09 Ekim 2013

GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK


GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK 

Günümüzde Alevilik, önemli değişimler geçirmiş 
olarak varlığını sürdürüyor. 1960 öncesine göre, hayli farklı durumda. Artık blok bir 
Alevilikten söz edemeyiz. Aleviler 1960’lı yıllardan bu yana hayli gelişmiş, değişmiş ve bu 
değişime bağlı olarak da toplumsal yapı içindeki yerlerini almışlardır. Artık kabul etmesek de, 
görmezlikten gelsek de Aleviler, Türk siyasal hayatında, ekonomik yapıda, sosyal yaşamda 
meşru zeminlerde yerlerini almışlardır. Bu gerçeği yok saymak mümkün değildir. 
Yakın geçmişe kadar Aleviler Sosyal Demokrat veya Sosyalist siyasal parti, grup ve kişileri 
desteklerlerdi. CHP’nin ve TİP’in önemli, Türkiye Birlik Partisi’nin tek oy kanağı Aleviler 
idi. TİP’in solundaki siyasal grupların en önemli tabanı da gene Alevi kitle idi. Ama bugün 
durum çok değişmiştir. Bu siyasal yapıları destekleyen kitle gene var. Ama ANAP’a giden 
önemli bir Alevi oyu da var. 1982 askeri müdahalesi ve Anayasası en olumsuz yüzünü 
Alevilere göstermiştir. Buna rağmen Alevilerin de oyları ile (% 92) onaylanmıştır. 
Sağ muhafazakar partiler olan ANAP, DYP ve MDP kendi seçim bölgelerinde listelerine 
Alevi adaylar koymuşlardır. Bu yıl öldürülen İstanbul Ticaret Odası Başkanı Niyazi Adıgüzel, 
ANAP adayı ve eski MHP’li, ama aynı zamanda Alevi idi. Bu olay Aleviler açısından 
oldukça anlamlıdır. Sağ partiler artık seçim siyasetlerinde Alevi oylarının kazanılmasının 
hesaplarını da yapıyorlar. 1950 öncesi Anadolu’da birçok şehir ve kasabada bakkal dükkanına 
bile sahip olmayan Aleviler, artık büyük şehirlerde şirket ve holding sahibi oldular. 
İthalat ve ihracatta de etkili olan Aleviler bugün Türkiye pazarında önemli bir payı elde etmiş 
durumdadırlar. Alevilerin ekonomik gelişimi, siyasal ve sosyal alanlarda da rol almalarını 
sağlamıştır. Aleviler bugün 20 milyon civarında nüfusa ve 5 milyon civarında seçmene 
sahiptir. Bu, bir siyasal partiyi tek başına iktidar yapacak sayısal güç demektir. Yani, siyasal 
partiler için önemli bir oy deposu konumundadırlar. Aleviler siyasal ve konomik alanda meşru 
olarak kabul edilmelerine rağmen,dini alanda aynı hoşgörü ile karşılanmamaktadır. Bugün 
bile bu önemli kitlenin dini ayinleri, inançları, yaptıkları ibadetler meşru sayılmamaktadır. 
Osmanlı döneminde Alevilerin ibadet biçimi olan Cem ayinlerine ilişkin yasaklar, baskılar, 
Cumhuriyet dömeminde de ne yazık ki devam etmiştir. 
Halk ibadetini gizli olarak geceleri yaparak sürdürmüştür. Bu yüzden tutuklanmalar, 
işkenceler olmuştur. Şimdi bu genişkitlenin ibadet biçimlerine kısaca bir göz atalım:Aleviler 
Muharrem ayında (yılda 12 gün) Kerbela şehitleri anısına oruç tutarlar. Bu oruç sırasında su 
içilmez ve et yenmez. Kesici şeyler ele alınmaz. 12 günlük orucun sonunda Aşure günü 
yapılır. O gün aşure pişirilip yenir, kurban kesilir, dualar okunur, Cem ayini yapılır, Kerbela 
şehitleri ve Ehlibeyt soyu anılır. Aleviler, periyodik olmasa da özellikle kış aylarında haftada 
bir, cuma akşamları Cem ayini yaparlar. Bu ayinlerde bağlama çalını, Hz. Ali, On İki İmam 
ve Ehlibeyt üzerine yazılmış çeşitli nefesler okunur. 
Bunlar daha ziyade Pir Sultan ABdal, Şah İsmail, Nesimi ve çeşitil Alevi ozanların bağlama 
eşliğinde söylenen eserleridir. Cem ayinlerine yalnız erkekler değil, kadınlar da katılır. Ortak 
halka namazı kılınır, müzik eşliğinde kadınlı erkekli semahlar yapılır. Ayinlerin tüm 
57sorumluluğu dedelere aittir. Bu cemler aynı zamanda o toplum için bir dini eğitim ve öğretim 
kurumu işlevini görür. Hatta bunlar, suç işleyenlerin yargılandığı bir tür halk mahkemesi 
işlevini de üstlenirler. Bu ayinler, merkezi bir yapı oluşturmadığı için zamanla yörelere göre 
değişimler göstermişlerdir. Örneğin; Trakya’da cemlere bekarlar alınmazken, Doğu 
Anadolu’da yediden yetmişe kadın erkek herkes katılır. 
Batı’da bazı yörelerde dem kabul edilen şarap içilirken Doğu’da şarap, içki vs. kesinlikle 
içilmez. Bu farklılıklar uzun yıllar devam eden merkezi iletişimin olmamasından 
kaynaklanmıştır. Yoksa öz aynıdır, değişim yalnızca biçimseldir. Cumhuriyet yönetimi devlet 
ve din işlerni birbirinden ayırmıştır. Hatta din işlerinden sorumlu olarak daha sonra Diyanet 
İşleri kurulmuştur. Fakat bir devlet bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Diyanet İşleri 
Başkanlığı yalnız Sünni Müslümanlara hizmet götürmektedir. Bütün bu dönem boyunca 
Alevilerin dini ihtiyacı yok sayılmış, onlara hiçbir dini hizmet götürülmemiştir. Diyanet İşleri 
hakim mezhep olan Sünniliğe hizmet götürmüştür. 
Azınlık mezheplere, onlar içindeki en büyük kitleye hiçbir hizmet götürmediği gibi 
suçlamalar yapmaya, Aleviliği kötülemeye devam etmiştir. Camilerdeki uygulamalar ve 
zaman zaman verilen fetvalar Emevi camilerini aratmayacak boyutlara ulaşmıştır. Alevilerin 
İslamiyetten ve Cami’den uzaklaşmalarına Cumhuriyet yönetimleri ve Diyanet İşleri önemli 
ölçüde yardımcı olmuşlardır. Alevilerin Sünnileştiremedikleri gibi, onları neredeyse 
dinsizleştirmişlerdir. Belki de artık Alevileri ibadet (Cem ayini) yapacağı yerleri bugün devlet 
açsa bile oralara gidecek Alevi bulunmayacaktır. 
Alevilerin en önemli sorunlarından biri de, cenaze namazı meselesidir. Alevilerin büyük 
çoğunluğu bugün ülkemizde camilere gitmemektedir. Giden kısım küçük bir kesimdir. Böyle 
olunca, doğumundan öldüğü güne kadar camiye gitmeyen insanı biz ölünce cenaze namazı 
için camiye götürmekteyiz. Alevi kitle doğası gereği camide kılınan namazı bilmez. Bu olay 
ölenin akrabaları ve çevresi için çok güç bir durum yaratmaktadır. Zaten çoğu yerde cami 
imamı, ölen Alevi ise, cenaze namazını kılmak istememekte, arkasından tartışmalar ve 
tatsızlıklar çıkmaktadır. Doğumdan ölümüne kadar Alevi mezhebinin inancına göre yaşamını 
sürdüren kişi, ölünce Sünni inancına göre cenaze namazı kılınmaktadır. Bu çok büyük bir 
çelişkidir ve rahatsızlık verici bir durumdur. Bu sorunun çözüm yolu, giderleri Aleviler’in de 
katkıda bulunduğu bütçeden karşılanan Diyanet İşleri’nin Aleviler’e de dini hizmet 
götürmesidir. 
Tabii, bu hizmetin amacı Sünni din adamları vasıtası ile Aleviler’i Sünni’leştirmek değil, 
Alevi din adamları vasıtası ile Aleviler’e dini hizmet götürmek olmalıdır. Alevi din 
adamlarının yetişmesi için de isteyen Alei çocukları için Milli Eğitim Bakanlığı böyle bir 
eğitim programını İmam Hatip Okullarında uygulamalıdır. Bunun dünyada örnekleri vardır. 
Hıristiyanlık içindeki farklı mezheplere kiliseler benzer biçimde hizmet vermektedir. 
Humeyni İranı’nda hakim mezhep Caferi mezhebidir. Ama diğer mezheplere de kendi 
inançlarına uygun dini hizmetler götürmektedir. Hatta bir yörede çoğunluk Caferi mezhebi 
dışındaki bir mezhebe ait ise orada Caferi mezhebi azınlık mezhep sayılmaktadır. 
Kardeşlik ve barış ancak böyle sağlanacağı için bu çözüm bize de örnek olmalıdır. Azınlık 
olsun çoğunluk olsun bütün mezheplerin, tarikatların temeli İslam dinidir. Bir dinin veya 
mezhebin doğru veya yanlış olması çoğunluk veya azınlık olmalarına bağlı değildir. Hz. 
Muhammed zamanında mezhep, tarikat vs. yoktu. Kur’an’da da mezhep ve tarikat diye bir 
olgu yoktur. Hepsi daha sonraki çeşitli tarihi olayların ardından ortaya çıkmıştır. Mezhep ve 
tarikat mensupları kendi mezheplerini doğru kabul etmektedir. Ama, doğruluk, bilindiği gibi 
göreceli bir kavramdır. Herkese göre değişir. Bu sorun bugüne kadar çözülememiştir. Bugün 
bize kadar gelen sorun tarihsel bir mirastır. Bu miras iyi de olsa kötü de olsa bizimdir. Elbette 
ki bu tatsızlıklar olmasa daha iyi olurdu. İslamiyet uğruna bu kadar kan dökülmese daha iyi 
olurdu. Ama bunlar olmuş. Tarihten doğru dersler çıkaralım. 
58İntikamcı sonuçlar çıkarmayalım. Bütün Müslümanlar kardeştir. Bizim inandığımıza inanan 
da inanmayan da... Bütün insanlar da kardeştir. Başka dinlere inananlar da, hiçbir dine 
inanmayanlar da hala ağaçlara, hayvanlara tapan animistler de bizim kardeşimizdir. Artık 
dünya bütünleşiyor. Sadece bir dinin veya ülkenin sorunu olan sorunlar yoktur. Bütün dünya 
insanlığının sorunları ortaktır. Örneğin, enflasyon, kıtlık, yetersiz beslenme vs. bütün 
dünyanın sorunudur. Sağlık, kanser, AIDS bütün dünya insanlığının sorunudur. Çevre 
kirlenmesi, radyasyon, nükleer savaş ve buna benzer şeyler; bunlar, hangi din ve renkten 
olursa olsun bütün insanlığın sorunudur. O halde başımızı iki elimizin arasına koyalım ve 
düşünelim. 
Bu sorunlar kaşısında bizim hala Alevilik-Sünnilik gütmemiz ne kadar zavallı durumda 
olduğumuzu göstermiyor mu? Gene ülkemizdeki Alevilik olayına dönelim. Bugün Aleviliğin 
dini örf ve adetlerinin oldukça zayıfladığını da belirtmek gerekiyor. Bu olayın çok eski bir 
geçmişi vardır. Osmanlı’da merkezi bir dini yapısı olmayan Alevilik tabii ki gelişemezdi. 
Ancak varlığını her türlü zorluğa rağmen gizli olarak sürdürmeye çalışıyordu. O zamandan 
bugüne ayinlerde, inançlarda, folklorik yapıda önemli farklılıklar oluştu. 
Sünnilik camilerde örgütlü idi. Hatta Osmanlı’da padişah aynı zamanda en büyük dini 
temsilci olan halifedir. Zaten ülke şeriatla yönetiliyordu. Cumhuriyetle din ve devlet işleri 
ayrıldı. Hilafet kaldırıldı. Ama Sünnilik gene devlet dini ve merkezi bir yapı ile varlığını 
sürdürmeye devam etti. Bugün Diyanet İşleri aracılığıyla camilerde bu merkezi yapıya 
bağlıdır. Kısaca ülkemiz “laik”tir ama, devletin resmi bir dini vardır. Laik bir ülkede resmi 
din olmaması gerekir. Hem laiklik var, hem de din var.Bu olmaz. Resmi dinden de anlaşılan 
Hanefi mezhebidir. Ülkemizde demografik yapının sağlıklı tespiti için milyonlarca, 
milyarlarca masraf yapılarak beş yılda bir nüfus sayılı yapılıyor. Bu sayımlarda ana dili 
soruluyor. 
Ama özellikle Kürtçe, Ermenice, Rumca vs. kouşan insanlarımız ana dillerini nüfus sayım 
memuruna sakıncalı olur diye söyleyemiyorlar. Söylemek isteyenleri ise memur yazmıyor 
veya yazmak istemiyor... Gene bu sayımlarda “dini ve mezhebi nedir?” sorusu var. Ama, 
Sünniliğin dışında mezhep veya İslamiyet dışında din belirtmek veya adı geçen dinlere 
mensup olmadığını söylemek, insanlarımız için karakolu, cezaevini veya fişlenmeyi göze 
almak anlamına geliyor. Hatta bu tür cevapları sayın memurları yazmak istemiyor. Ayrıca 
nüfus cüzdanları bebek doğumu sırasında hazırlandığı için nüfus memuru dini ve mezhebi 
yerini zaten “bakanlık emri” diye “İslam” olarak dolduruyor. 
NÜfus sayımlarındaki cevabın da hiçbir anlamı olmuyor. Çünkü nüfus kütüğünü o cevap 
değiştiremiyor. Böylece hem laik bir ülke olduğumuzu iddia ediyoruz, hem de dinimiz İslam, 
mezhebimiz Hanefiliktir diyoruz. Bu durumda acaba Bulgaristan’a kızmaya hakkımız var 
mı.Bu haksızlığı onlar yaptığı için ayaklanıyoruz. Ama kendimizi görmüyoruz. Alevilikte din 
adamı olan dedeler Osmanlı’nın ilk zamanlarında Erdebil ve Hacı Bektaş dergahına bağlı 
olarak çalışıyordu. Atamaları bu merkezler yapardı. 
Sonra tek merkez Hacı Bektaş dergahı oldu. Ayrıca O’na bağlı, Rumeli İstanbul gibi 
dergahlar da vardı. Sonraki yıllarda bu merkezi yapı bozuldu. Dedelik kurumu merkezi 
yapısını kaybetti. Önceleri Hacı Bektaş Dergahı yetenekli din adamlarını dede olarak atardı, 
ama bu sistemin yerini giderek dedeliğin babadan oğula geçtiği sistem aldı. Böylece 
yeteneksiz ve Alevi ilkelerine göre eğitilmemiş kimseler de Alevilikte dede olabilmeye 
başlamıştı. Oysa Hacı Bektaş Dergahı, dede olacak adayların birçok seviyede eğitimden ve 
çeşitli testlerden geçirdikten sonra herhangi bir dergaha dede olarak gönderiyordu. Dede 
olacaklar, dünya nimetlerinden tamamen el etek çekiyorlar, kendilerini öncelikle Hakka ve 
halka adıyorlardı. Onların artık kendi hayatı ve bireysel yaşamları söz konusu değildi. 
Onlar Hakkın yani Tanrı’nın ilkelerini halka götüren birer derviş idiler. Birçok keramet 
sahibi, erdemli, ermiş insanlardı. Dedeler bu yüzden kutsal idiler. Halk bu ulu insanlara 
tapardı. Onlar yeryüzünde örnek insanlardı. Dedeler, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ilkeleri 
59doğrultusunda, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt aşkı ile halkı eğitiyorlar, onlara dini ve 
dünyevi konularda öncülük ediyorlardı. Eğitim ve öğretim dışında halkın her türlü sorunuyla 
uğraşmak da dedelerin görevleri arasında yer alıyordu. 
Daha önce de değindiğimiz gibi, merkezi yapı dağıldıktan sonra dedelik babadan oğula geçen 
bir saltanat kurumuna dönüştü. Böyle olunca seviye düştü. Birçok dede çocuğu, hak emeden 
dede oldu. Dedelik kurumunun haklı olarak kazandığı “itibar” giderek istismar edildi. Halk bu 
istismardan rahatsız oldu. Dedelik kurumuna tepki göstermeye başladı. Dedeler, halka hizmet 
eden “derviş”ler olmaktan çıkıp, toprak, köy, mülk sahibi “Ağa Dede”lere dönüştüler. Dedelik 
kurumunda bu değişim yaşanırken, Alevi toplumu da hızla bir değişim içine girmişti. Şehirli 
hayata geçen Alevilerin çocukları okumakta, yüksek okullu Alevi gençler çoğalmaktaydı. 
Batı’da (Almanya vs.) işçilik yapan Alevi işçiler artık farklı değer yargıları ile tanışmaktaydı. 
İşte böylece ortaya çıkan bu yeni kuşak uzun bir süredir dedeliği yargılamaktadır. 
Bu arada büyük şehirlerin gecekondularında oturan Alevi işçiler de bilinçlenmektedir. 
Ülkedeki sosyal ve siyasal gelişme ve değişme Alevi gençlerini ve toplumunu da 
etkilemektedir. Kültür dokularındaki yapı gereği devrimci,demokrat fikirler daha çok Alevi 
gençler ve Alevi kitle tarafından tasvip görmektedir. Sendikalı işçilerin çoğunluğunu Alevi 
işçiler oluşturmakta, öğrenci olaylarında Alevi gençler aktif rol oynamaktadır. 
Okuma yazma bile bilmeyen Alevi dedeler ise; bilinçlenen Alevi kitleye, eğitim görmüş 
üniversiteli Alevi gençlere önderlikte çok geride kalmaktadır. Ve Aleviler arasında demokrat 
ve materyalist düşünceler hızla yayılmaktadır. Bu olay, daha önce belirttiğimiz gibi devletin 
Alevi dinini yasaklayıcı politikası ile de birleşince sonuçta Alevi toplumu dinden 
uzaklaşmaktadır. Bugün Alevilik, dini bir ayrımdan çok siyasal, kültürel bir ayrımı ifade 
etmektedir. Alevilik doğuşu itibarı ile dinsel bir olay idi. Ama geçirdiği toplumsal evrelerden 
sonra artık çok farklı bir konuma ulaşmıştır. Günümüzde Alevilik kültürel bir kimilği ifade 
etmektedir. Alevilik doğuşu itibarı ile dinsel bir olay idi. Ama geçirdiği toplumsal evrelerden 
sonra artık çok farklı bir konuma ulaşmıştır. Günümüzde Alevilik kültürel bir kimliği ifade 
etmektedir. Bu da, çağdaş, ilerici, hoşgörülü, hümanist demokrat bir düşünce yapısıdır. 
Alevi dini ayinleri, artık yok denecek kadar az yapılıyor. Alevi dedeler tarihe karıştı desek 
abartmış olmayız. Evet Alevilik çözülüyor, dağılıyor. Ama Alevilik gene yaşıyor. Farklı 
misyon yüklenmiş olarak bugün de yaşıyor. Alevilik din olarak çözülüyor, dağılıyor. Fakat 
farklı bir konumda, bir yaşam biçimi olarak varlığını sürdürüyor. Alevilik günümüzde de 
yöresel olmaktan çıkıp evrensel denilebilecek ilkelere ulaşmış bulunuyor. Bu ilkeler çağdaş 
insan hak ve özgürlükleridir. Çağdaş dünyanın bilimsel doğrularının ışığında 
değerlendirilmesi ve insanlığa hizmet edecek şekilde değiştirilmesi uğraşıdır. 
İşte Alevilik bugün çağdaş görevini böylece yakalamış bulunuyor. Dünya kültür mozaiği 
içindeki yerini geçmişte olduğu gibi bugün de almış bulunuyor. Toplumsal değişime bağlı 
olarak Alevilik de bir değişimi yaşıyor. Bir yabancılaşma, bir kendini yadsıma elbette söz 
konusudur. Artık sadece muhalefet partilerine değil, iktidar partilerine de oy veriliyor. 
Sermaye kesimi ile, merkezi otorite ile küçük de olsa bir entegrasyon (bütünleşme) söz 
konusu. Ama ırmağın esas yönünü değiştirecek kadar değil. Ülkemizde yaşanan olumsuz 
toplumsal etkilenmeler Alevi kitle için de geçerli. 
Fakat genel olarak Alevilik tarihsel misyonu, yani haklı toplumsal muhalefetini günümüzde 
de tavizsiz olarak sürdürmektedir. Alevilik, her türlü toplumsal haksızlığa karşı mücadeleyi 
prensip edinmiş devrimci, demokrat düşüncenin en doğal müttefiği olan bir düşüncedir. 
Alevilik, Anadolu’daki tüm tarihsel haksızlıklara karşı bir başkaldırı hareketidir. Bu toprağın 
ürünüdür. Bir Anadolu hareketidir. Alevilik İslamiyet içinde, İslamiyetin yabancılaşmasına, 
dini istismarına, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeytine karşı Emevi ve Abbasi halifelerinin 
haksız ve insanlık dışı uygulamalarına karşı asırlar boyu süren muhalefet sonucunda 
oluşmuştur. İslamiyet içindeki bu muhalif akım, Selçuklu ve Osmanlı’nın Türklüğü ve 
60Anadolu’ya yabancılaşmasına; ekonomik, dini, sosyal ve siyasal alanlardaki her türlü baskıcı 
ve sömürücülüğüne karşı mücadelelerle devam etmiştir. 
Osmanlıdan sonra ise bu misyon Cumhuriyet yönetiminde devam etmiştir. Bugün de bir dizi 
değişikliğe rağmen esas rolünü devam ettirmektedir. Yani Alevilik; doğuştaki üç kaynağı 
olan; Hz. Ali ve Ehlibeytine olan aşırı sevgi, saygı ve bağlılık, Asya’dan gelen Tasavvuf ve 
çok tanrılı İslam öncesi dinler ile Anadolu’da bulunan çok tanrılı Anadolu din ve inançlardaki 
izlerle kalmadı. Buna doğuştan günümüze kadar verilen toplumsal mücadeleler de eklendi. 
Alevilik düşüncesi olgunlaştı ve bu haline ulaştı. Aleviliğin tarihi, İslamiyetin hilafet 
döneminden günümüze değin süren 1300 yıllık muhalefetin tarihidir. 1300 yıldır devam eden 
egemenlerin baskıcı ve sömürücü haksız yönetimlerine karşı onurlu bir başkaldırı tarihidir. 
Demokratik ve devrimci bir halk muhalefetidir. 
Sonuç Yerine - Ekler
Daha önce de belirttiğimiz gibi Aleviler bugün ülkemiz nüfusunun önemli bir çoğunluğunu 
oluşturuyorlar. Nüfusumuz 60 milyon kabul edilirse bunun 18-20 milyonu Alevi tahmin 
edilmektedir. Fakat Aleviler tarihimizin hiçbir döneminde demokratik olarak temsil 
edilmemişlerdir. 
 
Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklar için çok hoşgörülü olduğunu tarihçiler yazarlar. Bu 
genel olarak doğrudur. Ama Aleviler için geçerli değildir. Osmanlı, Alevilerin varlığını bile 
kabul etmemiştir. Onları yok saymıştır. Aynı dinden ama farklı mezhepten olduğu için 
Osmanlı Alevileri yok saymıştır. Onlara azınlık hak ve özgürlüklerini tanımamıştır. Alevi 
olmak “suç”unu işlemiş olan bu insanlar sürekli izlenmiş baskı altına alınmış, işkence 
görmüş, darağaçlarına çekilmişlerdir. Bu yaklaşım biçimsel farklılıklara rağmen Cumhuriyet 
yönetiminde de devam etmiştir. Cumhuriyet yönetimi de yalnız Hıristiyan olan halkları 
azınlık statüsü içinde görmüştür. Hıristiyan azınlıkların demokratik hak ve özgürlüklerinin 
olması elbette iyi bir şeydir. Hıristiyanların ve Yahudilerin ayrı ibadet yerlerine, ayrı okullara, 
ayrı mezarlıklara sahip olmaları, kendi dillerinde gazete, dergi çıkarmaları, eğitim yapmaları 
doğal haklarıdır. Ermeni, Rum, İtalyan, Fransız, Süryani vs. azınlıkların kiliseleri olduğu gibi 
bunlar içindeki mezhep ve tarikatların bile kilise, okul, mezarlık ve gazeteleri vardır. Ama bu 
adı geçen kitleden bazılarının nüfusu 100.000’i bile bulamazken, 20 milyon civarındaki 
Alevilerin bu azınlık haklarından yararlanmaları ve yararlanmak istemeleri çok mu yanlıştır?
Üstelik Aleviler de Müslümandır. Ama İslamiyeti yorumlamaları farklıdır, mezhepleri 
farklıdır. Onlar da İslamiyete inanıyor, ibadet yapıyor. Namazları var ama adına halka namazı 
diyorlar. Oruç tutuyorlar ama 30 değil, 12 gün tutuyorlar. Hac için Hacer-ül Esved’i değil, Hz. 
Ali ve Ehlibeytinin Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer Anadolu evliyalarının türbelerini ziyarete 
gidiyorlar, vs. 
 
O halde Alevilere karşı tarihsel bir haksızlık söz konusudur. Bu haksızlığa karşı olmak da her 
insanın insan olmasının gereğidir. Bunu savunmak bölücülük, ayrımcılık değil, 
birleştiriciliktir, kardeşliktir. Bunun tersi ise, bölücülüktür, bu tarihsel haksızlığa destek 
olmaktır. Bunun sorumluluğu daha ağırdır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...