, kızdığı, merhamet etmediği (lanet ettiği)ve hüsrana uğrayan insanları Kur’ân-ı Kerim’de bildirmiştir. Zahiren tespit edebildiklerimiz şu insanlardır.

1 Allah Teâlâ, Kâfirleri Sevmez                       

فَاِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
“Allah kendisinden gelen gerçekleri inkâr eden kâfirleri sevmez.”[1]
 “Kâfir”, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin, Allah Teâlâ’dan alıp haber verdiği ve bize tevâtüren ulaşan haberlerin ve âyetlerin tamamını veya her hangi birini doğrulamayan veya beğenmeyen veya küçümseyen veya şüphe eden veya kalbi ile inanmayan veya iman ve ibadetinde Allah Teâlâ’ya ortak koşan kimseye denir. Kâfir kavramına müşrik (Allah’a ortak koşan) ve münafık (ikiyüzlü) kimse dâhildir.

2 Allah Teâlâ, Zalimleri Sevmez

وَاللهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
“Allah, varlık sebebine aykırı davrananları sevmez”
             Arap dilinde “zulüm” “bir şeyi kendine özgü yerinden başka bir yere koymak.(Cevherî, V, 1977) noksan yapmak. (İbn Manzur, XIII, 373) ve doğru yoldan sapmak, meyletmek ve sınırı aşmak anlamına gelen “zulüm” kavramı; Kur’an’da daha çok küfür, şirk, nifak, fısk (itaatsizlik) ve isyan anlamında kullanılmıştır. İlâhî iradeye uymayan her inanç, söz, fiil ve davranış zulümdür. İnsan öldürmek, insana haksızlık ve hakları ihlal etmek zulüm olduğu gibi Allah Teâlâ’ya ortak koşmak, namaz kılmamak ve oruç tutmamak gibi Allah Teâlâ’ya karşı görevleri terk etmek de zulümdür. Allah Teâlâ zulmü haram kılmıştır Ebu Zer (radiyallâhü anh), Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin Rabbinden şu rivayeti yaptığını bildirmiştir:
يَا عِبَادِي إنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلى نَفْسِي، وَجَعلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّماً، فَتَظَالَمُوا.
 ”Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.” [2]
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem,
أتَّقُوا الظُّلْمَ، فإنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ،
“Zulümden sakınınız Çünkü zulüm, kıyamet gününde karanlıklardır” [3]

3 Allah Teâlâ, Hainleri Sevmez

 اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْخَائِنِينَ
“Allah Teâlâ, asla hainleri sevmez” [4]
“Hakkını eksik vermek, sözünde durmamak, emaneti yerine getirmemek (İbn Manzur, XIII, 144) anlamındaki “hıyanet” kökünden gelen “hain”; Allah Teâlâ’ya ve insanlara verdiği sözünde durmayan, yaptığı sözleşmelere uymayan, maddi ve ma’nevi emanetlere riâyet etmeyen ve kendisine tevdi edilen görevleri ifa etmeyen kimseye denir.
Kur’an’da günah işleyen,
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تَخُونُوا اللهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
“O halde ey iman edenler! Allah Teâlâ’ya ve elçiye karşı hainlik etmeyin. Bilip dururken kendi emanetlerinize, hainlik eder misiniz?” [5]
Zina eden,
ذَلِكَ لِيَعْلَمَ اَنِّى لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللهَ لاَ يَهْدِى كَيْدَ الْخَائِنِينَ
“Elçi gelipte kadınların itirafını anlatınca, Yûsuf şöyle dedi: “Onların bu itiraflarına lüzum görmem; benim vezirin yokluğunda kendisine hainlik etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hile ve tuzaklarını başarıya ulaştırmayacağını, vezirin de bilmesi içindir”  [6]
Sözleşmeleri bozan
وَلاَ تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْ اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَثِيمًا
 “Kendi kişiliklerine ihanet edenleri savunma. Çünkü Allah kendilerine ihanet edenleri ve günahlarında inat edenleri sevmez.” [7]
Ve emanetlere riayet etmeyen
اِنَّا اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا اَرَيكَ اللهُ وَلاَ تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا
“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye bu kitabı gerçekleri içeren bir kitap olarak indirdik. Sakın hainlerin savunucusu olma” [8]  kimseler “hainlikle” suçlanmıştır.

4 Allah Teâlâ, Haddi Aşanları sevmez

وَقَاتِلُوا فِى سَبِيلِ اللهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُوا اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
“Size karşı savaş açanlara Allah yolunda siz de savaşın, ancak aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.”  [9]
“Mu’tedî”; ilâhî sınırlara, Allah’ın ve insanların hakları na tecavüz eden, haksızlık yapan, yasak ve günah söz ve fiilleri işleyen, zâlim ve fâcir (hak yoldan çıkmış) insanlara denir [10]

5 Allah Teâlâ, Müsrifleri Sevmez

يَابَنِى اَدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلاَ تُسْرِفُوا اِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
“Ey Âdemoğulları! Allah Teâlâ’ya kulluk olsun diye, yapıp ettiğiniz her işte, kendinize çeki düzen verin, yiyip için, fakat saçıp savurmayın; çünkü Allah savurganları sevmez.” [11]
“Müsrif”; haddi aşan, hatalı davranan, aşırı giden, sözünü, gücünü, zamanını, malını ve mülkünü boş yere ve haram yerlere harcayan, yerli yerinde kullanmayan, saçıp savuran, ölçülü hareket etmeyen kimseye denir Şirk, küfür, zina ve insan öldürme gibi bütün günah fiiller israftır. [12]

 6 Allah Teâlâ, Müstekbirleri (kibir sahibi, büyüklenenleri) Sevmez

لاَ جَرَمَ اَنَّ اللهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ اِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ
“Hiç şüphesiz Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da tastamam bilmektedir. Kesin olan şu ki O, kendini büyüklük tutkusuna kaptıranları sevmez”  [13]
“Müstekbir”; kibir sahibi, büyüklenen, kendisini ulu gösteren gören kimseye denir Bu davranış, kişiyi iman ve ibadetten, Allah ve Peygambere itaatten alıkoyar. İnsanları küçük görmesine ve dolayısıyla insan haklarına saygısızlığa sebep olur. Böyle bir davranışı Allah elbette sevmez
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem,
لاَيَدْخُلُ الجْنَّةَ مَنْ كَانَ فِى قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنْ كِبْرٍ
“Kalbinde zerre kadar kibir olan insan (cezasını çekmeden) cennete giremez”  [14] buyurmuş ve
اَلْكِبْرُ بَطْرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النّاسِ
“Kibri, hakkı kabul etmemek ve insanları hakir görmek” şeklinde tarif etmiştir. [15]

 7 Allah Teâlâ, Kendini Beğenen ve Övünen Kimseleri Sevmez

اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا
“…….Doğrusu Allah, kendini beğenen ve böbürleneni sevmez.” [16]
Âyette geçen “muhtâl”, mütekebbir, kibirli; “fahûr” ise çok övünen kimse demektir Büyüklük, Allah Teâlâ’ya mahsustur Kibir, Allah Teâlâ’ya iman ve ibadetten yüz çevirmek, hakkı kabul etmemek ve insanlardan yüz çevirmektir
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem;
يَدْخُلُ النّارَ أحَدٌ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنْ إيمَانٍ، وَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ أحَدٌ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنْ كِبْرٍ
“Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir  bulunan kimse de cennete girmez.” [17]
وَلاَ تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلاَ تَمْشِ فِى اْلاَرْضِ مَرَحًا اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
Yüce Allah, “Kibirlenerek halka surat asma ve yeryüzünde çalımlı ça-lımlı yürüme. Şüphe yok ki Allah, kibirlenip övünenlerin hiçbirini sevmez.”[18]  Buyurmuştur.

8 Allah Teâlâ, Şımaranları Sevmez

قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لاَ تَفْرَحْ اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْفَرِحِينَ
“Toplumu ona demişti ki, servetinden dolayı böyle şımarma, Allah şımarıkları sevmez!”  [19]
“Ferih”; nimete nankörlük ederek azan, şükretmeyen, serveti ile böbürlenen, kibir, gurur, sevinme ve övünmede sınırı aşan kimseye denir “Ferih”; “batar”, “eşir” ve “merah” kelimeleri eş anlamdadır. [20]

 9 Allah Teâlâ, Fesadı ve Müfsitleri Sevmez

وَاِذَا تَوَلَّى سَعَى فِى اْلاَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللهُ لاَ يُحِبُّ الْفَسَادَ
“Bu gibileri, işbaşına geçti mi, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekonomik ve sosyal düzeni boz-maya çalışırlar. Ama Allah bozgunculuğu sevmez.”  [21]
“Sulh” ve “salah”’ın zıddı olan “fesad”; bir şeyin az veya çok ölçülü olmaktan (itidal) ve doğruluktan (istikamet) çıkmasına denir. [22] Yeryüzünde ilâhî iradeye uygun olan düzenin, doğanın, çevrenin, toplum huzurunun, din, mal, can, akıl ve namus güvenliğinin, insan haklarının ve özgürlüklerinin, ahlâkın, çalışma düzeninin, ticaretin, birlikteliğin ve toplum barışının bozulması “fesad”, bunları bozanlar ise “müfsid”tir Allah, Kur’an’da; “yer yüzünde fesat çıkarılmamasını” [23] istemekte ve fesat çıkaranları sevmediğini bildirmektedir.

10 Allah Teâlâ, Çok Günah İşleyenleri (Esîm) Sevmez

اِنَّ اللهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ اَمَنُوا اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ
“Allah inananları bütün kötülüklere karşı savunup koruyacaktır. Çünkü Allah, hangi türden olursa olsun, hainliği sanat edinip, nankörlüğü benimseyen hiç kimseyi asla sevmez.” [24]
 “İsm”; insanı sevap ve hayırlı şeylerden alıkoyan fiillere denir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, “Günahı (ismi); (işlendiği zaman) göğsüne darlık veren ve insanların öğrenmesini istemediğin şeydir” diye tarif etmiştir. [25]
Allah Teâlâ ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin yapılmasını veya kaçınılmasını zorunlu kıldığı emir ve yasaklarına uymayan her türlü inanç, söz, fiil ve davranışlar günahtır. Nefis sahibi olması sebebiyle her insanın az-çok günahı vardır Önemli olan hiç günah işlememek değil, günahta ısrar etmemek ve bütünüyle günah bataklığına dalmamaktır. Allah, günah bataklığına dalmış insanları sevmez.

11 Allah Teâlâ, Kötü Sözlerin Açıkça Söylenmesini Sevmez

لاَ يُحِبُّ اللهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلاَّ مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللهُ سَمِيعًا عَلِيمًا
“Allah, kendisine haksızlık edilen kişi dışında, hiç kimseden açıkça kötü söz söylemesini sevmez. Zulme uğrayan kimse feryad edip, zalimin kötülüğünü söyleyip, ona beddua edebilir. Şüphesiz Allah, mazlumun âhını işiten ve olup biten herşeyi bilendir.” [26]
Ayette geçen “kötü söz”; şirk, küfür, yalan, gıybet, hakaret, edep ve ahlâk dışı, Allah ve Peygamberin razı olmadığı sözlerdir. Allah, kötü fiilleri işlemek şöyle dursun kötülüğün söz olarak söylenmesini bile sevmez. Ancak zulme/haksızlığa uğrayan kimse feryad edebilir. Zalim aleyhine bağıra çağıra beddua edebilir. Yetkili mercilere şikâyette bulunabilir Zalimin kötülüklerini anlatabilir. Kötü sözlerine -inkâr olan sözler hariç- misli ile karşılık verebilir Allah, mazlumun feryadını dinler ve halini bilir.

12 Allah Teâlâ, Nankörleri Sevmez

, يَمْحَقُ اللهُ الرِّبوَا وَيُرْبِى الصَّدَقَاتِ وَاللهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَثِيمٍ
“Allah Teâlâ faizli kazançları bereketten mahrum eder, ama karşılıksız yardımlar olan, sadakaları kat kat artırarak bereketlendirir. Allah kendisinden gelen gerçekleri örtbas edenleri ve günahkarların hiçbirini sevmez.” [27]
اِنَّ اللهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ اَمَنُوا اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ
“…Şüphesiz Allah hâinleri ve nankörleri sevmez” [28]
Kur’an’da “kefûr” ve “keffâr” olarak ifâde edilen “nankörler” iman ve ibâdet etmeyen, salih ameller işlemeyen, Allah Teâlâ’ya ortak koşan, Allah’ı, peygamber ve kitabını inkâr eden, haram ve günahlara dalan, dinî görevlerini terk eden, kâfir, münafık, müşrik ve Fasık insanlara denir.

13- Allah Teâlâ, fuhşu (her türlü çirkin söz, fiil ve davranışları ve fuhuş sahiplerini) Sevmez.

 وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْىِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Çirkin olan kötü görünen şeylerle, haksızlığı ve taşkınlığı yasaklıyor ve size böylece düşünesiniz diye öğüt veriyor.” [29]
Allah Teâlâ,  fuhşu (her türlü çirkin söz, fiil ve davranışları ve fuhuş sahiplerini) ve tefahhuşu (bir şeyi kötülemeyi ve çirkin görmeyi, sokaklarda yüksek sesle konuşmayı (ve böyle davrananları) bağırıp çağırmayı sevmez.
Toplumda edepsizliğin yayılmasını isteyenlere dünya ve âhirette acıklı bir azap olduğu bildirilmiştir:
اِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِى الَّذِينَ اَمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ فِى الدُّنْيَا وَاْلاَخِرَةِ وَاللهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
 “İman edenler arasında edepsizliğin (fâhışe) yayılması nı isteyenler için dünyada da âhirette de acıtıcı bir azap vardır” [30]
Bağırıp çağırma da Kur’an’da yasaklanmıştır:
وَاقْصِدْ فِى مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ اِنَّ اَنْكَرَ اْلاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
“Sesini kıs (bağırıp çağırma) Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir” [31]

Kaynak:

http://www.islamdahayat.com/ramazan/sevmedigi_insanlar.html#_ftn24


[1] Âl-İ İmrân  32
[2] Müslim, Birr 55, (2577); Tirmizî,  Kıyamet 49, (2497).]
[3] Müslim, Birr, 56 III, 1996
[4] Enfâl 58
[5] Enfâl 27
[6] Yûsuf 52
[7] Nisa 107
[8] Nisa 105
[9] Bakara 190
[10] Cevheri, VI, 2419; İbn Manzur, XV, 32-34, Taberî, V, 7/122
[11] A’raf 31
[12] A’raf 31
[13] Nahl 23
[14] Ebu Dâvud, Libas, 29, IV, 351-352
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/24.
[16] Nisa 36
[17] Müslim, İman 147; Ebu Davud, Edeb 29, (4091); Tirmizî, Birr 61, (1999).]
[18] Lokman 18
[19] Kasas 76
[20] İbn Manzur, II, 541)161 162
[21] Bakara 205
[22] Bakara 205
[23] 2/11, 60, 7/74, 85, 26/183
[24] Hac 38
[25] Müslim, Birr, 14-15, III, 1979; Ahmed, IV, 182, Tirmizî, Zühd, 52, IV, 597
[26] Nisa 148
[27] Bakara  276
[28] Hac 38
[29] Nahl 90
[30] Nur 19
[31] Lokman 19

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...