GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK
Günümüzde Alevilik, önemli değişimler geçirmiş
olarak varlığını sürdürüyor. 1960 öncesine göre, hayli farklı durumda. Artık blok bir
Alevilikten söz edemeyiz. Aleviler 1960’lı yıllardan bu yana hayli gelişmiş, değişmiş ve bu
değişime bağlı olarak da toplumsal yapı içindeki yerlerini almışlardır. Artık kabul etmesek de,
görmezlikten gelsek de Aleviler, Türk siyasal hayatında, ekonomik yapıda, sosyal yaşamda
meşru zeminlerde yerlerini almışlardır. Bu gerçeği yok saymak mümkün değildir.
Yakın geçmişe kadar Aleviler Sosyal Demokrat veya Sosyalist siyasal parti, grup ve kişileri
desteklerlerdi. CHP’nin ve TİP’in önemli, Türkiye Birlik Partisi’nin tek oy kanağı Aleviler
idi. TİP’in solundaki siyasal grupların en önemli tabanı da gene Alevi kitle idi. Ama bugün
durum çok değişmiştir. Bu siyasal yapıları destekleyen kitle gene var. Ama ANAP’a giden
önemli bir Alevi oyu da var. 1982 askeri müdahalesi ve Anayasası en olumsuz yüzünü
Alevilere göstermiştir. Buna rağmen Alevilerin de oyları ile (% 92) onaylanmıştır.
Sağ muhafazakar partiler olan ANAP, DYP ve MDP kendi seçim bölgelerinde listelerine
Alevi adaylar koymuşlardır. Bu yıl öldürülen İstanbul Ticaret Odası Başkanı Niyazi Adıgüzel,
ANAP adayı ve eski MHP’li, ama aynı zamanda Alevi idi. Bu olay Aleviler açısından
oldukça anlamlıdır. Sağ partiler artık seçim siyasetlerinde Alevi oylarının kazanılmasının
hesaplarını da yapıyorlar. 1950 öncesi Anadolu’da birçok şehir ve kasabada bakkal dükkanına
bile sahip olmayan Aleviler, artık büyük şehirlerde şirket ve holding sahibi oldular.
İthalat ve ihracatta de etkili olan Aleviler bugün Türkiye pazarında önemli bir payı elde etmiş
durumdadırlar. Alevilerin ekonomik gelişimi, siyasal ve sosyal alanlarda da rol almalarını
sağlamıştır. Aleviler bugün 20 milyon civarında nüfusa ve 5 milyon civarında seçmene
sahiptir. Bu, bir siyasal partiyi tek başına iktidar yapacak sayısal güç demektir. Yani, siyasal
partiler için önemli bir oy deposu konumundadırlar. Aleviler siyasal ve konomik alanda meşru
olarak kabul edilmelerine rağmen,dini alanda aynı hoşgörü ile karşılanmamaktadır. Bugün
bile bu önemli kitlenin dini ayinleri, inançları, yaptıkları ibadetler meşru sayılmamaktadır.
Osmanlı döneminde Alevilerin ibadet biçimi olan Cem ayinlerine ilişkin yasaklar, baskılar,
Cumhuriyet dömeminde de ne yazık ki devam etmiştir.
Halk ibadetini gizli olarak geceleri yaparak sürdürmüştür. Bu yüzden tutuklanmalar,
işkenceler olmuştur. Şimdi bu genişkitlenin ibadet biçimlerine kısaca bir göz atalım:Aleviler
Muharrem ayında (yılda 12 gün) Kerbela şehitleri anısına oruç tutarlar. Bu oruç sırasında su
içilmez ve et yenmez. Kesici şeyler ele alınmaz. 12 günlük orucun sonunda Aşure günü
yapılır. O gün aşure pişirilip yenir, kurban kesilir, dualar okunur, Cem ayini yapılır, Kerbela
şehitleri ve Ehlibeyt soyu anılır. Aleviler, periyodik olmasa da özellikle kış aylarında haftada
bir, cuma akşamları Cem ayini yaparlar. Bu ayinlerde bağlama çalını, Hz. Ali, On İki İmam
ve Ehlibeyt üzerine yazılmış çeşitli nefesler okunur.
Bunlar daha ziyade Pir Sultan ABdal, Şah İsmail, Nesimi ve çeşitil Alevi ozanların bağlama
eşliğinde söylenen eserleridir. Cem ayinlerine yalnız erkekler değil, kadınlar da katılır. Ortak
halka namazı kılınır, müzik eşliğinde kadınlı erkekli semahlar yapılır. Ayinlerin tüm
57sorumluluğu dedelere aittir. Bu cemler aynı zamanda o toplum için bir dini eğitim ve öğretim
kurumu işlevini görür. Hatta bunlar, suç işleyenlerin yargılandığı bir tür halk mahkemesi
işlevini de üstlenirler. Bu ayinler, merkezi bir yapı oluşturmadığı için zamanla yörelere göre
değişimler göstermişlerdir. Örneğin; Trakya’da cemlere bekarlar alınmazken, Doğu
Anadolu’da yediden yetmişe kadın erkek herkes katılır.
Batı’da bazı yörelerde dem kabul edilen şarap içilirken Doğu’da şarap, içki vs. kesinlikle
içilmez. Bu farklılıklar uzun yıllar devam eden merkezi iletişimin olmamasından
kaynaklanmıştır. Yoksa öz aynıdır, değişim yalnızca biçimseldir. Cumhuriyet yönetimi devlet
ve din işlerni birbirinden ayırmıştır. Hatta din işlerinden sorumlu olarak daha sonra Diyanet
İşleri kurulmuştur. Fakat bir devlet bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Diyanet İşleri
Başkanlığı yalnız Sünni Müslümanlara hizmet götürmektedir. Bütün bu dönem boyunca
Alevilerin dini ihtiyacı yok sayılmış, onlara hiçbir dini hizmet götürülmemiştir. Diyanet İşleri
hakim mezhep olan Sünniliğe hizmet götürmüştür.
Azınlık mezheplere, onlar içindeki en büyük kitleye hiçbir hizmet götürmediği gibi
suçlamalar yapmaya, Aleviliği kötülemeye devam etmiştir. Camilerdeki uygulamalar ve
zaman zaman verilen fetvalar Emevi camilerini aratmayacak boyutlara ulaşmıştır. Alevilerin
İslamiyetten ve Cami’den uzaklaşmalarına Cumhuriyet yönetimleri ve Diyanet İşleri önemli
ölçüde yardımcı olmuşlardır. Alevilerin Sünnileştiremedikleri gibi, onları neredeyse
dinsizleştirmişlerdir. Belki de artık Alevileri ibadet (Cem ayini) yapacağı yerleri bugün devlet
açsa bile oralara gidecek Alevi bulunmayacaktır.
Alevilerin en önemli sorunlarından biri de, cenaze namazı meselesidir. Alevilerin büyük
çoğunluğu bugün ülkemizde camilere gitmemektedir. Giden kısım küçük bir kesimdir. Böyle
olunca, doğumundan öldüğü güne kadar camiye gitmeyen insanı biz ölünce cenaze namazı
için camiye götürmekteyiz. Alevi kitle doğası gereği camide kılınan namazı bilmez. Bu olay
ölenin akrabaları ve çevresi için çok güç bir durum yaratmaktadır. Zaten çoğu yerde cami
imamı, ölen Alevi ise, cenaze namazını kılmak istememekte, arkasından tartışmalar ve
tatsızlıklar çıkmaktadır. Doğumdan ölümüne kadar Alevi mezhebinin inancına göre yaşamını
sürdüren kişi, ölünce Sünni inancına göre cenaze namazı kılınmaktadır. Bu çok büyük bir
çelişkidir ve rahatsızlık verici bir durumdur. Bu sorunun çözüm yolu, giderleri Aleviler’in de
katkıda bulunduğu bütçeden karşılanan Diyanet İşleri’nin Aleviler’e de dini hizmet
götürmesidir.
Tabii, bu hizmetin amacı Sünni din adamları vasıtası ile Aleviler’i Sünni’leştirmek değil,
Alevi din adamları vasıtası ile Aleviler’e dini hizmet götürmek olmalıdır. Alevi din
adamlarının yetişmesi için de isteyen Alei çocukları için Milli Eğitim Bakanlığı böyle bir
eğitim programını İmam Hatip Okullarında uygulamalıdır. Bunun dünyada örnekleri vardır.
Hıristiyanlık içindeki farklı mezheplere kiliseler benzer biçimde hizmet vermektedir.
Humeyni İranı’nda hakim mezhep Caferi mezhebidir. Ama diğer mezheplere de kendi
inançlarına uygun dini hizmetler götürmektedir. Hatta bir yörede çoğunluk Caferi mezhebi
dışındaki bir mezhebe ait ise orada Caferi mezhebi azınlık mezhep sayılmaktadır.
Kardeşlik ve barış ancak böyle sağlanacağı için bu çözüm bize de örnek olmalıdır. Azınlık
olsun çoğunluk olsun bütün mezheplerin, tarikatların temeli İslam dinidir. Bir dinin veya
mezhebin doğru veya yanlış olması çoğunluk veya azınlık olmalarına bağlı değildir. Hz.
Muhammed zamanında mezhep, tarikat vs. yoktu. Kur’an’da da mezhep ve tarikat diye bir
olgu yoktur. Hepsi daha sonraki çeşitli tarihi olayların ardından ortaya çıkmıştır. Mezhep ve
tarikat mensupları kendi mezheplerini doğru kabul etmektedir. Ama, doğruluk, bilindiği gibi
göreceli bir kavramdır. Herkese göre değişir. Bu sorun bugüne kadar çözülememiştir. Bugün
bize kadar gelen sorun tarihsel bir mirastır. Bu miras iyi de olsa kötü de olsa bizimdir. Elbette
ki bu tatsızlıklar olmasa daha iyi olurdu. İslamiyet uğruna bu kadar kan dökülmese daha iyi
olurdu. Ama bunlar olmuş. Tarihten doğru dersler çıkaralım.
58İntikamcı sonuçlar çıkarmayalım. Bütün Müslümanlar kardeştir. Bizim inandığımıza inanan
da inanmayan da... Bütün insanlar da kardeştir. Başka dinlere inananlar da, hiçbir dine
inanmayanlar da hala ağaçlara, hayvanlara tapan animistler de bizim kardeşimizdir. Artık
dünya bütünleşiyor. Sadece bir dinin veya ülkenin sorunu olan sorunlar yoktur. Bütün dünya
insanlığının sorunları ortaktır. Örneğin, enflasyon, kıtlık, yetersiz beslenme vs. bütün
dünyanın sorunudur. Sağlık, kanser, AIDS bütün dünya insanlığının sorunudur. Çevre
kirlenmesi, radyasyon, nükleer savaş ve buna benzer şeyler; bunlar, hangi din ve renkten
olursa olsun bütün insanlığın sorunudur. O halde başımızı iki elimizin arasına koyalım ve
düşünelim.
Bu sorunlar kaşısında bizim hala Alevilik-Sünnilik gütmemiz ne kadar zavallı durumda
olduğumuzu göstermiyor mu? Gene ülkemizdeki Alevilik olayına dönelim. Bugün Aleviliğin
dini örf ve adetlerinin oldukça zayıfladığını da belirtmek gerekiyor. Bu olayın çok eski bir
geçmişi vardır. Osmanlı’da merkezi bir dini yapısı olmayan Alevilik tabii ki gelişemezdi.
Ancak varlığını her türlü zorluğa rağmen gizli olarak sürdürmeye çalışıyordu. O zamandan
bugüne ayinlerde, inançlarda, folklorik yapıda önemli farklılıklar oluştu.
Sünnilik camilerde örgütlü idi. Hatta Osmanlı’da padişah aynı zamanda en büyük dini
temsilci olan halifedir. Zaten ülke şeriatla yönetiliyordu. Cumhuriyetle din ve devlet işleri
ayrıldı. Hilafet kaldırıldı. Ama Sünnilik gene devlet dini ve merkezi bir yapı ile varlığını
sürdürmeye devam etti. Bugün Diyanet İşleri aracılığıyla camilerde bu merkezi yapıya
bağlıdır. Kısaca ülkemiz “laik”tir ama, devletin resmi bir dini vardır. Laik bir ülkede resmi
din olmaması gerekir. Hem laiklik var, hem de din var.Bu olmaz. Resmi dinden de anlaşılan
Hanefi mezhebidir. Ülkemizde demografik yapının sağlıklı tespiti için milyonlarca,
milyarlarca masraf yapılarak beş yılda bir nüfus sayılı yapılıyor. Bu sayımlarda ana dili
soruluyor.
Ama özellikle Kürtçe, Ermenice, Rumca vs. kouşan insanlarımız ana dillerini nüfus sayım
memuruna sakıncalı olur diye söyleyemiyorlar. Söylemek isteyenleri ise memur yazmıyor
veya yazmak istemiyor... Gene bu sayımlarda “dini ve mezhebi nedir?” sorusu var. Ama,
Sünniliğin dışında mezhep veya İslamiyet dışında din belirtmek veya adı geçen dinlere
mensup olmadığını söylemek, insanlarımız için karakolu, cezaevini veya fişlenmeyi göze
almak anlamına geliyor. Hatta bu tür cevapları sayın memurları yazmak istemiyor. Ayrıca
nüfus cüzdanları bebek doğumu sırasında hazırlandığı için nüfus memuru dini ve mezhebi
yerini zaten “bakanlık emri” diye “İslam” olarak dolduruyor.
NÜfus sayımlarındaki cevabın da hiçbir anlamı olmuyor. Çünkü nüfus kütüğünü o cevap
değiştiremiyor. Böylece hem laik bir ülke olduğumuzu iddia ediyoruz, hem de dinimiz İslam,
mezhebimiz Hanefiliktir diyoruz. Bu durumda acaba Bulgaristan’a kızmaya hakkımız var
mı.Bu haksızlığı onlar yaptığı için ayaklanıyoruz. Ama kendimizi görmüyoruz. Alevilikte din
adamı olan dedeler Osmanlı’nın ilk zamanlarında Erdebil ve Hacı Bektaş dergahına bağlı
olarak çalışıyordu. Atamaları bu merkezler yapardı.
Sonra tek merkez Hacı Bektaş dergahı oldu. Ayrıca O’na bağlı, Rumeli İstanbul gibi
dergahlar da vardı. Sonraki yıllarda bu merkezi yapı bozuldu. Dedelik kurumu merkezi
yapısını kaybetti. Önceleri Hacı Bektaş Dergahı yetenekli din adamlarını dede olarak atardı,
ama bu sistemin yerini giderek dedeliğin babadan oğula geçtiği sistem aldı. Böylece
yeteneksiz ve Alevi ilkelerine göre eğitilmemiş kimseler de Alevilikte dede olabilmeye
başlamıştı. Oysa Hacı Bektaş Dergahı, dede olacak adayların birçok seviyede eğitimden ve
çeşitli testlerden geçirdikten sonra herhangi bir dergaha dede olarak gönderiyordu. Dede
olacaklar, dünya nimetlerinden tamamen el etek çekiyorlar, kendilerini öncelikle Hakka ve
halka adıyorlardı. Onların artık kendi hayatı ve bireysel yaşamları söz konusu değildi.
Onlar Hakkın yani Tanrı’nın ilkelerini halka götüren birer derviş idiler. Birçok keramet
sahibi, erdemli, ermiş insanlardı. Dedeler bu yüzden kutsal idiler. Halk bu ulu insanlara
tapardı. Onlar yeryüzünde örnek insanlardı. Dedeler, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ilkeleri
59doğrultusunda, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt aşkı ile halkı eğitiyorlar, onlara dini ve
dünyevi konularda öncülük ediyorlardı. Eğitim ve öğretim dışında halkın her türlü sorunuyla
uğraşmak da dedelerin görevleri arasında yer alıyordu.
Daha önce de değindiğimiz gibi, merkezi yapı dağıldıktan sonra dedelik babadan oğula geçen
bir saltanat kurumuna dönüştü. Böyle olunca seviye düştü. Birçok dede çocuğu, hak emeden
dede oldu. Dedelik kurumunun haklı olarak kazandığı “itibar” giderek istismar edildi. Halk bu
istismardan rahatsız oldu. Dedelik kurumuna tepki göstermeye başladı. Dedeler, halka hizmet
eden “derviş”ler olmaktan çıkıp, toprak, köy, mülk sahibi “Ağa Dede”lere dönüştüler. Dedelik
kurumunda bu değişim yaşanırken, Alevi toplumu da hızla bir değişim içine girmişti. Şehirli
hayata geçen Alevilerin çocukları okumakta, yüksek okullu Alevi gençler çoğalmaktaydı.
Batı’da (Almanya vs.) işçilik yapan Alevi işçiler artık farklı değer yargıları ile tanışmaktaydı.
İşte böylece ortaya çıkan bu yeni kuşak uzun bir süredir dedeliği yargılamaktadır.
Bu arada büyük şehirlerin gecekondularında oturan Alevi işçiler de bilinçlenmektedir.
Ülkedeki sosyal ve siyasal gelişme ve değişme Alevi gençlerini ve toplumunu da
etkilemektedir. Kültür dokularındaki yapı gereği devrimci,demokrat fikirler daha çok Alevi
gençler ve Alevi kitle tarafından tasvip görmektedir. Sendikalı işçilerin çoğunluğunu Alevi
işçiler oluşturmakta, öğrenci olaylarında Alevi gençler aktif rol oynamaktadır.
Okuma yazma bile bilmeyen Alevi dedeler ise; bilinçlenen Alevi kitleye, eğitim görmüş
üniversiteli Alevi gençlere önderlikte çok geride kalmaktadır. Ve Aleviler arasında demokrat
ve materyalist düşünceler hızla yayılmaktadır. Bu olay, daha önce belirttiğimiz gibi devletin
Alevi dinini yasaklayıcı politikası ile de birleşince sonuçta Alevi toplumu dinden
uzaklaşmaktadır. Bugün Alevilik, dini bir ayrımdan çok siyasal, kültürel bir ayrımı ifade
etmektedir. Alevilik doğuşu itibarı ile dinsel bir olay idi. Ama geçirdiği toplumsal evrelerden
sonra artık çok farklı bir konuma ulaşmıştır. Günümüzde Alevilik kültürel bir kimilği ifade
etmektedir. Alevilik doğuşu itibarı ile dinsel bir olay idi. Ama geçirdiği toplumsal evrelerden
sonra artık çok farklı bir konuma ulaşmıştır. Günümüzde Alevilik kültürel bir kimliği ifade
etmektedir. Bu da, çağdaş, ilerici, hoşgörülü, hümanist demokrat bir düşünce yapısıdır.
Alevi dini ayinleri, artık yok denecek kadar az yapılıyor. Alevi dedeler tarihe karıştı desek
abartmış olmayız. Evet Alevilik çözülüyor, dağılıyor. Ama Alevilik gene yaşıyor. Farklı
misyon yüklenmiş olarak bugün de yaşıyor. Alevilik din olarak çözülüyor, dağılıyor. Fakat
farklı bir konumda, bir yaşam biçimi olarak varlığını sürdürüyor. Alevilik günümüzde de
yöresel olmaktan çıkıp evrensel denilebilecek ilkelere ulaşmış bulunuyor. Bu ilkeler çağdaş
insan hak ve özgürlükleridir. Çağdaş dünyanın bilimsel doğrularının ışığında
değerlendirilmesi ve insanlığa hizmet edecek şekilde değiştirilmesi uğraşıdır.
İşte Alevilik bugün çağdaş görevini böylece yakalamış bulunuyor. Dünya kültür mozaiği
içindeki yerini geçmişte olduğu gibi bugün de almış bulunuyor. Toplumsal değişime bağlı
olarak Alevilik de bir değişimi yaşıyor. Bir yabancılaşma, bir kendini yadsıma elbette söz
konusudur. Artık sadece muhalefet partilerine değil, iktidar partilerine de oy veriliyor.
Sermaye kesimi ile, merkezi otorite ile küçük de olsa bir entegrasyon (bütünleşme) söz
konusu. Ama ırmağın esas yönünü değiştirecek kadar değil. Ülkemizde yaşanan olumsuz
toplumsal etkilenmeler Alevi kitle için de geçerli.
Fakat genel olarak Alevilik tarihsel misyonu, yani haklı toplumsal muhalefetini günümüzde
de tavizsiz olarak sürdürmektedir. Alevilik, her türlü toplumsal haksızlığa karşı mücadeleyi
prensip edinmiş devrimci, demokrat düşüncenin en doğal müttefiği olan bir düşüncedir.
Alevilik, Anadolu’daki tüm tarihsel haksızlıklara karşı bir başkaldırı hareketidir. Bu toprağın
ürünüdür. Bir Anadolu hareketidir. Alevilik İslamiyet içinde, İslamiyetin yabancılaşmasına,
dini istismarına, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeytine karşı Emevi ve Abbasi halifelerinin
haksız ve insanlık dışı uygulamalarına karşı asırlar boyu süren muhalefet sonucunda
oluşmuştur. İslamiyet içindeki bu muhalif akım, Selçuklu ve Osmanlı’nın Türklüğü ve
60Anadolu’ya yabancılaşmasına; ekonomik, dini, sosyal ve siyasal alanlardaki her türlü baskıcı
ve sömürücülüğüne karşı mücadelelerle devam etmiştir.
Osmanlıdan sonra ise bu misyon Cumhuriyet yönetiminde devam etmiştir. Bugün de bir dizi
değişikliğe rağmen esas rolünü devam ettirmektedir. Yani Alevilik; doğuştaki üç kaynağı
olan; Hz. Ali ve Ehlibeytine olan aşırı sevgi, saygı ve bağlılık, Asya’dan gelen Tasavvuf ve
çok tanrılı İslam öncesi dinler ile Anadolu’da bulunan çok tanrılı Anadolu din ve inançlardaki
izlerle kalmadı. Buna doğuştan günümüze kadar verilen toplumsal mücadeleler de eklendi.
Alevilik düşüncesi olgunlaştı ve bu haline ulaştı. Aleviliğin tarihi, İslamiyetin hilafet
döneminden günümüze değin süren 1300 yıllık muhalefetin tarihidir. 1300 yıldır devam eden
egemenlerin baskıcı ve sömürücü haksız yönetimlerine karşı onurlu bir başkaldırı tarihidir.
Demokratik ve devrimci bir halk muhalefetidir.
Sonuç Yerine - Ekler
Daha önce de belirttiğimiz gibi Aleviler bugün ülkemiz nüfusunun önemli bir çoğunluğunu
oluşturuyorlar. Nüfusumuz 60 milyon kabul edilirse bunun 18-20 milyonu Alevi tahmin
edilmektedir. Fakat Aleviler tarihimizin hiçbir döneminde demokratik olarak temsil
edilmemişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklar için çok hoşgörülü olduğunu tarihçiler yazarlar. Bu
genel olarak doğrudur. Ama Aleviler için geçerli değildir. Osmanlı, Alevilerin varlığını bile
kabul etmemiştir. Onları yok saymıştır. Aynı dinden ama farklı mezhepten olduğu için
Osmanlı Alevileri yok saymıştır. Onlara azınlık hak ve özgürlüklerini tanımamıştır. Alevi
olmak “suç”unu işlemiş olan bu insanlar sürekli izlenmiş baskı altına alınmış, işkence
görmüş, darağaçlarına çekilmişlerdir. Bu yaklaşım biçimsel farklılıklara rağmen Cumhuriyet
yönetiminde de devam etmiştir. Cumhuriyet yönetimi de yalnız Hıristiyan olan halkları
azınlık statüsü içinde görmüştür. Hıristiyan azınlıkların demokratik hak ve özgürlüklerinin
olması elbette iyi bir şeydir. Hıristiyanların ve Yahudilerin ayrı ibadet yerlerine, ayrı okullara,
ayrı mezarlıklara sahip olmaları, kendi dillerinde gazete, dergi çıkarmaları, eğitim yapmaları
doğal haklarıdır. Ermeni, Rum, İtalyan, Fransız, Süryani vs. azınlıkların kiliseleri olduğu gibi
bunlar içindeki mezhep ve tarikatların bile kilise, okul, mezarlık ve gazeteleri vardır. Ama bu
adı geçen kitleden bazılarının nüfusu 100.000’i bile bulamazken, 20 milyon civarındaki
Alevilerin bu azınlık haklarından yararlanmaları ve yararlanmak istemeleri çok mu yanlıştır?
Üstelik Aleviler de Müslümandır. Ama İslamiyeti yorumlamaları farklıdır, mezhepleri
farklıdır. Onlar da İslamiyete inanıyor, ibadet yapıyor. Namazları var ama adına halka namazı
diyorlar. Oruç tutuyorlar ama 30 değil, 12 gün tutuyorlar. Hac için Hacer-ül Esved’i değil, Hz.
Ali ve Ehlibeytinin Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer Anadolu evliyalarının türbelerini ziyarete
gidiyorlar, vs.
O halde Alevilere karşı tarihsel bir haksızlık söz konusudur. Bu haksızlığa karşı olmak da her
insanın insan olmasının gereğidir. Bunu savunmak bölücülük, ayrımcılık değil,
birleştiriciliktir, kardeşliktir. Bunun tersi ise, bölücülüktür, bu tarihsel haksızlığa destek
olmaktır. Bunun sorumluluğu daha ağırdır.