09 Ekim 2013

TEVBE SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR





TEVBE SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR

ENFALSURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR




ENFALSURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR

ARAF SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR






ARAF SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR

EN'AM SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR





EN'AM SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR

MAİDE SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR





MAİDE SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR

NİSA SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR






NİSA SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR

ALİ İMRAN SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR





ALİ İMRAN SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR

BAKARA SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR



BAKARA SURESİ TÜRKÇE TEFSİRİ ELMALILI HAMDİ YAZIR..

DANTE VE İSLAM






DANTE VE İSLAM

KUR'AN-I KERİM'İN SIRLARI DOKTOR ÖMER ÇELAKIL






KUR'AN-I KERİM'İN SIRLARI 
DOKTOR ÖMER ÇELAKIL

TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ






TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ

UĞUR MUMCU KONTRGERILLA ÖĞRETILERI






UĞUR MUMCU KONTRGERILLA ÖĞRETILERI

FARABI VE İBNÎ HALDUN'DA DEVLET FELSEFESİ





FARABI VE İBNÎ HALDUN'DA DEVLET FELSEFESİ 

CEMAL ŞENER ALEVILIK OLAYI

EKLER YENİ GÜNDEM DERGİSİ 
5 EYLÜL 1987, YIL: 4 SAYI: 78 Araştırmacı Şener ve 
“Anadolu Aleviliği” 
“DEVLETTEN HEP SAKLANDILAR” 
“Aleviliğe Ne Oluyor?” kapak konulu geçen sayımız büyük ilgi gördü. 
Yeni Gündem’e yazı hakkında olumlu olumsuz görüşler iletildi. Ancak tartışmalarda önyargı 
ve bilgisizlik hemen göze çarpıyordu. Sosyal Antropoloji eğiimi gören Cemal Şener 
“Aleviliği” anlatan araştırmasını İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi Doktora Programı için 
ahzırlıyordu. Ancak Şener, YÖK nedeniyle üniversiteden ayrıldıktan sonra bu araştırmasını 
61bağımsız olarak yürüttü. Kendisi de Alevi olan Şener’in kitabı sonbaharda yayınlanacak. 
Şener, Hayat Bahadır’ın sorularını cevapladı. 

• Aleviliğin doğuşuna ilişkin, genel olarak neler söyleyebilirsiniz? Şener -Aleviliğin doğuşu 
İslamiyet’in ilk yıllarına, dört halife dönemine uzanır. Alevilik,doğuşu itibariyle hilafet 
meselesinde Hz. Ali’ye karşı yapılan bir haksızlıktan kaynaklanmıştır. İslam içindeki bu 
bölünme, daha doğrusu iktidar mücadelesi, İslamiyet’in yayılışına paralel olarak yayılmıştır. 
Gittiği ülkelere özgü kültürlerle birleşerek yeni biçimler almıştır. 

• Yani bu bölünme her ülkede başka isimler mi aldı? Şener -İslamiyet içindeki bu farklılık 
İran’da Şiilik’i, Mısır’da Fatimi Devleti’ni, Pakistan’da İsmailiye Mezhebini vs. oluştururken, 
Anadolu’da Alevilik olarak biçimlenmiştir. Anadolu, İslamiyet’ten önce Hıristiyanlık, ondan 
önce deçok tanrılı dinlere yurt olmuştu. Hıristiyanlık Anadolu’da çok tanrılı dinleri yok 
edemedi. Anadolu’nun İslamlaşmasını bir anlamda Alevileşmesi takip etti. Anadolu, 
İslamiyet’i de Anadolulaştırdı, kendine özgü biçimlere soktu. 

• Yani Alevilik sadece eski Anadolu dinlerini mi kaynak aldı? Şener -Tabii ki hayır. Anadolu 
Aleviliğiin mayasını şu üç ana unsur oluşturdu. Birincisi Hazreti Ali ve 12 İmamlar’a duyulan 
olağanüstü saygı ve bağlılık. İkincisi, Asya’dan göç yoluyla gelen Şamanizm, Orta Asya 
dinleri ve kültürüne ait öğeler. Özellikle tasavvuf olayı. Sonuncusu ise, çok tanrılı Anadolu 
dinleri ve uygarlığından alınan özellikler. Bunlardan birinin ihmali Anadolu Aleviliği’ni 
anlatmayı yetersiz kılabilir. Ama bunların ağırlıkları teraziyle elbette tartılamaz. 

• Bunu okurlarımız için örnekleyebilir misiniz? Şener -Bu urumun kanıtı Anadolu 
Aleviliği’nin kendisidir. İslamiyet içinde ortak öğeden omasına karşılık Anadolu Aleviliği, 
Suriye Aleviliği ya da İran Şiiliği’ne, Hz. Ali ve 12 İmam sevgisi dışında çok uzaklaşmıştır. 
Anadolu Alevileri Şii Humeyni hareketini desteklemedikleri gibi Şii Rıza Şah’ı da 
desteklememişlerdi. Ne gariptir ki, Türkiye’de Aleviler için “katli vaciptir” diyenler İran’da 
Şii Humeyni hareketini hararetle destekliyorlar. 

• Aleviler neden uzunca süre, hatta bazen şimdi bile kendilerini gizlemek zorunluluğunu 
hissettiler? Şener - Hıristiyanlıkta rönesans ve reform neyse İslamiyet’te Alevilik odur. Daima 
merkezi otoritenin düşmanca davranışlarıyla karşılaşmışlardır. Osmanlı döneminde büyük 
haksızlıklara uğrayan Aleviler, esas olarak büyük yerleşme birimlerinden uzak dağ köylerinde 
yaşamlarını gizli olarak sürdürmüşlerdir. Kendilerini devamlı olarak devletten saklamışlardır. 

• Bu durum ne zaman hafifledi? Şener -Cumhuriyet’in ilk kurucuları, özellikle Mustafa 
Kemal, Alevilere çok farklı yaklaştı. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Alevilerin 
desteğini almak için özel çaba harcamış ve almıştır da. Cumhuriyet idaresinin laiklik 
politikası Aleviler tarafından şiddetle benimsenmiştir. Cumhuriyet idaresi tüm tekke ve 
zaviyeleri kapatırken Hacı Bektaş-ı Veli dergahı açık bırakılmıştır. 

• Şimdilere gelirsek, durum oldukça farklı. Aleviler şehirleşti. Zenginleştiler. Bu süreç ne 
zaman başladı? Şener -İlk şehirleşme Cumhuriyet’ten sonra başladı. Ama 1960’lı yılardan 
itibaren özellikle hızla şehirleşmeleri ise tamamen sermaye birikimiyle ilgilidir. Alevilerin 
kapalı ekonomiden pazara yönelmeleri ve Almanya gibi Avrupa ülkelerine giden işçi 
göçünden dönen dövizle sağlanan sermaye birikimi şehirleşmeyi hızlandırdı. daha önce bir 
tek Alevi bakkalı bile olmayan küçük il merkezlerine Mercedes arabalarıyla gelenler eldeki 
parayla işyeri ve ev almaya başladılar. Önceleri Sünni kökenli esnafın hakim olduğu pazar, 
giderek Alevi kökenli esnaflar tarafından da paylaşılmaya başlandı. İşte bu çelişki 1970’li 
62yıllarda erzincan, Sivas, Amasya, Çorum, Elazığ gibi illerde çatışmalara yol açtı. 1978 Maraş 
olaylarıyla da doruğuna ulaştı. Tabii bu arada Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadıkları yerlerde 
MHP hareketinin kışkırtmaların ıda unutmamak gerekir. Sorunuzun özet cevabı, evet artık 
şirket ve holding sahibi Alevi iş adamları var. 

• Şu anda Alevi kültürü ve nüfusu üzerine bir yorum yapmanız mümkün mü? Şener -Tabii, 
bütün bu söylediklerimiz olup biterken gerileyen ve zayıflayan Alevi kültürüydü. Şüphesiz 
her kültür gibi yeni, eskinin yerini alıyordu. Ama önemli olan eskinin olumlu şeylerinin 
yaşatılmasıydı. İşte bu unutuldu. Nüfusa gelince, ancak genel tahminlere dayanabiliriz. Bence 
bu sayı 20 milyon dolayındadır. Ülke nüfusunda önemli bir orandır bu. Bu sayı verilirken 
hiçbir ard niyet aranmamalıdır. Ve bazı sonuçlara gidilmemelidir. Böyle bir gerçeği 
kabullenmekle kıyamet kopmaz. Kabullenmek kabullenmemekten daha iyidir. Bu gerçeği 
kabullenen tarihteki yneticilerimiz, kabullenmeyenlerden daha başarılı olmuşlardır. Bazı 
Osmanlı padişahları ve Atatürk örneğinde olduğu gibi. 

• Araştırma ve gözlemlerinize dayanarak 1980’li yıllarda bir ayrımcılık yapıldığını 
söyleyebilir misiniz? Şener -Milli Eğitim’de Alevi öğrencilere baskı oldukça yoğun. ‘Ben 
Aleviyim’ diyen öğrenci bunun bedelini ağır ödemekte. Herhangi bir işyerinde, devlet 
sektöründe hakim mezhep taraftarlığı ve şövenizm yapılmakta. Türkiye’deki Alevilerin 
cenazesi ortada kalmaktadır. Ailesinden, akrabasından çoğu zorunlu olarak cenaze namazına 
gelir ve kaçarlar, çünkü doğumundan ölümüne kadar camiye gitmeyen Aleviler camiye 
gitmek zorunda kalıyor. Hem resmi dinimiz İslam, buna rağmen laikiz diyoruz, bu bir 
çelişkidir. O yüzden laik bir ülkeyiz diyemeyeceğim. TC Anayasası’nda azınlık mezhep olarak Aleviliğin yeri olmalı. NOKTA DERGİSİ 27 
EYLÜL 1987, YIL:5, SAYI:38 “ALEVİLİK KENDİSİNİ YADSIDI” Aleviliğin siyasal 
tarihine ilişkin araştırmalarıyla tanınan Cemal Şener Nokta’nın sorularını yanıtladı. 
Nokta:Alevilerin 1950’lerden bu yana geçirdikleri iktisadi ve politik değişimleri özetler 
misiniz? Şener:Osmanlılar dömeminde, Aleviler üzerinde uygulanan hepimizin bildiği 
baskılar, onları kapalı köy ekonomilerinin içine hapsetmişti. Alevilerin bu zinciri kırmaya 
başlamaları, 1960’lı yıllarda yaşanan Almanya’ya göçle başlar. Bu yolla biriktirilen 
sermayeler önce kasabalarda, sonra da şehirlerde ticarete yatırıldı. Önceleri Sünni kökenli 
yurttaşların hakimiyeti altındaki pazar kapılarını giderek Alevilere de açtı. 60’lı ve 70’li 
yılların karakteristiği budur. Bu gelişmenin, ticaret sahibi Sünni kesimde bir tepkiye yol 
açması beklenmeliydi. Ama tepki, bilindiği gibi çok kanlı sonuçlar doğurdu. Birçok Alevi 
yurttaşın katledildiği saldırılarda sahibi Alevi olan dükkanların talan edilmesi de hayli ilginç 
bir göstergedir. 1980’lerde ise Alevileri artık piyasaya girme değil, ulusal ve hatta uluslararası 
piyasadan pay alma mücadelesi içinde görüyoruz. 

Çok sayıda büyük şirket kuruldu ve bu gelişmeden yalnızca şirket sahipleri değil, çalışmak 
için müracaat etikleri fabrikalarda Alevilikleri hala problem edilen işçiler de yararlanmaya 
başladılar. Bu gelişmelere paralel olarak, pastadan aldıkları pay oranında siyasal tercihleri de 
değişti. Son 20 yılda büyük çoğunluk CHP’yi ve onun solundaki parti ya da eğilimleri 
destekleyen Aleviler artık daha pragmatik bir çizgiye kayarak iktidarı da desteklemeye 
başladılar. Ben,sorunuz üzerine sürecin iktisadi yönüne değiniyorum. Kuşkusuz bu gelişmede 
alevilerin, kendilerini katliamlardan koruyamayan sol iktidarlara karış duydukları tepkinin de 
önemli bir payı vardır. Nokta: Alevilik bu dönem içinde kültürel planda ne gibi değişiklikler 
yaşadı? Şener -Anadolu Aleviliğinin bilinen hoşgörülü, liberal düşünce yapısı bir anlamda bu 
kültürün bilinen klasik özelliklerindeki zayıflamanın en önemli nedenidir. Alevilerin kasaba 
ve şehirlere göçü hızlandıktan sonra bu kesim içinde eğitim oranı çok yükseldi. Alevi din adamları çoğu yüksek eğitim görmüş yeni nesil karşısında çok yetersiz kaldılar. 
Aleviler, 70’li yıllardan itibaren kültürel olarak ikiye bölündüler. Dünyayla ilgilenen çağdaş 
bir kesim ve dünyayla ilişkisini kesmiş, arabeskleşmiş diyebileceğimiz öteki kesim. Hemen 
belirtelim ki, bu ikinci kesimin Aleviliğin temel değerleriyle de bir ilişkisi kalmamıştır. 
Konumuz açısından önemli olan nokta ise, her iki durumda da Aleviliğin geçmişini 
yadsımasıdır. Bu kaçınılmazdı, çünkü Alevilik gelişen dünya karşısında kendisini 
yenileyemedi. Nokta: Peki, Sünnilik kendisini yenileyebildi mi ki, onun Aleviliğin yaşadığına 
benzer bir süreç yaşamadığı söyleniyor? Şener -Sünnilik, yüzyıllardır merkezileşmiş bir 
ideolojinin marjını topluyor. Sünnilik bugün de, üstte Diyanet, altta camiler aracılığıyla bu 
avantajı kullanıyor. 

Diyanet İşleri’nin herhangi bir emri Kars’taki camiye de, Edirne’deki camiye de aynen gider. 
Kısacası, Sünnilik iktidar olduğu için varlığını sürdürürken, Alevilik muhalefet olduğu için 
tarihe karışıyor. Ama aynı nedenle birincisi tutucu, ikincisi demokratiktir. Bence sorunun 
doğr ukonuluşu şöyledir:Alevilik modernliği, çağdaş daş düşünceyi ve hümanizmi besleyerek 
tarihe karışıyor. YENİ DEMOKRASİ DERGİSİ AĞUSTOS 1987, SAYI: 4 GÖRÜŞ 
KALPLER HACI BEKTAŞ’TA ATIYOR Cemal ŞENER Her yıl milyonlarca Alevinin kalbi 
16 Ağustos’ta Hacı Bektaş’ta atıyor. Onbinlerce Anadolu Alevisi bu küçük şirin Anadolu 
kasabasına dolup taşıyor. onbinlerce insan büyük düşünür ve Gönül Sultanı, Hacı Bektaş-ı 
Veli’yi anma törenlerine katılıyor. O’nu sevenler, O’nun ilkelerine inananlar oluk oluk bu 
gönül sultanına muhabbet için koşuyorlar. 

O halde Hacı Bektaş-ı Veli’nin kim olduğunu ve asırlardır süren bu sevginin nereden 
kaynaklandığını kısaca dile getirmeye çalışalım. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişi 
Anadolu Selçuklu Devletinin son yıllarına rastlar. Hacı Bektaş-ı Veli’yi büyük Türk 
mutasavvufu Ahmet Yesevi halifelerinden Lokman Parende Anadolu’ya göndermiştir. Hacı 
Bektaş-ı Veli, İbrahim Al Sani diye anılan Seyyid Muhammed’in oğludur. Babası Hacı 
Bektaş-ı Veli’ye Lokman-ı Parende’yi hoca tutmuştur. Lokman-ı Parende, Türkistan’ın 
doksandokuz bin pirinin piri Hoca Ahmet Yesevi’nin halifelerindendir.

(1) Hacı Bektaş-ı Veli’nin rivayetlere dayalı hayatı “Vilayetname” adlı eserinde oldukça 
mitolojik öğelerle dolu bir şekilde anlatılır. Hacı Bektaş-ı Veli, 1273’de vefat eden Mevlana 
Celalettin ile aynı çağda yaşamıştır. Eserlerini Farsça yazan Mevlana’ya karşın Hacı Bektaş-ı 
Veli; katıksız öztürkçe kullanmış ve yazmıştır. Tamamen halk diliyle yazan Hacı Bektaş-ı 
Veli’nin ölümü ise; 1270-71 olarak kabul edilir.

(2) Hacı Bektaş-ı Veli, Anadolu’ya yirmi dört yaşında geldiği zaman Babailik akımı henüz 
sönmemişti. Baba İshak, Anadolu Selçuklu yönetiminin katmerli sömürü ve haksızlıklarına 
karşı eşitliği savunuyordu. Babailik, bugüne değin yapılan ilk örgütlü ve bilinçli halk hareketi 
sayılıyor. Babai İsyanı önceleri, Güney-Doğu Anadolu’da, sonra Orta Anadolu’da yayılmış. 
Merkezi Amasya’dır. İsyana Baba İshak adlı bir Türkmen babası önderlik etmiştir. Baba 
İshak’ı Selçuklu ordusu 1240 yılında Amasya’da idam etmiş, isyan ancak paralı Hıristiyan 
askerlerin desteğiyle bastırılmıştır. İşte Hacı Bektaş-ı Veli’nin geldiği yıllar, Anadolu böyle 
karışıklıklar içindeydi. Babai hareketinin Hacı Bektaş-ı Veli’yi etkilememesi mümkün 
değildi. Her yanda iktidar ve din kavgaları ortalığı sarmıştı. Anadolu Selçuklu Devleti, halka 
yabancı bir zulüm iktidarı idi. Saray Acem ve Arap etkisinde Türklere insan muamelesi bile 
yapılmıyordu.(3) Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi’nin müridi olarak Anadolu’ya bir Yesevi dervişi olarak 
gelmiştir. Buna karşın Hacı Bektaş-ı Veli; Anadolu’da Alevilik öğesinin piri olmuştur. 
Bektaşilik adında kurulan tarikat ve öğretisi, Anadolu’da kurulan en büyük Alevi tarikatı 
olmuştur. Bir Yesevi dervişi olarak Anadolu’ya gelen Bektaş-ı Veli’nin nasıl olup da 
Aleviliğin en ulu kişisi olduğu oldukça ilginç bir düşünsel gelişmedir. Bektaşiliğin tarikat 
olarak kuruluşu ise, Hacı Bektaş-ı Veli zamanında değil O’nun müritlerinden Balım Sultan 
zamanında gerçekleşmiştir.

(4) Bektaşilik; yani Alevilik tamamen Anadolu’ya has bir düşünce akımıdır. O, bir yanıyla 
dinseldir. Ama tamamen dini bir akım değildir. Bir benzerine ise başka bir İslam ülkesinde 
rastlamıyoruz. Bektaşilik’in kaynakları şunlardır: 

a) İslamiyet içindeki hilafet meselesinde Hazreti Ali ve Ehlibeytine yapılan haksızlıklarda; 
Hz. Ali ve Ehlibeytine duyulan aşırı saygı ve bağlılık, 
b) Orta Asya eski Türkmen kültürüne özgü motifler. Özellikle Şamanizm, Maniheizm, 
Zerdüşt ve diğer çok tanrılı inanç izleri, 
c) Eski Anadolu medeniyetlerine ait kültür izleri. Özellikle çok tanırlı Anadolu dinlerinden 
kalan miras. İşte bunlara benzer öğeler Anadolu Aleviliğiin kaynaklarını oluşturmuştur. Bu üç 
farklı kaynağın Anadolu Yarımadasındaki sentezi Alevilik’i doğurmuştur.

(5) Aleviliğin İran Şiiliği ile, Mısır Fatımi’leriyle, İsmailiye mezhebi ile vs. Hz. Ali ve 
Ehlibeytine duyulan sevgi ve saygı dışında bir ortaklığı yoktur. Selçuklu ve daha sonra 
Osmanlı koyu sünni bir İslamı saunurken, Hacı Bektaş-ı Veli, insan sevgisini, kardeşliği, 
eşitliği, haksızlığa karşı olmayı, kendine en büyük erdem olarak seçmiştir. Aşağıdaki dörtlük 
büyük düşünürün düşüncelerini ifade etmektedir: “Hararet nardadır, sacda değildir Keramet 
baştadır, tacda değildir Her ne arar isen, kendinde ara Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir” 
Hacı Bektaş-ı Veli; günümüzden yaklaşık yedi yüz yıl önce yaşadığı halde o, adeta canlı bir 
varılk gibi yanıbaşımızda yaşamaktadır. Çünkü onun savunduğu düşünceler günümüzde de 
geçerliliğini sürdürmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşadığı dönemde demokrasi, sosyalizm 
vs. gibi düşünce akımları henüz çok uzakta idi. Fakat Hacı Bektaş-ı Veli; düşünceleriyle 
ekonomik olarak eşitilği, siyasal olarak özgürlüğü, dinsel olarak laiklik diye formüle edilen 
şeyleri inançla ve kararlılıkla savunuyordu. O’nun insana verdiği değer bugün bile çağdaş 
siyasal sistemlerin anlamlarından çok ileridir. O, insanı ve insan sevgisini yaşam felsefesinin 
esası yapmış bir düşünür ve gönül piridir. Şu dedikleri çok öğreticidir: “Ellerin Kabesi var 
Benim Kabem insandır Kuran da kurtaran da İnsanoğlu insandır” Bektaşilik, her ne kadar 
başlangıçta dinsel bir yapı olarak ve Hz. Ali taraftarlığı şeklinde karşımıza çıkmış ise de, 
tarihsel süreç içinde toplumsal haksızlıklara karşı halk kitlelerindeki hoşnutsuzluğun, 
başkaldırının sembolü olmuştur. Aleviliğin dinsel bir ideoloji olduğu ölçüde siyasal bir 
düşünce akımı olduğu da unutulmamalıdır.

(6). Batılı bir düşünür 16. yüzyıldaki dini savaşlarla ilgili şunları yazıyor: “16. yüzyılın dini 
sanılan savaşları bile, öncelikle maddi sınıf çıkarlarıyla ilgiliydi... Gerçi o günlerin sınıf 
çatışmaları dini parolalarla sürdürülüyordu, çeşitli sınıfların çıkarları istekleri dini bir 
perdenin ardında gizliydi, ama bütün bunlar sorunun özünü değiştirmez.”

(7) Günümüzde Hacı Bektaş-ı Veli’nin öğretileri gerçek özünden saptırılarak Türk 
milliyetçiliği ve İslam ümmetçiliği gibi ideolojilere alet edilmeye çalışılıyor. İnsan 
sevgisinden, halktan yana olan tüm güçler Hacı Bektaş-ı Veli’ye ve öğretisine sahip 
çıkmalıdır. 16 Ağustos Hacıbektaş Kasabası’nda soğuk, zoraki, içeriksiz, kof, somurtkan 
resmi devlet törenine terkedilmemelidir. TRT sadece yasak savma olarak konuyu ele 
65almamalıdır. Hacı Bektaş-ı Veli ve ilkelerine inanan milyonlarca insana karşı saygılı 
olmalıdır. O’nun yükselttiği, temeli insan sevgili olan bayrak, daha yükseklere çıkmalıdır. O 
büyük insan asırlar önce bize şöyle seslenmişti: “Dostlarım Kardeşlerim Canlarım... Kaldırın 
başlarınızı Suçlular gibi, yüzümüz yerde Özümüz darda, durup dururuz Kaldırın başlarınızı 
yukarı Bize göz verildi, gözleyin diye Dil verildi, söyleyin diye El gövdede kaşınan yeri bilir 
Dert bizde derman ellerimizdedir. Ararsan bulursun, verirsen alırsın İnanmazsan gelir 
görürsün.”(8) Bu çağrıyı cevapsız bırakmayalım. 
(1) Vilayet-Name, Abdülbakiy Gölpınarlı 
(2) Vilayet-Name, Abdülbakiy Gölpınarlı 
(3) Anadolu’da Babailer İsyanı, A. Yaşar Ocak. 
(4) Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, E. Behnan Şapolyo 
(5) Bektaşilik, İ. Zeki Eyüboğlu 
(6) Türk Halk Hareketleri, Çetin Yetkin 
(7)Alman Köylü Savaşı Üzerine, F. Engels 
(8)Semahlar, Ruhi Su ALEVİLİK ÜZERİNE GENEL KAYNAKÇA Alevilik-Ahilik Bektaşilik, Cemal Bardakçı, 2 cilt, Ankara, 1950, 2. baskı Alevilik-Sünnilik “İslam 
Düşüncesi”, İsmet Zeki Eyüboğlu, Hürriyet yayınları, İstanbul 1979, 1. baskı Alevilikte Hacı 
Bektaş-ı Veli ve İlkeleri Av. İbrahim Kamil Karaman, Abdülvahap Rehmen, Tipo Neşriyat 
ve Basımevi, İstanbul 1966, 1. baskı Ariflerin Menkıbeleri, Ahmet Eflaki, Çev:Tahsin Yazısı, 
2 cilt, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973, 2. baskıı Babailer İsyanı, Ahmet Yaşar Ocak, Dergah 
yayınları, İstanbul 1980, 1. baskı. Bektaşi Edebiyatı Antolojisi, 19. Asırdanberi Bektaşi Kızılbaş-Alevi Bektaşi ve nefesleri; Sadeddin Nüzhet Ergun, İstanbul Maarif Kütüphanesi. 
Bektaşiliğin İç Yüzü, M. Tevfik Oytan, 2 cilt, İstanbul Maarif Kitabevi, İstanbul. Bektaşiliğin 
Menşeleri, Fuat Köprülü, M. Dede Teşvik Yurdu Dergisi, sayı 317 Bektaşilik, Murat 
Sertoğlu, Başak Yayınları, İstanbul 1969, 1. bbaskı Bektaşilik Alevilik Nedir?Doç. Dr. Bedri 
Noyan, Ankara 1988 Bektaşi Mena-Kıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, Yaşar 
Ocak, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983, 1. baskı. Bektaşi Şairleri, Saadettin Nüzhet (Erenköy 
Kız Lisesi Edebiyat Muallimi), Devlet Matbaası, İstanbul 1930, 1.baskı. Bedrettinem, Radi 
Fiş, Yön yayınları, İstanbul, 1988 Buyruk, Derleyen:Sefer Aytekin, Emek Basım Yayın, 
Ankara 1982 Buyruk İmam-ı Cafer buyruğu, Bir heyet tarafından hazırlanmış, Ayyıldız 
Yayınevi, Ankara Büyük İslam Tarihi, Namık Kemal, Dilimize Uygulayan:İhsan Ilgar, 1. cilt, 
Hürriyet yayınları, İstanbul 1975, 1. baskı. Devlet ve Din, Prof. Dr. Çetin Özek, Ada 
yayınları, İstanbul Divan, Mevlana Celaleddin, Çev:Abdülbaki Gölpınarlı, İnkilap ve Aka 
Kitabevleri, İstanbul 1974, 1. baskı Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Mehmet Şerif Edebiyat 
İncelemeleri, Atilla Özkırımlı, Cem Yayınları, İstanbul 1932, 1. baskı Evliyalar Evliyası 
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Murat Sertoğlu, Şadırvan Turizm Yayınevi, İstanbul 1966, 1. 
baskı Evliyalar Şahı, Dr. Mehmet Ali Derman Fuzuli Divanı:Abdülbaki Gölpınarlı İnkilap 
Kitabevi, İstanbul 1985, 3. baskı Gelin Canlar Bir Olalım, Nezihe Araz, Hürriyet yayınları, 
İstanbul 1984, 1. baskı Gerçek İslam Dini, Şinasi Koç, Mart 1983, Ankara. Günün Işığında 
Tasavvuf Tarikatlar, Mezhepler Tarihi, İsmet Zeki Eyüboğlu, Geçit Yayınevi, İstanbul 1987, 
1. bsakı. İmamiye Şiası, Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Selçuk Yayınları, Ankara 1984. İncil, 
Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1979, 8. baskı. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası, 
Çev:Hüseyin hatemi, Çağrı Yayınları, İstanbul 1980, 1. baskı Kerbela Vakası ve Kerbelanın 
İntikamı, Ziya Şakir, 2 cilt, İstanbul Maarif Kütüphanesi, İstanbul MCMCXVI, 1. baskı 
Kur’an’da Hikmet, Tarihte Hakikat, Halil Öztoprak, 3 cult Makaalat, Hacı Bektaş-ı Veli, Hz. 
Mehmet Yaman, Gülbay Yayıncılık ve Matbaacılık, İstanbul 1985. Mesnevi, Abdülbaki 
Gölpınarlı, 4 cilt, İnkilap ve Aka Kitabevi, İstanbul 1983, 2. baskı Mezhepler ve Tarikatlar 
Tarihi:Enver Behnan Şapolyo, Türkiye yayınları, İstanbul 1964.Nehç’ül Belagat İmam Ali’nin Hutbeleri-Mektupları-Emirleri-Vecizeleri, (Hazırlayan) Abdülbaki Gölpınarlı, 
Neşriyat Yurdu, Yeni Şart Maarif Kütüphanesi, Ankara 1972, 1. baskı Oniki İmam, 
Abdülbaki Gölpınarlı, Der Yayınları, İstanbul 1979, 1. baskı Osmanlıdan Önce Anadolu’da 
Türkler, Claude Cohen (Sorbon Üniversitesi İlam Tarihi Prof.) Türkçesi Yıldız Moran, E 
Yayınları Tarih Dizisi, İstanbul 1984, 1. baskı Peygamber Çiçekleri Hz. Hasan ve Hz.Hüseyin, Kerbela Vakası, Mustafa Necati Bursalı, Çile Yayınları, İstanbul 1983, 4. baskı. Pir 
Sultan Abdal, Selahattin Eyüboğlu, Cem yayınları İstanbul Pir Sultan Abdal, Asım Bezirci, 
Say Yayınları, 1991 Pir Sultan Abdal, Cahit Öztelli, Milliyet Yayınları Pir Sultan Abdal, 
Orhan Ural, Ant Yayınları, 1990 İstanbul Pir Sultan Abdal, Mehmet Bayrak, Yorum 
Yayınları, İstanbul 1986, 1. baskı Pir Sultan Abdal Yaşamı, Kişiliği, Yapıtları, Mehmet Fuat 
(Bengü), Detaş T.A.Ş. De Yayınevi, 1980, 2. baskı Pir Sultan’ın Dostları, Cahit Öztelli, 
Özgür yayın Dağıtım, İstanbul, 1984, 1. baskı Safevi Devletinin Kuruluş ve Gelişmesinde 
Anadolu Türkleri’nin Rolü, Prof. Dr. Faruk sümer, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü 
Yayınları, Ankara 1976, 1. baskı Sosyal Açıdan İslam Tarihi, Abdülbaki Gölpınarla, İnkilap 
ve Aka Yayınalrı, İstanbul 1975, 1. baskı Şerh-i Besmele, Hz. Rüştü Şardağ, Karınca 
Matbaacılık, İzmir 1985. Şeriat ve Kadın, İlhan Arsel, İstanbul 1987, 1. baskı Şeyh Bedrettin 
ve Varidat İsmet Zeki Eyüboğlu, Der Yayınları, İstanbul 1986 Tam Hakiki Hüsniye, Ayyıldız 
Kitabevi, İstanbul Tanrı Anlayışı, Cemil Sena, Remzi Kitabevi, İstanbul 1978, 1. baskı Tarih 
Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Abdülbaki Gölpınarlı, Der Yayınları, İstanbul 1979, 1. 
baskı Tarihin Getirdikleri, Ali Rıza Sayan, Gençlik Basımevi, İstanbul 1978, 1.baskı Tarihte 
ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Abdülkadir İnan, Türk Tarih Kurumu, 
Ankara 1972, 2. baskı Tarikatlar Tasavvuf ve Felsefe Münasebetleri,Dr. Hasan Küçük, 
Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1985, 1. baskı. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 
Prof. Dr. Fuat Köprülü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1984, 5. baskkı. Türk 
Edebiyatı Tarihi, Ord. Prof. M. Fuat Köprülü, Ötüken Yayınları, İstanbul 1981, 3. baskı Türk 
Halk Hareketleri ve Düzenlik Kavgası, Prof. Mustafa Akdağ, Bilgi Yayınevi, Ankara 1975, 1. 
baskı Türk Halk Şiirinde Siyasal Motifler, Hüsnü Gürbey, Yayınlanmamış Master Tez.(z.(İ.Ü. 
İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler), İstanbul 1982. Türkiye’de Din ve Siyaset, Dr Ahmet 
Yücekök, Gerçek yayınevi, İstanbul 1976, 2. baskı Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı (1946-968), Dr. Ahmet H. Yücekök, Sevinç Matbaası, Ankara 1971, 1. 
baskı Türkiye Halkının Kültür Kökenleri, Burhan Oğuz, 3 cilt, İstanbul Matbaası, İstanbul 
1986, 1. baskı. Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Prof. Dr. Mustafa Akdağ, 2 cilt, Tekin 
Yayınevi, Ankara 1979, 3.baskı Umumi Türk Tarihine Giriş, Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi 
Togan, 1. Cilt, Enderun Kitabevi, İstanbul 1981, 3. baskı Veysel Karani ve Üveysilik, Ahmet 
Yaşar Ocak, Dergah yayınevi, İstanbul 1986, 1. baskı Vilayet-Name, Manakıb-ı Hünkar, Hacı 
Bektaş-ı Veli: Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1958, 1. baskı 
Yaşayan Alevilik, Yahya Benekay, Varlık Yayınları, İstanbul 1967, 12. baskı Yunus Emre, 
Abdullah Rıza Ergüven, Yaban Yayınları, Ankara 1982, 1. baskı. Yunus Emre, Cahit Öztelli, 
Özgür Yayınevi, İstanbul 1984, 2. baskı Yunus Emre Yaşamı, Sanatçı Kişiliği, Yapıtları, 
Mehmet Fuat (Bengü) -Detaş T.A.Ş., 1979, 2. bask



GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK


GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK 

Günümüzde Alevilik, önemli değişimler geçirmiş 
olarak varlığını sürdürüyor. 1960 öncesine göre, hayli farklı durumda. Artık blok bir 
Alevilikten söz edemeyiz. Aleviler 1960’lı yıllardan bu yana hayli gelişmiş, değişmiş ve bu 
değişime bağlı olarak da toplumsal yapı içindeki yerlerini almışlardır. Artık kabul etmesek de, 
görmezlikten gelsek de Aleviler, Türk siyasal hayatında, ekonomik yapıda, sosyal yaşamda 
meşru zeminlerde yerlerini almışlardır. Bu gerçeği yok saymak mümkün değildir. 
Yakın geçmişe kadar Aleviler Sosyal Demokrat veya Sosyalist siyasal parti, grup ve kişileri 
desteklerlerdi. CHP’nin ve TİP’in önemli, Türkiye Birlik Partisi’nin tek oy kanağı Aleviler 
idi. TİP’in solundaki siyasal grupların en önemli tabanı da gene Alevi kitle idi. Ama bugün 
durum çok değişmiştir. Bu siyasal yapıları destekleyen kitle gene var. Ama ANAP’a giden 
önemli bir Alevi oyu da var. 1982 askeri müdahalesi ve Anayasası en olumsuz yüzünü 
Alevilere göstermiştir. Buna rağmen Alevilerin de oyları ile (% 92) onaylanmıştır. 
Sağ muhafazakar partiler olan ANAP, DYP ve MDP kendi seçim bölgelerinde listelerine 
Alevi adaylar koymuşlardır. Bu yıl öldürülen İstanbul Ticaret Odası Başkanı Niyazi Adıgüzel, 
ANAP adayı ve eski MHP’li, ama aynı zamanda Alevi idi. Bu olay Aleviler açısından 
oldukça anlamlıdır. Sağ partiler artık seçim siyasetlerinde Alevi oylarının kazanılmasının 
hesaplarını da yapıyorlar. 1950 öncesi Anadolu’da birçok şehir ve kasabada bakkal dükkanına 
bile sahip olmayan Aleviler, artık büyük şehirlerde şirket ve holding sahibi oldular. 
İthalat ve ihracatta de etkili olan Aleviler bugün Türkiye pazarında önemli bir payı elde etmiş 
durumdadırlar. Alevilerin ekonomik gelişimi, siyasal ve sosyal alanlarda da rol almalarını 
sağlamıştır. Aleviler bugün 20 milyon civarında nüfusa ve 5 milyon civarında seçmene 
sahiptir. Bu, bir siyasal partiyi tek başına iktidar yapacak sayısal güç demektir. Yani, siyasal 
partiler için önemli bir oy deposu konumundadırlar. Aleviler siyasal ve konomik alanda meşru 
olarak kabul edilmelerine rağmen,dini alanda aynı hoşgörü ile karşılanmamaktadır. Bugün 
bile bu önemli kitlenin dini ayinleri, inançları, yaptıkları ibadetler meşru sayılmamaktadır. 
Osmanlı döneminde Alevilerin ibadet biçimi olan Cem ayinlerine ilişkin yasaklar, baskılar, 
Cumhuriyet dömeminde de ne yazık ki devam etmiştir. 
Halk ibadetini gizli olarak geceleri yaparak sürdürmüştür. Bu yüzden tutuklanmalar, 
işkenceler olmuştur. Şimdi bu genişkitlenin ibadet biçimlerine kısaca bir göz atalım:Aleviler 
Muharrem ayında (yılda 12 gün) Kerbela şehitleri anısına oruç tutarlar. Bu oruç sırasında su 
içilmez ve et yenmez. Kesici şeyler ele alınmaz. 12 günlük orucun sonunda Aşure günü 
yapılır. O gün aşure pişirilip yenir, kurban kesilir, dualar okunur, Cem ayini yapılır, Kerbela 
şehitleri ve Ehlibeyt soyu anılır. Aleviler, periyodik olmasa da özellikle kış aylarında haftada 
bir, cuma akşamları Cem ayini yaparlar. Bu ayinlerde bağlama çalını, Hz. Ali, On İki İmam 
ve Ehlibeyt üzerine yazılmış çeşitli nefesler okunur. 
Bunlar daha ziyade Pir Sultan ABdal, Şah İsmail, Nesimi ve çeşitil Alevi ozanların bağlama 
eşliğinde söylenen eserleridir. Cem ayinlerine yalnız erkekler değil, kadınlar da katılır. Ortak 
halka namazı kılınır, müzik eşliğinde kadınlı erkekli semahlar yapılır. Ayinlerin tüm 
57sorumluluğu dedelere aittir. Bu cemler aynı zamanda o toplum için bir dini eğitim ve öğretim 
kurumu işlevini görür. Hatta bunlar, suç işleyenlerin yargılandığı bir tür halk mahkemesi 
işlevini de üstlenirler. Bu ayinler, merkezi bir yapı oluşturmadığı için zamanla yörelere göre 
değişimler göstermişlerdir. Örneğin; Trakya’da cemlere bekarlar alınmazken, Doğu 
Anadolu’da yediden yetmişe kadın erkek herkes katılır. 
Batı’da bazı yörelerde dem kabul edilen şarap içilirken Doğu’da şarap, içki vs. kesinlikle 
içilmez. Bu farklılıklar uzun yıllar devam eden merkezi iletişimin olmamasından 
kaynaklanmıştır. Yoksa öz aynıdır, değişim yalnızca biçimseldir. Cumhuriyet yönetimi devlet 
ve din işlerni birbirinden ayırmıştır. Hatta din işlerinden sorumlu olarak daha sonra Diyanet 
İşleri kurulmuştur. Fakat bir devlet bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Diyanet İşleri 
Başkanlığı yalnız Sünni Müslümanlara hizmet götürmektedir. Bütün bu dönem boyunca 
Alevilerin dini ihtiyacı yok sayılmış, onlara hiçbir dini hizmet götürülmemiştir. Diyanet İşleri 
hakim mezhep olan Sünniliğe hizmet götürmüştür. 
Azınlık mezheplere, onlar içindeki en büyük kitleye hiçbir hizmet götürmediği gibi 
suçlamalar yapmaya, Aleviliği kötülemeye devam etmiştir. Camilerdeki uygulamalar ve 
zaman zaman verilen fetvalar Emevi camilerini aratmayacak boyutlara ulaşmıştır. Alevilerin 
İslamiyetten ve Cami’den uzaklaşmalarına Cumhuriyet yönetimleri ve Diyanet İşleri önemli 
ölçüde yardımcı olmuşlardır. Alevilerin Sünnileştiremedikleri gibi, onları neredeyse 
dinsizleştirmişlerdir. Belki de artık Alevileri ibadet (Cem ayini) yapacağı yerleri bugün devlet 
açsa bile oralara gidecek Alevi bulunmayacaktır. 
Alevilerin en önemli sorunlarından biri de, cenaze namazı meselesidir. Alevilerin büyük 
çoğunluğu bugün ülkemizde camilere gitmemektedir. Giden kısım küçük bir kesimdir. Böyle 
olunca, doğumundan öldüğü güne kadar camiye gitmeyen insanı biz ölünce cenaze namazı 
için camiye götürmekteyiz. Alevi kitle doğası gereği camide kılınan namazı bilmez. Bu olay 
ölenin akrabaları ve çevresi için çok güç bir durum yaratmaktadır. Zaten çoğu yerde cami 
imamı, ölen Alevi ise, cenaze namazını kılmak istememekte, arkasından tartışmalar ve 
tatsızlıklar çıkmaktadır. Doğumdan ölümüne kadar Alevi mezhebinin inancına göre yaşamını 
sürdüren kişi, ölünce Sünni inancına göre cenaze namazı kılınmaktadır. Bu çok büyük bir 
çelişkidir ve rahatsızlık verici bir durumdur. Bu sorunun çözüm yolu, giderleri Aleviler’in de 
katkıda bulunduğu bütçeden karşılanan Diyanet İşleri’nin Aleviler’e de dini hizmet 
götürmesidir. 
Tabii, bu hizmetin amacı Sünni din adamları vasıtası ile Aleviler’i Sünni’leştirmek değil, 
Alevi din adamları vasıtası ile Aleviler’e dini hizmet götürmek olmalıdır. Alevi din 
adamlarının yetişmesi için de isteyen Alei çocukları için Milli Eğitim Bakanlığı böyle bir 
eğitim programını İmam Hatip Okullarında uygulamalıdır. Bunun dünyada örnekleri vardır. 
Hıristiyanlık içindeki farklı mezheplere kiliseler benzer biçimde hizmet vermektedir. 
Humeyni İranı’nda hakim mezhep Caferi mezhebidir. Ama diğer mezheplere de kendi 
inançlarına uygun dini hizmetler götürmektedir. Hatta bir yörede çoğunluk Caferi mezhebi 
dışındaki bir mezhebe ait ise orada Caferi mezhebi azınlık mezhep sayılmaktadır. 
Kardeşlik ve barış ancak böyle sağlanacağı için bu çözüm bize de örnek olmalıdır. Azınlık 
olsun çoğunluk olsun bütün mezheplerin, tarikatların temeli İslam dinidir. Bir dinin veya 
mezhebin doğru veya yanlış olması çoğunluk veya azınlık olmalarına bağlı değildir. Hz. 
Muhammed zamanında mezhep, tarikat vs. yoktu. Kur’an’da da mezhep ve tarikat diye bir 
olgu yoktur. Hepsi daha sonraki çeşitli tarihi olayların ardından ortaya çıkmıştır. Mezhep ve 
tarikat mensupları kendi mezheplerini doğru kabul etmektedir. Ama, doğruluk, bilindiği gibi 
göreceli bir kavramdır. Herkese göre değişir. Bu sorun bugüne kadar çözülememiştir. Bugün 
bize kadar gelen sorun tarihsel bir mirastır. Bu miras iyi de olsa kötü de olsa bizimdir. Elbette 
ki bu tatsızlıklar olmasa daha iyi olurdu. İslamiyet uğruna bu kadar kan dökülmese daha iyi 
olurdu. Ama bunlar olmuş. Tarihten doğru dersler çıkaralım. 
58İntikamcı sonuçlar çıkarmayalım. Bütün Müslümanlar kardeştir. Bizim inandığımıza inanan 
da inanmayan da... Bütün insanlar da kardeştir. Başka dinlere inananlar da, hiçbir dine 
inanmayanlar da hala ağaçlara, hayvanlara tapan animistler de bizim kardeşimizdir. Artık 
dünya bütünleşiyor. Sadece bir dinin veya ülkenin sorunu olan sorunlar yoktur. Bütün dünya 
insanlığının sorunları ortaktır. Örneğin, enflasyon, kıtlık, yetersiz beslenme vs. bütün 
dünyanın sorunudur. Sağlık, kanser, AIDS bütün dünya insanlığının sorunudur. Çevre 
kirlenmesi, radyasyon, nükleer savaş ve buna benzer şeyler; bunlar, hangi din ve renkten 
olursa olsun bütün insanlığın sorunudur. O halde başımızı iki elimizin arasına koyalım ve 
düşünelim. 
Bu sorunlar kaşısında bizim hala Alevilik-Sünnilik gütmemiz ne kadar zavallı durumda 
olduğumuzu göstermiyor mu? Gene ülkemizdeki Alevilik olayına dönelim. Bugün Aleviliğin 
dini örf ve adetlerinin oldukça zayıfladığını da belirtmek gerekiyor. Bu olayın çok eski bir 
geçmişi vardır. Osmanlı’da merkezi bir dini yapısı olmayan Alevilik tabii ki gelişemezdi. 
Ancak varlığını her türlü zorluğa rağmen gizli olarak sürdürmeye çalışıyordu. O zamandan 
bugüne ayinlerde, inançlarda, folklorik yapıda önemli farklılıklar oluştu. 
Sünnilik camilerde örgütlü idi. Hatta Osmanlı’da padişah aynı zamanda en büyük dini 
temsilci olan halifedir. Zaten ülke şeriatla yönetiliyordu. Cumhuriyetle din ve devlet işleri 
ayrıldı. Hilafet kaldırıldı. Ama Sünnilik gene devlet dini ve merkezi bir yapı ile varlığını 
sürdürmeye devam etti. Bugün Diyanet İşleri aracılığıyla camilerde bu merkezi yapıya 
bağlıdır. Kısaca ülkemiz “laik”tir ama, devletin resmi bir dini vardır. Laik bir ülkede resmi 
din olmaması gerekir. Hem laiklik var, hem de din var.Bu olmaz. Resmi dinden de anlaşılan 
Hanefi mezhebidir. Ülkemizde demografik yapının sağlıklı tespiti için milyonlarca, 
milyarlarca masraf yapılarak beş yılda bir nüfus sayılı yapılıyor. Bu sayımlarda ana dili 
soruluyor. 
Ama özellikle Kürtçe, Ermenice, Rumca vs. kouşan insanlarımız ana dillerini nüfus sayım 
memuruna sakıncalı olur diye söyleyemiyorlar. Söylemek isteyenleri ise memur yazmıyor 
veya yazmak istemiyor... Gene bu sayımlarda “dini ve mezhebi nedir?” sorusu var. Ama, 
Sünniliğin dışında mezhep veya İslamiyet dışında din belirtmek veya adı geçen dinlere 
mensup olmadığını söylemek, insanlarımız için karakolu, cezaevini veya fişlenmeyi göze 
almak anlamına geliyor. Hatta bu tür cevapları sayın memurları yazmak istemiyor. Ayrıca 
nüfus cüzdanları bebek doğumu sırasında hazırlandığı için nüfus memuru dini ve mezhebi 
yerini zaten “bakanlık emri” diye “İslam” olarak dolduruyor. 
NÜfus sayımlarındaki cevabın da hiçbir anlamı olmuyor. Çünkü nüfus kütüğünü o cevap 
değiştiremiyor. Böylece hem laik bir ülke olduğumuzu iddia ediyoruz, hem de dinimiz İslam, 
mezhebimiz Hanefiliktir diyoruz. Bu durumda acaba Bulgaristan’a kızmaya hakkımız var 
mı.Bu haksızlığı onlar yaptığı için ayaklanıyoruz. Ama kendimizi görmüyoruz. Alevilikte din 
adamı olan dedeler Osmanlı’nın ilk zamanlarında Erdebil ve Hacı Bektaş dergahına bağlı 
olarak çalışıyordu. Atamaları bu merkezler yapardı. 
Sonra tek merkez Hacı Bektaş dergahı oldu. Ayrıca O’na bağlı, Rumeli İstanbul gibi 
dergahlar da vardı. Sonraki yıllarda bu merkezi yapı bozuldu. Dedelik kurumu merkezi 
yapısını kaybetti. Önceleri Hacı Bektaş Dergahı yetenekli din adamlarını dede olarak atardı, 
ama bu sistemin yerini giderek dedeliğin babadan oğula geçtiği sistem aldı. Böylece 
yeteneksiz ve Alevi ilkelerine göre eğitilmemiş kimseler de Alevilikte dede olabilmeye 
başlamıştı. Oysa Hacı Bektaş Dergahı, dede olacak adayların birçok seviyede eğitimden ve 
çeşitli testlerden geçirdikten sonra herhangi bir dergaha dede olarak gönderiyordu. Dede 
olacaklar, dünya nimetlerinden tamamen el etek çekiyorlar, kendilerini öncelikle Hakka ve 
halka adıyorlardı. Onların artık kendi hayatı ve bireysel yaşamları söz konusu değildi. 
Onlar Hakkın yani Tanrı’nın ilkelerini halka götüren birer derviş idiler. Birçok keramet 
sahibi, erdemli, ermiş insanlardı. Dedeler bu yüzden kutsal idiler. Halk bu ulu insanlara 
tapardı. Onlar yeryüzünde örnek insanlardı. Dedeler, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ilkeleri 
59doğrultusunda, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt aşkı ile halkı eğitiyorlar, onlara dini ve 
dünyevi konularda öncülük ediyorlardı. Eğitim ve öğretim dışında halkın her türlü sorunuyla 
uğraşmak da dedelerin görevleri arasında yer alıyordu. 
Daha önce de değindiğimiz gibi, merkezi yapı dağıldıktan sonra dedelik babadan oğula geçen 
bir saltanat kurumuna dönüştü. Böyle olunca seviye düştü. Birçok dede çocuğu, hak emeden 
dede oldu. Dedelik kurumunun haklı olarak kazandığı “itibar” giderek istismar edildi. Halk bu 
istismardan rahatsız oldu. Dedelik kurumuna tepki göstermeye başladı. Dedeler, halka hizmet 
eden “derviş”ler olmaktan çıkıp, toprak, köy, mülk sahibi “Ağa Dede”lere dönüştüler. Dedelik 
kurumunda bu değişim yaşanırken, Alevi toplumu da hızla bir değişim içine girmişti. Şehirli 
hayata geçen Alevilerin çocukları okumakta, yüksek okullu Alevi gençler çoğalmaktaydı. 
Batı’da (Almanya vs.) işçilik yapan Alevi işçiler artık farklı değer yargıları ile tanışmaktaydı. 
İşte böylece ortaya çıkan bu yeni kuşak uzun bir süredir dedeliği yargılamaktadır. 
Bu arada büyük şehirlerin gecekondularında oturan Alevi işçiler de bilinçlenmektedir. 
Ülkedeki sosyal ve siyasal gelişme ve değişme Alevi gençlerini ve toplumunu da 
etkilemektedir. Kültür dokularındaki yapı gereği devrimci,demokrat fikirler daha çok Alevi 
gençler ve Alevi kitle tarafından tasvip görmektedir. Sendikalı işçilerin çoğunluğunu Alevi 
işçiler oluşturmakta, öğrenci olaylarında Alevi gençler aktif rol oynamaktadır. 
Okuma yazma bile bilmeyen Alevi dedeler ise; bilinçlenen Alevi kitleye, eğitim görmüş 
üniversiteli Alevi gençlere önderlikte çok geride kalmaktadır. Ve Aleviler arasında demokrat 
ve materyalist düşünceler hızla yayılmaktadır. Bu olay, daha önce belirttiğimiz gibi devletin 
Alevi dinini yasaklayıcı politikası ile de birleşince sonuçta Alevi toplumu dinden 
uzaklaşmaktadır. Bugün Alevilik, dini bir ayrımdan çok siyasal, kültürel bir ayrımı ifade 
etmektedir. Alevilik doğuşu itibarı ile dinsel bir olay idi. Ama geçirdiği toplumsal evrelerden 
sonra artık çok farklı bir konuma ulaşmıştır. Günümüzde Alevilik kültürel bir kimilği ifade 
etmektedir. Alevilik doğuşu itibarı ile dinsel bir olay idi. Ama geçirdiği toplumsal evrelerden 
sonra artık çok farklı bir konuma ulaşmıştır. Günümüzde Alevilik kültürel bir kimliği ifade 
etmektedir. Bu da, çağdaş, ilerici, hoşgörülü, hümanist demokrat bir düşünce yapısıdır. 
Alevi dini ayinleri, artık yok denecek kadar az yapılıyor. Alevi dedeler tarihe karıştı desek 
abartmış olmayız. Evet Alevilik çözülüyor, dağılıyor. Ama Alevilik gene yaşıyor. Farklı 
misyon yüklenmiş olarak bugün de yaşıyor. Alevilik din olarak çözülüyor, dağılıyor. Fakat 
farklı bir konumda, bir yaşam biçimi olarak varlığını sürdürüyor. Alevilik günümüzde de 
yöresel olmaktan çıkıp evrensel denilebilecek ilkelere ulaşmış bulunuyor. Bu ilkeler çağdaş 
insan hak ve özgürlükleridir. Çağdaş dünyanın bilimsel doğrularının ışığında 
değerlendirilmesi ve insanlığa hizmet edecek şekilde değiştirilmesi uğraşıdır. 
İşte Alevilik bugün çağdaş görevini böylece yakalamış bulunuyor. Dünya kültür mozaiği 
içindeki yerini geçmişte olduğu gibi bugün de almış bulunuyor. Toplumsal değişime bağlı 
olarak Alevilik de bir değişimi yaşıyor. Bir yabancılaşma, bir kendini yadsıma elbette söz 
konusudur. Artık sadece muhalefet partilerine değil, iktidar partilerine de oy veriliyor. 
Sermaye kesimi ile, merkezi otorite ile küçük de olsa bir entegrasyon (bütünleşme) söz 
konusu. Ama ırmağın esas yönünü değiştirecek kadar değil. Ülkemizde yaşanan olumsuz 
toplumsal etkilenmeler Alevi kitle için de geçerli. 
Fakat genel olarak Alevilik tarihsel misyonu, yani haklı toplumsal muhalefetini günümüzde 
de tavizsiz olarak sürdürmektedir. Alevilik, her türlü toplumsal haksızlığa karşı mücadeleyi 
prensip edinmiş devrimci, demokrat düşüncenin en doğal müttefiği olan bir düşüncedir. 
Alevilik, Anadolu’daki tüm tarihsel haksızlıklara karşı bir başkaldırı hareketidir. Bu toprağın 
ürünüdür. Bir Anadolu hareketidir. Alevilik İslamiyet içinde, İslamiyetin yabancılaşmasına, 
dini istismarına, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeytine karşı Emevi ve Abbasi halifelerinin 
haksız ve insanlık dışı uygulamalarına karşı asırlar boyu süren muhalefet sonucunda 
oluşmuştur. İslamiyet içindeki bu muhalif akım, Selçuklu ve Osmanlı’nın Türklüğü ve 
60Anadolu’ya yabancılaşmasına; ekonomik, dini, sosyal ve siyasal alanlardaki her türlü baskıcı 
ve sömürücülüğüne karşı mücadelelerle devam etmiştir. 
Osmanlıdan sonra ise bu misyon Cumhuriyet yönetiminde devam etmiştir. Bugün de bir dizi 
değişikliğe rağmen esas rolünü devam ettirmektedir. Yani Alevilik; doğuştaki üç kaynağı 
olan; Hz. Ali ve Ehlibeytine olan aşırı sevgi, saygı ve bağlılık, Asya’dan gelen Tasavvuf ve 
çok tanrılı İslam öncesi dinler ile Anadolu’da bulunan çok tanrılı Anadolu din ve inançlardaki 
izlerle kalmadı. Buna doğuştan günümüze kadar verilen toplumsal mücadeleler de eklendi. 
Alevilik düşüncesi olgunlaştı ve bu haline ulaştı. Aleviliğin tarihi, İslamiyetin hilafet 
döneminden günümüze değin süren 1300 yıllık muhalefetin tarihidir. 1300 yıldır devam eden 
egemenlerin baskıcı ve sömürücü haksız yönetimlerine karşı onurlu bir başkaldırı tarihidir. 
Demokratik ve devrimci bir halk muhalefetidir. 
Sonuç Yerine - Ekler
Daha önce de belirttiğimiz gibi Aleviler bugün ülkemiz nüfusunun önemli bir çoğunluğunu 
oluşturuyorlar. Nüfusumuz 60 milyon kabul edilirse bunun 18-20 milyonu Alevi tahmin 
edilmektedir. Fakat Aleviler tarihimizin hiçbir döneminde demokratik olarak temsil 
edilmemişlerdir. 
 
Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklar için çok hoşgörülü olduğunu tarihçiler yazarlar. Bu 
genel olarak doğrudur. Ama Aleviler için geçerli değildir. Osmanlı, Alevilerin varlığını bile 
kabul etmemiştir. Onları yok saymıştır. Aynı dinden ama farklı mezhepten olduğu için 
Osmanlı Alevileri yok saymıştır. Onlara azınlık hak ve özgürlüklerini tanımamıştır. Alevi 
olmak “suç”unu işlemiş olan bu insanlar sürekli izlenmiş baskı altına alınmış, işkence 
görmüş, darağaçlarına çekilmişlerdir. Bu yaklaşım biçimsel farklılıklara rağmen Cumhuriyet 
yönetiminde de devam etmiştir. Cumhuriyet yönetimi de yalnız Hıristiyan olan halkları 
azınlık statüsü içinde görmüştür. Hıristiyan azınlıkların demokratik hak ve özgürlüklerinin 
olması elbette iyi bir şeydir. Hıristiyanların ve Yahudilerin ayrı ibadet yerlerine, ayrı okullara, 
ayrı mezarlıklara sahip olmaları, kendi dillerinde gazete, dergi çıkarmaları, eğitim yapmaları 
doğal haklarıdır. Ermeni, Rum, İtalyan, Fransız, Süryani vs. azınlıkların kiliseleri olduğu gibi 
bunlar içindeki mezhep ve tarikatların bile kilise, okul, mezarlık ve gazeteleri vardır. Ama bu 
adı geçen kitleden bazılarının nüfusu 100.000’i bile bulamazken, 20 milyon civarındaki 
Alevilerin bu azınlık haklarından yararlanmaları ve yararlanmak istemeleri çok mu yanlıştır?
Üstelik Aleviler de Müslümandır. Ama İslamiyeti yorumlamaları farklıdır, mezhepleri 
farklıdır. Onlar da İslamiyete inanıyor, ibadet yapıyor. Namazları var ama adına halka namazı 
diyorlar. Oruç tutuyorlar ama 30 değil, 12 gün tutuyorlar. Hac için Hacer-ül Esved’i değil, Hz. 
Ali ve Ehlibeytinin Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer Anadolu evliyalarının türbelerini ziyarete 
gidiyorlar, vs. 
 
O halde Alevilere karşı tarihsel bir haksızlık söz konusudur. Bu haksızlığa karşı olmak da her 
insanın insan olmasının gereğidir. Bunu savunmak bölücülük, ayrımcılık değil, 
birleştiriciliktir, kardeşliktir. Bunun tersi ise, bölücülüktür, bu tarihsel haksızlığa destek 
olmaktır. Bunun sorumluluğu daha ağırdır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...