15 Kasım 2017

Kuran'da Mubhem Ayetler Mubhematul Kuran


TÜRK DÜNYASI EL KİTABI



Ahmet Şerif İzgören - Moks Başarıya Giden Yol


Gene D. Matlock Ey Dünya İnsanları HEPİNİZ TÜRKSÜNÜZ Kayıp Bir Uygarlığın Sırları Dünyayı Nasıl Değiştirebilir


Ey Dünya İnsanları 
HEPİNİZ TÜRKSÜNÜZ 
Kayıp Bir Uygarlığın Sırları 
Dünyayı Nasıl Değiştirebilir
Gene D. Matlock

ÜÇ İSA AYTUNÇ ALTINDAL


ÜÇ İSA AYTUNÇ ALTINDAL

DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER

Cin Suresinin Havası

cin süresi havası ile ilgili görsel sonucu

Cin Suresinin Havası

Bu mübarek sûre, "El-Araf" sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur Yirmisekiz ayet, ikiyüz seksenbeş kelime ve yediyüzellidokuz harften ibarettir.Fasılası "elif"tir. 
Cinlerin Kur'an-ı Kerim'i dinlemiş, ona îman etmiş olduklarını bildirdiği için kendisine böyle "Cin sûresi" adı verilmiştir. Diğer bir adı ise “kul uhiye” dir. Bu cinlerin adetleri ve isimleri hakkında bir çok rivayetler vardır. Mevzu uzayacağından bu rivayetlere girmiyoruz.
Nûh sûresi, istiğfarın ehemmiyetini, semâlara ait âyetleri ve inkarcıların suda boğulmak sureti ile cezaya uğramış olduklarını bildirdiği gibi bu cin sûresi de doğruluğun mükâfatını, semâya dair âyet ve Cenab-ı Hak'ka ve O'nun Resulüne isyan edenlerin ateş azabına uğrayacaklarını beyan ettiği için aralarında mühim bir irtibat vardır.
Bu sûresinin başlıca içeriği şunlardır:
1. Kur'an-ı Kerim'i dinlemiş olan Cinlerin dinî hakikatlere dair sözlerini nakletmek.
2. Cinlerin göklere yükselerek bir takım haberleri öğrenmelerine meydan verilmeyip alev hüzmeleriyle men edilip kovulduklarına ve Cinlerin mü'mîn ve kâfir kısımlarına ayrıldıklarına işaret etmek.
3. Resûl-i Ekrem'in vazifesini, selâhiyet alanını ve Cenab-ı Hak bildirmedikçe gayba ait şeyleri ve kıyametin kopma vaktini bilmediğini beyan etmek.
4. Allâh-ü Teâlâ'ya ve Yüce Peygamberine âsî olanların cehennem azabına uğrayacağını ve yardımlarından mahrum bulunacaklarını ihtar etmek. 

İbn Abbas (r.a)'a göre, Hz. Peygamber (s.a.s) cinleri görmemiştir. İbn Abbas (r.a) şöyle der: "Cinler, Hz. İsa (a.s) ile, Hz. Muhammed (a.s) arasındaki fetret döneminde (peygambersiz dönemde), göğe yöneliyor ve göğün haberlerini (meleklerin muhaberelerini) dinliyor, bu haberleri kâhinlere ulaştırıyorlardı. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s)'i peygamber olarak gönderince, gök korunmaya alındı. Böylece de şeytanlar (cinler) ile gök haberleri arasına engel konuldu. Şihablar (alevler), onların üzerine atıldı. Bunlar da İblise gidip, bu durumu haber verdiler. Bunun üzerine İblis, "Bunun mutlaka bir sebebi vardır, olmalı. Dolayısıyla sizler, yeryüzünün doğusunu-batısını (her yerini) karış karış gezip, bu sebebi bulmaya çalışın" dedi.
Bunun üzerine o araştırıcılardan bir gurup, Tihâme'ye geldiler ve Ukaz panayırında Hz. Peygamber (s.a.s)'i, ashabına sabah namazını kıldırırken buldular. Okuduğu Kur'ân'ı duyunca dinlemeye başladılar ve "İşte, vallahi, sizinle göğün haberleri arasına girip, sizi engellemeye sebep olan şey budur" dediler. Oradan kavimlerine dönerek, "Ey kavmimiz, gerçekten hayranlık veren bir Kur'ân dinledik" dediler. Allah Teâlâ da Hz. Peygamber (s.a.s)'e, bu gaybî durumu haber verdi ve "De ki: Bana şu hakikatler vahyolundu..." buyurdu." İbn Abbas (r.a) sözüne devamla şöyle der: "İşte bunda, Hz. Peygamber (s.a.s)'in cinleri görmediğine dair delil var. Çünkü eğer o (a.s), onlan görmüş olsaydı, bu hadisenin öğrenilmesini vahye nisbet etmezdi. Zira varlığı bizzat müşahede edilerek bilinen şeyin isbatt, vahye dayandırılamaz
İbn Mes'ud (r.a)'a göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'e, Kur'ân okuması ve onları İslâm'a davet etmesi için, cinlere gitmesi emrolunmuştu. Nitekim İbn Mes'ûd (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)'in "Cinlere Kur'ân okumakla emrolundum. Kim benimle beraber gelmek isterse gelsin" dediğini, bunun üzerine, ashabın ses çıkartmadığını; daha sonra, Hz. Peygamber (s.a.s)'in bunu ikinci kez söylediğini; fakat ashabın yine sustuğunu; sonra üçüncü kez söylediğinde, kendisinin, "Ey Allah'ın Resulü, seninle beraber ben gelirim" dediğini; bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "O halde, haydi" dediğini; böylece İbn Ebî Dübb mahallesindeki Hacun dağına geldiklerini; orada Hz. Peygamber (s.a.s)'in kendisinin önü sıra bir çizgi çekip, "Sakın bundan ileri geçme" deyip, Hacûn dağına doğru çekip gittiğini; derken o cinlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına, tıpkı küçük deve yavruları gibi süratlice koştuklarını; adeta bedenleri büyük, basları küçük erkekler olduklarını; aynen kadınlar gibi def çaldıklarını; bu şekilde Hz. Peygamber (s.a.s)'in etrafını sardıklarını; dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s)'i göremez olduğunu; görmek için ayağa kalkınca da, Hz. Peygamber (s.a.s)'in ona eliyle "otur" diye işaret ettiğini; sonra da gittikçe yükselen bir sesle Kur'ân okuduğunu; o cinlerin de yere adeta yapıştıklarını; kendisinin onların seslerini duyup, kendilerini görmediklerini anlatmıştır.
Bir başka rivayette de, o cinler, Hz. Peygamber (s.a.s)'e, "sen nesin?" demişler de, Hz. Peygamber (s.a.s), "Ben Allah'ın nebîsiyim" deyince, "Bu konuda şahidin kim?" dediklerinde, Hz. Peygamber (s.a.s) "şu ağaç" demiş ve "Ey ağaç gel" emrini verince, ağacın dalı budağı ile çok aşın bir ses çıkararak gelip, Hz. Peygamber (s.a.s)'in huzurunda durmuş. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.s), ona, "Bana ne diye şahadet edersin?" deyince, ağaç, "Ben senin Allah'ın resulü olduğuna şehadet ederim" demiş, Hz. Peygamber (s.a.s) de, "Artık yerine git" demiş. Ağaç, geldiği gibi gidip eski halini almış.
İbn Mes'ûd (r.a) şöyle devam eder: "Hz. Peygamber (s.a.s) yanıma gelince, "Yanıma gelmek istemiştim" dedi. Ben de, "Evet, ey Allah'ın Resulü" dedim. Bu senin için uygun olmazdı. Onlar cinlerdi, Kur'ân dinlemeye gelmişlerdi. Sonra da kavimlerine inzarcılar (davetciler) olarak dönüp gittiler. Benden yiyecek belirlememi istediler. Ben de yiyecek olarak onlara, kemikleri belirledim. Binâenaleyh artık hiç kimse, kemiklerle temizlenmeye (taharet yapmaya) kalkışmasın. 
Bu iki farklı gibi gözüken rivayetler hakkında alimler demişlerdir ki: 1) Belki de İbn Abbas (r.a)'ın bahsettiği, meselenin başlangıcından, bu konuda ilk hadisedir. Böylece Allah Teâlâ ona bu sûreyi vahyetmiş; daha sonra da İbn Mes'ûd (r.a)'un rivayet ettiği gibi, gidip cinlere Kur'ân okumasını emretmiştir.
2) Cinlerle karşılaşma hadisesinin tek bir defa olduğu kabul edilse bile, Hz. Peygamber (s.a.s), onlara gitmek ve Kur'ân okumakla emrolunmuştur. Fakat o, ne diyeceğini ve ne yapacağını bilmemektedir. Bunun üzerine Hak Teâlâ, ne diyeceğini ve ne yapacağını vahyetmiştir. Bütün bunlar ihtimal dahilinde İken, bu rivayetleri yalanlamak imkansızdır (Tefsiri Kebir Fahrettin razi)


Übeyy bin Kaabın rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Kim Cinn Sûresini okursa, Allah ona, bütün insanların, cinlerin ve şeytânların sayısınca sevab ihsan eder.(Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l Kur’an)

Surenin bazı Özellikleri

1-Cin suresi Göz, sara, sıtma ve evham için 7 kere okunur

2-Bu sure bir yerde okunursa orada bulunan cinlerin kaçmasına sebep olur.

3-Bu sure bir zalime veya zorbaya karşı okunursa zararlarından korunmuş olur.

4-Bir mal veya meta üzerine okunursa her türlü afetten muhafaza olunur. Ayrıca saklanacak bir şeye de okunsa kimse bulamaz. 

5-Hapse düşen biri bu sureyi okumaya devam ederse en kısa zamanda kurtulur.

6-Esir düşen biri okumaya devam ederse sağ salim kurtulup ailesine döner.

7-Suya fatiha, ayetel kürsi, cin suresinden beş ayet okuyup sonra sara nöbeti esnasında saralının yüzüne serpilse şifadır.

8-Ümmi Sübyan için Lev enzelnayı (Haşr suresi)sonuna kadar, cin suresi şedada’ya (1-4 ayetler) kadar yazılıp nushası taşısa şifa bulur

9-Cinni ve saralı olanlara Ayetelkürsi Cin suresi 1-15 Saffat 1-10 İbrahim 97,98-116 Felak Nas sureleri 7 gün okunsa şifadır.

10-Gayb bilgisini artırmak için bu surenin 26-28 ayetlerini müstakil olarak veya diğer gaybi ayetlerle beraber devamlı okunması kişinin gaybi bilgisini artırır.

11-Define olduğu şüphe edilen yerde Allah rızası için iki rekat namaz kılıp Fatihalardan sonra 24 adet İhlas suresi okuyup namaz bitince 7 Cin suresi okunup yatılsa definenin olduğu yer rüyada gösterilir. Bunu define olduğu şüphe edilen yerde yapmak lazımdır eğer yapılamazsa o zaman şüphe edilen yerden biraz toprak alıp mendile sarıp evinde bu istihareyi yapıp topraklı mendili başının altına koyarsa yine maksat hasıl olur.

12-Sara ve cin rahatsızlığında hastanın başından topuğuna kadar beyaz bir ip ölçülür ve o ipe bu sure 41 defa okunur ve ilk yedi okumada ipe yedi düğüm atılır o ipi hasta boynunda taşırsa Allahın izniyle bir daha rahatsız olmaz.

13-Yine cinni rahatsızlıklarda hastanın kriz anında bu sureyi okumaya başlayıp hastanın baktığı taraflara doğru üfleyerek okumayı bitirirseniz biiznillah şifa bulur. Cinni rahatsızlıkların bazılarında hasta okuma yapılmaya başlandığında sağa sola belli yerlere doğru bakmaya başlar onun baktığı cihete üfleyin her cihet değiştikçe sizde okuma peşinden o cihete okursunuz cinler orayı terk etmek zorunda kalırlar bu cinni rahatsızlık için okunan her ayet için geçerlidir önemli olan hastanın vereceği tepkidir eğer anlattığım gibi bir tepki verirse bu şekilde okumalar yapılır.

14-Bu surenin de hadimi Ebu Yusufla ki Efendimizi (s.a.v) görüp iman eden cinlerden biridir irtibat için riyazeti vardır. Ama bu bilgiyi sakıncalarından dolayı paylaşmıyoruz. Bu arada bazı havas eserlerinde riyazeti bu surenin eksik verilmiştir.

15-Bu sureyle yapılan celp ve muhabbet uygulamaları da vardır ama uygun görmediğimizden yazmıyoruz.

16- Bu surenin 8-10 ayeti fal, mendel vs. bakım yapanların yanında felak ve nas ile okunsa kişi bakımını yapamaz.

17- Bu surenin maişet sıkıntılarında da faydası vardır hadimi ile irtibata geçilmiş olsa bütün maddi ihtiyacını temin ederler. Bununla alakalı rivayetler mevcuttur.

HAVAS İLMİ NEDİR ?


HAVAS İLMİ NEDİR ? 

 Havas ilmi konusunda en geniş bilgiyi Taşköprizâde Ahmet Efendi vermektedir. O İlm-i Havassın, Esmâ-i Hüsnâyı ve kutsal kitapları okuyarak kazanılan hassalardan bahseden bir ilim olduğunu, bundan yararlanabilmek için her şeyden önce insanın kendini tamamen Allah’a verip dünyevî zevklerden uzaklaşması ve yalnız evrâd ile ilgilenmesi gerektiğini söyler. Böylesine sıkı bir riyâzat yapan kimsenin nesnelerin gizli özelliklerini öğrenebileceğine ve onları kullanabileceğine inanır. Yine ona göre ilimleri elde etmede etkili olan ya nefsin gücü (sihir) ya feleklerin yardımı (da’vet-i kevâkib) veya semâvî kuvvetlerle yeryüzü kuvvetlerinin mezcedilmesi (tılsım) yahut da nesnelerin gizli özelliklerinden istifadedir. Nesnelerin gizli özelliklerinden faydalanılarak kazanılan gizli ilimlerin gerçekleştirilmesi beş şekilde olur:

  1. İlm-i havass : (okumak - öğrenmek suretiyle),
  2. Nîrancât : ( yazmak – kağıda dökmek suretiyle),
  3. Rukye : ( Fiil şeklinde),
  4.  Azâim : (Bedensiz ruhlardan istifade etmek suretiyle),
  5. İlmü’l istihzâr : ( Bedenleşmiş ruhların yardımı suretiyle).
Bu sahada söz sahibi kişilerden biride Kâtip Çelebi’dir. Kâtip Çelebi Havass İlmine konu olan varlıkları şöyle sınıflandırmaktadır:
  1. Hurufi ilmine ait kaidelerin içinde yer alan isimlerin ve bu isimleri meydana getiren harflerin havassı.
  2. Efsunlarda kullanılan dua ve ayetlerin havassı.
  3. Burçların ve yıldızların havassı.
  4. İklimlerin ve şehirlerin havassı.
  5. Kara ve denizlerin havassıHalk arasında yaygın şöhrete sahip eserlerde daha çok harflerin, kelimelerin, isimlerin, duaların ve feleklerin kendine özgü hassalarının bulunduğu, bu hassaları bilen kişilerin söz konusu bilgiyi kullanmak suretiyle duyular ötesinden haberler verebildikleri ve nesnelere hükmettikleri ileri sürülmüş, böylece havas ilmi tek boyutlu hale getirilmiştir. Bu haliyle havas ilminin amacı eşyanın hakikatini araştırmakta olmaktan çıkıp hasmın yenilmesi, gizli hazinelerin bulunması, insanlar arasında sevgi ve nefret duygularının geliştirilmesi, şifa dağıtılması gibi hususlara dönüşmüştür.
    Bu anlayış zaman zaman savaşa iştirak eden padişah ve kumandanları, korunmak amacıyla üzerine bazı ayet ve vefkler yazılı gömlekler (tılsımlı gömlek) giymeye, üzerinde çeşitli yazı ve şekiller bulunan madalyon, yüzük ve metal muskalar taşımaya sevk etmiştir.
    Havas İlmi (İlm-i Havass)
    Resim : Cem Sultan için hazırlanmış tılsımlı bir gömlek
    Taşköprizade, Eflatun’un rakamları birbirlerini sevenler ve sevmeyenler şeklinde ikiye ayırdığını, birinci gruptakileri bir kağıda yazıp daha önce içine hiç su konulmamış bir kaba koyduktan sonra bu sudan iki kişiye içirilirse aralarında sevgi, aynı işlem ikinci gruptaki rakamlarla yapılırsa nefret ve düşmanlık hasıl olacağını söylediğini nakletmektedir.
    Yine bu alanda Cabir b. Hayyân yazdığı eserlerinde havas ilmi kapsamına giren konular üzerinde durmuştur. Bunların yetmiş bir makaleden meydana gelen birincisinde nesnelerin özellikleri, ikincisinde tılsımların mahiyeti, çeşitleri ve hangi amaçlarla yapıldıkları, üçüncüsünde muhabbet işlemleri ve astroloji konuları, dört ve beşincisinde ise simyanın temel meseleleri ele alınmaktadır.
    Havassa dair halk arasında en tanınmış eser; Ahmed b. Ali el Bûnî’nin “Şemsü’l-maârifi’l kübrâ” sıdır. Dört bölümden oluşan kitapta harflerin çeşitleri ve sırları, yıldız ve burçların tâli ve menzilleri, besmele, esma-i hüsnâ, ism-i a’zam, sûre ve duaların havassı, faydalı vefk ve tılsımlarla cefr ve kutsal taşların havassına yer verilmekte, ayrıca hassalardan faydalanmak suretiyle zehirlerden korunma, haşeratın uzaklaştırılması, düşmana galip gelme, hastalıklardan şifa bulma ve sevdiği bir kimseyi kendine bağlama gibi işlemlerin nasıl yapılabileceği izah edilmektedir.
    Havâssü’l – Kur’ân : Esmâ-i Hüsnâ ile bazı sûre ve ayetlerin dileklerin kabulündeki tesirlerini ifade eden bir tabir ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adıdır.
    Havâssü’l- Kur’ân terkibi Kur’ân’dan bazı kelime, ayet ve sûrelerin belli bir tertibe göre okunması veya yazılması halinde niyet ve maksada uygun sonuçlar veren tesir ve özelliklerinden bahseden bir disiplini ve bunun literatürünü ifade eder.
    Bazı müfessirler, Kur’ân-ı Kerîm’in gönderiliş amacının lafızlarının zahirinden (görünen-okunan şeklinden) anlaşılan manalarından ibaret olmayıp bunun ötesinde maksatların gözetildiğini düşünmüşler, zahiri bakımdan müphem(anlaşılmaz-şüpheli) veya müteşabih (benzerlik taşıyan) ifadelerin batınî (gizli) anlamlar taşıdığını, özellikle bazı sûrelerin başındaki hurûf-u mukattaanın yalnız birer ses sembolü değil,anlam birimi olarak da algılanması gerektiğini, bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’in Hurûfîlik ve ebced hesabı çerçevesinde de tefsir edilmesine ihtiyaç bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
    İbn-i Haldun, ilm-i huruftan (harflerin ilmi) söz ederken bu ilmin başlangıçta Müslümanlarda bulunmadığını, aşırılığa kaçan mutasavvıfların ortaya çıkıp ruhun beden ve maddi alemle olan bağlantılarını çözerek yüce alemlere ulaşmaya kalkışmalarından sonra görüldüğünü anlatır.
    Daha sonra bunların kendilerinden olağanüstü haller zuhur ettiğini ve maddî alem üzerinde tasarruf sahibi bulunduklarını anlatan eserler yazdıklarını, bu eserlerde harf ilminin yardımıyla harflerin bütün sırları taşıyan esmâ-i hüsnâ ve bazı ilâhî kelimelerle ruhların tabiat aleminde tasarruflarının sağlanacağını iddia ettiklerini söylemiştir.
    Kur’ân-ı Kerîm’in sûre ve ayetlerinin kendilerine özgü havassının bulunduğunu ileri süren müfessirler, bu görüşlerine delil olarak onun şifa olduğunu bildiren ayetleri göstermektedirler.
    Hadis literatüründe bazı rivâyetlerde Kur’ân’ın şifa olduğu;
    -Mü’min sûresinin başından üç ayeti ve Ayetü’l Kürsi’yi sabahleyin okuyan kimsenin akşama kadar, akşam okuyanın sabaha kadar korunacağı,
    -Akşamleyin Bakara suresinin son iki ayetini okuyanın sabaha kadar her türlü âfet ve şeytan şerrinden emin olacağı bildirilir.
    Havas İlmi (İlm-i Havass)
    Resim :  Mağribilerin hesabına göre hazırlanmış beşli bir vefk
    Görüldüğü üzere Kur’ân’ın havassı ile ilgili rivayetlerin büyük bir bölümünü şifa ve sağlık konularının oluşturduğunu belirtebiliriz. Ancak; bir kısım müellifler de harflerle kozmos arasındaki münasebetten felek ve burçların havassından söz ederler. Bu çerçevede Kur’ân’ın havassından işaretler ortaya koyarak define arama ve bulma konusunda da çalışma yapan havass erbabı mevcut bulunmaktadır.
    Bunlar; daha ziyade define araması yapan kişilere cinlerden ve tılsımların tesirinden korunabilmeleri için çeşitli çalışmalarının faydalı olacağını ifade ve iddia etmektedirler.
    Tılsım : Bir alfabenin harflerine sayısal değerler verilerek, bazı istek ve arzulara ulaşmak yada istenmeyen kötü durumlardan kurtulmaya yönelik manevî çalışmalar yapıldığını “Havas” bölümünde anlattık. Bu tip çalışmalar, çok ilginç yöntemlere yol açmıştır.
    Bunlardan bir tanesi de “Tılsım” denilen uygulamadır. Genel ifadesiyle tılsım, bir kelimenin yada bir cümlenin peş peşe gelen (ardışık) harflerinin değerini alıp, bu kelimenin yada cümlenin yerine geçiyor kabul edilip, bir sayı koymak demektir. Bu genel usule; Yahudiler ”Gematri”, Yunanlılar “İsopsephi”, Müslümanlar “Hisabü’l-cümel”, ismini verirler. Bu uygulamayı (tılsımı) Yahudiler çeşitli kurgulayıcı ve kahinlikle ilgili hesaplarda kullanmışlardır. Hahamların en çok kullandıkları dini işlerinden birisi tılsımcılıktır. Zira Yahudi dinsel kaynaklarında “Kabalacılık”, tılsımcılık, büyücülük önemli bir yer tutmaktadır.
    Aynı yöntemleri yakın dönemden itibaren Yunanlılar de biliyor ve kullanıyorlardı. İmparator Neron döneminde yaşamış olan İskenderiye’li Leonidas (şair) bunlardan birisidir. Ünlü din savaşları döneminde Romalı kabalacılar da orduların galip gelebilmesi için tılsımlardan medet umuyorlardı.
    Havas İlmi (İlm-i Havass)
    Resim : Bir Tılsım Örneği
    Müslüman müneccim ve tılsımcılar da bu yolla pek çok çalışmalar yapmışlardır. Her Arap harfi Allah’ın bir sıfatının baş harfi olduğundan, Arap alfabesinin sayısal uygulanışı “çok gizli” bir çalışma alanı oluşturmuştur. Mesela Elif (ﺍ) Allah’ın baş harfi, Be (ﺏ) Bakî’nin baş harfidir. Bu harflere bildiğimiz ebced rakamlarının dışında İlahî vasfı için apayrı rakamlar verilmiş ve bunlarla tılsım oluşturulmuştur. Örneğin; günlük kullanımda (1) değerini taşıyan Elif harfi, bu uygulamada Allah’ın adının ebced tablosuna göre hesaplanmış sayısı olan 66 değerine bağlanmıştır.
    Çabuk zengin olmak için ve Allah’ın bütün ikramlarından yararlanmanın yolunu açmak için, özellikle definecilik alanında uğraşanlara şu aşağıdaki tılsım verilir.
    Havas İlmi (İlm-i Havass)
    Resim :  Zenginlik Tılsımı
    İşte bu tılsım esasen, toplam değerleri 66 olan (soldan sağa-yukarıdan aşağıya ve köşelerden) büyülü bir karedir. (Aşağıdaki şekil)





    212619
    02224
    251823



    Üstteki tılsımda verilen Allah’ın adının ebcedle hesaplanmış şeklidir.
    Havas İlmi (İlm-i Havass)



    Bu bölümde tılsımlar hakkında genel bir bilgi ve iki tane tılsım örneği verdik.

    Definecilikte ise, gömülü olan emanetin korunup muhafazası, başkaları tarafından alınmaması amacıyla cinlerin define üzerine hapsedilmesi olayıdır. Yada bir başka ifadeyle; yapılan tılsım çözülmedikçe, definenin başına dikilen Cin’in, ebediyen orada bekçi olarak bağlı kalması demektir.

    Yapılan tılsımın bir gereği olarak, cinlerle bağlanmış bir define üzerinde çalışma başlayacağı zaman, kazı işlemi henüz başlamadan tılsım işlemeye başlar. Bunun fark edilmesi bazen kazı öncesi, bazen de kazı esnasında defineye yaklaşıldığı zaman görülür. Burada iki durum vardır: birincisi emaneti vermek istemeyen bekçiler, çeşitli görüntü ve olağanüstü haller göstererek çalışanları kazı mahallinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Bunu hayvan,ejderha vb. şekillerde görünerek yada kaza ve yaralanmalara sebep olarak önce ikaz ve daha sonra tam savaş haliyle ortaya koyarlar. İkinci bir durum da; emanete ulaşıp çıkardıkları halde, gözlere gelen manevi bir perde ile emanetin görünmez edilmesidir.
    Olağanüstü hallerin (ışık, gürültü, canlı mahluklar, sis, yağmur, gök gürültüsü vb.) görülmesi yapılan tılsımın sonucudur.                                                                                                                            Konu ile alakasını bildiğimiz İlâhiyatçı kesim, bilimsel yaklaşımlarını ortaya koyarken tamamen Kur’ân ve Hadislere dayalı olarak bu mevzuları açıklama yoluna gidiyorlar.
    Cin’in varlığında tereddüt olamayacağını, ancak etki alanlarının fazla abartıldığını ifade ediyorlar. Biz de Kitap ve Sünnetin hükümlerini geçen ilgili bölümlerde, sûre ve âyet numaraları ile verdik. İlâhiyatçılar bu hükümlerin dışında bir şey söylemenin mümkün olmadığını ısrarla belirtiyorlar.
    Yine konu ile yakından alakalı bir başka kesim; Havass (gizli ilimler) ile uğraşanlar ise, bu işlerin izahının göründüğü kadar kolay olmadığını, metafizik varlıkların ve onların tesirlerinin kabulünün İslam’la çatışmadığını vurguluyorlar. Bu görüşlerini desteklemek amacıyla yine ilgili âyetlerden yola çıkarak yaşanmış olan pek çok olayı delil gösteriyorlar. Görüştüğümüz Gayr-i Müslim din adamları da cin ve onlarla ilintili olarak tılsım olayını kesinlikle reddetmiyorlar. Kendilerince doğru olan dinsel kabullerini ortaya koyuyorlar.

HÜDDAM İLMİ

“RUH ÇAĞIRMA (!) İLE ‘’HÜDDAM İLMİ’’ ARASINDAKİ FARKI NEDİR? 
Bütün bu ruh çağırma (!) dalaverelerinin kökünde eskilerin "Hüddam ilmi", halkın da "CİN`cilik" dediği mesele yatmaktadır. Bilhassa eskilerin ve Anadolu halkının yakından bildiği bu konu şöyledir: Bazı tesbih veya duaların birer "HADİMİ" yâni "hizmetlisi - görevlisi" vardır. Eğer bir kişi oturup, o kelimeyi veya duayı adedince okur, sonra da karşısına dikilen CİNden, o an için korkmadan bir şey isteyebilirse, o şey derhal olur!. Veya o CİNin kendi emrine girmesini isterse, o CİN artık onun hizmetkârı durumuna girer!. Bunun için de bir çok formül vardır!. Bu formülleri bünyesinde toplayan bir çok kitaplar yazılmıştır eskiden ki, bunların içinde en meşhuru; "KENZÜL HAVAS" ismiyle bilinenidir. Bu kitabın içinde bir çok formüller vardır... Ancak burada şunu da hatırlatalım ki, "HÜDDAM"cılık ile "RUH ÇAĞIRMA(!)-SPİRİTUALİZM" arasında çok büyük bir fark vardır.

İşte o fark da şudur: Ruh çağırma(!) veya spiritualizm denen oyunda CİNlerle temasa geçen kimseler, daima CİNLERİN elinde oyuncak olurlar... Aynen aslan eline düşmüş tavşan gibi; CİN de onları istediği gibi elinde oynatır... Ve onlar bu durumu asla fark edemezler. "Hüddam" ilminde ise, formül, diğer yan şartlarıyla birlikte tam olarak uygulanabildiği zaman; insan, CİNni tam anlamıyla pençeleri altına alır; ve ona bütün istediklerini yaptırabilir. Hattâ, bir insanı bile, bu yolla o CİNine öldürtebilir. Aksi halde, yâni emre uymadığı zaman o CİN perişan olur. Bu sebeple, bu ilmin kullanılmasında, insan için öteki sisteme göre mutlak bir avantaj vardır.

İşte aradaki bu fark sebebiyle, eskilerin ve günümüzde de sadece birkaç kişinin bildiği "Hüddam ilmi", spiritualizmden kat be kat üstün durumdadır. Çünkü, anlattığımız üzere, bu ilimde insan için CİNni emri altına almak söz konusudur. "Spiritualizm" diye veya "Ruh çağırma(!)" diye bilinen CİNlerle bağlantı hâlinde ise, CİNni hiç bir şekilde, bir bilgiyi vermek veya bir işi yaptırtmak için zorlamak söz konusu değildir. Ancak burada şu hususu da çok iyi bir şekilde anlatmak gerekir; Eğer bir kişi "Hüddam ilmi’’nin gereği olan formüllerden birini yapmaya kalkar da; sonra başlamışken, şu veya bu sebeple; meselâ formülü uygularken yarıdan itibaren duyacağı seslerden veya o sırada gözüne görünen acaip şekillerden korkarak yarıda bırakırsa, işte o anda onun için felâket başlar.

Onun, etkisi altına almaya çalıştığı CİN, o anda onu rahatlıkla avlar ve bu kişi CİNi emrine almaya çalışırken, CİN onu ele geçirmiş olur... Ki bundan sonra, o kişi artık CİNnin emrine bağlıdır. Böylece, Dimyata pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olunur. Bu sebepledir ki, "Hüddam ilmi"ne dayanan bir formülü, ya hiç yapmamalı, ya da başlanıldığı zaman, ne pahasına olursa olsun sonuna kadar yapmalıdır. Nitekim bu formülün tam olarak yapılmaması için o CİN, bir takım gürültüler oluşturur veya sesler çıkartır, âdeta içinde bulunulan evi veya katı yıkılıyormuşçasına gürültülerle sarsabilir; akla hayâle gelmeyecek korkunç şekillerde göze görünebilir!. İşte bütün bunlar olmasına rağmen, kişinin bütün soğukkanlılığıyla elindeki formulü bitirmeye çalışması îcabeder.
Nitekim, "fazla tesbih çekmekten deli oldu", diye halk arasında anılan hal de bu esasa dayanır.
Bir kişinin yönlendiricisi olmaksızın ve formülü bilmeden rastgele tesbih çekmesi, ister istemez bir şifreyi meydana getirir ki, bu durumda, o anda şifreyle bağlantılı olan CİN otomatik olarak harekete geçip, o kişiyi hükmü altına alır... Ve o kimsenin bu durumdan haberi yoktur!. Ve o CİNi kontrol altına alabilecek güce de sahip değildir. Artık ister istemez o CİNle iletişimleri başlamış olur. Bu ilişkinin başlaması da bazen kulağına, bazen da içine gelen seslerle olur... Kezâ bundan önce de burun yoluyla kokular tesbit eder bazen... Ve sonunda CİNleri çeşitli şekil ve kıyafetlerde görmeye başlar bu yolunda devam ederse... Bu gibi kişler, duydukları sesleri veya aldıkları kokuları ya da gördükleri şeyleri bu konuyu bilmeyen kişiler içinde açarlarsa, derhal "aklını kaçırdı", "oynattı" diye nitelendirirler ve hastaneye kaldırılırlar. Oysa tıp henüz bu konuda âcizdir. Elektro-şokla tedavi etmek ister fakat bunu da başaramaz!. Bu gibi kişiler, artık halk arasında "meczup" "zararsız deli" tâbirlerine muhatap olarak hayatlarına devam ederler. Bu gibi kişiler eğer içine düştükleri duruma rağmen, bu sahada yetkili bir şahsın eline geçerlerse, o halden kurtulmaları yollarının düzeltilmesi ve o yolda ilerlemeleri mümkündür.
Aksi halde ömür boyu bu durumdan kurtulamazlar... Artık onlar "deli" olmuşlardır. İlk yüzyıllardan beri, en ilkel topluluklardan itibaren yeryüzünde görülen bir meslek ve iş vardır; Bu mesleğe "BÜYÜCÜLÜK", yapılan işe de "BÜYÜ" denir. Bu işten gaye, bir insanı etki altına alıp, ona istemediği bir şeyi zorla yaptırmak ve bazen da hastaların iyi olmasını temine çalışmaktır.
BÜTÜN DİNLER, BÜYÜYÜ İNSANA “HARAM” KILMIŞLARDIR! 
Büyü; özü “ALLAH”a dayanan bütün dinleri tebliğ eden Allah Rasûlü’nce yasaklanmıştır. Bütün dinler, büyüyü insana "Haram" kılmışlardır. Kezâ İslâm Dini de büyüyü "haram" kılmış ve büyü yapan ve yaptıranların İslâm Dini’nden çıkmış olacaklarını açıklamıştır. Büyü ve sihrin yeryüzünde en yaygın olduğu devir, Musa (Aleyhisselâm) Nebi’nin devridir. Nitekim o devrin geçer akçesi de "Büyü ve sihir" olması sebebiyle Musa Nebi bu sahadaki mûcizelerle yeryüzünde vazife yapmıştır. İslâm’a göre fal baktırmanın, büyü yaptırmanın yeri de Din’de yoktur. Bu önemli bir suçtur. Büyük vebaldir!. Büyük günahlardandır!. Maalesef günümüzde, pek çok kişi CİNlerle ilişkide olan ve bu yüzden kendini evliya sanan sahte mürşidlerin peşinden koşarak çok kıymetli ömürlerini boşa geçirmektedirler.

BÜYÜ, NİÇİN YASAKLANMIŞTIR? 
Büyünün yasaklanmasındaki özellik, insanların iradelerinin başkası tarafından zoraki bir şekilde kaldırılması veya kısıtlanmasının önüne geçmek; onlara serbestçe hareket, seçme hakkı tanımaktır. Tâ ki böylelikle insan yaptığından sorumlu tutulabilsin.

BÜYÜNÜN KÖKÜ, CİNLERE DAYANMAKTADIR! 
Büyü`nün özü, kökü, CİN`lere dayanmaktadır. Bütün mukaddes kitapların, önceki "sahife"ler de dahil olmak üzere Tevrat, Zebur, İncil ve Kur`ân her bir âyetinin, her bir kelimesinin 8 hizmetlisi yâni "hadimi" vardır. Yâni, her devirde nâzil olmuş bulunan mukaddes kitapların orijinalini meydana getiren kelimelerin her birine 8 hadim-hizmetli-vazifeli kılınmıştır... Bunların 4`ü ulvî yâni "melek" cinsinden; 4`ü de suflî yâni "CİN" cinsindendir. Bu kelimelerin "ebced ilmi" denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı; ya da o âyetlerin tersinden okunuşu, o kelimelerin vazifeli CİNini harekete geçirerek, sevkedildiği kişiler üzerinde tesirlerini icra ederler. İşte, "BÜYÜ" denilen olay, bir kelime veya cümlenin belirli sayıda ve bazı yan çalışmalarla da desteklenerek okunmasıyla meydana gelen tesirlerdir

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...