09 Mart 2019

Kadir Mısıroğlu / Sadık Yaşar


Kadir Mısıroğlu / Sadık Yaşar
Kadir Mısıroğlu, bugünün tarih namına sahtekârı ve iftiracısı değildir. Bundan yaklaşık 50-60 yıl önce de aynıydı. Kadir Mısıroğlu’nun bu denli infial yaratması çok normal çünkü sosyal medyada çok eskiden beridir dönen videolarında; Atatürk’e ağıza alınmayacak sözler söylüyor, Milli Mücadele’yi küçümseyip “Keşke Yunan galip gelseydi” diyor, Mehmet Akif Ersoy’a küfür ediyor, Halil İnalcık’a hakaretler savuruyor… Teyit etmek isteyen olursa youtube arama çubuğuna yazıp aratabilir. Yani bu adamın yediği herzeler bir iki değil… Sosyal medyadaki tepkiye baktığımızda genelde “Atatürk’e söven adam” minvalinde. Aslında, salt bu noktaya indirgenemeyecek kadar olay derin. Bu adam suyu bulandırmak için yalan-yanlış bilgilerle çamur atan biridir. Bunca kusuru olup da hala nasıl korunuyor, nasıl finanse ediliyor ve yargılanmıyor diye soracak olursanız, size kıymetli aydınımız Uğur Mumcu’nun Rabıta adlı kitabından birkaç pasaj aktarmak isterim:
“ …
Dr. Rıza Nur bir Atatürk düşmanıdır. Rıza Nur'un «Hayat ve Hatıratım» adlı dört ciltlik anıları yıllardır Atatürk düşmanlarınca okunur ve okutulur. 1929 yılında kaleme alınan anılar, Dr. Rıza Nur tarafından British Museum'un «Doğu Yazmaları» bölümünde «OR 12591» sayı ile kayıtlanmıştır. «1960 yılına kadar okuyuculara sunulmayacak» koşulu ile British Museum'a teslim edilen anılar, 1960 yılından bu yana Atatürk'e düşman çevrelerce gizli gizli dağıtılır. Anılar, Dr. Rıza Nur'un dengesiz ruh yapısını yansıtmaktan öteye hiçbir değer taşımıyor..
Ya basan kim? Türkiye'de «Altındağ Yayınevi» Adres: Beyazıt, Beyazsaray, No. 39 - İstanbul. Bu adres sahte.. Çünkü bu adreste böyle bir yayınevi yok. Kitap üzerinde bir de Federal Almanya adresi var. «Naşiri: Heidi Schmidt 4100 Duisburg 11 Deutschland.» Bu adres de sahte. Yok böyle bir adres... (Mumcu, 1987: 82)
Yaptıkları çalışmaları anlatıyorlar. Müslümanlar arasında bir ayrım gütmediklerini, aralarında her milletten ve görüşten Müslümanın olduğunu söylüyorlar. Benim aklım hep Dr. Rıza Nur'un anılarında. Kim dağıtıyor bu kitabı? Ve neden bu kitap «İslâm Gençlik Teşkilâtı Berlin Sancağı» tarafından satılıyor? Avrupa Millî Görüş Teşkilâtları Genel Sekreteri Ali Yüksel'e de aynı soruyu soruyorum: «Nerede satıldığını bilmiyorum, sizden duyuyorum, bizim teşkilât ile bir ilgileri yok» diyor. Israr ediyorum: «İslamcı Gençlik Teşkilâtı, sizlere yakın değil mi?» 

«Pek o kadar denetimimiz yok.. Organik bağımız da yok.» Peki, Haldun Algan'a soruyorum: «Kim dağıtıyor bu kitabı?» Berlin Mevlânâ Camii Başkanı Mahmut Hoca anlatıyor: «Bizim cemaat bilmez bile Rıza Nur'un kim olduğunu.. Okumaz bile..» «Okumaz ama satılıyor, kim satıyor, kim basıyor?» Sonra sır çözülüyor.. Kitap Suudî Arabistan'da basılıp, Avrupa'daki İslamcı örgütlere parasız dağıtılıyor.. Amaç, İslamcı örgütlere gelir sağlamak.
Dört cilt 60 mark.
«Kaç tane geldi?»
«Almanya'ya 30 bin tane geldi.»
30 bini 60 markla çarptım:
1 milyon 800 bin mark..
Bir mark, bugün için resmi kur üzerinden ortalama 420 lira ise yapın hesabı. 756 milyon Türk Lirası. Yalnızca 

Dr. Rıza Nur'un kitabından Federal Almanya'deki çeşitli İslamcı örgütlere sağlanan gelîr 756 milyon lira.
Atatürk'le ilgili kitap yalnızca bu değil.. Kısaca «Rabıta örgütü» diye anılan, merkezi Suudî Arabistan'da bulunan «Rabıtatül İslâm» adlı örgütün Ürdün'de bastırıp dağıttığı bir kitap daha var. Adı «Sanem Adam» Yani «Put Adam». Bu kitap da İslamcı örgütlere veriliyor. Bu kitabı da aradım, ancak bulamadım. Hollanda'nın Zaandam kenti Ayasofya Camii'nde karşılaştığımız «İslamcı Gençlik Cemiyeti» Başkanı Salih Yüksel, «Put Adam» kitabını okuduğunu söylüyor. Türkiye'de bir bakanın, Rabıta Örgütü'nün merkezine giderek bu kitabın dağıtımının durdurulmasını istediğini de biliyorum. Demek, Ürdün'de basılan kitap Hollanda'da ve Hollanda gibi Avrupa'nın, Türklerin yoğun olduğu kentlerinde dağıtılıyor. Peki bu işleri yürütenler kimler? Kimler aracı oluyor? Kim alıyor, kim satıyor bu kitapları?
Kadir Mısıroğlu..
İslâm Federasyonu yöneticileri bu adı veriyorlar..
«O getiriyor, o dağıtıyor.»

 Kadir Mısıroğlu deyince bir dakika durup, eski bir dosyaya göz atmak gerekiyor. (Mumcu, 1987: 85-86)”
Görüldüğü üzere, Atatürk hakkındaki yalan yanlış iftiraların kaynağı Dr. Rıza Nur çıkıyor, bu kitabı finanse eden Rabıta adlı siyasal İslamcı bir örgüt ve kitabı dağıtan da bugünün magazinsen figürü Kadir Mısıroğlu! Mısıroğlu’nun sadece buradan kazandığı meblağ o zamanın parasıyla 700 milyon lira ve belirteyim, o zamanlar yurtdışında yaşıyordu... 

Devam edelim:
“ Orgeneral Türün ve Kadir Mısıroğlu
Sanık Kadir Mısıroğlu. Eyüp oğlu, 1933'de Saire'den Akçaabat'ta doğma, hukuk fakültesi mezunu. Mısıroğlu, 1971 yılı başlarında İstanbul'da Milli Türk Talebe Birliği konferans salonunda Atatürk aleyhine yaptığı konuşma nedeniyle kovuşturuluyor. Devir, sıkıyönetim devridir, sıkıyönetim komutanı da Faik Türün'dür. Türün'ün emrindeki savcılık, Mısıroğlu'nun şu konuşmasında suç bulmaz ve 11.10.1971 gün ve 296/56 sayı ile kovuşturmaya yer olmadığı kararı verir: «Dini İslama mugayir hareketlerin emrinde kullanılan Mehmetçik sizin emrinizi ifa eder. Paşa olmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa'nın oluşunu muhakeme eder aynı Mehmetçik. Hiç merak etmeyin bundan.» Faik Türün'ün emrindeki savcılık, Mısıroğlu'nun şu sözlerinde de suç öğesi bulamamıştır: «İnkılâp dünya tarihinde bir defa azametle yapılmıştır. O da kâinatın fahr-i ebedîsinin, bâtılı mutlak bir hâkimiyete mahkûm ederek yaptığı inkılâptır. Yani İslâm inkılâbıdır. Ondan sonra bir daha inkılâp olmamıştır ve olmayacaktır. 

Eğer olacaksa, vaktiyle 1400 yıl evvel Büyük Peygamberimizin yaptığı inkılâbın devamı mahiyetinde ve onu muvaffakiyetsizliğe uğratmak için aramıza girmiş bulunan bir takım bâtıl molozların kaldırılması nevinden ve yine inşallah bir defa yapılacaktır. İnkılâp bitti. Yüz numaramıza kadar değişti. Yüz numaramız Garbın yüz numarası oldu. Cumamız pazar oldu. Değişmeyen hiçbir şeyimiz kalmadı. Artık tavizi onlar verecektir. Saha inkılâpçılara değil, inkılâp aleyhtarlarına açıktır. Yolunuz açık olsun, gazanız mübarek olsun.» Saltanatın kaldırılıp, yerine Cumhuriyetin ilânını, halifeliğin kaldırılmasını ve Latin harflerinin kabul edilmesini 'dinsizlik' sayan Mısıroğlu'nun bu konuşması hakkında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Savcılığı'nın verdiği, kovuşturmaya yer olmadığı kararına Orgeneral Türün itiraz etmiyor. Ancak Millî Savunma Bakanlığı, yasal yetkisini kullanarak. 29 Eylül 1972 gün ve AD: 3773-3-72 sayı ile sıkıyönetim komutanlığı askerî savcılığından kovuşturmaya yer olmadığı kararının kaldırılmasını ister.
Ancak, Türün bu emre uymaz. Havada uçan kuşu komünist sayıp, Ziverbey'de işkence merkezi kuran Türün, bu Atatürk düşmanı hakkında savcılığa emir verip dâva açtırmaz.

Bu bantlardan birkaçı Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı görev bölgesinde ele geçince Komutan Orgeneral İrfan Özaydınlı soruşturma emri verir. Yapılan yargılama sonunda Mısıroğlu ve Mrsıroğlu'nun bantlarını çoğaltıp dinletenler mahkûm olurlar. Mısıroğlu'nun avukatı İsmail Müftüoğlu, sonradan Adalet Bakanı olur Cemalettin Kaplan, konuşmalarında sık sık Dr. Rıza Nur'un anılarından söz ediyor ve bu anıların “Allah tarafından kendisine gönderildiğini” söylüyor. Gönderen Allah değil, Kadir Mısıroğlu'dur. İslamcı Örgünlerin para kaynakları nedir? Bu soru aklımı kurcalıyor. Cemaatten toplanan ödentiler... Bağışlar... Kitap gelirleri..
Kitap gelirlerine Suudi Arabistan'da basılan «Put Adam» ve Rıza Nur'un anılarını da katmak gerekir. Peki başka? Şirketler.. Belçika ve Hollanda'da devletçe yapılan yardımlar.. Ve “Rabıta Örgütü”nce yapılan yardımlar.. “Rabıta Örgütü”nün asıl adı «Rabıtat al-alam ül-İslâm». Suudi Arabistan'da kurulmuş bir şeriat örgütü.. Amacı “İslâm Enternasyonalizmi”. İslamcı düşünceyi devlet sistemi olarak bütün İslâm ülkelerinde yaymak (Mumcu, 1987: 87-88)”

Durum görünenden daha ciddi. Mısıroğlu ölüp gidecek. Peki geride zehirlediği beyinler ne olacak? 12 Adayı Yunan’a verdiğimizi iddia etmesi, Lozan’ın hezimet olduğunu söylemesi, Atatürk’e, Cumhuriyet’e, Türk aydınlarına saldırması… Bu tahriplerin tamiri mümkün olacak mı? Ülkenin en başındaki yönetici bile Mısıroğlu’nun tarih tezleriyle konuşuyorsa, sarayında-sofrasında ağırlıyorsa, hastanede ziyaret ediyorsa çok zor görünüyor… Mısıroğlu’nu akademik camiada ciddiye alanı göremezsiniz. İleriye sürdüğü tüm tezleri çürütülmeye mahkum, çünkü aslı astarı yok. Mısıroğlu’na sempati duyan, “üstat” deyip arş u âlâya yükseltenlerin de masum olduğu düşünülemez, muhakkak bir çıkarları vardır. Son olarak, Atatürk ve Cumhuriyet’e saldırarak finansal gelir sağlamak dün de vardı, bugün de var. Bunlarla mücadele etmek boynumuzun borcudur.
Merhum aydınımız Uğur Mumcu’ya kemâl-i ihtiram ile..
(MUMCU Uğur, Rabıta, Tekin Yayınevi, Ankara 1987)

TÜRKLERDE BERBERLİK MESLEĞİ Öğr.Gör.Mehmet DEĞER



1 TÜRKLERDE BERBERLİK MESLEĞİ Öğr.Gör.Mehmet DEĞERBerber kelimesi İtalyanca bir kelimedir. Aslı “barbiere”dir. Bu kelime dilimize berber şeklinde yerleşmiştir (Koçu,1961:2513).Berberlik, günün modasına ve saçı kesilen, traş olan erkeklerin zevkine, baş ve yüz ölçüleri ile yaşına ve sosyal yaşamına uygun olarak, saç ve sakal traşı yapılmasıdır(Erkan,1995:3).
2 Prof.Dr.Nejat Diyarbekirli (1977:45) Hun Türklerinin Göçlerini anlatırken Hun süvarilerinin omuzlarına kadar dökülmüş uzun saçlarından bahsetmektedir.Eski Türklerde erkekler de kadınlar gibi saçlarını uzatır, tek veya çift örgüyle örerlerdi. Göktürk ve Uygurlara ait eşyalarda, heykellerde, minyatürlerde bu saç tipi görülmektedir.Örgülü saç tipi Selçuklu erkeklerince de Anadolu’da sürdürülmüştür.Erkeklerin örgülü saçlarına “yülidi”, kadınlarınkine ise”örgüç” denilmiştir.Kadınlar erkeklerden farklı olarak başlarını keçi kılından ek takma zülüf ile kabartırlardı. Uzun saç modası Selçuklulardan diğer ülkelere yayılmıştır (Özel,1992:19).
3 Yine yabancı yazarların eserlerinde de Türk erkeklerinin saç biçimleri hakkında bilgiler de verilmiştir. Ligeti (1986:11) kızların saçlarını örgü yapıp sarkıttıklarını, erkeklerin ise yine böyle örgü halinde olduğunu söylemektedir.Divan-ı Lügat-it Türk’te saçla ilgili şu ifadeler geçmektedir. “ol saçın taradı”= “o saçını taradı” (Atalay,1992:145), “er saçın yülütti”= “adam saçını traş ettirdi”( Atalay,1992:336). Buradan kişinin saçını başkasına traş ettirdiği anlaşılmaktadır. O dönemlerde berberlik mesleği bugünkü gibi bir meslek olmadığından traş yapanlar bir başka işle meşguldü ve kişinin el becerisi olduğu için ikinci bir iş olarak berberlik yapmaktaydı. Yani o dönemlerde berberlik bir meslek olmadığı için bir isim verilmediği söylenebilir(Aksu,1996:9).
4 Kaşgarlı’nın eserinde de Türklerin değişik saç modelleri kullandıkları görülmektedir. “Erkeğin arkaya doğru salıverdiği saç”(Atalay,1992:449), “art saç”=”arka saç” (Atalay,1992:42), “ıdhınçu saç”= “erkeğin sonradan bırakılan saçı” (Atalay,1992: ), bu ifadelerden erkeklerin saçlarının uzun olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka ifade de ise “tok er”= “başında saç olmayan kimse anlamına gelmektedir” (Atalay,1992:332). Bu ifadeden de aynı zamanda Türklerin kısa saç hatta kazınmış saçlarda kullandıklarını öğrenmekteyiz. 
5 Kaynaklarda belirtildiği gibi Türkler çeşitli saç modellerini kullanmışlardır. Bunun nedeni ise Türklerin çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmaları ve değişik kültürlerden etkilenmiş olmalarıdır. Eski Türklerin saç stilleri için kısaca şöyle denilebilir. Batı Türklerinin yani Oğuzların ve Peçeneklerin saçları genellikle uzun, doğuya doğru gidildikçe bu değişmektedir.Proto-Moğol kavimlerinin inanışlarına göre, onların ataları “dazlak kafalı” kimselerdi. Bu inanış Proto-Moğollara kadar yayılıyordu. Bundan dolayı Moğollar ile onların tesiri altında kalmış olan Doğu Türkleri, bu inanışa uyarak saçlarını kesmişlerdir. Başın etrafı derin olarak traş edildikten sonra, tepede bırakılan tek örgü Kuzeydoğu Asya ile Mançu kavimlerine ait bir saç şekli idi. Bu saç şeklinin bu kavimlerden geçmesi muhtemeldir(Ögel,1978: ). 
6 Selçuklu zamanında erkeklerde uzun saç adeti devam etmektedirSelçuklu zamanında erkeklerde uzun saç adeti devam etmektedir. Selçuklu zamanında erkeklerde iki tip saç mevcuttu. Erkekler, ya saçlarını omuzlarına salıveriyorlardı yada başlarını kazıtıp sadece bir perçem bırakıyorlardı. Erkeklerin bıyıklı olduklarından ancak sakaldan bahsedilmemektedir (Köymen,1971:51-90). Türk erkeklerindeki uzun saç, Selçuklulardan sonra artık görülmemektedir. Erkeklerin saçlarını kesip, sakal bırakmalarında İslamiyet'in büyük etkisi olduğu düşünülmektedir.bu konuda bir Fransız seyyah şöyle demektedir:Türkler saçlarını traş ederler.Frenklerin saçlarını uzatmalarına şaşırırlar. İtikatlarınca uzun saç içinde şeytan yuva yaparmış. Buna karşılık Türkler sakallarını ve bıyıklarını koyuverirler. Yalnız münevverleri ve saraya mensup bulunanları traş olur(Thevenot, ).
7 Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman zamanında kahve keyfinin yayılıp, İstanbul’da ilk kahvehanelerin açılmasına kadar berber dükkanlarının nasıl yerler oldukları bilinmemektedir. Kahvehanelerin açılmasıyla berberler kahvehanelerin köşelerine yerleştiler ve berber esnafı da kahveci esnafına yamak oldu(Koçu, 1974:30).İstanbul yaşayışını anlatan yabancı yazarlardan Edmondo De Amicis(1981:82) Türk kahvehanelerinin aynı zamanda berber dükkanı, kahvecinin de hem dişçi, hemde cerrah olduğunu belirtmektedir  XVIII. y.y ortalarında IV Murat kahveyi yasaklayıp, kahvehaneleri kapatınca berberlerde özgürlüklerine kavuştu. Padişahın ölümü ile de tekrar berber dükkanı, kahvehanelerin içine girer ve Yeniçeri ocağının 1826’da kaldırılmasına kadar yaklaşık iki asır kadar bu böyle devam eder(Koçu,1974:30).
8 II Mahmud 1826’da Yeniçeri ocağını kapattıktan sonra İstanbul’da ne kadar kahvehane varsa hepsini kapattı. Esnaf gedik usulune tabi idi. Kahvehaneler kapanınca, berberlerin dükkan açabilmeleri için yeniden berber gedikleri hazırlandı.belli bir süre sonra tarihi bilinmiyor kahvehaneler yeniden açıldı. Berberlerin bir kısmı yine kahvehanelerin bir köşesine, müstakil gedik sahibi olarak girdi. Bir kısmı da müstakil dükkanlarını muhafaza ettiler(Aksu,1996:11). O dönemlerde berberlerin kendilerine ait kıyafetleri vardı.Koçu (1967:34-35) bu kıyafetleri şöyle tasvir etmektedir
9 Dükkanlarda zeminin taş döşeli olması, berber kalfaları ile çıraklarının yaz ve kış yalın ayaklarında nalınla çalışmaları kadılık(belediye) nizamı ile mecburi idi. Bu mecburiyetin, çıplak ayağın çoraplı ayaktan daha kolaylıkla temiz tutulacağından ileri geldiği muhakkaktır.Çıplak ayaklı berber ve kalfaları sırtlana ne giyerlerse giysinler ilk şart tertemiz olması idi. İç gömleğin ve onun üzerine giyilen mintanın kolları dirseklere kadar muhakkak sıvanırdı. Gömleğin üzerine göğüs kısmı işlemeli bir yelek veya işlemeli bir elbise, kısa kollu bir cepken giyilirdi. Bele bir kuşak, üstüne de ibrişimden bir peştamal bağlanırdı. Başlarına ise en eski devirlerde beyaz keçeden bir külah, külah üzerine sarık sararlardı. Sonraları ise fes veya dalfes (sarıksız) giymişlerdir.Resim 1: Berber Çırağı
10 Resim 2:Dizinde tıraş yapan Ayak BerberiBu dönemde traş günümüzden daha farklı yapılmaktaydı. Müşteri koltuk yerine dizde traş edilirdi. Müşteri, peykere (tahta sedir) oturtulur, berber önce sakalı ustura ile kazır, sonra sol ayağını müşterinin oturduğu peykere dayar, dizine temiz bir peşkir (havlu) koyar, müşterinin başını dizine yatırır, önce sağ tarafını perdaht (Traş) eder, sonrada sağ ayağını dayar, başı öbür dizine dayar ve sol tarafını traş ederdi (Koçu,1974:32).Resim 2:Dizinde tıraş yapan Ayak Berberi
11 Sakalı sabunlamak için sabun özel berber leğeninde köpürtülürdüSakalı sabunlamak için sabun özel berber leğeninde köpürtülürdü. Bu leğenin özelliği bir tarafı oyuktu. Sakal yıkanırken oyuk kısmı müşterinin boynuna tutulurdu. Çırak leğeni müşterinin boynunda tutarken, usta hazırlanan bu sabunlu suyla, el ile müşterisinin sakalını yumuşatırdı. Sakal kılları iyice yumuşatıldıktan sonra ustura vurulurdu. Traştan sonra da baş mutlaka yıkanırdı. Yıkama işlemi ‘stil” ile yapılırdı.Resim 3: Tıraş leğeni
12 Stil, berber dükkanlarında tavana asılmış, orta büyüklükte bir maşrapa veya küp şeklindeki bir su kabıdır. Dibinde musluğu vardır. Müşterinin saçı yıkarken çırak leğen tutar, berber de, sitilden akan suyla başı yıkardı. Stil, berberin maddi gücüne, dükkanın mevkiine, semtine, müşterinin sosyal durumuna göre topraktan, kalaylı bakırdan veya gümüşten olurdu. Stiller bazen de duvara çakılmış uzunca bir demir çubuğa asılırdı (Koçu,1974:31-34).Resim 4: Stil
13 İstanbul berberleri hakkında en eski kayıt XVII. yİstanbul berberleri hakkında en eski kayıt XVII. y.y’da yaşamış Evliya Çelebi’nin Seyehatnamesi’ndedir.Evliya Çelebi berberleri, sünnetçi berberleri ve piyade berber esnafı (ayak berberleri) olarak iki sınıfa ayırmıştırAyak berberlerinin dükkanları yoktu ve sokaklarda iskelelerde, meydanlarda çocukları, ırgatları, arabacıları, kayıkçıları, hamalları traş ederlerdi(Çelebi,1969: ).Fransız büyükelçisi Marquis de Ferriol (1920:20) ayak berberleri hakkında söyle demektedir:”dükkan açamayacak kadar usta olmayan berberler mahalle aralarında dolaşarak sanatlarını icra ederler, traş olacaklar onları bazen eve alırlar, bazen de kapı önünde traş olurlar”.Ayak berberleri pek hünerli değillerdi.traş ettikleri müşterilerinin yüzlerinde kesikler görülürdü. Çoğunun da esnaf ruhsat tezkeresi yoktu. Bundan dolayı sık sık belediye çavuşlarının baskınına uğrarlardı.Koçu (1974:37) ayrıca İstanbul’daki hamam berberlerinden de bahsetmektedir. Bunlar hem müşteriyi traş edip, hemde küçük yaraları tedavi ederlerdi.
14 I. Abdülhamid zamanında Avrupa tarzında dükkanlar açıldıI.Abdülhamid zamanında Avrupa tarzında dükkanlar açıldı. Bu dükkanlar kendilerini eski usul berberlerden ayırmak için “perukar” ismini kullandılar.Berberlerin giyimlerinde ve kullandıkları eşyalarda değişiklikler oldu. Berberler, peştamal yerine beyaz patiskadan iş gömlekleri giymeye başladılar. Sabun leğende el ile köpürtülüp, sakalı yumuşatmak yerine sabun tasları ve tıraş fırçaları kullanılmaya başlandı. Çıraklar ayaklarından nalını, takunyayı çıkarıp, çorap, ayakkabı ve beyaz gömlek giymeye başladılar.Makas ve usturaya saç makinaları da ilave edildi. Müşteri peykere oturtulup traş edilirken, baş yastıklı berber koltukları kullanılmaya başlandı (Koçu,1974:32).
15 Meşrutiyetin ilk yıllarında bazı büyük berber salonlarında lavanta, kolonya, elbise ve saç fırçaları, keten, lastik yakalık, baston, şemsiye, sabun, saç boyası, tuvalet suyu gibi kozmetik eşyalarda satılırdı (Koçu,1974:36-37).  İstanbul’da birde “İbrişim berberleri” vardı. Bunlar sakal düzeltirken kenar kılları, iki kaş arasındaki kılları , kulak kıllarını ve kaşın şeklini bozan kılları makas ve ustura kullanmayarak ibrişim telleri ile alan berberlerdi.Ustura tıraşını bir nevi erkeklik simgesi olarak görenler, ibrişim tıraşını tıraştan saymazlar ve ibrişim tıraşına “yolunma”, böyle tıraş olanlara da “yoluk” diye aşağılarlardı (Koçu,1961:2525).
16 Osmanlı sarayında berberlik ve dellaklık hizmeti önemli vazifelerden sayılırdı(Koçu,1961:2524).Sarayda berberlik hizmetleri önceleri Enderun’da hazine ve kiler koğuşunda bulunan zülüflü ağalar arasından seçilen yetenekli kişiler tarafından yürütülürdü.Seferli koğuşu kurulduktan sonra bu hizmet bu koğuştan yetişen zülüflü ağalara verildi.Padişah berberi berberbaşı ünvanını taşır ve bu göreve getirilince has odaya yerleşirdi. Berberbaşı padişahı tıraş ettikçe kestiği saç ve sakalları atmaz, gümüş bir leğende yıkar,kurutur, kokular serperek bir kutuda biriktirirdi. Her yıl Surre alayı ile birlikte Medine’ye gönderilen bu kutunun içindekiler Hz.Muhammed’in türbesi yakınlarında uygun bir yere gömülürdü.berberbaşı ayrıca şehzadelerin ilk tıraşlarını da yapar, bu hizmeti yerine getirdikten sonra durumu sadrazama bildirerek armağanlar alırdı(Erkan,1995:7).
17 Eski berberler esnaf geleneklerine uyarak Hz Muhamed’i tıraş eden Selman-ı Pak’ı kendilerine pir olarak kabul ederler ve bunu dükkanlarının bir köşesine astıkları levhalardaki beyit ve kıtalarla dile getirirlerdi (Erkan,1995:6). Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar geçen sürede berberlik mesleği gelişen teknoloji, siyasi ve sosyal olaylar neticesinde hızlı ve büyük bir değişime girmiştir.Bu şekilde hızla değişen ve gelişen ülkemizde berberlik mesleği çok önemli mesafeler kat ederek salon dekorasyonu, işletme anlayışı, müşteri ilişkileri, teknik uygulama, meslek içi eğitimi, makine ve teknik donanım sayesinde bugünkü durumuna ulaşmıştır.
18 TÜRKLERDEKİ SAÇ-SAKAL VE BIYIK MODELLERİKaynaklardan öğrendiğimize göre Eski Türklerin saçı genellikle uzun ve örgülü idi.Uzun saç bazen de serbest bırakılmıştı. Doğuya doğru gidildikçe ise Çin ve Moğol etkisi altında kalan Türklerin saçlarını çok kısa kestikleri veya kazıttıkları görülmektedir.Başka bir model ise Kuzeydoğu Asya ile Mançu kavimlerine ait olan, başın etrafı kazındıktan sonra tepe bırakılan tek örgülü saç modeli idi.Türklerin bu farklı saç modellerini kullanmalarının nedeni ise çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmaları ve değişik kültürlerden etkilenmeleridir( Ögel, 1978: ).Resim 5:Göktürk heykelleri
19 Türklerde saç renklerinin de önemli bir yeri vardıTürklerde saç renklerinin de önemli bir yeri vardı. Siyah saç Türklerin başta gelen bir özelliğiydi. Oğuz Kaan Destanı’nın başında da “saçları kaşları kara irdiler irdi” ifadesi geçmektedir(Ögel,1978:277).Türklerde siyah saç yanında “orsal saç” yani kızıla bakan kumral saç da bulunuyordu(Atalay,1992:105).Osmanlı döneminde erkek saçlarının kısaldığı görülür. Bu dönemde görülen modeller, Cumhuriyetin ilanından yakın geçmişe kadar kullanılmıştır.
20 Klasik Ense: Ensenin arkasında saç olmazdıKlasik Ense: Ensenin arkasında saç olmazdı.Ense sıfırdan başlar, üç numaraya kadar yukarı çıkardı. Yanlar normal, kulak arkaları açıktı.Alabros( Pehlivan) Traşı: Yanlar üç numara ile alınır. Tepede az bir saç bırakılırdı.Bırakılan saç ise dik olarak taranırdı.Resim 6:Alabros Tıraş
21 Havlulu Traş: Tepe öne doğru “U” şeklinde kazınırdıHavlulu Traş: Tepe öne doğru “U” şeklinde kazınırdı. Bu modeli daha çok yaşlılar tercih ederdi. Çünkü yaşlılar, başlarındaki ağrının geçmesi için bu “U” şeklindeki yere şap sürerlerdi. (Aksu,1996:31).Resim 7: Havlulu Tıraş
22 Beatle Kesimi: Beatle asi gençlik arasından İngiltere’de çıkmış şarkıcı bir grubun adıdır. Bunlar alınlarında kaşlarını tamamen örten top kaküller bırakmışlar ve saçlarını da karışık bir şekilde uzatmışlardır. Bu kesim –1965 arasında tüm dünyayı etkilemiştir(Koçu,1967:32).Zülüf: Yüzün iki yanında kaş ile kulak arkasında, şakaklar üstünde biten saçtır. Osmanlı sarayının “Zülüflü Ağalar” denilen iç oğlanları ile “Zülüflü Baltacılar” denilen ve kaba temizlik işlerinde kullanılan uşak oğlanlarının takmaya mecbur olduğu örülmüş kız saçı taklidi iki koldan takma saça da “Zülüf” denirdi.ağa unvanı taşıyan iç oğlanlarının zülüfleri sırmadan, Baltacı denilen uşak oğlanlarının zülüfleri ise ipekten örülmüştü. Saraydaki bu gelenek 1828’de II Mahmud’un kıyafet inkılabına kadar devam etmiştir(Koçu,1967:2739).
23 Perçem: Farsça bir isimdirPerçem: Farsça bir isimdir. Kaamusu Türki’de şöyle geçer;”vaktiyle başlarını tıraş edenlerin tepede bıraktıkları saç”. Koçu(1967:273), Bu tarife tepe perçemi demenin daha doğru olacağını söyler. Yine koçu bu saç şeklinin asker ve yeniçerilerde kullanılma nedenini şöyle açıklar:”Akla yakın rivayete göre, cenklerde başı düşmen kılıcına gelenlerin başları düşman ayağı altında hakaret görmemesi için bırakılırmış. Cenk yoldaşları kesik başı o tepe perçeminden tutup alır, götürürlermiş.”(Koçu,1967:273)Geysü: Dilimize Farsça’dan girmiştir. Başın iki tarafında omuzun üzerine dökülen saç diye tanımlanır(Kazım,1943).Eski toplum hayatında kadın ve kız gibi saç uzatmış tarikat şeyhleri, dervişler, onların müridleri, geysudar şeyhler ,aşıklar ve köçek oğlanları bu saçları kullanmışlardır(Koçu, 1967:123)
24 SAKALSakal sözü Göktürklerin Menşe efsanesinde bile rastlanmaktadır.Sakal sözü çok eski çağlardan beri hiç değiştirilmeden, bu güne kadar sakal şeklinde gelmiştir(Ögel,1986:337) Divan-ı Lügat-it Türk’te de sakal sözü “şütük sakal” “köse sakal” ifadesi aynen geçmektedir(Atalay,1992:332).Kaynaklardan öğrendiğimize göre bir gerçek varsa, “İslamiyet’ten önceki Türkler sakalı sevmiyorlardı. Türkler ve Orta Asya kavimleri, sakallarını kesiyorlar fakat bıyıklarına değer veriyorlardı (Ögel,1986:305).
25 Türklerde sakal İslamiyet’ten sonra görülmektedirTürklerde sakal İslamiyet’ten sonra görülmektedir. İslamiyet’ten önce Türk erkekleri genellikle uzun saçlı, bıyıklı ve sakalsızdı. Manas Destanı’nda Müslüman olmayan Türkler ile Moğolların sakal bırakmadıklarını gösteren bazı bölümler vardır. Müslüman Kırgızlar, sakal bırakıyorlar ve bunu İslamiyet’in bir sembolü olarak görüyorlardı( Ögel,1989:95).Türkler için sakal kutsaldı. Sakal üzerine yemin ederlerdi. Bunda Türklerin sakalı İslamiyet’in sembolü olarak görmesinin etkisi de söz konusu olabilir.Türklerin sakallarına verdikleri önem yabancı seyyahların da dikkatini çekmiştir. Bir Fransız gezgin bu konuda şunları yazar: “... Türkler sakallarını ve bıyıklarını koyuverirler. Yalnız münevverleri ve saray mensup bulunanları tıraş olur.Güzel sakallı adamlara hürmet ederler. Bir Türk’ü sakalından tutmak, ona büyük hakarettir(Thevenot, ).
26 Resim 8: Çember sakal, Bektaşi tipi bıyıkÇember Sakal: Çene altında en fazla üç parmak uzunluğunda kısa kesilmiş bir sakal biçimidir ki zülüf bitimine doğru yüzü bir çember gibi çevirir. Çember sakal son yüzyıllardan beri din adamları ve dini kesim tarafından benimsenmiştir (Koçu,1967:253).Resim 8: Çember sakal, Bektaşi tipi bıyık
27 Teke sakalı: Çene üstünde bırakılmış ve püskül gibi, kılların uçları kesilmeyerek kuvveti derecesinde salınmış bir tutam sakaldır. Binlerce yıl önce Orta Asya Türkleri tarafından Çinlilerde görülerek alınıp, benimsenmiştir: Aynı zamanda da keçi saklı da denilmektedir(Koçu,1967:253).Resim 9: Teke sakal
28 Didon Sakal: Fransız kesimidirDidon Sakal: Fransız kesimidir. Çenenin ucu bitiminde bırakılmış bir tutam sakaldır. Fransızlar buna “Barbiş” derler meşrutiyetten sonra alafrangalığın simgesi olarak pek az kimse tarafından kullanılmıştır(Koçu,1967:91).Resim 10: Didon sakal
29 BIYIKBıyık sözü, Selçuklu çağının başlarında “bıdhık” şeklinde görülmektedir. Bıyık, gerek mana gerekse söyleniş bakımından hemen hemen bütün Türk kavimlerinde büyük bir değişiklik göstermeyen eski bir Türk sözüdür(Ögel,1978:310).Türkler bıyıklarına çok önem verirlerdi. Bıyık bırakmayı erkeklik olarak kabul ederlerdi. Bıyıkları yeni çıkmayan başlayan erkek çocukları, bıyık kılları bir an önce bitmesi için bir takım yağlar sürerlerdi.
30 Resim 11:Sünnet olan bıyıkSünnet Olan Bıyık: Kibar tabaka hemen bütün memurlar, efendiden kişiler uçları dudak kenarını geçmeyen kararırınca bıyık uzatırlar, bıyığın dudak kenarları da sünneti şerife göre üzeri kırpılırdı. Bıyık teli dudak üstüne düşmezdi. Bıyık altında üst dudak tam şekliyle görünürdü (Koçu,1967:36).Resim 11:Sünnet olan bıyık
31 Karanfil Bıyık: Kararınca uzatılmış bıyığın alt kısmı sünneti şerife göre üzeri kırpılmaz fakat alt kıllar öyle bırakılmaz, kıvır kıvır toplanır, üstüne bıyık kılı düşmemiş üst dudak yine tam şekliyle görünürdü. Fakat herkes bıyığına bu şekli veremezdi. Karanfil bıyık için bıyık kıllarının kıvırcık olması gerekirdi. Katip ve şair bıyığı buna örnekti(Koçu,1967:36).Resim 12: Karanfil bıyık
32 Gaytan Bıyık: Alttan azıcık kırpılır, üstten derinden alınır, uçları da ağız kenarlarından aşağı doğru azıcık sarkardı. Esnaftan gelişmiş gençler ve ayak takımının bıyığı idi(Koçu,1967:36).Resim 13:Gaytan Bıyık
33 Pala Bıyık:Alt dudak kenarı kırpılır, üst kıllar haliyle bırakılır ve alabildiğine uzatılırdı; gür kılar iyice burulur, uçları burularak sivriltilir, burun hattına ters vaziyette, yüz çevresinden, yanaklardan en az dört-beş parmak dışarı çıkardı. Yaşı en az otuzu bulmuş, kabadayı, zorba ve yeniçeri bıyığı idi(Koçu,1967:37).Resim 14: Pala bıyık
34 Burma Bıyık: Pala bıyığın daha incesi, kılları gür olmayan hali üzere bırakılıp uzatılmış kıllar parmak uçları ile burulurdu. Esnaf, genç yeniçeri bıyığı buna örnekti(Koçu,1967:37).Resim 15:Burma bıyık
35 Pos Bıyık: Kendi haline bırakılıp büyütülmüş bıyık, alt kenarı parmak uçları ile toplanır, dudak üstüne kıl sarkmamasına dikkat edilir , fakat bıyık burulmaz, uçları sivriltilmez, yüz çevresinden dışarı taşmaz, uç kısmı dudak bitiminden aşağı doğru tel tel sarkardı. Kalenderlerin, feleğin türlü cilvelerini görmüş olanların bıyık tuvaleti idi (Koçu,1967:37).Bektaşi Bıyığı: Bir pos bıyıktır. Farkı , bıyığın alt kılları toplanmaz, üst dudak, hatta bütün ağız üstüne dökülür, ağzı tamamen örttüğü de görülürdü (Koçu,1967:37).Resim 16:Pos bıyık
36 YasdıkBıyık:Yeniçerilerde çorbacı ağalardan itibaren bütün yüksek rütbeli yeniçeri zabitlerinin kullandığı bıyık şeklidir.Bir nevi pala bıyık olup, sakal tıraş edilirken bıyık altına rastlayan sakal kılları kesilmez,uzatılır, bu sakal kıları bıyık kıları ile karışır, bıyığa yasdık olan o sakal kıllarının ucu da bıyık kılları ile beraber burulur, sivriltirdi. Yastık bıyık yüze ayrı bir heybet verirdi(Koçu,1967:38).Resim 17: Yasdık bıyık
37 Pis Bıyık:Bıyık kıları gür çıkamaz, kıl araları köse, güve yeniği gibi olur ve bıyığa bir şekil vermek imkanı bulunmazsa bu isimle anılırdı. Erkek için bir kusur, ayıp sayılırdı (Koçu,1967:36).Resim18: Pis bıyık
38 Kırpık Bıyık: Bıyık uçları kırpılır ve dudak üstünde kıldan bir yasdıkcık halinde bırakılırdı.Bu bıyık şekli I. Dünya Savaşı sırasında moda oldu (Koçu,1967:36).Resim19: Kırpık bıyık
39 Pırasa Bıyık: Uzun, gür ve iki yandan yanaklar dışına taşmış, uçları bükülmeyerek püskül püskül bırakılan bıyıktır. (Koçu,1967:36). Geçmişte kullanılan bıyık türlerinin çoğu günümüzde de kullanılmaktadır.Resim 20: Pırasa bıyık
40 KAYNAKÇAAksu,F.A (1996). Geleneksel Erkek Berberliği, Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Yayınları:238, Ankara.Amicis, E (1981). (Çev: Beynun Akyavaş). Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.Atalay, B (1945). Ettuhfet-üz Zekiyye Fil-Lügat-it Türkiyye, Burhaneddin Basımevi, İstanbul.Atalay, B (1992). Divan-ı Lügat-it Tercümesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 3.Baskı, 3.Cilt, AnkaraÇelebi, E (1969). Seyehatname.Diyarbekirli, N ve Aslanapa, O (1977). Türk Tarihi (II), Ankara.Erkan, A (1995). Berberlik Sanatında Eğitim, Ankara.Köymen, M ( 1971). “Alp Arslan Zamanı Türk Giyim Kuşamı”. Selçuklu araştırmaları Dergisi,III,Koçu, R.E (1967). Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Kültür Yayınları, Ankara.Koçu, R.E (1974).” Eski İstanbulda Berberler”. Hayat Tarih Mecmuası, X, 5, 5: 30-37Ligeti, L (1986). (Çev: Sadrettin Karatay), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.Ögel, B (1978). Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, V. Cilt, Ankara.Ögel, B (1989). Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.Özel, M (1992). Folklorik Türk Kıyafetleri.Türkiye Güzel Sanatları Geliştirme Yayınları, AnkaraTevenot, J (1954). Üçyüz Sene Evvel Türkiye ve Türkler.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...