25 Mart 2013

BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM


Bir Başkadır Benim Memleketim, O an, Atatürk Resimleri, Atatürk resimleri, o anda cekilenler, özel Atatürk resimleri

DÖRT MUMUN HİKAYESİ








DÖRT MUMUN HİKAYESİ


Bir odada dört mum sessizce yanıyordu. 

O kadar derin bir sessizlik hüküm sürüyordu ki odada, 
aralarındaki fısıltı şeklindeki konuşmalar bile rahatlıkla işitiliyordu.


Birinci mum 
" Ben Barış'ım!" dedi. Ancak kimse benim sürekli yanık kalıp, 
etrafıma ışık saçabilmeme yardımcı olmuyor. 
Artık sönmek üzereyim.... 
Ve sessizce karanlığa gömülüverir......



İkinci mum 
" Ben İman'ım!" der. Ama artık gerekli olduğuma inanmıyorum.... 
Yanık kalmamın da bir kıymeti kalmadı, 
diye eklerken hafif bir esinti ışığını söndürüverir.


Üçüncü mum 
" Ben SEVGİ'yim" ama etrafıma ışık verecek gücüm kalmadı. 
İnsanlar beni hep kenara itiyorlar. 
Kendilerine en yakın olanları bile sevmemeye başladılar. 
der ve sessizce söner gider SEVGİ mumu.....

O sırada içeri aniden bir çocuk girer. 
Üç mumun söndüğünü görünce sebebini sorar 
ve niçin sonuna kadar yanmadıklarına hayıflanarak ağlamaya başlar.

Dördüncü mum, 
yumuşak ve yatıştırıcı sesi ile çocuğa ağlamamasını söyler. 
"Korkma ben etrafıma ışık saçtığım sürece diğerleri yeniden yanarlar
ve onlar da aydınlatmaya devam ederler.
 Zira ben UMUD'um!" 
Gözleri parlaya çocuk umut mumunu alır ve diğerlerini SEVGİyle teker teker yakar.

İçinizdeki umut mumunun saçtığı ışığı asla söndürmeyin. 
Küçük çocuk gibi diğer sönmek üzere olan üç mumun da sürekli yanık kalmaları için çaba harcayın...... 

BİR HİKAYE











Seni Ben Ellerin Olsun Diye mi Sevdim

Ayşe, kara ineğin yemliğine samanı yaydıktan sonra süt kovasını alıp, aceleyle sağmaya başladı. Kara inek, Ayşe’nin acelesi olduğunu anlamıyordu. O, son günlerde memelerinin biraz daha haşin çekildiğinin farkındaydı. Ayaklarını bir ileri, bir geri oynattı. Kuyruğunu öfkeyle salladı. Tam tekmeyi vurur gibi yaptı ama Ayşe eliyle ineğin bacağına dokunup, sevgiyle sıvazlayınca inek yatışıp tekmeyi vurmaktan vazgeçti. “Acıttım mı kızım? Bu aralar çok acelem var kusuruma bakma olur mu?” İneği sağan Ayşe, sütü süzüp, güğüme doldurarak yola çıkardı. Sütçü çoktan gelmiş bekliyordu. Ayşe sütü sütçüye verdikten sonra azık sepetini alıp işe gitmek için yola çıktı. Köşeyi dönünce karşıdan baktı… Oradaydı… Bekliyordu… İlk önce görmemiş gibi yapıp gözlerini yere indirdi ama yapamadı, tekrar baktı. Göz göze geldiler Ali’yle. 




Yaklaşık bir aydır her gün bu yolda karşılaşıyordu Ali ile Ayşe. Ali, evin tek oğluydu. Kendisinden başka bir ablası ve küçük kız kardeşi vardı. Kendisi şehirde hazır giyim mağazası işletiyordu. Ayşe’nin ise beş yaşındayken babası ölmüş, annesi başka bir adamla evlenmişti. Annesinin çocukları, babalığının çocukları ve ortak çocuklar derken kalabalık bir ailesi vardı Ayşe’nin. Tarımla uğraşıyorlardı. Zaten köyde tarımdan başka bir iş yapan, pek nadir görülürdü. Ayşe’nin üç ablası evlenip gitmişti evden. Şu anda evin en büyük kızı Ayşe’ydi. Diğer kardeşleri küçüktü, okula gidiyorlardı. Evin ve tarlanın işi Ayşe ile annesine bakıyordu. 




Ali’yle göz göze gelince daha yakın olmak geldi içinden. Yaklaştı. Ali de ona yaklaştı. Kalp atışları hızlanmış, hayat durmuştu sanki. Ali cebinden bir şey çıkardı, hiç konuşmadan Ayşe’ye uzattı. Ayşe iki yanına baktı, birkaç kişi sağa sola gidiyorlardı. Birden gözü kimseyi görmedi elini uzatıp Ali’nin uzattığı kâğıt parçasını alıp şalvarının cebine soktu ve hızla oradan uzaklaştı. Arkasından Ali’nin baktığını görmüyordu ama hissedebiliyordu. Köşeyi dönünceye dek arkasına bakmadı. Köşeyi dönerken, tekrar göz göze geldiler. Vücudu titredi. Kalbi çıkacakmış gibi çarpmaya başladı. Olduğu yerde kaskatı kalmıştı. Canı yürümek istemiyordu. Sanki ne vardı koşup sarılsa, seni seviyorum dese, kıyamet mi kopardı? Seviyordu hem de ölesiye. Yüreği heyecanla çarptı, yanakları al al oldu ama işe gitmeliydi. Dönüp yoluna devam etti. Aklı Ali’den aldığı mektuptaydı. İşe gidince tuvalete gitme bahanesiyle diğer insanlardan uzaklaştı. Tarlanın en ucundaki bir ağacın dibine sindi. Cebinden çıkardığı mektubu titreyen elleriyle açtı, okumaya başladı. 


Sevgili Ayşe

Ne zamandır her gün senin yolunu gözlemekteyim. Benden önce gidersin diye erkenden yola çıkıyorum. Dolmuş gelirken bir şey unutmuş gibi yapıp içeriye giriyorum, dolmuş gidince tekrar dışarıya çıkıyorum. Yine kaldığım yerden yolunu gözlüyorum. İçim içime sığmıyor, göğüs kafesim dar geliyor aşkla çarpan yüreğime. Her sabah seni görmeden işe gidemiyorum. 

Yolumdan geçtiğin her gün yüreğimi de alıp gitmektesin ve sen de bunu biliyorsun. Sevdamızı o kara gözlerinden okuyorum. Sevgimin karşılığı var o kömür karası gözlerinde. Ta yüreğinin içini görüyorum karşıdan sana bakınca. Daha fazla dayanamadım sana bu mektubu yazdım. Seni seviyorum demek istiyorum çığlık çığlığa. Aşkımı cümle âleme ilan etmek istiyorum! Bu sevda beni yedi bitirdi. Artık seninle konuşmayı, sana dokunmayı istiyorum; sen de istersen tabii. Eğer ki mektubuma karşılık verirsen, her gün sana mektup yazacağım. Bir şekilde bugün olduğu gibi vermeye çalışacağım. Sen de bana cevap verirsen inan dünyanın en mutlu insanı olacağım.


Sakın seninle günümü gün etmek için konuşmaya çalıştığımı, dalgaya aldığımı düşünme! Seni çok sevdiğimi ve hep seveceğimi aklından hiç çıkarma. Ne olursun, iki satır da olsa sen de bana yazmaya çalış. Sana yakın olmak, seni sevmek için bana bir şans ver. Seni çok mutlu edeceğim, çünkü ben senden başkası ile mutlu olacağıma inanmıyorum. Yarın yine burada seni ve bana vereceğin mektubu bekliyor olacağım. Allah’a emanet ol. Seni bütün kalbiyle seven Ali’n…

Ayşe mektubu evirdi, çevirdi. Bir süre kokladı. Sonra cebine tekrar yerleştirip daha fazla dikkat çekmemek için işinin başına gitti. Akşam eve gelince evdekilerin uyumasını sabırsızlıkla bekledi. Herkes uyuyunca kardeşinin defterinden bir yaprak koparım Ali’ye kısa bir mektup yazıp sabah vermek üzere sakladı. 

Ali ile Ayşe’nin aşkları hızla ilerliyordu. Bahardı yazdı derken güz gelmiş, köyde kız istemeler, nişanlar, düğünler başlamıştı. Ayşe’ye de uzaktan yakından gelen görücüler vardı ama Ali bir türlü görücü yollayamamıştı. Çünkü yaz başında babası amansız bir hastalığa yakalanmış, güze girerken de ölmüştü. Ali, Ayşe’yi çok sevmesine rağmen, bu yıl babasının yasını tutup Ayşe’yi istetmeme kararı almıştı. Bu kararı alırken, Ayşe’yi sevdiğini de hiç kimseye söylememişti. Annesine bile…


Bir akşam Ali işten gelince, annesi her zaman olduğu gibi köydeki havadisleri vermeye başlamıştı oğluna:
“Ali, bugün biz ne yaptık biliyor musun?”
“Sen söylemezsen nereden bileyim anne.”
“Amcanın oğluna Memet Ağaların Ayşe’yi istedik.”
“Kimi, kime istedinzizzz?”
“Hani şu esmer kız var ya, Memet Ağa’nın, işte onu bizim Hasan’a istedik.”
“Anne sen ne yaptın; o kızı ben seviyorum!”
Fatma kadının sözleri dudaklarında dondu. Boğazına bir yumru oturdu. Güçlükle konuştu.
“Hiç demedin ya oğul.”
“Tellal mı bağırtacaktım anne! Nereden bilecektim gidip de, ta benim sevdiğim kızı isteyeceğinizi; hem de amcamın oğluna! Öldürdün beni anam öldürdün!”

Ana-oğul o günden sonra pek konuşmamışlardı. Zaten konuşacak bir şey de kalmamıştı. Ayşe, “varmam!” diye ne kadar direttiyse de babalığı onu Hasan’a vermişti. Artık Ayşe için de, Ali için de ölümden beter günler başlamıştı. Ali, Ayşe’yi kaçıramıyordu da. Ar namus vardı işin ucunda, amcaoğluna verilen kızı kaçıracak kadar alçalamazdı Ali. 

Düğün günü gelip çatmıştı. Avluya yemek kazanları vurulmuş, davullar ahenkle çalınmaya başlamıştı. Atılan masalara yemek servisi, içki servisi başlamış, düğün alayı eğlenmeye başlamıştı. Ali, rakı kasasından bir büyük rakı aldı, en kenardaki masaya oturdu. İçti, içti kendinden geçip bir şarkı mırıldandı.

“Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim!”


EMİNE UYSAL




YAŞAMAKTIR BİR GÜLÜN KIRMIZISINDA










Bir Leyla düşlemesidir aşk.
Yanmaktır bir gülün kırmızısında türküler yakmaktır sevgiliye. Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk. Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir; güle rengini veren yüreğini veren bülbül olmaktır aşk.
Ve biz şimdi büyüsü kaybolmuş zamanlarda aşkın peşine düştük. Pazar pazar gezinen Zeliha olduk aşkımıza bir Yusuf bulmak için.
Yusuf esrarını gizleyen ebedi iffetti.

Mecnun’a özendik sevdamızı bir Leyla’ya yüklemek için. Leyla bir ışıktı ab-ı hayattı aşkı filizlendiren.

Ferhat olup Şirin’ler hatırına gönül kazmasını yamaç yüreklere vurmak istedik. Şirin gönül aynasında aşkı büyüten bir suretti.

Bitmeyen özlemler büyütüyoruz bağrımızda. Leyla’ya Şirin’e Aslı’ya adadığımız yüreklerimiz vardır. Suretten öte aradığımız bir yâr vardır. Yârin adıyla yan yana bilinsin istediğimiz adlarımız vardır.

"Aşk" ile "ilgi duyma"nın karıştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Artık güllerimiz Leyla kokmuyor sevda kokmuyor. Aşkın ilk basamağına dahi çıkamadık. Tutkulara takılıp kaldık. Dergâha gelen delikanlıya şeyhin "Sen git âşık ol da gel aşkı bil de gel!" dediği kadar dahi olsa yüreklerimize işleyemedik aşk nakışını. Gönül toprağına atamadık aşk tohumunu. Nadasa bırakılmış yüreklerimize bir Leyla tohumu düşmedi.

Biz ölümsüz ve günahsız aşklara değil günübirlik sevdalara takılıp kaldık. Cismaniyetin ağında ateş böceklerini yıldız sayanlar gibi tutkuları aşk sandık. Talihsiz yanılgılarla yanlış ateşlerde yandı ruhumuz.


Sonu "kaf"la biten "aşk"ta kalb vardır. Kaf kalbidir aşkın. Aşkın kalbini çıkarıp aldığınızda geriye "aş" (k) kalır ceset kalır madde kalır.
Mecnun’un aşkına özenip de yürüdüğümüz yollar çöl değil. Oysa aşk çölde haz verir insana. Kalb çöl yanmışlığında kanıyorsa aşk vardır. Aşk yanmışlıkla daha bir lezzet verir aşığa. Susuzluktan çatlayan dudaklardan dökülen Leyla adıcânân adı can verir ölür ruhlara. Çölde ceylanların sürmeli gözlerinde Leyla’yı görenler aşka uyanır seherlerde. Ve aşkın büyüsü örülür seherlerde. Toprak öperken alınlarımızdan aslında Leyla’dır buseler konduran.
Bizim seherlerimizde ceylanlar yok artık. Biz seherlerimizi uykulara feda ettikgöremiyoruz Leyla bakışlı ceylanları. Üstümüze güneşler doğar oldu. Geceler boyu yıldızlarla söyleşip de onlara elveda diyemedik gün doğumlarında. Biz ceylanların gözlerini öpemedik bu gözler Leyla’nın gözlerine benziyor diye. Uykulara feda ettiğimiz seherlere ağlayamadık. Leylasızlığa akmadı göz yaşlarımız.
Biz sevemedik yaratılanı Yaratan’dan ötürü.
Yunus mektebinde diz çöküp okuyamadık aşk kitabını.
Oysa varlığın özünde sevda hamuru vardı. O hamuru besleyen aşkın pişmanlık gözyaşı vardı. Adem ile Havva’dan dökülen. Şimdi ezeli pişmanlıklara değilgünübirlik sancılara akar oldu gözyaşlarımız.
En sevgiliye iltifatlar vardı sevgililer sevgilisinden "Ben sana âşık olmuşam ey şerif!" hitabının tatlı sıcaklığı vardı. "Levlake…" hitabıyla başlayan bin bir renkte iltifatlar vardı. Âşık ile mâşûkun ezelde yazılı göklerde yan yana asılı adı vardı.
Aşk medeniyetinin sevda pazarında gönlümüzü bir Leyla’ya son Leyla’ya en Leyla’ya sunmanın hesabındayız. Yere göğe sığmayan Sevgililer Sevgilisini gönül Kâbe’sinde misafir etmenin telaşındayız. Misafirlikler bir olmak içindir tek olmak içindir.Tıpkı kapısına gelen âşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi.
"Kimsin?" diye seslenir kapısını çalana. Aşka tutulan âşık "benim" der. Ve tekrar seslenir sevgili. "Burada iki kişiye yer yok. Gönlüm teki arzular." Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen âşık benlik libasından sıyrılır. "Sen’im" der. Vahdete adım atar bırakır ikiliği küfrü bırakır çokluğu bırakır. Sevdiğinde fânî olur. Aşkın bekâsını bulur.
Ebedî aşkı arzulayanlar sevdiğinde fânî olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır.
Ve sevenlerin dilinde sevilenlerin adı bayraklaşır. Dillerde hep Leyla kitabı okunur. Kulağa gelen her nağmede Leyla esen her rüzgârda Leyla… Buram buram hep Leyla… Kuşların ötüşünde güllerin kan kırmızı kıvrımlarında göğün mavisindeağacın yeşilinde hep Leyla vardır. Yağmur damlaları vuslata koşar düşer toprağa. Toprak Leyla’sıdır yağmurun; toprağın Leyla’sı yağmur…
Mecnun’a adını sorarlar Leyla der. Geldiği yeri sorarlar gideceği yeri sorarlar yine Leyla hep Leyla der. Hep aşk…
Gönlünü Leyla’ya kaptırmışların şafaklarında güneşin ışıldayan çehresinde gamzeli tebessümler saklıdır. Dağların doruklarında hiç kaybolmayan beyazlıklarLeyla’nın yüreğe serinlikler bahşeden sevdasıdır. Aşk kar beyazı vefalar saklar bağrında.
Yüreğine yasak koyanlar vefalara bezenmiş aşklarında ölümsüzlüğün kapılarını aralar. Gecenin mavi karanlığında yıldızlardan taç yapan âşıklar. Leyla durağında sevda yağmurlarıyla ıslanırlar.
"Cennet gözlüm" dediğimiz ve yarım kalmış yanımızı tamamlayan sevgiliyi alıp da yanımıza…
"Sen ey cenneti müjdeleyen Sevgili Sevgilim!" deyip düşüp de peşine tutunup da eteğine aradık mı hiç gecenin ve gündüzün Leylasını? Sevdanın ve Leyla’nın aşkına kaç gün doğumlarını sancıyla yaşadık? Gün batımlarında kaybettiğimiz Leyla’yı bir gülün kırmızısında bir bülbülün feryadında aradık mı hiç? Leyla’dan başkasını görmez oldu mu gözlerimiz?
Yanıklığıyla ve ceylanlarıyla kendisini aşka çağıran çöldedir Mecnun. Dolaşır bir baştan bir başa. Yüreğinden aşka ırmaklar akar çöl kumlarında. Gönlünü avutur. Dolaştığı günlerden bir gün… Fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini. Leyla’dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle göremez namaz kılan dervişi. Namaz biter. Kırk yıllık bekleyiş yükünü bilen derviş kızar Mecnun’a. Özür kuşanmış kelimelerin ardından paslı vicdanlara bir hançer gibi saplanan sözler dökülür Leyla kitabı okuyan dudaklardan. "Kusura bakma derviş baba ben Leyla’nın aşkından seni göremedim. Ya sen huzurunda bulunduğun Mevla’nın aşkından beni nasıl gördün?"

Aşk yanılgısıyla avunan yürekler sıtmaya tutulur. Yeni bir sevdanın ezelî ve ebedî Leyla’nın eşiğinde aşka uyanır canlar Leyla’ya uyanır. Vuslat kokan düşler Leyla’ya uzanır.

Göksel Baktagir..

MUHABBET HER ZAMAN GÜZELDİR



MUHABBET HER ZAMAN GÜZELDİR

"Muhabbet" insanın içini ısıtan sıcak bir kelime. Samimiyetide beraberinde getiren bir kelime…
Sevgi, aşk, dost edinmek anlamlarına gelen muhabbet, şiddetli arzudan dolayı kalbin kaynaması, taşması, sevilene ulaşmak için çırpınmasıdır. Sevene muhib, sevgiliye habib ve mahbub denir. 
Cüneyd-i Bağdadi (k.s) “Muhabbet kalbin meylidir.” demiştir. Bu meyil kulun tabii bir şekilde Allah (c.c)’a ve O’na ait olan şeylere yönelmesidir. Muhabbet, tercihi sevgiliden yana kullanmaktır. Muhabbet ve aşk iki gönül arasında cereyan hattı gibidir. Muhabbetullah, Allah-u Teala’nın kemal ve cemalini idrak ve takdir oranında kalpte oluşan ilahi bir nurdur. Bu muhabbet ile insan ruhu, kederlerden ve hüzünlerden kurtulur. Safi neşe ve huzura kavuşur. İnsan ruhunu erdeme ulaştıran sebeplerin en sağlamı, Allah sevgisidir.
Cenab-ı Hak, insanın kalbine sonsuz bir muhabbet kabiliyeti yerleştirmiştir. Bu sonsuz muhabbet, ancak zat ve sıfatlarıyla sonsuz kemalde bulunan Allah içindir. Yani, insana lütfedilen bu sevgi kabiliyeti Allah’ı sevmek içindir.
İnsan bir şeyi ya ondaki kemal, yahut ondan aldığı lezzet ve gördüğü menfaat için sever. Mesela, bir Müslüman peygamberleri, evliyaları, irfan ve fazilet sahibi zatları, onlardaki “kemalât-olgunluk-erdem” için sever. Kendisine ihsan eden kimseleri, onlardan gördüğü lütuf ve ikramları için sever. Yediği yemek ve meyveleri ise lezzetleri için sever. İnsan, aklen ve vicdanen bilir ki, kemallerini takdir ettiği, ihsanlarından memnun olduğu ve lezzet aldığı bütün bu varlıklar Allah’ındır. Hepsini O yaratmıştır. Bunlarda tecelli eden bütün kemal, cemal ve ihsanlar, hep Ondan gelmektedir.
Öyleyse, insan kendindeki bu nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, evvela ve bizzat Allah’a verecek, diğer bütün muhabbete layık zatları, nimetleri ve ihsanları da Allah için sevecektir. Bozulmamış her akıl ve vicdan, bu hakikati kabul eder.
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, 
Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl? 
Zuhurundan Bezm-i alem oldu vasıl…

Sultan II. Mahmud’un hanımı ve Sultan Abdülmecid’in annesi olan Bezm-i alem Valide Sultan’ın sık sık kullanmış olduğu mühründe kazınmış olan yukarıdaki ibare ne kadarda manidardır.
Muhabbetin üç sebebi vardır. Cemal, kemal ve ihsan. Biz bu üç şeyi sebepsiz severiz. Kemal, olgunluk, mükemmellik, demektir. Mesela, İmam-ı a’zamı, görmediğimiz, nasıl biri olduğunu bilmediğimiz halde onu severiz. Onu sevişimiz ilimdeki kemalinden ve İslama yaptığı hizmetlerinden dolayıdır. Fatih Sultan Mehmet’i severiz. Çünkü küçük yaşına rağmen muvaffak olduğu çok muzafferiyetlerden dolayıdır ve bu bir kemaldir. İnsan bilmediği ve tanımadığı şeye düşman olduğuna göre düşünelim ki birisi bize “Fatih Sultan Mehmet nasıl bir adamdır, onu seviyor musunuz?” diye sorduğunda eğer onun hakkında bir şeyler biliyorsak, yaptıkları mükemmel işlerin farkındaysak elbette ki tanıdığımızı ve sevdiğimizi söyleyeceğiz. Fakat onun ismini hiç duymamış ve yaptıklarından da haberimiz yoksa “Onu tanımıyorum ki seveyim” diyeceksiniz. Demek ki bir zatı sevebilmek için öncelikle onu tanımak gerekir. Aynı şekilde Allah (CC)’ı sevebilmek için öncelikle O’nu isim, sıfat ve tecellileriyle bilmemiz gerekir. Buna marifetullah denilir. Marifetullah olmadan muhabbetullah da pek mümkün değildir. Marifetullah ise ilim ile kazanılır.
Madem insan cemal, kemal ve ihsana karşı fıtraten muhabbet eder. Madem kainatta görünen bütün cemal kemal ve ihsan hakikatte Allaha aiddir. Öyle ise asıl muhabbete layık olan mevcudat değil Allahtır. Diğer mevcudat ancak Allah namına ve Allahın izniyle sevilebilir.
Yani kısaca sevgimizde, muhabbetimizde Allah için olmalıdır. Rabbim bizlere bu sevgiyi ve muhabbeti halk eylesin inş. Muhabbetimizi, samimiyetimizi, ihlasımızı, basiretimizi, şuurumuzu, izanımızı, merhametimizi, tevazumuzu, edep ve hayamızı arttırsın inş.

NÖBETTEYİM...




Ben hala aşkımıza nöbetteyim

Sevgilim nerdesin, Gecenin bak kaçı olmuş, Ben hala aşkımıza nöbetteyim, Gözlerim dolmuş, içim burkulmuş, Ben senden hiç gidemedim ki Hala SENDEYİM
Adını aynalara yazamadım sinirden kırarım diye, adını duvarlara yazamadım zalimin biri boyar diye, adını kalbime bile yazamadım ben ölünce organlarım bağışlanır da sen başkasının olursun diye…
Var mı daha ağır yük, hasreti çekmek kadar Yaşama sebebimsin, ekmek kadar su kadar Ayrılığın, hasretin her şeyin bir hazzı var Seni anmak da güzel seni özlemek kadar…
Günü gece olsun diye yaşıyorum, çünkü gece hayallerime geliyorsun, seni beklemiyorum çünkü sen hep benimlesin, hayallerimde ve kalbimdesin, terk edip gitmiş olsan da, unutsan da, unutmayacağım
Seni sevmek acıların en büyüğü olsa gerek Seni düşünürken gözyaşı dökmek yaşanabilecek en büyük sevgi demek
Hiç bir sevap mutlu etmedi beni, seninle girdiğim günahlar kadar !
Ne dil yeter seni anlatmaya, ne göz kıyar sana bakmaya, ne ellerim dayanır sana dokunmaya, ne kollarım uzanır seni sarmaya, hiç ömür yeter mi? bir sen daha bulmaya bitanesi
Zannetme ki gözlerim sana baktıkça bıkacak, ölsem de ruhum seninle kalacak, kapanırsa gözlerim senden önce bu hayata, inan ki son sözüm seni seviyorum olacak
Sen seni seveni görmeyecek kadar körsen, o da sana sevgisini söylemeyecek kadar gururludur
İnsanlar tanıdım yıldızlar gibiydi, hepsi parlıyordu, hepsi gökteydi Ama ben seni, güneşi seçtim, bir güneş için bin yıldızdan vazgeçtim
Allah’ım canımı bir sonbahar günü al ki, o vefasız getirecek bir gül bile bulamasın
Güneşin buz tuttuğu yerde bir alev görürsen bil ki o, yalnız ve yalnız senin için yanan kalbimdir
Yanağına düşen kar tanesi eriyip dudaklarına indiğinde ve o bir damla serinliği biriyle paylaşmak istediğinde yüzünü rüzgara dön, ordayım!
Sonbahara inat ağaç hala yeşermekte, geceye inat gün hala ağarmakta, ben ise kadere inat hala seni sevmekteyim İnat bu ya, mahşere kadar “seni seveceğim”

BİLMEZ MİSİN YAR!!!

BİLMEZ MİSİN YAR!!!
saymadım elime tutuşturulan
ayrılık karnelerini
saymadım yüreğimden silinen
aşk resimlerini
her gece gözlerimi en kuytu boşluğa hapsediyorum
ve karanlığın ortasında
sensizlikten iliklerime kadar
üşüyorum..
yetim bir çocuğun bakışlarına
bıraktım sevdamı
buz dağından örülü yüreğini
senden uzakta severken;
idam sehbasında buldum aradığım benliğim
ayaklar altına aldığın yüreğimin
bilmezmisin can çekiştigini!
adın siyahların içinde kaldı
gözlerin kara kaplı sandıkların
tam ortasına kilitli
bakışların giderken
miras kaldı yüreğime
ellerimde sıcaklığın..
tenimde hiç silinmeyen kokun
ve ömrüme hiç tükenmeyen
hasretin kaldı sen giderken
hiç bilmedin belki...
kendini ayrılığa hazırlarken
yıllarıma sonbahar
yüreğime sağnağından kurtulmayan yağmurlar
içimde her gün
beni felakete sürekleyen
fırtınalı boranlar yagdı!!
karnemde sen yokken
hiç geçer notum olmadı!!
hep aynı yolu yürüdü ayaklarım...
hep buz kesti
aynalarda benden kaçan suretim
dilim sayıklarken adını...
kalbim isyan etti...
fethini gerçekleştiremediği bir yüreğe
bilmeZmisin yar..!!!
şimdi yıllarım ağlar!!
bilmezmisin yar..!!
şimdi ömrüm tarumar!!!
bilmezmisin yar..!!!
bendeki yürek bir tek sana yanar!!
sana aglar..!!!

MUTLU AŞK YOKTUR SESLİ FLAŞH




Mutlu Aşk Yoktur İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an Mutlu aşk yoktur Hayatı Bu silahsız askerlere benzer Bir başka kader için giyinip kuşanan Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan Onlar ki akşamları aylak kararsız insan Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter Mutlu aşk yoktur Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri Ve hemen can verdiler iri gözlerin için Mutlu aşk yoktur Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine Mutlu aşk yoktur Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin Mutlu aşk yoktur ama Böyledir ikimizin aşkı da Louis Aragon

BİR FOTOĞRAFYA…




BİR FOTOĞRAFYA…

Karşımdasın işte…


Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.

Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam 

sevdiğim.

Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an, elimi nereye koyacağımı 

şaşırdığım o an işte,

aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.

Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, bitti artık hepsi…
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.

Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.

Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.

Dağlara çarptım her esişimde.

Yollara küfrettim her gidişinde.
Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, ‘zamanla bırakmamak’tır…”
Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır.
Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim…

Nazım Hikmet



Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...