11 Ekim 2019

Devlet Bahçeli’nin kütüğüne bakıldı, soyundaki Ermenilere ulaşıldı Aralık 12, 2014

Devlet Bahçeli'nin kütüğüne bakıldı, soyundaki Ermenilere ulaşıldı...
Aralık 12, 2014
Kendi milletvekilinin Cumhurbaşkanlığına aday olmasını kuvvet/şiddet kullanarak, mecliste eşkiyalık yaptırarak engelleyen… 
Kendi partisindeki Müslüman milliyetçileri saf dışı edip eleyen ve Alevileri de “Aleviyim!” diyerek kandırıp oylarını alan Devlet Bahçeli’nin gerçek kimliği artık ispat edildi… 
O bir Ermeni ajanı…
****
Devlet bahçeli iktidar olmak için değil MHP’yi kontrol altında tutmak için var.
Sevgili Ülküdaşlarım.. Şimdi yazacaklarıma eminim inanamayacaksınız. Çünkü ben de ilk duyduğumda inanamamıştım. Adana Nüfus Müdürlüğü’nden emekli olan bir uzak akrabamı yaptığım ziyarette, Devlet BAHÇELİ ve ailesi hakkında inanılmaz şeyler söylemişti. O zaman son derece safkan bir ülkücü olan ben, bütün bunları peşinen reddetmiş ve o nüfus memuruna, 
-bir şey yapamazdım çünkü yaşını başını almış olgun biriydi
- sert çıkıp, ülkücü harekete düşman olduğunu, bu tür uydurma şeyleri ulu orta yerde söylememesi gerektiğini ifade etmiştim. Adamın dedikleri yenilir yutulur şeyler değildi. Ancak bir süre sonra tekrar karşılaştığımızda, ileri sürdüğü iddaaların kanıtlarının artık elinde olduğunu eğer onunla beraber evlerine gidersem bana teker teker kanıtlayacağını söylemişti. 
Adamın iddiasına göre BAHÇELİ ailesi çok karışık bir nesebe sahipti. Ailesinden ERMENİ’den YAHUDİ’ye kadar bir çok soy karışımı olmuştu… Merakımı yenemedim ve adamla beraber evlerine gittim.
Sonra gördüklerime inanamadım. Eminim siz de inamamayacaksınız.
‘Şimdi okuyacaklarımı inanılmaz bulacaksını ama dediklerimde haklı olduğumu anlayacaksın’ dedi yaşlı nüfus memuru. Yüzüne anlamsız ifadelerle baktım. Hala bu herifin Ülkücü Harekete bir kastının olduğuna inanıyor ve attığı iftiraya karşı doyurucu açıklama yapamazsa bizzat cezasını ben kendi elimle orada verecektim.
Bir tomar silik fotokopi kağıdı çıkardı adam. Masaya geçip yanına oturmamı söyledi… Eline aldığı belgeleri sakin sakin inceleyip mırıldanarak konuştuktan sonra hepsini kendince alt alta sıraladı. Ve hazır olduğunu ifade eden bir işaret yaptı. Başlıyordu anlatmaya.
DUYDUKLARIMA İNANAMIYORUM
‘Bak evlat’ dedi, “Devlet BAHÇELİ; Salih ve Samiye oğlu 1948 Osmaniye-Hasanbeyli nüfusuna kayıtlı.”
Bunda şaşıracak bir şey yoktu, genel başkanımızın doğum bilgilerini MHP’nin tüm arşivlerinde bulmak mümkündü. Tatmin olmayan gözlerle baktım adama. Devam etti:
“Anne Samiye BAHÇELİ… Ökkeş ve Melek kızı. 1341 Osmaniye-Hasanbeyli nüfusuna kayıtlı. Samiye hanımın kızlık Soyadı KIRIKKANAT… Osmaniye Merkez nüfusuna kayıtlıymış. Annesi Melek Hanım: Melek KIRIKKANAT: Hacı Hüseyin ve Melek kızı. 1318 Osmaniye – Merkez nüfusuna kayıtlı.”
Sabrım tükeniyordu. Bu rakamlar ve yıllar hiç bir anlam ifade etmiyordu. Yani, annesinin ve anne annesinin kızlık soyadlarını bilmek marifet değildi ki?
Yaşlı adamın susacağı yoktu.
“Şimdi dedesine bakalım” dedi yaşlı adam:
“Ökkeş KIRIKKANAT: Halil-Emiş’ten olma Osmaniye Merkez kayıtlı.”
“Ve bu kısım tamam, acele etme evlat sakin ol ve dikkatini dağıtmadan beni dinle”
Ama benim sabrım kalmamıştı:
“Şimdi sıra babasının soy kütüğünü takip etmekte” diyerek alttaki kağıdı çekti ve okumaya başladı:
“Baba Salih BAHÇELİ: Turan ve Ayşe’den olma. 1320 Osmaniye-Hasanbeyli nüfusu.
Dikkatini şimdi çekerim, dedesinin soy ismine dikkat et:

Yani babaennesinin babasının soyundan Dede Turan SOYLU: Ahmet ve Raziye’den olma 1278 Osmaniye Merkezine kayıtlı. Yani BAHÇELİ ailesinde SOYLU soyismine rastlarsak şaşırmayalım ve devam edelim.



Yeğen Ülker BAHÇELİ: Turan ve Muhterem’den olma. 1958 Osmaniye-Hasanbetli nüfusuna kayıtlı.

Ülker hanım evlenince soyismi ÇERÇİ oluyor.
Ve karışıklık başlıyor:
Lyudmyla ÇERÇİ: Mikola, Tetyana’dan olma. 1977 Osmaniye Merkez’e kayıtlı.”
İşte buna inanmam mümkün değildi. Ancak ihtiyarın elinde tuttuğu kütük fotokopisinde her şey kayıtlıydı. Devlet BAHÇELİ’nin yeğenleri ERMENİ olamazdı, bunana inanmam çok zordu… Hatta ağırıma gitmişti. Nüfus memurunun yüzüne ters ters baktım ama onun susacağı yoktu.
“İstersen Anne tarafını takip edelim biraz da:
Nezihat SOYLU: Süleyman ve Fatma’dan olma, 1941 Osmaniye Merkez kayıt.
Nezihat hanım evlenince soy ismi ne oluyor dersin:?”
Yaşlı adamın suratına “nerden bileceğim” sorusunu sorarmış gibi baktım. Cevabı hazırdı:
“BOZDUĞAN… bak Nezihat BOZDUĞAN’ın kaydı işte burada:
Nezihat BOZDUĞAN: Anne adı: Fatma, baba adı: Süleyman. Doğum tarihi: 1941… İşte Osmaniye Merkez’deki nüfus kaydı.” Sustu yaşlı adam, bir sigara yaktı. Sanki çok önemli bir şey açıklar gibi canımı yakan cümleleri kullanmaya başladı:
“Coron Catherine BOZDUĞAN kimdir dersin? Robert ve Hilda’dan olma 1969 doğumlu Osmaniye Merkez nüfusuna kayıtlı?…”
Cevabını bilmediğim bir soruydu. Robert, Hilda, Catherine… Bunlar ancak Kemal DERVİŞ’in soy kütüğü olabilirdi. Liderimle ne ilgisi vardı ki?
“Moda tabirle Devlet Bahçeli’nin kuzen çocukları bunlar delikanlı. Dikkatini çekerim, kuzenleri büyük ülkücü, Türkçü liderinin!”
susmak bilmiyordu adam:
“Bu Catharine hanım sonra Ufuk Beyle evlendi. Ve Cem isminde bir çocukları oldu. 2001 yılında hem de.” Altlardan bir kağıt çekti.
“İşte bak onun kaydını da buldurdum bizim emektar dostlardan. O günün doğum tutanaklarında bir BOZDUĞAN daha vardı delikanlı. Sıla BOZDUĞAN., Ama ilk adı ELVİN konulmuştu çocuğun. O da 2001 doğumlu ve Osmaniye Merkez kayıtlı.”
Nefesim tıkanmış, sesim kısılmıştı sanki. Neler saçmalıyordu bu adam. Ama ben istemiştim ve o da susmak bilmiyordu:
“Hadi anne tarafının izini sürmeye devam edelim. Biliyorsun Devlet bahçeli’nin annesinin kızlık soyadı KIRIKKANAT. İstersen Osmaniye Merkez’deki akrabalarına bir bakalım.
İşte bak Süheyla hanım Mesela. Süheyla KIRIKKANAT; İsmail ve Cemile’den olma 1949 doğumlu Süheyla Hanımdan. Süheyla Hanım sonra Hatay’a aktarmış kaydı. Reyhanlı Nüfus memurluğunu araştırırsan, Süheyla Hanım’ın gerçek soy isminin HIZAL olduğunu göreceksin. Ve bu ailenin çocuklarına koydukları isimlere bakalım:
Guse Selis HIZALl; Mehmet Fırat ve Seyhan Sönmez görünüyor ebeveyn.
Enver Jan HIZAL. Nadiye ve Fırat’ın iki yaşındaki oğulları. Yine Hatay Reyhanlı nüfusuna kayıt ettirmişler.”
Beynim kitlenmişti artık. Yaşlı adama durmasını söyledim. Bana bakıp gülümsedi, ‘İnanmıyordun ama bak görüyorsun’ dedi. Kağıtları bir tarafa bırakıp bana çay getirdi. Sonra oturup devam etti.
“Bu HIZAL ailesinde Sabiha hanım önemli bir isim. 1941 doğumlu, İslam bey ve Hava Hanımdan olma. Ne güzel isimler değil mi? tam müslüman gibi. Bak bakalım Sabiha Hanım’ın soy ismi neye dönüşüyor: Sabiha APİŞ!!!
Hadi şimdi bu Apiş’lerin peşine düşelim bakalım bizi nereye çıkaracak…
Meryem APİŞ; Ahmet Bekir, Faize, 1949, Hatay-Reyhanlı..
Meryem Hanım’ın da soy ismi değişiyor, ŞAPSO oluyor.
MERYEM ŞAPSO: Ahmet Bekir, Faize, 1949, Hatay-Reyhanlı..
Bak şimdi bu ŞAPSO ailesi nasıl dönüp dolaşıp bahçeli’nin anne tarafının bir kolu olan BOZDUĞAN’lar ile birleşecek. Dümdüz okuyorum dikkatle dinle:
Aysun ŞAPSO: Ali Hikmet ve Elmas’tan olma, 1960 doğumlu, Hatay-merkez
Aysun SAVAŞ: Ali Hikmet ve Elmas’tan olma, 1960 doğumlu, ama kütük değişiyor bu sefer; Balıkesir-Manyas nüfus Müdürlüğü’ne kayıtlı.
Evlilik filan değixl üstelik. İçinden çıkılmaz bir durum, çünkü Aysun hanımın ablası Hülya hanımın soy ismi evlenene kadar SAVAŞ, sonra ALTUNDAĞ oluyor.
Bak sen de gör:
Hülya SAVAŞ: Ali Hikmet, Elmas, 1955 Balıkesir-Manyas.
Hülya ALTUNDAĞ: Ali Hikmet, Elmas, 1955, Mardin Ömerli’ye kayıtlı.
İstersen burada kütük bilgilerini detaylandırayım. Çünkü şimdi lazım olacak. Hülya Hanım’ın cilt no’su: 2, Hane No’su: 81.
Aynı cilt ve hane numarasında bir başka isim söyliyeceğim sana, yine Mardin Ömerli’den…
Hikmet ALTUNDAĞ: Hıdır, Sabiha, 1952, Mardin Ömerli kayıtlı.
Bu Hikmet ALTUNDAĞ soy isminde küçük bir değişiklik yapıyor sonra: ALTUNDAĞ iken ALTINDAĞ oluyor. Ve bu iki soy isim sonra birleşiyor BAHÇELİ VE ALTINDAĞ’lar yani..
İşte böyle ilginç bir çember üzerinde geziniyor Devlet BAHÇELİ’nin kökeni evlat!”
Yorulmuştum ve kafam karışmıştı. Açıkçası daha dinlediklerimi tam sindirmeden yeni isimlere hazmedemezdim. İzin istedim, bana nereye gittiğimi sordu, daha anlatacakları varmış. Ertesi gün geleceğime söz verip ayrıldım. Sizi bilmem ama ben şok olmuştum, gece boyu böylesi bir mutlak davanın liderinin bu kadar karışık bir aileden gelmesini içime sindirememeye başlamıştım. Nasıl olur Devlet BAHÇELİ’NİN YEĞENLERİ DENEBİLECEK İNSANLARIN NEREDEYSE TAMAMI Ermeni ya da Hıristiyan isimleri alabiliyordu.???
ERTESİ GÜN YAŞADIĞIM ŞOK DAHA DA BÜYÜDÜ!
Yine emekli nüfus memurunun gecekondu mahallesindeki evinin kapısındaydım. Dünkü gerilimli saatlerden sonra bu sefer beni güleryüzle karşıladı. Belli ki hazırlık yapmıştı. Hemen masaya geçtik ve anlatmaya başladı:
“Bugünkülere hiç inanmayacaksın belki ama madem başladık anlatıp bitireyim. Amca kızına bakalım:
SERPİL BAHÇELİ: Salih; Saniye’den olma 1946 Osmaniye-Hasanbeyli’ye kayıtlı.
Serpil hanım’ın yeri soy ismi nedir biliyor musun: FETTAHOĞLU!
Bu FETTAHOĞLU ailesinde AKSAY VE ÇANGA soyadları önemli. Bak şimdi bu zincir bizi nereye çıkaracak:
AYŞE NEZİHE ÇANGA: Mustafa ve Fatma’dan olma, 1936 Adano-kozan nüfusuna kayıtlı. Nezihe hanım’ın esas soy ismi ÇAMURDANOĞLU. Hatta sonra OĞLU kısmın çıkartıyorlar sadece ÇAMURDAN kalıyor. Al bakalım sana bir kaç tane aynı kütüğe kayıtlı ÇAMURDAN soy isimli kişi:
DERYA ERİKE ÇAMURDANOĞLU: Mustafa Ökkeş ve Ayşe Aysel’den olma 1957 doğumlu. Adana-kozan nüfusu.
ANİTA Deniz ÇAMURDANOĞLU: Gürkaynak ve ERİKA’dan olma. 1959. yine Adana-Kozan.
AGNES MARİA MAGDELENE ÇAMURDAN: FRANCOUİS JEAN PİERRE VE MARİE LOUİSSE CHARLOTTE ADREA’dan olma, Adana-Kozan nüfusuna kayıtlı.
Selçuk Emre ÇAMURDAN: Mehmet Cihan ve AGNES MARİE MADELEİNE’den olma 1985 doğumlu Adana-Kozan nüfusuna kayıt ettirilmiş.”
Yine beynim uyuşmuştu. Türçülük, Ülkücülüğün sembol isminin aile kökenindeki isimler içimi ‘cız’ ettirmişti. Boğazıma bir yumruk tıkanmıştı sanki. Yutkunamıyordum. İhtiyar adam anladı. Gözlüklerinin üstünden bana baktı ve ‘Bunlar daha ne ki hele bir dinle’ dedi. Devam etti:
“Aynı ailenin çocuklarının isimleri. Artık gizlenmeye bile gerek duymuyorlar:
SÜREYYA ELSA MİLLER: SAMUEL BERT, Sakine Sema’dan olma. 1986, Adana-Kozan..
RİFAT ORHAN ÇAMURDAN: Mehmet Cihan, AGNES MARİE MADELEİNE’nin çocuğu. Adana-Kozan doğumlu 1980.
SELİNA SAKİNE MİLLER: B una annesinin ismi de konmuş: SAMUEL BERT, Sakine Sema’dan olma. 1992, Adana-Kozan.
SERPİL FETTAHOĞLU’nun ailesindeki Öznur Hanım’a dikkatlice bakarsak bizi çok daha ilginç bir noktaya götürecek.
ÖZNUR FETTAHOĞLU: Mahmut nedim, Emine kızı, 1948, Osmaniye-Hasanbeyli.
Sonra küçük bir kayıt değişikliğini iyi farketmek lazım:
ÖZNUR FETTAHOĞLU: Mahmut nedim, Emine kızı, 1948, Osmaniye-Düziçi!!!
Neden düziçi? Diye soracak olursan, şimdi söyleyeceğim isim bunun cevabı olacak sanırım:
Düziçi Nufus memurluundaki FETTAHOĞLU kayıtlarında Algan soy ismi kimsenin dikkatini çekmez. BAHÇELİ’NİN annesinin yakın akrabası olan bu aileden bir isim yakında yapılacak seçimlerin kaderini belirleyen bir isimdir desem şaşırırmısın…
Şaşır o zaman bak bu kim?
TUFAN ALGAN: Ahmet ve Sultan’dan olma, 1939 Osmaniye Düziçi Nüfus müdürlüğüne kayıtlı.”
Bu tam bir şoktu. Demek TUFAN ALGAN ile DEVLET BAHÇELİ akraba idi. Hem de hiç de uzak olmayan akraba!
İhtiyar durdu, gözlüğünü çıkarıp masaya koydu, elleriyle gözünü oğuşturup:
“Şimdi söyle bakalım başka hangi ülkede, birisi siyasi parti lideri, diğeri Seçim kurulu Başkanı olan iki akraba olabilir. Üstelik bunlardan biri, Yani TUFAN ALGAN, akrabası BAHÇELİ’nin rakiplerini ekarte etti. RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE NECMETTİN ERBAKAN’IN seçim yasağı almasında akrabalık bağının hiç etkisi olmadığını kim söyleyebilir. Üstelik karar bir oy fazlasıyla alınmışken ve o fazlalık oy TUFAN ALGAN’a aitken!! Bu seçim dürüst ve namusludur denilebilir mi?”
Artık kafam karman çorman olmuştu. Duyduklarıma inanamıyordum. Allah’tan bunu kimse bilmiyor diye sevindim ilk başta.b Ama bu dürüstçe bir davranış değildi. Hem ailesindeki Ermeniler, Hıristiyanları bilmeyen biz Ülkücü Gençlik bu adamın ardından nasıl hala gidebilirdik ki?
Yaşlı adam devam etmek istedi:
“Biliyorsun Devlet BAHÇELİ’nin annesi, ÖKKEŞ ALP KIRIKKANAT’IN HALASIDIR. Bunu dün sana ayrıntılarıyla anlattım. Hadi şimdi KIRAKKANAT ailesine bir göz atalım.
SANEM KIRIKKANAT: Remzi, İlkin’den olma, 1974, Osmaniye merkez kayıtlı.
Sanem hanımı takip edelim:
SANEM GEÇER: 
: Remzi, İlkin’den olma, 1974, Osmaniye Merkez kayıtlı.”
“Sus artık, tek kelime duymak istemiyorum!!”
Bağırmıştım… Yaşlı adam tedirgin oldu. Bir an için ona zarar verebileceğimi düşünmüş olacak ki, sandalyeden kalkacakmış gibi doğruldu. Öyle bir niyetim olmadığını belli ettim.
“Çok sağolasın iki gündür anlattıklarında kafamdaki sisleri dağıttın” dedim emekli memura.
Beni kapıdan uğurlarken gülümseyerek:
“Tekrar gel delikanlı. Bu sefer sana DEVLET BAHÇELİ’nin annesi ile AHMET NECDET SEZER’İN karısı arasındaki ilginç zinciri anlatırım. Ermenilerin, Yadudi halkaların bulunduğu zinciri. Kimbilir Belki SEMRA SEZER KÜRÜMOĞLU’nun Ermeni olduğunu ispatlarım sana!”Yine ne saçmalıyordu bu adam, Cumhurbaşkanı’nın karısı Ermeni miydi?
Dönüp tekrar dinleyecektim ama liderimin yıkılan kişiliğinin enkazı altında ezilmişti ruhum. Soruyorum şimdi size, Ermeni dölü bebek katili terörist başı Apo ile Benim Liderim arasında nasıl bir zincir vardı ve ben ne yapmalıyım!!!
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
DEVLET BAHÇELİ İÇİN “ERMENİ DÖNMESİ” DOSYASINI KİMLER NİÇİN HAZIRLADI!
  “ Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe demiş atalarımız...
-1999 yılında gerçekleşen seçimler sonrası Sayın Devlet Bahçeli"nin Ermeni dönmesi olduğu görüşleri kulaklara fısıldandı.     
 -Ve Adana"da bir nüfus memuruna bu yönde belge bulması görevi verildi.
-Tarihci Yurtsever, Bahçeli"nin kökenlerini araştırmaya karar verdi.
     “ Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe demiş atalarımız... 
Tarihin içinden süzülerek gelen olaylar sonrası... 1999 yılı Nisan ayı içinde Türkiye genelinde olduğu gibi Çukurova'da da "Devletin başına Devlet gelecek" sözleri yankılanıyordu. Söz konusu olan siyasi parti başkanı evlyet Bahçeli"nin demokrasi ortamında seçilerek Türkiye"nin yönetiminde söz sahibi olmasıyla ilgili  düşünceyin tarihi arka planını   ailesini, kökenlerini araştırmak gerekiyordu. Kadirli'den yola çıkarken duygularım beni Devlet Bahçeli"nin  ata toprakları Osmaniye'ye, daha kuzeydeki BAHÇE kazasına gitmeye araştırmalarda bulunmaya zorluyordu.
         Ceyhan nehri kıyısındaki Sakarcalık köyünden geçerken elektrik direkleri üzerine  yuva yapan leyleğin “yaşama mücadelesi" verirken nasıl bir tehlike içinde olduğunu farketmemesi dikkatimi çekti. Doğadaki bütün canlılar, bu arada kuşlar biz insanların merhametine sığınmışlar gibiydi. Onların yaşama sı mutlu olması bir yerde bizim elimizdeydi.
         Osmaniye'den kuzeye doğru giden yollar Gavurdağlarına doğru uzanır. Ovanın bittiği yerde durduğumda yanımda bulunan bir köylüye:
         -Burası neresidir? diye sordum.
         -Buraya Kanlıgeçit derler, dedi. Ve açıklamalarına devam etti. Burada zorlu bir savaş olmuş. Çok kan dökülmüş. Onun için buraya bu ismi vermişler diyordu.
         Yol kıyılarında açan papatyalar ve az ilerdeki tepelerde görünen sarı çiçekler, kırmızı gelincikler ile doğa bütün güzelliğini sergiliyordu, insan lara... Kanlıgeçit"ten öteye Gavurdağına  doğru yükselen yolun her iki yanında da karlı dağları görüp, serin esintileri ciğerlerimize kadar çekerek dünyanın cömertçe bahşettiği güzelliği karşısında duygulanmamak mümkün değil.
         SESSİZ TÜRBELERİN YANINDA
         Dumanlı, biraz da sisli bir havada Bahçe ilçesine vardım. Bahçe, dağlar ortasında çukur bir yer. Esintisi, bulutu eksik olmuyor. Onun için buraya çok eskilerden BULANIK BAHÇE adını da vermişler. Bahçe'nin girişinde tepeye yaslanmış çok sayıda mezar taşının bir arada bulunması ilgimi çekti. Kapısı nı aralayarak içeri girdim. Mezarlığın orta yerinde yanları açık, dört ayak üzerinde duran üstü kubbeli iki türbe gördüm. Türbeler çok sade olarak kesme kumtaşından yapılmıştı. Kubbesi zamanla aşınarak çatlaklar meydana gelmiş, zamana karşı yıpranmış, yaşama savaşını veriyordu.
         Türbelerin yanı başında süslemeli bir mezar taşı üzerindeki Osmanlıca yazılar merak ederek okumaya başladım: " Sadece Allah ölümsüzdür. Maraş nahiyelerin den Bulanık nahiyesi hanedanı kadiminden Abdülfettahzade Ağca Bey kabridir. Ruhu için fatiha, 1271 (miladi-1854).
         Türbeler içinde birisi vardı ki adeta yürekleri dağlayan bir görüntü sergiliyordu. Mezarın ana gövdesi üzerinde duran sarık şekilli bir baş görüntüsü, yaşanmış bir acıyı, sonsuza dek uzanan göz yaşlarını hatırlatıyor gi­biydi. Osmanlıca bilgime dayanarak yavaş yavaş okumaya başladım.
Huvel hayyul baki
La feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikâr
Nazar eyle, akıl, fena dünyayı
Nice enbiyayı ihfa eyledi
Bin iki yüz yetmiş üç senesinde ceddi
Zannı galibide şehid eyledi
Yetmiş beş senesinde mimar getirdi
Validesi hatun tamir eyledi
Dü cihanda şefaat kânı Muhammed
Kıl şefaat ümmetindir, Muhammed
Maraş nevahisinden Bulanık nahiyesi
Hanedanı kadiminden Ağca Beyzade
Mehmet Ağa kabridir. Ruhiçun fatiha 1273
Nura nur ile yerin oldu anber Tarihin vaz eyledi ibni Ali ismi Kanber Bu sözler yaşanmış bir facianın sebeb olduğu göz yaşlarını hatırlatıyor du bizlere. Acı bir olay, bir idam olayı yaşanmış. Ağca Bey oğlu Mehmet'in vücudu türbeye konmuştu. Oğlu için ölümünden (1856) iki yıl sonra 1858 yılın da türbe yaptıran annesi mezar taşına haksız yere yaşanan bir acının ilahi adalet ile sonuçlanması için dileğini sunuyordu. "La feta İlla Ali, La seyfe illa Zülfikâr" sözleriyle... "Ali'den başka yiğit, Zülfikar dan başka kılıç yoktur diyordu"" gözü yaşlı anne. Yüreğine taş basmış, oğlunun idamı karşısında düşüncelerini mezar taşına yazdırarak bütün insanların kıyamete kadar bu ola yı hatırlamalarını istemişti. ! İnandığı ilahi davayı anlatmaya yola çıkan Allah elçisi Muhammed'e en büyük yardımı yapan, defalarca ölüm tehlikesi içine giren Hz. Ali'nin yiğitli ği ve onun hak, adalet adına hüküm infaz eylediği kılıcının çatal başlı olma sı dile getirilmişti. İslamiyeti, yayma uğruna geçen bir ömür ve sonunda bir camide arkadan bıçaklanarak öldürülen (661 yılında) Hz. Ali'nin acı kaderi ile Kerbela'da Yezid'in askerleri tarafından kafaları kesilen Hasan ve Hüse yin'in hikayeleri de aradan geçen onca zamana rağmen İslam dünyasında hatırlanarak , göz yaşı dökülmesine vesile oluyordu. Araştırmaları sürdürürken mezarlığa 70 yaşları civarında esmer uzun boylu bir beyefendi geldi. Bu mezarda yatanlar bizim dedemiz olur, benim de adım Hasan. Bizim aile Fettahlı aşiretindendir. Anadolu'da gayet büyük bir aileyiz Hasan, Hüseyin isimleri çok bulunur ailemizde"... KÜÇÜKALİOĞLU DEDE BEY"İN HÜZÜN VEREN İDAM OLAYI -Küçükalioğlu Dede Bey, 1817 yılında yakalandı, idam edildi. Kafası İstanbul"a gönderildi, Gövdesi Taşköprü başında yakılarak yok edildi. -Aynı anda Fettahlı beyleri için de idam kararı çıkmıştı -Devletin “zulüm kılıcını” eline alanlar, “Vahşi devletin” uygulamasını yaparlar. -Tarih bilimi yapanların yanına kar kalmayacağı düşüncesini doğrulamak için kendi metoduyla harekete geçer. Çukurova'nın her yanının eşkıya ve hırsız yatağı olduğunu açıklıyor, o dönemin devlet raporları. Gülek boğazından Adana'ya gelen hac ve tüccar kervanlarının Misis"ten öteye Kurtkulağı Payas yolunu izleyerek İskenderun sahillerinden Belen geçitlerini aşarak Antakya'ya ulaşması, Halep'e doğru emniyet içinde gitmesi hemen hemen mümkün değil. Her ne kadar Misis kapı ağası kervanların korunması için 30 civarında silahlı korumaya görev verse de Payas yakınlarına kadar geldiklerinde Gavurdağlarından inen Küçük Alioğlu Halil'in eşkıyaları tarafından basılıyor. Hac kervanları Adana'ya geldikle rinde Karataş sahillerine inerek gemilerle Antakya ve Suriye sahillerine doğru gidiyorlar. Adana Valileri Çukurova köylülerinden bırakınız asker almayı, vergi top lamakta bile güçlük çekiyor. Derebeyleri, köylüleri isyancı olarak gören devlet adamlarının düşüncesinden belgelere yansıyan şu sözler "fıskü fücur içinde bulunan ehli fesat taifesi" genel bir güvensizliği yansıtıyor. Devle te ve kanunlara kargı gelenler 'Vücutları izale edilecek" insanlar veya haşarat topluluğudur. 1803 yılında Payas yöresinin derebeylerinden Küçükalioğlu Halil aniden öldü. Yerine oğlu Dedebey geçti. Kendisini "ayan" durumunda görerek yörenin vergilerini toplamaya pek azına da devlete vermeyi devam etti. 1817 yılında Adana Valisi Mustafa Paşa, devlet otoritesini dinlemeyen Hasan paşazade Mehmet Bey'i yakalayıp idam etmek istedi. Mehmet, Payas taraflarına kaçtı. Halep Valisi Celaleddin Paşa Adana'dan, Payas'a ve oradan da İskenderun'dan Halep"e ulaşan kervan yolunu eşkiyalardan temizlemek için ordusunu alarak Dede Bey üzerine yürüdü. Dedebey, 3.000 kadar silahlı adamı ve dört topu ile birlikte Halep Valisi'ni Payas yakınlarındaki Sarıçam'da karşıladı. Sekiz saat süren kanlı bir savaş oldu. Dede Bey üç yerinden yaralandı. Kendisi ve adamları kaçmaya başladılar. Gavurdağlarına Bahçe Ayanı Fettahlıoğlu AĞCA Bey'e sığındı. Ağca Bey, Dede Beyi sakladı. Dede Bey, daha sonra Maraş tarafına geçti. AĞCA BEY"E İDAM KARARI... PAYAS'a geldi. Sahilde bekleyen Osmanlı kuvvetlerine saldırdı. Payası bekleyen Osmanlı kumandanı emrindeki askerlere saldırı emri verdi. Dede Bey Savranda kalesine sığındı. Çatışmalar sonrası Dede Bey yakalanamadı ama akrabaları ele geçirildi. Dede Bey, daha güvenlik içinde bulunduğu Andırın tarafına geçti. Osmanlı askeri orada da Dede Beyi buldu. Çatışma sonrası Dede Bey yakalandı. Kafası kesildi. Gövdesi de Adana'ya gönderildi. ... O GÜNLERDE... Valilik tellalı bağırıyordu: "Ey ahali, duyduk duymadık demeyin. Payas"ı zabteden Padişahımız efendi mizi dinlemeyen, başına topladığı haydut, hırsız, katil sürüsüyle yol kesip adam öldüren, ehli ırz taifesine yaşama hakkı tanımayan kahrolası Küçükalioğlu Halil oğlu DEDE Bey'in melun gövdesi şehrimize geldi. İbreti alem için padişahımızın devletimizin'"şanına yakışır bir şekilde cezalandırılırken bir daha devlete karşı gelmenin ne demek olduğunun anlaşılması için cesedi yakı larak izale edilecektir. Taş köprü başındaki siyaset meydanına gelmeniz vali miz Mustafa Paşa hazretlerinin isteğidir"...
         Dede Bey'in ala bir bez içinde bulunan cesedi at üzerinde getirildi. Adana Kalekapısının güney eteğinde meydana kondu. Etrafta toplanan çalı çır pı ve odunlara ateş verildi. Alevlerin sıcaklığı, cayırtılar içinde bir in san bedeni yakılıyordu. Din adamları, hükümet görevlileri, halk aynı meydan da toplanmış ibreti alem için yakılarak yok edilen haşarat taifesinden bir caninin yok oluşunu seyrediyorlardı.
         Aynı günlerde kafası İstanbul'a gönderilen Dede Bey'in Topkapı Sarayı önünde kesik başının halka teşhir edilmesi de bambaşka ibretlerle doluydu.   Devleti ebed müddet için kahredilen bir eşkiya başının kesik başını seyreden İstanbullular, neler düşünmüşlerdi bilinmez ama... Sadece bir şey hatırlanıyordu: Anadolu'nun her yanı isyan ve ihtilal içinde idi. Padişahın aynı za manda İslam Halifesinin hac kervanı Adana'dan Halep'e geçemez olmuş, Maraş Antep yolu izlenmeye başlanmıştı. Maraş Valisi Kalender Paşa'ya da emir verilmiş, sadece Dede Bey değil, Halep yolunu kapayan bütün aşiret reislerinin yakalanarak idam edilmesi is tenmişti. Kalender Paşa, Maraş'in yerlilerinden ve Bayazıtoğulları ailesine mensuptu. Fettahlı Beyleri ile ata dededen beri sürerek gelen dostluğu vardı. Kendisine bağlılık gösteren Adana-Maraş yolunun güvenliğini Bahçe ve Gavurdağları eteklerinde sağlayan AĞCA BEY"e nasıl kıyabilirdi. Sadece Ağca Bey değil, Reyhanlı aşiret beyi Haydar Bey'in de,idamı isteniyordu. Padişa hın emirlerini yerine getirmede kusur eyledi. İdam etmeye kıyamadı AĞCA BEYİ ve Haydar Beyi... Kalender Paşa'nın idam ve infaz işlerini ihmal etmesi şikayetlere sebeb oldu. Maraş Valiliği görevinden alındı, Ankara'ya sürgüne daha sonra da Kuşadası muhafızlığına tayin edildi. Kalender Paşa'nın içine düştüğü bu olayların en yakın görgü tanığı yanında bulunan Bozdoğan Aşiretinden Kerimoğlu Bey'inin kızı "KARA FATMA" lakabıyla bilinen Asiye Hatun'du. Kalender Paşa, Kuşadasında iken biraz üzüntüsünden biraz da yaşlılığından dolayı hastalandı. Girit'in YANYA kalesi muhafızlığı görevine tayin edildi. Hastalığı iyice ağırlaştı. Ve 1821 yılında hakkın rahmetine kavuştu. son istirahat yeri (mezarı) oldu.
         Bu arada devletin keskin kılıcı tuttuğunu kesmeye başladı. Gavurdağı yö resinin ünlü Cerit aşiret reisi Osman 1828 yılında yakalandı ve idam edildi. Karayiğitoğlu ve adamları ada bir yıl öncesi(1827"  de) idam edilmişti. Elbistan yöresinde devletin paşasını dinlemeyen kendi başına buyruk isyan halindeki Zülfikaroğlu' da yakalanıp idam edilmişti. Adana Valisi Mustafa Paşa'nın Dede Bey ' e karşı savaş açtığı sırada küçük bir çocuk, olduğu halde kadınlarını arasına bir teşt içine saklanarak ölümden kurtulan Küçükalioğlu Mustafa, -ki lakabı Küçük Mustafa veya Mıstık'tır-yıllar sonra yeniden Payas'a geldi. Kervanyolunu basmaya başladı. Adana Valisi Mısdık üzerine kuvvet gönderdi. Karbeyaz denilen yerde 20 civarında olmak üzere toplam 200 civarında Mıstık'ın adamları öldürüldü. Mıstık, son anda Gavurdağlarına kaçarak canını kurtardı. FETTAHLI BEYLERİ İDAM EDİLİYOR -Fettahhı aşiretinden Ahmet ve Mehmet, 1856 yılında Bahçe ilçesinde idam edildiler. -Araştırmalar Sayın Devlet Bahçeli"nin dedesinin Ahmet Bey olduğunu gösteriyor. -Fettahlı aşireti idam olayından dolayı acıyı yüreklerine gömdü,yaşananları bir sır gibi sakladı. Yıllardır Gavurdağları etekleri ve Bahçe yöresinin algısını vergisini alan, bölgeye "ayan" olarak hakim olan Fettahlı beyi AĞCA, 1854 yılında öldü. Yerine oğlu Mehmet geçmişti. O yöreyi teftiş için gelen Osmanlı askerleri ve kumandanlar, bir süre Mehmet Bey'in konağında misafir kaldılar. Ziyafetler verildi. Koyunlar kesildi. Kişnez dahil civar köyler, kaleler gezildi. Osman lı kumandanları geri dönüş hazırlığına başladılar. Kendilerine altın kaplama hediyelik eşyalar verildi. Hem Osmanlının kumandanları memnun olmuşlardı hem de Ağcabeyzade Mehmet... Osmanlı kafilesi Gavurdağlarından aşağı indi. Ovaya kavuşan yerde birkaç derenin sularının birbirine karıştığı Kızıldere'de beklenmedik bir olay oldu. Ormanlar ve çalılar arkasında gizlenmiş insanlar, tüfenklerinin namlularını Osmanlı kafilesine çevirdiler. Ve ateşlediler. Sayılarının 40'a ulaştığı hatırlanan Osmanlı kafilesinde yer alanların hemen hepsi oracıkta son nefesi ni verdi. Cesetlerin yanına kadar gelen eşkıyalar, Fettahlı beylerinin hediye ettiği altın kaplamalı eşyaları buldular. Askerlerin üzerinde ne varsa hepsi alındı. Bu bir soygundu. Olay kısa zamanda Adana' da ve İstanbul'da duyuldu. Zamanın Osmanlı Hükümet adamları Ali ve Fuat Paşalar olaylara el koydular. Bu arada fitne fesat içinde olanlar da iyi çalışıyordu. BAĞDACIKLI veya Nohut FETTAHLISI 'ndan olduğu ileri sürülen eşkıyalar, Osmanlı askerlerinin AĞCABEY OĞLU Mehmet'ten kıymetli hediyeler aldığını öğrenmişler, dönüş yolu na pusu kurarak çalmaya karar vermişlerdi. Olayın sorumlusu olarak Fettahlı beyleri gösterildi. Yeterli soruşturma ve delillendirme yapılmadan, yargılama yoluna da gidilmeden, Bahçeye gelen Osmanlı Paşa'sı, padişahın da fermanını göstererek AĞCA BEY'in oğlunu tutuk lattı. Ağır suçlamalarda bulundu.

         “ Olayın müsebbibi sizlersiniz. Hırsız ve eşkıya takımı ile işbirliği ha linde soygun ve kıtallerde bulunuyorsunuz. Devletin devamı ve şer'i şerif mucebince idam ve vücudunuzun izalesine (ortadan kaldırılmasına) karar ve rilmiştir" deniliyordu.
          AĞCABEY ZADE MEHMET, elleri bağlı olduğu halde, yanına yaklaşan cellat ların farkına varamadı. İnfaz emri yerine getirilirken anası yiğit Türkmen kadını gözyaşları döküyor, kendisini yerden yere atarak "Allahından bulsunlar. Kahrolasıcalar" diyordu. Dualar okundu. Kılıç darbeleri indi, kalktı. Bir can daha böylece uçup gitti. Kanlı beden yerde hareketsiz dururken,kesilen baş ise bir bal torbası içinde İstanbul'a götürülmek üzere yola çıkarıldı. İbreti   alemin seyretmesi için Padişahın  Sarayı'nın   olduğu yere götürüldü. Gözü yaşlı anne, elleriyle dizlerini dövdü. Saçını yoldu.Göz pınarların dan dökülen yaşlar bir pınar oldu, çağladı. Mehmet'in gövdesi yerinden alın dı. Ataları, ecdatlarının mezarlarının bulunduğu yere götürüldü. Toprağa ve rildi. Acılar unutulsun diye. Bu olay 1856 yılında gerçekleşti. İki yıl son ra oğlunun acısını yüreğine gömen anne, türbe yapacak bir ustabaşı buldu. Ve oğlunun taştan sade türbesini yaptırdı. Mezar taşına başka yiğit, Zülfikârdan başka kılıç yoktur... Dünyanın geçici olduğuna böyle bak!" sözle rini yazdırırken, oğlunun şehid edilmiş olduğuna inanıyordu. 1999 yılı içinde Mehmed'in türbesini Bahçe mezarlığında bulduğumda, sarık lı mezar taşının kırılmış ve hece taşı yanına konulmuş olduğunu gördüm. DEVLET VAHŞİLEŞİRSE... Osmanlı yönetiminin 19. yüzyıl içinde Anadolu'da Türkmen beylerine karşı "kelle koparmayı" amaçlayan çalışmaları Devletin "vahşileştiğinin" de bir örneğidir. Oysa Osmanlı'nın kuruluş yıllarında Devletin temel fel sefesi "dünyaya düzen vermekti" (Nizam-ı alem). Adaletli olunacak, halka iyi davranılacak, ahlaki ve insanı değerler yüceltilecek, bilgiye ulaşılaçak, üretim artırılarak insanların köleliği ve ezilmişliğine son verilecek ti. Fatih dönemine ait çok sayıda ferman ve diğer tarihi belgelerde bu dü şünceleri yansıtan bilgiler vardır. Topkapı Sarayındaki Hükümet işlerinin görüşüldüğü Divan odasının üzerindeki yüksek binaya Adalet Kulesi isminin verilmesi de bu yüzdendir. Aradan geçen yüzyıllar sonra 19. yüzyıl başlarında Adana, Maraş ve Ha lep yöresinde halkın perişan durumu açlık, cahillik, devlet güçleri ile kavga etmenin kan davasına dönüştürüldüğü, hırsızlık ve eşkiyalığın başarı sayıldığı bir dönem yaşanmıştır. Adana Valiliği 1817 yılında Fettahlı Beyi AĞCA Bey'i "idam etme" kararını epey bir zaman sonra 1856 yılında yerine getirdi. Görünüşte, “devlete isyan” halinde bulunan bir beyi öldürerek amacına ulaşmıştı. Ama aynı aşiretin FETTAHLI'nın yüreğinde sönmeyen gözyaşları bırakarak. O dönem olayları ile ilgili tarihin perdesi aralanırsa eğer toplumsal çürümenin hangi boyutlara ulaştığı görülür. Arşiv belgelerine göre Selim Paşa, 1842 yılında Maraş Valisidir. İşi gücü köylüler ve aşiretlere vergi yi artırmak, zorla almaktır. Aynı yıl Maraş eyaletinin  vergi geliri 348 bin kuruştur. Bunun 21.500 kuruşu Fettahlı beylerinin yönetimindeki Bulanık kazasından toplanmıştır. Kozan dağları halkı 6.000 kese ilave vergiyi vere meyince hükümet güçleri iki köylüyü yakalamış ve çengele asmıştır. Maraş halkının şikayeti üzerine Selim Paşa görevinden alınarak sürgüne gönderil di. Aynı yıl Maraş'ta Mal Müdürü olarak görev yapan Osman Bey, 128.000 ku ruşu rüşvet ve iltimasla kendi üzerine geçirdi. Halkın tuz ve sabun, şeker ihtiyacını karşılamak için fiat yükseltmeler... İbrahim Paşa Vakfından elde edilen arpa ve buğday parası... Tecirli aşiretinden borçlarına karşı lık alınan rüşvet... İstanbul'da Hafız Paşa'ya gönderilen takviye rüşvet.. Kadirli'ye kendi oğlunu vergi toplama memuru olarak tayin etmesi gibi... Osman Bey'in rüşvet ve hırsızlıktan elde ettiği kazançları hesap edildi. Bütün servetine el kondu.
         Maraş yöresinde görev yapan kumandan Osman Paşa, 1844 yılında askeri hizmetlerini bir yana bırakıp, Afşar aşiretinden Karabey taraftarı olanlar dan 100.000 kuruş vergiyi zorla almaya kalkıştı. Osman Paşa, askerleriyle Kadirli'ye geldi. Savrun kıyısında -vergiyi veremeyeceklerini söyleyen-aşiret mensupları tarafından pusuya düşürülüp öldürüldü. Osman Paşa'yı öl dürenler önce kurşun sıktılar, arkasından da kılıç darbesinde bulundular.
         Aynı yıllarda Anadolu genelinde ve bütün Osmanlı ülkesinde yöneticile rin rüşvetle halkı ezmeleri yaygın bir icraattır. İç isyanlar, çatışmalar, kelle koparmalar en vahşi şekilde uygulanmıştır. Osman Bey'in kurduğu dünyaya düzen vermeyi amaçlayan devlet gitmiş yerine "vahşi devlet" uygulamaları başlamıştır. Diğer yandan askeri harcamalarını dahi karşıla yamayan Osmanlı'ya Kırım Harbi dolayısıyla 1854 yılından itibaren borç para gelmeye başlamıştır. Alınan borç paralardan önemli bir kısmı İstanbul Boğa zı kıyısındaki Dolmabahçe Sarayı'nın yapımına harcanmıştır. Saray'ın yeri denizden doldurulmuş, çeşitli renkte mermerler kullanılmış... Padişahın küçük çocuklarının sallandığı altın beşikler yaptırıldı. Ve o yıllarda İstanbul'da saray çevresi, paşalar, beyler efendiler, bilcümle zengin kişiler geceleyin ay ışığında Boğaziçinde, Tarabya-Bebek sahillerinde kayık sefaları yaparak zevkü sefa alemleriyle  vakit geçirdiler. 1856 yılında Adana-Maraş arasında Gavurdağı eteğinde Ağcabey zade Mehmet idam edilmişse burada vahşi devletin kirli ellerini görmek gerekir. FETTAHLI AİLESİNİN TARİHİ YÜRÜYÜŞÜ 20.yy başlarında örgütlendi, kökenlerini araştırma ve tarihi amaçlarını sürdürme kararı aldı.       
-Fettahlı aile mensupları dernekler kurdu, toplantılar yaptı, bilgi ve belgeleri toplamaya başladı.    
  -Devlet Bahçeli"nin Türkiye"nin yönetiminde söz sahibi olması için işbirliği yaptılar.  

         Fettahlı aşireti ile ilgili araştırmalarımızda öncelikle Orta Asya'dan çıkıp, Oğuzlar/Türkmenler arasında göç yaparak Irak'a geldikleri... Küfe şehri ne yerleşerek burada bir müddet yaşadıkları ve İslamiyete geçtikleri yönünde rivayeten anlatılan bilgiler elde ettik. "Fettah" veya "Abdülfettah" aynı zamanda Allah'ın da 99 sıfatından birisi... "Müşkilleri açan, sıkıntıdan kurtaran anlamlarına" da geliyor. Küfe'de iken Hz. Ali ailesine olan sevgilerinden dolayı Hasan, Hüseyin isimlerini beylerine verdiler. Fettahlı'nın Küfe'ye yerleşmesi muhtemelen Selçuklular zamanında oldu.
         Fettahlı aşireti 14.-16. yüzyıllarda Diyarbakır yöresinde bulunuyordu. Burada Cizre Hükümdarı ve bütün Güneydoğu'daki aşiretler ve halk üzerinde söz sahibi olan Bedirhan beyleri ile anlaşamadılar. Aralarında çatışmalar çıktı. Osmanlı yönetimi Yavuz ve Kanuni döneminde Fettahlı'yi bir müddet Van yöresi ne iskan etti. İran'dan gelecek saldırıları önlemek, Doğu Anadolu'nun Türk kontrolünde kalmasını sağlamak için...
         1600'lü yıllar ve sonrası Osmanlı'nın sosyal bunalımlar yaşadığı bir dö nemdi Fettahlı aşireti üç bölgeye dağıldı. 1-Siverek'in Ölümağaç mezrası ve Samsat taraflarına.
         2-Van'dan ayrılan bir başka Fettahlı kolu da Rumların yoğun olarak yaşadı ğı Trabzon'un Of nahiyesine yerleşir.Buranın Türkleşmesinde önemli rol oynar. Zamanla Trabzon, Vakfıkebir yöresine dağılırlar. 1600'lerden sonra Of yöre si Ayanları (derebeyleri) olarak  görev yaparlar. Hacı Fettahzadeler, Kaldırımoğulları aileleri Trabzon yöresi Fettahlısıdır. Burada öne çıkan Ceylan Hasan Ağa'yi hatırlamak gerekir. IV. Murad'in Bağdat seferine katılan Hasan Ağa, şehrin önündeki hendeği aşmak için askerleri ile beraber "hızla saldırı ya geçer" düşmana çok kayıp verdirir. Ceylan ismini oradan alır. Oflu Fettahlı "Ayanları"nın hayat hikayesi de kanlı kavgalarla sürer gider. 1718 yılında Of'a hakim olmak isteyen Abdullah Ağa, rakip  durumdaki Kaltabazoğullarının şikayeti üzerine Trabzon'da idam edilir(1727). Trabzon Fettahlı beylerinin başına gelenler "vurdi, vurdi, vurildi" fıkrasını hatırlatır. Aile içi çatışmalar, beylik kavgaları yüzünden Trabzon yöresi Fettahlı beylerinin mezarlık larında bu fıkrayı doğrulayacak çok sayıda mezar taşı vardır.
         3-1600'lü yıllarda kalabalık bir grup Maraş yöresine geldi. Bayazıt beylerinin himayesine girdi. 1689 yılında Maraşlı  Bayazıt beylerinden Kalender Ağa ile  Heleteler Beyi Mirza Ali'nin devlete yardımcı olması istenir. Helete o yıllarda Fettahlı'nın yerleşim yeridir. Ve aynı yıl bir başka Fettahlı Beyi olarak Bayas taraflarında tüfenkli adamlarıyla Yusuf Ağa oğlu Abdülfettah Ağa'dan devlete asker göndermesi, yörenin güvenliğine yardımcı olması is tenmiştir.

         Fettahlı'nın Bulanık nahiyesinde "AYAN" durumunda derebey olarak görev yapmaları 1700'lü yıllara, rastlar. Adana' dan Maraş'a giden kervan yolunun güvenliğini sağlama, yöre halkından vergi toplama görevleri arasında idi. Aynı aileden Ağca Bey'in oğlu Mehmet'in 1856 yılında idam edilmesinden sonra Fettahlı ailesi hem sessizliğe büründü. Ve hem de civara dağılmaya başla dı.  Ağca Bey neslinden gelen Duran-Yusuf-Hanifi Ağa kardeşler Hasanbeyli ve Bahçe, Haruniye, Osmaniye taraflarına dağıldılar. Duran Ağa'nın oğullarından Salih, atalarının Bahçe' de "ayanlık" yapmasının anısına BAHÇE soy ismini aldı. Osmaniye'deki Soylu soy ismini taşıyanlar da aynı kökten gelir. Keza Aksaylar da öyledir.

         Yine Arşiv kayıtlarında Antalya Alanya taraflarında dolaşın Fettahlı yörükleri  hakkında da bilgiler vardır.
         20. yüzyıl sonlarına doğru Fettahlı kökenli aileler, şahıslar bir araya gelerek toplantılar yapmaya başladılar. Onların en büyük merakı "kimlik ve kişilik arayışına" dayanıyor. "
         1922 yılında Of doğumlu Aziz Hacı Fettahoğlu, 1899 doğumlu akrabası Ahmet Hacı Fettahoğlundan Osmanlıca yazılı bir köken defteri bulur. Aynı def ter 1920'li yılların sonlarında latin harflerine de çevrilir. 1996 yılında "Sinsilename" adıyla bastırılır. 
Aynı kitaptan elde ettiğimiz bilgilere göre 1920 ve 30'lu yıllarda bir araya gelerek ataları hakkında bilgiler veren Fettahlı'nın yaşlı insanlarının ortak görüşü "Biz Göktürk aşiretindeniz" dü­şüncesidir. 
Bu görüşlerin ışığında Fettahlı ailesinin eski GÖKTÜRK DEVLETİ'ni kuran AŞİNA ailesi olduğu ortaya çıkar.
         Bu araştırmanın sonrasında BAHÇE ilçesindeki mezarlıkta bulunan AĞCA Beye ait mezar taşındaki yazılardaki sırları çözmeye çalıştım: "Hanedanı kadimden ABDULFETTAHOĞULLARINDAN"... Bahsi geçen"Hanedanı kadim"sözleri çok eski yöne tici aile anlamına geliyor. Belki de GÖKTÜRK DEVLETİ'ni kuran Aşina ailesi... Hayal bu ya... Türk boylarını siyasi bir birlik altında toplayan ve onlara TÜRK ismini "milli kimlik" olarak veren GÖKTÜRKLER Devleti'nin kurucusu AŞİNA ailesinin uzantıları - araştırmalara göre- Fettahlı ailesinin de 21. yüzyıl başlarında Türkiye'nin idaresinde söz sahibi olan konumdaki siyasi liderler çıkarmaları ilginç gelişmelere yol açacağa benzer. Ama hiç unutulmaması gere ken bir husus var ki "çağdaş devlet, sosyal devlettir... İnsanını mutlu eden, sosyal hukuk devleti"; Bir de kendilerini her zaman üstün, güçlü görenlerin devleti vardır ki "her türlü vahşetin acımasızlığı" vardır orada. .

http://www.adana01haber.com/ sitesinden 11.10.2019 tarihinde yazdırılmıştır.

ARŞİV

ARŞİV

2019 Ekim (32)
2019 Eylül (1)
2019 Nisan (4)
2019 Mart (8)
2019 Ocak (2)
2018 Aralık (7)
2018 Ekim (1)
2018 Ocak (2)
2017 Kasım (1)
2017 Ağustos (1)
2017 Şubat (1)
2016 Eylül (2)
2016 Haziran (3)
2016 Mayıs (1)
2016 Nisan (3)
2016 Mart (1)
2016 Şubat (4)
2016 Ocak (2)
2015 Aralık (6)
2015 Kasım (1)
2015 Ekim (30)
2015 Eylül (10)
2015 Ağustos (3)
2015 Temmuz (1)
2015 Haziran (1)
2015 Nisan (1)
2015 Mart (2)
2015 Ocak (1)
2014 Aralık (59)
2014 Kasım (373)
2014 Ekim (130)
2014 Eylül (349)
2014 Ağustos (258)
2014 Temmuz (404)
2014 Haziran (9)
2014 Mayıs (14)
2014 Nisan (6)
2014 Şubat (1)
2013 Aralık (24)
2013 Kasım (22)
2013 Ekim (15)

İmparatorluklar Şehri İstanbul 1830 / J.J.F.Poujoulat, J. F. Michaud

Anasayfa


İstanbul’u tüm yönleriyle, tarihsel süreç içerisinde geçirdiği değişimlerle birlikte öğrenmek istiyorsanız, yüzyıllar önce yazılmış kitaplara mutlaka başvurmak zorundasınız. Çünkü ne kadar değişse, ne kadar yozlaşsa da geçmişin izini tamamen silmek mümkün değildir. İmparatorluklar Şehri - İstanbul 1830, bu bağlamda okunacak kitaplar arasında sayılmalıdır. Dr. Erkan Serçe, çevirinin başında kitap ve yazarları hakkında bilgi veriyor. Tarihçi J.F. Michaud ve J.J.F. Poujoluat, iki ay İstanbul’da kalmış ve o günlerin gözlemlerini kitaplaştırmışlardır. İkilinin eksen mahalleri Pera’dır. O yılların İstanbul’unun nerelerini anlatıyor kitap?

Siyasi olayların başrol oyuncuları, kötü bir yönetim ile ülkenin kaderini çizenler, savaşanlar, zulüm edenler unutulabilir… Ancak müzik, her zaman ve her dönem kulaklarda, dillerde kalır, etkiler, büyüler… Avrupalı besteciler arasında ünü dünyaya yayılmış bir isim vardır; Wolfgang Amadeus Mozart… Onun, Alman milli opera sanatının temelini oluşturan, en önemli eserlerinden biri “Sihirli Flüt”te, kovalayanlar ve askerler, sihirli bir flütle durdurulur ve dans ettirilir. Eserin felsefi yoğunluğundan ötürü farklı yorumlara ya da yaklaşımlara açık olabilir. Peki bu eser politik midir?

Cumhuriyet tarihi aydın birikimin en önemli isimlerinden, ekonomist, araştırmacı, gazeteci ve yazar Doğan Avcıoğlu’nun (1926-1983) Türkiye’nin Düzeni: Dün, Bugün, Yarın adlı eseri, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından tek cilt olarak yeniden yayımlandı. Eser ilk olarak 1968 yılında yayımlanmış; Avcıoğlu, döneminin en çok satanı olmuş, 1968-69 Yunus Nadi Ödülü’nü de kazanmıştı. Eserin sonraki baskıları Tekin Yayınevi tarafından iki cilt olarak yapıldı. Şimdi, Kırmızı Kedi Yayınevi bu çok önemli çalışmayı yeniden 800 sayfalık tek cilt olarak okurlarla buluşturuluyor.

Bu yıl hatırladığımız insanlığın büyük belalarından biri de II. Dünya Savaşı’ydı. Savaşın bitişinin 60. yılı kutlanırken, hem kazananlara hem kaybedenlere nelere mal olduğu bir kez daha hatırlandı. Ateşkeslerin imzalandığı 1945 yılı mayısında, ölümle yaşam arasında gidip gelmiş, açlıkla, işkencelerle mücadele etmiş milyonlarca insan büyük bir sevinç içindeyken bazıları da insanlığın karşı karşıya olduğu büyük yıkımla nasıl baş edeceklerini düşünüyordu.

Geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları tarafından yeni bir çalışma yayımlandı: Yakub Çelebi’nin Öyküsü. Metin on beşinci yüzyıla ait tek bir nüsha. Nüshanın sahibi Kristof Kolomb’un oğlu, kozmograf Hernando Colon. 1885 yılına dek Sevilla Colombina Kütüphanesi’nde bulunan nüsha o yıl gerçekleşen bir yağmalamada çalınmış ve yine aynı yıl Paris Devlet Kütüphanesi’ne satılmış. Kütüphanenin müdürü, satın alınan nüshayı, ödenen ücret karşısında geri vermeyi teklif etse de, bu teklifi karşılık bulmamış. Katalan ortaöğretim kurumlarının müfredatında yer alan ve hâlihazırda çeşitli Avrupa dillerine de çevrilmiş bulunan kitap, yayınevinin “tarih” dizisine dâhil, ama okuyunca göreceksiniz ki, kurgusuyla ve sürükleyiciliğiyle başlı başına bir edebiyat metni olarak da görülebilir. Şüphesiz, Kosova Savaşı sırasında I. Murat, Yakub Çelebi ve Bayezid arasında yaşandığı varsayılan olayların çekiciliği bahsettiğimiz bu sürükleyiciliği sağlayan önemli bir etken, fakat metnin içinde diyalogların sıklıkla kullanılması da metni t

Cevdet Paşa’nın “Acem basmacılar” diye tabir ettiği İranlı kitapçılar, matbaaları, kitap basma yöntemleri, bastıkları ve sattıkları kitaplarla XIX. ve XX. yüzyıl Osmanlı matbuat tarihinin en önemli aktörlerindendir. Matbuat tarihimizin vazgeçilmez unsurlarından biri olan Acem kitapçılar hakkında henüz kapsamlı bir çalışma yoktur. Filiz Dığıroğlu , İstanbul’daki İranlı kitapçıların bir prototipi olarak Hacı Hüseyin Efendi’nin portresi ile bu boşluğun bir kısmını doldurmuş görünüyor. Hacı Hüseyin Efendi’nin biyografisi ve faaliyetleri ile ilgili Başbakanlık Osmanlı arşivinde bulunan evraklar, kitap katalogları ve sınırlı da olsa matbuat tarihi literatürü değerlendirilerek ele alınan bu kitap sayesinde matbuat tarihimizin karanlık bir kısmı aydınlatılmaya çalışılmış.

Masamın üzerinde uzun süredir bekleyen kitaplardan biri, Hitler’in Ordusu. Kitap biçimi ve içeriğiyle popüler tarih kitaplarının göz alıcı örneklerinden. Ciltli, büyük boy, kuşe kâğıda basılı. Çok sayıda fotoğraf ve illüstrasyon yer alıyor. Tam da böyle, hem bakmalık hem okumalık kitapları sevenlerin bayılacağı türden. Nitekim, geçenlerde masamdan kaybolan kitabı kimin aşırdığını tespit etmekte hiç zorlanmadım. Neyse ki o da inkâr etmedi. Kitap geri geldi. Ama benim bu kitapla ilgili bir yazı yazasım bir türlü gelmedi. Nedeni kitabın kötü olması değil. Belki de tek kusuru çevirisinin biraz ağdalı olması, okurken dikkat çekecek kadar çok eski sözcük kullanılıyor. Bunun dışında, İkinci Dünya Savaşı’yla ilgilenenler için mükemmel bir kitap.

Bildiğimiz anlamda “modern Avrupa”nın başlangıç tarihi olarak Fransız Devrimi ve 1789’un kabulü yönünde tarihçiler arasında güçlü bir fikir birliği vardır. Britanya’nın yaşayan en önemli tarihçilerinden biri kabul edilen Simon Schama’nın (1945), bu konudaki iddialı çalışması Yurttaşlar Türkçeye çevrildi.

“Atamızın tabutu arkasından bütün İstanbul ağladı. Hazin ve yürekler paralayan alayın geçişi üç saatten fazla sürdü. İstanbul bugün derin bir ıstırabın, bir yetimliğin, bir yurt saran yoksulluğun elemiyle, Atasının tabutu önünde, onun son tesellisi olan milli ve medeni kemaline erişmiş bir bütünlükle, bir tek gözyaşı halindedir. (...) Eğik başlar hüngürtülü bir gözyaşı tufanıyla sarsılıyor, hıçkırıklar inlemeler, büyük ölünün manevi huzuru ile ürperen kalplerde baygınlık meydana getiriyordu.”

Prof. Dr. Hamiyet Sezer Feyzioğlu’nun Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun olduktan sonra tarih cemiyetinde sivrilmesini sağlayan doktora tezi, bazı ilaveler ve düzeltmelerle birlikte ‘Bir Osmanlı Valisinin Hazin Sonu: Tepedelenli Ali Paşa İsyanı’ ismiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından tarih meraklılarının beğenisine sunuldu. Bâb-ı Âli yönetiminin eyaletlerdeki etkinliğini büyük ölçüde yitirdiği XIX. yüzyılda çıkardığı isyanla, bilhassa Arnavutluk ve Yunanistan ülkelerini ateşe atan ve bölgedeki milli özgürlük hareketlerinin de önünü açan Tepedelenli Ali Paşa’nın siyasi kariyerine odaklanan bu çalışma, Batı’da dahi hayli ünlü bu meşhur Osmanlı yöneticisinin isyan günlerini konu alıyor daha çok.
 1 ...

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...