01 Ağustos 2012

ROBA CRAZY ÇORBA KARIŞTIRICI

Robo Crazy Çorba Karıştırıcı

Robo Crazy Çorba Karıştırıcı

19,90 TL
5,90 TL
Sepete Ekle
Kalan süre: 19:31:22
Diğer Resimler
  • Robo Crazy Çorba Karıştırıcı
  • Robo Crazy Çorba Karıştırıcı
  • Robo Crazy Çorba Karıştırıcı
  • Ürün Bilgisi
  • Ürün Resimleri
  • Video
  • Taksit Seçenekleri
Çorbanızı Karıştırmak İçin Beklemeyin! Çorba karıştırmak çok zor bir olaydır bunu herkes bilir ve çoğumuzun istemeyerek yaptığı bir iştir, özelliklede çorbanın altının yanmaması için verilen uğraş çok zahmetlidir. bunları düşünen tasarımcılar iş başına geçerek çok özel ve işlevsel bir ürün ortaya çıkartmışlar.

Video temsilidir.

Robo Crazy Çorba Karıştırıcı  tencerenizin içine koyun düğmesine basın ve işi ona bırakın o karıştırırken siz başka bir işle ilgilenin.O Sosunuzu, yada çorbanızı, yada pudinginizi karıştırırken siz başka bir işle ilgilenebilirsiniz..Robo Crazy Çorba Karıştırıcı Yemek Karıştırıcı mutfaktaki 3. eliniz olacaktır.Robo Crazy 300 derece sıcaklığa dayanacak şekilde üretilmiştir. Robo Crazy Çorba Karıştırıcı  Kullanmadan Önce Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar Robo Crazy kutusundan 2 parça olarak çıkacaktır. Gri kısmını tutup saat yönünün tersine çevirdiğinizde açılan kısımda pil yerleştirmek için hazneyi göreceksiniz.

Robo Crazy Çorba Karıştırıcı  4 adet AAA Kalem Pil ile çalışmaktadır.
Pilleri yerleştirdikten sonra gri kapağı sıkıca kapatıp silikon ayakların üzerinde oturtabilirsiniz
Robo Crazy en iyi performansı Yapışmaz ve Teflon tava/tencerelerde vermektedir.

Ürün Özellikleri
Robo Crazy 3 farklı çalışma hızında çalışabilmektedir. Size en uygun hızı seçiniz. Gerektirdiğinden farklı, hızlı modda çalıştırmak yemeğin sıçramasına neden olabilir.
Robo Crazy'i tencereden çıkarmak için önce tencerenin içinde iken üzerindeki düğmesine basarak durdurunuz. Robo Crazy durduktan sonra tencereden çıkartınız, aksi halde sıcak malzemenin üzerinize veya hasas yerlere sıçrama ihtimali vardır.

Ürün  Kullanımı

  • Robo Crazy'i kullanmak istediğiniz tencere veya tavanın içine koyunuz.
  • Dikkat: Robo Crazy'i önceden çalıştırıp yemek içine koymak sıçramaya neden olabilir.
  • Robo Crazy'in tepesindeki düğmeye bir kez bastığınızda çalışmaya başlayacaktır.
  • 3 Adet Karıştırma güç evresi mevcuttur.
  • Yavaş -Orta - Hızlıilk basışınızda en düşük hızda başlayacaktır, ikinci basışta orta hıza geçecektir, 3. basışınızda Hızlı' ya gelecektir ve 4. Basışınızda kapanacaktır.
  • Kıvam olarak daha akıcı olan sıvı yemeklerde düşük hızları kullanmanızı öneririz.

Dikkat Edilecek Hususlar
Motor kısmını asla makinede yıkamayınız, ıslatmayınız! Ayakları motor kısmından ayırarak elde veya makinede yıkayabilirsiniz.
Çocukların erişemeyeceği yerde saklayınız.
Asla Robo Crazy'i çalışır vaziyette bırakıp odayı yada evi terketmeyiniz.
Eski Piller ile veya eski yeni pilleri karıştırarak kullanmayınız, şarjlı piller ile alkalin pilleri yada Ni-Cd aynı anda kullanmayınız
Robo Crazy çalışmaz iken altı yanan tencere içinde bırakmayınız

Bu üründen tek kargo ücreti ödeyerek 50 adede kadar sipariş verebilirsiniz.

ÇOK AMACLI RENKLİ ÇANTALAR

Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)

Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)

19,90 TL
9,90 TL
Sepete Ekle
Kalan süre: 22:24:54
Diğer Resimler
  • Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)
  • Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)
  • Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)
  • Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)
  • Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)
  • Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)
  • Çok Amaçlı Renkli Çantalar (5 Adet)
  • Ürün Bilgisi
  • Ürün Resimleri
  • Taksit Seçenekleri
Farklı olmak ve özel detaylarla şıklığını tamamlamak isteyen bayanlar için modern çanta tasarımları farklı renkleri  ile karşınızda!

İster alışverişte kullanın, ister işe giderken günlük kullanın.Elde taşıyabilir ya da askısıyla kullanabilirsiniz. Kaliteli, şık ve kullanışlı!

Ürün Özellikleri:

  • Dış cep özelliği
  • Dış yüzeyi Polyester
  • Kir, leke tutmaz
  • Eni: 31 cm
  • Boyu:37 cm
  • Derinlik :10 cm
Paket İçeriği: 5 farklı renk
1 Adet sipariş vermeniz durumunda tarafınıza 5 adet  çanta gönderilecektir.
Bu üründen tek kargo ücreti ödeyerek 50 adede kadar sipariş verebilirsiniz.

TABERÎ TARİHİ'NDEN SEÇMELER

 
TABERÎ TARİHİ'NDEN SEÇMELER
 
Aynı dönemleri anlatan iki önemli eser daha vardır ki, bunlardan biri Firdevsi'nin ŞEHNÂME'si, diğeri de Taberi'nin MİLLETLER VE HÜKÜMDARLAR TARİHİ'dir. Her iki zat da aslen İranlı ve müslüman olup, Taberi Tarihi M.S. 915'de, Şehnâme ise 1010'da tamamlanmıştır. Yani aralarında 100 yıl kadar bir fark vardır. Taberî Tarihi Arapça yazılmış olmasına rağmen İran efsanelerine de yer verir, ancak esas amacı ayet ve hadislere dayanarak dünya tarihini yaradılıştan itibaren tesbit etmektir. Şehnâme ise Farsça yazılmış olup, sanki Firdevsi İSLAM'ı tam benimsememiş gibi, tamamen eski Pehlevi efsanelerine dayanır ve daha çok İranlılar'ın TURAN'la, yani TÜRKLER'le mücadelesi üzerinde yoğunlaşır.
Biz TABERÎ TARİHİ ile başlıyalım ve olayları özetliyerek inceliyelim... Taberî der ki:
- "Bazı İranlı tarihçilere göre KİYUMERS, insanların ilk atası ÂDEM'dir. Bazısı da onun NUH'un oğlu YAFES'in oğlu CAMER olduğunu, şehirler inşa ettiğini, geniş bir imparatorluk kurunca ÂDEM adını aldığını (bundan dolayı da ilk ÂDEM ile karıştırıldığını) söylerler." (Cilt 1, sf. 191-192)
Bu ifade çok önemlidir... Hz. ÂDEM şehir kurmadığına göre, Fars tarihlerinde geçen KİYUMERS'in YAFES oğlu CAMER olma ihtimali yüksektir. CAMER adı, TEVRAT'ta geçen GOMER'e ve SÜMER'e benzemektedir. Şu halde KİYUMERS, olsa olsa SÜMER krallarından biridir. YAFES soyundan gelmesi ve SÜMER asıllı olması onu TURANÎ yapar.
Buna göre ya YAFES Ârî denilen İranlıların da atası oluyor, ya da İranlılar TÜRKLER ile yakın akraba oluyor... Her iki halde de o dönemin TÜRKLER'i ile İranlılar'ını birbirinden ayırmak mümkün değil! Bu iki milletin birbirlerine düşman olması çok sonraları ortaya çıkmıştır... Ve tıpkı Arap-İsrail düşmanlığı gibi kardeş kavgasından ibarettir.
Taberî der ki:
- "İranlı tarihçiler HUŞENC'in ÂDEM'in oğlu olduğunu, ilk hükümdarlık yapan kişi olduğunu öne sürerler. Bazı tarihçiler de HUŞENC'in NUH'un oğlu SAM'ın torunlarından olduğunu belirtirler."
- "Bazı İranlı tarihçilere göre Hz. NUH, asıl adı BİVRASP olan ZAHHAK çağında yaşadı. CEMŞİD de o dönemde hükümdardı. CEM'in Babil'e vardığı (ve fethettiği) gün milli bayram oldu ki, Hürmüz-i Ruz veya Efruz-i Din-i Mah diye bilinir. Halk bu günü NEVRUZ BAYRAMI edinmişlerdir. 5 gün sürer. 6. güne Hurdaz Ruz denir."
- "Cem uzun süre adalet için hükümdarlık ettikten sonra Yüce TANRI'nın nimetlerini inkâr etti. Bunun üzerine melekler onun yanından uzaklaştılar. Zahhak (Dehhak) bunu anladı ve Cem'i yakalıyarak bıçkı ile orta yerinden ikiye böldü." (sf. 202-231)
Sondan başlayarak açıklayalım: Bir defa görüldüğü gibi NEVRUZ BAYRAMI'nın Kürtler ile hiç bir alâkası yok!.. Yok efendim, KAWA, DEHHAK'ın sarayına dalmış ta... kafasına gürzünü indirip onu öldürmüş te... sonra sarayını yakmış ta... işte o güne NEVRUZ denmiş, Kürtler de o yüzden ateş yakıp üzerinden atlarmış!.. Bu palavranın tarihî hiç bir mesnedi olmadığı gibi, NEVRUZ'un CEMŞİD'in BABİL şehrine girmesiyle ilgili olduğunu açıkça görüyoruz!
HUŞENG, İranlı tarihçilerin pek öğündüğü bir hükümdardır. Ama Hz. ÂDEM'in oğlu olma ihtimali yoktur. Olsa olsa, ÂDEM adını alan CAMER'in oğlu olabilir. Bu da onu SÜMERLER'e bağlar ve TURANÎ yapar. Diğer rivayete göre de SAM'ın torunudur ki, o zaman da Aryan değil, SAMÎ olduğunu kabul etmek gerekir.
Aslında SÜMERLER bölgede gerçekten M.Ö. 4000 yıllarında görünmüşler, ancak derlenip toparlanmaları 3300 yılını, yani yazıyı buldukları tarihi bulmuştur. M.Ö. 3300-2715 arası ise oldukça karanlıktır. 2715 tarihinden sonraki kralları ise bilinmektedir.
Cemşid'e gelince, Hz. ÂDEM ile NUH peygamber arasında yaşamış bir hükümdar olmaktadır. Tarih ise M.Ö. 4000 yıllarıdır. Fars tarihlerinde CEMŞİD, HUŞENG'den sonradır. Ama anlatılanı kabul ederseniz, önce olması gerekir.
Bizce HUŞENG denilen zat Hz.NUH'tan bir müddet sonra (M.Ö.3500), CEMŞİD ise epey sonra, (M.Ö.2000) devlet kavramının iyice geliştiği dönemlerde yaşamıştır.
KİYUMERS, HUŞENG, CEMŞİD gibi hükümdarlar aslında efsanevî birer şahsiyet kazanmış, muhtemelen bir kaç kişinin hayatını, icraatını benliklerinde bütünleştirmiş isimlerdir. Yine de onların hayatında tarihî gerçeklerden kırıntılar bulabiliriz.
Bu açıdan bakınca ve Babil'e girdiği gözönünde tutulunca, CEMŞİD'in KASSİT krallarından olduğu düşünülür. Hatta Kürt ayırımcılar bu krallığı tümden "kürt" yaparlar! Babil'de hüküm süren KASSİT Hanedanı'nın (M.Ö.1720-1157) ilk kralının adı KANDAŞ, 15. kralın adı KARA-İNDAŞ, 24. kralının adı ise KADAŞMAN TURGU (TÜRK KADAŞMAN)'dır. (11) Eğer CEMŞİD KASSİT sülâlesinin ilk hükümdarı ise, öz-be-öz TÜRK'tür!..
CEMŞİD'i öldürdüğü belirtilen ZAHHAK (DEHHAK), sert idaresinden dolayı ASURLAR ile bağdaştırılır. Eğer bu doğru ise, CEMŞİD'in Babil'in ASUR hakimiyetine girdiği M.Ö. 853 yılında öldürülmüş olması gerekir... Bu anlatılanların hepsinin bir kişinin başından geçmiş olması imkânsızdır.
Taberî diyor ki:
- "NUH'un gemisi CUDİ DAĞI'nda KARDA denilen yere konmuştur. Ancak Mecusiler (Ateşe tapan İranlılar) TUFAN'ı bilmezler!.. Bazıları da Babil civarında olduğunu, kendi yurtlarına ulaşmadığını iddia ederler!.."
KARDA kelimesi SÜMER taşında geçen KARDAKA ve "ONBİNLERİN RİCATI"ndaki KARDUK kelimelerini hatırlatıyor... Zaten CUDÎ Dağı Ksenophon'un KARDUK DAĞLARI dediği bölgeye yakındır... Böylece KARDUK ÜLKESİ, NUH'un ve oğlu YAFES'in de indiği bölge oluyor... Yani bölgeyi TÜRKLER'den arındırmak mümkün değil!
Kürt ayırımcıların pek üzerinde durdukları "zalim Dehhak", kelime olarak EZDEHAK'tan geliyor ve EJDERHA anlamında... Bazen ZEHHAK, bazen DEHHAK olarak geçiyor ve bu konuda Taberî şöyle diyor:
- "Acemler Zahhak'ın kendilerinden olduğunu, CEMŞİD'in kızkardeşinden doğduğunu iddia ederler. Yemenliler ise onun, kendilerinden (Arap) olduğunu öne sürerler... Bu kişi TANRI tarafından Ezdehak (ejderha) suretine tebdil edilmişti. Kûfe yakınlarındaki Ners adlı bir köyde oturmuştu. Çok adam öldürürdü. Ensesinde iki beze çıkmıştı. Ağrılarını dindirmek için her gün iki adam öldürüyor, beyinlerini bu bezelere sıvayınca ağrıları diniyordu."
- "Zulmü çoğaldıktan sonra Babil ahalisinden biri ona karşı isyan bayrağını çekti. Zahhak asiyi çağırttı, maksadını sordu. O da, 'Şiddetin dünya ölçüsünde olmalıdır, sen yalnız bizi öldürüyorsun,' dedi. Zahhak onun taleplerini kabul etti. Her gün öldürülmekte olanların, dünya ahalisinden seçilmesini emretti."
Taberî'nin bu rivayeti naklettiği Hişam'a göre, Isfahan ahalisi bu bayrağı çeken adamın soyundandır. Bayrak ta arslan derisinden yapılmıştır. Altın ve mücevherlerle süslenmiş olup Fars hükümdarlarının hazinesinde saklanmaktadır... Yine Hişam, Zahhak'ın "bizim Nemrut dediğimiz kişi" olduğunu belirtmektedir.
Şu halde "Kürt milliyetçisi diye yutturulmak istenen Demirci Kawa "gürzüyle bir vuruşta Dehhak'ı öldürdü, sonra Kürt İmparatorluğu kurdu" diye ayırımcılar tarafından öne sürülen olay, safsatadan ibarettir!.. Kürt olduğuna dair hiç bir delil bulunmayan Kawa'nın yaptığı, olsa olsa "sade bizi öldürme, başkalarını da öldür" demesi, ve bunun Dehhak kabul edilmesinden ibarettir!..
İkinci husus, Hişam'a göre "ISFAHAN halkı bu zatın soyundandır," yani şehir halkıdır, dağdan gelen Kürtler değildir. Bugün de ISFAHAN halkı Kürt olmadığına göre, bu demirci Kürt falan da değildir!
Taberî devam ediyor:
- "CEMŞİD'in 9. göbek torunu olan FERİDUN, Zahhak'a karşı harekete geçerek onu bağladı, Dünvabend Dağı'na götürdü. Acemler Zahhak'ın hâlâ demir bukağılara vurulmuş halde orada yaşadığına inanırlar... Hişam ise, Feridun'un Zahhak'ın iki karısı ile evlendiğini, başına demir bir çomakla vurup bayılttığını, sonra dağa götürüp bağladığını belirtir. Feridun bu günü (Mihr-i Ruz) bayram ilan etti. Halk bugün Mihr-i Can der."
Demek ki, DEHHAK'ın başına vurup onu bayıltan (öldüren değil) FERİDUN, asla KAWA falan değil!.. İkincisi, sarayı falan yakmıyor!.. O gün için ilân bayram da, MİHR-İ RUZ, 17 Eylül günüdür, NEVRUZ olan 21 Mart değil!.. NEVRUZ neydi?.. Yıllar önce CEMŞİD'in BABİL'e giriş günüydü!
Ancak dürüst bir tarihçi olan Taberî, İran kaynaklarından gelen versiyonu da kitabına almış:
- "Zahhak'ın ensesinden uzunca, yılan başına benzer iki et parçası sarktığını söylerler... TANRI Zahhak'ın yok edilmesini buyurduğunda, Isfahan halkından ve avamdan KABİ adında biri, iki oğlunu kurtarmak için harekete geçti. Yanında taşıdığı dağarcığı değneğinin ucuna takarak bayrak edindikten sonra, Biyurasp'a (Zahhak) karşı savaşmaya başladı. Zahhak korktu ve kaçtı... Kabi Zahhak'ı yendikten sonra halk, bu bayrağı uğurlu saydı. Halk KABİ'nin etrafına toplanarak onu hükümdar yapmak için birbirlerine baktı. KABİ, 'Ben lâyık değilim,' dedi. FERİDUN'u tavsiye etti. Bundan sonra FERİDUN hükümdarlık tahtına çıktı... Söylendiğine göre Zahhak 1000 yıl yaşamış, 600 yıl hüküm sürmüştür." (sf.258-261)
Görüldüğü gibi bu koldan gelen rivayette Kabi (Kawa) daha aktif bir rol üstlenmesine rağmen, öyle "kapıp topuzu Dehhak'ın başın indirmiş, sonra sarayını yakmış, sonra o günü Nevruz ilan etmiş, Nevruz ateşi de o yangından kalmaymış" gibi ayırımcı uydurmalarına kaynaklık edecek bir kayıt yok!.. ISFAHANLI, yani şehirli, ve meslek sahibi (demirci) bir halk kahramanı!.. Öyle dağlı göçebe Kürt falan değil!
Taberî ırklar ve milletlerin ortaya çıkışı ile ilgili önemli bilgiler de veriyor. Şurası muhakkak ki, zamanımızda olduğu gibi (Meselâ Suudi Arabistan adını ülkeye hakim olan Suud ailesinden almaktadır) yakın geçmişte doğu ülkeleri, devlet kuran hanedanın atasıyla anılırdı. Osmanlılar, Selçuklular, İlhanlılar hep bu kategoriye girer. Daha eskiden bütün ülkeler öyle idi. Bu açıdan Taberî'nin NUH sülâlesi üzerinde durmak gerekiyor.
Taberî'ye göre NUH'un oğlu YAFES'in 7 oğlu 1 kızı oldu... Bunlardan CUMER Yecüc-Mecüclerin atasıdır... Diğerleri de Mareh, Va'il, Huan, Tubil, Huşel ve TÜRSL'dir... Sonuncusu TÜRKLER'in atasıdır. Ancak daha önceki tesbitlerimizi birleştirirsek, CUMER (SÜMER) aynı zamanda başka TÜRK boyları ile İranlıların da atası olur.
HAM'ın oğlu Köş, TÖRSL'nin torunu Krabil ile evlendi ve Habeşli, Sindli ve Hintliler bu soydan türedi... HAM'ın diğer oğlu Kut, yine TÖRSL'ün torunu Banht ile evlendi, Mısır ve Kıpt halkı bunlardan türedi... HAM'ın 3. oğlu KEN'AN, TÖRSL'ün 3. kız torunu ile evlendi ve Nube, Feyyan, Zenc, Zegave ve Sudan siyahilerinin atası oldu.
SAM'ın ise Efşahed, Aşuz, Lavez, Avlim ve İrem adlı oğulları vardı... Lavez, YAFES'in tek kızı Şubke ile evlendi ve Fars, Cürcan boyları ile, Tasım ve Amelika, ayrıca Umman, Hicaz, Şam ve Mısır ahalisinin bir kısmı bunlardan türedi. Mısır firavunları da bunlardandı... Ayrıca Casim, Benu Hef, Hezzan, Benu Matur, Benu Azrak, Necd, Büdeyl, Rahil, Gifar, Teyma halkı da bunlardan idi... İrem'in Avs, Gasirve Havül adlı evlâtları oldu. Bunların da Ad, Semud, Abil ve Cedis adlı oğulları oldu ki, bu addaki kavimlerin atalarıdır. (aynı eser sf. 267-270)
Tasım, Amalik, Emim ve Casimler Arap olup saf Arapça konuşurlardı... Ad, Semud, Abil ve Cedis kavimleri de Arab-ı Aribe (Saf Arab) olup, Arabça'nın Muzar lehçesiyle konuşurlardı... Araplar, daha sonradan gelen İSMAİL soyuna ARAB-I MÜTARRİBE (Sonradan Araplaşmışlar) derlerdi.
İşte bu son husus, bizim İBRAHİM Peygamber'in TÜRKLER ile en azından akraba olduğu fikrimizin delilidir!..
Taberî BABİL KULESİ olayını, yani dillerin birbirinden kopması hadisesini SAM'ın torunlarından Faleg'e bağlar... Ona göre Faleg'in Arapçası KASIM, yani bölendir. Diller onun zamanında bölündüğü için bu adı almıştır. Yine bu kişinin torunlarından TAREH, Hz. İBRAHİM'in babasıdır. TAREH'in Arapçası da AZER'dir. Aynı dönemde yaşamış olan Nemrud ise HAM'ın torunlarındandır. Bir rivayete göre de Babil Kulesi olayı Nemrud'un hükümdarlığında olmuştur. Bu olaydan sonra HAM oğulları 18, SAM oğulları 18, YAFES oğulları ise 36 ayrı dilde konuşur olmuşlardır. (sf. 270)

"AVESTA" KİTABININ İÇERİĞİNDE TÜRKLERİN SECERESİ

AVESTA'DA TÜRKLER
En eski tarihi kaynaklardan biri de ZERDÜŞTLER'in dini kitabı AVESTA'dır. Bu kitap hem Arîler'in HERODOT TARİHİ'nden sonra öğündükleri kitap olması açısından, hem Kürt ayırımcıların sık sık referans vermeleri açısından önemlidir.
AVESTA'da ÂDEM, EBÜL BEŞER (insanın atası) olarak geçer. İkinci önemli isim CEMŞİD, üçüncüsü de onun oğlu FERİDUN'dur. (Bu konuda ilerde geniş bilgi vereceğimiz için burada teferruata girmiyoruz.) FERİDUN ülkesini SALM, IRAK ve TURAK ismindeki üç oğlu arasında pay eder. Salm'a bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi, TURAK'a da Ortaasya ve Çin havalisi düşer. Salm'ı yenen Irak, İran'ı ele geçirir ve TURAK'ın üstüne yürür. Fakat yenişemezler, savaş nesiller boyu sürer. Sonunda TURAK'ın torunu AFRASYAP, Irak'ın torunu Muncinir'i yener. Barış yapılır. Ceyhun nehri sınır kabul edilir. O tarihten sonra bu sınırın doğusuna TURAN, batısına İran denir. (İbrahim Kafesoğlu, Reşit R. Arat İçin, Ankara, 1966)
TURAK TÜRK kelimesinin bir başka şeklidir. Bugün Ari Ruslar TÜRKLER'e hâlâ TURAK derler. AFRASYAP ise İSKİT imparatoru ALP ER TUNGA'dır. İranlılar Ebül Beşer, Cemşid ve Feridun'un üçüne birden sahip çıkarlar.
Bilindiği gibi NUH Tufanı M.Ö. 4000 yıllarında cereyan etmiş, bu yüzden de SÜMER kil tabletlerinde yer almıştır. SÜMERLER M.Ö. 3500 yıllarından itibaren MEZOPOTAMYA'da şehirler kurmuşlar ve bir devlet oluşturmuşlardır. SÜMERLER, NUH'un oğlu YAFES'in oğlu GOMER'in soyundandır.
Ancak YAFES'in diğer oğullarından gelen boylar da aşiret, oba, köy şeklinde varlık göstermişler ve daha ziyade göçebe olduklarından ANADOLU'a, HAZAR bölgesine ve ORTAASYA'a yayılmışlar, hatta MOĞOLİSTAN ve YAKUTİSTAN'a kadar uzanmışlar, bir kısmı da BERİNG Boğazı'ndan geçerek AMERİKA kıtasının KIZILDERİLİLER'ini oluşturmuşlardır.
Bu topluluklar SAKA diye bilinir. ANADOLU'da, Balkanlar'da ve İtalya'da TUR-SAKA (ETRÜSK), Pirene bölgesinde EU-SAKA (Bask), Yine ANADOLU'da PELA-SAKA (Pelask), ve YAKUTİSTAN'da hala yaşıyan SOKO boyları hep bu SAKA TÜRKLERİ'dir.
İşte bu sebepten SAKA tarihini M.Ö.4000 ile başlatmak yanlış olmaz. Bunlardan bir bölümü sonradan Asya'da SAKA İmparatorluğu'nu oluşturmuş ve M.Ö.625 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Daha sonra HAZAR bölgesinde ve ANADOLU'da İSKİT İmparatorluğu ile karşılaşırız. (M.Ö.625-220) İSKİTLER de yerlerini HUN İmparatorluğu'na bırakır. (M.Ö.220-M.S.216)
Bütün bu SAKA boyları hakkında daha önce bilgi verdiğimiz için burada üzerinde durmıyacağız. (Bak: Tahir TÜRKKAN, BATI ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ, 1992)
Biz burada sadece bir tek soru sormakla yetineceğiz:
- Oğlu'nun adı TÜRK olan FERİDUN'un, kendi nedir?.. ELBETTE TÜRK'TÜR!...
Yukarıda Batı Avrupalılar için "ÂRÎ" ifadesini kullandık, çünkü onlar kendilerini öyle tanımlıyorlar. Aslında HİNT-AVRUPAÎ dil grubu sadece Avrupalılar'ı (ve Amerikalılar'ı, Avusturyalılar'ı) değil, Hint ve Fars halklarını da kapsıyor. Genel olarak Batılı kaynaklar bunlar ÂRÎ-ARYAN diyor.
Ama bakın, bize Bakü'den mektup gönderen bir Âzerî dostumuz, ne diyor:
- "Size bir sorum olacak izinizle. Yazılarda genelde Türk ve Arî halklarını karşı koyuyorsunuz, yani ârî-Türk olmayan (Avrupa halkları, kökenleri Hindistan'a götüren, Hind-Avrupa halkları) gibi görüyorsunuz."
- "Ancak ari aslında Türk halkı olabilir. Bilim adamları bir detayı dikkatsiz bırakıyorlar - Tibet ve Hindistan nüfusu kendilerini "ari olmayan"lar gibi nitelendiriyorlardı. Bununla kendilerini ari (kuzeyden gelen bir halk) olmadıklarını vurguluyorlardı. Bu fakt efsanelerinde kaydolunmuş."
- "Bunu diğer fakt da kanıtlıyor yine de dikkate alınmamış - 'ari' kelimesi Türk dilinde 'arı' - temiz, saf, dürüst, kutsal anlamına geliyor...*** ('aydan arı, sudan duru') Aynı anlamda Hind mitlerinde kullanıyor, saf temiz bir halk. Hindistan'ın eski eposlarına, yazılarına 'Mahabharata', 'Ramayama', 'Pradjnaparamita' bakırsak orada anlatılanlar Hindistan'da buna kadar mevcut olmayan medeniyete ait, çok farklı bir medeniyetten bahsolunuyor, Hindistan'da mevcut olan kültüre nazaren kesinlikle farklı bir kültür... Ariler, Naglar, Saklar..."
- "Bu eski rivayetlerin kahramanları kimlerdi? Gizemli kuzeyden gelen halk kimler onlar? Onların anayurdu nerede? Gizemli Sambala nere?"
- "Burada bilim adamlarının bakış açıları farklı. Hatta bilime politika da katılıyor. Bilim adamlarını tarihle beraber siyaset yönetiyor. Bu gizemli toplumun yurdu - Tibet onaylandı. Bahsedilen gizemli halk - Tibet'ten göç eden halk. Ama son zamanda varolan bir versiyon daha ilginç. Farz edelim Tibet değil, Altay."
- "Maalesef Avrupa bilim adamlarından hiçkim - Altay söylemedi. Neden? Belli siyasi sebepler. Batı siyeseti buna izin veremez. Tarihde hiçneyi Türkler'e bağlamak olmaz..."
- "Gelmelerin anayurdunu anlatan rivayetler SHAMBALE efsanelerinde yer alıyor. Onun okunması çeşitli - Shabhala, Shambkhala, Sambala Kam baluk~ chambaluk~ shambaluk~ shambala."
- "Kam - Türkçe kam, sham - kaman- shaman, ruhbani"
-"baluk - şehir, kale. Ruhanî şehri, kalesi"
- "! Tibet'te monastırın başçısı Shamo"
- "! Hindistan'da gizemli Sambala ülkesini ruhbaniler yurdu gibi tanıyorlardı, kutsal bilgilere sahip olan kişilerin toprakları, kısacası beşeriyetin entelektuel elitin merkezi. Efsanevi arilerin vatanı. Kutsal, temiz, saf halkın anayurdu."
- "Kim bu gizemli halk, ariler kimlerdi???"
- "Mitoloji Sambala ülkesini bir çok kişi, bilim adamları, arkeologlar aradı ama hiç kim bulmadı. Bir çoğu onu Tibet'te aradı ve sonuçta bu ülke Tibet'in yetişemeyeceği yerlerde yer aldığını söylediler."
- "Eğer ari eski Hindistan'dan çıkan halksa, neden Hindliler eski yazılarında kendilerini onlara ait etmiyorlar?"
Haklı mı, değil mi?.. Demek ki, meseleye başka açıdan da bakmak lâzım!
Zaten ARI HALK - DURU, TEMİZ, PAK HALK demek... Bu da TÜRKLER için eski yazıtlarda yer alan ÖKİK TÜRK - GÖKTÜRK - GÖKTEN İNMİŞ, GÖKTEN GÜÇ ALAN İNSAN anlamına uygun düşüyor.
Bitmedi!.. Araştırmaya meraklı bu hanım dostumuz, bakın, AVESTA hakkında ne bilgiler veriyor:
- "Şimdi 'Avesta'da Türkler'i okudum."
- "Bizim burada bir araştırmacının, CENGİZ SASANÎ'nin bu konu üzerine çalışması var... AVESTA - PROTOTÜRK tayfalarına ait olduğunu, ilk Avesta prototürk dilinde yazılmış ve TÜRK felsefi-edebi fikrin ürünü olduğunu iddia ediyor... ve kanıtlamak için bir çok şehsi adları, tanrıların, ilahelerin isimleri, toponimleri, hidronimleri TÜRK dili ile açmaya çalışıyor."
- "İlkin AVESTA nasıl temsil olunduğu malum değil. Adlar ne kadar orijinalliğin koruyup, tabi fonetik tahriflere uğrayıp Pehlevice saitler kullanmıyor ve sözler yalnız samitlerle sunuluyor. Tartibci ve mütercimler bir çok hallerde bu sözleri tahrifli kayd etmişler. İsimlerin düşgün acçımı AVESTA'nın menşei hakkında birçok sorunu cevaplandirabilir. Mühüm etno-kültür, dil meselesinin menşeini hall edebilir. Adların detaylı, düzgün etimolojinin açımı etno-kültür menşeyinin aydınlamasına ışık salabilir."
- "TÜRK dili vasitesi ile AVESTA'da işlenen kelimelerin açımı bu adların adlar PROTO-TÜRKLER'e ait olduğunu gösteriyor."
- "Zerdüşt /Zarat, Zaratustra, Zoroastr"
- "Farslar ve batı araştırmacılara göre - sari deve sahib(ne alâkası var?)"
- "Zaratustra"
- "Zura+tus-tur"
- "Zura/Zara z~s soru, sormak, haber almak (türkçe surak-soru, sual)"
- "(Zor/Sor-zurgacı(kalmık) çocuklara isim koyan şaman-ulduzlardan çocuğun taleyini sorup ad koyan"
- "sorgac, sorguc-gökden sorgu etdiyine göre)"
- "Tus/Tuş-görüş, randevu, görüşe gelmek, yüz-yüze gelmek"
- "Tur t~d dur"
- "Zaratustur-sorguya gelip duran. Tanrı ile yüz-yüze durup soran, sorgu için Tanrıya taraf yönelip duran"
- "Zerdüşt herzaman Mazdaya yüz tutup Ona sorular veriyor, ondan soruyor. Böylece Zerdüşt en eski PROTO-TÜRKÇE sözdür."
- "Apastak/Abastak"
- "Apa/Aba- büyük,ulu ata, ecdad"
- "(a)tak/(a)tag -inanılmış, himayeci, vaad, vadedilmiş, haber vermek"
- "Apastak- Ata vaadi, Bilge atanın haberleri, öyüdleri"
- "Ahura Mazda'nin düşmeni gibi adı çok giden -Angra Manyu- karanlığı, geceni tamsil ediyor"
- "İngir, engir- karanlık, alakaranlık, akşam, tutkun hava, yarımkaranlık"
- "ilkin kök ANGR"
- "Manyu - Mengu/mengu -orkon-yenisey yazılarında ebedi, daim, ölmez, deyişmez"
- "AngraManyu-ebedi karanlık, ebedi gece"
- "Anauta/Anaita"
- "Batı araştırmacılarına göre"
- "A-inkarıik"
- "Nahita-bulaşık, kirli, natemiz"
- "Anauta-bulaşık olmayan, pak, temiz, bakire. Tanrı adı inkarlıkla başlayabilirmi? Bu açım ilahi vazifenide belli etmiyor"
- "TÜRKÇE: Ana + Uta"
- "Ana-ana, ene, ama, eme"
- "Uta-ut/ot- 1) yanar ot, ateş(od) ... 2)yeşil ot, çemen"
- "Ana ot yani Odun anası, sahibi, hamisi, himayecisi"
- "Sümerler'de güneş tanrısı Utu- gökyüzü odu"
- "Od ilahesi Anauta atesperestliyin panteonunda yer alıyor. ama Zerdüşt'le aparılan dini ıslahat sonucunda olabilsin Anauta - su ve yeşillik ilahei yerini tutmuştu."
- "Anahida/Anahita'nin lekebi Ardvisur"
- "Ardvi- Ard+visur"
- "Ard/Art-dağ, dağ keçidi, dağlık sahe"
- "Vi -benim (altay.)"
- "Sur-azamet, güç, kudret, sıfat (sima), görünüş"
- "sur/sura/suru -eski türklerin adlarında kullanmış Suru Kulbey"
- "Ardvisur- dağ zirvesi benim gücüm, kudretim, azametimdir."
- "Apastak'ın oğlu Spitak (Zerdüşt) eski persce spit (sepid)-k+ ak -ak"
- "ad iki aynı kelime -persce-türkce yanasi işlenmişdi. adın ilk forması Isputak"
- "Is+putak"
- "is-tefekkür, bilgi"
- "putak (budak)"
- "Bilgi, agil budagi"
- "Apastak/Abistak"
- "pehlevi tercümesinde Spitama -Aktuman"
- "spid-ak"
- "tama-tuman, elbise"
- "AVESTA coğrafyasında şehs, yer, dağ, nehre, deniz adları genelde TÜRK dili etimologiyasıyla izah olunuyor."
- "Aratta/Haratu dağı"
- "Sümer-Akkad sözlüğünde (M.O.VIII) Aratu, Aratu"
- "r~l : Alataa, Alatuu, Alatey (türkçe)"
- "Haratu- hara+tu (kara+dağ)
verilen dağ tarifi böyle okunuşun düzgünlüyünü kanıtlıyor."
- "TURUKKU"
- "TUR/TÜRK/TÜRKMEN"
- "tork tor/tur -dağ"
- "tur(uk)(an)"
- "Sümerce -ur -tepe, dağ"
- "Fridun/Fraetoun"
- "Fra-bra-bora-boru (buğa)
çoban, mal sürü otaran veya heyvan uru sahibi olmuş"
- "eton/etun
orkon yazılarında *etin - emlak, mal-mülkiyet"
- "Fraetoun-heyvan(buğa) sürüsü sahibi"
- "Sizin de yazıda belirttiyiniz Feridun'un(Fridun'un)oğlu -TÜRK"
- "Tor/Ter - 'yüksek dağ orusu', dağ zirvesi
TÜRKÇE (Gırgızca) tor-dağ otlağı"
- "(sari Tor, Koska Tor, Kol Tor, Asu Ter)"
- "Tur /Tura - Sibir'de şehir, mesken, yurt, kale
Buryatlarda - ev, bina, şehir"
- "AVESTA'da verilmiş bir sıra adlar türk menşeli"
- "Akoman /Akuman divin adamlarından"
- "Aku/Agu-TÜRKÇE acı, zehir, gem gusse, acılık"
- "Ve sözün böyle açımı onun karakterine uyuyor. O şer kuvveni tamsil ediyor."
- "Bahmen'in kızı Humay"
- "Umay, Imay-TÜRK artim-doğum ilahesi, çocukların himayecisi"
- "divlere mensup olan Dahak'ın(Ajidahak) annesi Udak/Odak"
- "Od/Ud+ak/og"
- "oduk/uduk-diribaş, mohkem, koçak, yiğit, ayık"
- "d~y oyak/uyak -uyumayan, uyak, ayık"
- "Adı çok çekilen ve mazdaizm tanrılar panteonunda daha eskilerde Od ve sonralar Su ve yeşillik, mehsul ve bereket ilahesi"
- "Araştırma gösteriyor ki ilkin AVESTA eski Midiya arazilerinde yaşamış PROTO-TÜRK tayfaların dilinde yaratılmış dini-felsefi ve edebi eserdir."
- "Hexamenisliler devrinde eski Persler Midiya'da hakimiyete geldikten sonra Zardüşt'ün dinini kabul etmiş ve İskender'in yürüyüşüne kadar dastan Pers diline çevrilmeye başlamıştı, AVESTA - TÜRK felsefi-edebi fikrin ürünüdür."
Var mı itirazı olan?.. Delilleriyle buyursun, dinleyelim.
ARAŞTIRMACI YAZAR =Tahir TÜRKKAN

"O"'NA YAKINLIK İÇİN SALAVAT


O’na Yakınlık İçin Salâvat
“Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salâvat okuyandır.” (
Hadis-i şerif; Tirmizî)
“Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salâvat okuyandır.”
(Hadis-i şerif; Tirmizî)
Cenab-ı Mevlâ  yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât u selâm getiriniz.” (Ahzâb, 56)
Ayet-i kerimedeki bu emir, Allah Rasulü s.a.v.’in birçok hadisi ile desteklenmiştir. Efendimiz birçok kere kendisine salât ü selam getirilmesini tavsiye etmiş, istemiştir.
Salât kelimesi sözlükte “dua, tebrik, yüceltme” manasındadır. Dinî manada, dua ve namaz demektir. Peygamber Efendimiz s.a.v. için kullandığımız salât ise “dünyada ve ahirette Allah’tan yüceltme talebinde bulunmaktır.” “Selâm” kelimesi ise “dünyada da ahirette de kişinin sıkıntılardan kurtulmasıdır.” (Ta’rîfât)
Yani Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. için salât ü selam edince Allah’tan O’nu yüceltmesini ve her iki cihanda da selamet vermesini talep etmiş oluyoruz.
Yukarıdaki ayet-i kerimede, Allah’ın ve meleklerin de salât ettiği buyruluyor. Demek ki salât eden sadece biz insanlar değiliz. Fakat salâtlar, eden makama göre değişiklik arz eder. İslâm alimleri bu farklılığı şöyle açıklamışlardır:
• Allah Tealâ’nın salât etmesi, tezkiye ve ilahî rahmete mazhar kılmadır.
• Meleklerin salât etmesi, Allah Rasulü s.a.v. lehinde istiğfar talep etmedir.
• Kulların salât ü selam getirmesi ise dua ve tazimdir.
Kısaca salât,
• Allah’tan rahmet,
• Meleklerden istiğfar,
• İnsanlardan hayır duadır.
Meşhur alimlerimizden Mücâhid rh.a. ise insanların salât etmesini, ümmetin peygambere uyması olarak açıklamıştır.
Bu manayı destekler nitelikte İmam Gazalî rh.a. de Mükâşefetü’l-Kulûb adlı eserinin “Muhabbet” bölümünde öncelikle salavât getirme konusunu işlemiştir. Bu konudaki hadislerden bazılarını ve Efendimiz’e salavât getirmeyenlerin karşılaştıkları vakaları anlatan menkıbelere yer vermiştir. Bunlardan biri şöyledir:
“Anlatıldığına göre adamın biri çölde giderken gayet çirkin bir yüz görür: “Sen kimsin” diye sorar.
O çirkin yüz “Ben senin kötü amelinim” der.
“Senden kurtulmanın yolu nedir” diye adam takrar sorar “Hazret-i Peygamber s.a.v.’e salât ü selam getirmek.”
Ashâb-ı Kiram, Tabiîn, İslâm alimleri ve tasavvuf büyükleri salâvat getirmeye büyük önem vermişlerdir. Nitekim bazı imamlar salâvat getirmeyi vacip görürler. Bazıları da bu vecibeyi ömürde en az bir kere yapmak gerektiğini ifade ederler.
Salâvât okumak ibadetlerimizden bir parçadır. Kıldığımız her namazda, son oturuşta Efendimiz’e, âl ve ashâbına salât ederiz. Salât ü selam duaların kabul edilmesi için bir vesiledir. Süleyman Çelebi Vesîletü’n-Necât: Kurtuluş Vesilesi adlı mevlidinde her bölümün arasında insanları salâvat getirmeye davet eder:
“Ger dilersiz bulasız oddan necât / Aşk ile şevk ile edin essalât…”
Yani, “eğer ateşten kurtulmak dilerseniz, aşkla şevkle salâvat getirin.” diyor.
Yine evliullahtan Terzi Baba k.s. hazretleri, salât ü selamın duaların kabul vesilesi olduğunu nükteli bir şekilde şöyle ifade etmiştir:
“Bulam dersen iki âlemde dermân / Salât ile selâma eyle idmân.” (Kenzü’l-Fütûh)
Bundan başka kaynaklarda, salât ü selamın önemine dair birçok bilgi ve menkıbe kayıtlıdır. Yine İslâm coğrafyasında farklı salâvatları derleyen birçok eser yazılmış ve bu eserler farklı tasavvufî yol ve meşreplerde günlük vird haline getirilmiştir.
Bütün bu gayretler, Allah’ın emrine, Allah Rasulü s.a.v.’in tavsiyesine uymak ve müjdesine erişmek içindir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Bana bir salât ü selam getirene, Allah on defa rahmet eder.” (Müslim)
Bir diğer rivayette bu hadisin devamı şöyledir: “On hatası silinir ve derecesi on kat yükseltilir.” (Nesâî)
Allah Rasulü s.a.v. bir başka hadiste de hangi gün salâvat getirmenin daha faziletli olacağını bildirmiştir: “En faziletli gününüz cuma günüdür. O gün bana çok salât ü selam getiriniz. Çünkü salât ü selamlarınız bana arz edilir.
Sahabiler “Ya Rasulallah, bizim salât ü selamımız sana nasıl arz edilir, sen çürümüş olursun” diye sorunca, Rasulullah s.a.v. onlara: “Allah Tealâ peygamberlerin cesetlerini toprağa haram kılmıştır, diye cevap verdi.” (Ebu Davud)
Salât ü selam getirmek, gönlü Allah Rasulü s.a.v.’e bağlamak, Allah’ın emrine uyarak onu yüceltmek, hayır duada bulunmaktır. Bunlar daha önce söylediğimiz sebepler… Bir diğer sebep ise Efendimiz s.a.v. tarafından açıklanmıştır: “Benim kabrimi bayram yerine çevirmeyin, bana salât edin. Siz her nerede olursanız olun, salâtınız bana ulaştırılır.” (Ebu Davud)
Meşhur hadis açıklayıcılarımızdan İmam Tîbî rh.a. bu hadisi izah ederken şöyle demiştir: “Allah Rasulü s.a.v. burada şöyle demek istiyor:
‘Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin, orada toplanırken bayram yapar gibi toplanmayın. Bunu eğlence, sevinç ve süslenme gününe çevirmeyin.’
Ziyaret edebi böyle değildir. Çünkü ziyareti bayrama çevirmek yahudi ve hıristiyanların adetidir. Bu onlara gaflet, kaplerine de kasvet getirmiştir.
Putlara tapanlar da ölülerini tazim ederler, hatta onları putlaştırırlar. İşte bu yüzden Efendimiz işaret ediyor ki,
“Allahım kabrimi tapılan bir  yer kılma. Çünkü peygamberlerinin kabirlerini tapınak haline getirenlere Allah’ın gazabı şiddetlidir.” (Şerhu’t-Tîbî alâ Mişkâti’l-Misbâh)
Sözü, salavât hakkında bir uyarı niteliği taşıyan Hz. Ali r.a.’ın şu rivayeti ile bitirelim:
“Allah Rasulü s.a.v. buyurdu:
– Cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salât ü selam getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî)

ÜZÜNTÜNÜN İLACI,MUTLULUĞUN MAYASI SEVGİ


Üzüntünün İlacı, Mutluluğun Mayası ; Sevgi…
 Sevgi söz değil özdür.
   Sevgi kağıda yazılmaz, kalbe kazınır.
   Sevgi, ya var, ya da yoktur. Biraz var, biraz yok olmaz.
   Sevginin tam tarifi yapılamaz. Çünkü sevgi sadece akılla kavranmaz. Çünkü sevgi, kalpten kavranan ve yaşanan bir güzelliktir. Bu sebeple de, kalpsizlerin, merhametsizlerin ve maddecilerin sevgiden söz etmeye hakları yoktur.
   Hem dünyanın peşinde olacaksın, maddi kazançların ince hesapların içinde kaybolacaksın, hem de sevgiyi yaşayacaksın, olur mu?
   Böyle biri ancak sevginin sözünü edebilir, özünü ne bilir, ne de bildirebilir…
İşte bu yüzden çağımız, sevginin çok yazıldığı, çok söylendiği bir zaman dilimi haline gelmiştir .. Zira, yaşayan azaldıkça, sözünü eden çoğalmaktadır.
   Sevgi anlatılamaz, yaşanır. Sevgiyi yaşayamayanlar hep anlatıyorlar, sürekli ondan söz ediyorlar. Bu ya bir sahteciliktir, ya da yaşayamadığına hasretlenmek, hatta hasetlenmek…
Bu durumda ortaya çıkan sevginin sömürülmesi, içinin boşaltılmasıdır.
   Söylenen ve yazılan, yürekten taşan ve içte taşınamayandır.
Böyle olduğu içindir ki, Akif merhum bile, “Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım” diye dertlenir.
Sevgiyi asıl söyleyen, bedenin bütünüdür. Çünkü insanın içini gerçek anlamda sevgi donatırsa, bütün vücut ruhun dili olur. Sevgiyi yaşayan aldığı nefes, attığı adım sevgi olur. Sevgi ayrı ve özel bir eylem olarak görünmez sevende… Çünkü onun her işi, her sözü, her özelliği sevgiden ibarettir.
Sevgi insanı, ekmeksiz, susuz, hatta havasız yaşar ama, sevgisizliğe dayanamaz. Onun ekmeği, suyu, havası sevgidir.
   Böyle olunabilir mi diye düşünen, böyle olamaz. Sevgi pazarlıkla var olamaz. Sevgi, çıkar hesaplarıyla, verme alma planlarıyla yaşamaz.
   Çünkü sevgi, fedakarlıktır.
   Sevgi, sevdiğinde fani olmaktır.
   Sevgi, sevdiğinin, “Hadi! Dediğinde, “nereye?” diye sormamaktır.
Böylece sevmeyen ve böylesine sevilecek olanı bulmayan, sevginin uzağındadır.
Öyleyse, en çok sevilmesi gereken, bu muhteşem duyguyu yoktan yaratıp yüreklerimize hediye edendir. En çok sevgi, sevmeyi bize öğretene olmazsa, sevgiye saygısızlık yapılmış olmaz mı?
En çok Allah’ı sevmemek, sevginin öz kaynağından koparılmasıdır.
   Kaynağından koparılan sevgi, sevgi olmaktan çıkıyor. Her şeyin sahtesi kötüdür, çirkindir, çekilemez ama, sevginin sahtesi, ne yenir, nede yutulur. Sevginin sahtesi hiçbir şeye benzemez. Çünkü sevgi samimiyetle mayalanmadan kendisi olamaz, varlığını bulamaz, özelliklerini kazanamaz.
   Böylesine bir yokluktan bir sevgi edebiyatı çıkıyor. Tumturaklı sözlerle sevgi anlatılıyor. Ne ki çok anlatıyorsun, o az yaşanıyor demektir. Hani bir Allah Dostu’nun şu sözünde olduğu gibi:
   “-Ben, Allah’ı hatırlamaktan utanırım. Çünkü, her hatırlama bir unutmadan sonradır.”
Ne ki, anma günlerinin konusudur, demek ki unutulmaya yüz tutmuştur. Bizim sevgi geleneğimizde, sevginin sözü çok edilmez. Çünkü, 24 Saat yaşanan bir güzellik, dillerde dolaşmaya muhtaç değildir.
   Sevgi bakıştır.
   Sevgi, selamdadır.
   Sevgi, tebessümdedir.
   Sevgi, hatır soruştadır.
   Sevgi, yardım ediştedir.
   Sevgi, bazan bir geçmiş olsunda, bazan da bir teselli tavsiyesindedir.
   Sevgi, pişirilen yemektedir.
   Sevgi, “Hoşgeldin” de, “Güle Güle” de, “Allaha ısmarladık” tadır.
   Yürekte gerçek sevgi gerçekten varsa, herşey sevgidir.
   Görünüşe, etkisi, hissi ne olursa olsun herşey sevgi olur. Ve seven sevdiğine, “Senden gelen başım gözüm üstüne” der.
   Sevgi,kal değil,hal işidir.
   Sevgi,ruhun dilidir. O konuşmaya başladı mı,öteki diller susar. Konuşsalar da ,sesler,sözleri duyulmaz olur.

   Sevginin olduğu yerde, atmosfer sevgiden ibaret hale gelir. Kurt ve kuş sevgiden başkasını bilmez olur.
   Sevgi,intisap sırrıdır.
   Ait olduğu kaynağı keşfettiğinde,kanatlanır,kanatlandırır.
   Kabına sığmaz olur. Dolar taşar,gizlenemez bir muhabbet coşkunluğu ile çevresini kuşatır.
   İnsanlığı sevmek, insan olmanın gereğidir.
   İnsanlığı bize bağışlayan  ve bilinçli sevmeyi öğreten Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.
   Çevremizde varlığını hissettiğimiz her şey, O’ndan eserdir diye seviyoruz. Ve yarattığı her şeyle dostluk kuruyoruz, kardeş oluyoruz…Canlı cansız bütün varlık dünyasıyla birleşip bütünleşiyoruz.
   Birlik dünyası, dirlik dünyasıdır.Yaratıcının birliği etrafında bir ve beraber olmuş varlığı tutan, dengeleyen, düzenleyen “sevgi”dir…
   İşte bu sevgiyi yaşamak, insanı mutlu, huzurlu ve iştiyaklı kılıyor. Yaşama sevinci bu sevgiyle kalplere doluşuyor.
   Bu sevgi, üzüntünün ilacı ve mutluluğun mayasıdır.
 Vehbi Vakkasoğlu

ALLAH'IM C.C İÇİN SEVMEYİ ANLAT EY DOST

Allah (c.c) için Sevmeyi Anlat Ey Dost!

Hikmet Dost… Susması tefekkür konuşması hikmet Dost…

Haydi, bu gece anlat bana dost… her şeyi anlat….

O’na ulaşanları anlat…

İlk insandan başlayalım ey dost…!

Cennetin ilk insanı Âdem’i anlat bana…

Kabenin mimarı İbrahim’i anlat…

Bıçak altına korkusuzca yatan İsmail’i anlat…

Balığın karnındaki Yunus’u, Gemisine binen Nuh’u anlat…

Musibete sabreden Eyüp’ü anlat…

Dünyalar güzeli Yusuf’u anlat…

İffetin timsali Meryem’i ve onun temiz oğlu İsa’yı anlat…

O’nu… Âlemlere rahmet olarak gönderileni… Hz Peygamberi anlat bana…

O’na eş olmakla şereflenen Hatice’yi anlat…

Mağaradaki ikinin ikincisi Ebu Bekir’i anlat…

Mağaradaki güvercin ve örümceği anlat…

Şecaat timsali Ömer’i, hayâ timsali Osman’ı, ilmin kapısı Ali’yi anlat…

Hepsi ayrı birer yıldız sahabeleri anlat bana…

Görmeden sevmenin ekolü olan Veysel Karani’yi anlat…

Göç eden Muhaciri ve onları karşılayan Ensarı anlat…

Anlat bana ey dost….

Sen hiç susmamacasına anlat…

Ben hiç konuşmamacasına dinleyeyim…

Leyla’dan Mevla’yı bulan Mecnun’u…

Mecnun’u Mevla’ya ulaştıran Leyla’yı anlat…

Sabretmeyi anlat… Şükretmeyi anlat… Zikretmeyi anlat..
.
ALLAH için sevmeyi ALLAH için sevilmeyi anlat bana…

Ve ey dost O’(c.c)nu anlat bana…. O’nu anlat….

Ey susması tefekkür konuşması hikmet dost…

Anlat bana ey dost…. ANLAT

Sen hiç susmamacasına anlat…

Ben hiç konuşmamacasına dinleyeyim…

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...