CUMHURİYET DÖNEMİ VE ALEVİLİK
Cumhuriyet yönetiminin bu olumlu tutumuna
karşı Aleviler kendilerine sunulan yeni olanaklardan yeteri kadar faydalanamamışlardır.
Çünkü Aleviler, Cumhuriyet’e kadar ülkenin en uzak, verimsiz dağ köylerinde, mezralarda,
komlarda yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Dünya ile fazla ilişkileri yoktu. Kapalı bir
ekonomide yaşam kavgası veriyorlardı.
İçlerinde okuma-yazma bilen, ticaret yapan yok denecek kadar azdı. Böyle olunca,
Cumhuriyet yönetimi olanak tanıdığı halde merkezi yapıda yeralamadılar ve büyük tarihi
fırsatı değerlendiremediler. Merkez-çevre ilişkisinde çevrede kalmaya devam ettiler.
Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Alevi nüfus toplam nüfusun tahminen yüzde 20-25’ini
oluşturuyordu. Yani çoğunluk Müslüman-Sünni idi. Üstelik bunlar şehirde yaşıyordu.
OSmanlı artıkları yönetimin her yanına sızmıştı. Cumhuriyet yönetiminin kendi kadrolarını
yetiştirmek için zamana ihtiyacı vardı. İşte, “Tek Parti Dönemi” bu mücadelelerle geçti.
Atatürk, laiklik ile din ve devlet işlerini ayırmıştı. Herkes dini inancında serbestti. Ama buna
karşılık camiler Cumhuriyet yönetimine karşı muhalefeti örgütlüyordu.
Aleviler, bu ortamdan yararlanarak şehir merkezlerinde yer almaya çalıştılar. Bir yandan da
çocuklarını okullara gönderip eğitmek istiyorlardı. Ama Cami’nin ve eski düzen artıklarının
saldırıları bir türlü kesilmek bilmiyordu. Aleviler, Cumhuriyet yönetiminden çok şey
bekliyorlardı. Ama bunlar gerçekleşmedi.
Tek Parti Yönetimi’nin jandarma dipçiği en çok köylüleri hedef alıyordu. Aleviler ise esas
olarak köylü idiler. Bu kez jandarma zulmüne karşı, doğuda Alevi-Kürt nüfusun yaşadığı
yerlerde köylü kökenli ayaklanmalar başladı. “Dersim İsyanı” bunların en büyüğü ve en kanlı
51bir şekilde bastırılanı oldu. Aleviler, köylü, ortakçı, yarıcı, maraba ve ırgat olmaları
dolayısıyla feodal ağaların, Kürt ve Alevi olmalarından dolayı da merkezi ve mahalli
otoritelerin baskısı altında idiler. Atatürk’ün ölümünden sonra bu çelişkiler daha da arttı.
Bazı Alevilerin 1950’de iktidara ezici bir çoğunlukla gelen Demokrat Parti’yi
desteklemelerinin arkasında Alevi kitlenin tek parti yönetimine karşı duyduğu hoşnutsuzluk
da vardı. Ama DP’ye destek kısa sürer. Bu partinin özellikle ezanın Türkçe okunmasını
camilerde yasaklayarak gene Arapçaya dönme kararı alması ve çeşitli alanlardaki şöven, ırkçı
ve antidemokratik uygulamaları Alevilerin tepkisini toplar.
1960’da yapılan 27 Mayıs İhtilali’ni Aleviler heyecanla ve blok olarak desteklerler. Bu ortak
tutum 1960 Anayasası’nı destekleme konusunda da sürer. 1960 Anayasası; çağdaş demokratik
hak ve özgürlükler açısından Türk siyasal yaşamında bir dönüm noktasıdır. 1960
Anayasası’nın sağladığı özgürlük havasından en çok Aleviler memnun olmuştur. Özellikle
düşünce ve din özgürlüğünün Anayasa’nın 19. maddesinde açıkça yer alması, bir anayasal
hak haline gelmesi Alevilerin en çok desteklediği noktalardan biriydi.
Bu dönemde Türkiye İşçi Partisi kuruldu, sosyalist ve diğer ilerici yayınlar çoğaldı. 1965’te
TİP’in Parlamento’da 15 milletvekil iile temsil edilimsenide en önemli rolü emekçi Alevi
kitle oynadı. 1950’li ve 1960’lı yıllar Türkiye’de kapitalist gelişmenin sıçrama yaptığı
yıllardır (DP iktidarı, Marshall yardımı, yabancı sermayenin ülkeye girişi vb.)
Bu sıçramada ülkeye pompalanan yabancı sermaye başı çekiyordu ama, ülke içinde de ciddi
bir sermaye birikimi oluşmaktaydı. Bu yıllarda içe kapalı ekonomi kabuğunu çatlatmış, pazar
ekonomisi gelişmeye başlamıştır. Bu genel yapı değişimi, Alevileri de dalaları arasına
alıyordu. Aleviler şehirlere göç etmeye başladılar. Dünkü dağ köylerinde, mezra ve komlarda
yaşayan ve kendi kendine yeten kapalı aile ekonomisi uygulayan Alevi köyleri yavaş yavaş
pazara açılmışlar, pazar için üetmeye başlamışlardır.
Bu, küçük de olsa ticareti geliştirmiş ve bir sermaye birikimi sağlamıştır. Anadolu şehir ve
kasabalarında yavaş yavaş Alevi bakkal, kahve sahibi, manav vb. gibi küçük esnafın
görülmesi bu döneme rastlar. Daha önce tamamen Sünnilerin hakim olduğu kasaba ve şehir
pazarları Alevilerin de söz sahibi olmaya baladığı ve rekabetin filizlendiği alanlar haline
gelmektedir. Gene 1960’lı yıllar Alevilerin okumuş kesiminin bürokrasi içinde yer almaya
başladığı yıllardır. Aynı yıllar Türkiye’den; önce B. Almanya’ya daha sonra Belçika,
Hollanda ve diğer Batı Avrupa ülkelerine işçi göçünün, “İşçi ihracatının” başladığı yıllardır.
Bu göçe ilk katılan kitle ise dah açok Kürt-Alevi köylüleridir. 1960’larda Avrupa’ya giden
köylüler 1970’lerde yaptıkları küçük tasarruflarla Türkiye’de müteşebbis olmaya başlarlar.
Kendi iç dinamizmi ile gelişen Alevi sermayesinin Avrupa’da çalışan Alevi işçilerin dövizleri
ile desteklenmesi ve Anadolu’da hakim Sünni pazara girmesi pazar rekabetini hızlandırır,
pazar kavgalarını hızlandırır. Bu örnek özellikle; Sivas, Çorum, Tokat, Amasya, Yozgat,
Kars, Malatya, Erzincan, Maraş, Elazığ, Antep gibi Alevilerle Sünnilerin karışık olarak
yaşadığı illerde çok bariz olarak görülür.
Aynı yörelerde Milliyetçi Hareket Partisi’nin de hızla gelişmesi ve diğer sağ partilerin
tabanını ele geçirmesi, daha sonra buralarda Alevi-Sünni çatışmaları çıkararak Alevi esnafın
dükkan, ev ve işyerlerine saldırılar örgütlemesi anlamlıdır. Alevi esnafın ev ve işyerlerini
tahrip girişimi MHP önderliğinde 1974 yılında başlar. Erzincan, Sivas, Malatya, Tokat
olayları ile tırmanır ve 1978’de Çorum ve Maraş olayalrı ile zirveye çıkar. Maraş olaylarında
camilerden çıkanlar Alevi mahallelerine, ev ve işyerlerine organize saldırılar düzenleyerek
kitle katliamına girişirler. Olaylar sonucuda resmi verilere göre 110 insan ölür, yüzlerce insan
yaralanır ve binlerce insan tutuklanır.
Bu olayı sıkıyönetim uygulaması, onu da 12 Eylül askeri müdahalesi izler ve partili siyasal
yaşama son verilerek on binlerce insan cezaevlerinde toplanır