MEÂKIL KİTABI
(MA'KUL KELİMSİNİN ÇOĞULU) AKIL DA DENİR
M
E T İ N
Meâkıl
«ma'kul» kelimesinin çoğuludur, diyet manasına gelir. Kan dökülmesini önlediğinden dolayı
buna
«akıl» da denilir. «Akıl» da aynı köktendir çünkü çirkinlikleri engeller.
«Akite» divan ehline denir ki onlar da askerlerdir. Şafii'ye göre ise «âkile» kişinin aşiretinden
olanlardır
ki bunlar da asabelerdir.
Divan
ehli, kendilerinden olan kişiye âkile
olurlar ve bizzat öldürme sebebiyle
vacip olan bütün
diyetleri ödemeleri gerekir. Sulh yoluyla. veya babanın oğlunun kasden öldürmesi gibi şûpheden
dolayı paraya çevrilen katil olayları bu
hükmün dışına çıkmıştır. Bu
ikinci durumda yani babanın
oğlunu
katil durumunda, cinayetler bölümünde geçtiği gibi, diyet babanın malından
alınır.
Diyet, divan ehline verilen atiyyelerden veya erzaktan alınır. Atiyye ile erzak arasındaki fark şudur:
erzak
hazineden ihtiyacı kadar ve yeterli miktarda aylık veya günlük olarak verilen şeydir, atiyye ise
her
sene ihtiyaç miktarına göre değil de
kişinin, dînin yücelmesi hususunda
gösterdiği sabır ve
yaptığı
yardıma göre
olur.
Akilenin
vereceği diyet, hüküm vaktinden sonraki üç sena içerisinde alınır. Aynı şekilde bize göre
babanın
oğlunu öldürmesi suretiyle amden katil olanın diyeti de üç sene içerisinde alınır. şafii'ye
göre
ise bu diyetin peşinen alınması
gerekir.
Atiyyeler üç seneden çok veya az bir zaman zarfında
verilirse maksad hasıl olduğu için diyet bu
atiyyelerden alınır.
Eğer
kâtil divan ehlinden olmazsa o
takdirde âkilesi, kabilesi, akrabaları ve onun yardımlaştığı
herkestir.
Tenvîru'l-Basâir
Diyet üç senelik zamana göre akileye taksim edilir. Her sene bir dirhem veya 1 1/3 (bir tam bir bölü
üç)
dirhem alınır. Esah olan görüşe göre her birine diyetin bütününden üç senede düşen miktar
dört
seneye uzatılmaz. Sonra buradaki
«seneler» den maksat atiyyelerdir. Kuhistani.
Eğer
kabilesi bu diyeti tamamlayamazsa nesep olarak en yakın olan kabileler asabe sırasına göre
bunlara
ilave edilir.
Bize
göre kâtil kadın, çocuk veya deli de olsa onlardan biri gibidir. Bundan dolayı sahih olan
görüşe
göre onlara iştirak eder. Zeylai.
Azad
edilen kölenin akilesi efendisinin kabilesidir, mevle'l-muvalâtın diyetini ise mevlâsı ve
mevlâsının
kabilesi öder.
Bilinmelidirki daha önce geçtiği gibi, kısası, şüpheden dolayı veya oğlunu amden öldürmesinden
dolayı düşse bile... Akilelerin cinayetinden veya amden öldürmenin diyetini, anlaşma sonucu veya
itiraf
etmekle lâzım olanı ve diyetin onda
birinin yarısından daha az olanı ödemez. Zira Peygamber
(s.a.v.)
demiştir ki: «Akileler, amden alan cinayette, kölenin cinayetinde, anlaşma olduğunda, itiraf
edildiğinde
ve kemik görülen yaralamanın erşinden az olanda diyeti ödemezler. Aksine bunları cânî
öder.»
Ancak,
akilenin cânîyi ikrarında tasdik etmesi veya delil bulunması yukarıdaki
meselenin
istisnasıdır. Hüccet ikrarla birlikte müteber olmadığı halde burada ikrarla birlikte kabul edilir.
Çünkü
burada hüccet davalının ikrarı ile
sabit olmayan şeyi ispat eder. Bu da diyetin âkile üzerine
vacip
olmasıdır.
İ
Z A H
Muteber
fıkıh kitaplarının çoğunda bu bölüme
aynı ad verilmiştir. Fakat burada şu
hususun
düşünülmesi
gerekir ki: eğer «meakıl» kelimesi «makule» kelimesinin çoğulu olursa, ki o da diyet
manasına
gelir, o zaman ortaya bir tekrar durumu çıkar. Çünkü diyetin
kısımları daha evvel geçmiş
ve
izah edilmişti. Burada kasdedilen; kendisine diyet vacip olan kişilerin, türleri ve hükümleriyle
birlikte
açıklanmasıdır. İşte bu kîşiler âkiledirler. Buna göre uygun olan, «avâkil» denilmesiydi.
Çünkü
bu kelime «âkile» nin çoğuludur. Tûrî ve
Şurunbulâliye.
«Kan
dökülmesini önlediğinden dolayı
ilh...» veya diyet olarak verilen
develerin maktulün velisinin
evinin
avlusunda bağlanmasından dolayı... Sonra bu isim umumileşerek. dirhem ve dinar da olsa
verilen
diyete «ma'kule» denildi. İtkânî.
«Âkile, divan ehline denilir» Muğrıb'te şöyle denilmiştir: «Divan: bir araya getirildiği zaman
kitaptan
daha
ince olan defterdir. Çünkü bütün
olarak kağıtlardan oluşur. Divanları ilk tedvin edenin yani
valiler
ve kadılar için dosyaları tertip edenin.
Hz. Ömer olduğu rivayet
edilir. «Falan şahıs divan
ehlindendir»
denildiğinde isminin dosyada sabit
olduğu ifade edilir.»
Hâkim'in
«Kâfî» sinden naklen Gâyetu'l-Beyân'da da şöyle
denilir:
«Bize,
Hz. Ömer'in diyetleri divan ehline farz kıldığı haberi geldi. Çünkü divanı ilk yazdıran O'dur ve
diyeti de divan ehlinden almıştır. Daha önce diyet kişinin aşiretinin mallarından alınırdı. Hz. Ömer'in
bu
uygulaması şer'î bir hükmün değiştirilmesi değil belki onun sağlamlaştırılmasıdır. Çünkü o
biliyordu ki kişinin aşireti. diyeti, yardım yoluyla yükleniyorlardı. Yardımlaşma bu divanlar vasıtası
ile
olduğu için diyetin bunlardan alınmasına hükmetti. Böylece, diyet kadınlara ve çocuklara vacip
olmaz.
Çünkü onlarla yardımlaşma söz konusu olmaz.
Mi'rac'ta
bazı inkarcılar kınanarak, âkilenin cinayetle ilgisi bulunmadığını,
dolayısıyla, Allah
Teâlâ'nın
«kendi günah yükünü taşıyan hiçkimse, bir başkasının günah yükünü taşımaz» âyetinden
dolayı diyetin kâtilin malından alınması gerektiği söylenmiştir. Biz deriz ki: diyetin âkile üzerine
vacip
olması meşhurdur ve meşhur hadislerle sabittir. Sahabe ve tâbiûnun uygulamaları
da
böyledir. Meşhur hadisle Kitap'ın hükümleri üzerine ekleme yapılabilir. Âkile, diyeti kâtilin muhafaza
ve
murakabesini terketmeleri ve bu
hususta kusurlu olanları itibariyle,
yüklenirler. Diyeti ödemede
ona
iştirak sadece onlara hâstır. Çünkü kâtil bu cinayeti ancak onlardan aldığı kuvvetle işlemiştir.
Bu
durumda onlar cinayeti bizzat kendileri
işlemiş gibi kusurlu
olurlar. Hüküm olarak konulmadan
önce
bu diyet şeref kazanmak ve dostlara
iyilikte bulunmak için veriliyordu. Şeriat da bunu
yerleştirmiştir. Zaten halk arasında bu âdet bulunmakta idi. Şöyle ki; bir kimse hırsızlık veya
yangından
dolayı zarara uğrasa, ona yardımlaşma olarak mal toplanırdı. Özetle..
«Onlar
da askerlerdir.» Yani burada divan ehlinden maksat asker olan kişilerdir. Dürru'l-Müntekâ'da
şöyle denilmiştir: Kadınlar ve çocuklar gibi divandan pay alan kişiler ve
deliler diyet vermezler.
Fakat
bunlar öldürme işini bizzat
yaparlarsa âkile ile birlikte diyetin ödenmesine dâhli olurlar mı,
olmazlar
mı. hususunda ihtilâf edilmiştir.
Sahih
olan görüşe göre, Tebyîn'den naklen
Şurunbulâliye'de denildiği gibi, diyetin ödenmesinde
âkileye
iştirak ederler.
«...
Kendilerinden akın kişiye ilh...» Yani kendilerinden olan kâtilin diyetini verirler.
Gûrerû'l-Efkâr'da şöyle denilmiştir: Eğer kâtil gâzî ise onun âkilesi gâziler divanından beslenenler,
kâtip
ise katipler divanından beslenenlerdir.
ed-Dürrü'l-Müntekâ'da
da Kuhistani'nin yaptığı gibi, cinayet işleyen kimsenin
başka bir şehirden
değil
de divan ehlinin şehrinden olması
gerektiği kaydı konulmuştur. Bazı
âlimler tarafından da,
mutlak
olarak, «hangi divana mensup ise âkilesi onlaradır.» denilmiştir. Yani ister divan ehlinin
şehrinden
olsun ister olmasın eşittir.
Ben
derim ki: Hidâye'de denilmiştir ki;
eğer diğer bir şehir halkının müstakil bir divanı var ise, bir
şehir
halkı o diğer şehir halkının diyetini veremez, İtkâni demiştir ki: Bu, iki şehirden her birinin
divanları
ayrı ayrı olduğu takdirde böyledir. Çünkü o zaman aralarında yardımlaşma yok demektir.
Fakat
iki şehrin divanları bir olduğu
zaman, cânî diğer şehirin divan ehlinden ise bu şehir halkı
onun
diyetini
verir.
«Sulh
yoluyla... paraya çevrilen, bu hükmün dışma çıkmıştır ilh...» Yani sulh veya şüphe sebebiyle,
gereği
mala çevrilen öldürme olayı bu
hükmün dışına çıkmıştır. Çünkü bu
mal bizzat öldürme
sebebiyle
vâcip olmamıştır, bu yüzden ileride bahsedileceği gibi âkile onu yüklenmez.
«Diyet divan ehline verilen atiyyelerden veya erzaktan alınır» Yani asıl mallarından değil...
Hidâye'de denilmiştir ki: «eğer kişinin âkilesi erzak alan kişilerden ise, diyetin, erzaklarından üç
senede
alınmasına hüküm verilir. Çünkü erzak onlar için atiyye menzilesindedir. Sonra bakılır, eğer
erzakları her sene verilirse erzağın her verilişinde, diyetin üçte biri, atiyye gibi alırlar. Her altı ayda
bir
veriliyorsa diyetin altıda biri
alınır. Heray veriliyorsa aylık hissesi kadar alınır ki her sene
ödetilen
diyetin üçte biri miktarında olsun.
Eğer erzakları heray atiyyeleri de hersene ise, daha
kolay
olduğu için, atiyyelerden alınır. Çünkü atiyyeler daha çoktur. erzak ise ancak o vakit için
yeterli
miktardadır. Bu yüzden ondan ödenmesi güç olur.»
«Atiyye ile erzak arasındaki fark şudur... ilh.» Atiyyenin, savaşlara verilen, erzakın ise
müslümanların
savaşçı olmayan fakirlerine verilen
şey olduğu da söylenmiştir.
İtkanî ise bunda
düşünülmesi
gereken bir husus olduğunu söylemiştir.
«Üç
sene içerisinde» Bilmiş ol ki, eğer vâcip olan; diyetin üçte biri veya daha az ise bir sene içinde
verilmesi
gerekir. üçte birden fazla ise. bu fazlalık tam üçte ikiye ulaşıncaya kadar, ikinci senede,
bundan
fazla olan da, diyetin tamamına ulaşıncaya kadar. üçüncü senede verilir.
Hidâye.
Yine
Hidâye'de denilmiştir ki: «On adam bir kişiyi hatâen öldürse, parça bütüne kıyas edilerek, her
birinin
diyetin onda birini üç sene içerisinde vermesi gerekir.»
«Hüküm
vaktinden sonraki ilh...» Yani
diyet, verilmesine hükmedilen vakitten sonraki... Yoksa
şâfiî'nin
dediği gibi katil ve cinayet
gününden sonraki üç senede değil.
Gurerû'I-Efkâr.
«Eğer
atiyyeler... verilirse ilh...» Mecma'da ve Dürerü'l-Bihâr da denilmiştir ki; «ister üç seneden az,
isterse
çok bir zamanda çıksın yine üç senede alınır.
Güreru'l-Efkâr'da şöyle denilmiştir: Fakat Hidaye'de ve diğer eserlerde, eğer diyetin verilmesine
hükmedilen
vakitten sonraki üç sene içersinde verilmesi gereken atiyyeler bir senede, veya dört
senede
verilirse diyet de bu atiyyelerden bir senede veya dört senede alınır. Çünkü diyetin
atiyyelerden alınması kolaylık olması içindir, bu da, diyet ne zaman alınırsa alınsın, hâsıl olur. Bu
durumda
üç seneden kasıt üç atiyye olmuş olur. Eğer diyet verilmesine hükmedilen vakitten önceki
senelerin
atiyyeleri birikse ve hüküm vaktinden sonra verilmiş
olsalar, diyet bunlardan alınmaz,
çünkü
vâcip olması hüküm ile
olur.
Ben
derim ki; Bu açıklamalardan, atiyye ve erzak arasındaki fark anlaşılmış olur. Eğer erzak üç
seneden
az bir zamanda verilirse. daha evvel açıkladığımız gibi miktarına göre alınır. Bu durumda
«sene»
kelimesi burada, atiyyenin aksine. hakiki manasındadır. Atiyye ile erzak arasındaki farkın
tasrihini
Müctebâ'da şöyle ta'lil edilmiş olarak gördüm; «Rızk kâfî miktarda takdir edildiğinden
dolayı, ondan, ü,ç seneden az bir vakit içinde almak zor olur.»
«...Ve
onun yardımlaştığı her kişidîr»
Hidâye'de ve Tebyin'de
denilmiştir ki: Her şehir halkı
şehirlerine bağlı olan köylerin halklarının da diyetini verirler, çünkü onlar şehir halkına tabidir. Zira
başlarına
bir felâket geldiği zaman şehir halkından yardım isterler. Böylece
şehir halkı yakınlık ve
yardım
manalarına itibarla, onların diyetini verirler.
Evi
Basra'da divanı ise Kûfe'de olan bir
kişinin diyetini Kûfe halkı verir, çünkü o komşularından
değil
divan ehlinden yardım ister.
Bu
meselenin özeti şudur: Divandan
yardım istemek daha açıktır. Akrabalık, nesep, velâ ve
komşuluk
sebebiyle olan yardımın hükmü bu kadar açık değildir. Bu açıklamadan diyetlerle ilgili
birçok
mesele çıkar. Bu meselelerden biri, birinin divanı Basra'da diğerininki ise Kûfe'de olan iki
kardeşin
durumudur. Bunlardan hiçbiri
diğerinin diyetini vermez, bunların diyetlerini
kayıtlı
bulundukları
divanın üyeleri verir. Basra halkından olduğu halde, oranın divan ehlinden olmayıp
kendisine
atiyye verilmeyen bir kişi cinayet işlese ve çöl halkı ona nesep olarak daha yakın olsa
fakat
evi şehirde bulunsa onun diyetini bu şehrin divan ehli öder. Onunla divan ehli arasında bir
akrabalık olması şart değildir. Çünkü divan ehli: şehir halkını koruyan, onlara yardım eden
kişilerdir. Başka bir görüşe göre, divan ehlinden olanlar katilin akrabası olmazlarsa diyetini
ödemezler.
Ama akraba iseler. köyde nesep
olarak kendisine daha yakınları olsa bile, diyetini
öderler.
Çünkü diyet ödemenin vacip oluşu yakınlık hükmüyledir, şehir halkı da mekân olarak köy
halkından
daha yakındır. Bu yüzden ona yardım etme imkanları vardır. Bu meselenin benzeri
«munkati'
gaybet» (ortadan kaybolup kendisine haber ulaşmayan bir yerde bulunması) meselesidir.
Yani
daha yakın olan veli bulunmadığı zaman daha uzak olan velinin evlendirme yetkisi vardır.
İnâye.
İtkânî
bu ikinci görüşün daha sahih olduğunu söylemiştir.
«Esah
olan görüşe göre ilh...» «Herbirinden her sene üç dirhem veya dört dirhem alınır, da
denilmiştir.
Mültekâ'da da
böyledir.
«Eğer
kabilesi bu diyeti tamamlayamazsa»
Yani az olmaları sebebiyle... Bu
durumda hisseleri üç
dirhemden
veya dört dirhemden fazla olur.
Dürrü'l-Müntekâ.
Hidâye ve diğer kitapların ibareleri ise, evvelinde iki «te» harfi ile «tettesiu» şeklindedir. Bu
durumda
musannıfın, ya bu şekilde ifade
etmesi veya «lâm» harfini hazfetmesi gerekirdi. Kabile
kelimesini kullanması da herhangi bir kayıt için
değildir.
Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Divanlar hakkındaki hüküm de böyledir. Bir divan ehli diyeti
karşılayamazsa
onlara divanların en yakını ilâve
edilir yani başlarına birşey geldiği zaman yardım
etme
bakımından onlara en yakın olanı
ilâve edilir ve istenen elde
edilinceye kadar aynı usul takip
edilir.
Bu da devlet başkanına havâle edilîr,
çünkü bu yakınlığı en iyi bilen odur.»
«Asabe sırasına göre ilh...» Buna göre önce kardeşler sonra onların oğulları, sonra amcalar, sonra
onların
oğulları gelir. Meselâ. cânî Hüseyin (r.a.) in evladından
olduğu ve akilesi de diyetini
karşılayamadığı
zaman buna Hasan (r.a.) ın kabilesi sonra da çocukları ilâve edilir. Bu iki kabile de
karşılayamazlarsa
Akîl'in kabilesi ve sonra da
oğulları ilâve
edilir.
Kırmânî'de
de aynı şekilde geçmektedir. Kâtilin babası, dedeleri ve oğulları âkileye girmezler. Bir
görüşe
göre ise girerler. Karıkocadan biri diğerine âkile olamaz. Bu meselenin tamamı
Kuhîstanî'dedir.
«Bize
göre kâtil onlardan biri gibidir» Yani atiyye ehlinden olduğu zaman... Olmadığı zaman ise,
bize
göre de ona diyetten bir pay düşmez. Bu, Mebsut'ta
zikredilmiştir. Şâfiî'ye göre ise
kâtile,
mutlak
olarak, birşey düşmez.
Mirac.
«Sahih
olan görüşe göre onlara iştirak eder» Kasâme bahsinde bunun müteahhir ulemanın tercihi
olduğu
geçmişti. Hidâye'de bu bahiste, iştirakin olmadığına hükmedilmiştir.
Kifâye'de denilmiştir ki: «Bu, Tahâvî'nin tercihidir ve esah olan
da budur. Bu İmam Muhammed'in
rivayetinin de aslıdır.»
Fakat
İnâye'de denilmişti ki: Kasame bahsinde gecen durum, maktul kadının evinde bulunduğu
zamandır.
Bu durumda müteahhir ulema, kasâmenin vacip olması sebebiyle kadının kâtil takdir
edilmesinden
dolayı onu âkileye dahil etmişlerdir. Buradaki hüküm ise kadının hakikaten kâtil
olduğu
durum hakkındadır. Aradaki fark, kasâmenin, diyeti ya müstakil olacaktır veya bize göre,
araştırma
ile âkileye dahil olması suretiyle yemin ettirene gerekli oluşudur. Kasâme tahakkuk
edince.
diyet de tahakkuk eder. Ama mübbaşereten kâtil bunun aksinedir, o diyeti istilzam etmez.
özetle...
Binaenaleyh
bu durumda meselede bir ihtilâfı
tashih etme söz konusu değildir. Çünkü mevzular
farklıdır.
Düşün.
«Efendisinin
kabilesidir ilh...» Yani o kabile efendisi ile beraber âkilesidir. Şurunbuliye'den naklen
Burhan'da
da böyle denilmiştir... Mültekâ'nın
ibaresi ise şöyledir: «Azadlı ve mevlâ'l-muvalâtın
kölenin
efendisi ve efendisinin âkilesidir.» Bu ibare daha kısa ve daha açıktır.
«Kölenin
cinayetinde ilh...» Ama bir hür bir köleyi öldürürse onun hükmü ileride gelecektir. T.
«Amden olan cinayette ilh...» Yani
ister bir adam öldürsün ister bir organ kessin, onda âkile yoktur.
Çünkü
kasıt, âkilenin yüklenerek caninin
yükünü hafifletmeyi icap
ettirmez. O zaman, kasden adam
öldürmekle
kısas vacip olur.
Kuhistanî.
BİR
UYARI :
Eşbâh'ta
denilmiştir ki: Akile kasden adam öldürmede bir mesele hariç diyet ödemez. O da şudur;
öldürülen
kişinin yakınlarından bir kısmı sulh
yaparak kâtili affetseler o zaman geriye kalan
yakınların
hisseleri mala inkilap eder ve onu da akile yüklenir.»
Ben
derim ki: Organlardaki kısas babında Allâme Kâsım'dan naklen bunun âkilenin yüklenmesinin
rivayetlere zıt olduğunu daha önce belirtmiştik. Zaten onunla da hiç kimse hükmetmemiştir. Diğer
kitaplardakine gelince. geri kalan yakınların mala çevrilen hisselerinin bizzat kâtilin malından
verileceği
söylenmiştir. Dikkatli ol!.
«Oğlunu
amden öldürmesi suretiyle ilh...»
Burada «oğlunu kasden öldürmesi gibi» deseydi daha iyi
olurdu.
Nitekim biraz önce bu şekilde bir tabir etmişti. Çünkü böyle deseydi şüphe ile öldürmeye
misal
olurdu. Şu mesele de şüpheli öldürmelerdendir: iki kişi bir adamı öldürseler, ve biri çocuk
veya bunak diğeri de âkilbâliğ olsa veya biri demirle diğeri de sopa ile vursa...
«Çul
sonucu... lâzım olan şeyi de ilh...»
Yani kasden adam öldürmek veya hataen adam
öldürmekten
sulh yapılsa... T. O zaman
ödenecek diyet kâtil üzerinedir ve
peşin alınır. Ancak
ertelenirse o zaman peşinen ödemesi gerekmez. Kuhistânî.
«İtiraf
etmekle ilh...» Yani hatâen adam öldürdüğünü itiraf edene gereken diyeti akile ödemez. Zira
onu
mukirin üç sene içerisinde ödemesi gerekir. Kuhistânî.
«Diyetin onda birinin yarısından daha az
olanı da» Yani kemik görülen yaralamanın erş'inden az
olursa
âkile ödemez. Bu da beşyüz dirhemdir. Bu da organlardaki cinayete hastır. Ama can bedelini
az
da olsa âkile öder. Mesela yüz kişi hür bir adamı öldürseler herbirinin âkilesi üzerine yüz dirhem
ödemek
gerekir. Bir kişi kıymeti yüz dirhem olan bir köleyi öldürse o kıymeti âkilesinin ödemesi
gerekir.
Zira can bedelinin âkile üzerine vacip olması nass ile sabittir. İnaye ve Kifâye'den
özetle...
BİR
UYARI:
Şârih,
cenin faslından hemen önce sahih görüşün, bilirkişinin takdir ettiği diyeti âkilenin mutlak
olarak
ödememesi. olduğunu takdim etmişti. Yani takdir edilen miktar kemik görünen açık
yaralamanın erş'ine de ulaşsa... İtkânî Kerhi'den naklen şunu zikreder: Âkile dârü'l-harpte vâki olan
cinayetin
diyetini ödemez. Bu durumda diyet cinayet işleyenin malından
verilir.
«Zira
Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki
ilh...» Bunu fakihlerimiz kitaplarında İbnu Abbas'tan
naklen
mevkuf ve merfu olarak zikretmişlerdir. Şu kadar var ki, bazı âlimler tarafından bunun
şâbi'nin
sözü olduğu söylenmiştir. Kâmus'ta denilmiştir ki: şabi'nin «Âkile amden akın cinayetle
katilin
cinayetinde diyet ödemez» sözü
Cevherî'nin zannettiği gibi hadis
değildir. şâbi'nin bu
sözünün
manası Ebu Hanife'nin zannettiği
gibi kölenin hürü öldürmesi
değil hürün köleyi
öldürmesidir.
Zira eğer Şâbi'nin sözünün manası Ebu Hanife'nin zannettiği gibi olsaydı o zaman
söz
«köle kölenin yerine diyet ödemez» şeklin de olurdu, «kölenin diyeti ödenmez» şeklinde
olmazdı.
Esmai
demiştir ki: «Ben bu hususta Harun er-Reşid'in huzurunda Ebu Yusuf'la konuştum
fakat
«onun
diyetini verdim» ile «onun yerine
diyet verdim» arasında benim anlayacağım kadar bir
farklılık
göstermedi. Çünkü, maktulün diyetini verdiğim zaman, «maktula diyet verdim» denilir ve
filan
kişinin diyet vermesi gerekip de onun yerine diyeti verdiğim zaman da «filanın yerine diyet
verdim»
denilir.
Buna,
«ona diyet verdim» sözünün «onun
yerine diyet verdim» manasında kullanıldığı söylenerek
cevap
verilmiştir. Buna sözün sibakı yani «amden» sözü ve aynı şekilde siyakı yani «onlaşma
olduğunda
ve «itiraf etmekle» sözleri delalet eder. Çünkü bu ifadenin manası. kasden öldüren
yerine
sulh yapan yerine ve itiraf eden
yerine»dir. Düşün.
En
güzeli bunun hafız ve îsâlden olduğunu söyleyerek cevap verilmesidir. Asıl olan «kölenin
yerine»
dir.
Bunun
en kuvvetli delili de İmam Muhammed'in Muvatta'ında rivayet ettiği şu hadistir: «Bana
Abdurrahman
bin Ebiz-Zenâd rivayet etti o da babasından, babası da Abdullah bin Utbe bin
Mesud'dan,
o da Abbas'tan rivayet etti ki:
Akile kasden adam öldürenin, sulh
yapanın, İtiraf edenin
ve
kölenin cinayetinin diyetini
ödemez» Demekki burada cânî köle kabul edilmiştir.
«Aksine bunları cânî öder». Bu söz hadisin lafzından olmayıp «Bilinmelidir ki, kölenin cinayetinin
diyetini âkile ödemez» cümlesi üzerine atıftır. Yani o diyeti cânî yalnız kendisi yüklenir. ödeme
hükmen
de olsa böyledir. Yani kölenin efendisinin köle yerine ödemesi gibi... Nitekim Kuhistânî de
böyle ifade etmiştir. Yahut da bu söz musannıfın «sulh veya itiraf ile ödenmesi gereken diyeti âkile
ödemez»
sözü üzerine atıftır. Bu sözün
buraya konulması, musannıfın «ancak
tasdik ettikleri
takdirde»
sözünün metindeki makabli ile bağlanması içindir.
«...Veya
delil bulunması îlh...» Böyle olması
mukirrin hücceti, hâkimin diyeti
mukirrin ödemesine
hükmetmesinden
evvel göstermesi halindedir. Ama eğer hakim diyetini
mukirrin malından
verilmesine
hükmettikten sonra mukir diyetin
âkile tarafından ödenmesi için
hüccet ikame ederse
artık
bu hakkı yoktur. Zira hakimin hükmü ile o malı ödemek ona vacip olmuştur. O zaman hakimin
hükmünü
beyyinesi ile iptal edemez. Mebsut'ta da bu sarahaten söylenmiştir.
Remlî.
M
E T i N
Kâtil
ile öldürülen kimsenin velileri
falan beldenin hâkiminin diyeti, âkile vermesine hükmettiğini
beyyine ile doğrulasalar, ama âkile onları yalasa âkile üzerine hiçbirşey gerekmez. Çünkü onların
birbirlerini
doğrulamaları âkile üzerine hüccet olmadığı gibi kendi malından ödemesi için kâtil
aleyhine
de hüccet değildir. Ancak hissesi kadarını ödemek üzere hüccet olur. Çünkü onların
birbirlerini
doğrulamaları ancak kendi haklarında hüccettir. Zeylaî.
Bilinmelidir
ki bu meselede hasım ancak cânîdir. zira hak onun üzerinedir. Eğer cânî çocuk olursa
o
zaman hasım onun babasıdır.
Hâniye.
Ben
derim ki: Hâniye'nin; «hasım âkile değil ancak cânîdir» sözünden, fetvası istenilen meselenin
cevabı
alınır. Hadise de şudur: Bir erkek çocuk bir kız çocuğunun gözünü çıkarsa ve kız çocuğu
ölse
de velisi âkileden erkek çocuğun yapmadığına dair yemin
etmelerini istese; yemin
6ttirilemezler. Çünkü yemini ettirme davanın sıhhatinin bir parçasıdır. Bu da âkileye yönelik
değildir.
Burada bir de şu vardır: âkile eğer cânînin fiilini ikrar ederse bu ikrarları kendilerine
nispetle
sahih olur mu, olmaz mı? Ta ki onlara diyetle hükmedilsin.
Eğer,
«evet sahihtir» dersek, layık olan, âkilenin yemin etmesînin de cârî olmasıdır. Çünkü bu
durumda
yeminin faydası açıktır. Bunu
musannıf bir bahis olarak söylemiştir.
Araştırılsın.
Bir
hür bir köleye karşı hataen cinayet
işlese, diyeti âkilesi üzerinedir.
Yani onu öldürdüğü zaman...
Çünkü
akile kölenin azalarının diyetini ödemez. İmam Şafii «âkile öldürülen kölenin diyetini de
ödemez»
demiştir.
Çocuk,
kadın ve deli yardımlaşmadıkları
takdirde eğer kâtil onların dışında ise akileye dahil
değildirler.
Aksi takdirde yukarıda geçtiği gibi. sahih kavile göre, dahil olurlar.
Bir
kâfir bir müslüman yerine diyet ödemediği gibi bir müslüman
da bir kâfirin yerîne diyet ödemez.
Çünkü
aralarında yardımlaşma yoktur.
Kâfirler,
milliyetleri değişik de olsa, kendi aralarında birbirlerine âkile olurlar. Çünkü küfür ehlinin
hepsi
bir millettir. Bu, biribirleri ile yardımlaştıkları takdirdedir. Ama eğer yardımlaşmıyorlarsa
hataen
işlemiş olduğu cinayetin diyeti müslümandaki gibi üç sene içerisinde kendi malından alınır.
Nitekim
bu Müctebâ'da da tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
Eğer
kâtil. sokakta bulunan çocuk ve müslüman olan harbi gibi, âkilesi olmayan birisi ise zahir-i
rivayete göre diyet hazineden ödenir. Fetvâ
do böyledir. Dürer ve
Bezzaziye.
Zeylai diyetin. katilin kendi malından vacip olduğu yolundaki rivayeti söz bir rivayet kabul etmiştir.
Ben
derim ki: Harzemliler'den naklen Muctebâ'da yer alan «onların yardımlaşması yok
olmuş
beytü'1-mâl de yıkılmıştır» sözünün
zahiri diyetin onun malından verilmesinin vacip
olmasının
tercih
edildiğini gösterir. Bu durumda her
sene üç veya dört dirhem öder. Nitekim Müctebâ,
Nâtifî'den
böyle nakletmiştir. Mücteba sahibi: «Bu hüküm güzeldir, hıfzedilmesi gerekir» demiş,
musannıf
da bunu ikrar etmiştir.
Hıfzedilsin.
Birçok
yerde vâki olan, diyetin üç sene
içerisinde ödenmesidir. Anla.
Bu
katil müslüman olduğu takdirdedir.
Eğer katil zimmi ise o zaman diyet icma ile onun kendi
malından
verilir. Bezzâziye.
Mutlak
olarak bilinen bir varisi olan kimsenin, varisi uzak, veya kölelik yada küfür sebebiyle
mirastan
mahrum olsa bile, diyetini hazine ödemez. Sahih olan budur. Nitekim bu Hâniye'de de
tafsilatlı
olarak anlatılmıştır.
Arap
olmayan kişilerin âkilesi yoktur.
Dürer'de de bu kâti bir dille ifade
edilmiştir. Musannıf da bunu
söylemiştir. Çünkü onlar yardımlaşmazlar.
Bazı
âlimler tarafından ise âkilelerinin olduğu söylenmiştir. Zira onlar da
ayakkabıcılar. avcılar,
sarraflar
ve sarraçlar gibi isimler altında yardımlaşırlar. O zaman kâtilin mahallesinin halkı ve
meslektaşları kişinin âkilesidir. İlim talebeleri de böyledir.
Ben
derim kl: Hulvânî ve diğerleri de bununla fetvâ vermişlerdir.
Haniye.
Müctebâ'da
şunlarda ilave edilmiştir: «Bunun özeti şudur: Akile konusunda asıl
olan
yardımlaşmadır. Yardımlaşmanın manası da birisinin başına bir musibet geldiği zaman ona
ihtiyacını giderecek kadar yardım etmekdir. Bu bahsin tamamı Müctebâ'dadır.
Tenviru'l-Basâir'de
Hâfiziye'ye isnad edilerek şöyle denilmiştir: «Doğru olan, onların aralarındaki
yardımlaşmanın sanatla oluşudur. O zaman da meslektaşları onun âkilesidirler.. Hıfzedilsin.
Kuhtetanî
de bunu ikrar etmiştir. Şu kadar var ki, hocalarımızın hocası Hâtûnî'nin araştırmasına
göre
kıskançlık, buğz ve herkesin arkadaşı hakkındaki kötü temennisi sebebiyle günümüzde
.yardımlaşma kalmamıştır. Dikkatli ol.
Ben
derim ki: Kabile ve yardımlaşma olmayan yerde diyet ya kâtilin kendi malından ya da
hazineden
verilir.
i
Z A H
«Çünkü
onların birbirlerini
doğrulamaları ilh.. » Bu, kâtile yalnız. diyetten hissesine düşeni
ödemesinin
lüzumunun gerekçesidir. Birinci meselede olduğu gibi diyetin tamamı lazım
olmamıştır.
Zira
birinci meselede diyetin hakim
tarafından âkile üzerine hükmedildiği maktulün velisi tarafından
tasdik
edilmemiştir. Bu meselede ise tasdik mevcuttur. Bu nedenle bu mesele ile evvelki mesele
birbirlerinden
ayrılırlar. Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
«Bu
meselede ilh...» Yani katil davasında. T.
«Zira
halk onun üzerinedir.» Yani diyetin
âkile üzerine subûtu câninin yükünün
hafiflemesi için
yüklenme
yoluyladır.
Hâniye.
«Akile değil ilh...» Bu söz Hâniye'nin ibaresinde yoktur. Şu kadar var ki Şarih bunu Hâniye'nin
«Hasım
ancak cânîdir» sözündeki hasım ifadesinin mefhumundan
almıştır.
«Bu
da âkileye yönelik değildir.» Aksine. o cânî olan çocuğun -eğer varsa- babası üzerinedir.
Bundan
bu iddia ile hiçbirşey lazım gelmez.
T.
«Burada
bir de şu vardır ilh...» Bu, fetvâsı
istenen bu hadiseye verilen cevabın başka bir yönden
tahricidir.
Bunun özeti şudur: Eğer âkilenin ikrarının sıhhatine hükmetsek o zaman âkileye yemin
ettirilmesi
gerekir. Çünkü kâide şudur: Bir adam bir şeyi ikrar etse, ikrar ettiğini ödemesi gerekir.
ikrâr
ettikten sonra inkar ederse yemin etmesi istenilir. Bu da, vakıf bahsinin sonunda geçen elli iki
suretin
dışında olur. Bu mesele de bu suretlerden değildir. Ancak bu ikinci yönden verilen cevaba
şu
itiraz gelebilir: Yukarda geçtiği gibi burada hasım ancak cânîdir. Hasım olmayan bir kimseden
de
yemin talep edilemez. Bu ifadenin gereği âkilenin ikrarının sahih olmamasıdır. Bunun delili
şudur:
Akileye diyet ancak, katilin
ödemede hafifletilmesi için, yüklenme yoluyla lazım olur. O halde
hakikatte
âkilenin ikrarı kâtil aleyhine ikrardır. Onların kâtil aleyhine ikrarları sahih olmayınca
ikrârın
icap ettirdiği diyet de tâzım gelmez.
Zira sabit olmayan bir şeyi yüklenmek mümkün değildir.
Ama
bunun aksine eğer katil katlini ikrar etse ve âkile de onu tasdik etse o zaman yukarda geçtiği
gibi
diyeti akilenin ödemesi icabeder. Zira akilenin tasdiki, câninin katli ikrar etmesiyle sabit olan
diyeti yüklenmelerini gerektirir.
Allame
Remli'nin tahrir ettiği şudur: «Akilenin çocuğun cinayetini bilmediklerine dair yemin
ettirilmeleri
gerekir. Zira fukaha şunu açıkça ifade etmişlerdir ki; birisi diğerine «senin Zeyd'deki
alacağına ben kefilim» dese ve kefil onun Zeyd'den şu kadar
alacağı olduğunu ikrar etse, Zeyd de
onu
beyyine olmadığı halde inkâr etse o miktarı asilin değil kefilin ödemesi gerekir.»
İşte
fukahanın bu tasrihi ile anlaşılıyor ki ikrâr, mukirrin aleyhinde geçerli olduğu zaman asıl
üzerinde
kalmaz. Zira o ikrar her ne kadar noksan da olsa hüccettir. işte bizim yukardaki meselemiz
de
bunun bir benzeridir. Remtî der
ki: Ben bu hususta bir nakil buldum. O da Camiu'l-Fusuleyn'ln
üçüncü
faslındaki şu ibaredir: «Birisinin, kâtilin hata ile öldürdüğü yolundaki iddiası dinlenilir. Âkile
bulunmadığı
zaman bu katle dair beyyine kabul edilir. Ama katil gâib olursa o zaman âkile üzerine
diyet olduğunu iddia etmek sahih midir? Bizim B.'Ğ.den naklen altıncı faslın sonunda yazdığımıza
kıyas
edilirse diyetin tamamının âkile üzerine olması iddiasının sahih olmaması gerekir. özette.
Zira
bundan anlaşılan, diyetin tamamının
onlara ait olduğu iddiasının sahih
olmasıdır.»
Düşün.
«Bunu
musannıf bir bahis olarak
söylemiştir ilh...» Yani musannıfın
söylediği «Ben derim ki;
«Hasım
ancak cânidir» sözünden buraya
kadarıdır.
«Yani
onu öldürdüğü zaman ilh...»
Musannıfın metindeki, «kölenin
nefsi» sözünün yanında buna
ihtiyaç yoktur. H. Evet, Zeylai bunu Kenz'in ibaresini şerh ederken zikretmiştir. Zira Kenz'in
ibaresinde
«nefis» kelimesi zikredilmemiştir. O zaman Şarih «Musannıf bunu «nefis» ile kayıtladı
demeli
idi. Çünkü âkile kölenin kesilen azalarının diyetini yüklenmez. Zira organlar mal
mesabesindedirler. işte bundan dolayı da hür ile köle arasında kısas icra edilmez. İtkâni.
«Yardımlaşmadıkları takdirde ilh...» Benim nüshalarda gördüğüm de aynı bu şekildedir. Ama
doğrusu
«katle bizzat katılmadıkları takdirde»dir. Zira fakihler onların âkileye girmemelerini yardım
ehli
olmamaları ile gerekçelendirmişlerdir. Bundan dolayı bu rivayetin aslı katle bizzat katılsalar bile
âkileye
girmemeleridir. Nitekim takririni yukarda takdim ettik.
«Milletleri
değişik de olsa ilh. » Muttekâ'da bu hüküm, iki millet arasındaki düşmanlığın Yahudiler
ve
Hıristiyanlar arasındaki gibi açık olmaması ile kayıtlanmıştır.
Bu
kayıt da; Şârihin, «Yani eğer yardımlaşıyorlarsa» sözünden anlaşılır.
«Müslümandaki
gibi ilh...» itkâni ve diğerlerinin ibareleri böyledir:«Eğer birbirleriyle
yardımlaşmıyorlarsa
müslümanda olduğu gibi diyetle
hükmedildiği günden itibaren üç sene
içerisinde onun kendi malından alınır. Bu hüküm, zimmî hakkındadır. Müslüman'a gelince; onun
diyeti hazineden
verilir.
«Nitekim
bu Müctebâ'da da tafsilatlı olarak anlatılmıştır» Mücteba'da şöyle denilmiştir: «Aslında
diyet kâtile vaciptir. Akile üzerine
ancak hakimin hükmü ile geçer. Eğer âkile yoksa o zaman diyet
katilin
kendi üzerinde kalır. Darül'l-harpteki iki müslüman tüccardan birisinin diğerini hataen
öldürmesi
halinde onun diyeti kendi malından alınır.»
«Müslüman
olan harbî ilh...» Yani kimseyi kendine veli tayin etmese...
«Diyet hazineden verilir». Zira müslüman cemaatı onun yardımcılarıdır. Bundan dolayı
öldüğü
zaman
mirası hazineye kalır. Onun için
ödemesi gereken şeyin de hazineden ödenmesi gerekir.
Zeylai ve Hidaye.
Bu
şunu ifade eder; eğer onun
belirli bir varisi varsa hazinenin
ödemesi gerekmez. İleride bunun
tasrihi
gelecektir.
«Zeylaî...»
Hidaye sahibi ve diğerleri de.. böyle
demişlerdir.
«Harzemliler'den naklen» Yani Harezm ahalisinin halini hikaye eder. H. Müctebâ'nın ibaresi şöyledir;
«Ben
derim ki; Zamanımızda Harzem de diyet ancak câninin malın, dan verilir. Ancak câninin
birbirleri
ile yardımlaşan köy veya mahalle halkından olması müstesnadır. Zira Harezm'deki
aşiretler
dağılmış. aralarındaki yardımlaşma merhameti kalkmış ve hazine de yıkılmıştır. Evet.
Harzemlilerln isimleri binlerce ve yüzlerce divanda kayıtlıdır. Ama onlar buna göre yardımlaşmazlar.
Bu
durumda da diyetin câninin kendi malından alınması taayyün eder.
«Diyetin amm malından verilmesinin vacip olmanın tercih edildiğini gösterîr ilh...» Ben derim ki:
Müctebâ'da
yapılan rivayetin zahirini şâz bir rivayetin tercihine sebep kılmaya ihtiyaç yoktur. Belki
zahiri
rivayete göre zikredilen hükmü tercih etmek mümkündür. Çünkü aslında diyet katile vaciptir.
Diyeti katil hesabına yüklenecek âkile olmaz ve onu ödeyecek hazinede bulunmaz ise o zaman
zımmî
bahsinde geçtiği gibi onun kendi
malından alınır. Zâhiri rivayet ise hazinenin muntazam
oluşuna
göre binâ edilmiştir. Hazine muntazam olmadığı zaman müslümanların kanının heder
olması
gerekir. Sonra ben Vikâye'nin muhtasarı ve Kuhistani'nin
ona yazdığı şerhlerde bu şekilde
gördüm.
Zira Kuhistâni demiştir ki: «Arap ve acemden âkilesi olmayan kimsenin cinayetde diyet,
şayet
hazine mevcut ve mazbutsa hazineden verilir. Aksi takdirde cânî üzerinedir.»
«Her
sene üç veya dört dirhem öder ilh...» Bunun üç sene ile kaydedilmemesi uygundur. Aksi
takdirde
geri kalanı kim öder? Binaenaleyh bu da müşkildir.
Zira ömrünün her senesinde üç veya
dört
dirhem ödese diyet ne zaman bitecektir? Öldüğü takdirde diyetten kalan
kısım düşecek mi,
terekesinden mi yoksa başka bir şeyden mi alınacak? Bu durumu izah eden bir kişiyi
göremedim.
«Demiştir
ki ilh...» Onun ifadesi aynen şöyledir: «Bu hüküm güzeldir, onu akılda tutmak gerekir.
Zira
benim birçok yerde gördüğüm şudur ki, diyetin onun malından üç sene içerisinde ödenmesi
vaciptir.»
Ben
derim ki; Diyetin üç sene içerisinde malından ödenmesinin vacip oluşu fakihlerin zimmi
hususunda
zikrettiklerine de en uygun olandır
ve onda müşkil bir taraf da yoktur. Birçok yerlerde
zikredilen
de en adil hükümdür ki ondan dönülmez.
«Bu
hüküm ilh...» Yani diyetin beytü'l-Mâlden vacip olması veya diyetin beytü'l-malden mi yoksa
malından
mı verileceği hususundaki ihtilaf...
«Eğer
zımmî ise ilh...» Yani âkilesi yoksa...
«Bilinen
bir vârisi olan kimsenin ilh...» Bu, musannıfın «eğer katilin âkilesi yoksa diyet
beytu'l-mâldan verilir sözünün ikinci kaydıdır. Nitekim Kâdıhan'da buna
dikkat çekmiştir. Zira
Kâdıhan
geçen ifadeyi kâtilin belirli bir vârisi olmaması haline hamletmiştir. Yani kâtil ya sokakta
bulunan
bir bebek veya bunun benzeri olursa... Biz yukarda bunun Zeylaî ve Hidâye'nin sözlerinin
ifade
ettiği şey olduğunu söylemiştik.
Remlî de bu hükmün bütün kitapların mutlak ifadelerine
muhalif
olduğunu söyleyerek, bu hususta uzun uzadıya bilgi vermiştir. Şu kadar var ki Kadıhan,
tashihine
itimad edilecek kimselerin en büyüğüdür. Zira Allame Kâsım'ın da dediği gibi o bizzat
fakih
bir kimsedir.
«Veya
kölelik veya küfür sebebiyle
ilh...» Mesela : Müstemen, müslüman bir köle olarak azad etse
sonra
da kendi memleketine dönse ve oradan köle olarak İslâm ülkesine getirilse, sonra da azad
ettiği
köle bir cinayet işlese, o zaman
cinayetli diyeti azad edilen kölenin malından verilir. Çünkü
onun
belirli bir varisi vardır. Varisi
olan kimsenin diyetini de hazine
ödemez.
Onun
belirli varisi de kendisini azad edendir. Bununla beraber azadlı köle ölse mirası hazineye
kalır.
Çünkü onu azad eden onun ölümü anında
köledir. Bunu Hâniye Asil'den naklen ifade etmiştir.
Köleyi azad eden kimse zımmi de olsa yine azad edilen kimsenin işlediği cinayetin diyeti malından
alınır.
Zira yukarda geçtiği gibi kafir müslümanın diyetini ödemez. O zaman azad edilen kimsenin
akilesinin, efendisinin kabilesi olduğu, itiraz olarak varid olmaz. Benim anlayabildiğim
budur.
«Diyetini hazine ödemez ilh...» Aksine her ne kadar hak sahibi olan bir varisi de olsa, kendi
malından
verilir. Nitekim takririmizden
de bu anlaşılmaktadır. Zira hazine onun malına varis olduğu
zaman
diyetini ödemediğine göre varis olmadığı zaman kendi malından verilmesi daha evladır.
Vâris
üzerine de hiç bir şey yoktur, Zira meselenin faraziyesi âkîlesi olmayan kimse
hususundadır.
«Dürer'de
de bu kat'i bir dille ifade edilmiştir ilh...» Bu da Ebû Bekir el-Belhî ve Ebû Cafer
el-Hındıvâhî'nin
görüşleridir. Zira arap olmayanlar
neseplerini muhafaza etmezler ve aralarında
yardımlaşmazlar. Onların divanları da yoktur. Cinayetin diyetini cânînin dışındaki kimselere
yüklemek
örftür. Ama araplar hakkındaki kıyas
bunun hilafınadır. Üstad Zahiruddin de bu görüşü
benimsemiştir. Hâniye.
«Kişinin
âkilesidir ilh...» Yani onlar aralarında yardımlaşırlarsa. T. Yukarda geçtiği üzere, her sene
âkilenin
herbirinden bir dirhem veya bir tam
bir bölü üç dirhemden fazla
alınamayacağı da
unutulmamalıdır.
«Bu
bahsin tamamı Müctebâ'dadır
ilh...» Zira Muctebâ sahibi demiştir ki: «Eğer katile divan
ehlinden.
aşiretten. mahallesinden veya sokağından yardım edenler varsa âkilesî divan ehli, sonra
aşireti
daha sonra do mahalle halkıdır. Natifi de bununla hüküm vermiştir.
T.
«Doğru
olan ilh...» Ben derim ki: Fukahanın da zikrettiği gibi burada hüküm, yardımlaşma üzerine
döner.
Bir taife arasında yardımlaşma
bulunduğu zaman onlar câninin
âkilesidirler. Aksi takdirde
âkilesi değildirler. T.
«Şu
kadar var ki » Bu Dürer'de kat'i olarak ifade edilenin
teyididir.
«Diyet ya katilin kendi malından ilh...» Yanî hazinenin bulunmadığı veya muntazam olmadığı
yerde...
Nitekim yukarda beyan etmiştik. Allah en iyisini
bilendir.
«Ancak varisleri icazet verirlerse ilh...» Bu istisna gecen iki meseleylede ilgilidir. Burhan'da
«Tarafeyne
göre varislerin icâzetleri ile
katiline vasiyet etmesi caizdir» denilmiştir,