Nereden geldik? Neden bu dünyaya geldik? Dünya’daki görevimiz nedir? Ben kimim? Bu gözlerle gören asıl “ben” kimdir? Dünya’da yaşam nasıl oluştu? Türlerin zenginliğinin kökeni nedir? Dünya’yı böylesine özel kılan nedir? Evren’de yalnız mıyız? Tanrı ya da Allah kimdir? Mutlak Yaratıcı Güç dediğimiz bu kavram bizden ne bekliyor? Herşey bir tiyatro mu? Dünya sahnesinde sahnelenen bir tiyatronun oyuncuları mıyız? Dünya Tarihiyle ilgili konu için direkt
25. sayfadan başlayabilirsiniz.
Bu sorular kafanızı kurcalıyorsa işte size alternatif bir cevap:
ANU ANLATIYOR
Giriş
Dünyanın sevgili insanları; size selamlar. Ben sizin ebeveyn ırkınız "Pleaidian"ların bir üyesi olan
Anu'yum; daha belirgin ifade etmek gerekirse, Pleaidian savaş yıldızı Nibiru'dan olduğumu
söyleyebilirim. Bu evrende yalnız olmadığınızı ve gerçekten de sizi seven ve koruyan bir ırk olduğunu
anlamanız için size evreninizin ve gezegeninizin tarihini anlatacağım.
Size bu tarihi genel hatlarıyla, fazla detaya girmeden aktaracağım. Bunları, Jelaila Starr'ın
rehberlik ettiğim araştırması ("12. Gezegenin Dönüşü" kitabı) sonucunda elde ettiğimiz bilgileri
toplayarak oluşturdum. Ebeveyn ırkınız olan bizlerin size bıraktığımız İncil adlı kutsal kitabınızda, bütün
söyleyeceklerimi kanıtlayan ve sizlere aktaracağım tarihi onaylayan bilgiler bulunmaktadır.
Anlatacaklarımın bir noktasında, Jelaila'nın size bazı kitap ve yazar isimleri vermesini sağlayacağım; ama
her şeyi başka kaynaklardan kendinizin de araştırmanızı öneririm. Bu ancak kendi kendinize
kanıtlayabileceğiniz bir konudur.
Öncelikle biraz kendimden ve insanlarımdan, yani atalarınızdan söz ederek başlamak istiyorum.
Sümer, Mısır ve Babil kültürlerinize ait tarih metinlerinizde benden sıkça söz edilmektedir. Lyran
soyundan gelen safkan bir Pleaidian'ım; diğer bir deyişle, Avyon Kraliyet Soyu'ndan geliyorum.
Kraliyet
kelimesiyle, İnsan prototipinin DNA sarmalına örnek oluşturması için yaratılmış olan Sananda'nın bir
görünümü olan atamız Amelius'tan söz ediyoruz.
Irk olarak, sizlere göre çok uzun boyluyuz; boylarımız sizin ölçülerinizle ortalama 3 metre
civarındadır. Altın ya da platin sarısı saçlarımız, mavi gözlerimiz, beyaz tenlerimiz vardır. Ben 2.97 metre
boyunda, platin sarısı saçlı ve mavi gözlüyüm. Lyra insanları orijinlerinde platin sarısı saçlı, mavi gözlü
ve beyaz tenlidir. Bedenlerimizin ve saçlarımızın etrafındaki altın renkli ışık huzmesi, aslan insanlarla ya
da bazılarının onlara verdiği isimle, Feline'ler ile birleşmemiz sırasında ortaya çıkmıştır.
Atalarım, Lyran takım yıldızında bulunan Vega yıldız sistemindeki Avyon adlı gezegenden
gelmişti. Kurucuların ve Evrensel Ruhsal Hiyerarşi tarafından öngörüldüğü üzere Felineler tarafından
tohumlanan ve geliştirilen insan ırkının kökeni Avyon'a dayanır. Aynı zamanda evrenimizin dokuz
kurucusundan biri olan Sananda'nın da kendisini Amelius olarak gösterdiği yerdir.
Amelius, Avyon
3
gezegenindeki ilk insan bedenindeki ilk ruhtu. Onun soyu, Amelius soyu olarak bilinir; yani Avyon
Kraliyet Soyu.
Sizin zamanınıza göre milyonlarca yıl önce, Avyon Kraliyet Soyu, Pleaides'e göç etti ve oraya
yerleşti. Samanyolu Galaksisi'ndeki diğer yıldız sistemleriyle kıyaslandığında, gezegenler ve yıldızlar
arasında, Pleaides en yenilerdendir. Ailenin babası Devin tarafından yönetilen atalarımız, Pleaides'i dokuz
Kurucu'nun yeni evi olarak teslim almışlardı; çünkü orijinal gezegenleri Lyran Avyon yaşanmaz hale
gelmişti.
Bizler bağımsız insanlarız. Ama her zaman öyle değildi. Nibiru'nun yaratılmasından önce,
kendilerini sadece dişil özelliklerle ifade eden bir ırktık. Nibiru'da yaşamaya başladığımızdan beri, bize
bağımsızlık eğilimini getiren eril özelliği deneyimliyoruz. Irk olarak, ikisinin arasında bir denge kurmak
için çalışıyoruz; buna entegrasyon aşaması diyebilirsiniz.
Şimdi biraz da Nibiru'nun kendisinden söz etmek istiyorum.
Nibiru kızıl renkli, yüzeysel açıdan zengin, güzel bir gezegendir; yeni bir güneş olarak gelişimini
başlatan ama uzun, çok uzun zaman önce yaşanan küresel bir felaket yüzünden bu gelişimi duran Jüpiter'e
çok benzer. Güç alanımızdaki altın rengi, ona morumsu bir hale kazandırır. Bizler sizin gibi gezegenin
yüzeyinde değil, içinde yaşıyoruz. Gezegenimizin dış yüzeyi, sizinkinde bulunmayan bir tür metalden
oluşmuş bir tabakayla kaplı. Gezegen/gemimizin etrafını saran koruyu güç alanları, gezegeninizde
yaşamış eski kültürlerin - bunlardan biri de Mısır idi - insanlarının sözünü ettiği parlaklığı yaratır.
Gezegenimizin etrafındaki halkalar, uzayda yolculuk yapmamızı sağlayan itici gücü oluşturur ve
Nibiru'nun etrafındaki parlaklığı güçlendiren de budur. Nibiru, Galaktik Federasyon tarafından barışı
korumakla görevli bir savaş yıldızı/gezegen olarak tasarlanmıştı. Amacı, galaksimizdeki farklı ırklar
arasındaki uyumu sağlamaktır. Pleaides, galaksimizdeki tüm insan ırkının asıl vatanıdır ve uzun bir süre
önce Vega sistemiyle yer değiştirmiştir.
Nibiru, Dünya'dan dört kat daha büyüktür. Kuşaklar boyunca uyum içinde yaşayabilecek birçok
ırk ve türü alacak kadar yere sahiptir. Güzel gölleri, denizleri, okyanusları, dağlan ve vadileri vardır; tıpkı
Dünya gibi. Aklmıza gelebilecek her tür ağaç ve bitki yetişir. Nibiru, asıl vatanımız olan Avyon'un bir
kopyası olarak tasarlanmıştı.
4
Avyon'un iki güneşi vardı ve bu da gezegeni tropik bir cennete çeviriyordu. Gezegen/gemimizin
içindeki ışık yapay olmasına karşın, Nibiru hâlâ yeşil bir cennettir. Gezegenin bizim yaşadığımız iç
tarafında yapay gündüz ve gece oluşturulmuştur. Dünya'da gördüğünüz bitkilerin çoğunun tohumları,
Nibiru'daki zengin laboratuarlarımızda geliştirilmiştir. Tıpkı sizin gezegeninizde olduğumuz gibi, bizim de
şehirlerimiz ve kasabalarımız vardır.
Barışı koruyan bir savaş yıldızı olduğumuzdan, savunma ve keşif gemileri için devasa boyutlarda
bakım ve depo birimlerimiz vardır. Uzay Yolu adlı dizinizdeki Enterprise adlı gemi, amacı göz önüne
alındığında Nibiru'ya çok benzer.
Ruhsal açıdan yaklaşırsak, Nibiru'nun dişil eğilimli Pleaidianlar'ın negatifliği deneyimlemesi için
büyük bir fırsat sunduğunu söyleyebiliriz.
Kolonileri korumak zorunda olmak, bizi negatiflikle karşı
karşıya getirdi ve dolayısıyla da korkuyu deneyimleyerek kökenlerini anlamamızı sağladı. Irk olarak, fazla
negatiflikle karşılaşmadığımız için durgun bir hale gelmiştik. Negatiftik, ruhsal büyüme açısından büyük
önem taşır. Gezegenimizde hiç negatiftik olmadığı için, gelişme de olmuyordu. Bu sorunun çözümü,
Nibiru'nun yaratılmasıydı.
Nibiru, evrendeki en üstün teknolojiyle donatılmıştır. Ben henüz çocukken, gezegenin operasyona
başlatıldığı o büyük günü anlatmışlardı. Fazlasıyla eğlence, ziyafet ve kutlama vardı. Nibiru, bir savaş
yıldızı olmaktan öte önem taşır. Bizim için, ruhsal gelişimimiz için kendimizi fiziksel ortamda ifade
edebilmek için bir araçtı. Aynı zamanda yeni evimizdi. Nibiru'nun açılışı, görülmesi gereken bir zamandı.
Atam Niestda, Nibiru'nun ilk hakimi ve kumandanıydı. On yedi kuşak sonra, Galaktik Federasyon üvey
ağabeyim Alalu'nun görevini bırakmasını isteyince, Nibiru'nun yönetimi bana verildi. Babamın
ölümünden sonra yönetimi devralmış ve soylu bir şekilde görevini sürdürmüştü. İyi bir kumandandı ama o
zamanlar artık insanların ve pozisyonunun ihtiyaçlarını karşılayamıyordu.
Alalu, Sürüngenlere karşı verilen bir savaşta karısını ve kızını kaybetmişti. Uzaklaşması
gerektiğini hissediyordu. Altın araması için Dünya'ya gönderildi.
Bu tür yolculuklardan hoşlanırdı ve
karısıyla kızının acısını hafifletmesi açısından yardımcı oldu. Büyük bir savaşta onunla aramda iktidar
mücadelesi olduğu konusunda yazılar olduğunu biliyorum ama bu doğru değil. Bunu yapan kişi, torunum
Marduk idi. Marduk hakim/kumandan olduktan sonra, tüm yazılı belgeleri değiştirdi.
Sizin zamanınızla M.Ö.2200 yılında Marduk güç kullanarak elimden alana kadar, Nibiru'nun
hakimiydim. 480,000 yıl önce gezegeninize ilk kez gelmemden uzun zaman önce yönetmeye başlamıştım.
5
Şimdi kardeşim ve eşim Antu, kızım Ninhursag, oğullarım Enlil ve Enki, ayrıca bir grup aile üyesiyle
birlikte Pleaidian ana gemisinde yaşıyorum. Şu anda, zengin laboratuarlarımızın bulunduğu Satürn
gezegeninin yörüngesinde 5. boyuttayız.
Bu Pleaidian ana gemisinde Nibiru'dan, diğer gezegenlerden ve galaksilerden gelen ırklar, Dünya
ile ilgili İlahi Plan'ın yerine getirilmesi için ortak görevlerini sürdürüyorlar. Bunların birçoğu, siz Dünya
insanlarının yıldız tohumlarını veren diğer ırklardır. Ayrıca, yıldız tohumlarının ebeveyn ırklarının bazı
temsilcileri de bizimle birliktedir; Dünya'da enkarne olmuş çocuklarına rehberlik vermek amacıyla
transfer ruhlar da bu gemidedir.
Dünya üzerindeki insanlarımız aracılığıyla sizinle çalışmak çok heyecanlı bir iş. Onlar Galaktik
Federasyon'un Nibiruan Konseyi'nin elçileri ve aynı zamanda da "Avyonian"lar olarak bilinmektedir.
Aranızda enkarne olmuş bu çok sayıdaki elçiler, gerçek atalarınızla ilgili bilgileri yaymakta, sizler 3.
Boyut gerçekliğindeki son sahneyi oynamaya hazırlanırken, bizim getirdiğimizi yardımla ilgili güzel
haberi vermektedirler. Yalanda bu büyük oyunu bitirecek ve 5. Boyut gerçekliğine geçerek yeniden
bizlere katılacaksınız. Çoğumuz 5. ve daha yüksek boyutlarda yaşamamıza karşın, şimdi Nibiru 4.
Boyut'tadır. Pleaidian ana gemisindeki bizler ise 9. Boyut kanalıyla 6. Boyut'tayız ve bu zamanda enkarne
olduk.
Ben, Galaktik Federasyon'un Nibiruan Konseyi'nin 6. Boyut Bölümü'nün başıyım.
Şu anda en
önemli görevimiz, adına "DNA Kodlaması ve Yeniden Bağlantı" süreçte insanlığa yardımcı olmaktır ama
aynı zamanda evreninizin ve gezegeninizin tarihini öğrenmeniz için de çalışıyoruz. Bu süreçte, Dünya
Ruhsal Hiyerarşisi'nin Christos Ofisi ile de çalışıyoruz. Biraz sonra bu konuda biraz daha bilgi vereceğim.
Nibiruan Konseyi, oldukça büyük, çok katmanlıdır ve Dünya'nın yanı sıra gezegeninizdeki diğer
gezegenlere de yardım sağlar. Birçok galaksiden ve yıldız sistemlerinden gelen varlıklarla birlikte
çalışıyoruz.
Şu anda rehber ırkımız olan ve Sirius A'da yaşayan Felineler ile yakın bağlantıdayız. Buna
Sirian/Pleaidian İttifakı deniyor. Sözünü ettiğim bu DNA Kodlaması üzerinde birlikte çalışıyoruz. Size
ebeveynlik etmemizin dışında, aynı zamanda tarihinizle ilgili yeterince bilgi almanızı da sağlıyoruz.
Felineler, astral bedenlerinizdeki DNA implantasyonunu ayarlıyor ve eterik bedenlerinizdeki on iki
sarmallı DNA liflerini endokrin sisteminize yerleştiriyorlar. Christos Sirianları Dünya üzerinde Yeniden
Kodlama sürecine girmeye hazır olanlara ulaşabilmemiz için bize yardım ediyorlar.
Bu kişilerin
rehberleriyle birlikte çalışıyor, süreç için temizliğin ve arınmanın sağlanmasına uğraşıyorlar.
Şimdi, evreninizin tarihini sizlerle paylaşmak için birlikte bir zaman yolculuğuna çıkmamızı öneriyorum.
6
Başlangıç
Evrenimizdeki her şey, Mutlak Yaratıcı'nın bir parçasıdır. Basitleştirmek için "O" şeklinde söz
edeceğim Mutlak Yaratıcı, mutlak bir üstünlük ve mutlak bir mükemmellik durumundaydı. Bir süre sonra
bu durum O'nun için bir hayli sıkıcı bir hal aldı ve Kendisi'ni daha fazla deneyimlemek istediğine karar
verdi. Bunu yapmak için, Kendisi'ni parçalara ayırması gerekiyordu ve bunu yaptı. Kendisi'ni binlerce
küçük parçaya ayırdı. Her birisi birer İlahi Yaratıcı oldu. Her biri O'nun bir kopyasıydı ve onlara "İlk
Kaynak Ruhları" adını verdi. Her biri yaratma, kendini ifade etme, mantık yürütme ve her türlü duyguyu
hissetme yeteneklerine sahipti. Temel olarak, hepsi tıpkı O'nun gibi Tanrılar idi.
İşte size bu yüzden "enkarne olmuş" Tanrılar diyoruz ve biz de öyleyiz. Her biriniz İlahi
Yaratıcı'nın bir parçasıyız; tıpkı ben ve diğer herkes gibi. Her birimiz eşitiz, çünkü aynı mantık yürütme,
yaratma vs. yeteneklere sahibiz. Kendi gücümüzle yaptığımız şey bu ve bu konuda hissettiklerimiz de
eşitsizlik duygusuna neden oluyor.
Bu yeni İlk Kaynak Ruhları, melekler ve enkarne ruhlar olmak üzere iki gelişim grubuna
bölündüler. Enkarne ruhların gelişim sürecinde on iki boyutu ve meleklerin de kendi gelişimleri için yedi
boyutu tamamlamaları gerekiyor.
Melekler ve enkarne ruhlar birbirleriyle ayrı ayrı gelişemezler, dolayısıyla gelişmelerini
tamamlayabilmek için birbirlerine ihtiyaçları vardır.
Gelişebilmek için, ruhlar gelişim yaratacak bir şeyleri deneyimlemeye ihtiyaç duyarlar; bu
yüzden, Mutlak Yaratıcı, adına Kutup Entegrasyonu denen ana Oyun ile birlikte alt oyunlar yaratmıştır.
Oyun, Işık ve Karanlık rollerini gerektirir. Amaç, ikisinin de tüm yönlerini öğrenmek ve entegre etmektir;
yani Kutup Entegrasyonu. Ruh buna ulaştığında, Mutlak Yaratıcı'ya geri dönmesi gerekir.
Mutlak Yaratıcı, kutup entegrasyonunu kolaylaştıracak araçlar da yaratmıştır. Buna, 13. Boyut
Şefkat Formülü denir. Mutlak Yaratıcı sevginin özü olduğundan, amaç oynanan rollere bağlı olmaksızın
tüm yaratıklara karşı koşulsuz sevgiyi ve şefkati öğrenmektir.
Bu formül, gezegensel Oyun sona ermeden
önce bütün ruhlara verilir. Formül, gezegendeki ruhların tamamına herhangi bir ayırım yapılmadan
sunulur. Bu formülü kullanarak bedenlerindeki negatif duyguları tamamen salıverir ve böylece
aydınlanırlar. Bu işi yeterli sayıda ruh tamamladığında, gezegen bir sonraki boyuta geçer ve böylece
onlardan yukarıda bulunan diğer gezegenleri bir adım daha iterek Mutlak Yaratıcı'ya yaklaştırırlar.
7
Bu oyunun yaratılmasından sonra, İlahi Planlar gelmiştir. Her evren, galaksi, yıldız, gezegen ve
ruh, bir İlahi Plan'a sahiptir. Hiyerarşilerdeki melekler, bu planları yönetir ve rehberlik eder. Meleklere ait
İlahi Planlar da vardır. Bireysel olarak sizler de birer İlahi Plan'a sahipsiniz. Aynı zamanda ruh
grubunuzun, gezegeninizin, galaksinizin ve evreninizin İlahi Planları'nda da çalışıyorsunuz. Bu kadar
yoğun olmanıza şaşmamak gerek!
Evrensel İlahi Planımız
Evrensel İlahi Planımız, yeni organize olmuş Evrensel Ruhsal Hiyerarşi ve Oyun Mühendisleri'nden
oluşan Kurucular (90 Feline ve Carian'dan oluşur) tarafından yaratıldı. Kurucular, İlk Kaynak Ruhları'ın
bir araya gelmiş küçük bir grubuydu. Gezegeninizdeki birçokları bu Kurucuları "Dokuzlar Konseyi"
olarak bilir.
Kurucular, Mutlak Yaratıcı'nın Kutup Entegrasyonu Oyunu'nu kurulacak olan evrenlerinin oyunu
olarak seçtiler. Aynı oyunu tamamlamış olan başka bir evrenin varlıklarından yardım istediler. Bunlar,
Felineler ve Carianlar idi.
Kendi evrenlerinde, Felineler Işık Güçleri'ni ve Carianlar ise Karanlık Güçleri'ni temsil
ediyorlardı. Evreni oluşturmaları, yaşam formlarını ve ruhları taşıyacak bedenleri, gezegenleri ve yıldızları
yaratmaları istendi. Yıldız kapılarının, boyutların, portalların ve ızgaraların da yaratılması gerekiyordu.
Feline Evrensel Yapı Mühendisleri gezegenleri yarattılar ve Feline Genetik Mühendisleri de yaşam
formlarını oluşturdular; bu arada Carian Manyetik Mühendisleri de yıldız kapılarını, boyutları, portalları
(çıkış giriş yerleri) ve ızgaraları yaratma işini üstlendi.
8
Şekil 1. Mutlak Yaratıcı ve Boyutlar
9
Oyun için yaratılan iki temel ırk, İnsanlar ve Sürüngenler idi. İnsanlar, Felineler'in görünümünde
ve Sürüngenler de Carianlar'ın görünümünde yaratıldı.
İş tamamlandıktan sonra, Kurucular başka bir Feline ve Carian grubunun yardımcı olmasını istedi.
Bu kez Oyun'un kendisi yaratılacaktı. Bunlar Oyun Mühendisleri idi ve ricaya cevap veren 90 varlık çıktı.
Her biri Kutup Entegrasyonu Oyunu'nda deneyimliydi ve birçok evrende, galakside ve gezegende, sayısız
ruha bu oyunu oynatmışlardı.
Hepsi İlk Kaynak Ruhları'ndandı.
Kurucular, 90 Oyun Mühendisi ile toplandı ve Oyun'un planı hazırlandı. Oyun'un başlaması için 9.
Boyut'ta 90 varlık ikiye ayrılacak, 45'i Sürüngenlerin Lucifer Soyu'na ve 45'i de İnsanların Amelius
Soyu'na doğacaklardı. Bu, iki ırka Kurul Entegrasyonu Oyunu'nun tamamlanmış haliyle ilgili bilinçaltı
anılarını yerleştirecekti. Oyun Gözlemcileri, On İkiler Konseyi ve Yirmi Dörtler Konseyi olarak 11. ve 10.
Boyutlarda görev yapacaktı. Oyun Yöneticileri, Dokuzlar Konseyi olarak 12. Boyut'ta kalacaktı.
Herkes rolleriyle ilgili bilgiyi aldıktan sonra, 90 Oyun Mühendisi aralarından birini Dokuzlar
Konseyi'nde kendilerini temsil etmesi için seçti. Bu varlık Devin idi. Devin, Dokuzlar Konseyi'nin
dokuzuncu üyesidir. Devin'in rolü, Amelius Soyu'nda doğarak ve aile reisi olarak Oyun'u başlatmaktı.
Ondan sonraki görevi Dokuzlar Konseyi'nde kalarak, gezegensel ve galaktik oyunların belli aşamalarında
diğer 89 varlığı uyandırmaktı.
Evrendeki ruhların hepsi Kutup Entegrasyonu'nu tamamladığında, oyun bitecek ve evrenimiz
yeniden Mutlak Yaratıcı ile birleşecekti. Şimdi sizinle birlikte üzerinde çalıştığımız şey bu. Dünya'daki
Kutup Entegrasyonu Oyunu'nun tamamlanması, evrenimizi Mutlak Yaratıcı ile yeniden birleşmeye bir
adım daha yaklaştıracak. Şimdi, galaksimizin sizi ve beni ilgilendiren İlahi Planı'nı açıklayacağım.
Galaktik ilahi Planımız
Galaksimizin planı dahilinde, Kutup Entegrasyon Oyunumuz'da gelişmekte olan dört temel ırk vardır.
Şimdi bu hikayede önemli roller oynayanlardan söz edeceğim.
Bunlar İnsanlar ve Sürüngenler ile
Felineler ve Cananlardır. Evrenimizde başka enkarne varlıklar da olmasına karşın, onlar da İnsanlar ve
Sürüngenler gibidir ve dolayısıyla onlar da Felineler'in ve Cananların çocuklarıdır.
İlahi Plan'da Sürüngenler Karanlık Güçleri'ni ve İnsanlar da Işık Güçleri'ni temsil etmek üzere
hazırlanmıştır. Ama gelişimimiz ve yaşamlarımız boyunca her birimiz bu ikisini de deneyimleriz.
10
İnsanların ve Sürüngenlerin orijinal DNA planlarını Felineler hazırladı. Carianlar ise, her iki ırk da
kendini savunacak hale gelene kadar onları koruma görevini üstlendi. Her ruh grubu, planda oynadıkları
rollerden dersler alacaklardı. Durum aslında bundan çok daha karmaşık ama anlaşılması için
basitleştirmek zorundayım.
Sürüngenler ve İnsanlar, 13. Boyut Şefkat Formülü'nü kendi kodlarında aktif hale getirmek için
korkudan, nefretten ve önyargıdan özgürleşmek zorundadır. Böylece sevgiye değer verebilir ve
birbirlerinin farklılıklarını takdir edebilirler. Bu hâlâ gelişim amacımızdır ve galaksimiz bu tiyatronun
sergilenmesi için sahneyi sağlamaktadır.
Dünya'nın ilahi Planı
Bir kez daha son derece karmaşık bir planla karşı karşıyayız. Bu plan, Avyonian İlahi Planı'nın ve
Eterik Sirianların İlahi Planı'nın tamamlanmasını da içermektedir.
Eterik Sirianlar, Kurucular tarafından
Sirius B'te getirilmiş ve daha sonra da ev olarak kendilerine Dünya gezegeni verilmiş Lyran İnsanları'dır.
Avyonian İlahi Planı'nın tamamlanması, Eterik Sirianlar'ın kendi planlarını tamamlamalarını
sağlayacaktır.
Devam etmeden önce, her ırkın geçmişiyle ilgili biraz bilgi vermenin gerekli olduğunu
düşünüyorum.
Felineler
Felineler, birçoğunuzun Aslan İnsanlar dediği ırktır. Kendini çoktan tamamlamış bir
evrendendirler ve galaksimiz oluşum aşamasındayken gelmişlerdir. Kurucular ve Evrensel Ruhsal
Hiyerarşi tarafından, evrenimizin baş genetik uzmanları olarak davet edilmişlerdir. Sirius Takım
Yıldızı'nda Sirius A olarak bilinen yıldız sisteminde yaşarlar. Sirius B'yi kolonileştiren insanlarla
karıştırılmamaları gerekir, insanlar daha Lyra'dan gelmeden çok önceleri bile, Felineler Sirius A'da
yaşıyordu. Sirius Yıldız Sistemi'nde üç yıldız vardır. Sirius A, Sirius B ve Sirius C. Sirius B, ilk yıldızdı
ve sonrasında Sirius A ve C oluştu.
İnsanlar Lyran Takım Yıldızı'ndaki Vega Sistemi'nden ayrılıp Sirius
B'ye geldiklerinde, Felineler'den çok yardım gördüler. Sirius C şu anda malzemeler için uzay depoları
olarak kullanılmaktadır. Tiamat ve Nibiru, Sirius B'nin parçalarıdır. Bir savaş yıldızı yaratılmasına karar
verildiğinde, atalarımız Pleaides yakınlarında uzayda başıboş dolaşan bu dev kaya kütlesini keşfettiler ve
onu savaş yıldızı/gezegen haline getirmeye karar verdiler. Dolayısıyla Nibiru'nun Sirian ve Pleaidian bir
gezegen olduğunu söyleyebilirsiniz.
11
Felineler kendi evrenlerinde olduğu gibi, bizim gezegenimizde de baş genetik uzmanları oldular.
Evrenimizdeki gezegenlerde ve yıldız sistemlerinde bulunan tüm yaşam formlarının DNA planlarını onlar
hazırladı. Buna bitkiler, hayvanlar ve enkarne olacak ruhlar için fiziksel araçların tasarımı da dahildir.
Kızılaltın saçlı ve genellikle ela ya da yeşil gözlü, uzun boylu yaratıklardır. Felineler son derece
gelişmiş, güçlü, sevgi dolu, nazik ve yardımsever varlıklardır. Savaşta yaralandığımızda, evrenimizin
doktorları olarak onlara gideriz. Herhangi bir savaşta asla taraf tutmazlar, çünkü entegrasyon ve koşulsuz
sevgi derslerini çoktan tamamlamışlardır. Ayrıca enkarnasyonlar sırasında fazlasıyla zarar görmüş ruhlarla
da onlar ilgilenirler. Bu ruhlar, ölümden sonra ilgilenilmesi için Felineler'e gönderilir.
Felineler görevlerini yerine getirmek için 6. Boyut'ta bulunurlar ama aslında daha yüksek
boyutlara ait varlıklardır. 6. Boyut, yaratılış boyutudur ve bu boyutta enerji fiziksel hale gelir. Felineler,
evrenimizdeki çeşitli gezegenlerin ve galaksilerin Ruhsal Hiyerarşileri ile yakın bağlantıda çalışırlar. Bir
ruh grubunun bir gezegene ve enkarnasyon için fiziksel bir araca ihtiyaç duyulduğuna karar verildiğinde,
gezegeni hazırlamak ve fiziksel bedenleri yaratmak Felineler'in görevidir. Gezegenleri yarattıkları
zamanlar da olur.
Felineler, Dünya tarihinde çok karşınıza çıkmışlardır. Dünyanın her yanında görülen Sfenksler,
varlıklarına dair en güzel kanıtlardır. En büyük hayvan olmadığı halde Aslan'ın neden ormanların kralı
olduğunu hiç düşündünüz mü? Aslanları ve diğer tüm kedileri, Sirius A'ya bilgi aktaracak vericiler olarak
Felineler bıraktılar. Özellikle aslanlar ormanların kralı haline getirildi, böylece öldürülmesi engellenerek,
binlerce yıllık Dünya tarihi boyunca bilgi aktarımını sürdürmeleri sağlandı. Kediler, 3. ve 6. Boyutlar
arasında iletişim sağlarlar.
Kralların ve kraliçelerin sık sık yanlarında kedi gezdirdiklerini bilirsiniz. Antik zamanlarda, Mısır
Firavunları da kediler aracılığıyla Felineler'den rehberlik alırlardı. Kedi gözü diye tanımlayabileceğiniz
birine rastlarsanız, muhtemelen kısmen Feline kökenli olmalarından kaynaklandığını anlayabilirsiniz.
Carianlar
Carianlar, kuşumsu özellikler taşıyan, uzun boylu varlıklardır. Felineler ile aynı evrenden
gelmişlerdir. Felineler ile birlikte, Sirius A'da yaşarlar. Carianlar'ın amacı, herhangi bir gezegende ya da
yıldız sisteminde fiziksel gelişimlerini sürdüren ırkları korumaktır. Lyran insan primatlarını, kendilerini
yok etmek isteyen Sürüngenlerden koruyanlar onlardı.
Carianlar aynı zamanda ızgara sistemlerinin, yıldız kapılarının ve portalların yaratılmasından
sorumludur. Felineler genetik mühendisken, Carianlar da manyetik mühendislerdir. Carianlar da Dünya
tarihindeki varlıklarını Phoenix ve Kartal biçimlerinin yanı sıra Kuzgun ve Şahin ile kanıtlamaktadırlar.
Bu kuşlar birçokları için kutsaldı ve hâlâ da öyledir.
Carianlar, Felineler ile el ele çalışırlar. İnsanlar gibi doğa koruyucuları hâlâ gelişim
aşamasındayken, gezegenleri ve yıldızları onlar korurlar. Gelişen gardiyan ırklar gezegeni kendileri
koruyabilecek hale geldiklerinde, görevleri biter. Carianlar, Nibiru yaratılmadan önce galaksimizdeki
İnsan kolonilerini korumakla görevliydi.
Carianlar, korumayı sağlamak için askeri silahlar kullanmazlar. Bunun yerine, bir gezegene giriş
çıkışları, boyutlar arası geçişleri denetlemek için kapılar yaratır ve portalları kilitlerler.
Sürüngenler
Sürüngenler, birçokları tarafından Reptoidler olarak da bilinir. Orion Takım Yıldızı'ndaki Aln
gezegeninde, insanlardan çok uzun zaman önce yaratılmışlardır. Sürüngenler önce yaratılmış, böylece
teknolojik üstünlüğe sahip olmaları sağlanmıştır.
İnsanlar daha Vega okyanuslarından yeni çıkarken, onlar
çoktan yıldız gemilerini yapmışlardı bile.
Aynı zamanda Yılanlar, Ejderhalar ya da Kertenkeleler olarak bilinen Sürüngenler, farklı türlerde,
renklerde ve boylarda olabilir. Genellikle yeşil, kahverengi, bronz, siyah renklidirler ya da bu renklerin bir
bileşimini taşırlar. Gözleri yeşil ya da kızıldır. Tenleri pullarla kaplı ya da pürüzsüzdür ve soğuktur. Beş
duyuları vardır ama tüm duyguları hissedemezler.
Sürüngenlerin yuvası Orion Takım Yıldızı ve komşusu, Ejderha insanların yaşadığı Sigma
Draconi'dir. Sürüngenler, galaksimizdeki birçok gezegeni ve yıldız sistemini kolonileştirmiştir. Galaksiye
sahip oldukları ve istedikleri gezegeni ya da yıldızı kolonileştirebilecekleri şeklinde bir yaratılış miti
verilmiştir. Eğer orada yaşayan başka bir ırk varsa, onları yok edebilirler ve etmelidirler.
Şimdi ırkların neler hissettiğini tahmin edebilirsiniz! Bu yaratılış miti, birçok gezegende yıkıma
neden olurken, iki tarafta da sayısız insan öldü. Ama Sürüngenler'in eril ya da karanlık tarafı, İnsanlar'ın
da dişil ya da aydınlık tarafı temsil etmek üzere Kurucular tarafından yaratıldığını unutmayın. Yani lütfen,
onları yargılamayın; çünkü sadece rollerini oynuyorlar.
Sürüngenler, Dünya gezegenini birçok kez kolonileştirdiler. Önce, henüz Tiamat'ken
kolonileştirdiler ve sonra Tiamat ikiye ayrıldı ve büyük parçası Dünya haline geldi. Ama ikincisi gerçek
bir kolonileştirme değildi.
Bunun yerine, Tiamat'ın yok oluşu sırasında ve sonrasında yer altına inen Sürüngenler'in arta
kalanlarının yeniden organize edilmesiydi. Modern tarihinizde gördüğünüz yılanlar ve kertenkeleler, bu
Sürüngenler'in torunlarıdır. Ejderhalar de buradaydı ve uçan ejderhalarla ilgili mitleriniz aslında mit filan
değildir; hepsi gerçektir!
Sürüngenler teknolojik açıdan, ruhsal olana göre çok daha ileridirler. Biz İnsanlar dişil enerjimizi
dengelemeyi öğrenirken, Sürüngenler de eril yönlerini dengelemeyi öğreniyorlar.
İnsanlar
İnsan ırkı, Lyran Takım Yıldızı'ndaki Vegan Yıldız Sistemi'nin Avyon adlı gezegeninde
gelişmiştir. Daha önce de sözünü ettiğim gibi, İnsanlar, Felineler'in görünümünde yaratılmıştır. Onlara
Sürüngenler'inkinden farklı bir yaratılış miti verilmiştir.
İnsan yaratılış miti, insanlar'ın da istedikleri gezegeni ya da yıldızı kolonileştirebileceğini ama
eğer başka bir ırkla karşılaşırlarsa, onlarla barış anlaşması yaparak uyum içinde yaşamaları gerektiğini
söyler.
Hem Sürüngenler hem de İnsanlar, saf bir DNA lifi taşırlar. Bunlar, Kraliyet Soyları'dır.
Sürüngenler'in Kraliyet Soyu, Aln Soyu'dur. İnsanlar'ın Kraliyet Soyu ise Avyon Soyu'dur.
Bu dört temel ırkın geçmişleriyle ilgili bazı bilgilere sahip olduğunuza göre, şimdi devam
edebiliriz. Öncelikle, Felineler'in insan ırkını yaratmaya hazır olduğu zamandan başlayalım. Bu dönemde
Felineler'in, Sürüngenleri çoktan yaratmış olduklarını ve onların da yıldız gemileri yapacak düzeye
geldiklerini tekrar hatırlayalım.
Felineler, yeni İnsan ırkının yaratılışı için Avyon'da tohum çalışmalarına başladılar. İnsanlar
öncelikle okyanusta başladı ve sonradan karaya çıktı. Darwin adlı bilim adamınız insanların okyanusta
ortaya çıktığını söylediğinde, haklıydı. Okyanus primatlığı aşamasındayken, Felineler bu primatların
büyük bölümünü alıp iki ayaklı insan haline getirdi. Geride kalan primatlar, yani balinalar ve yunuslar,
Avyon'un biyosferini korumak üzere suda bırakıldı. Biyosferin korunması, yaşam olan herhangi bir
gezegen için hayati önem taşır.
Avyon insanları uzay yolculuğu yapabilecek seviyeye ulaştıklarında, Lyran takım yıldızındaki
başka bir gezegeni kolonileştirdiler. Bu gezegene "Avalon" adını verdiler. Yeni koloni, dişil odaklı bir
toplum oluşturdu. Bir süre sonra Sürüngenler geldiler ve eril odaklı toplum yapılarıyla birlikte üstün
teknolojilerini de beraberlerinde getirdiler. Bu iyiydi, çünkü kutup entegrasyonu için ilk fırsatı sunmuştu.
Ne yazık ki, yeterince ruhsal bilgi ve deneyim olmadığı için, sonunda anlaşmazlık ve çatışma ortaya çıktı.
Bunu açıklayayım.
İnsanların Avyon'dan dışarı yolculuk edebildiklerini gördüklerinde, Sürüngenler tehdit
edildiklerini hissettiler. Ya İnsanlar tüm galaksinin kontrolünü ele geçirirlerse ne olacaktı? O zaman
Sürüngenler nerede yaşayacaktı? Kendi kafalarında, bunun durdurulması gerektiğine karar verdiler.
Başlangıçta, Sürüngenler ve İnsanlar arasında açık bir mücadele olmadı. Bu Sürüngenlerin tarzı değildi.
Bunun yerine, Sürüngenler her zamanki yollarını tercih ettiler. Koloninin içine sızmaya ve insanlar
arasında uyumsuzluk yaratmaya başladılar; aynı zamanda kendi teknolojilerini sunarak, İnsanlar'ın
güvenini ve dostluğunu kazandılar. Bu, teknolojik açıdan gelişmek isteyenlerle ruhsal açıdan gelişmek
isteyenler arasında bir ayırım yarattı. Bu ayırım, bir iç savaşa yol açtı ve bu noktada Sürüngenler eril
enerjiyi savunan kolonicilerin tarafına geçti; mücadele neredeyse tüm koloninin ve gezegenin yok
olmasıyla sonuçlanıyordu.
Tarih kitaplarınıza bakarsanız, gezegeninizdeki savaşlarda da Sürüngenlerin etkilerini ve
taktiklerini görebilirsiniz; önce ikilik yaratacak tohumlar ekerler ve sonra yıkıma yol açacak şekilde taraf
seçerler.
Avalon kolonisinin neredeyse yok olmanın eşiğine gelmesinden sonra, Kurucular buradaki
İnsanları Sirius B'ye taşımaya karar verdiler; ama bu kez gelişim süreçlerinde Sürüngenlerin karışmasına
izin verilmeyecekti. Bu plan kısmen başarılı oldu.
Ortaya çıkan şey, şimdi Sirian İnsanları olan ırkın arasında bir bölünmeydi. Kendilerini ruhsal
gelişime ve dişil odaklı Lyran yaşam tarzına adamış olan eterik (fizik dışı) insan grubu, yani Eterik
Sirianlar, buna devam ettiler. Bu grubun lideri, Amelius'tan başkası değildi. Sirian İnsanları'nın geri
kalanı, fiziksel durumlarını korumaya karar verdiler. Fiziksel durumdakiler, eril odaklı Fiziksel Sirianlar
denen insanlardı.
Kurucular ve Ruhsal Hiyerarşiler, Kutup Entegrasyonu'nun devam etmesi için, yine bu insanların yeni
yerlere götürülmesi gerektiğine karar verdi. Bu kez, Orion Takım Yıldızı'ndaki Aln ve Tiamat gezegenleri
seçildi.
Fiziksel Sirianlar eril odaklı olduklarından, Sürüngenlerin evi olan Aln'a gönderildi ve kısmen
Sürüngenlerin arka bahçesinde yeni bir koloni kurmaları sağlandı. Bu grup, Orion İnsanları haline geldi.
Bu adımın, kendilerini ve eril taraflarını daha iyi anlamalarını sağlayacağı umuluyordu. Ama bu durum
Sürüngenleri hiç memnun etmedi ve savaşın tekrar başlayıp Alnian kolonisinin neredeyse yok oluşun
eşiğine gelmesi çok sürmedi. İnsan koloniciler, Sürüngenler tarafından köleleştirildi.
Zaman içinde Alnian kolonisi yeniden kuruldu ve entegrasyon oyunu devam etti ama şimdi
oyunda yeni bir grup daha vardı; Karanlık Birlik. Karanlık Birlik, kendilerini köleleştiren Sürüngenlere
karşı bir direniş hareketi olarak Orion İnsanları'nın arasından başladı. Daha sonra, Karanlık Birlik'ten bir
grup insan kaçtı ve yeni bir başlangıç yapmak için Tiamat'a geldi.
Sirius B'den gelen Eterik Sirianlar, Tiamat'ı yeni evleri olarak almışlardı. Eterik Sirianlar,
gezegenin koruyuculuğu görevlerine devam edebilmek için, yine fiziksel hale gelmek zorundaydılar.
Felineler bu ihtiyacın karşılanması için yine yardım etti.
Eterik Sirianlar geldiklerinde, yeni gezegen koruyucusu ırkı okyanus primatları olarak bulmuştu.
Eterik Sirianlar bu yeni ırkın koruyuculuğu görevini aldı ve gelecekteki fiziksel araçlarına sevgiyle
bakarak, ruhsal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşıladı.
Eterik Sirianlar'dan bazıları zamanlarım gezegendeki hayvanların vücutları içinde geçirmeye
başlayana kadar hayat böyle devam etti. Bu durum, bir süre sonra diğer Eterik Sirianlar için gerçek bir
endişe haline geldi. Düşüncenin gerçekleştiğini biliyorlardı ve eğer kardeşleri zamanlarını o bedenlerin
içinde geçirmeye devam ederlerse, zaman içinde eterik olduklarım unutarak fiziksel durumda sıkışıp
kalacaklarını anlıyorlardı. Dünya'daki İnsanlık da aynı durumu yaşadı. Dünya'daki İnsanlar, fiziksel
bedenlerin içinde yaşayan ruhlar olduklarını unuttular. Bunun yerine, ruhu olan fiziksel bedenler
olduklarına inanmaya başladılar. İşte Eterik Sirianlar'ın başına gelen buydu.
Kozmik Özgür İrade Yasası'na göre, diğer Eterik Sirianlar kardeşlerini durduramazlardı. Bu
yüzden, durumu düzeltmek için bir plan yapıldı. Eterik Sirianlar'ın bir bölümü Christos Sirianları olacak
ve Christos Ofisi'ni oluşturacaklardı. Bu grup, gezegenin Ruhsal Hiyerarşisi'ne eklenecek ve kardeşlerinin
(Dünya Sirianları) hayvan bedenlerinden kurtarılması için çalışacaklardı. Bu planın tamamlanması da
birçok galaktik plan gibi, milyonlarca yıl sürecekti.
Şimdi Sürüngenlere geri dönelim.
Sürüngenler, yeni bir gezegenin yaşam sunmaya hazır olduğunu duymuşlardı. Bunun kendi doğal
hakları olduğuna inandıklarından, kolonileştirmek için Tiamat'a doğru yola çıktılar. Oraya ulaştıklarında,
Eterik Sirianlar tarafından izlenen insan primatlarının başlattığı uygarlıkları gördüler.
Kurucular, Sürüngenlerin Tiamat'ı kolonileştirmesine izin verdiler, çünkü bunun kutup
entegrasyonunda başarı kazanılmasını sağlayacağına inanıyorlardı. Eterik Sirianlar, onları yumuşatmayı
ve yaratılış mitlerinden kurtulacaklarını umarak, Sürüngenlere pozitif enerji göndermeye başladılar. Eğer
bu başarılırsa, Sürüngenler ve insan primatları, uyum içinde yaşamayı başarabilirlerdi. Bir süre için bunu
başardılar.
Sürüngenlerin gelişinden kısa bir süre sonra, Amelius, Devin'in Lyran Avyon'daki evinden
ayrılmasını ve insan primatlarının DNA'larına katkıda bulunmak için Tiamat'a gitmesini istedi. Amelius
Kraliyet Soyu, evrendeki tek saf insan DNA'sına sahipti ve gelecekteki DNA gelişimlerinin korunması
için diğerlerinden ayrı tutulması gerekiyordu. Bu gelişim, şimdi İnsan ırkını Sürüngenlere daha eşit bir
hale getirecekti. Teknolojik açıdan hâlâ gelişmemiş olmalarına karşın, ruhsal açıdan daha ilerideydiler ve
ruhsal olgunluk, kutup entegrasyonunu tamamlamak isteyen bir ırk için vazgeçilmez özelliklerden biriydi.
Amelius Soyu
Avyon Kraliyet Soyu
Amelius, Avyon'da ilk fiziksel insan aracı olarak geliştirilen bedende enkarne olan ruhtu. Amelius,
Avyon'da bir soy başlattı ve ardından Devin ile İbrahim geldiler; böylece sırasıyla Pleiadian Avyon ve
Pleiadian Dünya insanlarını başlattılar. Amelius, yüksek benliği Sananda ile yaptığı anlaşmaya sadık kaldı
ve diğer sekiz Kurucu da onu izledi. Felineler'in bir sureti olarak üretilmiş insan prototipi için saf DNA
örneğini korudu; buna göre saf insan ırkı uzun boylu, platin sarısı saçlı, mavi gözlü ve beyaz tenli olacaktı.
Devin ve ailesi Tiamat'taki görevlerini tamamladıktan sonra, yine Amelius soyunu başlatmak için bu kez
Pleiades'e gittiler. Kolonileştirmek için bir gezegen seçerek adına Avyon dediler; bu, Pleaides'in kayıp
yedinci kız kardeşi ve Lyran takım yıldızındaki evleri olan gezegenin adına yapılmış bir jestti. İbrahim'in
soyundan gelenlere yeni evleri olarak Canaan (Kenan bölgesi) verilirken, Devin'e de Pleaides verildi.
Devin ve geniş ailesi, bir kez daha genetik yapıyı korumak konusunda verdikleri sözü tuttular ve
kendi aralarında evlendiler. Ayrıca dişil kutba eğilim gösterdiler. Kuşaklar sonra fazlasıyla durağan bir
hale geldiler ve eril yönlerini bastırdılar. Bu durağanlaşma, Kurucular ve Oyun Mühendisleri tarafından
daha evren için Oyun tasarlanırken planlanmıştı.
Şimdi durağanlaşmış olan ruhsal gelişimlerini yeniden hareketlendirmek için, Avyonianlar
evrensel kutup entegrasyonu planında bir sonraki adıma geçeceklerdi: Eril kutup odaklı Sürüngenler
tarafından Avyon'un yok edilmesi!
Bu olay Avyonianlar'ın psişik yapılarında Sürüngenlere karşı öylesine güçlü bir duygusal engel
yaratacaktı ki entegre edilmesi milyonlarca yıl sürecekti. Bu da kutup entegrasyon oyununun çok ama çok
uzun süreceğini garantiliyordu. Bu Avyonian engeli, Nibiru'daki Avyon Kraliyet Soyu aracılığıyla
Dünya'ya aktarılacaktı. Bu dev engelin entegrasyon yoluyla çözülmesi, Dünya gezegenini Oyun'un son
yıllarında 5. Boyut'a geçirecekti.
Pleaidian Avyon'un yok edilmesinden sonra, Amelius Soyu, Nibiru'ya gönderildi. Bu, Avyon
Soyu'ndan bir kızın başka bir Pleaidian gezegenine evlenmeye gönderilmesiyle gerçekleşti. Bu
birleşmenin sonucunda doğan çocuk Niestda idi; yani Nibiru'nun gelecekteki ilk hakimi ve kumandanı.
On yedi kuşak sonra, ben, Anu, Nibiru'nun hakimi ve kumandanı oldum. Kendi çocuklarım aracılığıyla,
Amelius Soyu'nu Dünya gezegenine gönderdim.
Amelius Soyu
Amelius'un kendisi tarafından Adapa (Adem) olarak enkarne olmasıyla da gönderildi ama Adapa
dört temel evrensel ırkın genetik yapısını taşıdığı için, onun DNA'sı saf değildi.
Sümer'in kraliyet rahipleri soyunda iki Amelius Soyu birleşti. Bu, benim ailemden biriyle
Adapa'nın üçüncü oğlu Seth'in birleşmesi sayesinde oldu.
İbrahim'in babası Tera, bu rahip-kral soyunda doğdu, ibrahim'in torununun torunu Judah
sayesinde, Judah ve Davud kraliyet soyları genişledi; Judah, Yakub'un on iki oğlundan biriydi. Aslında,
bugün Dünya üzerinde yaşayan İnsan ırkının tüm üyeleri, iki Amelius Soyu'ndan birinden gelmektedir.
Şimdi, Tiamat'a geri dönelim. İnsanlar ve Sürüngenler, Tiamat gezegeninde bir süre uyum ve barış
içinde yaşadılar. Sürüngen Yılanlar bir tarafta, Sürüngen Ejderhalar diğer tarafta ve İnsanlar da ortadaydı.
İnsanlara tarım ve hayvancılık bilgileri verilmişti. Yeterinden fazla yiyecek üretmeye başladılar ve
bunları Sürüngen komşularıyla paylaştılar.
Bu paylaşım, iki ırk arasında daha da fazla uyum ve anlayış olmasını sağladı. Kurucular,
Gezegensel Ruhsal Hiyerarşi ve Eterik Sirianlar, durumu zevkle izliyorlardı. Kutup entegrasyonu
gerçekleşmek üzere gibi görünüyordu.
Ama bir Sürüngen Orion Konseyi araştırma için Tiamat'a geldiklerinde, bu umut söndü. Uyumlu
yaşamla ilgili haberleri duymuşlardı ve hiç hoşlanmamışlardı. Bu, yaratılış mitine ters düşüyordu. İnsanlar
yok edilmeliydi. Orion temsilcileri, yönetici Sürüngen aileleriyle uzun uzadıya görüşmeler yaptı ama
fikirlerini değiştirmeyi başaramadı.
Bunun üzerine, her zamanki taktiklerini izlemeye karar verdiler. Sürüngenler arasında güvensizlik
tohumlan ekmeye başladılar. İnsanların gizlice onları yok etmeyi ve Tiamat'ı kendilerine ayırmayı
planladıklarını söylüyorlardı. Orion Konseyi'nin bunu başarması, 10,000 yıl kadar sürdü.
Sürüngenlerden kısa süre sonra Tiamat'a gelen Orion Karanlık Birlik insanlarının varlığı, durumu
daha da kötüleştirdi. İnsanlar'ı sürekli kışkırtıyorlardı. Karanlık Birlik, Sürüngenlere güvenmiyordu ve
onların yok edilişini görmekten memnun olacaklardı. Çok geçmeden, iki ırk bir kriz noktasına geldi.
Sürüngenler, bir tür savaş çığırtkanlığı yaparak Insanlar'ı yok etmeyi kabul etti. İnsanlar, ebeveynleri olan
Pleaidian Avyonianların, Eterik Sirianların ve diğerlerinin yardımını istedi.
Bir plan yapıldı. İnsanlar Pegasus adlı uzay gemisine binerek Tiamat'tan ayrılacak ve gelişimlerine
devam etmek için yeni bir gezegene taşınacaklardı. Dünya Sirianları haline gelmemiş Eterik Sirianlar,
deniz memelilerine (yunuslar ve balinalar) dönüşeceklerdi ve Dünya Sirianları onların kullanabileceği
yeni bir insan ırkı başlatana kadar gezegenin biyosferini koruma işine geri döneceklerdi.
İnsan merkez kalesinin altında bulunan füzyon jeneratörlerini havaya uçurarak Sürüngen
kolonilerini yok etmek için Nibiru göreve çağrılmıştı. Füzyon jeneratörleri, Tiamat'ın manyetik ve elektrik
güç alanlarını koruyordu.
Füzyon jeneratörleri yok edildiğinde, Tiamat'ta yaşam bitecek ve Sürüngen nüfusunun %98'i yok
edilecekti. Yarı Eterik Sirian yarı hayvan olan varlıklar da yok edilecek ve böylece ruhları serbest
bırakılacaktı.
Ama onlar da Sürüngenler gibi tamamen yok edilmeyeceklerdi. İki gruptan da küçük birer bölüm
hayatta kalacak ve yer altına ineceklerdi. Eski alışkanlıkların zor öldüğü söylenir; Eterik Sirianlar için de
durum böyleydi. Yeni Dünya'ya dönecek ve hayvan enkarnasyonu döngüsüne devam edeceklerdi.
Tiamat'ın yok edilmesi, Nibiru'nun yeni hakimi ve kumandanı olarak ilk görevimdi. Bu görevde,
Galaktik Federasyon'un Nibiruan Konseyi bana rehberlik ediyordu.
Tiamat'ın ikiye bölünüşü
Modern astronominizin bugün halâ cevaplayamadığı konuları Sümer tabletlerinden
okuyabiliyorsunuz. Asteroid kuşağının kökeni, asteroid kuşağının gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde
dönmesinin sebebi, Satürn'ün ve Plüton'un halkalarının kökeni, Ay'ın, Dünya'nın kökenleri, Triton'un
dönüş yönünün gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesi ve kuyrukluyıldızların kökeni gibi
soruları Sümer tabletlerinden öğrendiniz. Tabletlerde de belirtildiği üzere bugünkü dünyanız eskiden
Tiamat denilen büyük bir gezegenin bir parçasıydı. Tiamat'ın o zamanlar 11 uydusu vardı. Tiamat
okyanuslar ve denizlerle dolu çok sulak ve nemli bir gezegendi.
Tiamat iki parçaya ayrıldı. Tiamat'ın büyük parçası Dünya'mızı, diğer küçük parçası parçalanarak
asteroid kuşağını oluşturdu. Bugünkü asteroid kuşağını oluşturan parçalar bir zamanlar Tiamat'a aitti.
Tiamat, Galaktik Federasyon tarafından 18 milyon yıl önce neden yokedildi? Çünkü Tiamat üzerindeki
yaşayan reptoid/dinoid (ejder) uygarlığı tehlike arz ediyordu. Bu medeniyeti ortadan kaldırmak için
Taiamat yokedildi. Daha ayrıntılı açıklama:
Gezegenlerin dönüş yönlerinin aksi yönden dört uydusu ile birlikte gelen Nibiru (Marduk) ilk
önce Neptün ile karşılaştı. Çekim gücü ile onun yüzeyini tümsekleştirdi ve sonunda bu tümsek o kadar
büyüdü ki gezegenden koptu. Böylece Neptün'ün uydusu Triton oluştu (Triton tüm gezegenlerin tersi
yönünde döner). Daha sonra Nibiru Uranüs'e yaklaştı ve çekim kuvveti ile onun kendi etrafındaki dönüş
eksenini eğdi ve ayrıca çekim kuvveti ile Uranüs'ün 4 tane uydusunun olmasına yolaçtı. Bu uydulardan
üçünü Nibiru kendisi aldı ve geride Triton'u olduğu gibi bıraktı. Böylece Nibiru'nun 4+3 yedi uydusu
oldu. Nibiru Jüpiter ve Satürn'e yaklaşarak Güneş ekseni etrafındaki yörüngelerini çarpıttı. O anda
Satürn'ün yörüngesinde bulunan Satürn'ün dev uydusu Gaga, Nibiru'nun etkisi ile Satürn'den uzaklaştı ve
bugünkü Plüto halini aldı (Plüto'nun bugünkü yörüngesindeki anormallikler ve diğer gezegenlerin yörünge
düzlemi ile olan büyük fark). Nibiru'nun izlediği daha sonraki yolun üzerinde bulunan Jüpiter'in çekimi
sebebi ile Nibiru, 11 uydusu olan Tiamat'a çok yaklaştı ve Tiamat çekim kuvvetleri ile ikiye bölündü. Bu
olay öncesi Tiamat son derece sulak bir gezegendi (Asteroid kuşağındaki şu andaki donmuş bol
20
miktarlardaki buz). Ayrıca Nibiru'nun yörüngesindeki 7 uydunun tamamı Sümer Yaradılış epiği Enuma
Elish'e göre Tiamat'a çarptı. Tiamat bu şekilde bir büyük bir küçük iki parçaya ayrıldı. Küçük olan parça
parçalanarak asteroid kuşağını oluşturdu. Büyük olan da Gaia (Shan ya da bugünkü dünyamız) haline
geldi. Asteroid kuşağını oluşturan parçalar çekim kuvvetleri ile diğer buz vs. parçalarla birlikte çarpışma
sonrasında Güneş'e doğru çekildiler ve bir kısmı Güneş'e düşerek yokoldu ama bunların büyük kısmı ise
Güneş'e düşmeyip bugünkü asteroid kuşağı bölgesinde (Bir zamanlar Tiamat'ın yörüngesinin olduğu
yerde) bir araya geldiler. Böylece diğer gezegenlerin dönüş yönünün aksi (Nibiru'nun geliş yönü ile aynı)
yönde dönecek şekilde bugünkü Asteroid Kuşağı oluştu. Büyük parça (Gaia) ise Güneş etrafında yeni bir
yörüngeye oturdu ve bugünkü Dünya'mızı oluşturdu.
Tiamat neden yokedildi?
Reptoid/dinoid ırkının Tiamat üzerinde büyük kolonileri vardı. İnsanlar ve sürüngenler Tiamat
üzerinde barış içinde yaşıyorlardı. Sürüngen ırk, insan ırkı ile birlikte yaşamak istemedi ve insanları yok
etme isteği Galaktik Federasyon tarafından beğenilmedi. Bu yüzden Nibiru Tiamat'taki yaşamı yoketmek
üzere görevlendirildi. Tiamat iki parçaya bölünerek yaşam yokedildikten sonra sürüngenler Maldek
isminde küçük bir savaş gezegenine geçtiler. Bu gezegeni ileri teknoloji silahlarla donatmışlardı. Tiamat'ın
eski yörüngesine yakın bir yerde Nibiru ile Maldek birbiri ile çatışmaya başladı. Nibiru'nun Maldek'e
saldırısı sırasında reptoid/dinoid ırkı kendilerini savunmak için çok yoğun nükleer silah kullandılar.
Maldek yokoldu ama Nibiru'nun yüzeyi de hasar gördü. Nibiru'nun koruyucu kalkanları iş görmez hale
geldi. Yenilen reptoid/dinoid ırktan kalanlar kaçarlarken Venüs ve Mars gezegenindeki adına Hybornea
denen başka insan kolonilerinin bulunduğu büyük yerleşim bölgelerini de yokettiler. Reptoid/dinoid ırk bu
yıkımdan sonra Güneş Sistemimizi ellerinde kalan gemileriyle terketti. Maldek gezegeninden arta kalan
parçalar, Tiamat'ın parçalarına karışarak asteroid kuşağına eklendiler. Böylece, bugünkü asteroid kuşağını
oluşturan parçaların Tiamat ve Maldek'in parçalarından oluştuğunu artık biliyorsunuz. Nibiru'nun
uydularının Tiamat'a çarpmalarıyla meydana gelen büyük yıkım sonucunda çok sulak bir gezegen olan
Tiamat iki parçaya ayrıldı demiştik. Uyduların Tiamat'a şiddetle çarpmaları ile Tiamat ikiye bölünürken
Tiamat'ın devasa okyanusları uzaya saçıldı. Bunlar devasa buz kütlelerini oluşturarak bugün hala
dönmekte olan kuyrukluyıldızları oluşturdular. "944 Hidalgo" ismini verdiğiniz gibi çok eski olanlar artık
gaz ve buz materyallerini bitirip kuyruksuz kometler halinde Güneş Sistemindeki periyotlarına devam
etmekteler. Her 76.8 yılda bir dünyanızdan gözlenen Halley kuyruklu yıldızı da Tiamat'ın bir parçasıdır.
Ay'ın kökeni
Tiamat'ın bu çarpışma öncesi 11 uydusu vardı ve bunlardan en büyüğü olan Kingu, Gaia'nın
(Dünya) uydusu Ay olacak şekilde Dünya'nın yörüngesine Galaktik Federasyon tarafından düzgün bir
şekilde kondu (Ay'ın fiziksel ve elemental yapısı Dünya ile uyuşmamaktadır, yani Ay'ın kökeni
Dünya'nın kendisi değildir). Yani bugünkü uydumuz Ay bir zamanlar Tiamat'ın uydusuydu. Titius-Bode
kanununa göre bugünkü asteroid kuşağının bulunduğu yerde bir zamanlar Tiamat gezegeni vardı. Nibiru,
Tiamat'ın 7 uydusunu alarak yoluna devam etti.
Karbon, silikon, metal, gaz ve buz parçalarından oluşan asteroid kuşağındaki parçalar bugün bir
araya gelseler bir gezegeni oluşturacak çoklukta değiller. Ayrıca Jüpiter'in varlığı da bunların bir araya
gelip bir gezegen oluşturmasını çekim kuvvetleri sebebiyle engelliyor. Tiamat'ın küçük parçası ve
Maldek'ten arta kalanlar parçacıklar aynen Nibiru'nun aksi yöndeki dönüşü ile aynı yönde olmak üzere
Mars ile Jüpiter arasındaki boşlukta dönmeye başladılar ve bu kuşağı oluşturdular. Bu parçaların bir kısmı
Satürn tarafından da yakalandı ve Satürn'ün bugünkü bilinen kuşağının bir kısmını oluşturdu. Satürn'ün
halkasındaki diğer parçalar Nibiru'nun çekimi ile Satürn'ün yüzeyinden çekilenlerdir. Bugün asteroid
kuşağını oluşturan irili ufaklı parçaların birbirlerine yakın öbekler oluşturmayıp, birbirlerinden çok
uzaklarda bulunduklarını ve bunlardan onbinlercesinin her ay yaklaşık 5000 tane olmak üzere
astronomlarınızca kataloglandığını biliyorsunuz. 100 km. çapından büyük olan 220 tanesi dışında 1000
km'lik çapıyla en büyükleri 1801 yılında Sicilya'daki Palermo gözlemevinde Giuseppe Piazzi tarafından
keşfedilen Ceres'tir. Asteroid kuşağını oluşturan bütün parçalar bir araya toplandığında Ay'ın 35'te 1'i
kadar bir hacim tutacağı hesaplanmıştır ki bu miktar Ceres'in yaklaşık 3'te 1'idir. Sanılanın aksine çok
fazla bir malzemeden oluşmayan bu kuşak, ayrıca uzayın derinliklerine gönderilen uzay araçları (probe)
için, kuşağı oluşturan kalıntı parçacıkların birbirlerinin arasındaki mesafeler uzak olduklarından pek bir
tehlike arzetmemektedir.
Güneş Sisteminin Gruplandırılmasında Asteroid Kuşağının Kullanılması
Günümüzde Mars ile Jüpiter arasında yer alan ve bir kısmı bir zamanlar Tiamat'a ait olan
materyalden ve yokedilen Maldek'in arta kalan parçalarından oluşan asteroid kuşağı sınır alınarak İç
Güneş Sistemi ve Dış Güneş Sistemi olarak güneş sistemini gruplandırdınız. Buna göre Güneş ile Asteroid
kuşağı arasındaki iç güneş sisteminde sırası ile Merkür, Venüs, Dünya ve Mars olmak üzere 4 gezegen;
Asteroid kuşağından itibaren de Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüto ve Nibiru (Marduk) olmak üzere 6
gezegen (dış güneş sistemi) toplam 10 gezegen bugünkü güneş sistemini oluşturdu. Tüm bu olayların
sonunda Nibiru (Marduk) 3661 yıllık basık elips şeklindeki yörüngesini takip etmeye başladı.
22
Şimdi kısa bir ara vermek ve Galaktik Federasyon hakkında biraz bilgi sunmak istiyorum.
Galaktik Federasyon
Galaktik Federasyon, dağılmış durumdaki insan kolonilerini gözlemlemek ve bir arada tutma
görevini sürdürecek bir organizasyon ihtiyacıyla oluştu. Böylece evrendeki farklı ırklar arasında
haberleşmeye yardımcı olunacak ve barış sağlanacaktı. Sürüngenler ve İnsanlar savaşırken, Evren'de çok
fazla çatışma vardı ve bu iki ırk, kaosun sadece bir kısmıydı.
Galaktik Federasyon, Nibiru'nun yaratılmasından ve Avyon'un yok olmasından önce oluşturuldu.
Galaktik Federasyon son derece büyük ve geniştir. Onu açıklayan kitaplar Dünya'daki medyumlara
kanalize edilmiştir ama Galaktik Federasyon öylesine büyük ve çok katmanlıdır ki konuyu tamamen
açıklayabilmek için bütün bir kütüphane dolusu kitap yazılması gerekir. Özellikle Jelaila'ya okumasını
söylediğim ve Sirian kız kardeşimiz Virginia Essene aracılığıyla Dünya'ya kanalize edilmiş "You are
Becoming a Galactic Human" adlı kitap bu konuda önemlidir. Jelaila'ya Galaktik Federasyon'u açıklamak
konusunda bu kitabı oldukça yararlı buldum.
Nibiru'nun yaratılması, Galaktik Federasyon'un ilk önemli başarılarından biriydi. Galaktik
Federasyon, evrende barışı korumak için bir savaş yıldızının devriye gezmesi gerektiğini biliyordu,
Tiamat'ın yok edilmesinden önce Sürüngenler ile çok sayıda çatışma yaşanmıştı ama Tiamat'taki Sürüngen
kolonilerinin yok edilmesi, Büyük Galaktik Savaş'ın başlamasına neden oldu.
Bu savaş bütün galakside milyonlarca yıl sürecekti. Çatışmalardan zarar görmeyen tek bir yıldız sistemi
bile kalmayacaktı. Söz konusu olan şeyin kutup entegrasyonu olduğunu lütfen unutmayın. Entegrasyonun
gerçekleşebilmesi için iki kutbun da deneyimlenmesi gerekir. Büyük Galaktik Savaş, Oyun'un oynanması
için mükemmel bir alan sunmuştu. Evrendeki tüm ruhlar, deneyim kazanmak için her iki ırkın üyesi olarak
enkarne oluyordu; Avyonianlar da bunların arasındaydı.
Tiamat'ın Yok Edilmesi
Nibiru'nun kumandanlığı görevini teslim aldım ve bundan 18 milyon yıl önce güneş sisteminize
doğru yola çıktım. Tiamat, yaklaşık olarak şimdi asteroid kuşağının bulunduğu yörünge ile aynı yerdeydi
ve toplam 11 uydusu bulunuyordu. Uydulardan birisi de sizin bugünkü Ay dediğiniz Kingu’dur. Güneş
sisteminizin on ikinci gezegeni olarak, yörünge kalıbımız böyle olduğu için güneş sisteminize arkadan
girdik. Neptün ve Uranüs'ü geçtikten sonra Satürn'e yaklaşırken, onun kütle çekim gücünün bizi Tiamat ile
paralel bir pozisyona getirmesi için sürüklemesine izin verdik.
23
Şekil 2. Ay’ın kökeni, Plüto’nun kökeni ve Tiamat’ın bölünerek Dünya’yı oluşturması ile ilgili bir çalışma.
Satürn’ün halkası daha Tiamat yokedilmediği için mevcut değil.
Satürn'ün bir uydusunu aldık ve o uydu dahil olmak üzere Nibiru’nun bütün uydularını (toplam 7
adet) doğruca Tiamat'ın ortasına gönderdik. Sonra, füzyon jeneratörlerinin bulunduğu pozisyona
geldiğinde, bir lazer ışını gönderdik. Işın güç kalkanlarını parçaladı ve Tiamat'taki yaşam yok oldu.
Nibiru, Tiamat’ın boşta kalan 10 uydusundan 7’sini alarak devam etti.
Tüm bu olan olaylar süresince, Nibiru Konseyi'ndeki rehberlerimle sürekli iletişim içindeydim. Bana
normal yörüngemde devam etmem ve güneş sisteminize ulaştığımda işi bitirmem için emir verildi.
Şekil 3. Tiamat’ın ikiye bölünerek büyük parçanın Dünya’yı oluşturmadan önce Güneş Sisteminin
elemanları
25
Dünya Tarihi - Bölüm 1
M.Ö. 480,000 - M.Ö. 100,000
480,000 yıl önce Dünya gezegenine geldiğimizde, Lemurianlar, hayvan bedenindeki Sirian ruhlar,
Sürüngenler (Tiamat'ın yok edilmesi sırasında yer altına inenler) ve gelişmekte olan İnsan primatları ile
karşılaştık. Primatlar, Felineler ve Eterik Sirianlar tarafından gezegen yüzeyine yerleştirilmişti ve biz
geldiğimizde, Homo erectus seviyesine ulaşmış durumdaydılar. Zeki, telepatik varlıklardı ve vahşi doğada
hayvanlarla uyum içinde yaşıyorlardı; toplumları komün yapısındaydı.
Ayrıca Asya'da "Yu" (Doğulular) ve "Atlantis" (kızıl ırk) uygarlıklarını da gördük. Bunlar, Hybornea'nın
yok edilmesinden sonra gezegeni yeniden kolonileştirmek için Dünya'ya gelen kuzenlerim tarafından
başlatılmıştı. Ashen, Yu uygarlığını ve Alta (Atlas) da Atlantis uygarlığını başlatmışlardı. İkisi de
Lemuria'nın devamı olarak görülüyordu ve ikisi de, Lemuria'nın ana imparatorluk olarak görev yapacağı
konusunda anlaşmışlardı.
Bu uygarlıkların üçü de Lyra'da beyaz ırklar olarak başlamıştı ama gezegende yerleştikleri
bölgelerde iklimle daha iyi uyum sağlayabilmeleri için Felineler'in DNA değişimleri yapılması konusunda
tekliflerini kabul etmişlerdi. Kızıl, san ve kahverengi ırk böyle ortaya çıkmıştır. Siyahi ırk ise gelişmekte
olan insan primatlarından kaynaklanmıştır. Homo sapien haline gelmek için gereken DNA değişimini
almak için Nibiruanlar ile karşılaştıklarında, gezegen muhafızı haline geleceklerdi. O zaman geldiğinde,
Dünya Sirianları'nın ruhlarını taşıyacak durumda olacaklardı. Beyaz ırk, Nibiru'daki Avyon Kraliyet Soyu
tarafından başlatılmıştır.
Dünya'ya gelmemizin iki nedeni vardı. Öncelikle, insanlarımızı kurtarmak için Nibiru'nun
çevresini saran güç kalkanını yeniden oluşturmak amacıyla altın toplamak istiyorduk, ikincisi, gelişmekte
olan gezegen muhafızı ırkla birleşerek iki sarmallı DNA taşıyan İnsan bedenini yaratmak için yardımcı
olmak üzere Felineler ile ortak çalışmaya söz vermiştik. Ağabeyim ve eski Nibiruan kumandanı Alalu,
daha önce Dünya'ya gelmiş ve altın bulmuştu. En büyük oğlum Enki'yi ve en iyi elli astronotumu
(Anunnakiler) altın toplama operasyonunu başlatmaları için Dünya'ya gönderdim. Nibiru için zaman
daralıyordu, bu yüzden kaybedecek tek bir anımız bile yoktu.
Şimdi, size biraz daha tarihi bilgi vermek istiyorum. Sürüngen ırkından Dünya üzerinde kalanlar
bir hayli kalabalık bir nüfusa ulaşmışlardı ve bir anlaşmaya varmadan, altın çıkarma operasyonunu huzur
içinde sürdüremeyeceğimizin farkındaydık. Bu, Tiamat'ın yok edilmesinden beri Nibiru'da yaşayan
Ejderha Kraliçe Drarnin'i eş olarak kabul etmemle gerçekleşti. Bu birleşmeden doğarı çocuğumuz
26
Enki'dir. Enki, yan Nibiruan İnsan ve yarı Ejderha ya da Sürüngen'dir. Üç çocuğum ve torunlarım,
Nibiru'da doğmuştur ve biz Dünya'ya gelene kadar hepsi yetişkinlik çağına ulaşmıştır; Enlil, Enki, Ninhursag,
Ninurta, Nannar, Marduk ve Thoth (Ningishzidda).
Dünya Görevi
Enki'nin uzay aracı, Mezopotamya yakınlarında bir yere indi. Anunnakiler ile birlikte kamplarını
kurduktan sonra, Alalu'nun daha önce bulmuş olduğu yerde altın çıkarma işine başladılar. Enki, adına
Eridu dediği ilk şehri inşa etti; diğer adıyla, 1 Numaralı Dünya İstasyonu. Bu arada Sürüngen
akrabalarından da fazlasıyla yardım aldı. Kızım ve Dünya Görevi'nin Şef Tıp Subayı Ninhur-sag,
astronotların tıbbi muayenelerini yapmak için bir süre sonra gezegene indi. Diğer oğlum ve varisim Enlil
ile altın konusunda yardımcı olmak için kısa süre sonra da ben indim. Anunnakiler ellerinden geldiğince
hızlı çalışıyorlar, sudan altın ayrıştırıyorlardı ama ellerindeki altın, Nibiru'yu kurtarmaya yetmezdi.
İnsanlarımız ölmeye devam ediyorlardı. Daha fazla altın bulmak için arama başlattık ve Afrika'da bulduk.
Ama bir sorun vardı; yer altındaydı ve çıkarılması gerekiyordu. Enlil ve Enki arasında gerilimli anlar
yaşanıyordu. Enki, kendisi daha önce geldiği için Dünya'nın ona verilmesi gerektiğini düşünüyordu; altın
çıkarma işi bir yana, sonuçta ilk kamp ve şehir Eridu'yu inşa etmek için ter dökmüştü. Bütün işi kendisi
yaptığından, bu hakka sahip olduğunu savunuyordu. Enki, Dünya'nın Ejderha Kraliçesi'nin oğluydu ve
Sürüngen bakış açısından, Dünya'nın da varisi olmalıydı. Sürüngenler, yaratılış mitine dayanarak Dünya'yı
kendi malları olarak görüyorlardı; hâlâ da öyle görüyorlar. Kız kardeşim ve karım Antu'nun oğlu olan
Enlil, Pleaidian kanunlarına göre haklı varisimdi. Bu da, artık benim yönetimimde olduğu için Dünya'nın
da varisi olarak onu gösteriyordu. İkisi de haklı nedenler ortaya koyan bu ikisi arasında ciddi bir çatışma
vardı. Tek çözüm, kura çekmekti. Öyle yaptılar. Enki, ülkesi olarak Afrika'yı, Enlil de Dünya'nın geri
kalanını aldı.
Eski Tanrılar Arasındaki Savaş
Altın çıkarma işini başlatmak için astronotları Afrika'ya gönderdik ve Enki de başlarında
bulunmak için onlarla gitti. Enlil'i Eridu'nun başına bıraktım ve Nibiru'ya dönmek için hazırlandım ama
Alalu'nun torunu Kumarbi beni durdurdu. Kumarbi bir süredir bana, oğullarıma ve torunlarıma karşı
kırgınlık duyuyordu. Büyükbabası çekildikten sonra kendisinin kumandan ilan edilmesi gerektiğini
düşünüyordu. Görünüşe bakılırsa, yörüngedeki uzay istasyonunda (Igigi) bulunan astronotları kendi
tarafına çekmeyi başarmıştı ve şimdi güç kullanarak kumandayı ele geçirmek istiyordu. Ama bu olmadı
Torunum Ninurta, diğer birçoklarıyla birlikte Kumarbi'nin ve yandaşlarının yenilgisiyle sonuçlanan bir
savaş başlattı. Uzay istasyonundaki astronotları değiştirdiğimi tahmin edersiniz.
27
Cennet Bahçesi
Dünya'da işler yürümeye devam ediyordu. Enki Mezopotamya'da yeni inşa edilmiş Bad Tibira
adlı metalurji merkezinden yörüngedeki uzay istasyonuna dev miktarlarda altın gönderiyor, alanlar oradan
Nibiru'ya aktarılıyordu. Enlil ise dört yeni şehir daha kurmakla mesuldü:
Bunlar Sippar (uzay limanı), Nippur (görev kontrol merkezi), Bad Tibira (metalürji merkezi) ve Shimppak
(tıp merkezi) adlarını taşıyordu. Kızım o hastaneyi çok seviyordu. Enlil'in orayı en son tıp teknolojisi ve
geniş laboratuarlarla donatmasını sağlamıştı.
Hayat gelişmeye devam ediyor, yeni şehirler ve etrafını saran yeşillikler görülmesi gereken bir
manzara ortaya koyuyordu. Nibiru'dan her türde meyve ağaçları için tohumlar getirmiştik. Mezopotamya,
sanal bir Cennet Bahçesi haline gelmişti. Biz ona E.Din diyorduk. İşte hızla yürüyordu ve herkes uyum
içinde yaşıyor, zevkli çalışıyordu. Bu dingin ortam, yaklaşık 200,000 yıl devam etti.
Anunnakiler Ayaklanıyor
M.Ö. 250,000 civarlarında, Afrika'daki astronotlar ayaklandılar. Dünya'nın sıcak bölgelerinde
çıkardıkları altının miktarından tatmin olmamışlardı. Sonunda gerilim bir kırılma noktasına ulaştı ve
birleşerek ayaklandılar. Enki, durumu bildirmesi için Enlil'i çağırdı. Ama Enlil altın madenlerinin
bulunduğu yere geldiğinde, Anunnakiler onu rehin aldı. Anunnakiler ile aynı tarafta olmasına karşın, Enki
adamlarına Enlil'i bırakmalarını söyledi ve onlar da bu emre uydu. Enlil, Anunnakiler'i kışkırttığı
gerekçesiyle Enki'yi suçladı ve Konsey önünde yargılanmasını istedi. İki kardeş, Konsey huzurunda
konuşmak üzere Nibiru'ya döndüler.
Anunnakiler'in altın çıkarmaktan daha değerli işler için eğitilmiş oldukları sonucuna varıldı. Enki,
çözümün altın çıkaracak işçi bir ırk yaratılması olduğunu düşünüyordu ve bu konuda Christos Sirianları
ile anlaşmıştı. Mühendis olmasının yanında aynı zamanda genetik uzmanı olan Enki, Ninhursag ile birlikte
işçiler yaratmak için Shuruppak'taki laboratuarlara çekildi.
Luluslar'ın (İlkel İşçiler) Yaratılması
Yeni işçi ırkın yaratılması, Galaktik Federasyon, gezegensel Ruhsal Hiyerarşi, Christos Ofisi ve
Kurucular ile yaptığımız anlaşmaya göre gezegende yapmamız gereken iki işten biriydi. Bu konuda
Felineler'den yardım aldık. Kızım Ninhursag'ın annesi ve Feline ırkından gelen karım Rayshondra, bu
konuda çok yardımcı oldu. İşlerin nasıl gittiğini görmek için Shuruppak'a geldi. Anne/kız iyi bir takım
olmuşlardı. Rayshondra, genetik alanında çok deneyimliydi. Ninhursag'ı ve Enki'yi yetiştirdi.
28
Uzmanlıklarını sunmak üzere Sirius A'dan gelen başkaları da vardı; Natara ve Joysia da onların
arasındaydı. Bu beklenen bir olaydı. Sadece gezegenlerini kurtarmaları gereken Nibiruanlar tarafından
değil, aynı zamanda Dünya Sirianları da bunu bekliyordu. Yeni fiziksel araçlarının yaratılmasına
başlanmıştı. Bu unutulmaz olayı görmek için, Christos Sirianları da geldi. Gezegeninizdeki birçokları, bu
işçi ırkı sadece altın çıkarmak ve bize hizmet etmelerini sağlamak için yarattığımızı sanıyor. En önemli
ruhsal nedenler sizin için yazdığımız ve ardımızda bıraktığımız tarihi belgelerden silindiği için, bu mantığı
anlayabiliyorum. Ama şimdi bu nedenleri sizinle paylaşmak istiyorum.
Devin ve Avyon Soyu'ndan gelenler olarak, karmık ve genetik açıdan Tiamat/Dünya ile
bağlantılıydık; ama gelişmekte olan insanlar Pegasus yıldız sisteminde yeni bir ev kurmuşlardı.
Dolayısıyla, temel olarak, hâlâ bir ırkın ebeveynleriydik ama o ırk artık Dünya'da değildi. İşçi ırkının
yaratılmasıyla, bir kez daha Dünya'daki varlıklar için ebeveyn ırk olmuştuk. Bu ırk, Eterik Sirianlar'ın ve
Felineler'in ikinci kez yaptıkları tohumlamanın sonucuydu. Bu gelişimin tamamlanma zamanı, Dünya
zamanıyla şimdiki zamandır ve ırkın DNA kodları bizim tarafımızdan hızlandırılmadığı sürece, bu görev
tamamlanamaz. Genetik hızlandırma olmadan, gelişen İnsanlar kendilerini güncelleyemezler ve bu da
galaksinin ve dolayısıyla da evrenin gelişimini engeller.
Buna ek olarak, bu yeni ırka ebeveyinlik ederek kurup entegrasyonunu anlamanızı sağlayacağız.
Bu, Nibiruan/Pleaidian İlahi Planı'nın bir parçasıdır. Dünya'ya gelmemizin ruhsal nedeni budur.
Son olarak, homo erectus aşamasından homo sapiens aşamasına geçilmesi için DNA hızlandırılmasının
sağlanması, Dünya Sirianları'nın ihtiyaç duydukları İnsan bedenlerinin hazırlanması için gerekliydi. Bu
transferin tamamlanması 200,000 yıl sürdü.
DNA Hızlandırması
Bu hızlandırma, İnsan primatlarına yeni yetenekler verdi. Mantık yürütme ve daha karmaşık
seçimler yapma yeteneğine sahiplerdi. Okuma ve yazmanın temellerini öğrenebiliyorlardı. Telepati
yeteneklerini ellerinde tutmalarına karşın, hiçbir psişik yetenek verilmemişti. Bu, bütün Dünya Sirianları
geçişi tamamladığı zaman verilecekti. Ruhsal gelişim için, diğer psişik yetenekler de gerekecekti. Bu
dönemde, Dünya Sirianları'na fazla karmaşık olmayan bedenler vermek niyetindeydik, çünkü hayvan
enkarnasyon döngüsünde geçirdikleri milyonlarca yıl boyunca fazlasıyla gerilemiş durumdaydılar.
Görebileceğiniz gibi, bu işin içinde ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir işçi ırk yaratmaktan fazlası
vardı. Ama işçi ırkın da önemli olduğunu belirtmeliyim. Nibiru radyasyon yüzünden ölüyordu ve
29
galakside barışın sağlanması için Galaktik Federasyon'un bir savaş yıldızı olarak ona ihtiyacı vardı. Bu
ırkın neden yaratılması gerektiğini umarım şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur.
Şimdi tekrar Shuruppak'a dönelim. Nin (Ninhursag'a kısaca böyle diyorum) ve Enki, gelişmekte
olan Homo erectus varlıklardan gerekli doku ve kan örneklerini topladılar. Bu zor bir iş değildi, çünkü
çoktan toplumumuzun bir parçası olarak aramızda yaşamaya başlamışlardı bile. Sonra uygun DNA
kombinasyonunu buldular ve bizim insanlarımızdan aldıkları DNA örnekleriyle birleştirdiler. Primat
kadınların rahimlerinden yumurtalar aldılar ve astronotlarımızın spermleriyle döllediler. Bu döllenmiş
yumurtalar, bazı kadın astronotlarımızın ve laboratuar çalışanlarımızın rahimlerine yerleştirildi. Doğan on
iki çocuk, gelişmekte olan primatların bütün özelliklerini taşıyordu ama bununla birlikte, galaktik insanın
mantık yürütme becerisini kazanmışlardı. Daha önce sadece hayvan ruhuna (ama çok zeki bir hayvan
olduğu kabul edilmelidir) şimdiyse insan ruhuna sahiplerdi. Ama hâlâ yeterli ruhsal gelişimden
yoksunlardı.
İşçi ırkına neden daha yüksek bir gelişim aşaması kazandırmadığımızı merak edebilirsiniz.
Açıklayayım. Daha önce de dediğim gibi, Dünya Sirianları hayvanların içinde çok fazla zaman
geçirmişlerdi. Bütün bu süre boyunca, hayvanların basitliğine fazlasıyla alışmışlardı. Transferlerini
sağlamak için, birçok açıdan hayvanlarınkine benzer şekilde hareket eden bir beden yaratmak
zorundaydık. Bu yüzden onları altı yaşındaki bir insan seviyesine geçirdik. Eterik Sirianlar'ı bu yeni
bedenlere transfer etmek zaman alacaktı. Doğan bedenlerin hepsi Dünya Sirianı ruhu taşımayacaktı.
Dünya Sirianı ruhu taşımayanlar, konuşabilen ve basit işleri yapabilen evcil hayvanlar gibi olacaktı. Bu
doğum yöntemine bir süre devam ettik ama bir süre sonra kadınlarımız ortalıkta sürekli hamile
dolaşmaktan bıktılar. Melezlerin kendi kendine üreyemediklerini anlamanız gerekir; bunu onlar adına biz
yapmak zorundaydık. Enki ve Nin, bir kez daha gerekli ayarlamaları yapmak üzere laboratuara döndüler.
Bu gelişim, kendi kendilerine üreyebilmelerini sağlayacaktı. Bu yeni ırka, Lulus adını verdik; bizim
dilimizde, ilkel işçi anlamına gelir. Enki ve Nin, bazı değişiklikler yapmak için laboratuara tekrar döndüler
ama bunu yeri geldiğinde açıklayacağım.
Büyük Kampanya
Dünya Sirianları'ın hayvan bedenlerinden insan bedenlerine aktarılması büyük bir sorundu.
Birçoğu hayvan bedeninde rahat ettiği için transfer olmak istemiyordu. Hayvan güdülerini kullanarak
yaşamaya alışmışlardı. Bunu bırakıp karmaşık bir insan bedeniyle uğraşmak, daktilo yazmaya alışkın
birinin ilk kez karmaşık bir bilgisayarı kullanmaya başlamasına benzer.
30
Kullandığımız taktikler, bir propaganda kampanyasına benzetilebilir. Bu açıdan Luluslar çok
yardımcı oldular, çünkü hâlâ hayvan bedeninde olan Dünya Sirianları ile iletişim kurabiliyorlardı.
Luluslar, onların insan bedeni kullanmanın avantajlarım görmelerine yardım ettiler. Yeni transfer olan
ruhlar için bir öğretmen gibiydiler. Nin de bu transfer sürecinde çok yardımcı oldu. Luluslar onu çok
seviyorlardı. Ona Anne diyorlardı.
Nin gerçekten de bu yeni ırkın annesiydi; onları besliyor ve eğitiyordu. Enki ise babaydı. Ne yazık
ki insanlarımın veya Sürüngenlerin hepsi bu şekilde düşünmüyordu. Birçoğu onlara bedava köle gözüyle
bakıyordu ve bu da kötü davranışlara neden oluyordu. Bu Nin'i çok kızdırdı ve Enki ile birlikte, Dünya
Prensi Enlil'i onlara daha fazla haklar ve koruma sağlaması için sürekli olarak sıkıştırmaya başladı.
Yeni ırkın yaratılmasından kısa süre sonra, bundan yaklaşık 150,000 yıl önce, yeni bir buzul
dönemi başladı ve Luluslar da Dünya üzerindeki diğer birçok uygarlık gibi geriledi. Dünya'yı tohumlayan
ya da kolonileştiren sadece biz Pleaidianlar değildik. Andromedanlar gibi başkaları da vardı. Ama
bunların tümü Dünya ile ilgili İlahi Plan'a uygundu ve Christos Sirianları ile Ruhsal Hiyerarşi de
onaylıyordu. Hayatta kalmak, İnsanlar'ın en büyük endişesi haline geldi; bu yüzden hiçbir ruhsal gelişim
olmadı. Dünya Sirianları'nın transferini sağlamanın 200,000 yıl sürmesinin bir nedeni de buydu.
İnsandan çok hayvan olmanın daha kolay olduğu zamanlar vardı. O zamanki insanlar hayvanla eş
değerdeydi ve bu da sürekli tetikte yaşamayı gerektiriyordu. Lemuria'da olduğu gibi, insanların ölümden
kurtulmak için toprağın altına indikleri bir dönem bile vardı. Bu, dinozorlar ve diğer dev hayvanlar sürüler
halinde Dünya'nın çeşitli yerlerinde dolaşmaya başladığı zaman oldu.
Dinozorların da nasıl yaratıldığını burada açıklamak istiyorum. Bu, Dünya'nın yeniden
tohumlandığı dönemde gerçekleşen bir tür mutasyon yüzünden oldu. Yeni bitkilerin hızlı büyümesini
sağlamak için gönderilen fazla miktardaki enerji, zaten gelişmiş olan canlıların daha da büyümesine neden
oldu. Böylece dinozorlar ve diğer büyük hayvanlar ortaya çıktı. Bu aşırı büyük yaratıklar, Tiamat'ın yok
oluşu sırasında bir şekilde hayatta kalmayı başarmışlardı.
Anunnakiler, İnsan Kızlarıyla Evleniyor
M.Ö. 100,000 yıllarında, bir ısınma dönemi başladı ve insanların ruhsal gelişimleri yeniden
hızlandı. Bu dönemde, astronotlar Luluslar'ın kızlarıyla evlenmeye başladı. Bunun sonucunda çok uzun
boylu insanlar ortaya çıktı, çünkü Eterik Sirianlar'ın genetik bilgilerini taşıyan çocuklar, aynı zamanda
bizim genetik bilgilerimizi de taşıyorlardı ve dolayısıyla boyları üç metreden fazla olabiliyordu.
31
Ancak bu noktada, astronotların Dünya Sirianı ruhu taşıyan kızlarla evlendiklerine dikkat çekmek
gerekir. Sadece hayvan ruhu taşıyan Luluslar ile evlenmeyi kesinlikle düşünmüyorlardı. Temel olarak,
astronotlar mantık yürütebilen ve zekice iletişim kurabilen eşleri seçiyorlardı.
Dünya'ya gelişimizden M.Ö. 100,000 yıllarına kadar olan süreyi böylece anlatmış olduk. Elbette
ki anlatacak çok daha fazla şey vardır ama bunu o dönemle ilgili kitaplar yazmış olanlara bırakacağım.
Dünya Tarihi - Bölüm 2
M.Ö. 75,000 - M.Ö. 11,000
M.Ö. 75,000 yıllarında bir buzul çağı daha yaşandı ve bir kez daha, insanlık hayatta kalma
kavgasına girişti; ama bazı kültürler diğerlerinden daha iyi durumdaydı ve gelişim basamaklarını daha
hızlı çıkıyordu. Özellikle bir grup, sizin onlara verdiğiniz isimle, Cro-Magnon İnsan idi. Diğer
birçoklarının arasında, bu grup hiç bozulmadan kaldı. Zaman içinde ölen diğer grupların bireyleri, Cro-
Magnon grupta enkarne oldular ve yeni gelen ruhlar sayesinde gelişim hızlandı.
M.Ö. 50,000 yıllarında, çok önemli bir olay oldu. Dünya ısınıyordu ve gelişim bütün hızıyla
devam ediyordu. Enki ve Nin, Ruhsal Hiyerarşi'den ve Christos Sirianları'ndan, bir kez daha insan
bedenlerini geliştirmek için emir aldılar. Bu kez fiziksel ve zihinsel gelişimden çok, ruhsal gelişim amaçtı.
Bu kısmı tarihinizle birleştirmeden önce, gezegenin geri kalanında olan bitenlere bir göz atalım.
Yu, Rama, Lemuria, Mısır ve yeni Maya imparatorlukları, insan nüfusunu tehdit eden dinozorları
ve diğer büyük hayvanları yok etmek için bir yol bulmak üzere Atlantis'e temsilciler gönderiyorlardı.
Buldukları çözüm, büyük hayvan soyunun kökünü kazırken, birçok insanın da ölümüyle sonuçlandı. Bu
da yine Dünya'nın İlahi Planı ile uyumluydu. Bu büyük hayvanların ölümü, hâlâ hayvan bedenlerini
kullanan son Dünya Sirianları'nın ruhlarını serbest bırakacak ve onları İlahi Plan'daki bir sonraki adıma
aktarmamıza yardımcı olacaktı; yani ruhsal gelişim için Christos tohumunun girişine! Bu onlara 52,000 yıl
ile 5,200 yıllık bir döngü verecek, bu süreçte ruhsal açıdan gelişerek gezegeni kendi başlarına
koruyabilecek gezegen muhafızlarına dönüşeceklerdi. Bunlar olurken, son birkaç bin yıllık süreye kadar
her şeyin tamamen farkında olacaklardı.
32
Ruhsal Hiyerarşi, Christos Sirianları, Galaktik Federasyon, Sirius A ve Nibiruan Konseyleri,
gelişimi değerlendirmek ve devam eden gelişimle ilgili gerekli ayarlamaları yapmak için döngüleri sürekli
gözlemleyeceklerdi.
Atlantisliler, onlara bu teknolojiyi vermiş olan Marduk'un yardımıyla enerji kristallerini
kullanıyorlardı ve dünyayı ele geçirmekle ilgili planlarını (bu aslında Marduk'un planıydı) hayata
geçirmek için emin adımlarla ilerliyorlardı. Ama bu plan asla gerçekleşmeyecekti.
Lemuria, Lyran/Sirian yönetim biçimini korumakta ve Atlantis ile barışçıl ilişkiler sürdürmekte
zorlanıyordu. Birçok Lemurian, çoktan gezegenin başka yerlerine göç etmişlerdi bile. Birçoğu,
Lemuria'nın yaklaşan sonuyla ilgili kehanetleri duyuyorlardı. Göç ettikleri yerlerden bazıları bugün Güney
Amerika, Meksika, Amerika, Kuzeybatı ve Orta Avrupa olarak bilinmektedir.
Dinozorların ölümünden sonra, Dünya Sirianları'nın ruhlarının transferi işlemi tamamlanmıştı.
Ruhların bazılarının bölünmesi yüzünden, bu iş çok uzun zaman almıştı. Bu Dünya Sirianları'nın çoğu
transfer olmak istemiyorlardı; bu yüzden kendilerini bölmüşler, böylece hem insan hem de hayvan
bedeninde aynı anda yaşamaya başlamışlardı. Ama bu da bir şeydi; sonuçta tam olarak adım atmadan
önce, insan bedeninde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu görme fırsatı bulmuşlardı. İnsan bedeninin daha
iyi olduğu konusunda onları ikna etmek kolay değildi.
Adem ile Havva (Adapa ve Lillith)
Christos Aşısı, Amelius'un kendisi aracılığıyla verilmişti. Eterik Sirianlar'ın başı olarak, onun
Adem ya da Adapa olması çok doğaldı. Adapa, İnsan, Sürüngen, Feline ve Carian soylarından geliyordu.
Bu iş, Enki'nin verdiği spermle Nin'in verdiği yumurtanın döllenmesi sayesinde başarıldı. Bu döllenmiş
yumurta, Ninhursag'ın rahmine yerleştirildi. Çok geçmeden, Nin Adapa'yı, yani Amelius'u doğurdu.
Mükemmel bir insan bebeğiydi ve onun sayesinde iki ırkın entegrasyonu mükemmel bir şekilde
başarılabilirdi. Bu da insanoğlunun hem İnsan hem de Sürüngen DNAsı taşıdığı anlamına gelir. Kendimizi
kabullenmeyi ve sevmeyi nihayet öğrendiğimizde, kendimizi her yönümüzle severiz; hem Sürüngen hem
de İnsan olarak.
İki ırkın ve dolayısıyla Işık ile Karanlık özelliklerin birleşmesinde Şefkat enerjisini güçlendirmek
için, Christos Aşısı'na Feline ve Carian DNA’ları da eklendi. Enki ve Nin, Adapa'yı çocukları olarak
sevgiyle büyütüyorlardı. Enki ona bildiği her şeyi öğretiyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse, Enki son
derece iyi eğitimlidir.
33
Adapa iki yaşma geldiğinde, sperm ondan alındı ve diğer yansını döllemek için kullanıldı. Ona
Lillith (ya da Lilith) adını verdik. Siz ise Havva dediniz. Annesi yine Ninhursag idi. İkisi de bilinçli
varlıklardı ve çocukları da öyleydi. Lillith, Adapa ile birlikte Cennet Bahçesi'nde oynayarak büyüdü; yani
E. Din Arazisi'nde. Bu aşıyla ilgili en önemli şey, şimdi nihayet insan bedenlerinde yaşayan Dünya
Sirianları'nın ruhsal gelişimini güçlendirecek olmasıydı. Adem'den gelenleri kızıl, sarı ve kahverengi
ırklar olarak devam ettirdik ve gezegende Ruhsal Hiyerarşi'nin gösterdiği noktalara yerleştirdik. Adapa ve
Lillith, E.Din'de ya da sizin verdiğiniz isimle Cennet Bahçesi'nde anne ve babasıyla kaldı.
Dünya düzleminde enkarne olan diğer herkes gibi Amelius/Adapa da, enkarne olduğunda
kimliğini unutmayı kabul etti. Ama bir süre sonra sizin gibi o da hatırlamaya başladı. Pleaidian yasalarına
göre, Lillith ve o evliydiler. Lillith, Adapa'ya tohum yoluyla da bağlıydı. Yani Lillith onun hem kızı hem
de karısıydı. İncil'de Cennet'in Efendisi olarak geçen kişilik, Enlil'den başkası değildir. Cennet
Bahçesi'ndeki yılan ise Enki idi. Yılan, Enki'nin sembolüdür.
Adem ile Havva ve Elma Efsanesi
Lillith (Havva), yemesi için Adapa'ya (Adem) bir elma vermedi. Bu, kilise rahiplerinin insanın
düşüşünü günah olarak kadının üzerine yıkmak için İncil'e yazdıkları bir şeydi.
Bu olduğu zaman, kilise o zamanlar tüm dünyada yaygın olan kadın odaklı aile yapısını yıkmaya
çalışıyordu. Tanrıça'nın bastırılması ve susturulması gerekiyordu. İsa'nın sözde çarmıha gerilişi gibi, elma
olayı da hiç olmadı; kilise rahipleri tarafından, insanoğlunu günah fikrine alıştırmak için kullanıldı sadece.
Ancak bu olduğu taktirde kilise rahipleri insanoğlunun günahlarını bağışlayabilecek kişiler olacaklardı;
İsa'nın Kanı sayesinde.
Burada bir noktayı açıklamama izin verin: Günah diye bir şey yoktur! İsa, insanoğlunu kontrol
etmek için kilise tarafından kullanılmıştır ve hâlâ da kullanılmaktadır. İsa, sadece topladığı bilgileri
halkıyla paylaşmak için ülkesine dönmüş olan gezgin ve iyi eğitimli bir Yahudi rahibiydi sadece. En
önemli öğretisi de şefkatle ilgiliydi. Şimdi size vermeye çalıştığımız şeyi, İsa o zaman insanoğluna
vermeye çalışıyordu; yani 13. Boyut Şefkat Formülü'nü.
Kiliseler insanlar günahları için bağışlanmadıkları taktirde, Cehennem'e gideceklerini söyledi.
Yahudi sözel aktarımı da elma efsanesini kuşaktan kuşağa aktardı ama bundan herhangi bir meyve olarak
söz etti. Bütün bunlar, M.Ö. 2000 yıllarında, Marduk tarafından aktarılmaya başlandı.
34
İyilik ve Kötülük Ağacı (antik bilgi), Enki'nin antik bilgileri Adapa'ya, Lillith'e ve onların
soyundan gelenlere aktarmak için kurduğu yeni okulun bir sembolüydü. Yılan Kardeşliği olarak
biliniyordu. Meyve de o okulda öğretilen bilgilerin sembolüydü.
Tekrar İncil'e dönersek; iddia edilenin aksine, Enlil aslında Adapa ve Lillith'e kızgın değildi.
Bunun yerine, Adapa ve Lillith'in çocuklarını eğittiği için Enki'ye kızgındı. Gelecekteki kuşakların
kendilerini yok edeceğinden korkuyordu. Enlil, yeterli ruhsal olgunluktan mahrum olan varlıkların elinde
böylesine bilgilerin son derece tehlikeli olacağına inanıyordu. Üstelik Marduk ve Sürüngenler gibi bunun
kesinleşmesini sağlayacak bir sürü kaynak vardı. Marduk, Dünya ve Sürüngenler ile ilgili planlarını
gerçekleştirmek için bu bilgileri kullanacaktı.
Bugün dünyanıza bakarsanız, onun neler hissettiğini anlarsınız. Bunun, bir çocuğun eline bir
dinamit lokumu ve bir kibrit vermekten farkı yoktur. Enlil'in insanlıktan nefret ettiği ve tiksindiği
yazılmıştır. Oysa durum bu değildi. Üstelik Enlil, Adem ve Havva'yı Cennet Bahçesi'nden de kovmadı.
Dünya Sirianları ve bu yeni ırkla ilgili İlahi Plan'in devamı ona emanet edilmişti. Sürüngenlerin elinde yok
olmaktan onları kurtarmak istiyordu; ancak o zaman hayatta kalarak gelişimlerini tamamlayabilir ve
Dünya'nın koruyucuları olarak görevlerini yapabilirlerdi. Bu da onu ve Nibiruan Pleaidianları'nı
ebeveynlik rolünden kurtaracaktı.
Yılan Kardeşliği
Enki, Adapa ve onun soyundan gelenlerin ruhsal eğitimlerini başlatmak için Yılan Kardeşliği'ni
kurdu. Bu okul, Gizem Okulları'nın ve sonrasındaki Mason Locaları'nın başlangıcıydı. Daha önce de
belirttiğim gibi, Enlil, Adapa'nın soyundan gelenlerin ruhsal eğitimi konusunu tam olarak onaylamıyordu;
bunun üzerine, Enki ile sürtüşmeye başladılar.
Ruhsal eğitimin yanında, Enki onlara evrensel kanunları, kutsal geometriyi ve enerjiyi kullanma
tekniklerini öğretiyordu. Enlil ise İlahi Plan'in teknolojik gelişimin daima bir adım önünde kalacak yavaş
bir ruhsal gelişimin gerektiğini biliyordu. Bu, insanları kendi teknolojileriyle kendilerini öldürmekten
koruyacaktı.
Sonunda iki kardeş bir anlaşmaya vardılar; Galaktik Federasyon ve Ruhsal Hiyerarşi'nin de
onayıyla, Adapa ve çocuklarının E. Din'den çıkarılmasına ve dışarıda kendi başlarına yaşamalarına karar
verildi. O zamana kadar bizim tarafımızdan gözetilmişlerdi. E.Din'den çıkarılmaları, hayatta kalmayı en
35
önemli amaçları haline getirecek, böylece teknolojik gelişimleri yavaşlayacak ve ruhsal gelişimlerini bir
adım geriden takip edecekti.
Yılan Kardeşliği devam edecekti ama her jenerasyonda sadece birkaç kişi eğitilecekti. Bu,
gezegeninizdeki rahipliğin başlangıcıydı. Ama ne yazık ki rahipler güç açlığıyla kıvranmaya başlayınca,
Kardeşlik de yozlaştı.
Sonunda, plan işe yaramadı. Enlil haklıydı. Tarih M.Ö. 11,000'e ulaştığında, ırk her şeye yeni
baştan başlamasını gerektirecek bir noktaya ulaşacak denli dejenere olmuştu. Marduk ve Sürüngenler'in
etkisinde kalan Atlantisliler, bu kararın temel nedeniydi. Dünya'ya hükmetme arzuları, bütün gezegende
savaşlara yol açmıştı. İncil'de geçen Tufan hikayesi, sizlere anlatıldığı gibi astronotların insan kızlarıyla
(Luluslar) evlenmesi yüzünden olmadı. Bunun yerine, Marduk'un Atlantis'te yaptıkları yüzünden oldu.
Açıklayayım:
Tarih yaklaşık olarak M.Ö. 25,000 civarıydı. Marduk'un etkisi altında olan Atlantisliler, dev bir
kristalin gücünü kullanıyorlardı. Bu başlangıçta hava araçlarının, gemilerin ve denizaltıların yakıtı olarak
kullanılıyordu. Atlantisliler, bu dev teknolojik gelişimden çok memnundular. Marduk onlara Nibiruan ve
Sürüngen teknolojisini sunarken, bir yandan güvenlerini kazanıyor, bir yandan da planını sürdürüyordu.
İşe, daha sonra toplumda baskın kesim haline gelen bilim çevresiyle başladı. Sonra yönetici kesime sızdı
ve çok geçmeden de tahtın arkasındaki güç haline geldi. Bu durum, Atlantis toplumu içinde müthiş bir
bölünme yarattı ve ruhsal eğilimli rahiplik çevresindeki insanlar ile güç ve teknoloji düşkünü insanları
karşı karşıya getirdi. Yönetici sınıftan en alt tabakadaki halka kadar ciddi sürtüşmeler vardı. Birçok
Atlantisli, Marduk'u destekliyor, birçoğu da desteklemiyordu.
Lemurianlar delegeler gönderdi ve Marduk'un rehberliği altında tüm dünyayı ele geçirme
planlarının olası sonuçlarıyla ilgili Atlantisliler'i uyardı. Marduk, babası Enki'nin Dünya ve Nibiru varisi
olması gerektiğini düşünüyordu; amcası Enlil'in değil. Ama Enki bu yöneticilik tutkusundan çoktan
vazgeçmişti bile. Laboratuarında çalışmayı, bir şeyler üretmeyi ve ruhsal çalışmaları izlemeyi tercih
ediyordu.
Diğer yandan, Marduk, yönetmeyi tercih ediyordu ve bunu yapma hakkının tanınmadığını
düşünüyordu; annesi Yılan İnsanlar"ın Prensesi ve büyükannesi de Ejderhalar Kraliçesi olduğuna göre,
kendisinin de buna hakkı olmalıydı. Dramin'in ilk kocası, o benimle evlenmeden önce ölmüştü. Marduk,
babasını Dünya'nın hakimiyeti için mücadele etmeye kandıramazsa, bunu kendisi yapmaya karar vermişti.
36
Atlantis, başlaması için mükemmel bir yerdi, çünkü Mezopotamya ve Mısır'dan, dolayısıyla da babası
Enki'nin ve amcası Enlil'in gözlerinden uzaktaydı. Dünya'yı ele geçirmek konusunda, Marduk'un çok
güçlü bir kozu vardı; Dev Kristal. Kristalin gücü sayesinde Tiamat'tan arta kalan kuyruklu yıldızlardan
birinin kontrolünü ele geçirmişti ve başka ulusların boyun eğmesini sağlamak için bu tehdidi kullanıyordu.
Marduk istediği anda ve istediği noktada kuyruklu yıldızı yere indirebilirdi; büyüklüğü ve hızı
düşünülürse, düştüğü yerde koca bir uygarlığı yok edeceği açıktı. Bunu Lemuria'ya yaptı ve bütün bir
kıtanın sulara gömülmesine neden oldu. Bunu Rama ve Yu imparatorluklarıyla da yapmaya hazırdı ki
Nibiru, Dünya yörüngesine geri döndü. Nibiru, kuyruklu yıldızı yörüngede sabit tutan taşıyıcı ışını bir an
için kesince, birkaç dakika içinde kuyruklu yıldız Atlantis'in üzerine indi ve kıta batmaya başladı. Bu
yaklaşık 11,000 yıl önce gerçekleşen Büyük Tufan ile hemen hemen aynı dönemde oldu ve küresel bir
yıkım getirdi.
Gökkubbenin çökmesi ve Tufan
Marduk aynı zamanda Gökkubbe'nin yıkılmasından da sorumluydu. Gökkubbe, Dünya'nın
yörüngesini saran, yaklaşık üç mil kalınlığında bir nem tabakasıydı. O zamanlar insanlar Güneş'i ya da
Ay'ı göremiyordu. Tıpkı Avyon gibi, Dünya da astropikal bir yapıdaydı; antik metinlerinizde tarif edilen
bahçe benzeri yeşilliklerin nedeni buydu. Bu ancak sürekli bir nem sağlayan ve güneş ışınlarını süzen bir
Gökkubbe varsa mümkün olabilir.
Gezegenin çeşitli noktalarında, yerin altında kristal tapınakları vardı. Bunlar, Gökkubbe'yi yerinde
tutuyordu. Marduk, oğlu Seth'e Mısır'daki Büyük Piramit'ten kristal tapınaklarına saldırmasını emretti.
Gökkubbe yavaşça çökerken, bu da kırk gün süren şiddetli yağmurlara neden oldu. Seth bu işi başarmak
için, Büyük Piramit'in içindeki bir lazer silahını kullandı. Büyük Piramit'i bu amaçla kullanması, İkinci
Piramit Savaşı'nın başlamasına ve Büyük Piramit'in içindeki her şeyin Ninurta tarafından boşaltılmasına
neden oldu.
Nuh Tufan'ına sebep olan su nereden geldi?
M.Ö. 11.000 yıl önce, dünyanın etrafında yoğun nemden oluşan bir kuşak vardı demiştim. Bu
kuşak sayesinde dünyada fırtınalar, mevsimsel anormaliler ve sel gibi afetler görülmüyordu. Dünyanın
çevresini saran yaklaşık 3 mil kalınlığındaki bu kuşak (ya da gökkubbe) sayesinde dünya'nın her yerinde
ılıman bir iklim mevcuttu. Dünya'da cennete benzer bir yaşam sürülüyordu. Eski kitaplarınızda sözü
edilen yemyeşil ağaç ve sık bitkilerle kaplı dünyamızdaki koşulları ancak böyle bir gökkubbe
sağlayabilirdi. O zamanlar dünya'daki insanlar bu kuşak yüzünden Güneş'i ya da Ay'ı göremiyordu.
Astropikal yapıdaki dünya'daki yaşam koşulları o zaman çok rahattı. Bu kuşağı Galaktik Federasyon'un
37
gezegen ve yaşam yaratan mühendisleri inşa etmişti ve onu yerinde tutan enerji üreten yapılar dünyanın
değişik yerlerinde gizlenmişti. Daha sonra bu yapıların birkaçının insanlar tarafından yokedilmesi ile buz
kristallerinden ve nemden olan kuşak dünyaya yağmur halinde düşerek büyük tufanı oluşturacak miktarda
suyu meydana getirdi. Bu enerji kristallerinin yokedilmesi fikri Nibiru'nun komutanı Marduk tarafından
başlatılmıştı. Marduk, Mısır'daki oğlu Seth'e Büyük Piramit'in kristal tapınaklarına saldırmasını emretti.
ME adı verilen bu kristallerin bazılarının yokedilmesi sonucu kuşak 40 gün süren muazzam yağmurlarla
çöktü.
Bugün Nuh Tufanı'nı meydana getirecek kadar bol miktarda suyun nereden geldiği ile ilgili
pekçok görüş ortaya atmaktasınız. Enerji üreten yapılardan bazıları hala dünyanın çeşitli yerlerinde sağlam
olarak bulunmaktadır iddiasını kanıtlamak amacıyla bunların yerleriyle ilgili bilimadamlarınız pekçok
araştırma yapmış fakat başarısız olmuşlardır. Bu kadar bol miktarda suyun bir anda ortaya çıkışı ile ilgili
teorilerden birisi olan buz kristalleri kuşağı ya da nem kuşağı teorisi bu teorilerden birisidir ve size şunu
söylemeliyim ki gerçektir. Küresel ısınma ile ilgili projelerinizden birisinde, kutuplardaki buzların
tamamının eriyerek okyanus su seviyesini ne kadar yükselteceği ile ilgili çalışmalar yapılmıştı.
Çalışmaların sonucunda yeryüzünün tamamını etkileyecek büyüklükteki bir tufanın meydana getireceği
suyun yağan yağmurlarla açıklanamayacağı sonucuna varıldıktan sonra bu suyun nereden geldiği ile ilgili
varsayımlar ileri sürülmüştü. Bunların içlerinde o zaman en akla yatkın olanı, yoğun nemden oluşan bu
kuşağın yokedilerek yağan yağmurlarla global ölçekte bir sel felaketine yol açması fikri kabul görmüştü.
Bu konu ile ilgili çok fazla bilgiye, İnternet'te "canopy" ve "flood" anahtar kelimeleri aratılarak
ulaşılabilmektedir.
Ruhsal Hiyerarşi, Galaktik Federasyon ve Felineler ile bir toplantı yaptık; Nibiru'nun geçişinden
dolayı oluşacak olan yörüngesel değişimle ilgili insanları uyarmama kararı verildi. Marduk bütün
gezegende savaş kovalarken, zaten insanoğlunun kendini yok etmesinin an meselesi olduğunu biliyorduk.
Marduk, Pleaides, Dünya ve tüm Galaksi'nin hakimiyetini eline almak istiyordu. Dünya'yı ele geçirdikten
sonra, Galaksi'yi ele geçirmek için geriye sadece iki adımı kalacaktı.
Bütün yapması gereken, her şeyi çalıştıran bilgi yerleştirilmiş kristallerin kullanımını ele
geçirmekti. ME adı verilen bu kristaller, sahibine ilgili olduğu şey üzerinde tam bir kontrol sunar.
Dediğim gibi, Marduk tüm galaksinin hakimi olmak istiyordu. İnsanoğlu umurunda bile değildi. Onlar bu
savaş makinesi için sadece yemdi.
38
Planı onları yok etmek ve Sürüngenlerin tekrar Dünya'da var olmasına izin vermekti. Sonra,
Galaksi'nin geri kalanındaki tüm insanoğlunu da yok edecekti. Sürüngenler, yaratılış mitine uygun olarak
kendilerine ait olduğuna inandıkları şeye sonunda kavuşacaklardı. Marduk bu hedefe ulaşmaya kararlıydı.
Zaman geldiğinde, gezegenden ayrıldık ve tufanı beklemek için yörüngedeki uzay istasyonuna
geri döndük. Bu herkes için üzücü bir zamandı, çünkü çocuklarımız olan insanoğlunun ve 400,000 yıllık
çalışmamızın yok oluşunu izliyorduk. Sürüngenleri, seçtikleri temsilcilerini (torunum Marduk), gezegeni
ve galaksiyi ele geçirme arzularını küçümsemiştik. Bu kutup entegrasyonu çabamız da sonuçsuz kalmıştı.
Ama bilmediğimiz şey, Enki'nin oğlu Nuh'a (Enki'nin çok çocuğu vardı) yaklaşan tufanı haber verdiği,
Nuh ve ailesini alacak bir denizaltı yapmasını söylediğiydi. Enki, yaklaşan felakette onları denizaltıyla
kurtarması için astronotlarımızdan birini göndermişti.
Yaklaşan felaketle ilgili oğluna bilgi vermemesi konusunda Konsey'in koyduğu yasağı Enki'nin
çiğnemesi nedeniyle memnun olduğumu söylemeliyim. Nuh ve ailesi hayatta kalmasaydı, her şeye
yeniden başlamak çok daha zor olurdu. Enki insanoğlunu gerçekten seviyor ve çağlar boyunca sizler için
birçok fedakarlıklar yaptı. Gelişiminizdeki dönüm noktalarında size yolu göstermek için birçok kez geri
döndü. Bu açıdan Nin'i de dahil etmeliyim.
Dünya Tarihi - Bölüm 3
M.Ö.11,000-M.Ö. 3200
Tufandan sonra, yeniden yapılandırmaya başlamak için Dünya'ya geri döndük. Enki ve Enlil, Nuh
ve ailesine tohumlar, tarım araçları ve hayvancılık bilgilerini getirdi. Nuh, sular çekilirken denizaltının
karaya oturduğu Ağrı Dağı'nın eteklerinde tarımcılığa başladı. Ninurta ve Nannar, Enki'nin kendilerine
öğrettiği şekilde barajlar ve sulama kanalları yaptılar.
M.Ö. 10,500 yıllarına gelindiğinde, diğer birçok yerle birlikte Mezopotamya da bir kez daha
insanlarla dolmaya başladı. İnsanlık yine çoğalıyor ve yayılıyordu.
Uzay limanı yeniden inşa edildi ama bu kez yeni bir yerde, Moria Dağı'ndaydı. Sizin de bildiğiniz
gibi, Moria Dağı daha sonra Jerusalem (Kudüs) adıyla anılmaya başlandı. Tufandan önce var olan diğer
şehirler, Nippur ve Eridu da yeniden inşa edildi. Piramitler tufanda ayakta kalmışlardı ama kum ve çamur
yığının altından kazılarak çıkarılmaları gerekiyordu.
39
M.Ö. 9000'de, her şey yine eski haline dönmüştü. Enki, Mısır hakimliğini varisleri Osiris ve Seth'e
devretti. Atlantis yıkımından sonra Marduk'un Mısır'a girmesi yasaklandı. Enki oğluna daha fazla
güvenemeyeceğini biliyordu. Enlil'in bir oğlu olan Adad, altın bulmak üzere Güney Amerika'ya gönderildi
ve bunu başardı.
Nannar ve Ninurta'nın yardımıyla, Enlil Dünya'nın geri kalanını yönetme işine koyuldu. Çok
geçmeden, o da bir varis seçmek zorunda kaldı. Burası Dünya olduğu için, Pleiadian kanunlarına göre
hareket etmek zorunda değildi ve yeni kanunlar yapılabilirdi. Genç kuşak Nibiruanlar'ın eski kuşaklarla
güç ve hakimiyet çekişmesine girdiği dönem, işte buydu. Genç kuşak arasında Ninurta, Nannar, Utu,
Adad, Inanna, Seth, Osiris ve elbette Marduk da vardı ama Marduk zaten bir süredir bu oyunun içindeydi.
Bunlar benim torunlarımın torunlarıydı.
Ufukta çatışmaların belirmesi yine uzun sürmedi. Bu kez mücadele Seth ve Osiris arasındaydı.
Seth, Mısır'ın tamamını yönetmek istiyordu ve bu yüzden, kardeşi Osiris'i katletti. Osiris'in oğlu Horus,
babasının ölümünü almaya yemin etti ve böylelikle Birinci Piramit Savaşı başladı.
Bundan yaklaşık 300 yıl sonra, İkinci Piramit Savaşı patlak verdi. Bu kez Enlil'in soyundan gelen
Enlilitler, Enki'nin soyundan gelen Enkiitler'e karşıydı. Asıl kavga, Enki'nin soyundan gelenlerin uzay
tesislerini, yani Büyük Piramit'i kontrol altına almak istemeleriydi.
Marduk'un Atlantis fiyaskosundan sonra, Enlilitler uzay tesislerini Enki'nin soyundan gelenlerin
kontrolüne bırakmak konusunda huzursuzdular. Marduk'un başka bir entrika çevirmesinden ve tüm
galaksiyi ele geçirmesinden korkuyorlardı. Ninhurshag'ın müdahalesi ve ara buluculuğu sayesinde, bu
savaş da sona erdi.
Ninhurshag, uzay tesislerinin hakimi kılınarak ödüllendirildi ve sizin antik tarihinizde de Dağın
Leydisi olarak tanındı. Ninurta, piramidin içindeki teçhizatı boşalttı ve Enki'nin Ereshkigal'dan doğma
oğlu ve Enlil'in torunu Thoth, Marduk'un soyunun yerini alarak Mısır hakimi oldu. Bu olay, M.Ö. 8600
tarihinde gerçekleşti. O zamandan itibaren M.Ö. 3400'e kadar gezegende barış hüküm sürdü.
M.Ö. 3700 yıllarında, krallık Cennet'ten, yani Nibiru'dan Dünya'ya indi. İnsanlık, nihayet kendi
kendini yönetebilecek kadar olgunlaştığını kanıtlamıştı. Yarı Nibiruan-Pleiadian ve yarı Dünyalı
insanlardan oluşan yeni Rahip-Kral soyu başladı. Ayrıca, bu dönemde zamanı ölçmeye başladınız.
Takvim, size Nippur'da Enlil tarafından verildi.
40
Sizin verdiğiniz isimle Neolitik Dönem başladı ve Dünya'nın ilk yarı Nibiruan hakimi Alulim
ortaya çıktı. Siz ona yan tanrı diyorsunuz. O zamana kadar bütün uygarlıklar, başka gezegenlerden gelen
varlıklar tarafından yönetilmişti.
M.Ö. 3400 yıllarına gelindiğinde, Marduk bir kez daha barışı bozdu. Yine entrikalarla
uğraşıyordu. Bu kez Babilliler'i kendi uzay gemilerini ve fırlatma alanlarını yapmak konusunda ikna etti;
siz bu tesisi Babil Kulesi olarak biliyorsunuz. Babil hakimi olan Marduk, inşaatı kendisi yönetti. Enlil
neler döndüğünü anladı ve onu durdurdu. Bunun üzerine Galaktik Federasyon, Ruhsal Hiyerarşi ve diğer
otoriteler, insanlığın dilini karıştırmaya karar verdi. Bunun bir kez daha teknolojik gelişimlerini
yavaşlatacağına ve Marduk'un Dünya'yı ele geçirme planlarını geciktireceğine inanıyorduk. Amacına tek
başına ulaşamazdı. Pis işlerini yapabilmek için insanoğlunun yardımına ihtiyacı vardı.
Dilleri karışınca, insanlar kendi aralarında iletişim kuramayacaklardı ve bu da Marduk'u sinirlendiriyordu.
Aynı proje üzerinde birlikte çalışmalarını sağlayabilmek için, onlara birbirlerinin dillerini öğretmek adına
yıllarını harcamak zorundaydı.
İnsanların psişik becerilerini bastırmak için DNA yapısının değiştirilmesine de bu dönemde karar
verilmişti. Enki ve Nin, bu görevi yerine getirmek için bir kez daha Sharrupak'taki laboratuarlarına geri
döndüler. Ruhsal Hiyerarşi tarafından, on iki sarmallı DNA yapılarının değiştirilmesinin ve sarmalların
birbirinden ayrılmasının, insanoğlunu daha da yavaşlatacağına karar verildi. Sürüngenlerin teknolojisinin
yardımıyla insanoğlunun ne kadar hızlı geliştiklerini daha önce de görmüşlerdi.
Enki ve Nin, DNA sarmallarını ayırdıktan sonra, yeniden birleşmelerini engellemek için astral
bedenlere implantasyonlar yaptı. Daha sonra, fiziksel bedenin endokrin sistemindeki on sarmalı
birbirinden ayırdılar; bu da kozalaksı bezlerin, hipofiz bezlerinin ve hipotalamus bezlerinin ürettiği
salgının oluşmasını engelledi. Bir süre sonra da bu bezler kullanılmadığı için fonksiyonunu kaybetti.
Gelecek kuşaklarda sadece birkaç insan bu bezleri kullanabilecekti. Bu amaçla özel bir gen taşıyacaklardı.
İnsanoğlunun ruhsal gelişiminde yoldan çıkmaması için, aralarından birkaçının bizimle iletişim
kurabilmesi gerektiğine karar verildi. Bu kişiler peygamberler, kahinler, mistikler, şamanlar ve psişiklerdi,
insanoğlu, istediği taktirde bu bezleri yeniden harekete geçirebilme gücünü taşımaya devam etti ama bu
ancak kendini gerçekten adamayı gerektiriyordu. Planları bir kez daha engellenince, Marduk tekrar Mısır'a
döndü ve Thoth'u tahttan indirme hazırlıklarına girişti. Bunu da başardı. Thoth, Güney Amerika'ya gitti ve
orada yeni uygarlıklar başlattı. Tarih, M.Ö. 3113 idi. O insanlar, Thoth'u Quetzalcoatl, yani Beyaz Tüylü
Yılan olarak tanıyorlardı. Enki'nin oğlu olarak, bir yılan sembolü taşıyordu. Enlil ve onun soyundan
gelenlerin sembolü ise haçtı. Bu haç, Nibiru ve Anu soyunu temsil ediyordu. Marduk bir kez daha
41
eylemlerinin bedelini ödemek zorundaydı. Bu kez, Mısır'ın hakimiyeti üzerinde verdiği savaşta dolaylı
olarak Inanna'nın kocası Dumuzi'nin ölümüne yol açtığı için, Büyük Piramit'e hapsedildi. Inanna, adalet
için haykırıyordu ve eğer Nin olaya müdahale etmeseydi, Marduk orada ölebilirdi. Serbest bırakıldıktan
sonra, yine sürgün edildi.
M.Ö. 2900 yıllarında, Inanria'ya İndus Vadisi'ndeki yeni bir koloninin hakimiyeti teslim edildi.
Burası, sizin Hindistan dediğiniz ülkenin bulunduğu yerdi. Orada Nibiruanlar ile ilgili tüm tarihi bilgiler,
yazılmak üzere, Inanna tarafından verilmişti. Bu dönemde o da kendine geldi. Altı yüz yıl sonra, Sargon'a
aşık oldu ve birlikte bir imparatorluk inşa ettiler. Sizin tarihiniz o imparatorluğa Akkad imparatorluğu
dedi. Yine bu dönemde, Marduk ile son derece sert bir şekilde savaşıp duruyorlardı. Aralarında geçen
savaşların birçoğu, sizin de tarih kitaplarınızda kayıtlıdır. Burada onlardan ayrıntılı söz etmek
istemiyorum.
Bu dönemde, Marduk, Dünya'nın hakimi olmak konusunda en yeni ve en son planlarıyla
uğraşıyordu. Bu kez, terk edilmiş gezegen Mars'ta, dev bir ordu oluşturmayı da düşünüyordu. Bunu
başardı ve yeni ordusuyla, Marduk beni Nibiru tahtından indirdi ve hakim/kumandan haline geldi. Ama
Dünya'daki zaferinin yine bir bedeli vardı.
Nibiruan Konseyi, uzay üslerini ve diğer önemli yerleri yok etmek için plütonyum bombası
kullanılmasına karar verdi. Tarih M.Ö. 2024 idi. Marduk'un bu üsleri ele geçirmesini ve arkasından
Pleiades yıldız sisteminin hakimliğinin peşine düşmesini engellemek için tek yol olarak görülen bu eylem,
başarıya ulaştı. Konsey, Sümer'de saklanan bombanın Enlil'in oğlu Uru tarafından patlatılmak üzere uzay
limanına taşınması için ibrahim'i seçti. Bomba, Sodom ve Gomorrah şehirleriyle birlikte tüm uzay
üslerinin yok olmasını sağladı. Bu, bir zamanlar tropikal iklime sahip bir alanın çöle dönüşmesine neden
oldu; Sodom ve Gomorrah ise yeni oluşan Ölü Deniz'in derinliklerine gömüldü.
Bombadan yayılan radyasyon, rüzgarla Sümer şehirlerine yayıldı ve tüm canlıları yok etti.
Bölgenin bir kez daha insan yaşamına izin vermesi için aradan yıllar, çok uzun yıllar geçmesi gerekecekti.
Bir rahip Nibiruan kraliyet soyundan gelen ibrahim'e bu bölge miras olarak verildi. Daha sonra buraya
Canaan dendi. Çok uzun süre sonra da, başka bir Nibiruan olan Musa'nın sayesinde, bu soyun torunları
bölgeyi diğer kabilelerden geri alacaktı.
Artık Nibiru'nun ve gezegeninizin kontrolü Marduk'un elindeydi. Birçok şeyi değiştirmek için
harekete geçti. Yine bu dönemde, kadınların statüsü düşürüldü ve çocuklarla birlikte ikinci sınıf varlıklar
42
olarak görülmeye başlandı. Marduk, Tanrıça'nın etkisini ve bize Evrenin Kurucuları tarafından verilmiş
olan Pleiadian komün yaşam tarzım yok etmek için kiliseleri başlattı. Komünlerde lider olan kadınlar,
cadılıkla suçlanarak kazıklara bağlanıp canlı canlı yakıldı. Bu süreç, Karanlık Çağ boyunca devam etti ve
M.S. 18. yüzyılınızın sonlarında bitti. Bu, Marduk'un insanoğlunu tam anlamıyla kontrolü altına
alabilmesi için kesinlikle yapması gereken bir şeydi.
İkinci olarak, Marduk kendisini diğer tanrılar arasında en büyük Tanrı olarak gösterdi. Daha sonra
bu tek bir Tanrı'ya dönüşecekti. Korkuyla yönetecekti ve bugüne kadar da bunu sürdürdü.
Lütfen; bir şeyi unutmamanızı istiyorum: Satain'in 4. Boyut görüntüsü olan Marduk, Avyon ve
Aln kraliyet soylarından gelmektedir ve bu yüzden de aileden biridir. Marduk, insanoğluna ruhsal gelişim
için gerekli olan fırsatları sunabilmek için Karanlık Güçler'in lideri rolünü oynamayı kabul etti. İnsanlık
adına gösterdiği çabalar olmasaydı, ortada hiçbir negatiftik olmayacağı için, insanoğlunun gelişmesi de
mümkün olmayacaktı. Marduk artık evine dönmeye hazır. Siz de bilirsiniz ki hain rolünü oynamak,
kahraman rolünü oynamaktan çok daha zordur.
Tarihinizle ilgili bu hikayeyi burada bitiriyorum. M.Ö. 2000'den gününüz tarihine gelene kadar
çok şey yaşandı. Marduk bir gün durdurulacak ve onu durduracak olan da sizlersiniz; güçle değil,
sevgiyle; kendi karanlık yanınızla, dolayısıyla Marduk ve onun güçleriyle birleşerek.
DNA'nızı yeniden kodlayarak, gücünüzü geri alın. Artık zaman geldi. Siz, Eterik Sirianlar; sizler
bu gezegenin varislerisiniz. Kurucular tarafından çok uzun süre önce tanınmış olan doğum hakkınızı
tekrar ele alın. Nibiruan Avyonianlar olan bizler, yani sizin ebeveynleriniz, kardeşleriniz, Su Sirianları ve
Christos Sirianları; hepimiz sizlere yardım etmek için buradayız. Tek yapmanız gereken, uzanmak ve
istemek.
Dünya'nın sevgili çocukları, hepinize sevgiler.
Anu
Avyon Kraliyet Soyu Nibiru Eski Kumandanı ve Hakimi
43
Nibiruan Konseyi Üyeleri
9. Boyut Avyon Kraliyet Soyu
Avyon Kraliyet Soyu, Amelius tarafından, Avyon'un Lyran gezegeninden gelmektedir ve İnsan ırkının
gerçek doğum yeridir. 12. boyuttaki Dokuzlar Konseyi'nden Sananda, Amelius soyunun babasıdır.
Dokuzlar Konseyi, evrenimizin oluşumunu tamamladıklarında (Felineler ve Carianlar'ın yardımıyla),
başka bir grup Feline ve Carianlar'ın buraya gelip evren için "Oyun"u izlemelerini istediler. Seçilen oyun,
Kutup Entegrasyonu'ydu. İşi tamamlamak için doksan Feline ve Carian geldi. Bu doksan, 9. boyuttaki
Amelius Soyu (Felineler) ve Lucifer Soyu (Carianlar) olarak doğdular. Bu doksan varlık, daha sonra
Galaktik Federasyon'un bir parçası olarak bilinen 9. Boyut Nibiruan Konseyi'ni oluşturdular. 9. boyutun
altındaki Konsey üyeleri, orijinal doksan kurucunun görüntüleri olarak, aynı bireylerdi. Net ve kısa bir
şekilde açıklamak gerekirse, sadece bu kitapta adı geçen üyeler aşağıda belirtilmektedir.
Devin: Avyon Ailesi'nin 9. boyuttaki reisi, Jelaila'nın kardeşi ve kocası; 6. boyuttaki Anu'nun yüksek
benliği.
Jelaila: Avyon Ailesi'nin 9. boyuttaki annesi, Devin'in kız kardeşi ve karısı; 6. boyuttaki Ninhursag'ın ve
3. boyuttaki Joscelyn Kelley'in yüksek benliği. Şu anda transfer olarak Joscelyn'in bedeninde bulunuyor.
Satain: Devin ve Jelaila'nın 9. boyuttaki oğulları; 4. boyutta Nibiru'nun şimdiki hakimi Marduk'un yüksek
benliği.
Kavantai: Devin ve Jelaila'nın 9. boyuttaki kardeşleri; Shalandrai'nin kardeşi ve kocası; 4. boyutta şimdi
Nibiru'nun ikinci kumandanı ve Marduk'un oğlu Nabu'nun, 3. boyuttaki Barrie Konicov'un yüksek benliği.
Shalandrai: Devin, Jelaila ve Jehaila'nın 9. boyuttaki kız kardeşleri; Kavantai'nin kız kardeşi ve karısı; 6.
boyuttaki Enlil'in ve 3. boyuttaki Susanne Konicov'un yüksek benliği.
6. Boyut Avyon Kraliyet Soyu
Anu: Nibiru'nun eski hakimi ve kumandanı; Galaktik Federasyon'un 6. boyut Nibiruan Konseyi'nin lideri;
Ninhursag, Enki ve Enlil'in babası; Marduk'un büyükbabası; Devin'in 6. boyuttaki benliği.
Ninhursag: Anu'nun Feline/Carian karısı Rayshondra'dan doğma kızı; Dünya Görevi'nin Şef Tıp Subayı;
Jelaila'nın 6. boyuttaki yüksek benliği ve Enki ile birlikte insanoğlunun yaratıcılarından biri.
Enlil: Anu'nun, üvey kardeşi Antu'dan doğma oğlu; Cennet (Nibiru) ve Dünya'nın prensi; Enki ve
Ninhursag'ın üvey kardeşi; Marduk zorla almadan önce Dünya ve Nibiru tahtlarının haklı sahibi.
Enki: Anu'nun Dünya'nın Ejderha Kraliçesi Dramin'nden doğma oğlu; Enlil ve Ninhursag'ın üvey kardeşi;
9. boyuttaki Jehovah (Jehaia)'nın 6. boyuttaki benliği; Damkina (Ninki)'nın kardeşi ve kocası; Ninhursag
ile birlikte insanoğlunun yaratıcılarından biri; Mısır hakimi Ptah olarak bilinir.
Ninurta: Enlil'in üvey kız kardeşi Ninhursag'dan doğma oğlu; Anu'nun torunu.
44
Adad: Enlil'in resmi karısı Ninlü'den doğma oğlu; Anu'nun torunu.
Nannar: Enlil'in resmi karısı Ninlil'den doğma oğlu; Anu'nun torunu.
Inanna: Nannar'ın resmi karısı Ningal'dan doğma kızı; Ereshkigal'ın üvey kardeşi; Anu'nun torununun
torunu.
Ningishzidda/Thoth: Enki'nin Ereshkigal'dan doğma oğlu; Anu'nun torunu; Quetzalcoatl olarak da
bilinir.
Ereshkigal: Nannar'ın Yılan Prenses'ten doğma kızı; Nergal'ın karısı ve Inanna'nın üvey kardeşi.
Nergal: Enki'nin oğlu; Altdünya'nın Efendisi (Afrika Madenleri) ve Ereshkigal'ın kocası.
Dumuzi: Nannar'ın oğlu; Inanna'nın kardeşi ve kocası.
4. Boyut Avyon Kraliyet Soyu
Marduk: Enki'nin Ejderha Prenses Damkina (Nin-ki)'dan doğma oğlu; Satain'in 4. boyuttaki benliği; Kara
Güçler'in lideri; Nibiru ve Dünya'nın şimdiki hakimi ve kumandam.
Nabu: Marduk'un oğlu; şu anda Nibiru'da; Anu'nun torununun torunu; Kavantai'nin 4. boyuttaki benliği
ve Devin'in kardeşi.