14 Aralık 2019

TASAVVUFTA HARFLERİN SIRLARI

TASAVVUFTA HARFLERİN SIRLARI
Harfler kelimelerin yapı taşlarıdır. 
Kelimeler harflerden oluşur. Dolayısıyla harflerin sırları kelimelerde birleşerek onlara anlamlar ve sırlar yüklerler. Kelimelerin sırlarını anlamak için harflerin sırlarını anlamak gereklidir. Harflerin sırlarını anlamak ve onların kelimelerdeki etkilerini incelemek kolay bir iş değildir. Ancak sırlar ilmine vakıf olan insanlar keşif yoluyla bu sırları algılayabilirler. Her alem için olduğu gibi, harfler aleminin de kendisiyle ibadet ettiği bir şeriatı vardır. 
Onlara yönelik hitap sadece emirdir. Onlarda yasak bulunmaz. Harfler yükümlü insan alemi gibidir. Başka alemlerden farklı olarak, yükümlü tutulmada değil,  hitapta kendisine ortaktır. Onların içinde kendi türlerinden elçiler vardır. Harfler alemi dil bakımından en fasih ve açıklama yönünden en saf alemdir. Onlar da insan gibi bütün hakikatleri kabul ederler. Alemin diğer kısımları ise böyle değildir. Bu nedenle insanlarda olduğu gibi harflerin içinde de Kutup vardır. Harflerin kutbu Elif harfidir. İnsanlarda kutup makamı her şeyi ayakta tutan hayattır. Bu makam kutuba özeldir. Çünkü o, bütün himmetiyle alemde dolaşır. Elif te ruhaniyetinin her yönünden harflere sirayet eder. 
Elif harfinin boğazda, harflerin seslerinin çıkış yerlerinin sonundan, ki o nefesin çıkış yeridir, nefeslerin son çıkış yerine kadar nefes olarak yayılır ve dıştaki havaya kadar uzar. Dolayısıyla elif bütün harflerin mahreçlerini (çıkış yerlerini) dolaşmış olur. Yani elif harfinin sesi ortaya çıkınca bütün harflerin sesleri de ortaya çıkmış olur. İşte bu, Elif’in her şeyi var eden olmasıdır.  Bu özellik Elif’e ait olan 1 rakamının yönünden de geçerlidir. Bütün harfler Elif harfine yerleşir ve ondan oluşur. Fakat Elif ise onlara yerleşmez. Elif ancak kendi ruhaniyetine yerleşir. Aynı şekilde 1 de sayılara yerleşir ama kendisi sayı değildir. Harflerden ikisi imamdır. Bunlar illetli Vav ve Ya’dır. Onlar uzatma, yumuşatma harfleridir. Evtâd (direkler) ise dört tanedir: Elif, Vav, Ta ve Nun. Onlar irabın alametleridir. Harflerden ebdal (bedeller) ise yedidir: Elif, Ya, Vav, Nun, Te, zamir Te’si ve Kef’i ve He’si.
Allah Kur’an’daki bilinmeyen (mukattaa) harflerin ilkini yazıda Elif (Bakara suresinin başı),
lafızda Hemze, sonuncusunu ise Nun (Kalem suresinin başı) yaptı. Elif, Zat’ın yetkin varlığının remzidir. Çünkü o herhangi bir harekeye muhtaç değildir. Nun alemin bir yarısının remzidir. Söz konusu kısım birleşik alemdir. Birleşik alem felekten ortaya çıkan dairenin yarısıdır. Diğer yarısı ise akledilir Nun’dur. Akledilir Nun, nokta ile işaret edilmiştir. Akledilir Nun görülseydi ve ruh aleminden intikal etseydi, hiç kuşkusuz kuşatıcı daire olurdu. Fakat varlığın yetkinliğinin bağlı olduğu bu ruhani Nun gizlenmiş ve duyulur nokta ise ona delil yapılmıştır.
Harflerin Mertebeleri
Harfler çeşitli mertebelere sahiptirler. Yalın olarak harfler dört kısım mertebededir. Birinci kısım, mertebeleri 7 felek olan harflerdir. Bunlar Elif, Ze ve Lâm’dır. İkinci kısım, mertebeleri 8 felek olan harflerdir. Bunlar Nun, Sad ve Dat harfleridir. Üçüncü kısım, mertebeleri 9 felek olan harflerdir. Bunlar Ayn, Gayn, Sin ve Şın’dır. Dördüncü kısım ise mertebeleri 10 felek olan harflerdir ki bunlar da geri kalan on sekiz harftir. Buna göre her harf, ya 7, ya 8, ya 9 ya da 10 feleklten meydana gelmiştir. Buna göre bütün yalın harflerin meydana geldiği feleklerin toplam sayısı 261 dir.
Bir harfin meydana geldiği feleklere göre tabiatları farklı olur. Felekler arasında girişimler ve iç içe geçmeler söz konusudur. Feleklerin hareketlerinden, unsurların temel belirleyicisi olan sıcaklık, kuruluk, soğukluk, yaşlılık oluşur (bak: Menziller, Burçlar ve Unsurlar Feleklerinin Sırları). Hareketinden sıcaklığın meydana geldiği feleklerin sayısı 203 tür. Hareketlerinden kuruluğun meydana geldiği feleklerin sayısı 241 dir. Hareketlerinden soğukluğun meydana geldiği feleklerin sayısı 65 dir. Hareketlerinden yaşlılığın meydana geldiği feleklerin sayısı 27 dir.
Kendisine ait olan harflerin Elif, Ze, Lâm olan yedili mertebe,  yükümlü tutan ilahi mertebeye aittir.  İnsanın harfler aleminden payı, Nun, Sad ve Dat harflerinin ait olduğu 8 li mertebedir. Cinlerin harfler aleminden payı, Ayn, Gayn, Sin ve Şın’ın ait olduğu 9 lu mertebedir. 10 felekten oluşan harflerin mertebesi de meleklerin harfler aleminden payıdır.
İlahi mertebenin üzerinde bulunduğu hakikat nedeniyle, bu harflerden ilahi mertebe için üç şey meydana gelir. Bu üç şey Zat, Sıfat ve Zat-Sıfat arasındaki bağdır. Bu bağ sayesinde sıfatın Zat tarafından kabul edilmesi gerçekleşir. Çünkü sıfat, kendisiyle nitelenme ve onun gerçek konusuna ilişmek hakkına sahiptir. Mesela ilim, kendisini bilene ve bilinene bağlar (bak: 3 sayısının özelliği, Tasavvuf ve Sayılar). İrade, kendisini irade eden ve edilene bağlar.
İlahi mertebenin tahsis edildiği Elif, Ze ve Lâm harfleri, başlangıcın reddine delalet eder ki o da ezel demektir. İlahi mertebe ve insan mertebesine tahsis edilen harflerin sayısı eşittir ve 3 tür. İnsan mertebesine tahsis edilen harfler Nun, Sad ve Dat’dır. Kul ilahi suretine göre yaratılmış olması nedeniyle Rabbine olduğu gibi kendisine de üç harf tahsisi edilmiştir. Ancak kulluk, ilah olmayı sağlayan hakikatlerde Rabliğe ortak değildir. Hak, kadîm olmak özelliği ile kullarından farklı olduğu gibi, kullar da sonradan olmak özelliği ile Allah’tan farklıdır.
Kulun üç hali vardır: Birincisi başkasıyla değil sadece kendisi ile olan halidir. Bu hal, içinde kalbinin her şeyden gafil olduğu vakittir. İkincisi Allah karşısındadır. Üçüncüsü alem ile olduğu vakittir. Allah Teâlâ ise bahsettiğimiz bu konuda bizden farklıdır. Çünkü O’nun iki hali vardır: Birincisi kendisi nedeniyle, ikincisi yarattıkları nedeniyle olan halidir. Hakk’ın üzerinde herhangi bir varlık yoktur ki Hakk’ın o şeye ilişmesi söz konusu olsun.
İnsan mertebesine ait olan Nun harfinde öyle sırlar vardır ki, bunları sadece ölmeden önce ölen kişi işitebilir. Elif, Ze ve Lâm harfleri Hakk’ın ezeli olduğunun bilgisini verdiği gibi, Nun harfi de insanın ezeli oluşunun bilgisini verir. Şu var ki, ezeli oluş Hakk’ta açıktır. Çünkü Hakk, Zatı gereği ezelidir ve O’ndan öncesi yoktur. İnsanda ise ezeli oluş gizlidir ve bilinmez. Çünkü ezeli oluş insanın zatında açık değildir. İnsanda ezeli oluş, ilahi ilimde bulunuşu yönü nedeniyle geçerli olabilir. Dışta suretine göre var olduğu sübut haline ilişen ezeli – kadim ilimde bulunması yönüyle insan ezeli olarak mevcuttur. Sübût hali, dışta (evrende) var olmak ile yokluk (gayb aleminde)  arasında ki bir ara durumdur ve ilahi ilimde bulunuşa işaret eder. Yani insanın ezeli oluşu, Allah Teâlâ’nın ilminde mevcut olması yönü bakımındandır. Bu konuyla ilgili keşif yoluyla tespit edilmiş bir çok sırlar mevcuttur. Bununla beraber, Arif, bu sırları bilgi ve meşrebinde ehli olanlar arasında veya teslimin en üst derecesinde bulunanlara açıklar. Bu iki sınıfın dışındakilere ise bu sırların açıklanması haramdır.
Harflerin sırları anlatılarak tüketilemez. İbn Arabî Hazretleri bu konuda Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde şöyle söylemektedir:
“Bu harflerin sırlarından ve hakikatlerinin gereklerinden söz açmış olsaydık, el yorulur, kalem yaya kalır, mürekkep kurur, Levh-i Mahfuz bile olsa kağıt ve levhalar yetişmezdi.”
Bu konu ile ilgili ayetler şunlardır:
Deki: “Eğer Rabbinin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecektir, bir mislini daha yardımcı yardımcı getirsek bile.” (Kehf, 18/109)
Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah’ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Lokman, 31/27)
Kelimelerin sırları
“Kelime” sözcüğü yara anlamına gelen kelem’den üretilmiştir. Kelimeler harflerin birbirine eklenerek düzenlenip, harekelendirilerek elde edilmişlerdir. Kelimeler oluşmadan, harekelerin alemiyle harfler aleminin karışmasında bir yarar yoktur. Harflerin kelime halinde düzenlenmesi, yaratılışımız hakkındaki şu ayetteki duruma benzer: “Onu düzenleyip ruhumdan üflediğimde” (Hicr,15/29). Buradaki ruhun üflenilmesi, kelimenin düzenlenmesinden sonra söz konusu harflere harekelerin konulmasıdır. Böylece, ruh üfleme sayesinde içimizden birisi insan diye isimlendirildiği gibi, harflerin birleşip harekelenmesinden de kelime diye isimlendirilen başka bir yaratılış meydana gelir. İşte kelime ve lafız (söz) alemi, harfler aleminden böyle ortaya çıkar.
Buna göre kelimeler için harfler, cisimlerimizin varlığını ayakta tutmak için su, toprak, ateş ve hava gibi maddelerdir.Bu maddelerin birleşiminden sonra Allah emrinden olan ruhunu ona üflemiş ve insan olmuştur. Aynı şekilde rüzgar da istidat kazandığında kendisine ruh üflenip cin oluşur. Işık istidat kazandığında ilahi emirden olan ruhun üflenişini kabul ederek melek oluşur.
Bu yapı ortaklığından dolayı, kelimelerin bir kısmı insana benzer ki bu kısım çoğunluktur. Bir kısmı melek ve cinlere benzerler ki bunlar görünmezdir. Bunlar azınlıktırlar.
Kelimeler içindeki her harf kendi hakikatinin gerektirdiği şeyi onda meydana getirir. Kelimelerin hakikati, harflerin hakikatlerinin birleşimi ile oluşur. Eğer harflerden biri kelimeyi terk ederse kelimenin hakikati kaybolur ve yok olur.
Harfler kelimeler içinde bazen tekil, bazen çift ve bazen çoğul halindedir. Bunların da anlamları vardır. Tekil yapılanlar kulun kalıntısının ezeli olarak silindiğine ve yok olduğuna işaret eder.  Çift yapılanlar, hal olarak kulluk kalıntısının varlığına işaret eder. Çoğul yapılanlar, sonsuz olan bilgilerle ebede işaret eder.Başka bir ifadeyle, teklik ezelî deryaya, çoğul ebedî deryaya ve çift ise Muhammedî berzaha aittir.
Allah’ın kelimelerini inceleyip öğrenenler için şaşılacak sır ve işaretler vardır. Bu ilahi ilimler teorik düşünce ve tefekkür ürünü olsaydı, hiç kuşkusuz onları en kısa sürede öğrenirdi. Fakat onlar kulun kalbine peş peşe gelen Hakk’ın tecellileri ve onun saygın ruhlarıdır. Bunlar Hakk’ın gayb aleminden “Kendi katından bir  rahmet ile” ve “Kendi katından olan bilgi ile” kula iner. Böyle bir ilişki ile eserlerin ve kitapların nasıl yazıldığını İbn Arabî Hazretleri aynı kitabında şöyle anlatmaktadır:
Bizim eserlerimiz ilahi mertebenin kapısına bağlanmış kalplerdir. Kapının açılmasını gözetler ve her türlü (kazanılmış) bilgiden soyutlanmış muhtaç bir halde bekler. Bilincini yitirdiği için o makamdayken bir şeyden sorulsa sorulanı duymaz. Perdenin ardından bir şeyler kendisine parıldarsa süratle ona bağlanmaya koşar ve kendisine tanımladığı duruma göre onu algılar. Binaenaleyh bazen bir şey, adette, düşüncede, teorik akılda ve zâhir bilgi ve bilginlerin kabul ettiği ilişkinin gerektirmediği kendi türdeşi olmayan bir şeye bağlanır. Halbuki bunun sebebi sadece keşif ehlinin farkına vardığı gizli bir ilişkidir.”
Bizim yaptığımız ise bu Hazretlerin anlattıklarını sizlere aktarmaktır. Burada anlatılanlar kendi aklımızla oluşturduğumuz nesneler değildir. Sadece, İbn Arabî gibi tasavvuf ehli ilim adamlarının elde ettiği keşif bilgilerini okuyucuya sunmaktır.
Allah İsmindeki Harflerin Sırları
Allah isminin harfleri Elif, Lâm ve He dir. Elif ve Lâm harf-i tariftir, yani ismi belirleme aletidir. Arapça’da bir kelimenin başına Elif ve Lâm gelirse onu belirli hale getirir. İsmin sonundaki He harfi de Hüve zamirinin tarifidir. Bu üç harften oluşan Allah ismi, vâcibu’l-vücûd  (varlığı zorunlu) olan Zat’ın özel ismidir. Buna göre, bu mübarek isimde üç çeşit tarif sebebi bir araya gelmiş bulunmaktadır. Bir kelimenin tarif edilmesi için bir harfin yeterli olmasına karşın, Allah isminde üç ayrı tarif harfinin özel bir anlamı olmalıdır. Bu anlam, bu ismin ifade ettiği şeyin (Allah’ın Zatı), azametinin kemali, derecesinin yüksekliği ve makamının uluvviyeti sebebiyle hiçbir şekilde tarif edilemez, açıklanamaz olduğudur.
Allah Teâlâ, idrak edilmekten çok yüce, tarif edilmekten çok üstün ve bilinmekten çok uludur. Bu nedenle bu isim diğer ilahi isimlerden ayrıdır ve onların hükümlerine tabi olmaktan uzaktır. Bu isimde, ismin ifade ettiği şeyin bilinmesi yoktur, sadece diğer her şeyden ayrı olduğunun bilinmesi vardır. Allah’ı bilmek O’nu bilememektir.
Hüve zamirinin kendisinin belirliği, onun işaret ettiği mana olan Allah’ın Zat’ını ifade etmede yetersizdir. Dolayısıyla onun tarifine yardımcı olmak için başa Elif ve Lâm getirilmiştir. Lâm harfinin şeddeli (çift) olması ise tarifte mübalağa içindir. Bunlara rağmen Zat’ın belirli olarak bilinmesi mümkün olmadı. Bu da, Allah isminin diğer isimlerden tamamen faklı olduğu göstermektedir.  Bu şekilde yaratıklar O’nu tanımada aciz kalmışlardır. Çünkü Allah Teâlâ anlaşılamaz ve asla tarif edilemez.
Kur’an’daki Harflerin Sırları
Arapça harfleri ile yazılmış olan Kur’an, Arapça harflerinin terkibiyle kelimeler, ayetler ve surelerden oluşmuştur. Harflerin sırları, oluşturduğu kelimelere, ayetlere ve surelere ayrı ayrı anlamlar ve hikmetler yüklemiştir. Bunları tamamen anlamak çok zor ve hatta imkansızdır. Ancak peygamberler ve sırlar ilminde ilerlemiş en yetkin alimler bunların sır ve hikmetlerini görebilir. Diğer insanlar da, bu seçilmiş kişilerin anlattığı bilgileri öğrenmekle yetinmek zorundadır. Sufilerin dediği gibi, alem Kur’an’ın açılmış ve tafsil edilmiş halidir. Nasıl evrenin bütün sırlarını  akıl ve duyularla anlamak mümkün değilse, Kur’an’ı da zahiri yöntemlerle  anlamak imkansızdır. Harflerin Kur’an’da oluşturdukları sırlar, Kur’an’ın hem zahiri hem de batını yönden incelenmesiyle mümkündür. Bu da ancak sırlar ilmiyle mümkündür.
Kur’an’daki harflerin sırları ile ilgili olarak, İmam Rabbanî Hazretleri  Manevi Yolculuk adlı eserinde şöyle buyurmaktadır:
“Bilmek gerekir ki, Kur’an harflerinden her bir harf, özet olarak bütün kemalatı kapsamaktadır. Uzun surelerdeki özel faziletlerin aynısını kısa surelere de koymuşlardır. Her surenin, her ayetin, hatta her kelimenin özel bir üstünlüğü ve kendisine has fazileti vardır. Tıpkı ilahi şuûnlardan (sıfatlardan) her bir şânın (sıfatın) özet olarak bütün şuûnatı kapsaması, bununla birlikte özel bir fazilet ve tesirinin bulunması gibi.”  
Elif-Lâm-Mim’deki sırlar
Bakara suresinin başındaki Elif-Lâm-Mim’deki Elif tevhide, Mim yok olmayan mülke, Lâm ise ikisi arasındaki bağı göstermektedir.
Elif-Lâm-Mim bir harftir. Onun üç sayıda olması, alemlerin birleşim olmasındandır. Üst alemde olan hemze (Elif), orta alemde olan Lâm ve aşağı alemde olan Mim’dir.
Elif tek zattır, yazının başında bulunduğunda onun herhangi bir harfe bitişmesi doğru değildir.  Elif-Lâm-Mim’deki Elif, Fatiha suresinin son kelimesi olan “dalalette olmayanlardan” ifadesinden sonra getirilmiş, âmin ise gizlenmiştir. Çünkü o melekût aleminden olan bir bilinmezdir.
Elif Zat’a delalet eder. İnsanın alemde halife olması gibi, Elif’te harfler aleminin halifesidir. Dolayısıyla bilinemez. O, hareke kabul etmeyen zat gibidir. Hareke kabul etmeyince, bilinmesi ancak niteliklerin ondan soyutlanması ile mümkün olabilir. Biz Elif’i değil, Elif’in ismini okuduk. Bu da fetha harekesiyle hemzenin okunması demektir. Bu durumda hemze, ilk yaratılmış olan şeyin yerini almıştır. Hareke ise onun ilmi niteliğidir. Elif ise ancak kendinden önce bulunan ve ona bitişik harekeli bir harfle okunabilir.
Besmeledeki harflerin sırları
Besmele gizli bir mübtedanın (başlangıç ismi) haberi olmuştur. Besmele bu şekli ile bir isim cümlesidir. Söz konusu başlama, alemin varlığının başlaması ve ortaya çıkmasından ibarettir. Dolayısıyla alemin ortaya çıkışı “Bismillahirrahmanirrahim” dir. Başka bir ifadeyle Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla alem ortaya çıkmıştır.
Besmele üç ilahi isme tahsis edilmiştir. Allah ismi bütün isimleri toplayan isimdir. Er-Rahman ismi genel bir niteliği gösterir. Dolayısıyla Allah dünya ve ahiretin Rahman’ıdır. Bu genel rahmet ile Allah alemdeki her şeye dünyada rahmet eder. Rahim ismi ise, ahiret hayatında iman eden herkese tahsis edilmiştir. Alem bu üç isim vasıtasıyla ayrıntılı olarak tamamlanmıştır.
Besmele “Bismi” (bi-ismihi, Allah’ın adıyla) kelimesi ile başlar. Bu kelimenin ilk harfi Ba harfidir. Dolayısıyla varlık Ba harfi ile zuhur etmiş, ondaki nokta sayesinde ibadet eden ettiğinden, âbid mabuddan ayrılmıştır. Söz konusu ayrım, kulun, kulluk hakikatinin gerektirdiği şekilde var olmasıdır. Şeyh Ebû Medyen (ra) şöyle demiştir: “Her ne gördüm ise üzerinde Ba yazılıydı.”.
Bütün varlıklara eşlik eden Ba harfi, cem ve vücûd (vahidiyet mertebesi) mertebesindeki Hakk’ın mertebesindendir. Yani her şey Ba harfi vasıtasıyla var olmuş ve ortaya çıkmıştır. Ba’nın noktası, var olanları gösterir. Böylece Ba harfinde üç tür meydana gelmiştir. Ba’nın şekli, nokta ve hareke. Alemler ise üçtür. Bunlar Ba’nın şeklinin gösterdiği melekût alemi, noktasının gösterdiği ceberut alemi ve harekesinin gösterdiği şehadet ve mülk alemidir. Bu harflerin besmelede birleşmesi birçok sırlar içerir.
Her harfin özel sırları
ا    (Elif)  : Elif’in makamı, cem (birlik) makamıdır. Ona ait isim Allah; sıfat ise kayyumluktur. Ona ait mertebeler bütün mertebelerdir. Elif, dairenin noktası ve çevresi, alemlerin basiti ve bileşiğidir. Ona ait sayı 1 dir.
ء    (Hemze) : Hemze şehadet ve melekût aleminden olan harflerdendir. Çıkış yeri boğazın bitimidir. Sayıda bir mertebesi yoktur.
ب     (Ba)  : Ba harfi mülk, şehadet ve kahır alemindendir. Çıkış yeri iki dudaktandır. Yolun başı ve sonu ona aittir. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru ateştir.  Sayısal değeri 2 dir.
ت      (Te)  :  Te, gayb ve ceberut alemindendir. Çıkş yeri Dal ve Tı ile aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır.  Sayı değeri 404 dür.
ث     (Se) :  Se, gayb, ceberut ve lütuf alemindendir. Çıkış yeri Zı ve Zel ile aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 505 tir.
ج    (Cim)  :  Cim, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri damakla dilin ortasıdır. Tabiatı soğukluk, sıcaklık, kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 3 tür.
ح     (Ha) : Ha, gayb alemindendir. Çıkış yeri hançerin ortasıdır. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri 8 dir.
خ     (Hı) :  Hı, gayb ve melekut alemindendir. Çıkış yeri hançerin ağızdan sonra gelen kısmıdır. Başının tabiatı soğukluk ve kuruluk, bedeninin diğer kısmının tabiatı sıcaklık ve yaşlıktır. Büyük unsuru hava, küçük unsuru topraktır. Sayısal değeri 600 dür.
د    ( Dal)  :  Dal, mülk ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri Tı harfi ile aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 4 tür.
ذ   (Zel)  :  Zel, şehadet, ceberut ve kahır alemindendir. Çıkış yeri Zı harfinin çıkış yeri ile aynıdır. Tabiatı sıcaklık ve yaşlık, unsuru havadır. Sayısal değeri 707 dir.
ر    (Ra)  :  Ra, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin yüzeyinden ve ön dişlerin üzerindendir. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru ateştir. Sayısal değeri 200 dür.
ز    (Ze)  :  Ze, şehadet, ceberut ve kahır alemindendir. Çıkış yeri Sad ve Sin ile aynıdır.  Tabiatı sıcaklık  ve kuruluk, unsuru ateştir. Sayısal değeri 7 dir.
س    (Sin)  :  Sin, gayb, ceberut ve lütuf alemindendir. Çıkış yeri Sad ve Ze’nin mahreciyle aynıdır. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru ateştir. Sayısal değeri nur ehline göre 60, İbn Arabî’ye göre 303 tür.
ش     (Şın)  :  Şın, gayb ve ceberut’un orta alemindendir. Çıkış yeri Cim harfiyle aynıdır. Tabiatı kuru ve yaş, unsuru sudur. Sayısal değerinur ehline göre 300, İbn Arabî’ye göre 1000 dir.
ص    (Sad)  :  Sad, gayb ve ceberut alemindendir. 
Çıkış yeri dilin iki ucu ile alt ön dişlerin biraz üstünün arasındadır. 
Tabiatı sıcaklık ve yaşlık, unsuru havadır. Sayısal değeri nur ehline göre 90, İbn Arabî’ye göre 60 tır.
ض   (Dat)  :  Dat şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ön ucu ile azı dişlerinin arasındadır. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri nur ehline göre 800, İbn Arabî’ye göre 90 tır.
ط    (Tı)  :  Tı, mülk ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ucundan ve ön dişlerin kökündendir. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri 9 dur.
ظ   (Zı)  :  Zı, şehadet, ceberut ve kahır alemindendir. Çıkış yeri dilin iki ucu ile dişlerin uçları arasındadır. Dairesinin tabiatı soğuk ve yaş, boyunun tabiatı sıcak ve yaştır. Büyük unsuru su, küçük unsuru havadır. Sayısal değeri nur ehline göre 900, İbn Arabî’ye göre 808 dir.
ع     (Ayn)  :  Ayn, şehadet ve melekût alemindendir. Çıkış yeri hançerinin ortasıdır. Tabiatı sıcaklık ve yaşlıktır. Sayısal değeri 70 tir.
غ    (Gayn) :  Gayn şehadet ve melekût alemindendir. Çıkış yeri hançerinin ağza en yakın kısmıdır. Tabiatı soğukluk ve yaşlık, unsuru sudur. Sayısal değeri nur ehline göre 1000, İbn Arabî’ye göre 900 tür.
ف   (Fe)  :  Fe, şehadet, ceberut, gayb ve lütuf alemindendir. Çıkış yeri alt dudağın içinden ve ön dişlerin uçlarındandır. Tabiatı sıcaklık, soğukluk ve yaşlıktır. Sayısal değeri 88 tir.
ق   (Kaf)  :  Kaf, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin sonundan genzin üzerine doğrudur. Tabiatı ilk analardır. Sonu sıcak ve kuru, diğer kısımları soğuk ve yaştır. Unsuru su ve ateştir. Sayısal değeri 100 dür.
ك     (Kef)  :  Kef, gayb ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri Kaf’ın mahreciyle aynı, fakat ondan daha aşağıdadır. Tabiatı sıcaklık ve kuruluk, unsuru sudur. Sayısal değeri 20 tir.
ل    (Lâm)  :  Lâm, şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ucundan bitimine kadar olan yerdir. Tabiatı sıcaklık, kuruluk ve soğukluktur. Büyük unsuru ateş, küçüğü ise topraktır. Sayısal değeri 30 tur.
م       (Mim)  :  Mim, mülk, şehadet ve kahır alemindendir. Çıkış yeri Ba’nın mahreciyle aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 40 tır.
ن      (Nun)  :  Nun, mülk ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin ucundan ve ön dişlerin üzerindendir. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 55 tir.
و      (Vav)  :  Vav mülk, şehadet ve kahır alemindendir. Çıkış yeri iki dudak arasıdır. Tabiatı sıcaklık ve yaşlık, unsuru havadır. Sayısal değeri  6 tır.
ه      (He)  :  He gayb harflerinden biridir. Çıkış yeri hançerinin sonudur. Tabiatı tıpkı Utarit gibi soğukluk, kuruluk, sıcaklık ve yaşlıktır. Büyük unsuru toprak, küçüğü havadır. Sayısal değeri 5 tir.
ى      (Ya)  :  Ya harfi şehadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri Şın harfinin mahreciyle aynıdır. Tabiatı ilk analardır. Büyük unsuru ateş, küçük unsuru sudur. Sayısal değeri  10 dur.
Ebced  Hesabı
Arap imlasında sayı ifadesi için bazen harflerden faydalanılır. Bu hesaba  “ebced hesabı” denir. Ebced hesabı harflerin sayı değerine dayanan bir sayı sistemidir. Alfabenin başka ve eski bir sırasına göre her harf 1’den 1000’e kadar bir sayıyı karşılar. Harflere karşı gelen sayılar, yukarıdaki tablodan görüldüğü üzere, keşif ehli tarafından harflerin bazı sırları yoluyla tespit edilmiştir. Bu sayı değerleri keşif ehli arasında bazıları için farklılıklar göstermektedir. Ancak ekseriyet, aşağıda tablo olarak verdiğimiz sayı değerleri üzerinde mutabık kalmışladır. Bu sayı değerleri bazılarının düşündüğü gibi uydurularak ortaya çıkmamıştır. Bunlar harflerin tasavvufî sırlarının keşif edilmesiyle belirlenmiştir.
HarfSayı DeğeriHarfSayı DeğeriHarfSayı DeğeriHarfSayı Değeri
ا1د4ض800ك20
ب2ذ700ط9ل30
ت400ر200ظ900م40
ث500ز7ع70ن50
ج3س60غ1000و6
ح8ش300ف80ه5
خ600ص90ق100ى10
Arap alfabesine Farsça ve Osmanlıca ilave edilen  pe, çe, je  harflerinin değerleri sırasıyla ba, cim, ze harflerinin değerleriyle aynıdır. Ebced hesabıyla bilhassa devlet büyüklerinin ve meşhurların ölüm, doğumları ve büyük önemli olayların tarihini belirtmekte (tarih düşürmek) kullanılır.
Harflerle rüya tabiri
İbn Arabî Hazretlerine ait bir rüya tabiri ilmini aşağıda sunuyoruz. Bu ilim, rüyada görülen eşyanın yazılışının ilk harfi ile rüyayı yorumlar. Örneğin rüyada gördüğün ilk eşya şemsiye ise, şemsiye kelimesinin yazılışındaki ilk harf ş olduğundan, Arapça karşılığı Şın harfidir. Şın harfinin yorumlanması “İşlediği işe pişman ola” olduğundan, şemsiye ile beraber görülen ortam veya kişinin pişmanlık duymakta olduğu şeklinde yorumlanır. Rüyada masa görülürse, masanın yazılışının ilk harfi m, Arapça karşılığı  Mim harfi olduğundan, bunun yorumu “Muradına erişe, sevine” olacaktır. Yani rüyada masa gören kişi muradının gerçekleşeceği şeklinde yorumlayabilir. Tabii ki masanın ne durumda olduğu da önemlidir. Eğer masa kenara çekilmiş ve bir yere dayanmış olarak duruyorsa, muradın terk edilmiş olduğu yönünde bir yorum yapılabilir. Eğer masanın üstünde bir obje varsa, bu objenin simgelediği özelliğin gerçekleşeceği anlamı verilebilir. Bunlar rüya yorumlamanın bir çeşit tamamlamalarıdır.
İbn Arabî Hazretlerinin Rüya Tabirleri
Harfler  ve  Yorumlar
Elif  :         Mertebesi yüce ola
 Be   :         Rahat bula geçine
 Te   :          İlme veca eser ola (ilme düşe)
 Se  :          Nusretli ve saadetli ola
 Cim :        Düşmana fırsat bulup, galip ola
 Ha  :         Ululuğa şebi, ömrü uzun ola
 Hı  :          Muradına erişe, gayet sevine
 Dal :         Haceti zahmetsiz eline geçe
 Zel :         Çok mal eline gire, sevine
 Ra  :         Mal ve devlete erişe
 Ze  :         Din ve ağnağ bula
 Sin :         Korkudan emin ola
 Şın :         İşlediği işe pişman ola
 Sad :        İlim vadisine tamam erişe
 Dat :       Mal hasıl ola ve mal ucunda eli darala
 Tı :          Düşmanlarına galip ola
 Zı :          İçi acuna ve kaygu çeke
 Ayn :      Gönlü teşviş ola
 Gayn :     Nefsine zulüm ede
 Fe :         Düşmana galip gele
Kaf :        Devletli ola sevine
 Kef :       Gaipten bir haber gele sevine
 Lâm :     Korkusundan emin ola
 Mim :    Muradına erişe, sevine
 Nun :     Melul ola, belki ağlaya
 Vav :      Haceti reva ola, sevine
 He :       Beyler ucunda gönlü kıırıla
 Ya :       Gazi ve itaatları çok ola
Bu rüya tabirinin kaynağını bilmiyoruz. Ancak bu bilgiler bize tasavvuf ehli olan kişiler tarafından verilmiş ve İbn Arabî Hazretlerine ait olduğu söylenmiştir. Ayrıca bu Sufiler, bu yorumların denenmiş olduklarını ve doğru olduklarında kendilerinin herhangi bir şüphelerinin bulunmadığını ifade etmişlerdir. Yukarıdaki rüya tabirlerindeki iddialar, söz konusu harflerin, İbn Arabî tarafından keşfedilmiş olan sırlarıyla yakından ilgilidir. Dolayısıyla bu rüya tabirlerinin de İbn Arabî Hazretlerine ait olduğunu düşünmemizde bir sakınca yoktur.
Sonuç
Alemde hiçbir şey boşuna ve lüzumsuz yaratılmamıştır. Her şey bir hikmet ile yaratılmıştır. Bu hikmetler sonsuz sırlar içermektedir. Harfler de Allah’ın yarattığı nesnelerdendir. Onların da bir alemi olup, bir çok hikmet ve sırlar içermektedir. Bu hikmet ve sırları görmek akıl ve duyularla mümkün değildir. Ancak sırlar ilmi yardımıyla bu sırların bir kısmı öğrenmek mümkündür.
Harflerin sırlarını keşif yoluyla inceleyen en önemli Sufi, İbn Arabî Hazretleridir. Harflerin sırları, İbn Arabî Hazretlerinin Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabının 1. Cildinin 2. Bölümünde detaylı olarak anlatılmaktadır.
Harflerin sırlarının incelenmesiyle Kur’an ayetlerinin sırları, iman şubelerinin sırları, yaratmanın sırları öğrenilebilir. Bu sırları öğrenmek o kadar kolay değildir. Bu sırları öğrenebilmek için, ölmeden önce ölen kullardan olmak gerekir.  Bu da ancak gerçek bir Sufi olmakla mümkündür.
Allah’ın ilmi sınırsızdır. Bize ise bu ilimden çok az bir kısım verilmiştir. Bu çok az kısmını bile elde etmek için insanın çok gayret etmesi gerekir. Bu konuyla ilgili web sitemizde birçok makale yayınlanmıştır.
Allah Teâlâ’nın herkesi bu ilahi ilim ve sırlara sahip olmayı nasip etmesini dileriz.
Faydalanılan eserler:
Ariflerin Halleri”, İmam Rabbani, Sufi Kitap, İstanbul, 2006
Füsusul Hikem”, İbn Arabî, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1981
Fütûhût-ı Mekkiyye”, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2006
Harflerin Sırları”, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2015
İlahi İsimler”, İsmail Hakkı Bursevî, Sufi Kitap, İstanbul, 2008
“Manevi Yolculuk”, İmam Rabbani, Sufi Kitap, İstanbul, 2006
“Marifetname”, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Hasankale Derneği, Hasankale, 1980

İLLUMÜNATİ DECCAL



İLLUMÜNATİ DECCAL

SELANİKLİ DÖNMELER

SELANİKLİ DÖNMELER

BEHÇET CANTÜRK'ÜN ANILARI


BEHÇET CANTÜRK'ÜN ANILARI 

DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER


SABATAYİST MEZHEB'İNE MENSUP OLDUĞU BİLİNEN BİRKAÇ ÖRNEK İSİM


SABATAYİST MEZHEB'İNE MENSUP 
OLDUĞU BİLİNEN BİRKAÇ ÖRNEK İSİM: 

(Bu bilginin kesinlik derecesi %99'dur. 
İnanmayan verdiğimiz kaynaklardan araştırır, kendi aklıyla bulur. 
Gelen tepkilerden anlaşıldığı kadarıyla bazı ziyaretçilerimiz bu listedeki isimlerin Sabetaycı olduğuna inanmıyormuş... 
Ah, bu listenin aslında çok çok uzun olduğun bilselerdi. 
Kaynak veriyoruz, oradan okuyun.)
Ali Kırca
Ali BabacanReha Muhtarİhsan DoğramacıSezen Aksu - Tarkan Tevetoğlu
Kemal Derviş
Çetin Altan
Cüneyd Zapsu (RTE Danışmanı)
Güneri Civ(a)oğlu
Güngör Uras
Gülben Ergen
İsmet Berkan
M. Ali Birand
M. Ali Erbil
Mehmet BarlasMelih Kibar
Ruhat Mengi
Serdar Bilgili
Tansu Çiller
Tunca ToskayUmur Talu
Mesut YılmazMurat Birsel
Osman Ulagay
Okay GönensinGüngör Mengi
Tuncay ÖzilhanDinç BilginCavit ÇağlarHüsamettin Özkanve daha yüzlercesi...
Hâlâ inanmıyor olabilirsiniz... Mümkündür... Merak ediyorsanız, kaynakları araştırın. Şimdilik Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün Tekeliyet isimli kitabını öneririz. Korsanda 3'erden 6 milyona satılan
 iki cilt kitap... Eminiz, hayat görüşünüz değişebilir... Bu ülkede bir şeyler olmanın, bir yerlere gelmenin o kadar kolay olmadığını fark edin ve bu durum nasıl değiştirilebilir, karar verin.


SABETAY SEVİ VE SABETAYCILARIN GELENEKLERİ


SABETAY SEVİ VE SABETAYCILARIN GELENEKLERİ

ÇEŞİTLİ YÖNLERİYLE SABETAYCILAR


.ÇEŞİTLİ YÖNLERİYLE SABETAYCILAR

Gani Gönüllü
Türkiye'de Sabetaycılık giderek daha fazla tartışılmaya devam ediyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri  Sabetaycılığın gizli karakteri sebebiyle merak uyandırması, diğeri ise Sabetaycılar arasındaki mücadeleler ve  bu mücadeleler esnasında bazı gizli bilgilerin açıklanmasıdır.
Son olarak, Şişli Terakki Lisesi çerçevesinde meydana gelen mücadeleler sebebiyle ortaya atılan bazı isimler ve CHP ile Sabetaycılar arasında kurulan ilişkiler kamuoyunda ilgi çekti. Konunun ayrıntılarına geçmeden Sabetaycılığın ne olduğuna kısaca bakalım.
Sabetaycılık Nedir?
İspanya'daki Engizisyon zulmünden kaçan Yahudiler 1492 yılında Osmanlı tarafından kabul edildiler ve başta  Selanik ve İzmir olmak üzere çeşitli şehirlere yerleştirildiler. İşte Sabetaycılar bu Yahudiler içinden çıkan bir guruba verilen isimdir.
Sabetaycılığa ismini veren Sabetay Sevi, 1626 Yılında İzmir'de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Haham olarak yetişen ve Yahudi mistisizmi olan Kabbalizme ilgi duyan Sevi, 1665 yılında kendisinin Tevrat'ta beyan edilen ve dünyaya gelip "vadedilen topraklar" da Yahudiliği tekrar hakim kılacak olan Mesih olduğunu iddia etti.
İzmir'li hahamlar Sabetay Sevi'nin Dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verdiler, ama bu kararı uygulayamadılar ve onu Osmanlı sarayına şikayet ettiler. Osmanlı, artan şikayetler karşısında İzmir'li hahamlar gibi onu öldürmedi, ama tutuklayarak Çanakkale'de bir kaleye hapsetti. Faaliyetleri burada da devam eden Sevi'yi yine Yahudi hahamlar Saray'a şikayet edince, Osmanlı bu talepler karşısında kayıtsız kalamadı. Sevi'yi Saraya çağıran Sadrazam hayatı ile iddiaları arasında bir seçim yapmasını istedi. Sevi hayatı yönünde seçim yapmakla kalmadı, Müslüman oldu ve Aziz Mehmet adıyla maaşa bağlandı.
Sabetay Sevi Mesihlik iddialarını terk etmedi. Adamlarına haberler göndererek, kendisinin sadece görünüşte Müslüman olduğunu, gerçekte ise kendi kurduğu Mesihi inancı yaşamaya devam ettiğini duyurdu. Yine faaliyetlerine devam ettiği anlaşılınca, Arnavutluk taraflarına sürgüne gönderildi ve orada öldü. Ama kendisini takip eden 200 aile Selanik'e yerleşerek dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise Sabetaycı-Yahudi olarak yaşamaya devam etti.
Sabetaycı yahut dönme olarak adlandırılan bu grup, Selanik'in Yunanistan'da kalması ile, 1924 yılında yapılan nüfus mübadelesi sonucu Türkiye'ye göç etti ve başta İstanbul'un Şişli ve Nişantaşı semtleri olmak üzere çeşitli bölgelere yerleşti.
Karakaşlar, Kapancılar ve Yakubiler adlı kollara ayrılan Sabetaycılar, şu anda Feyziye Mektepleri, Şişli Terakki Lisesi, Işık Liseleri ve Işık Üniversitesi gibi eğitim kurumlarına, Sabah Gazetesi gibi bir medya grubuna, çok sayıda öğretim elemanı, yazar ve işadamına sahipler. Nüfuslarına oranla etkileri çok fazla olan bu kesim, Sabetaycı kökenlerini gizleyerek hareket ediyor.
Basında Çok Güçlüler
Dönme olduğu bilinen ailelerin başında İpekçi, Simavi, Atabek, Bezmen, Eczacıbaşı, Bilgin gibi aileler gelir. Bunlardan Simavi ailesi uzun yıllar Türk basınında en büyük gazeteleri ellerinde bulundurdular. Sedat Simavi, Haldun Simavi ve Erol Simavi, Türk basınında, Ahmet Emin Yalman'dan (eski Vatan Gazetesi sahibi) sonra Sabetaycı medya grubu olarak Hürriyet Gazetesini uzun süre ellerinde bulundurdular. Erol Simavi'nin bu gazeteyi Aydın Doğan'a satarak yurt dışına (sanırım Belçika'ya) çıkmasıyla basın sektöründen çekildiler.
Onlar sektörden çekilmeden önce bir başka Sabetaycı medya grubu yerini sahnede almıştı bile. Dinç Bilgin'in sahibi olduğu Sabah Grubu idi bu... Özel TV'lere izin verilmesiyle ATV'yi kuran ve bir dizi başka gazete ve dergi de çıkaran bu grubun bünyesinde çok sayıda Sabetaycı yazar da bulunuyor.
Zaman zaman kendi arasında da mücadelelere girişen Sabetaycı kökenli yazarların önemli bir bölümü halen kendilerini gizlemeyi başarıyorlar. Çeşitli şekil ve zamanlarda Sabetaycı oldukları iddia edilen gazeteci ve yazarlar şunlar: Ahmet Emin Yalman (ölü), Abdi İpekçi(ölü), Coşkun Kırca, Güngör Mengi, Ruhat Mengi, Zafer Mutlu, Canan Barlas, Gülçin Telci, Ali Kırca.
Masonluk Rağbette
Masonluğun kuruluşundan itibaren Yahudiliğin etkisinde olduğu ve masonluğu Yahudilerin yönettiği artık sır olmaktan çıkmıştır. Yahudilerin tanrı tarafından seçilmiş ırk oldukları ve diğer bütün insanları yönetmekle görevlendirildikleri şeklindeki inançlarını iyi bilmek gerekir. Bu inanç sebebiyle Yahudiler kendilerinden olmayanlara karşı her zaman çeşitli kurnazlıklar yaparlar ve böyle bir kültür geliştirmişlerdir. İşte Masonluk, Yahudilerin dünyayı yönetme ideallerine hizmet eden ve Yahudiliğin kontrolünde olan gizli bir teşkilattır.
Osmanlı Devleti'nin son dönemine damgasını vuran İttihat ve Terakki ile Selanikteki mason locaları ve Sabetaycıların ilişkileri incelendiğinde, Sabetaycıların diğer ikisi üzerinde önemli bir etkiye sahip oldukları görülecektir.
Kendisi de bir sabetaycı olan Ilgaz Zorlu'dan nakledelim: "...Dikkatle incelendiğinde de görülecektir ki Selanik'te o dönemde mason locaları ve tarikatlerde etkili olan Türk ve Müslüman kimlikli aydınların pek çoğu sabetaycıdır, aslında bunu da normal karşılamak gerekiyor, çünkü sabetaycılar 20.yy ın başlarına gelindiğinde dini kurumlarını giderek ortadan kaldırmışlardı ve o dönemlerde de Yahudilik dinine geri dönme arzularının da kabul edilmemesi neticesinde neredeyse ateist bir hayat yaşamaktaydılar. Hiçbir manevi dayanakları kalmayan bu insanların bu yıllarda ve köken olarak ta onların soylarından gelen diğer kuşakların üyelerinin de sabetaycı kökenli olmaları bir rastlantı değildir.
Nitekim bugün bile Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası'nın Grand Comandör (ya da Türkçe karşılığı ile Hakim Büyük Amir) leri'nin de yine Kapancılar koluna mensup bir aileden gelmesi de şaşırtıcı olmamalıdır."
Sabetaycıların ekonomik güçleri, yüksek kültür seviyeleri ve masonluğun gücü de dikkate alındığında bu grubun çok önemli bir güç haline geldiği ortaya çıkar. Mason dayanışması ile, YÖK, TUBİTAK, Üniversite Rektörlükleri gibi bazı önemli makamlara Sabetaycıların kolayca atanabildikleri bir gerçektir.
Prof Kemal Gürüz, Prof, Bülent Berkarda, Prof. İlter Turan Sabetaycı olduğu iddia edilen Rektör ve YÖK Başkanı iken, Sabetaycı Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası "büyük üstat"ları muhtemelen; eski Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Hayrullah Örs (1901-1977), Prof. Orhan Alsaç ve halen Büyük Üstad görevini yürüten Can Arpaç olmalıdır.
Siyasette Sol ve Özellikle CHP Tercih Edilmiş
Sabetaycıların siyasette İttihat Terakki ile etkili olmaya başladıklarını söylemek sanırım yanlış olmaz. Nitekim İttihat Terakki'nin ilk kabinesinde Maliye Nazırı olan Cavid Bey Sabetaycı bir siyasetçiydi. Cumhuriyet döneminde de ilk kabinede yine Maliye Vekili olarak bulunan Cavid Bey, Atatürk'e karşı düzenlenen İzmir suikastine katıldığı gerekçesiyle idam edilmiş...
1924 yılında Karakaş Rüştü adlı şahsın cemaatin içyüzünü Atatürk'e ve TBMM'ye mektup yazarak açıklaması ile siyasi baskı altında kalan Sabetaycılar, 1942 yılında uygulanan Varlık Vergisi uygulamasında "D" grubu adı altında vergiye tabi tutuldular. Bezmenler, Atabekler, Dilberler gibi aileler bu vergiyi ödemek zorunda bırakılmışlardır. 6-7 Eylül olayları da Sabetaycıları olumsuz etkiledi.
Sabetaycıları olumsuz etkileyen bu olayların ilk ikisi CHP döneminde meydana geldiği halde Sabetaycılar CHP'de siyaset yapmayı tercih ettiler. Yine Sabetaycı Cavid Bey Atatürk tarafından idam ettirildiği halde ve Karakaş Rüştü olayında Atatürk döneminde baskı gördükleri halde aşırı Atatürkçü görünmeye özen gösterirler.
Sabetaycıların son dönemdeki en önemli siyasetçisi hiç şüphesiz önce CHP'de siyaset yapan sonra ise DSP'ye geçen şimdiki Dışişleri Bakanı İsmail Cem'dir. Bilindiği gibi İsmail Cem'in asıl soyadı İpekçi'dir, ama sabetaycı olduğunu hatırlattığı için kendisi tarafından kullanılmamaktadır.
Ilgaz Zorlu tarafından kaleme alınan "Gülçin Telci'nin Yazamadıkları, Şişli Terakki Yolsuzluğu" adlı broşürde bazı Sabetaycılarla CHP arasındaki esrarengiz ilişkiler şöyle anlatılıyor:
"Sabetaycı cemaatin "Kapancılar" koluna mensup olan Sayın Can Paker Türk Henkel isimli bir Alman firmasının yönetim kurulu başkanıdır. Sayın Paker uzun yıllar politika ile ilgilenmiş, bir dönem Deniz Baykal'ın danışmanlık görevini üslenmiştir. 1970 li yıllarda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde Turan Güneş ve Deniz Baykal'ın bir arada oluşturdukları bir grup vardır. Bu grubun içinde şu an Şişli Terakki'nin Yönetim Kurulu üyesi olan Prof. Ahmet Yücekök'te görev almıştır (Sayın Yücekök'ün eşi de sabetaycı kökenli bir aileden gelmektedir). ( Aynı grupta yer alanlar arasında Şişli Terakki'nin yönetiminde uzun yıllar yer alan Bülent Tanla'da bulunmaktadır)
Bu kişilerin (şu an elimizde belge olmadığı için tam olarak bilinemeyen bir şekilde) bir siyasi partiye ait bazı taşınmazlara sahip olduklarına dair bir iddia vardır. Sabetaycı cemaat içinde yer alan bazı söylentilere göre bu kişilerin arasında varolan bazı ilişkilerden dolayı menfaat teminleri olduğu da iddia edilmektedir. Ancak bunlar şu an elde belgeler olmadığından ispat olunamamaktadır. Tabii bu, iddiaların araştırılmayacağı anlamına gelmez!"
Zorlu'nun yanısıra, Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak bda konu ile ilgili bir makale yazdı ve şu görüşlere yer verdi:
"CHP ile bu parti arasındaki ilişkinin araştırılması gerek. İddialar son derece mide bulandırıcı. Bilgin ailesi gerçekten Terakki Vakfı'na ait mal varlığının denetimini ele geçirerek, cemaati kendi siyasi ve iktisadi çıkarları için kullanmak mı istiyor? Can Paker bu işin neresinde. Bülent Tanla ve Haluk Arı'nın ortak reklam şirketi CHP'nin seçim kampanyasını alarak, bu cemaatle parti arasında iktisadi manüplasyonlarda mı kullanılıyor? Tanla, Arı ve İlhan Selçuk ortak şirketi Medya C malum sermaye ile Cumhuriyet ve bazı gazeteler arasında haber politikalarına endeksli reklam dağıtımı mı yapılıyor? Bu soruları soruyorum, çünkü bu tür söylentiler artık kulak tırmalamaya başladı. Hatta CHP İstanbul il yönetiminden bazı isimler, laik CHP'nin bir tarikatın arka bahçesi gibi kullanıldığı iddialarının yaygınlaşmasından son derece rahatsız. CHP mi Sabatayları kullanıyor, Sabataylar mı CHP'yi, o da belli değil."
Dilipak şu anda aktif siyasette bulunan Sabetaycıları da şu şekilde açıklıyor:
"Sabatayların bir diğer adı "Dönme" ya da "Selanikli". İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller, Coşkun Kırca, Altan Öymen, Ercan Karakaş bu ekipten olarak bilinir. Bunlar kendilerini zahiren Müslüman olarak takdim etseler de, gizli olarak Yahudi dini, ritüelleri ve geleneklerine bağlıdırlar. Yani takiye yaparlar."
Dilipak'ın söyledikleri doğruysa, CHP lideri Altan Öymen, Ercan Karakaş ve Bülent Tanla'nın yanında, DYP lideri Tansu Çiller ve DSP'li Rahşan Ecevit de sabetaycı kökenden geliyorlar.
Okullar ve Şişli Terakki Yolsuzluğu
Sabetaycıların eğitim sahasında çok büyük yatırımları olduğu ve 1885'te kurulduğu söylenen Feyziye Mekteplerinin 100 yıldan fazla bir tarihe sahip oldukları bilinmektedir. Son zamanlarda Işık Lisekleri ve Işık Üniversitesini kuran Feyziye Mektepleri Vakfı eğitim faaliyetlerine devam ediyor.
Bilgi Üniversitesi mütevelli heyetinde de çok sayıda Sabetaycı olduğu ve Rektör İlter Turan'ın da aynı kökenden geldiği bilinmektedir. Sabetaycılar kimliklerini gizlediklerinden YÖK Başkanı Kemal Gürüz gibi bilinen birkaçı müstesna Devlet üniversitelerinde ne kadar öğretim üyesi ve yönetici bulunduğu bilinemiyor.
Lise seviyesindeki sabetaycı okulların en eskilerinden biri ise Şişli Terakki Lisesidir. Bu okulda son zamanlarda çeşitli yolsuzluklar yapıldığı yine bir sabetaycı olan Ilgaz Zorlu tarafından ortaya atılmaktadır. Zorlu, Sabetaycıların kökleri ile bağlarını güçlendirmeleri ve asıllarına dönmelerini savunuyor.
Cumhuriyet Gazetesi'nin de iddialarda adı geçmekte ve Şişli Terakki Lisesi'nin yönetiminde çeşitli yolsuzluklar yapıldığı öne sürülmektedir. Zorlu bu vesile ile ilgili olarak bazı isimler de vermektedir:
 "Haluk Arığ'ın okulla ilgili olarak yardım gördüğü kişiler şunlardır:

- Ahmet Yücekök ( Siyaset Bilimi Prof.u)
- İlter Turan ( Bilgi Üniversitesi Rektörü)
 - Bora Gönenç
- Fatih Dural
- Can Paker ( Türk Henkel Yön.Kur. Baş. Tusiad üyesi)"

Zorlu ile Şişli Terakki Lisesi yöneticilerinin bu vesile ile mahkemelik olacakları Zorlu'nun broşüründe zikredilmektedir. Eğer bu gerçekleşirse, gizli cemaatin daha pek çok kirli çamaşırı ortaya çıkabilir ve bazı isimler daha verilebilir diye düşünüyoruz.
Sabetaycı olarak çeşitli tartışmalarda ortaya atılan isimler arasında, Halide Edip, Dr. Nazım, halen hayatta olan Yönetmen Halit Refiğ, Prof. Bülent Tanör, müflis işadamı Halil Bezmen, modacı Cemil İpekçi sayılabilir.
İş dünyasından da, Nejat Eczacıbaşı(ölü), Bülent Eczacıbaşı, İshak Alaton, Üzeyir Garih, Atabekler vs. sayılabilir.
Sabetaycı olduğu söylenen eğitim kurumlarının Mütevelli Heyet üyeleri aşağıda verilmiştir:
Feyziye Mektepleri Vakfı Yönetim Kurulu
Başkan Osman ERBELGER,

Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Cumhur FERMAN,
Genel Sekreter Dr. Murat BINARK,
Üye Dr. Özge SEZERMAN,
Üye Mimar. M. Kamil ÖZKARTAL,
Üye Prof. Dr. Ilhami ÇETIN,
Üye Mehmet MISIRLI,
Üye Avukat Gün Han BASIK,
Üye Necmettin GÖKÇE,
Üye Prof. Dr. Sıddık YARMAN,
Üye Altan GÖKÇEK,
Üye Tufan DURGUNOGLU,
Üye Seçkin TÜRESAY

Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti
Başkan, Prof. Dr. Cumhur FERMAN,

Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Bülent BERKARDA,
Başkan Yardımcısı Mimar Kamil ÖZKARTAL,
Raportör Prof. Dr. Ahmet Niyazi KOÇ,
Üye Erden MISIRLI,
Üye Prof. Dr. B. SIDDIK YARMAN,
Üye Çelik ARSEL
Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. SIDDIK YARMAN

 İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti
Oğuz Özerden (Başkanı),

Serdar Mutlu (Başkan Yardımcısı)
Gülten Kazgan
Toktamış Ateş
Bülent Akarcalı
Orhan Gemicioğlu
S. Halit Kakınç
Yiğit Ekmekçi
Cüneyt Akgün
Latif Mutlu Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı
Lale Duruiz Rektör Yardımcısı
M. Orhun Çavdar Genel Sekreter

Rektörlük
Rektör Prof. Dr. İlter Turan

Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Lale Duruiz
Genel Sekreter Orhun Çavdar MBA
Yönetim Kurulu

Prof. Dr. İlter Turan

Prof. Dr. Lale Duruiz
Prof. Dr. Mete Tunçay
Prof. Dr. Beyza Furman
 Prof. Dr. Uğur Alacakaptan
Doç. Dr. Aydın Uğur
Orhun Çavdar

Sabetaycı Nejat Eczacıbaşı tarafından kurulan ve halen Sabetaycı Can Paker tarafından yönetilenTESEV Yönetim Kurulu (1998 Yılı)
Dr. Can PAKER (Başkan)

İshak ALATON
Dr. Yılmaz ARGÜDEN
Doç. Dr. Oğuz BABÜROĞLU
Tarhan ERDEM
Prof. Dr. Üstün ERGÜDER
Doç. Dr. Nihal İNCİOĞLU
Dr. Mehmet KABASAKAL
Hasan KARACAL
Ziya MÜEZZİNOĞLU
Alp ORÇUN
Arıl SEREN
Prof. Dr. İlter TURAN
Fikret TOKSÖZ
Necla ZARAKOL

Sabancılara ait olduğu halde, ilginç şekilde Mütevelli Heyetinde Sabetaycı Can Paker, 
Bülent Eczacıbaşı ve Halis Komili, Ömer Saatçioğlu gibi isimlerin bulunduğu
Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti
Sakıp Sabancı Onur Başkanı,

Hacı Sabancı Kurucu Onur Başkanı,
Güler Sabancı Başkan,
Prof. Tosun Terzioğlu Rektör,
Prof. Ahmet Aykaç Theseus Institute France,
Halis Komili Yönetim Kurulu Başkanı - Komili Şirketler Grubu,
Bülent Eczacıbaşı Eczacıbaşı Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı,
Prof. Işık İnselbağ Wharton School ofUniversity of Pennsylvania,
Can Paker Türk Henkel Genel Müdürü,
Erbay Fiş VAKSA Genel Müdürü,
Prof. Ömer Saatçioğlu Ortadoğu Teknik Üniversitesi

Devlet Onlarınmış!
Mehmet Şevki Eygi
KİTAPLARININ büyük reklamı yapılan, romanları yabancı dillere çevrilen ve kısa zamanda hayli şöhret-i kâzibeye sahip olan bir yazarımızın Sabataycı olduğunu ilk defa Yalçın Küçük Aydınlık'ta yazdı. Küçük bu istihbaratı nereden elden ediyor, doğrusu merakımı mucib oluyor.
Her neyse işte bu ünlü Sabataycı romancı New York'ta biriyle konuşurken, Sabatay Sevi'nin dinine inanan Yahudilerin niçin Müslüman olduklarını şöyle anlatmış: Bizim bir devlete ihtiyacımız vardı. Önce Müslüman olduk ve uzun maceralardan sonra Türkiye'yi elimize geçirdik.
Yahudi Türk veya Sabataycı şunu demek istiyor: Yahudiler yirminci asırda iki devlet kurmuştur, biri Türkiye, öteki İsrail...
Cür'etin böylesine pes...
Bu devlet, Türkiye'de yaşayan ve Türkiye'yi vatan olarak benimseyip seven herkesin devletidir. Sabataycıların tekelciliği gülünçtür.
Türkiye devleti yeni kurulmuş bir devlet değildir, mâzisi Anadolu'da bin yıl ötesine dayanmaktadır. 1923'te kurulan, rejimdir, cumhuriyettir. Bu cumhuriyet de Sabataycıların değil, hepimizindir.
Türkiye'de birtakım egemen azınlıklar cumhuriyete sahip çıkmak perdesi altında onu kendi tekellerine almak, kendi emellerine hizmet ettirmek istiyorlar.
Sabataycılar (Tabiî ki, militan olanları) bu kafadadır. Farmasonlar da böyle tekelci bir zihniyet sergiliyorlar.
Peki bu ülkenin ezici çoğunluğunu teşkil eden Müslüman Türkiyeliler ne oluyor? Efendim, onlar ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, gerici, mürteci, parya, zencidir.
Tekelci egemen azınlıkların gözünde en büyük tehlike, çoğunluğun tam mânasıyla siyasî haklara kavuşması ve onların millî iradesinin ülke idaresinde son sözü söylemesidir.
Sabataycılar devleti kendi dinleri, ideolojileri; siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî ilkeleri ve emelleri ışığında idare etmek hak ve hürriyetine sahiptirler ama Müslümanların böyle bir hakkı yoktur. Niçin yoktur? Çünkü onlara göre İslâm dini bir Ortaçağ kurumudur, karanlıktır. Peki Sabataycıların kabbalistik felsefeleri, sahte Mesih İzmirli Sabatay Sevi ile ilgili mitolojik inançları, İstanbul'daki gizli sinagoglarda İbranî ve Ladino diliyle yaptıkları âyin ve ibadetler nedir? Bunlar tabu konulardır... "Biz bunları sizden öğreniyoruz..." gibi tiyatrolar ve daha ne numaralar.
Farmasonlar, Türk devletinin temel nizamlarını kendi inançları, itikadları, felsefeleri üzerine oturtmak için çalışırlarsa bu bir suç teşkil etmez, bir tehlike olmaz ama Müslümanlar çalışırsa en büyük suç olur.
Farmasonlara sorarsanız, kendileri en birinci ve âlâ Atatürkçüdür. Atatürk Mason localarını kapattırmıştı. Kemalist devrimlerin biri de budur. Masonluğu yasaklayan, yasadışı ilan eden bir inkılapçıyı nasıl sevebilir, benimseyebilir Masonlar? Mümkün müdür bu? Türkiye'de ne tiyatrolar oynanıyor...
Bazı militan, fanatik Sabataycıların Türkiye'yi ne kadar sevdiklerini görüyoruz. Adam bir bankanın dibini deliyor ve katrilyonluk bir serveti zimmetine geçiriyor. ABD'nin Boston şehrinde, Boğaz'da, dışta ve içte milyonlarca dolarlık kıymetli mülkler, villâlar, kâşaneler... Denizleri köpürte köpürte seyr eden şâhâne bir yat (İngiliz bandıralı imiş)... Milyonlarca dolar... Bu adama sorarsanız en büyük tehlike irticadır, dindar Müslümanlardır. Hani şu, Mason bir bakanı protesto ettiği için kırk küsur gün hapiste yatan onbeş yaşındaki başörtülü kız yok mu, işte o zavallı kızcağız ülkenin en tehlikeli mahlukudur.
Şimdi bütün militan Sabataycılar gece gündüz kulis yaparak varlığıyla iftihar ettikleri o sevgili dindaşlarını ve ırkdaşlarını kurtarmak için çırpınıyorlar.
Müslüman çoğunluk vergi ödesin, askerlik hizmetini yapsın, PKK kurşunlarıyla kimi evlatlarını şehid versin; tarlalarda tahıl ve sebze yetiştirsin, madenlerde çalışsın, bazen grizu patlaması sonunda ölsün; militan Sabataycılar, Farmasonlar, egemen azınlıklar da zevk ü sefa sürsün, yesin içsin...
Bir gazetede kurt bir Sabataycı İslâm'a, Müslümanlara verip veriştiriyor. Sakın ha, diyor, Müslümanlara tam bir hürriyet verilmez.
Çünkü onlara İngiltere'de, İsviçre'de olduğu gibi hürriyet verilir, demokratik haklar sağlanırsa ülkeye hâkim olurlar ve bizim egemen azınlık saltanatımızı yıkarlar... Vay canına! Ne felsefe, ne felsefe...
Adamlar dolaylı olarak şunu söylemek istiyor: Türkiye sizin değil, bizimdir. Egemenlik bizimdir, devlet bizimdir, Cumhuriyet bizimdir. Size bu topraklarda lütf edip yaşama hakkı tanıyoruz; çalışıp karnınızı doyurmanıza da bir şey dediğimiz yok. Lakin fazla ileri gidip de ülkeyi çoğunluğun millî iradesiyle yönetmeye kalkmayınız, size böyle bir şey için asla izin vermeyiz...
Yine şöyle diyorlar: Size din ve inanç hürriyeti de tanıyoruz. Ama onun da bir sınırı vardır. Din hürriyetiniz vardır ama başörtüsü hususunda ileri gitmeyiniz. Din hürriyeti vardır ama yaz tatillerinde on iki yaşından küçük çocuklarınıza din ve Kur'ân dersleri verdiremezsiniz. Biz size ne kadar din ve inanç hürriyeti veriyorsak, o kadarıyla yetinin ve fazla zırlamayın.
Ve ilâve ediyorlar: Derin devlet bizimdir ve en son sözü o söyler. Size kim dedi ki, çocuklarınızı okutup memur kadrolarına yerleştiriniz. Fazla ileri gittiniz. Kırk bin dindar memuru işten atacağız. Karısı başı örtülü olan valileri, kaymakamları işten çıkartacağız. İçki içmeyen, kadınların ellerini sıkmayan, namaz kılan herkes bize karşıdır...
Adamların tuzları kuru... İçlerinde bir tek fakir yok. Dünyanın en ünlü ve güçlü üniversitelerinde okumuş binlerce Sabataycı ve Farmason var. Şehir kültürüne sahipler, kimisi üç beş yabancı dil biliyor. Çevreleri var, tekelleri var... Zavallı çoğunluk... Terazinin bir kefesine bin militan Sabataycı ve Farmason konulsa, öbür kefesine ise bir milyon Müslüman halk konulsa, birinci kefe ağır basıyor.
Biz bu devleti, bu rejimi, bu tekeli sokakta bulmadık, ne zahmetlerle kurduk diyorlar, yıktırtmayız size diyorlar.
Yahu devleti yıkmak isteyen var mı? Biz Müslümanlar kendi ülkemizde tam bir hürriyet ve güven içinde yaşamak istiyoruz. Din, inanç, fikir ve inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti istiyoruz. Kendi öz yurdumuzda en az Sabataycılar ve Farmasonlar kadar hür olmak istiyoruz. Onlar kendi din ve ideolojilerini devlete ne kadar hâkim kılabiliyorsa biz de kendi kimliğimizi o derecede hâkim kılmak istiyoruz. Velhasıl tam bir demokrasi, tam bir hukuk, temel hak ve hürriyetlere tam hürmet ve riayet istiyoruz.
Hayır!.. Büyük yanılgı içindesiniz. Bu ülke, bu devlet, Türkiye sadece sizin değil, hepimizindir ve öncelikle Müslüman halkındır. Tekelciliği bırakın, boş hayalleri bırakın. Bugünkü imtiyazlı ve egemen durumunuzu ilelebed sürdüremezsiniz.
Dinsel, Ailevi ve Sosyal Yaşam * 
Sabetay ve Haleflerinde Tanrı İnancı: Dünyayı yaratan bir tanrı vardır ve O diğerlerine göre üstündür. Tanrıdan sonra Sabetay Sevi gelir. Sabetay gibi, Osman Ağa'da "baba" adı verilen mürütlerinden oluşan 63 kişi tarafından tanrı ilan edildi. Osman'ın haleflerine halife (khalifes) denir.
Diriliş: Ölülerin dirildiği gün diğer tüm insanlık yer altında kalırken dönmeler mezarlarından çıkacaklardır. Bu şekilde dirilecek olan dönmeler bayraklar taşıyan guruplar halinde birleşecek ve cennete gireceklerdir. Kohen ailesi yeşil bir bayrak taşırken diğer aileler kırmızı-beyaz bir bayrak taşıyacaklarır.
Sünnet: Dönmeler çocuklarını iki ya da üç yaşlarında sünnet ettirirlerdi. Her sünnet halifenin izni ile yapılır. Sünnet edilecek çocuk onun elini öpmek zorundadır. Sünnet töreni anında İbranice dualar okunur.
Nişan ve Nikahlar:  Nişan ve nikahlar genellikle çocuklar doğmadan önce yapılır. İki kadın gebe kalınca farklı cinsiyetten olan çocuklarını nişanlarlar. Nişanlılar üç ya da dört yaşına gelince bu nişan değer kazanır. Kızın kollarına eşkenar dörtgen şeklinde kutsal bir bilezik takındığında evlilik takdis edilmiş sayılır.
Evlilik yemeği süresince hahamlar yeni evlilerin ortasına otururlar ve uzun dualar okurlar. Yemek bittiğinde yeni evliler yalnız bırakılır. Bir süre sonra, yeni evli genç kız yatak odasına çekilir, daha sonra yeni evli  erkek onunla orada buluşur ve her ikisi yüz yüze duygu ile birkaç dakika süren bir dua okurlar. Ertesi  gün tüm şüphelerden arınmak için Müslüman bir imam  çağrılır ve Müslüman tören usulüne göre evlilik yapmak için dostlar davet edilir.

Ölümler ve Mezarlar: Bir dünmenin can çekişmesi esnasında, yatağın etrafındakiler, herkes dualar okur. Ölünün bedenini yıkayan kimse, ölen kadın olsa bile daima erkektir. Yedi gün boyunca yas tutulur ve bu süre boyunca düzenli olarak dua edilir. 40. günde de dua edilip, her sene yıldönümü anılır.
Dönmelerin Selanik'te ve İstanbul'da özel mezarlıkları mevcuttur. Bu iki şehre yakın bir yerde ölenin cenazesi bunalardan en müsait olan birisine getirilirdi. İstanbul mezarlığı Üsküdar'da, Boğazın Anadolu  kıyısındadır.

İyilikseverlik: Sabetay'ın 13.emrine istinaden dönmeler iyilikseverliğe ve tarikatın dayanışmasına çok önem verirler. Bunun için;
Sağlık Yardımı, Genç Kadınlar ve  Bayanlar Cemiyeti altında teşkilatlanmışlardır
Dönmeler ve Dönmeleşmişler
(1) Sabataycilarin on sekiz maddelik gizli protokollarinin bir maddesinde 'Benzeme, benzet' yazilidir. Onlar bu maddeyi uzun zamandan beri hayata uygulamis ve hayli Müslümani kendilerine benzetmistir. Binaenaleyh, bugün Türkiye'de gerçek Dönmelerin yaninda, Dönmelestirilmis, Dönmelere benzetilmis Müslümanlarin ve Türklerin sayisi az degildir.
(2) Dönmeler, Müslümanlardan çok önce medyanin, sinemanin, televizyonun, basinin gücünü anlamis ve bu sahada bir imparatorluk kurmuslardir. 1930'larda Dönme Ipekçi ailesi Türkiye'de sinemayi kontrolu altina almisti. O zaman televizyon yoktu ve sinema halk yiginlarinin, gençliginin birinci eglencesiydi. Günümüzde de büyük medyada Dönmelerin ve Dönmelestirilmislerin gücü, tesiri, agirligi büyüktür.
(3) Dönmelerin laiklik anlayisi kendilerine mahsus, nev'i sahsina münhasir (sui generis) bir laikliktir. Dönme laikligini, Fransiz lakligi ile bir tutmak büyük bir yanilgidir. Fransa'da din ile devlet (Alsas Loren bölgesi disinda) birbirinden tamamen ayrilmistir. Dönme laikliginde ise din-devlet birligi vardir. Lakin bu birlik bir uyum birligi degildir.
(4) Dönmeler egitime, üniversiteye çok önem verirler. Kendilerinin Dönme okullari ve üniversiteleri bulundugu gibi, 'Benzeme, benzet' prensibi uyarinca genel egitim sistemine ve üniversitelere de damgalarini vurmuslardir.
(5) Her degerin, her seyin istismar ve istihdam edildigi Türkiye'de Atatürk'ü, Kemalizmi en fazla Dönmeler kullanmaktadir. (6) Demokrasi, insan haklari, esitlik, hukuk, adalet Dönmeler ve Dönmelestirilmisler içindir.
(7) Dönmeler, çesitli tarihî ârizalar ve kazalar yüzünden çok kolay bir sekilde elde etmis olduklari bitakim büyük kazançlari, imtiyazlari, menfaatleri, tekelleri kolayca birakmak temayülünde (egiliminde) degildirler. Direniyorlar, direneceklerdir.
(8) Dönmeler homojen bir yapiya sahip degildir. Asirlardan beri aralarinda rekabet, çekisme, ittifaksizlik mevcuttur. Bugün de bazi önemli, güçlü, ünlü Dönmeler birbiriyle kiyasiya bir mücadele içindedir. Müslümanlar bu çekismeleri seyrediyorlar, fakat binde dokuz yüz doksan dokuzu ne oldugunu, ne gibi dolaplar döndügünü anlamiyor.
(9) Dönmeler Islâmî hareketin içine sizmislar, ajan provokatörlerini sokmuslardir; birtakim islâmî cemaatleri manipüle etmektedirler. Büyük bir dinî cemaatin gerek Dönmeler, gerekse Yahudiler ve Israil tarafindan parasal destek aldigina dair ciddî rivayetler vardir. Ülkemizin çok zengin bir Dönmesi dinî bir cemaate ayda on bin dolar yardim yapiyor. Niçin yapiyor? Her halde Islâm'i sevdigi, Müslümanlarin kara gözlerine âsik oldugu için degil!
(10) Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelestirilmisler sehir kültürü ve zihniyetine sahiptir. Islâmî hareket ise genellikle kirsal kesim, gecekondu, varos, tasra zihniyetine saplanip kalmistir. Bu esitsizlik ile Müslümanlarin Dönme tahakkümünden kurtulup hürlesmeleri, izzet bulmalari mümkün degildir.
(11) Dönmeler, kendileri için tehlike ve tehdit olarak gördükleri sahislara, zümrelere karsi son derece insafsiz ve merhametsizdir. Onlarda Müslümanlardaki toleransin binde biri yoktur.
(12) Gerçek demokrasi Dönmelerin ve Dönmelestirilmislerin menfaatlerine, ideallerine, ideolojilerine uymaz. Onlar demokrasiye, insan haklarina, hukuka sinirlar çizmislerdir. Bu sinirlari asanlar agir sekilde çarpilir, cezalandirilir.
(13) Dönmelerin ve Dönmelestirilmislerin hayalî bir gündemleri vardir. Onlar halk yiginlarini, gençligi, okur-yazarlari bu hayalî ve bulutlar üstü gündem maddeleriyle oyalar, uyutur, sersemletir. Dervis ne yapti, ne yapacak?.. Ismail Cem ne yapiyor, nereye kosuyor?.. gibi konu ve dedikodularla on milyonlarca vatandasi mesgul edip dururlar. Arada Türkiye batmaya devam eder, soygunlar gece gündüz sürer, çöküntü ve dagilma korkunç boyutlara ulasir. Umurlarinda bile degildir.
(14) Ne kadar ehliyetli, uzman, yararli, hizmet etmeye istidatli olursa olsun Dönmelerin ve Dönmelesmislerin gözüne girmemis, dümen suyundan gitmeyen, emel ve menfaatlerine âlet olmayan vatansever, güçlü, lüzumlu sahsiyetlerden bahsedilmez, onlar gündem konulari içine alinmaz.
(15) Islâmî kesimde bazi adamlar yularlarini Dönmelerin ve Dönmelesmislerin eline vermis bulunmaktadir. Bu hususta fazla ve açik yazmiyorum, lütfen ne demek istedigimi iyi düsününüz.
(16) Dönmeler ve Dönmelesmisler, samimî Müslümanlari cahillikle terbiye etmektedir. Dindar, takvali, zâhid Müslümanlarin okumalarini, yüksek ve parlak tahsil yapmalarini asla istemezler.
(17) Islâmî kesimdeki ahlâksiz, serefsiz, namussuz, alçak din sömürücüleri, bilerek veya bilmeyerek Dönmelerin ekmegine yag sürmektedir. Din sömürücüleri; Islâm dâvasini ve Müslümanlari satmistir. Din sömürücülerinin dini imani para ve menfaat, putlari nefs-i emmareleridir. Onlar riyaset, makam, mevki, servet, ün, alkis için yanip tutusmaktadir. Böyle hasarattan ne bu ülkeye, ne bu millete, ne bu devlete, ne de Din-i Mübin-i Islâm'a bir hayir gelir.
(18) Devlete ve Cumhuriyete en büyük zarari militan ve fanatik Dönmeler ve Dönmelesmisler vermektedir. Demokrasinin, insan haklarinin, hukukun, adaletin önündeki en büyük engel onlardir.
(19) Militan Dönmeler ve Dönmelesmisler Islâm dininde reform yapilmasini istemektedir. Mensubu olmadiklari bir dinin iç islerine ne hakla karisiyorlar? Dinle ilgili konular Müslümanlari ilgilendirir. Namazin ve Ezanin Türkçe kilinip okunmasi onlarin karisabilecegi bir mesele degildir.
(20) Dönmeler ve Dönmelesmisler, Türkiye'nin en güçlü ve tesirli lobisi olarak, eserlerini seyr etsinler. Siyaset, iktisat, kültür, medya, finans, ziraat, sanayi, egitim, üniversite sahalarindaki büyük yozlasma, büyük çöküntü, büyük yikim onlarin eseridir. Türkiye'nin bugünkü manzarasi karsisinda iftihar edebilirler mi?
(21) Dönmeler halkin büyük kismini egitim ve propaganda ile kendilerine benzeterek Türkiye üzerindeki emperyalist, tekelci, sömürgeci tahakkümlerini saglama baglamak, ilelebed devam ettirmek istiyorlar. Onlarin son büyük plani ve stratejisi budur.
Evet ben Selanikliyim!

Ayşen GÜR
Hürriyet Gazetesi - 19 Eylül 1998, Cumartesi

Selanikli deyince ne gelir aklınıza? 1) Selanikli Yunanlılar. 2) Nazilerin katlettiği Selanikli yahudiler. 3) 1924'te mübadeleyle Türkiye'ye göç eden Selanikli müslümanlar. 4) Aynı mübadeleyle gelen ''dönmeler.'' İşte ''Selanikli'' denildiğinde, özellikle son kategoride olanlar kastedilir. 17. yüzyılda mesihliğini ilan edip, sonra müslümanlığı kabul etmek zorunda kalan İzmirli yahudi Sabetay Sevi'nin yandaşı birkaç ailenin soyundan gelen ''Selanikliler'', daha doğrusu ''sabetaycılar'', 350 yıl cemaatleri hakkında ser verip, sır vermediler. Ama 1990'larda içlerinden biri yazmaya, anlatmaya başladı. Ilgaz Zorlu, 29 yaşında. Annesi sabetaycı, babası dindar müslüman bir aileden. Cemaatinde çok iyi tanınıyor. Kimi ona deli diyor, kimi hain. Prof. Dr. İlber Ortaylı, ondan şöyle söz ediyor: ''Bugün Sabetaycılar kendilerini henüz açıklamaz. Tek istisnanın, ama hakikaten tek istisnanın Ilgaz Zorlu olduğunu takdirle belirtmek gerekir.'' Belge Yayınları, Ilgaz Zorlu'nun makalelerini ''Evet, Ben Selanikliyim/Türkiye Sabetaycılığı'' başlıklı bir kitap halinde yayınlandı. Onunla hayatını, sabetaycılığı ve sabetaycı cemaati konuştuk.
Sabetaycılığı ne zaman keşfettiniz?
-Annemle babam çalışıyorlardı, bana anneannem baktı. Anneannem Selanik'te doğmuş ve 24 yaşında mübadeleyle buraya gelmiş. Atatürk'ün ilkokul öğretmeni Şemsi Efendi de dedemin dedesi. Şemsi Efendi yaşadığı dönemde, büyük bir Kabbala bilgini ve sabetaycılar içindeki cemaatleri (Kapancılar, Karakaşlar, Yakubiler) birleştirmeye çalışıyor. Düşünün, üç yüzyıl boyunca müslüman gözüküyorsunuz, içerde yahudiliği uyguluyorsunuz, daha doğrusu yahudiliğin kabbalistik, mistik bir bölümünü. Cemaat tamamen içine kapalı. Ben 19 kuşak boyunca Sabetay Sevi'nin kardeşinin soyundan bir aileden geliyorum. Büyükannemin çok sağlam bir sabetaycı kültürü var, ama korkuyor. Çünkü Varlık Vergisi olayını, ondan önce Karakaş Rüştü olayını yaşamış. Cemaat asimile olma kararı almış.


KARAKAŞ RÜŞTÜ OLAYI
Karakaş Rüştü olayı nedir?
-Sabetaycıların Karakaş grubundan olan bu adam 1924'te bir anlaşmazlık sonucu cemaatin sırlarını gazetelere ifşa ediyor ve Atatürk'e mektup yazıyor. Biz asimile olamıyoruz, bizi ne olur müslüman yapın diyor. Anneannem korkarak anlatırdı. Bu olay olduğu zaman evleri basacaklar şayiası ortaya çıkmış. Birçok aile ellerindeki belgeleri yakmış.
Size de aynı gözle bakanlar var mı cemaat içinde? İkinci Karakaşzade Rüştü olduğunuzu söyleyenler?
-Evet, evet tabii. Benim için önce bu adam kendini Sabetay Sevi sanıyor dediler. Deli olmakla, Karakaşzade Rüştü olmakla, Mesih olmakla suçlandım. ''Allah kahretsin, başımıza dert açacaksın'' dediler.
Büyükannenizden neler öğrendiniz?
-Ben büyükannemi tanıdığım zaman yaşlanmıştı. Sürekli Sabetay Sevi, Sabetay Sevi diye anlatıyordu. Öğrendiklerimi anneme söylediğim zaman bir temiz sopa yedim. Annem attı beni evden. Hakikaten attı, sekiz yıldır da görmüyor. Annemin çevresinde insanların çok orijinal bir tarih teorisi vardı: Orta Asya'dan İspanya'ya gittik, İspanya'dan Selanik'e geldik! Biz yahudi değiliz! Halbuki bir akarsu düşünün, iki ayrı mecraya gidiyor, ama kaynak aynı. Yani yahudilikle sabetaycılık aynı. Çocukluğumda büyükannemin arkadaş grubuyla beraberim. Büyükannemin grubunda dini ritüeller uygulanıyor. Hanımlar bir araya gelirdi. Fatma Hala dediğimiz bir akrabamız vardı. Birden bir kitap çıkarır ''Sabetay Sevi'' diye bir dua okumaya başlardı. ''Aman Fatoş kimsecikler duymasın'' denir, perdeler kapanır, ben yatağa götürülürdüm. Bu insanlar hala Sabetay Sevi'ye inanıyorlardı, ama gizliyorlardı. Büyükannem öldükten sonra onun arkadaşlarıyla birebir konuşmalar yaptım, kasetlere aldım. Bu iş çok hoşuma gitti. Gizli olması ilginçliğini daha da arttırıyor. Unutmuyorum, büyükannem arkadaşlarıyla sokakta yürürken bir hanıma selam verdi, sonra, ''aman selam verdiğimi görmesinler'' dedi. ''Neden'' diye sordum. ''O komşulardan'' dedi. Komşular, sabetaycılar içinde bir grubun diğer grup için söylediği bir söz. Bütün bunları kafama taktım.
SABETAYCILAR YAHUDİDİR
Cemaatin yaşlılarıyla konuştunuz...
-Sözlü tarihi başlattım cemaat içinde. Büyükannemin kuşağındaki 65-70 kişiyle tek tek konuştum. Karşıma ilk şu çıktı: Biz Selanikli değiliz! Ben o yüzden kitabım adını ''Evet, Ben Selanikliyim'' koydum. Selanikli olmak utanç verici bir şey gibi kabul ediliyordu. İnsanlar, sizin fikirlerinizi eleştirmekle uğraşmıyor, geçmişinizle uğraşıyor. Pis yahudi, pis dönme diyor. Ben buna karşı çıktım. Dedim ki evet ben dönmeyim, Selanikliyim. 1991'de İsrail'e gittim.
Araştırmanızı sürdürmek için mi yoksa sabetaycılığın kökeninin yahudilikte olduğunu görüp yahudi olmam gerekir düşüncesiyle mi gittiniz?
-Evet, bunu düşündüm ve hiçbir zaman gizlemedim. Sabetaycılık yahudiliğin bir parçasıdır.
Eski kuşaktan olan sabetaycılar da kendilerini yahudiliğin bir parçası olarak mı niteliyorlardı?
-Sabetaycılar kendilerinin gerçek yahudiler olduğuna inanıyorlar. İsrail'de inanılmaz bir şey buldum. İkinci Cumhurbaşkanı İzak Ben Zwi, bir sabetaycı. Ailesi Polonyalı ama Osmanlı döneminde Türkiye'de eğitim görmüş. Sonra da Filistin'e gitmiş. Sabetay soyundan geldiğini belgelemek için Ben Zwi (Sabetay'ın soyadı) soyadını almış. Mirasını Ben Zwi Enstitüsü'ne bağışlıyor. Sabetaycıların kaynaklarının İsrail'e getirilmesi için talimat veriyor. Ama Sabetaycılık İsrail'de yoktur. Oradaki görüş şudur: Bunlar 350 yıl önce yahudilikten ayrılmış, müslüman olmuşlardır. Ama burada hep bir açık kapı bırakmak zorundalar. Çünkü yahudilikten insanlar atılamaz. Kökene bağlıdır. 350 sene boyunca bu adamlar yahudilik inancını sürdürdü. Bugün herkes bunu devam ettiriyor demiyorum tabii.
Sizin İslamcı kesimle de diyaloglarınız oldu. Kitabınızda Mehmet Şevket Eygi'ye de teşekkür ediyorsunuz.
-Evet, Mehmet Şevket Eygi'yle tanıştım. Akit Gazetesi'nde de kitapla ilgili yazılar çıktı, kötü yazılar değildi bunlar. Mehmet Şevket Eygi'den çok yardım da gördüm. O da Türkiye'deki bütün etnik grupların tarihinin araştırılması konusunda hemfikir benimle. Neticede bu bir kültür.
Niçin yahudi olmak istediniz?
-Bu sembolik bir olaydı. Örneğin sabetaycı bir genç kız bir yahudi erkekle evlendiği zaman çocukları yahudi kabul edilmiyor. Ben bunun düzeltilmesini istiyorum. Başvurdum. Resmi başvurularımı yok sayıyorlar. Türkiye-İsrail ilişkilerine bakıyorlar.
Cemaatin içinde gerçekten müslüman olup da giden var mı?
-Ben bunu hiç görmedim. Ateist olanlar veya yeni bir akım olarak budizm gibi dinlere ilgi gösterenler var.
Sabetaycılar, kendilerinin genel yahudilik şemsiyesinin bir parçası olduğu yolundaki düşüncenizi paylaşıyor mu?
-Bir sabetaycı ailede kız bir yahudiyle evleniyor. Sabetaycı kızın annesi diyor ki ''kızım aslına döndü.''
Efsanevi İzmirli
Sabetay Sevi (1622-1676) İzmirli bir yahudiydi. Kabbala mistisizmine büyük ilgi duydu. Mesih olduğunu bildirdi. 1660'larda bu açıklama üzerine Avrupa'nın her yerinden yahudiler heyecanla gözlerini İzmir'e diktiler. Yahudi dünyasının bu müjdeyle altüst oluşunu, Claude Gutman ''İzmir'in Çılgın Dedikoduları'' (Çev: Meral Gaspıralı, Cep Yay., 1994) adlı romanında anlatıyor. Ancak Osmanlı yönetimi işe el koydu; Sabetay Sevi'yi müslüman olmaya zorladı. Sevi müslümanlığı kabul etti, yahudiler ondan yüz çevirdiler, ancak bazı aileler ona inanmayı sürdürdü ve onunla birlikte sürgüne gitti. O günden sonra ''dönme'' denilen bu cemaat Selanik'te yüzyıllarca yaşadı. Kapancılar, Yakubiler, Karakaşlar adıyla üç ayrı gruba bölündü. İç evlenmelerle bütünlüğünü korudu. 19. yüzyılda batılılaşmanın etkisinde kaldı, modern okullar (Fevziye, Terakki) açtı, üyeleri arasında çokca mason ve Jöntürk vardı. 1924'te mübadeleyle Türkiye'ye geldi. II. Dünya Savaşı sırasındaki ''Varlık Vergisi'' uygulamasında, gayrimüslimler gibi çok yüksek vergi ödemek zorunda kaldı. Ilgaz Zorlu, sabetaycıların müslüman gibi gözükmekle birlikte, yüzyıllar boyu evlerde gizlice yahudi geleneklerini ve Sabetay'dan kalma özel ayinlerini sürdürdüklerini belirtiyor. 
İlk defa yayınlanan önemli bir belge 
Bu belgeyi gün yüzüne ZVİ Geyik Yayınları çıkardı. Değerli ağabeyimiz M. Ertuğrul Düzdağ'ın yayına hazırladığı bu belge, aslında Müslümanlığı asla kabul etmedikleri halde Müslüman görünen, asıl dinleri Yahudilik tarafından da dışlanmış olan dönmelerle ilgili. Kitabın adı Dönmeler Adeti.
Bu belge, Ahmet Sâfi Bey'in 3350 sayfadan oluşan 18 ciltlik Sefinetü's Sâfi isimli eserinin 5. cildinin 446-466 sayfaları arasındaki 20 sayfalık bölümünden oluşuyor. (M. Ertuğrul Düzdağ ağabey, kitabın girişinde Sefinetü's Safi'in aslının 1972 yılına kadar Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü Kütüphanesi'nde tek nüsha halinde iken aynı yıl Süleymaniye Kütüphanesi için bir mikrofilm alındığını daha sonra bu filmden basılan iki takımın halen "Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı" ile "İslami Araştırmalar Merkezi" kütüphanelerinde bulunduğunu kaydetmektedir.)
Yayınlanan bölüm kitapta bir kez sadeleştirilmiş, bir kez de karşı sayfasında Latin harfleriyle okunuşu bulunan Osmanlıca tıpkı basım olmak üzere 2 kez basılmış ve kitapçık böylece tarihi bir belgeye dönüşmüş. Kitabın tamamı 104 sayfa.
Dönmeler hakkında özet olduğu kadar derli toplu ve bir o kadar enteresan olan bir kitapçık. Ahmed Safi bu bölümü, Selanik'te bulunduğu sıralarda bizzat yaptığı müşahedeler ve araştırmalar sonunda yazmış.
Mesela dönmelerin ortaya çıkışlarıyla ilgili tespit bu kitapçıkta çok farklı biçimde anlatılmış. Müellif dönmelerin Hz Peygamber zamanında Müslüman olduklarını ilan eden ama asıl dinleri olan Yahudilik'ten dönmeyen, gizli gizli kendi ayinlerini yapan münafıklara dayandığını yazıyor. Müslüman olmadıkları ve gizli gizli Yahudi ayini yaptıklarının Hz. Ömer zamanında ortaya çıkması üzerine, Halife Hz. Ömer tarafından sürüldüklerini, onların da gelip Selanik'e yerleştiklerini, burada mal mülk sahibi olup zenginleştiklerini yazıyor.
Sabatay Sevi'ye de temas eden kitabın ilk sayfalarında dönmelerin ne Yahudi ne de Müslüman olmadıklarını zikrediyor. Bazı inançları sebebiyle Yahudiler tarafından da kabul edilmedikleri anlaşılıyor.
Kitap, dönmelerin bir yardımlaşma sandığına sahip olduklarını, birbirlerine sahip çıktıklarını, kendilerine mensup hiç kimsenin mağduriyetine göz yummadıklarını anlatıyor. Müslümanlar'a hoş görünmek için içlerinden hafızlar yetiştirdiklerini ama asla Müslmanlığa yaklaşmadıklarını, kendi aralarında periyodik olarak gizli toplantılar ve ayinler yaptıklarını anlatıyor. Servet sahibi oldukları için de devlet katında da güçlü olduklarına Selanik Valisi Hüsnü Paşa'nın azlini örnek veriyor. Hüsnü Paşa ayinlerini basmış ve sandıklarının açılmasını istemiş ama açamamış, birkaç gün içinde tayinini çıkarttırmışlar! Selanik'te ve İstanbul'da özel mezarlıklarının bulunduğu başka yerlerde kalan ölülerinin kemikleri dahi kalsa özel mezarlıklarına nakledildiği de anlatılan adetleri arasında.
İnançlarına göre kendilerinden Hacı Aziz Efendi adında biri dinlerini araştırmak üzere gitmiş, geri dönüp hangi dinin doğru olduğunu bildirecekmiş, bu adam gideli bin sene olmuş hâlâ dönememiş. Dönmeler tarafından maaşla tutulmuş bazı adamlar her sabah erkenden gider sahilde bir saat onu beklermiş!
Kitapta dönmelerin askerlik yapmadıkları, başkalarına kız vermedikleri ve benzeri inanç ve adetleri de özetlenmiş.
Tabii ki bu kitapta dönmelerin 100 sene önceki durumları yazılı. Bugün dönmelerin önemli mevkileri işgal ettikleri ve Müslümanlar'ı rahatsız eden bazı uygulamalarda parmakları olduğu iddiası hep vardır.
İşin garibi kitabı yayınlayan ZVİ Yayınevi (tel: 0212.511 55 26-27) de dönmelere aittir!
Daha önce M. Şevket Eygi'nin konuyla ilgili olarak hazırladığı bir kitabı da basmaları ilgi çekiyor. Yayınevi sahiplerinden Ilgaz Zorlu da geçen senelerde medyanın bir hayli ilgisini çekmişti.
Hatırladığım kadarıyla Zorlu diyordu ki; dönmeler asırlardır Müslümanlar'la birlikte yaşıyorlar. Müslümanlar onlara herhangi bir kötülük yapmış ve zarar vermiş değildir. Bununla birlikte, Müslümanlar'ın uğradığı zararların altından sürekli dönmeler çıkmakta, İslam karşıtı faaliyetlerin arkasında dönmelerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durum böyle devam etmemelidir. Dönmeler yaşadıkları topluma zarar vermemelidirler. Aksi halde bundan en fazla dönmeler zarar görecektir. Dönmelerin her ne kadar nüfuzları kuvvetli ise de nüfusları çok azdır. Büyük çoğunluk olan Müslümanlar bir gün "neler oluyor?" derlerse, bundan dönmelerin büyük zarar görecekleri açıktır. Onun için diyor Zorlu, gizliliği bırakıp kendimizi tanıtalım ve muhtemel zararlardan kurtulalım.
Açıklaması ikna edici gibi görünse de dönmeler hakkında onca şeyi dinledikten sonra insanın güvenesi gelmiyor. Gelmiyor ama kimsenin kalbini de bilmediğimiz için sözlerine itibar etmemiz gerekiyor!
Her neyse biz uzun zamandır basın camiasından uzak durmakla birlikte geceli gündüzlü yoğun faaliyetlerini sürdürüp sürekli yeni eserler üreten M. Ertuğrul Düzdağ ağabeye itina ile hazırladığı bu belge/kitap için bir teşekkür borçluyuz. Bir nefeste okuduğum bu kitapçıktan bahsetmeden geçmedim.
Menderes Sabetaycı iddiası
Soner Yalçın`ın yeni kitabı `Efendi- Beyaz Türklerin Büyük Sırrı` Evliyazade Ailesini mercek altına alıyor. Adnan Menderes de ailenin idam edilen üç damadından biri. Kitap Menderes`in Sabataycılığını sorguluyor.

Bir aile düşünün ki akrabalarından üçü de idam edilmiş, sayısı şaşırtacak kadar akraba intihar etmiş, içlerinden biri on yıl boyunca başbakanlık yapmış, yirmi kadarı milletvekili, belediye başkanı olmuş. Aralarında Avrupa güzeli, futbolcu, şarkıcı, yazar ve diplomatlar da var...
Aile yelpazesinde büyük amca Gazi Osman Paşa için kahramanlık marşı yazılmış: 100 yıl sonra ise dışişleri bakanı olan yeğeni Fatin rüştü Zorlu darağacına yollanmış...

Ailenin renkliliği siyaset ile sınırlı değil; akrabalar arasında Galatasaray ile Fenerbahçe kulüplerinde başkanlık yapmış olanlar da var. 
Bazıları ise siyasi/toplumsal bir kimlik edinememişler ama Mustafa Kemal`in huzurunda evlenmişler yada Osmanlı Sarayı`na damat gitmişler.
Sabetaycılar ön saflarda
İzmirli Evliyazade ailesi her ne kadar `biri bizi gözlüyor` 
formatında yaşamış ise de bir sırrını gizleyemeyi başarmış.
Soner Yalçın`ın Doğan Kitap`tan çıkan yeni kitabı `Efendi - Beyaz Türkler`in Büyük Sırrı` yaklaşık 600 sayfalık geniş çaplı bir araştırma. Yalçın Hacı Mehmet Efendi ile başlayan Evliyazade ailesinin soyağacını inceleyen kitap, Sabetayizm meselesini de bir kez daha tartışmaya açıyor.
Yalçın: ``Türkiye`ye solu ilk getiren, bankacılığı başlatan, ilk özel teşebbüsü kuran, Kurtuluş Savaşı`ında ön saflarda savaşanlar hep Sabetaycılar. Bu mesele Türk tarihinin en önemli meselelerinden biri, niye İslamcı yazarlara bırakalım. Türkiye`ye sosyalizmi de liberalizmi de onlar getirmişlerdir`` savını ileri sürüyor kitabında. 
Kitap pek açıdan tartışılacak önümüzdeki günlerde buna kuşku yok. Ancak kitabın içinde bir iddia var ki en çok ses getiren bu iddia olacak gibi. Sabetayizmi izlek alan kitapta Soner Yalçın dikkat çekici bir soruya da cevap arıyor: Adnan Menderes Sabetaycı mıydı? ve cevaba ışık tutacak bir soru daha yöneltiyor: ``Siyasi kararları bunları doğrulamıyor mu?``
Üç damat asıldı
Evliyazadeler`in üç damadı idam edilir. İzmir Suikasti nedeniyle Doktor Nazım, Yassıada mahkemeleri sonucu Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu.
Ve kitabın içeriğinde Türkiye`de pek çok alanda adından söz ettiren ünlü isimlerin bu aile ile olan ilişkilerine değinilerek, ailenin türkiye üzerindeki nüfuzu gözler önüne seriliyor.

İstanbul (Birgün) 17.04.2004 13:21:18
Kaynak :www.haber7.com

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...