27 Nisan 2013

SENİ NE ÇOK SEVDİM BEN


Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için. Geceleri sen yatağında meleklerin kanatlarıyla uçarken ben penceremin önünde senin rüyana girmek için dua ederdim. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sererdim.

Şiirler, şarkılar, sevgiler içimde tutuşan bir ateş, onun yangınında senin için kül kesildim. Ağır hastalar geceyi zor geçirir. Sabahı bekler kırgın yürekler, hasta umutlar, yalnız ruhlar. Yalnızdı gecelerim. Hastaydı gecelerim. Kan kaybından giden bir yaralı gibi umarsızdı gecelerim. Bir uçurumun kenarına beni taşıyan karabasandı gecelerim. Adına yalnızlık dedim. Sensizlik dedim.. Sen beni bilmedin, beni tanımadın, beni sevmedin.. Bu bir ölümdü, bu bir fermandı .. Bıçak kesmez artık beni, ip asmaz, çeküller yüreğimi taşımaz. Yaşamak mümkün değil, yalnızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı. Amansız acılar içindeyim.

Ey Sevdiğim.. Ben seni ne çok sevdim. Dünya bildi, bir sen bilmedin. Yalnızlığın diğer adı aşka karşılık almamaktır. Kaçılamayacak kadar yakın, tutulamayacak kadar uzak bir yerdesin.. Benim aşkıma yalnızlık kucak açtı. Senin yokluğuna dokundum, içim yandı. Odamın çıldırtan sessizliğinde sana seslendim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymayacaksın.
Sana sitem edemem. Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden,
 son bir tek isteğim. O da MUTLU OLMAN.
MUTLU OL SEVDİĞİM.. BİRİCİĞİM.. AŞKIM. NEREYE, 
KİME GİDERSEN GİT YETER Kİ SEN MUTLU OL...

SANA UZAKTAN BAKIYORUM


Sana uzaktan bakıyorum. Sana bakmak inanılmaz mutlu ediyor beni. Sen gidince aklım da senin peşinden sürüklenip gidiyor, yüreğim de.. Yanında biri mi var, ona bir şey mi söylüyorsun, onunla gülüyor musun.. içim yanıyor. Ama senden sonra gördüğüm o insan birden senden biri oluyor. Senin baktığın her yer artık güzel, senin konuştuğun her insan, özel oluyor.

Sen evine şu yollardan gidiyorsun. Ardından yürüyorum. Beni fark etmiyorsun. Önünden geçtiğin evlere, gölgesinde yürüdüğün ağaçlara, her gün bindiğin otobüse bakıyorum. Senin gözünle bakıyorum. Sen yokken de o yollardan defalarca geçiyorum. Senin kokun, senin havan, senin auran sinmiş havaya.. Sanki seni soluyorum.

Akşamları ne yaparsın acaba? Sofraya oturduğun zaman yanında kimler var? Hangi yemeği severek yersin, neyi sevmezsin? Kitap okur musun? Hangi kitapları seversin? Ne tür filmlerden hoşlanırsın? Televizyon izler misin? Gece sokağa çıkar mısın? Arkadaşlarınla en çok neye gülersin? En çok kim kızdırır seni..Hangi futbol takımını tutarsın?

Bilmeliyim. Senin hakkındaki bütün ayrıntıları öğrenmeliyim. Çünkü ben de o filmlere gideceğim, ben de o dizileri izleyeceğim, ben de o yemekleri seveceğim ya da nefret edeceğim. Bilmeliyim. Baştan kuruyorum dünyamı. Seninle yaşamaya başlıyorum.

Onca kalabalığın içinde, karmaşık yaşamın ortasında eğer sen varsan daha seni görmeden bir kuş gibi çırpınmaya başlıyor yüreğim. Bir ışık çarpıyor yüzüme, bir sıcaklık yürüyor göğsümde. Anlıyorum ki sen varsın. Sen ordasın. Sen gelmişsin. Bakmadan, başımı çevirip seni görmeden varlığının farkındayım.

Ey uzak uzak baktığım.. göz göze gelmeden, saçını okşamadan, değil bir rüyayı bir cümleyi paylaşmadan sevdiğim sevgilim. Bir aşk filiz verdi, fidan verdi, kök saldı içimde. Onu sana göstermek için ömrümü veririm.

ADIN KAVUŞMAK OLSUN

ADIN KAVUŞMAK OLSUN

Tarifsiz bir sevdada kimliksiz bir sessizliktin
Haykırışlarla çağlarken yüreğim durgun limanımdın
Sen benim adını koyamadığımdın
Senin adın kavuşmak olsun
Fırtınalarda yolunu kaybeden gemi misali
Rotasız ve pusulasız kalmışken yüreğim
Ve hoyratça savrulurken bir limandan bir limana
Teslim olmuşken kaderine...
Sen benim adını koyamadığımdın
Senin adın kavuşmak olsun..
Bakmaya kıyamazken gözlerine
Tutmaya cesaret edemezken ellerini.
Ve bütün cümlelerin sustuğu o yerde
Sessiz bir haykırıştı yüreğim
Eşsiz bir mutluluktu yaşadığım...
Sen benim adını koyamadığımdın
Senin adın kavuşmak olsun.
Son bahar yaprakları dökülürken içimden
Hazanı yasarken bahar kokulu sabahlar da
Yüreğim üşürdü gözlerimden sel olup akan yağmurda
Sırılsıklam ıslanırken ruhum
Solmuştu bahçemde ki tüm Güller
Sen o bahçemdeki açan tek Güldün...
Sen adını koyamadığımdın
Senin adın kavuşmak olsun.
Dağçiçeğim yabangülüm asi sevdam.
Saçının bir teline bir ömür adadığım
Gözündeki bir damla yaşına şehirleri yaktığım
İsyanım feryadım kavuşulmazım
Sen vazgeçemeyeceğim yasaklım...
Sen adını koyamadığım
Senin adın kavuşmak olsun.
Sen benim yanı başımdaki uzağım
Sen benim uzağımdaki en yakınım
Dokunmam yasak sevmem yasak
Sensiz bu hayatta yaşamak tuzak...
Sen adını koyamadığım
Senin adın kavuşmak olsun.
Sisli bir gecede ses olup da gel
Bir sonbahar gününde yağmur olup da gel
Soğuk bir kış gününde rüzgar olup da gel
Ilık bir yaz gecesinde düş olup da gel
sen bana yasaklarından sıyrılıp da gel ...
Sen adını koyamadığım
Senin adın kavuşmak olsun.
Bir gün gelirde tutarsam ellerini
Bakarsam gözlerine sevgi dolu
Doğarsa sende yeniden bu beden
Ve o gün verirsem şayet son nefesimi
Ölmeden haykırmak isterim son bir kez
Sen adını koyamadığım
sen yabangülüm sen dağçiçeğim
sen ruhu revanım sen yaşama sevincim...;
Yasaklım... Adı bende saklım...
senin adın kavuşmak olsun.

DÜNYA KRALLIĞINI KURMAK İSTEYEN ORGANİZASYON (..CFR..)


Dış İlişkiler Komitesi (Council of Foreign Relations-CFR)

Dış İlişkiler Komitesi (CFR), Gizli Dünya Devleti'nin en önemli organlarından biridir ve Yuvarlak Masa teorisine göre şekillendirilmiş organizasyonların da eskilerindendir. Bu yüzden CFR üzerinde biraz ayrıntılı bir şekilde durmak gerekmektedir.

CFR, 21 Temmuz 1921'de New York'ta kuruldu. Kuruluşunda yahudi kökenli Walter Lippmann'ın önemli rolü olmuştur. Fakat bu oluşumun kurulmasıyla ilgili ilk karar daha önce de söylediğimiz üzere Birinci Dünya Savaşı sonrasında toplanan Versailles Barış Konferansı'nda alındı.

CFR, 2. Dünya Savaşı'nda çok önemli bir rol oynamıştır. Foreign Affairs adlı ünlü dergi bu örgütün yayın organıdır. Bu dergi vasıtasıyla dünya kamuoyu üzerinde bir politik yönlendirme yapmaya çalışmaktadır. Görünüşte CFR'nin çalışmalarının pek gizli olmadığı ileri sürülmektedir. Gerçekte ise diğer Gizli Dünya Devleti organları gibi son derece gizli çalışmaktadır. Ancak yönlendirme amaçlı faaliyetlerini dışa yansıtmakta ve bu yansıtma ile açıktan çalıştığı intibaı vermeye gayret etmektedir.
CFR'nin bugün finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarında en etkin konumlarda bulunan 3500 civarında üyesinin olduğu sanılmaktadır. Özellikle Amerika'daki istihbarat örgütleri üzerinde oldukça güçlüdür. FBI, CIA, DIA, DEA ve başka istihbarat şefleri bu örgütün de elemanıdır ve CFR'nin ilkelerinden dışarı çıkamazlar.

Gizli Dünya Devleti'nde önemli etkinliği olan Rockefeller ailesinin bir ferdi olan David Rockefeller, CFR'nin onursal başkanı olarak kabul edilmektedir.

ABD'nin eski başkanları Bill Clinton ve Jimmy Carter, Antony Lake, eski başkan yardımcısı ve son başkanlık seçimlerinde oğul Bush'un rakibi olan Al Gore, George Bush (baba ve oğul her ikisi de), oğul Bush'un başkan yardımcısı Dick Cheney, eski bakan Warren Christopher, Savunma bakanı Colin Powell, Les Aspin, eski CIA direktörü James Woolsey, yine CIA eski direktörü Robert Gates, ABD hava kuvvetlerinin eski sekreteri Donald Rice, ABD'nin eski Pakistan büyükelçisi Robert Oakley, 

ABD eski Dışişleri bakanı ve ayı zamanda bu ülkedeki yahudi lobisinin başını çeken Henry Kissenger, eski Savunma bakanları James Baker, Donald Ramsfeld ve Casper Weinberger, Jimmy Carter döneminin ulusal güvenlik danışmanlarından Zbigniew Brzezinski, baba George Bush döneminin ulusal güvenlik danışmanlarından general Brent Scowcroft, eski hazine bakanı Lloyd Bentsen, eski devlet bakanı George Shultz, eski ticaret bakanı Robert Mosbacher, ABD'li ünlü finansör ve para piyasalarında spekülasyonlar yaparak milyarlar kazanmasıyla tanınan, 

Soros Vakfı vasıtasıyla dünya ülkelerinin geleceği için Gizli Dünya Devleti'ne hizmet edecek yöneticiler yetiştirmeye çalışan yahudi kökenli George Soros ABD'nin CFR üyesi ünlülerinin başında gelir. 

Bu isimler ABD politikasında söz sahibi ya da geçmişte söz sahibi olmuş CFR üyesi ünlülerin sadece az bir kısmını teşkil etmektedir. CFR üyelerinin birçokları aynı zamanda Bilderberg ve/veya SBS üyesidirler.

CFR'nin Türkiye'den de üyeleri mevcuttur. 
Aydınlık gazetesinde yer alan bir yazıda Rahmi Koç'un CFR'nin Türkiye temsilcisi olduğu ve örgütün, Şubat 2001'de Koç Holding binasında Rahmi Koç'un ev sahipliğinde bir toplantı yaptığı ileri sürülmüştür.


CFR ORGANİZASYONUN KURUCUSU


CFR
Council Of Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi).'Council of Foreign Relations' (CFR), Yahudilerin dünya politikasını kendi kontrolleri altında tutmak amacıyla Yahudi Walter Lippmann önderliğinde kurulmuştur.' (Lectures Françaises, sayı 214, sf.31-34). Şu anki başkanlığını Yahudi David Rockefeller yapmaktadır. Konsey birçok ünlü politik lideri, fikir adamını ve sanayiciyi biraraya getirmektedir.


CFR kurucusu Yahudi Walter Lippmann.





.Grup düzenli seminerlerden ve haftalık toplantılardan ayrı, yemekler verip Yahudi dünyasının ünlü isimleri bir araya getirir. Bu gizli yemeklere konuk olarak katılanların başında, Küba'dan Fidel Castro, İngiltere'den Edward Heath, İsrail'den eski savunma bakanı Moshe Dayan ve Almanya'dan Sosyal Demokrat lider Yahudi Willy Brandt gelir.' Lectures Françaises, sf.86

.Bu kuruluşun bütün maddi giderleri Yahudi J.P.Morgan & Co.Cornegie Vakfı, Rockefeller ailesi ve öteki Yahudi Wall Street bankerleri tarafından karşılanır.
 Bu çevrelerin yoğun destekleriyle kurluşundan çok kısa bir süre sonra dış politikada etkili rol oynamaya başlamıştır.

.'37 daimi üyesinin 10 tanesi Yahudi, diğerleri ise yüksek dereceli Mason'dur. 
İlk başkanlığını Amerikalı senatör Yahudi Rudy Boschwitz yapmıştır.
 (They Dare to Speak Out, sf.180).
.
Wahington'daki Dışişleri Bakanlığı göstermelik bir kurumdur. Amerika'nın gerçek 'Dışişleri Bakanlığı' CFR'dir. ABD'nin 6 başkanının dışişleri danışmanlığını ve CFR başkanlığını yapan John Mcloy bu konuyu şöyle ifade etmiştir:

.'Yeni bir isme ihtiyacımız olduğunda CFR üyelerine bir göz atmamız ve New York'u aramamız yeterliydi.' (People's Almanac, sf.87)
.
CFR son 50 yılın Dışişleri Bakanlığı için eğitim ve çıkış yeri olmuştur. 
John Foster Dulles'le başlayan tüm Dışişleri Bakanları sadece biri hariç CFR üyesiydi. Bu bakanlar, 
Dean Rusk,
 Cyrus Vance, 
Edmund Muskie, 
Henry Kissenger, 
George Schultz ve Alexander Haig'tir.

Washington'daki Dışişleri Bakanlığı göstermelik bir kurumdur. Amerika'nın gerçek 'Dış İşleri Bakanlığı'; CFR'dir. ABD'nin 6 başkanının dışişleri danışmanlığını ve CFR başkanlığını yapan John Mcloy bu konuyu şöyle ifade etmiştir: '- Yeni bir isme ihtiyacımız olduğunda CFR üyelerine bir göz atmamız ve New York'u aramamız yeterliydi.' (People's Almanac, sf.87)
CFR son 50 yılın Dışişleri Bakanlığı için eğitim ve çıkış yeri olmuştur. John Foster Dulles'le başlayan tüm Dışişleri Bakanları sadece biri hariç CFR üyesiydi. Bu bakanlar, Dean Rusk, Cyrus Vance, Edmund Muskie, HENRY KİSSİNGER, George Schultz, Alexander Haig'tir.
(Kaynak: Şeytanın dini masonluk - Araştırma - shf. 156, 157)
İbrahim Sarı'nın Araştırma Kitapları

Gazeteci İbrahim Sarı Araştırma kitapları ile kendinden bahsettiren bir arkadaşımız. Sarı'nın şimdiye kadar çıkan kitapları bilmediğimiz birçok konuyuz bize aktarıyor.İşte kitapları ve açıklamaları

Masonlar; " Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. üocukları dinsiz olarak yetiştirmeliyiz. Gençler kafalarını yormamalıdır. Din kardeşliğini yok edip bunun yerine mason kardeşliğini getirmeliyiz. Dinleri yok etmekten olan gayemize bu suretle ulaşacağız." demektedirler. 

şeytanın dini masonluk ve masonlar
Tüm milletler ve dinler üzerinde hakimiyet kurma amacında olan siyonizm, çeşitli örtülü yöntemlerle hizmet etmektedir. Bu yöntemler uygulandığında, milletler içten çökertilecek ve, ne hedef alınan milletler bunu fark edebilecek ne de olayların arkasında bir Siyonistçin ismi duyulacaktır.
Yalnız kendi, gizli ritüellerinde, Yahudilikle ilişkileri anlaşılan MASONLUK; Tevrat'a sokulan muharref unsurları aynen benimseyen, gizli faaliyet gösteren kollarından biridir.
Masonlar Yahudilikle olan alakalarını gizli tutmayı lüzumlu görmektedirler; çünkü siyonizm ile ayni amacın güdüldüğünü anlatarak faaliyet göstermek yerine, yardım kuruluşlarını paravan yapıp hayırsever kişiler görünümü altında bu amaca hizmet etmek kendileri açısından daha verimli sonuçlar doğurmaktadır.
Masonluk Yahudilik ile doğrudan alakalı olduğu için mason mahfillerinde uygulanan törenler ve ritüeller, ayni zamanda mason düşünceleri tabiatıyla Tevrat'tan alınmaktadır.
Masonluk'ta şeytan tek yol gösterici olarak kabul edilir ve bu dinin, en önemli ibadeti şeytan'a kurban sunmak suretiyle kan dökmektir. Masonlar da, çağlar boyunca zulüm ve katliamlar yaparak bu ibadeti yerine getirmeye çalışmışlardır.
"Tevrat, Yehova'ya, Orduların Tanrısı sıfatını verir ve Yehova, kendi emirlerine itaat etmeleri için, insanları birbirlerine düşürür ve kurbanların kanıyla, kan kokusundan hoşlanır." (Türk Mason Dergisi, sayı78/1)
şeytana tam olarak teslim olmuş bu grup, dünyadaki siyasi ve kültürel bütün olayları, harfiyen şeytan'ın verdiği ilhamlar doğrultusunda organize ederler. Devletler arasındaki anlaşmazlıklar, ihtilaller ve sonucunda meydana gelen toplu katliamlar bu amaca yönelik faaliyetlerdir. Bu kitap masonların, masonluğun ipliğini pazara çıkarmaktadır.

İbrahim SARI
11.01.2007 şükraniye

KANLI PLAN

Son yüzyılda Türkiye?nin yok olma eşiğine gelmesinin, milyonlarca insanını kaybetmesinin ve acılar çekmesinin nedeni İsrail, ABD, Almanya ve onun emperyalist isteklerine alet olmasıdır. Hele hele dost bildiğimiz Almanya, Türkiye?nin bu vefakar davranışını kendi topraklarında birçok yıkıcı ve bölücü örgüte destek vererek göstermiştir.Türkiye Cumhuriyeti?nin tüm anayasal sistemini çökertmek isteyen veya bölmek isteyen tüm siyasi ve askeri güçler, Almanya topraklarında yeşermiş, büyümüş ve tehdit edici boyutlara erişmiştir.

Neymiş efendim, İsrail, ABD, Almanya dostmuş.Bunu söyleyene de buna inana da yazıklar olsun. Bu kafalara halkı Müslüman veya rejimi İslam olan bütün ülkeler düşman, Batılı yahut Siyonist bütün ülke ve kafalar dost? Evet, bu kafalara göre İsrail dost, ABD dost, Avrupa dost. Hatta bunlar hem dost., hem müttefik. Daha da ötesi, bunlar "stratejik ortak". İyi de Türkiye böylesine güçlü ve bu kadar çok dostu varken, ekonomik, siyasi, ticari, sanayi ve askeri olarak niye kafasına çuval geçirildi? Bunlar dost da İran mı düşman Türkiye''nin iç ve dış borcu, Türkiye''nin sanayi ve ticarette, askeri araç ve gereçlerde kendinden küçük ülkelere bağımlı hale gelmesi ve herkesten merhamet dilenir duruma düşmesi İran yahut diğer Müslüman ülkeler yüzünden mi?

Ve Türkiye''de Atatürkçülüğün ruhunu Müslüman ülke ve Müslüman aklı mı bu topraklardan sildi, şekilden ibaret hale getirdi, yoksa Batı misyonerleri ve Siyonist - Mason aklı mı? Türkiye''yi gerçekten sevenler ve gerçekten Atatürk denildiğinde gözleri nemlenenler Kubilay hadisesinde gösterdikleri hassasiyetleri niye Atatürk''ün gerçek katilleri söz konusu olduğunda esirger hale geliyorlar?

İsrail, ABD, Alman Gizli ürgütleri?nin ve yerli işbirlikçilerinin iz bırakmadan, ustaca oynadıkları oyunları konu alan bu kitap aynı zamanda hain işbirlikçileri de anlatmak istediğinin çok ötesindeki farklılıklarla anlatmaya ve sizleri düşünmeye sevketmektedir. Ve Türk Milletine çağrı yapmaktadır

Gizli servis

Son yüzyılda Türkiye?nin yok olma eşiğine gelmesinin, milyonlarca insanını kaybetmesinin ve acılar çekmesinin nedeni İsrail, ABD, Almanya ve onun emperyalist isteklerine alet olmasıdır. Hele hele dost bildiğimiz Almanya, Türkiye?nin bu vefakar davranışını kendi topraklarında birçok yıkıcı ve bölücü örgüte destek vererek göstermiştir.Türkiye Cumhuriyeti?nin tüm anayasal sistemini çökertmek isteyen veya bölmek isteyen tüm siyasi ve askeri güçler, Almanya topraklarında yeşermiş, büyümüş ve tehdit edici boyutlara erişmiştir.

Neymiş efendim, İsrail, ABD, Almanya dostmuş.Bunu söyleyene de buna inana da yazıklar olsun. Bu kafalara halkı Müslüman veya rejimi İslam olan bütün ülkeler düşman, Batılı yahut Siyonist bütün ülke ve kafalar dost? Evet, bu kafalara göre İsrail dost, ABD dost, Avrupa dost. Hatta bunlar hem dost., hem müttefik. Daha da ötesi, bunlar "stratejik ortak". İyi de Türkiye böylesine güçlü ve bu kadar çok dostu varken, ekonomik, siyasi, ticari, sanayi ve askeri olarak niye kafasına çuval geçirildi? Bunlar dost da İran mı düşman Türkiye''nin iç ve dış borcu, Türkiye''nin sanayi ve ticarette, askeri araç ve gereçlerde kendinden küçük ülkelere bağımlı hale gelmesi ve herkesten merhamet dilenir duruma düşmesi İran yahut diğer Müslüman ülkeler yüzünden mi?

Ve Türkiye''de Atatürkçülüğün ruhunu Müslüman ülke ve Müslüman aklı mı bu topraklardan sildi, şekilden ibaret hale getirdi, yoksa Batı misyonerleri ve Siyonist - Mason aklı mı? Türkiye''yi gerçekten sevenler ve gerçekten Atatürk denildiğinde gözleri nemlenenler Kubilay hadisesinde gösterdikleri hassasiyetleri niye Atatürk''ün gerçek katilleri söz konusu olduğunda esirger hale geliyorlar?

İsrail, ABD, Alman Gizli ürgütleri?nin ve yerli işbirlikçilerinin iz bırakmadan, ustaca oynadıkları oyunları konu alan bu kitap aynı zamanda hain işbirlikçileri de anlatmak istediğinin çok ötesindeki farklılıklarla anlatmaya ve sizleri düşünmeye sevketmektedir. Ve Türk Milletine çağrı yapmaktadır

Büyük tehlike
Efendim, bildiğiniz gibi, ben "dönme" kelimesini sadece Sabatay Sevi'nin takipçisi müslüman görüntülü Yahudiler için kullanmıyorum... Rum, Ermeni, Levanten olup ta, Hıristiyanlığını ve aslını gizleyip, Müslüman görünüp öz-be-öz Türk adları taşıyarak, bizleri kandıranları da kastediyorum.
Bunlardan bir tanesi de Apo adıyla bilinen PKK terör örgütünün lideri Artin Agopyan'dır.

Apo'nun aslında Ermeni olduğu eskiden beri biliniyor, dile getiriliyordu. ama nedense boyalı basın ve şıkıdım medya bu herifi Abdullah ücalan diye tanittı. ücalan soyadı üzerinde bile durulmadı... Kimlerden ve neden öç alıyordu?.. İsterseniz oradan başlayalım...

1880'lerden itibaren Türkiye'deki Ermenileri Batılı ülkeler (basta A.B.D) ve Rusya yoğun bir şekilde kışkırtmışlardır... Batılı ülkeler (bilhassa İngiltere) bu arada Kürtlere de el atmış, onları ilerde kullanabileceği yedek bir güç haline getirme çabasına girmişti. 1. Cihan Savaşı

İngiltere'nin ne kadar tedbirli olduğunu ortaya koydu. Ermeniler Rusların kozu haline geldi. Doğu Anadolu'yu işgal eden Ruslar Kars ve Erzurum'a kadar Ermeni birlikleri ile girdiler. İngiltere de Kürtler üzerindeki faaliyetini yoğunlaştırdı. Ruslar 1917'de savaştan çekilince, Ermeni kozu tekrar Batılıların eline geçti... Amerikalılar meşhur Wilson prensipleri ile Doğu'da bir Ermeni devleti, Güneydoğu'da da bir Kürt devleti yaratıp kendi sömürgeleri haline getirmeye çalışırken, Fransızlar da Güney Anadolu'ya Fransiz üniformasi giydirdikleri Ermeniler ile girdiler.

Bu Wilson denen mason , gerçekten namussuzun tekidir!.. "Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı"ndan söz ile, nüfus yoğunluğunu bahane ederek Osmanlı topraklarında Ermeni, Kürt, Rum devletler kurmayi teklif ederken, Türklerin nüfus yoğunluğuna sahip olduğu Rus ve Avrupa topraklarında onların bağımsız olmasını ağzına bile almamıştır!.. Bu şerefsizin Türkiye'de sözünü ettiği bölgelerde ne Rumlar, ne Ermeniler, ne de Kürtler çoğunluğu teşkil ediyordu!... Halbuki Batı Trakya, Bulgaristan, Kıbrıs, Musul-Kerkük, Azerbeycan, hatta o dönemde Ermenistan hep Türk diyarı idi ve Türkler çoğunlukta idi!..

İşte Batılılar böyle çifte standartlı, böyle içten pazarlıklı, böyle nalıncı keseri gibi kendine yontan soysuz bir topluluktur!.. Onların "Allah bir!" dediğine bile inanmamak gerekir!.. Aslında biz Artin Agopyan'ın soyadının neden ücalan olduğunu açıklayacaktık. Oraya gelelim...

İşte bu şekilde Batılı devletler tarafından kışkırtılmış olan Ermeniler, 1. Cihan Savaşı sırasında teb'ası olduklari Osmanlı Devleti'ne ihanet edip Ruslara yardım etmeye başlayınca, dönemin sadrazamı Talat Paşa tarafından tehcire, yani göçe tabi tutuldular... Savaşın cereyan ettiği bölgelerden alınıp savaşın olmadığı Osmanlı topraklarına gönderildiler ki, düşmanla isbirliği etmesinler!..

Bu tehcir hiç bir zaman Ermenilerin tümünü kapsamamıştır. İstanbul Ermenileri, Orta Anadolu'da yaşayanlar tehcire tabi tutulmamıştır. Sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dakiler göç ettirilmiştir. Ermeniler göç ettirilirken de, götürebilecekleri bütün eşyaları almalarına izin verildiği, aile fertlerinin bir arada tutulmasına itina edildiği gibi, gittikleri yerde yerleşmelerine de nezaret edilmiş, yolda her türlü güvenliklerinin sağlanması için yanlarına ordu birlikleri katılmıştır. Ancak bu göç sırasında hiç hesaba katılmayan bir durum hasıl olmuştur... Batılıların kışkırttığı ve birbiriyle çakışan topraklar vaadettiği Kürtler, bilhassa savaş dolayısıyle sayısı artan Kürt eşkiya, yanlarında değerli eşya taşıyan Ermeni kafilelerine yol boyunca saldırdılar, onları soyup direnenleri öldürdüler. Kafileleri korumakla görevli birlikler sayıca az olduğu için, her zaman bu soygun ve katliami önleyemedi.

Yine pek az bilinen ikinci bir husus ta, bu saldırılar sonunda yetim kalan çocuklar ile dul kalan bazı kadınları yol boyunca geçtiği yerlerde onlara acıyan ailelerin yanlarına alması, hatta evlenmesidir... Bazı Ermeni aileler de, şevkat gördükleri bölgelere kaçak olarak sığınmiş, ad değiştirerek Türk görünümüyle oraya yerleşmiş, yerli halk arasına karışıp gitmişlerdir. İşte Apo diye bilinen Artin Agopyan, böyle bir aileden gelmedir.

Ne var ki, bu saldırılar Kürtler ve Ermeniler arasında büyük bir düşmanlık yaratmış, mütarekeden sonra Batılı devletlerin orduları ile birlikte dönen Ermeniler kendilerinden gaspedildiğini öne sürerek hem yerli halkın malına mülküne el koymuş, hem de fırsat bulduğu yerlerde öç almak amacıyla Kürtlere ve Türklere inanılmaz işkenceler, katliamlar uygulamıştır. Artin Agopyan'ın ailesi, işte bu yüzden tamamlıyamadıkları katliama devam etmek için üc-alan soyadını taşır!..

Basit bir kişi, başarısız bir üniversite öğrencisi iken, 1978 yıllarında Apo'nun üç kişiyle bir örgüt kurup, dışardan bu kadar destek görmesini aklınız alıyor mu?.. Bu dil bilmez, yol-yordam bilmez taşralının, Alman parlamento heyetleriyle görüşmesini, Yunan diplomatları ve istihbarat elemanları tarafından Kenya'ya kaçırılmasını nasıl izah edebilirsiniz ki?..

Bizim mason / dönme basının Artin Agopyan'ı "Apo" diye yıllardır şişirdiği malûm... Ama Yalçın Küçük, Doğu Perinçek gibi yazarların, hatta milletvekillerinin gidip ziyaret ettiği PKK kamplarını, terör stratejisini, iki dediği birbirini tutmayan bu durgun zekalı herifin planladığını mı sanıyorsunuz?

Bütün olay, ASALA eliyle 1973'den beri yürütülen Hıristiyan Ermeni terörünün, artık dünya kamu oyunda tepki çekmeye başlaması, Batılı emperyalist devletlerin yeni bir kuklaya ihtiyaç duymasından kaynaklanmıştır... Bu öyle bir kukla olmalıydı ki, ne Hıristiyanlar, ne Batılılar göze batsın!.. Tam tersine, hem Türkiye mesgul edilsin, hem de Türklerle Kürtler birbirini kırsın!.. Ustelik Türkiye'nin Suriye, Irak, İran, Filistin, Libya gibi müslüman devlet ve topluluklar ile arası bozulsun!.. Müslümanları öldüren, kendi insanına zulmeden bir duruma düşsün!.. İşte PKK lideri Apo diye bilinen, o camlı bölmenin arkasında zavallı bir tavırla oturan Artin Agopyan'ın hikayesi!..

Bunu kim ortaya çıkardı biliyor musunuz?.. 31 mayıs 1999 günkü duruşmada söz alan bir şehit babası!.. Başbağlar katliamında oğlunu kaybeden Ahmet Beşkardeş, Artin Agopyan'a hitaben, kırmanç (Kürt) ağzı ile "ez kırmanç im" diye başlayıp "sen Kürt değilsin, Ermenisin!.. Eger Kürt isen, ben şimdi seninle Kürtçe konuşuyorum, bana Kürtçe cevap ver!.." dedi!.. Ve tabii hiç bir cevap alamadı!..

Kürtleri bağımsızlığa kavuşturacağını iddia edip, Türkten çok Kürt öldüren, sözde Kürt "gerilla" kamplarında Türkçe eğitim yaptıran Abdullah ücalan takma adlı Artin Agopyan, gerçekten Ermeni idi, ve Kürtçe bilmiyordu!.. Böylece "Apo" diye bilinen kaatilin aslında Ermeni olduğu kendi yüzüne haykırıldı, ve kayıtlara geçti!

Hemen eklemek isterim ki, bizim Kürt diye bildiğimiz vatandaşlarımız, bu terör furyasınin ortaya çıkışına kadar kendilerine "Kürt" demezlerdi!.. Hala da çoğu o kelimeyi kullanmaz... Kendini Kırmanç, Zaza, Dersimli, Tatar uşağı olarak adlandırır. Boy ve aşiret adlarını kullanır. Bu da Avşar, Karakeçili, Türkmen demekten farksızdır.

Yaa işte böyle!.. Duruşmanın en önemli iki olayından biri bu tesbit iken, bizim mason / dönme medyada gene alt sıralarda yer aldı... Bazı televizyonlar bu konuyu yansıtmak yerine, "size şimdi çok önemli bir olay göstereceğiz," diyerek Apo'nun "gözlük kullandığı" sahneleri yayınladılar!..

Baş terörist ülke A.B.D.'nin ünlü televizyonu C.N.N. ne yaptı, biliyor musunuz?.. Ne bu Kırmanç Türk köylüsünün tesbitini yayınladı, ne de Artin Agopyan'ın Batılı ülkeleri suçlayan ifadelerini!.. Kısaca "Apo yaşamasına izin verildiği takdirde ülkede barışı sağlıyacağını söyledi," dedikten sonra, - "şimdi Türkiye'ye sokulmayan Abdullah ücalan'ın avukatına bağlanıyoruz," anonsunu yaptı!.. Allah Allah!.. Apo namlı Ermeni kaatilin zaten Ermeni mi, Kürt mü olduğu belli olmayan hain nitelikli 100 tane avukatı var!.. Bunlar sırayla arz-ı endam edip, kendilerine göre bir "şov" sergiledikten ve Türk devletini suçladıktan sonra, davadan çekiliyorlar!.. üstelik bizim mason / dönme medyada uzun uzun beyanat veriyorlar, istedikleri reklamı yapıyorlar!.. "Kimmiş ki, bu yurda sokulmayan avukat?" demeye kalmadı, bir Hollandalı bayan ekranda göründü... Efendim, bu Hollandalı kadın Apo'nun avukatıymış!.. üok istemiş, gelip davayı üstlenmeyi ama, zalim Türk devleti kendisini yurda bile sokmamış!.. Savunmasi böylece kısıtlanan(!) kaatil Ermeni, eğer mahkûm edilirse, yanlış karar alınmış olacakmış!..

Gördünüz mü, büyük müttefikimiz, sadık dostumuz Amerika'nın kurduğu tezgahı?.. Bunca muhabirine rağmen, Türk kanunlarına göre, sanıkları ancak Türk barolarına kayıtlı avukatların savunabileceğini bilmiyormuş gibi yapıp, Türk Devleti'ni suçluyor!

Arkasından C.N.N. spikeri, bir Türk gazeteciye (hadi o salağın adını vermiyelim de rezil olmasın), - "Apo'nun beraat etme ihtimali var mı?" diye sormaz mı?.. Aklınca beraati de bir ihtimal olarak zihinlere yerleştirmeye çalışıyor!.. Tabii A.B.D.'nin resmi devlet politikası icabi!.. Hiç unutulmasın ki, ne Amerika'da, ne İngiltere'de, ne de Almanya'da hiç bir özel basın-yayın organı devlet politikası dışında yayın yapamaz!.

O Amerika ki, Teksas Eyaleti'nin (ki bu eyaletler federal devlete kendi rızaları ile katılmışlardır) bağımsızlığı için örgüt kuran 5 kişiden üçünü vurup öldürdü, ikisini de ömür boyu hapse mahkûm etti... Daha geçenlerde bilgisayarlara "melissa" virüsü bulaştırdı diye, eline silah almamış bir gence tam 40 yıl hüküm giydirdi!.. Kalkmış, 30.000 kişinin ölümünden sorumlu bir isyancı Ermeninin "beraat" edip etmeyeceğini soruyor!..

Mason dedik, fason dedik, "kusuruna bakılmaz," dedik, aldırmadık... Deliyle, aptalla bir tuttuk... ama bu kadari da artık fazla!.. Ermeni deyince aklımıza geldi, "buraya ekliyeyim," dedim.

şeytanın partisi, ilimciler grubu Hizbullah'ın vahşetini sansasyonel, hatta ajitasyon haline getirerek halka yansıtan mason / dönme medya iki husus, üzerinde hiç mi hiç durmadı!.. Bu iki husus üzerinde durmuyor da, olup biteni "İslami Terör" diye o yüce dinin üzerine yıkmaya kalkıyor!.. Yahu, İngiltere'de I.R.A. onca terör eylemi yaptı. hiç kimse kalkıp ta, bu "Katolik Terörü" dedi mi?.. Bırakın onu, "Milliyetçi Terör" dedi mi?.. Sırplar, onca Bosnalı, Kosovalı müslümanı öldürdü... Hiç kimse kalkıp ta "Ortodoks Terörü, Ortodoks vahşeti" dedi mi?.. İslam'ın lanetlediği tavırları uygulayanlara "müslüman" demek bile caiz değilken, nereden çıktı bu "islami terör"?... Neyse... Biz gelelim mason / dönme medyanın dile getirmediğine!..

Birincisi hem ölenlerin hem de onları inanılmaz işkencelerle öldürenlerin Kürt olması!.. üstelik hemen hepsinin "milliyet" anlayışını kınayıp, "ümmet" zihniyetiyle hareket ettiğini iddia eden "Nurcu"lardan olması!.. Oldürülenler Nurcuların "menzil " cemaatinden, öldürenler de "ilim" cemaatinden!.. ne biçim ilimse!..

Bu Hizbullah öyle bir tavır içinde ki kendinden başkasını müslüman saymıyor!.. Kendinden, yani kendi müslüman tipinden olmayınca da kafir sayıyor, "katli vacip" diye canına kıyıyor!.. Ustelik bu davranışla sevaba girdiğine inanıyor!..

Ancak böyle sadece "kendine müslüman" Hizbullah'in mali kaynağını elinde tutan, idare eden kimmiş, biliyor musunuz?.. Sulhettin ülük adında bir dönme!.. Bir Ermeni!.. Yaaa!.. İşte medyanın vurgulamadığı ikinci husus bu!.. Sen Nurcu ol, Hizbullahçı ol, müslüman geçin, sonra bir gavur Ermeni ile birlik olup diğer müslümanları öldür!.. Kürtçülük tasla, başka Kürtleri öldür!.. Tıpkı P.K.K. lideri Artin Apo gibi!..

şu Terör örgütünün elebaşlarının ve dönmelerin gelmişini geçmişini bir iyi kurcalamak gerek!.. Bakalım aralarından kaç tane Yahudi, Ermeni dönme çıkacak!..

Bu kitap kaleme almamdaki maksat bize dost görünen ancak arkamızda kuyumuzu kazan dönmelerin gerçek yüzünü pazara çıkarmaktır. 

Tevrat kuşağı
"Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır."
Avrupalı, aç olan karnını doyurmak ve Türklerin elinde bulunan iktisadi kaynaklarla stratejik noktalara hakim olabilmek gayesiyle Haçlı seferlerini başlatmışlardır.
Avrupa tarihi müthiş bir vahşet tarihidir. Hele Haçlı kaynaklar bu vahşetin akla durgunluk verecek menkıbeleriyle doludur. Mesela Fransa Enstitüsü üyelerinden Funde Brentano?nun ?Les Croisades? adındaki eserinde:
?Muhasara altına almış oldukları Antakya şehri önünde Haçlılar ?insan eti veya ufak müfreze müsademelerinde öldürdükleri Türklerin cesetlerini yediler? (Prof. A. Malet ve J. Isaac, Histoire du Moyen a.g.e. Paris s. 256.)
Görüldüğü üzere, farik vasfı ahlakı yükseltmek, rûhu tasfiye, adalet ve merhamet gibi hususlar olan bir dinin mensupları bu dini dava ederek yaptıkları Haçlı seferlerinde bizzat kendileri o dinin esaslarını ayaklar altına alarak görülmedik vahşetler sergilemişlerdi.
Bugün Haçlı seferleri yeniden başlamıştır, iş başındadır, hem de şekil değiştirerek iş başındadır. Misyonerlerce gaye vasıtayı meşru kılar. Bu bakımdan her şekle girerler ve her türlü kılık ve kıyafete bürünürler. Bazen bir doktor, bir hemşire, bazen dini uğruna dünya nimetlerini terk etmiş muhterem bir rahip, bazen idealist bir öğretmen, bazen gençlerin boş vakitlerini değerlendirmek, açık havada yapacakları sportif hareketlerle sözde sağlam bir nesil yetiştirmek için kurulmuş izci teşkilatının elemanıdır. Bazen de memlekette revaç bulan yabancı dili pek cüzi bir ücretle öğretmek için açtıkları lisan dershanelerinin başındadırlar. Velhasıl hıristiyan aleminin menfaatleri neyi gerektiriyorsa misyoner orada vazifesinin başındadır.
Haçlı seferinin en önemli ayaklarından biri yerli işbirlikçiler olarak tesmiye edebileceğimiz, müslümanların içinden çıkmış, bu topraklarda doğmuş, büyümüş ama aklını fikrini, zihnini, kalbini, ruhunu Batılılara vermiş / satmış veya batılılar tarafından kullanılan insanlardır.
İslama ve müslümanlara karşı sergilenen onca savaşlara, hilelere, cezalandırmalara, soyutlamalara ve ağır zulümlere, işkencelere rağmen! Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek, kulların ellerindeki ateş ve demirle onu bastırmak mümkün değildir. Azgın zalim diktatörler, siyonistlerin ve haçlı zihniyetinin türettiği sahte kahramanlar bu uzak hedefe ulaştıklarını hayal etseler de Allah'ın bu nurunu söndüremeyecek- lerdir.

Operasyo

Yıllardır yazarım... Gazetelerde yada sokaktan edepsizin birisi, Vatan düşmanının birisi bir laf söyler... Veya hükümetten birisi bir laf söyler... Veya paşalardan, ağalardan birisi bir laf söyler. Ben eğri sözü hiç yazmam, onun doğrusunu yazarım. Eğriyi yazıp da adamın kulağına eğriyi sokmam, şu meselede işin aslı şöyledir diye doğruyu yazarım. 

Bu kitap kaleme almamdaki neden, asıl konumuza yani bu topraklar üzerinde iç ihanete giriş yaparken zihnimizi çok yönlü kullanabilmemiz ve sorunların temelinde hangi fraksiyonel nedenlerin yattığının kanıksanması içindir.

Daha 1905'li yıllarda temeli atılan ve sonraki yıllarda belirli noktalarda toplanan Siyon liderlerinin istediği dünya oluşumu esas itibari ile gerçekleşti ve günümüzde bu zihniyet ağırlığını iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Gençlik, fuhuş ve eroin sektöründe birer meta olmaktan kurtulamadı. Bölücü, irticai faaliyetlerde yerli işbirlikçiler her dönem önemli bir yer edindi. Esasen bunlar, duygularını ve düşüncelerini Siyonizmin hizmetine sunan zayıf şahsiyetli kimselerden olmuşlardı. Hakim sınıf, yönetici kadrosu değil, yozlaştırmayı en çabuk gerçekleştiren medya sınıfı oldu. İşin çıkmaz ve acı taran tüm bunları kollayan denetleyici ajan kesim bürokrasiyi de avucuna aldı. Ve insanların düşünceleri dahil her şeylerim maddeyle satın almak mümkün oldu.

Evet, bunların yaşandığı, yaşatıldığı ülkelerden biri de Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.

İşte bu kitap, artık yeterince tanınan, sıkıştığı vakit ateistken Hıristiyan, Hıristiyan görünürken Müslüman olduğunu söyleme cüretkarlığını gösterenleri kendi ellerimizle güçlendirdiğimiz ihanetçilerin ihanetlerini anlatmakta ve belgelemektedir. Yani Siyonist felsefenin çizgisi doğrultusunda maddi çıkar karşılığı düşüncelerini, duygularını pazara çıkartan, para kazanmak uğruna dilini dinini satan, şuursuzca Yahudileşme temayülü gösteren yerli işbirlikçileri konu almakta, bu topraklar üzerinde yaşayanlara uyarılarda bulunmaktadır.

Bilderberg, CFR veya Trilateral Komisyon üyesi ve kolesi kişiler



Bilderberg,
CFR veya Trilateral 
Komisyon üyesi ve kolesi kişiler
(Kaynak: Who is Who of the Elite, Robert Gaylon Ross,1999, 
ve CFR'in SPOTLIGHT isimli gizli yayını, bilgiler 1991-1999 arası bilgileridir)
(DIŞ İLİŞKİLER KONSEYİ)

'Council of Foreign Relations' (CFR), Yahudilerin dünya politikasını kendi kontrolleri altında tutmak amacıyla Yahudi Walter Lippman önderliğinde kurulmuştur.


( Bknz: Lectures Françaises, sayı 214, sf.31-34)

CFR kurucusu yahudi Walter Lippman
'Grup düzenli seminerlerden ve haftalık toplantılardan ayrı, yemekler verip Yahudi dünyasının ünlü isimleri bir araya getirir. Bu gizli yemeklere konuk olarak katılanların başında, Küba'dan Fidel Castro, İngiltere'den Edward Heath, İsrail'den eski Savunma Bakanı Moshe Dayan ve Almanya'dan Sosyal Demokrat Lider Yahudi Will Brandt gelir.'


(Bknz: Lectures Françaises, sf. 86)
Bu kuruluşun bütün maddi giderleri Yahudi J.P.Morgan & Co, Cornegie Vakfı, Rockefeller ailesi ve öteki Yahudi Wall Street bankerleri tarafından karşılanır. Bu çevrelerin yoğun destekleriyle kurluşundan çok kısa bir süre sonra dış politikada etkili rol oynamaya başlamıştır.
'37 daimi üyesinin 10 tanesi Yahudi, diğerleri ise yüksek dereceli Mason'dur. İlk başkanlığını Amerikalı senatör Yahudi Rudy Boschwitz yapmıştır.'

(Bknz: They Dare to Speak Out, sf:180)

Moshe Dayan Edvard Heath Fidel Castro
ABD eski Yahudi Dışişleri bakanı George Schultz sinegogda konuşmada. George Shultz: - İsrail özgürlüğün büyük gücü ve ABD'nin stratejik ortağıdır.


(Atlanta Council of Jewish Federations, 19 Kasım 1983)
Washington'daki Dışişleri Bakanlığı göstermelik bir kurumdur. Amerika'nın gerçek 'Dış İşleri Bakanlığı'; CFR'dir. ABD'nin 6 başkanının dışişleri danışmanlığını ve CFR başkanlığını yapan John Mcloy bu konuyu şöyle ifade etmiştir:

'- Yeni bir isme ihtiyacımız olduğunda CFR üyelerine bir göz atmamız ve New York'u aramamız yeterliydi.' (People's Almanac, sf.87)

CFR son 50 yılın Dışişleri Bakanlığı için eğitim ve çıkış yeri olmuştur. John Foster Dulles'le başlayan tüm Dışişleri Bakanları sadece biri hariç CFR üyesiydi. Bu bakanlar, Dean Rusk, Cyrus Vance, Edmund Muskie, HENRY KİSSİNGER, George

BILDERBERG

Bilderberg Grup, dünyadaki elit tabakayı bir araya getirmek ve kontrolü tek yerden sağlayabilmek amacıyla politik bir filozof ve aynı zamanda Polonyalı Yahudi bir haham olan Joseph Retinger tarafından kurulmuştur. İsveç'teki Masters of Wisdom Locası'na bağlı 33 dereceli bir Mason olan Joseph Retinger ve Hollanda Prensi Mason Bernhard'ın katılımıyla Avrupa ve Amerika'dan toplantıya çağırılacakların listeleri yine Retinger'in başkanlığında hazırlanmıştır.
Dünyanın en güçlü finansörleri, devlet adamları ve politikacıları her yıl Bilderberg toplantılarında bir araya getirilir.


(Jacques Bardiot, Urie Main Cachee Dirige, s. 231)

1954 yılında Avrupalı ve Amerikalı Yahudi ve Masonların arasından özenle seçilen sanayici ve politikacıların Hollandâ da Hotel de Bilderberg'te yaptıkları toplantı, dünyanın önde gelen endüstri devlerini biraraya getirmesine rağmen, büyük bir gizlilik içinde yürütülmüş ve bu suretle çok az dikkat çekmiştir:

"Basın dünyasının birçok ünlü ismi de toplantılarda hazır bulunduğu halde. yapılan konuşmalar ve alınan kararlar. Masonların 'gizlilik' ilkesi doğrultusunda titizlikle saklı tutulmaktadır." (Henry Coston. 'Lectures Françaises'. Haziran 1977. No.206, sf.23)

Bilderberg toplantıları şu şekilde organize edilmektedir:

"Grup her yıl yaptığı düzenli toplantılarda, toplantı yapılan otelin bütününü tutar ve bina güvenlik güçleri tarafından yakın korumaya alınır. 3 gün süren bu toplantılara üyelerin eşleri bile çağrılmaz."


(Cumhuriyet , 26 Nisan: 1975)

Bilderberg'in en büyük özelliklerinden birisi de, örgütün toplantılarında alınan kararlar doğrultusunda çeşitli ülkelerdeki üst kademe devlet yöneticilerinin seçilmesidir.

Bunun en büyük örneği 1975 yılında henüz yıldızı parlamamış Margaret Thatcher 'ın Bilderberg toplantılarına katılımının hemen ertesinde yapılan İngiltere Genel Seçimlerinde Masonların desteğiyle başbakanlığa seçilmesi ve bu görevini 3 dönem üst üste sürdürmüş olmasıdır. MOSSAD'ın İngiltere'den İsrail'in nükleer reaktörünün yerini basına açıklayan Vanunu'yu kaçırmasına göz yumması da İsrail'le ne derece yakın bir ilişki içerisinde olduğunu göstermektedir.

...Bilderberg toplantılarına katılmasından hemen sonra başbakan seçilen Thatcher Dünya Bankası eski Başkanı Yahudi Mc Namara ile birlikte.

Sosyal Demokrat lider Yahudi Helmut Schmidt ve eski ABD Dışişleri Bakanı Yahudi Henry Kissinger de, Bilderberg toplantılarında alınan kararlar doğrultusunda, ülkelerinin yönetimlerinde önemli mevkiilere getirilmiş devlet adamlarındandır.

Grubun Yahudilerden oluşan 25 yönetici kadrosu, Yahudi dünya hakimiyetini gerçekleştirmeye yönelik emirleri hahamlardan alır. Bu emirler, dünyanın pek çok yerinde önemli kariyerlere sahip üyeler sayesinde kolaylıkla uygulamaya geçirilir.

Thatcher İsrail eski dışişleri bakanı Moşe Arens ile beraber. Thatcher görevi bıraktıktan sonra 12 Aralık 1990'da Şalom Gazetesi 'Thatcher iyi bir dosttu' ifadesini kullanmıştır.

Major'un kabinesindeki Yahudilere eklenen en son iki Yahudi Malcolm Rifkind ve Michael Howard. (Jewish Chronicle, 17 Nisan 1992) 28 Şubat 1992 Jewish Chronicle'de John Major'un karısı Yahudi olduğunu açıklıyor.

Teşkilatın gerçek merkezi Kudüs'tedir.

Burada, 70 hahamdan oluşan Sanhedrin grubunun başhahamları, örgüt hiyerarşisinin en üst noktasında bulunur. Kudüs'teki hahamların Tevrat'tan yaptıkları çıkarımlara göre hazırladıkları yüzyıllık planların uygulanmasında siyasi sorumluluk bu örgüte aittir. Alınan emirler Mason localarıyla ve öteki Yahudi teşkilatlarının
işbirliğiyle uygulanır.

Bilderberg toplantılarında, ihtilal düzenlemek, devletler kurmak veya yıkmak gibi dünya tarihini etkileyecek kararlar alınır. Alınan bu kararların tamamı Yahudi Dünya Devleti'nin kurulmasına yöneliktir.

'Bilderberg teşkilatı, bir dünya devleti kurmak için B'nai B'rith ve diğer gizli Yahudi örgütleriyle beraber çalışır.' Newa National, Ocak 1964.

Toplantıya katılan üst düzey devlet adamları, alınan kararları kendi ülkeleri aleyhine olsa da uygularlar. Amerikan eski Başkanlarından Yahudi Eisenhower'da başkanlığı döneminde, Bilderberg toplantılarında alınan kararları ülkesinin çıkarları ters düşse de, bütünüyle uygulamıştır.

 Eisenhower, Bilderberg'in üzerindeki etkisini şu şekilde açıklamaktadır:

'Bilderberg toplantıları beni oldukça aydınlattı, resmi kanalların dışında da bakış açıları edindim. ' (People's Almanac, sf.81)

Bilderberg'in dünya çapında her büyük olayda etkisi vardır. Amacı dünya ekonomisini ve siyasetini siyonizmin çıkarları doğrultusunda planlamaktır.

1953 yılında Yahudilerin büyük desteği ile Başkan seçilen Eisenhower, görevde bulunduğu süre içinde sürekli İsrail'in çıkarlarını gözetmiş ve bu ülkeye yüz milyonlarca dolarlık karşılıksız yardım yapmıştır. Eisenhower, en güçlü Siyonist teşkilatlardan biri olan B'nai B'rith'in bir toplantısında görülüyor.

'Bilderberg Cezayir ve diğer petrol zengini ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmasında etkili olmuştur. İlk Cezayir ayaklanması Bilderberg grubunun ilk toplantısından 6 ay sonra başlamıştır.' (A.g.e. sf.81)

Pek çok zengin ülke, Mason liderler önderliğinde başlatılan sözde bağımsızlık hareketleri ile sömürgelikten kurtarılmış gibi gösterilmiştir. Daha sonra başa geçirilen Mason devlet başkanları aracılığıyla, bu ülkelerin servetlerinin sömürülmesi daha da artmıştır.

'Siyonizmin en büyük amacı olan Yahudi egemenliğinde birleşmiş bir dünyanın ilk basamağı Ortak Pazarı ortaya çıkaran Roma Antlaşması da Bilderberg toplantılarında kararlaştırıldı.' (A.g.e. sf.81)

Bilderberg'in en önemli faaliyeti 'Trilateral Komisyon'u kurmasıdır. Hatta bu 'Bilderberg'in Çocuğu' olarak da bilinir. Amerikan finansör ünlü Yahudi Rockefeller, Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya'yı kapsayan özel kişilerden oluşan bir etkili bir ekonomik grubun kurulması konusunu ilk olarak Bilderberg toplantısında ortaya attı.

Dean Rusk
Grup en ünlü ve güçlü isimleri üye olarak seçmektedir. Fransa eski Başkanı Mason Valery Giscard d'Estaing, Amerikan'nın eski başkanı yahudi Gerald Ford toplantıların daimi üyesiydi. Yahudi çıkarlarına ters düştüğü için suikastla öldürülen Başkan Kennedy'nin yönetim kadrosu da Bilderberglilerle doluydu: Dışişleri Bakanı Dean Rusk, Devlet Bakanı George Ball ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Mc George Bundy Bilderberg üyesi

TRİLATERAL KOMİSYONU : Bu komisyonun kuruluşundan beri, 1973, amacının, komplo teoristlerine göre, bütün dünyayı denetim altına almak olduğudur. Amerika, Kanada Japonya ve başka “ileri” ülkelerin diplomat ve iş adamlarının üye olduğu bu komisyon, internet sitesinde amaçlarının dünyaya istikrar ve barış getirmek olduğunu savunr. Yetmişli yıllarda Rockefeller ailesinden birkaç kişinin bu komisyona üye olması, dünyanın bir “Rockefeller A.Ş.” olacağının belirtisi olarak değerlendirilmişti. Rockefeller, iş dünyasında önemini kaybedince bu A.Ş. düşüncesi bir ara unutulmuş, fakat nerdeyse bütün dünya ekonomisi belirli birkaç düzüne şirketin eline geçince, teorem tekrar canlanmaya başlamıştır. Bu şirketlerden birinin, WalMart’ın yıllık cürosu, Türkiye’nin yıllık milli gelirinden daha fazladır. Belki de bundan 40-50 yıl sonra, bütün dünya 30-40 şirketin “özel çiftliği” olduğunda bu da “komploluktan” kurtulacak bir teorem olacaktır.

Dünyanın en güçlü ülkesi olduğundan, komplo teorilerin çoğu Amerika ile ilgilidir. O kadar ki, dünyada olan biten herşeyde, doğa afetlerinde bile, Amerika’yı suçluyan komplo teorileri üretilir. Bunun en son örneği, 26 Aralık tsunamisine Amerikalıların neden olduğu teoremidir.

Esasında Amerika’ya dönük teorilerin bazılarını Amerikalıların kendileri yaratmıştır. Yüzyıldan fazla, Lincoln’un suikastına bir “Güney” komplosu olarak bakıldıktan sonra, nihayet bunun doğru olmadığı kabullenmiştir. Kennedy’nin suikastı hala birçok komplo teorileriyle anlatılmaktadır.

Viyetnam savaşı sırasında, savaşla ilgili birçok teorem öne sürülmüştür. Bunların en ilginci “kauçuk ağaçlarıdır.” Evet, be teoreme göre Amerika dünya lastik piyasasını ele geçirmek için savaşa girmiştir! Doğal olarak Irak savaşıyla da ilgili birçok teorem vardır. Petrol, İsrail ve Amerika’nın emperyalist niyetleri bunların en popüleridir. İslam dünyasında, Amerika’dan sonra, İsrail komplo teorilerinde baş rolü oynar. Bütün ülkelerde, o ülkelere dönük komplo teorileri vardır. Türkiye’de örneğin, başımıza gelen herşeyi “dış ülkelerin parmakları vardır” komplo teoremiyle açıklarız. Bize göre Yunanlıların Batı Anadolu’da gözleri vardır, onlara göre bizim niyetimiz eski Osmanlı topraklarını geri almaktır.

Avrupanın ileri ülkeleri bile, komplo teorileri yüzünden milyonlarca insanın ölümüne neden olan iki dünya savaşı başlatmış ve Orta Doğuyu cehenneme çeviren işler yapmıştır. Komplo sözcüğü, kökeni Latince olan “conspiracy” den gelir. Conspiracy ise fesat amaçlı gizli anlaşma anlamındadır. Genelde bir komplo teoreminin mantık veya veya mantıksızlığı ancak zamanla belli olmasına rağmen, bazı komplo teorileri, yukarda verilen ilk örnek gibi, baştan saçmadır. Dolayısıyla bizim yapacağımız en iyi şey mantığmız kullanarak komplo teorilerinin bizi kıskaca almamasına özen göstermektir. İlginçtir, Amerika’nın Irak’a “ucuz petrol” için girdiklerini savunanlar, şimdi de savaştan bu yana çok artan benzin fiyatlarını, petrol şirketlerine yarasın diye, yine Amerika’nın savaş planları arasında olduğunu söylerler. Bu iki düşünce arasında çelişki görüyor musunuz?

İnsanlar oldukça, Komplo teorileri olacaktır. Dolayısyla komplo toremleri iyidir veya kötüdür diye bir değerlendirme yapmak yanlıştır. En iyisi her teoreme teker teker bakıp, birer birer değerlendirmektir

İnsanlık Düşmanı Siyonizm

İnsanlık Düşmanı Siyonizm

Mayıs 2002, Ribat dergisi

İnsanlık Düşmanı Siyonizm

Geçtiğimiz ay dünyada en çok konuşulan konu siyonistlerin Filistin topraklarında sergiledikleri vahşet oldu. Ne yazık ki insanlık da bu vahşet karşısında iyi bir imtihan veremedi. Dünyaya hükmetme iddiasındaki ABD, bütün insani değerleri ayaklar altına alarak bu vahşete açıkça destek verdiği gibi yardımcı da oldu. ABD dışındaki ülkeler ise yer yer vahşete karşı tepkilerini dile getirdilerse de vahşetin önüne geçmek için aktif olarak ele avuca gelir bir şey yapmadılar. Zaten siyonist saldırganların bu derece cüretkar davranmalarının sebebi de işte bu aymazlık ve etkisizlikti. Duyarlı kitleler vahşete karşı muhtelif şekillerde tepkilerini dile getirdiler. Ancak onların tepkilerinin işgalci saldırganlar üzerinde bir yaptırım gücü yoktu. Dolayısıyla bu tepkiler vahşeti önlemeye yetmedi. Fakat bu durum tepkisiz kalınmasını haklı kılacak bir gerekçe değildir. İnsani değerlere saygılı olanların vahşet karşısında başka hiçbir şey yapamasalar bile tepkilerini dile getirmeleri gerekir. Bu, vahşeti önleme açısından bir etki gösteremese de tepkisiz kalınmasından iyidir. Biz bu hususlara vurgu yaptıktan sonra siyonist saldırganların 29 Mart 2002 tarihinde başlayan vahşi saldırıları hakkında genel bilgiler vermek ve bazı değerlendirmeler yapmak istiyoruz.

29 Mart Saldırısı Bir Başlangıç Değildir

Aslında siyonist saldırganların Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği vahşi saldırıların geçmişinin unutturulması ve 29 Mart saldırısının bir başlangıç gibi gösterilmesi hatalıdır. Çünkü böyle yapılması durumunda işgalcilerin bu saldırıya gerekçe olarak gösterdikleri Netanya eylemi de adeta hadiselerin kıvılcımını çakan bir eylem gibi lanse edilmektedir. Oysa işgalciler söz konusu tarihten önce de birçok saldırı gerçekleştirmişlerdi. Netanya eylemi de işte bu saldırılara karşı gerçekleştirilen bir intikam eylemi niteliği taşıyordu. Çünkü işgalci saldırganlar bu eylemden önce gerçekleştirdikleri vahşi saldırılarda yaklaşık bir hafta içinde 200 kadar Filistinliyi şehit etmişlerdi. Ama ne yazık ki uluslararası siyonizmin güdümündeki Batı medyası Filistinlilerin maruz kaldıkları saldırıları büyük ölçüde görmezlikten gelirken, bu saldırılara cevap amacıyla gerçekleştirilen eylemleri hemen görmekte ve etrafında kıyametler koparmaktadır. İşte ABD ve Batı medyasının, Netanya eylemi öncesinde gerçekleştirilen vahşi saldırıların üzerine kalem çekerek bu eylemi öne çıkarması işgalcilerin onu gerekçe olarak kullanmalarını  kolaylaştırmıştır.

Saldırı Planı Önceden Hazırlanmıştı

Görünüşte işgalci saldırganlar bu eylemi gerekçe olarak kullanmış olsalar da aslında saldırı planı önceden hazırlanmıştı. Nitekim ABD'nin siyonistlerle göbek bağı içindeki gazetelerinden The Washington Post, söz konusu eylemden önce yayınladığı bir haberde bunu duyurmuş ve ABD Ortadoğu özel temsilcisi Athony Zinni'nin gözetiminde yürütülen görüşmelerden bir sonuç çıkmaması durumunda İsrail'in geniş çaplı bir saldırıya hazırlandığını bildirmişti. Ayrıca İngiltere'nin Time dergisi de saldırı kararının ABD başkan yardımcısı Dick Cheney'nin İsrail ziyareti esnasında Cheney ile Şaron tarafından birlikte verildiğini duyurdu ki bu ziyaret söz konusu eylemden önce gerçekleştirilmişti. Kısacası işgalci devlet açısından Zinni'nin gözetiminde özerk yönetime dayatılan şartların kabul edilmemesi bile saldırı için bir gerekçe olarak kullanılacaktı.

Vahşetin Boyutları

Siyonist saldırganların sergilediği vahşetin iyi anlaşılabilmesi için canavarın önüne atılan bir kişinin durumunun zihinlerde tasavvur edilmesi yeterlidir. Bu durumdaki bir insan ya kendi kendini savunarak kurtulmanın yollarını bulmak ya da dışarıdan imdat istemek zorundadır. Karşısındaki canavarın ona insaf etmesi beklenemez. İşte insan kasabı olarak tanınan Ariel Şaron'un vahşi canavarlarının saldırılarına maruz kalan Filistinliler de böyle bir durumla karşı karşıya gelmişlerdir. Bazı yerlerde kendilerini savunmak için ellerindeki imkanları kullandılar. Bu savunma canavarın bir süre kendilerine yaklaşmasını önleyebildi. Ama bu arada canavar sürekli kendilerine yaklaştığı için dışarıdan da imdat istiyorlardı. Ama ne yazık ki imdat çağrıları yankı bulmadığından büyük katliamlara ve vahşi saldırılara maruz kaldılar. İşte Cenin'de yaşanan vahşi katliam bu gerçeğin bir ispatıdır ve Cenin'le ilgili olarak ekranlara yansıyan görüntüler siyonizm vahşetinin boyutlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Bu açıdan bir örnek olması için Cenin'de yaşananlar hakkında biraz bilgi vermek istiyoruz. Çünkü medya organları Cenin'de ortaya çıkan vahşet manzaralarını ekranlara taşısalar da burada yaşananların arka planı hakkında fikir edinilmesine imkan sağlayacak bilgi vermiyorlar.

Cenin'de Yazılan Destan ve Siyonizmin Vahşi Yüzü

Cenin, Filistin'in Batı Yaka bölgesinin sekiz vilayetinden biridir. Ancak burada şehrin civarında aynı zamanda mülteci kampları bulunmaktadır. Bu kamplarda köyleri 1948'de işgal edildiğinden ve kendileri de göçe zorlandıklarından oraya sığınmak zorunda kalan mülteciler ikamet ediyorlar. Son vahşi saldırıda işgalcilerin birinci derecede hedef seçtikleri yerler de işte bu mülteci kamplarıydı. Bu kamplar yaklaşık bir km2'lik alana sığdırılmış yerleşim alanlarından ibaretti ve içinde 10 bin kadar mülteci ikamet ediyordu. İşgalciler bu kampları her taraftan kuşatmaya aldılar, fakat içindeki direnişçilerin işgalcilere karşı kendilerini savunmaları ve ellerindeki silahlarla direnmeleri sebebiyle saldırganlar kamplara giremediler. İşte bu direniş tam altı gün sürdü ve bu süre içinde işgalciler kamp çevresinde büyük kayıplar verdiler. İşgalcilerin resmi açıklamalarına göre 24 askerleri öldürüldü, 130 askerleri de yaralandı. Gerçekte ise işgal güçlerinden ölü ve yaralı sayısının çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Buradaki çatışmalarda ölenlerden biri de albay rütbesi taşıyordu. Ayrıca iki helikopterleri düşürüldü ve 16 tankları imha edildi. Dediğimiz gibi altı gün süreyle kamplara giremediler. Oysa 1967 Haziran Savaşı'nda altı günlük süre işgalci siyonistler için üç büyük (?) Arap devletinin ordularını dağıtıp Gazze, Sina, Doğu Kudüs, Batı Yaka ve Golan tepelerini işgal etmeye yetmişti. Cenin'deki altı günlük çatışmada aynı zamanda işgalciler 1967 Haziran savaşında verdiklerinden daha çok kayıp verdiler. Ama direnişçiler her taraftan kuşatma altına alınmışlardı ve gerek mermi gerekse yiyecek takviyesi alamıyorlardı. Bu yüzden ellerindeki mermileri bitince artık silahları işe yaramaz oldu. Dolayısıyla silahlarını bırakmak zorunda kaldılar. İşgalciler de ancak ondan sonra kamplara girebildiler. Kampa girdikten sonra da yukarıda canavar örneğinde tasvir ettiğimiz gibi tam anlamıyla bir katliam gerçekleştirdi, her tarafa dehşet saçtılar. Cenin'le ilgili haberlerde bu katliamın çatışmalar esnasında gerçekleştirildiği intibaı verilmektedir. Oysa gerçekte katliam asıl işgalcilerin kamplara girmesinden sonra, savunmasız ve silahsız kalan insanların kafalarına kurşunlar sıkılması suretiyle gerçekleştirilmiştir. Çatışmalar esnasında ise işgalcilerin verdiği kayıp Filistinlilerin verdiği kayıpla başa baş gidiyordu.

Şimdi de Şantaj Politikası

ABD emperyalizmi siyonist saldırganlara, sergiledikleri vahşette ve gerçekleştirdikleri katliamda sürekli yardım ettiği gibi bu katliamın sonuçlarını alabilmeleri için de onlara yardım etmektedir. Bu amaçla ABD, Dışişleri bakanı Colin Powell'i Cenin katliamının hemen ardından bölgeye gönderdi. Powell'in Şaron'a Cenin'deki katliamını tamamlayabilmesi için fırsat vermek amacıyla ziyaretine Fas'tan başlaması düşündürücüydü. Sonra da her şeyin siyonist saldırganlar lehine sonuçlanması için kendi gücünü de kullanarak şantaj politikasına başvurmaya başladı. Bu politikanın etkili olabilmesi için de işgalcilerin çatışmalardaki kayıpları sürekli gizlendi. Bu saldırıların işgal devleti açısından nelere mal olduğu hakkında kamuoyuna fazla bir bilgi verilmedi. Hatta yapılacak girişimlerden herhangi bir sonuç çıkmaması durumunda savaşın Filistin toprakları dışına da taşabileceği yolunda tehditlerde bulunuldu.

Filistin Direnişi Son Bulmayacaktır

ABD'nin sürekli İsrail'i himaye eden politikasından ve girişimlerinden neler çıkacağı konusunda şimdilik kesin bir tahminde bulunma imkanımız yok. Ancak biz şunu kesin olarak söylemek istiyoruz ki şartlar ne kadar zor olsa da Filistin'deki direniş ve mücadele son bulmayacaktır. Bu açıdan işgalcilerin Filistin topraklarında arzuladıkları güven ve istikrara kavuşmaları mümkün olmayacaktır. Filistin meselesinin tek çözümü o topraklardaki siyonist işgalin tamamen sona ermesidir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...