HALİL ÖZTOPRAK NELERİ SAVUNUYOR?
Halil Öztoprak, 1950’li ve 1960’lı yıllarda
Anadolu’daki etkin Alevi önderlerindendir. Aslen Elbistan’ın Alhas köyü ve aşiretine
mensuptur. Kendini yetiştirmiş bir aydın köylü bilgedir. Yaşadığı dönemin karizmatik halk
önderlerindendir. Halil Öztoprak, sadece Alevi kitleye bir bilge, bir din adamı olarak görev
yapmakla kalmamış, yazdığı kitaplar ve yaptığı siyasal çalışmalar ile de Alevilerin büyük
desteğini, sevgi ve saygısını kazanmıştır. Yazdığı kitaplarda, yüzyıllardır Alevilere yöneltilen
Sünni kaynaklı suçlamalara, dini kaynaklara dayanarak cevapvermiştir.
Yaşadığı dönemde Aleviliğin teorik çatısı için yoğun çalışmalar yapmış, yönlendirici
olmuştur. Halil Öztoprak’ın 1956 yılında Ankara’da Milli Eğitim bakanlığı’nın ini ile 4’üncü
54basımı yapılan “Kur’an’da Hikmet, Tarihte Hakikat” adlı “Alevilerde Namaz” alt başlıklı
kitabı en büyük yankıyı yapan kitapları arasındadır.(65) Şimdi, bu kitabından aktarmalarla
Halil Öztoprak’ın neler savunduğunu görelim: 3’üncü sayfadan: “İslam tarihinde birçok
mesele vardır ki; başlangıçta büyük ihtilaflar doğurmuş ve uğruna kanlar dökülmüştür.
Neticede ağır basan taraf (güçlü olan taraf) kazanmıştır. İşte Ehlibeyt meselesi, işte namaz ve
oruç meselesi, Şiilik ve Sünnilik meselesi... Kıble, hac vs. bütün bunlar anlayış farklarından,
Kur’an’ı Kerim’i ve hadisleri tefsir tarzından ileri gelmiştir.” Halil Öztoprak, Alevilerde
ibadet için şöyle diyor: “Aleviler de Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in emirlerine uymakta ve
ona göre ibadet etmektedirler.
Ayrılık sadece ibadet ve taatın şeklindedir.”(s.4) Öztoprak, “Aleviler Müslüman değildir”
diye fetva veren din adamlarına şiddetle karşı çıkıyor ve onların bazı konularda Alevilerin en
son gelen ayetlere inandıklarını bilmezlikten geldiklerini yazıyor. Üstelik, Abbasiler
zamanında verilmiş bir karar ile Alevileri itham etmek doğru değildir,diyor. Buna delil olarak
da;Bakarak süresinin 106. ayetini hatırlatıyor: “Kaçan bir ayetin hükmünü kaldırıp yerine
başka bir ayet hükmünü gtiririz. Allahü teala ahkamında, tebdil ve tağyirinde halkına elverişli
olanı bilir, zira bir vakitte makbul olan icabında başka vakitte fesat da buyurur.(s.5) Öztoprak,
daha sonra namaz konusunu ele alarak, “Bazı kimseler namazın ve bu namazın bugünkü
şeklinin miraçtan Kur’an’la birlikte geldiğini iddia etmektedirler. Ve Alevileri bu namazı
kılmadıkları için dinsiz tanımakta, onların kestikleri yenmez, cenazeleri kaldırılmaz,
demektedirler.
Ve hatta bazıları Alevilerin katlinin vacip olduğuna inanmaktadırlar (s.6) diyor ve arkasından
da namazın miraçtan nasıl geldiğini, Kur’an’da nasıl yer aldığını, ayetlere dayanarak veriyor.
Namaz hakkında, İsra suresinin, 78. ve 79., Necm suresinin 8. ve 9., Müzemmil suresinin 1.
ve 7., suretül Nebe’nin 9. 10. ve 11. ayetlerinden alıntılar yaparak namazın esasen beş vakit
olmadığını ve esas olarak iş zamanı dışında gece ibadet olarak yapılmasının Kur’an’ın gereği
olduğunu yazıyor. İşte bazı ayetler: İsra suresinin 78. ve 79. ayetleri “Farz olan ibadete kalk.
Gün aştıktan gecenin karanlıklarından Kur’an okuyarak şafak ağarıncaya kadar, ibadet eder
isen gece ve gündüz melekleri şehadet eder.”
Münezzil süresinin 1. ayeti: “Ey nübüvvet içinde olan nebi gece kalk namaz kıl...” Aynı
surenin 7. ayeti: “Gündüzleri uzun uzadıya halkın işleri ile meşgul olursun. Gece ibadete
yönelmen evladır.” Suretül Nebe’nin 9. 10. ve 11. ayetleri: “Geceyi ibadet için, gündüzleri
geçim ve maaş için kıldık.” Halil Öztoprak, beş vakit namazın Abbasiler zamanında ortaya
çıktığını, onun da bir ihtilafın halli için ortaya atıldığını yazar. Hz. Muhammed’in sağlığında
namazın beş vakit olmadığını, Peygamberin kendisinin de ibadetlerini gece yaptığını yazar.
Alevilerin, ibadetlerini, yani cem ayinlerini gece yapmaları bu anlayıştan geliyor olsa gerek.
Sonraları bu ibadetler adeta gizli ibadetlere dönüşür. Emevi, Abbasi ve Osmanlı döneminde
gece ibadet edenler çeşitli katliamlara uğramışlardır. Bugün bile Alevi cemlerinde ibadet
yapılan konutun güvenliğini dedenin görev verdiği nöbetçiler sağlar. Halil Öztoprak, ibadetin
evlerin dışında, açıkta yapılmasının Kur’an tarafından yasaklandığını, bunun gösteriş
olduğunu yazıyor. Kaynak olarak da Maun suresinin Tefsiri-Tıbyan’dan aktarmasını
gösteriyor: “Şiddetli Cehennem azabı ol açıktan açığa namaz kılan aynacılar içindir ki, ellere
Müslümanlık ve sofuluk göstermek için selamet vs. tenha yerleri terkedip namazı aşikar
kılarlar.
Bunlar cemaattir ki, namaz deyu bütün işledikleri amel ve ibadetleri Allah için olmayıp dünya
menfaatlerini kazanmak için halkın gözüne sofu ve Müslüman gözükmeleri içindir.”(s.17)
Ayrıca Halil Öztoprak, İslam’da ibadetin camide yapılması şartının olmadığını, hatta Hz.
Muhammed zamanında camilerin yıktırıldığını, ibadetin evlerde yapılmasının dinin kuralları
arasında olduğunu iddia ediyor. Kaynak olarak, Tövbe suresinin 108. ayetini veriyor,
Alevilerin camilere gitmemesini de buna bağlıyor. Tövbe suresi, 108. ayet: “Müminlere zarar
vermek ve gönüllerindeki saklı duran düşmanlığı kuvvetlendirmek için namaz kılmaya
55mescid meydana getirdiler. Bunlar Müslüman olmadan önce Hz. Muhammed’le harbeden
münafıklardır. Müminlerin arasını açmayı, onları birbirlerine düşürmeyi akıllarına
koymuşlardı.
Ya Muhammed, Müslümanlar seninle birlikte namaz kılsın ve zikretsin diye böyle geniş
mescid, cami yaptık derler. Allahu Taala şahitlik eder ki onlar yeminlerinde yalandır.”(s.21)
Tövbe suresinin 109. ayeti: “Ya Muhammed kalkma ve ol mescidlerde ebediyen namaza
durma. Evvelce Tanrı korkusu üzerine yapılan mescidi evvelde Hakka ibadet haklı ve lazım
bir ibadetti.”(s.21) Kısası Enbiya’da bu olay için, “Hz. Muhammed, Malik İbni Dahşam ve
İbni Adi ile bir gönderip camileri yıktırdığı yazılıdır. Tarih-i Taberi’nin 2’inci cildinin Altı
Parmak kitabının 306. sayfasında bu konu ile ilgili olarak “Hz. Muhammed’e Cebrail
tarafından ‘Ol Camilerin yıkılmasını sana emretti’ şeklinde ayet geldiği, Hz. Muhammed’in
de Kur’an farzı ile yıktırdığı” yazılıdır.(s.22) Bu camiyi daha sonra Halife Ömer’in yeniden
yaptırdığını, muhteşem camilerin ise daha ziyade Muaviye zamanında yapıldığını okuyoruz.
Halil Öztoprak’ın bütün bu konularla ilgili yorumu ise şöyledir:“Hakiki Müslümanlık,
Kur’an’da yazılı olduğu gibi, camisiz, minaresiz olarak, huzuru kalb ile Allah’a inanmak ve
daimi ibadet etmektir.”(s.23) Halil Öztoprak, bir hadisi Nebevi’den şu aktarmayı yapıyor:
“Sen başka camilere yakın olma. Kalp camiiden Tanrıya yalvar.” Arkasından da namazın
camide değil, evlerde kılınmasının Kur’an’da farz edildiğine dair, Nur suresinin 36. ayetini
bize aktarıyor: “Ya Muhammed, kendi evlerinde ibadet edenleri Tanrı Taala tarafından tazim
olunup sevap derecelerinin yükselmelerine izin verip emreyledi. Onlar şoy güruhtur ki
evlerinde Allahı Taala’ya ibadet zikri tesbih edenlerdir...”(s.24)
Halil Öztoprak, Kabe konusunda ise, “Şahsivaril İslam” adlı tarih kitabından alıntı ile şu
görüşlere yer veriyor: “Kabeyi ziyaret İslama mahsus bir ibadet değildir. İslam dini çıkmadan
önce putperestler zamanında Arabistan Yarımadası putperestleri, Kabe’ye hürmet beslerler ve
ziyaret ederlerdi. Mekke ortasındaki Haceri Semavi (Yani Hacer-ül Esved) taşının etrafına
toplanıp secdeye kapanırlardı. Burada, Kudüs ve Yunan putperestlerinden öğrendikleri üzere
kurbanlar keserler.”(s.25) Halil Öztoprak, Hacer-ül Esved’in etrafına toplanıp secde etmenin
“cahiliye devri”ne ait bir adet olduğunu ve Hz. Muhammed tarafından bu ziyaretlerin
kaldırıldığına ait Kur’an’da ayetler olduğunu yazıyor. Arkasından da, Suretil Bakar’ın 115.
ayetini bize aktarıyor: “Güneşin doğup battığı yerlerin cümlesi Tanrı Taala mülküdür; hangi
tarafa yüz döndürür iseniz Allahü Taala ibadet tarafı orasıdır.”(s.34)
Sonra da şöyle yazıyor: “Allaha yalvarmak için her taraf kıbledir. İbadet esnasında Hacer-ül
Esved gibi belli bir noktayı ve bir şehri daimi olarak kıble kabul etmek o nokta veya şehri
putlaştırmak gibi bir şey olur.”(s.35) Halil Öztoprak’ın düşüncelerini aktarmayı burada
kesiyorum. Yaşayan Anadolu Aleviliği’nin dini yanının tanınması açısından bu düşünceler
önemlidir. Aleviler budini görüşler dğrultusunda hareket ederler. Karşılaştığınız birçok Alevi
dedesi veya halktan bilge insanlar size şu düşünceleri yineleyecektir. Halil Öztoprak’ın
kitabındaki savların, yazar Şinasi Koç’un 1983 yılında çıkardığı “Gerçek İslam Dini Nedir?
Kur’an’a Bakar Mısınız?” adlı kitabında tekrar gündeme geldiğini görüyoruz.(66)
Şinasi Koç kitabında, Hanefi mezhebine ait bir dizi eleştiri getiriyor, dinler tarihinden
örnekler veriyor. İbadet ile ilgili olarak ise, kitabının 50. sayfasında, namazın beş vakit
kılınmasının Halife Ömer zamanında bir emirname ile başladığını yazıyor. Bunu ayetlere
dayanarak inceliyor. Namazın iki rekattan dört rekate çıkarılmasının da Halife Ömer ile
başladığını yazıyor. Karşı çıkanlara ise; iki rekat Taif’teki mülk ve arazisi için, iki rekat da
Mekke’deki mülk ve arazisi için kıldırdığını söylüyor.
Koç, kitabında gene, Teravih namazının Halife Ömer zamanında 20 rekat olarak ilan
edildiğini Kısas-ı Enbiya’dan aktarma ile veriyor. Ömer’in namazı beş vakit ilan etmesinin
ertesi gününün bayram yapılıp iki rekat namaz kılındığını, bayram namazının da buradan
geldiğini söyülyor. Ayrıca, Kur’an’da cami yaptırılmasına ait hiçbir ayetin olmadığını,
ibadetin şeklinin ve sayısının belirtilmediğini de yazıyor. Şinasi Koç’un bu iddialarını
56kitaplaştırmadan önce, 8 Haziran 1980 tarihli dilekçe ile, Diyanet İşleri Başkanlığı’na
başvurduğunu da kitabında öğreniyoruz.
Koç, dilekçesinde özet olarak, beş vakit namazın ve Ramazan orucunun hangi ayetle farz
olduğunu soruyor. Diyanet İşleri buna cevap vermeyip oyalıyor. Şinasi Koç bu kez kendisine
gelen oyalayıcı cevap ile sorularını Diyanet İşleri, Din İşleri Yüksek Kurulu’na yazıyor. Onlar
da, “Soruların uzun hususları içerdiği için yazılı cevabın mümkün olamayacağını”
bildiriyorlar. Şinasi Koç, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Ankara ilahiyat Fakültesi
Dekanlığı’ndan da bir cevap alamayınca tüm bu dilekçeler ive oyalayıcı yanıtları Diyanet
İşlerinden sorumlu bakanlığın başı olan Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e gönderiyor. Devlet
bakanı, cevap olarak dilekçeleri Diyanet İşlerine gönderdiğini belirtmekle yetiniyor.
Şinasi Koç, bu dilekçelerinde sorduğu çok açık soruya hiçbir cevap alamıyor. Bildiğimiz
kadarıyla Şinasi Koç ilgili makamlardan hala cevap bekliyor.(*) Bu suskunluk neyin
ifadesidir?