KÜRT SORUNU VE ALEVİLİK
Bugün ülkemizde Kürt kelimesini kullanarak yazı yazmak mayınlı tarlada futbol oynamak gibi bir şeydir. Fakat keşke böyle bir sorunumuz hiç olmasaydı ve biz de mayınlı
tarlada futbol oynamak gibi zor bir işi hiç üstlenmeseydik.(*)
Ne var ki, Türkiye’de Alevilik sorununu tanımak ve onun üstünde bir araştırma yapmak,
istesek de, istemesek de bizi Kürt olayına götürmektedir. Tıpkı Musul ve Ortadoğu üstüne
araştırma yapan bir tarihçi veya uluslararası politika uzmanı gibi, tıpkı ülkemizde “Doğu
Sorunu”nu inceleyen bir sosyal bilimci gibi. Gerçi üniversitedeki birçok tarihçi ve uluslararası
politika uzmanı sözlü olarak, “Musul sorunu özünde Kürt sorunudur” veya “Ortadoğu sorunu,
Kürt sorunu çözümlenmeden çözümlenemez” dediler ama, bunu kitaplarında yazamadılar.
Nihayet gazeteci Mehmet Ali Birand, Milliyet gazetesindeki köşesinde Doğu sorununun çok
tartışıldığı günlerde, “Eveleyip gevelemeyelim, buna adını koyalım.
Doğu sorunu; Kürt sorunudur” deme cesaretini gösterdi. İşte Türkiye’de Alevilik sorunu da
böyledir. Mehmet Ali Birand’ın dediği gibi Doğu sorunu ne kadar Kürt sorunu ise, Alevilik
sorunu da işte en az o kadar Kürt sorunu ile içiçedir. Türkiye’de Alevilik konusunda sosyal
bilim alanında yapılacak herhangi bir çalışma onun Kürt sorunu ile ilişkisine eğilmezse
havanda su dövmüş olur. Bazı olayları sosyolojik olarak görmek gerekir.
Alevilik, Bektaşilik, Hacı Bektaş-ı Veli, Ehlibeyt, Kerbela, Pir Sultan Abdal vb. bunlar birçok
yönleriyle biliniyor. Ama bir de Alevilerin önemli bir kesiminin kendi konuştuğu bir ana
dilleri var. Ve bu dil Türkçe değil. Bazı sosyal bilimciler bu dile Kürtçe, Zazaca vs. diyor. Bu
dil adına Batılı müttefiklerimiz; ABD, Fransa, İngiltere, İsviçre vs. üniversitelerine bağlı
enstitüler kuruyorlar. Dili ve kültürü yaşatmaya çalışıyorlar. Artık bugün yanıbaşımızda
hükümet içinde ve dışında ana dili Kürtçe olan bakanlar, milletvekilleri, holding ve şirket
sahibi işadamlarımız var. Ve bunların hiç de korkulacak bir yanları yok.
Yeter ki biz bu soruna korku ile değil, sevgi ile yaklaşalım. Bu kitlenin sorunlarına
diktatörlükle değil, demokratça yaklaşalım. İşte o zaman çözümlenemeyecek sorun yoktur.
Şimdi gelelim Alevi sorunu ile Kürt sorunu arasındaki sosyolojikilişkiye. Türkiye’deki
Alevilerin tümü Kürt değil. Tabii tüm Kürtler de Alevi değil. Kürt olup, Alevi, Hanefi, Şafii
olan kimseler de var. Türkiye’de Hıristiyan Kürtlerden bile bahsetmek olasıdır.
Hambeli ve Maliki mezhebinden Kürt yok gibidir. Anadolu’da tarihsel süreç içnide önceden
Türk olup Kürtleşen Aleviler olduğu gibi, önceden Kürt olup asimile olan ve Türkleşen
Kürtler de vardır. Alevilik bir dinsel ayrım iken Kürtlük bir etnik ayrımdır. Irka dayalı bir
ayrımdır. Milliyet ayrımıdır. Türkiye’de Alevi ve Türk olan kesim daha çok Çorum, Amasya,
Tokat, Yozgat civarında yaşamaktadır. Buna karşılık Alevi ve Kürt olan kesim ise Sivas,
Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya, Maraş ve çevresinde yaşar.
Birinci kesimdekiler Türkçe, ikinci kesimdekiler ise Kürtçe konuşur.(*) Bu konuda, farklı
iddialarda bulunan tarihçi ve sosyal bilimcilerimiz de vardır. Mesela, kendisi de Alevi ve
aşiret reisi olan Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi adlı kitabında Alevilerin Türk
olduğunu iddia ediyor. Sosyal bilimci Dr. İsmail Beşikçi ise Alevileri, ana dillerine göre Türk
ve Kürt olarak ikiye ayırıyor. Beşikçi, bu çerçevede Doğu Alevilerini esas olarak “Kürt” diye
niteliyor. Bir kısım araştırmacı ise, uzun yıllar aynı coğrafi bölgeyi ve aynı tarihsel koşulları
paylaştıkları için Alevilik ve Kürtlük-Türklük olayının karıştığını söylüyorlar.
Doğu Anadolu’da, Osmanlı’ya karşı etnik muhalefet ile insel muhalefetin tarihsel kader sirliği
oluşturması nedeniyle iç içe girdiğini savunuyorlarBöylece sonuçta, bir kısım Alevinin bu
yakınlıktan dolayı Kürtleştiğini ve bir kısım Kürdün de Alevileştiğini iddia ediyorlar.
Araştırmacı Doğan Avcıoğlu Kürt-İslam ilişkisini; “Hıristiyan Anadolu’da Selçuklular ve
daha sonra Osmanlılar diye bir İslam devleti kurulur.
Bu yeni toplum biçimlenirken.Bu yeni toplum biçimlenirken İslam Türk.öğeyide belirtmek gerekir.(61) diye özetledikten sonra şöyle devam ediyor:
“Türklerin yanı sıra, İranlılar gibi Kürtler de Anadolu’nun İslamlaşmasına katkıda
bulunurlar.”(62)
Burada Anadolu’nun İslam’laşmasında Kürtlerin varlığını kabul etmemek mümkün değildir.
İslamiyet içindeki bölünme ve hilafet meselesi Anadolu’da da yaşandığına göre, Anadolu’da yaşayan eski halklardan olan Kürtlerin de İslamiyet içindeki bölünmelerde yer alması ve taraf
tutması mümkündür. Bu saflaşmada Hanefi Kürtlerin olması ne kadar normal ise diğer
mezhep ve tarikatlere mensup Kürtlerin bulunması da o kadar normaldir.
Avcıoğlu bu konuda şöyle yazıyor: “Güneydoğu Anadolu, Safevilerin elinde kalsa idi, Türkçe
orada rakipsiz bir dil olurdu. Bölge Türkleşirdi. Osmanlı’da bu tersi oldu. Şah İsmail’in
peşindeki Kızılbaş Türkmene karşı, Osmanlı çoğu Sünni ve Şafii olan Kürt beylerini
tutmuştur.”(63) Yani Avcıoğlu, Güneydoğu Anadolu’nun Kürtleşmesinin sorumluluğunu
Osmanlı’ya yüklüyor. Alevilik ise, Kürt kökenli değildir.
Türkçe kökenlidir. Çünkü Aleviliğin kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli,
Türk’tür. Türkçe konuşup yazmıştır. Pir Sultan Abdal, Şah İsmail, Yunus Emre, Fuzuli gibi
önemli Alevi düşünür ve dava adamları Türkçe, Farsça vs. yazmış ve konuşmuşlardır. Bugüne
kadar hiçbir klasik Alevi düşşünürünün Kürtçe konuşup yazdığına tanık olunmamıştır. Kürtçe
konuşulan Doğu Anadolu’da Alevi Cem ayinlerinde söylenen deyişlerin esas olarak Türkçe
okunmasının kaynağı da bu olsa gerekir.
Zaten Osmanlı’nın Fars ve Arap etkisinde kalarak Türklere yabancılaştığı dönemde, bu etki
sonucu ortaya çıkan Osmanlıcaya karşı Türkçeyi yaşatma mücadelesini Alevi ozan ve
düşünürleri vermiştir. Avcıoğlu, araştırmasının bir yerinde şöyle diyor: “Osmanlı, Kürdistan
adını verdiği bölgede devletin temel dayanağı olan Tımar sistemini uygulamaz. Devletin
yönetimini bölgede, yönetimin babadan oğlua geçtiği Kürt beylerine bırakır. Bölgede bulunan
Türkmenlerin önemli bir bölümü dillerini unutur ve Kürt kabilelerine karışır.”(64) Ziya
Gökalp buna örnek olarak, Viranşehir’deki Karakeçili aşiretini verir.
Aynı aşiretin Ege’deki kısmı ise, tamamen Türkçe konuşur. Bu olaylar, bu konuda çok katı
tezler ileri sürmenin mümkün olmadığını gösteriyor. Tunceli Zaza’larının Cem ayinlerinde
deyişlerini Türkçe söylemeleri gibi, Tunceli ve Erzincan civarındaki yaşlıların çocukları ile
tartışmalarında, hem de Kürtçe olarak “Esas Türk biziz, diğerleri sonradan Türk olmuşlardır.
Onlar kılıç korkusundan Türk olmuşlardır. Bizim ecdadımız horasan Türkleridir” demeleri de
oldukça anlamlıdır. Bu durum toplumsal harman olma olayını çok güzel ortaya koyuyor.
Bugün ise Alevilik-Sünnilik, Kürtlük-Türklük birer kültür olayından ibarettir.
Kültürün iyisi kötüsü, ilerisi gerisi olmayacağına göre tüm Anadolu kültürlerine bizim
kültürümüz gözü ile bakmak gerekir. Bugün Türkiye’de sadece Türklerin yaşamadığını
biliyoruz. Geçmişimiz birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Anadolu’nun 10 bin yıllık bir
medeniyet tarihi vardır. Türkler Anadolu’ya 1071’de geldiğine göre bu topraklarda henüz 900
yıllık bir maziye sahipler demektir. Anadolu yarımadası tarih ve farklı medeniyetler açısından
adeta bir açık hava müzesidir. Türkler Anadolu’ya geldiklerinde ise, buranın boş olmadığı
bilinen gerçeklerdendir.
Var olan halklar da daha sonra yok olmadıklarına göre, sürekli birbirine karışarak, kaynaşarak
günümüze gelmişlerdir. Şöyle birazcık zihnimizi zorladığımızda bu anda yanyana
yaşadığımız birçok halkın adını sayabiliriz; Türk, Kürt, Çerkes, Arap, Süryani, Ermeni, Rum,
Gürcü, Tatar, Azeri, Terekeme, Pomak, Karapapak, Kıpti, Makedon, Fellah, Laz, Arnavut,
Boşnak vs. Alevilik ise, bilindiği gibi dinsel bir ayrımdır. Esas olarak Türk ve Kürtlerden
oluşmaktadır. Bu gün tahmini sayıları ise 18-20 milyon civarındadır.