20 Ocak 2020

AHMET TURAN - YEZİDİLER



AHMET TURAN - YEZİDİLER

EVLİYALAR ANSİKLOPEDİSİ

LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ...2



LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ-2

LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ 1




LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ 1

RUYA TABİRLERİ ANSİKLOPEDİSİ PDF




RUYA TABİRLERİ ANSİKLOPEDİSİ PDF

TARIKATLAR ANSIKLOPEDISI - AHMET GÜNER




TARIKATLAR ANSIKLOPEDISI
AHMET GÜNER

RENKLERİN ANLAMI VE İNSANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ



RENKLERİN ANLAMI VE İNSANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

ASTROLOJİ ANSİKLOPEDİSİ - M.ALİ BULUT , YAŞAR SÖNMEZ



ASTROLOJİ ANSİKLOPEDİSİ
M.ALİ BULUT ,YAŞAR SÖNMEZ

ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR



ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR

MARİFATNAME

BESMELANİN HAVASSI

MUSTAFA BİN BÂLÎ VE İLM-İ FİRÂSET’İ 
Ramazan SARIÇİÇEK* 
ÖZET 16. yüzyılda yaşayan Mustafa bin Bâlî’nin mensur olan bu eseri üzerinde daha önce bir çalışma yapılmamıştır. Ancak firâset, kıyâfet ve benzeri ilimler üzerinde yapılan çalışmalarda hakkında bazı bilgiler verilmiştir.1 Bizim ise bu eser üzerinde yaptığımız çalışma son aşamasına gelmiş olmakla beraber ilk defa burada bilim âleminin dikkatine sunulmaktadır. Her ne kadar eserin başında Fahreddin Razi ve Muhyiddin-i Arabî’den derlendiği söyleniyor ise de eser firâset ilmi üzerine daha birçok eser de taranarak hazırlanmış akademik bir çalışma niteliğindedir. Yalnızca Fahreddin Razi ve Muhyiddin-i Arabî değil Hamdullah Hamdi’den İbni Sina’ya kadar daha birçok ilim adamının eserlerinden de yararlanılmıştır. Bu yönüyle alanında tektir diyebiliriz. Zira bu alanda yazılan eserler genellikle firâset ilminin uygulaması üzerinedir. Yani bu ilmin temel kıstasları üzerinde durmak yerine sonuçları üzerinde dururlar. Halbuki bu eser bütün olarak firâset üzerine yapılmış derli toplu bir çalışmadır. Diğer eserlerde bilgiler bölük pörçük ve dağınık iken bu eser firâsetle ilgili bilgileri bir akademisyen titizliğiyle derleyip bir araya getirmiştir. Ayrıca eser mensur olmasına rağmen içinde Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere çeşitli manzumeler de bulunmaktadır. Dil bakımından ise Eski Anadolu Türkçesine ait dil malzemeleri içermektedir. Anahtar Kelimeler: Mustafa bin Bâlî, firâset, kıyâfet, Fahreddin Razi, Muhyiddin-i Arabî, Hamdullah Hamdi. MUSTAFA BİN BÂLÎ AND İLM-İ FİRÂSET ABSTRACT There wasn’t any study over this work which was Mustafa bin Bâlî’s, who lived 16th century, plain-text. But there is some information about works which were made over firâset, physiognomy and like sciences.2 The study which we make over this work comes last stage and it is firstly presented to science-world here. * Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Böl. El-mek: ramazansaricicek@gmail.com 1 Ali ÇavuĢoğlu‟nun Kıyafetnameler adlı eserinde bu müellif ve eserinden bahsedilip çeĢtli alıntılar da yapılmıĢtır. [Ali ÇAVUġOĞLU(2004); Kıyafet-nameler, Akçağ Yayınları, Ankara] 2 In Ali ÇavuĢoğlu‟s work of named as Kıyafetnameler, it is mentioned about this author and his work, and also various quotations were made. [Ali ÇAVUġOĞLU(2004); Kıyafet-nameler, Akçağ Yayınları, Ankara] 2726 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Although it is said that it was compiled from Fahreddin Razi ve Muhyiddin-i Arabî at primary of the work, it is quality of an academic study which was prepared with study of many more works over science of firâset. Not only Fahreddin Razi and Muhyiddin-i Arabî but also the author benefited from works of many more scientists from Hamdullah Hamdi to İbni Sina. we can say that it is unique in its field with this course. In that works, which were written in this field, are generally over application of firaset science. That is, they pay attention over results instead of the basic criterion of this science. Nevertheless,this work is a well-coorinated study which was made over firaset as whole.That work compile and gather informations about firaset with care of an academician while they are in bits and disorganized at another works. In addition, the work is included various verses like Arabic, Persian and Turkish in spite it is plain-text. As for aspect of language, also it is included materials of language which belonging to Turkish of Ancient Anatolian. Key Words: Mustafa bin Bâlî, firâset, physiognomy, Fahreddin Razi, Muhyiddin-i Arabî, Hamdullah Hamdi. 1. Mustafa bin Bâlî Kimdir? 1a.Hayatı Mustafa bin Bâlî‟nin hayatı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ne doğum ve ölüm tarihleri, ne de nerelerde kimlerden ders aldığı bilinmemektedir. Yalnızca eserin telif tarihinin Zilhicce 963/1556 olması ve Sultan III. Murad‟a sunulmasından müellifin 16. yüzyılda Ġstanbul‟da yaĢadığı anlaĢılmaktadır. Kaynaklarda ise 16. yüzyılda müellifin ad ve sıfatına uygun iki kiĢiden bahsedilmektedir. Bunlardan birisi Bâlîzâde Mustafa Efendi olup Ģeyhülislâmdır. Diğeri ise Ġstanbul kadılığı da yapmıĢ olan Bâlî Efendi‟nin Mahdumu Mustafa Efendi‟dir. ı-Bâlîzâde Mustafa Efendi: Bursalı Tahir Efendi Osmanlı Müellifleri‟nde Bâlîzâde Mustafa Efendi‟den bahsederken Ģeyhülislâm olduğundan, Ġstanbul‟lu olup 1069‟da vefat ettiğinden söz etmekte ve ölüm tarihi olarak da 1069/1658 tarihini göstermektedir. Tahir Efendi bu Ģahsın çeĢitli eserlerini sayarken Firâset-nâme adlı Türkçe bir eseri olduğundan da bahsetmektedir. (OM-I, 289.) Sicilli Osmani‟de ise; Mustafa Efendi (Bâlî-zâde) Ġstanbullu pederi ise Hatîb Bâlî Efendi‟dir. ÇalıĢıp müderris, sonra Galata Mollası; 1058 Rebiülevvel (1648 Mart/Nisan) inde def‟aten Rumeli Kazaskeri; 1062 (1652 Ağustos) Ramazanında Anadolu Kazaskeri; 1063 (1653) Saferinde ġeyhülislâm olup o sene ġaban'ında azledilmiĢ 1073(1662-3) Cemaziyel-evvelinde de fevt olmuĢtur. Ġlm-i fıkıhta mahirdir. (SO:1308, C.4, 514) ġakayık-ı Nu‟maniye ve Zeyilleri‟nde de Bâlîzâde Mustafa Efendi‟yle ilgili Cemadiyelula1073/1662-3‟de vefat ettiğinden, Hakaniye-i Vefa Medresesi müderrisliği ve ġeyhülislâmlığından bahsedilir. (SO:1308, C.4, 514) Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2727 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 Kaynaklardaki ikinci kiĢi ise Ġstanbul kadılığı da yapmıĢ olan Bâlî Efendi‟nin mahdumu olan Mustafa Efendi‟dir: ıı. Bâlî Efendi’nin mahdumu Mustafa Efendi: Sicilli Osmanî‟de, Mustafa Efendi‟nin Bâlî Efendinin mahdumu olduğundan; müderris; Halep, Mısır, Edirne Mollası; 1024/1615 Rebiülevvelinde Ġstanbul Kadısı olup 1026/1617 Saferinde azlolunduğundan söz ediliyor. Ayrıca Mustafa Efendi 1027/1618 Muharreminin on altısında vefat edip Eyüp‟te Defterdar Cami‟inde medfun; ulemanın ileri gelenlerinden, edip, vakur, sabur, mutasaddık, ilimle çok meĢgul biridir. (SO 1308: 4, 527)” ġakayık ve Zeyilleri‟nde ise: “Bâlî Efendinin oğlu Mustafa Efendi (d.950-öl. Muharrem 1027/1618) iki defa Süleymaniye medresesi müderrisi oldu, Ġstanbul kadısı oldu. (ġakaik: II, 620)” Ģeklinde bahsedilmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi‟nde Şeyhülislâm olan Bâlîzâde Mustafa Efendi‟den söz edilirken, aslen Kastamonulu olup Ġstanbul'da doğduğu, Bâlî Efendi adında bir mahalle imamının oğlu olduğu, eserlerinde künyesini Mustafa b. Bâlî b. Süleyman el-Ġstanbûlî Ģeklinde verdiği, tahsilini tamamladıktan sonra birçok yerde müderrisliğe, Rumeli ve Anadolu kazaskerliklerine birkaç defa da Ģeyhülislâmlığa getirildiği belirtilmektedir. Aynı eserde Mustafa Efendi‟nin 1073/1662‟de vefat ettiği, kütüphane kayıtlarında kendisine izafe edilen Süleymaniye Ktp. Cârullah Efendi, nr. 471‟de kayıtlı HaĢiye „alâ MuhtaĢari'l-Me„ânî, HaĢiye „ale'l-Mutavvel Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1763 ile Ġlm-i Firâset Risalesi adlı eserlerin ise ona ait olmadığı vurgulanmıĢtır. (ĠpĢirli-Kaya 2006: DĠA,31, 294-295) AnlaĢıldığı kadarıyla Bursalı Mehmed Tahir‟de 1069/1658‟de, Sicilli Osmanî ve ġakayık zeyillerinde 1073/1662-3‟de öldüğü ve Ģeyhülislamlık da yaptığı söylenen Mustafa bin Bâlî ile DĠA‟daki bahsi geçen kiĢi aynı Ģahıs olup konumuz olan Mustafa bin Bâlî değildir. Zira eserin telif tarihi ile Ģeyhülislâm olan Mustafa bin Bâlî‟nin ölüm tarihleri tarihi gerçeklere uymamaktadır. ġöyle ki, eser Zilhicce 963‟te miladi 1556‟da telif edilmiĢ, ġeyhülislâm Bâlîzâde ise 1073/1662‟de vefat etmiĢtir. Eserini olgun bir yaĢta, yani 30 yaĢlarında, telif ettiğini düĢünürsek, müellif öldüğünde 136 yaĢında olmalıdır. Bu da onun dönemine göre hayli uzun bir ömür sürüdüğünü kabul etmemizi gerektirecektir. Ayrıca Ģeyhülislâm olan Balizade‟nin eserlerindeki künyesi Mustafâ b. Bâlî b. Süleyman el-İstanbûlî‟dir. Oysa müellifimizin eserindeki künyesi sadece Mustafa bin Bâlî‟dir. (2b) Bursalı Ġsmail Belîğ‟in Güldeste-i Riyâz-ı Ġrfân ve Vefâyât-ı DâniĢverân-ı Nâdiredân adlı eseriyle, Güftî‟nin TeĢrîfâtu‟Ģ-ġu‟ârâ‟sında da Balizade‟den bahsedimektedir. Ancak onlar da Şeyhülislâm olan Bâlîzâde ile aynı kiĢilerdir. (Belîğ 1998: 355, 356, 404./ Güftî 2001: 136.) Kısaca, kaynaklarda geçen Bâlîzâde Mustafa Ģeyhülislâm olan Bâlîzâde‟dir, müellifimiz değildir. Adı Mustafa bin Bâlî ile aynı anlamda olan Bâlî Efendi‟nin mahdûmu da baĢka biridir. Çünkü doğum tarihi 950/1543-44‟tür ve buna göre de eseri 13 yaĢında yazdığını kabul etmemiz gerekecektir. Bu da mümkün gözükmemektedir. Sonuç olarak; müellifimizin hayatıyla ilgili olarak, kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Dolayısıyla sonda da baĢta söylediklerimizi tekrar edeceğiz: Mustafa bin Bâlî 16 yy.da Ġstanbul‟da yaĢamıĢtır. Doğum ve ölüm tarihleri ve kabrinin nerede olduğu bilinmemektedir. Bildiğimiz tek eseri ise Sultan III. Murâd adına yazdığı İlm-i Firâset‟tir. Ayrıca eserinde anlattığına göre, Harezm‟e kadar kervanla yolculuğu da olmuĢtur.(16b) 2728 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 1.b.Edebî Kişiliği Mustafa bin Bâlî, eserinden anlaĢıldığı kadarıyla, iyi bir edip değil ancak iyi bir akademisyendir. Bu çerçevede baĢta eserini hazırlayıĢ sebebini, delillerini, kaynaklarını ve konunun bölümlerini belirlemiĢ ve iĢleyiĢe geçmiĢtir. Eserini, hem kaynaklarını teĢkil eden Farabî, Muhyiddin-i Arabî, Ġbni Sînâ gibi zatların eserlerinden yaptığı alıntılarla temellendirmiĢ hem de firâsetle ilgili hükümleri, Hamdullah Hamdî‟nin ünlü Firâset-nâme‟sinden yaptığı alıntılarla desteklemiĢtir. Konuyla ilgili bölümlerde yer yer yaptığı bu alıntı beyitlerle de eserini hem daha dikkat çekici yapmıĢ hem de edebiyatla da ilgili olduğunu göstermeğe çalıĢmıĢtır. Hz. Ali‟nin Sad Kelime adlı sözlerinin ReĢidüddin Vatvat‟ın Farsça çevirisinden yaptığı manzum alıntılar da onun konuya olan vukufiyetinin göstergesi olmuĢtur. Ġyi bir medrese eğitimi görmüĢ olduğu anlaĢılan müellif Kur‟an ve hadis ilmine ve diğer Ġslâmî, fıkhî ve tıbbî eserlere ve Arapçanın yanında Farsçaya da vakıftır. Dili zaman zaman ağırlaĢsa da genel anlamda sade sayılır. Eserin baĢındaki secili ifadeler belagat ve fesahati bilen Ģair bir ruha sahip olduğu izlenimini de vermektedir. “Dürer-i cevâhir-i hamd ü ĢitâyiĢ-i sa„âdet-esâs ve ġ urer-i zevâhir-i Ģükr ü sipâs-ı „ubûdiyyet-misâs ki kesret ü vefreti enfâs-ı halâyık gibi „add ü ihsâdan füzûn ve sunûf u elfâz ü „ibârâtı ecnâs u hakâyık gibi gûnâgûn ola, ol âferînende-i „acâyib-nukûĢ ve bedâyi„-i suver celle celâlühü ve feyz-bahĢende-i âmûzeĢ-i ġ arâyib-i „ulûm ve sanâyi„-i pür-„iber„amme nevâlühu hazretine sezâ-vâr u hakîkdür ki, meĢĢâta-i kudreti sun„-ı bedî„-i heykel-i insânı…” (1b.4-8) Müellifmizin dili döneminin özelliklerini yansıtmakta Eski Anadolu Türkçesine ait kelime ve eklerin yanında mahalli kelimeleri de kullanmaktadır: bingeş-, boġurtlak, degmede, irk-, tomalıç, kayu, vb. gibi. Ayrıca -dUkdA/-dÜkdE, -mAgIn/-mEgİn, -mAdın/mEdİn, -IcAk/-İcEk de kullandığı eklerdendir. Atasözleri ve deyimleri de maksadını anlatmak için kullandığı unsurlardandır: “bu „ilmden ġ araz u matlûb ahlâk-ı zâhire ma„lûm u müĢâhed olmadın ahlâk-ı bâtına ma„rifetine iktidârdur. Yohsa görinen köye ne kulavuz.” (14b.10-12) “lisân-ı „avâmda at mizâcı er mizâcı diyü meĢhûrdur.” (18a.20) “yaġmurdan kaçarlar tolıya uġrarlar.” (20b.05) Mustafa bin Bâlî zaman zaman okuyucunun yazılanları anlaması için, anlamlarının bilinemeyeceğini tahmin ettiği yerlerde, kelimelerin anlamlarını da vermekte ayrıca özellikler Arapça kelimeleri, bir dilci titizliğiyle tahlil ederek anlamlandırmaktadır. sayyib ya„nî yaġdırıcı (19a.21) kavâ„id in ya„nî bulutuñ mu„teriz olup yayılanlarını ve dahı bevâsikın ya„nî mustatîl olup uzun olanlarını (19b.11) cübn ü havf ve nabz u nefesi za„îf olmak, ya„nî yabyab soluklanmak. (32a.07) istirhâ ya„nî gevşeklik (32b.6, 63b.8) nahâ„ dur, ya„nî arka kemikleri ki aña oñurġa dirler anuñ içinde olan yumşak siñirdür ki Türkçe aña murdâr ilik dirler. (36b.03, 40b.05) Zamm-ı hâ‟-ı mu„ceme ve yâ‟-ı nisbet ile hurt diyü igne deligine dirler. (16a.10) Bütün bunlar Mustafa bin Bâlî‟nin ilmî seviyesininin yanında dile hakimiyetini de göstermektedir. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2729 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 1.c.Eseri Mustafa bin Bâlî‟nin bildiğimiz tek eseri Ġlm-i Firâset adlı eseridir. Eserin tespit edebildiğimiz iki nüshası vardır. Bunların nüsha tavsifleri ise aĢağıdadır: Nüsha Tanıtımı: a) İ Nüshası3 Ġstanbul Süleymaniye Ktp. Ġzmirli Ġsmail Hakkı bl.Nr: 1926 Yk. 64; str. 20; Bu nüsha nesih hattıyla ve siyah mürekkeple yazılmıĢtır. Eserin kimin için telif edildiği hem eserin içinde hem de 1a‟da belirtilmektedir. 1a‟da kırmızı mürekkeple: “Sultân Murâd bin Sultân Selîm bin Sultân Süleymân‟a te‟lîf olmuşdur.” ibaresi yer almaktadır. Metin içinde baĢlık niteliğindeki ibareler, dikkat çekmek istenilen yerlerin üst tarafları da kırmızı kalemle çizilmiĢ, bazı konu baĢlıkları da hem metin içinde hem de varak kenarında kırmızı mürekkeple yazılmıĢtır. 1b‟de yer alan; “Bâlî Efendi İmâm Fahreddîn Râzî‟den ve Şeyh Muhyiddîn-i „Arabî‟den İstihrâc İtdügi Kitâbdur” Ģeklinde eseri tarif eder nitelikteki ibare de kırmızı mürekkepledir. Müellif eseri kimin için telif ettiğini ayrıca 3a‟da da belirtmektedir. Ayrıca İstishab ve mukabele kaydı da bulunmaktadır: Ġsteshabetehu fî senetehu ihdâ ve selâse mietehu ve elfün (1301/1883-4) bi-mukâbeletehu Hüseyn ĠurûĢe-i Dânâ Mehmed Sa„îd bin Zeynel„âbidîn en-nâ‟ib mahrûse-i livâ-i Resmo derCezîre-i Girîd Fî Muharremü‟l-harâm sene 302. Bî-kıymet. İntikal kaydı da vardır: Sümme intekale bi‟Ģ-Ģerrâ‟i ile‟s-silki ve‟l-fukarâ‟i ilâ sübhânehu ve te„âlâ Nâsıru‟d-dînzâde Muhammed Tevfîk ibni Hüseyin bin Hasib „afâ „anhüm âmîn. Ġstinsah kaydı ise: İstinsahehu‟l-hakîr Ahmed kâtibân-ı dîvânu hümâyûn fî 15 Zilhicce 242 (12 Nisan 1827) Ayrıca 1a‟da kitap adı olarak siyah mürekkeple Kıyâfet ü Firâset yazılıdır. BaĢta: 1b‟de sayfanın üstünde siyah mürekkeple Risâle-i Kıyâset-i Firâset altında da kırmızı mürekkeple Bâlî Efendi İmâm Fahreddîn Râzî‟den ve Şeyh Muhyiddîn-i „Arabî‟den İstihrâc İtdügi Kitâbdur Dürer-i cevâhir-i hamd ü şitâyiş-i sa„âdet-esâs ve ġurer-i zevâhir-i şükr ü sipâs yazılıdır. Sonda ise: Temmetü‟l-kitâb bi-„avni‟l-Meliki‟l-Vehhâb yazılıdır. 3 Makalede kullanılan varak numaraları Ġ nüshasına göredir. 2730 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 b) N Nüshası: Ġstanbul Nuruosmaniye Ktp. Nr. 4100 / Yeni kayıt Nu: 3579 / Mikrofilm No:1934 / 34 Nk 4100 Yk.65; st.17; BaĢta: Dürer-i cevâhir-i hamd ü şitâyiş-i sa„âdet-esâs ve ġurer-i zevâhir-i şükr ü sipâs… Sonda: Va‟llâhu te‟âlâ a„lem kad istirâhe‟l-kalem min-tenmîkihi fî-ġurre zi„l-hicce li-sene selâsîne ve semânîn ve tis„î mi‟etin mine‟l-hicreti‟n-nebeviyye „alâ yed-i mütercimihî ezelle „ibâdi‟l-meliki‟l-müte‟âlî Mustafâ bin Bâlî „afâ „anhümâ bi mennihi ve keremihi. (H. 983- 1 Zilhicce /M. 2 Mart 1576 Cuma) Bu nüsha güzel bir talik hattıyladır. Büyük bir ihtimalle de padiĢah III. Murad‟a sunulmak üzere hazırlanmıĢ bir nüshadır. Çünkü süslü bir ser-levhası vardır. Sayfa kenarları yaldızla çerçevelenmiĢtir. Ayrıca metin siyah mürekkeple yazılırken gerek baĢlık olanlar gerekse ayet, hadis ve alıntılar, kimi yerde kırmızı kimi yerde mavi kimi yerde de sarı yaldızlı mürekkeple yazılmıĢtır. Satırlarda noktalama iĢaretlerine benzer tek ve üç nokta Ģeklinde iĢaretler de vardır. Eserin zahriyyesinde Vakf-ı medâr-ı sened. Fî bedî„ü‟l-hallâk ve‟l-makâmât es-sultân ibnü‟s-sultân es-sultân ebü‟l-irşâd Osmân Hân ibnü‟s-sultân Mustfafâ Hân ca„ala‟llâhu bisırruu‟l-üdebâ‟il-eshâbehu ve ihsânehu bi zikrihi‟l-mecma„u‟l-ma„ârif ve dürriyyü‟l-elbâb ebâ‟eddâ„î el-fakîr el-Hâc İbrâhîm Hanîf el-Mukayyes bi ervâhihi el-Harameyn-„l-Muharremeyn ġufire lehu ibaresi onun altında da Ġbrâhîm Hanîf‟in mührü yer almaktadır. Eser mensurdur, ancak yer yer Arapça, Farsça ve Türkçe manzum parçalar da bulunmaktadır. Bunlardan Türkçe olanların çoğu Hamdullah Hamdî‟nin Kıyâfet-nâme‟sinden alınmıĢtır. Ayrıca müstensih nüshayı yazarken bazı bölümleri atlamıĢ olduğundan sonradan varak kenarlarına yazarak eksikleri telafi etmiĢtir. Nüshada yer yer varak kenarlarına kaydedilmiĢ tamamlayıcı ve açıklayıcı bilgiler de vardır. Eserin Adı: Eserin adı N nüshasında yazılmamıĢtır. Ġ nüshasının baĢındaki Risâle-i Kıyâset-i Firâset yazısının ise farklı kalemle ve sonradan yazıldığı anlaĢılmaktadır. Dolayısıyla eserin adı müellif tarafından belirtilmemiĢtir. Eserin YazılıĢ Sebebi: Müellif eserinin yazılıĢ sebebini baĢ kısmında açıklar. Buna göre; müellif önce firaset ilminin gerekliliği ve önceki Türkçe firaset kitaplarının teferruatlı olmadığından bahsederek kendisinin hem Fahr-i Razi hem de Muhyiddin-i Arabî‟nin eserlerinden iktibas ve baĢka faziletli kiĢilerin eserlerinden de çeĢitli hikâye ve lâtifeler alarak mümkün mertebe güzel Türkçemizle giydirilmiĢ ve Mevlana Hamdî‟nin inci gibi manzum eserini tazmin eden bir eser yazmak istediğini söylüyor. Ardından da eserini Sultan III. Murad‟a ithaf ediyor. Eserin Konusu: Eserin konusu, diğer firâset kitaplarından farklıdır. Zira diğer firâset kitapları firâset ilminin bir uygulamasını içerirken Mustafa bin Bâlî‟nin eseri firâset ilmini anlatan bir eserdir. Eser, firâsetin tarifinden, faziletinden, kısımlarından firâset ehlinin bilmesi gereken Ģeylerden, bu ilme yakın ilimlerden, firâsetin yollarından bahseder. Ayrıca firâset ilminin anlaĢılması için gerekli bilgileri de açıklar: mizaçlar, azalar, cinsiyet ve özelliklerini, insanın gençlik, yetiĢkinlik, olgunluk ve yaĢlılık dönemlerini, soy-sopu, zenginlik-fakirliği, kavimler ve özelliklerini, yaĢanılan memleketler ve insanlarını anlatır. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2731 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 2. Mustafa bin Bâlî ve Firâset İlmi Firâset, lûgatlerde “keşfetme, anlayışlılık, çabuk seziş, ileri görüşlülük” anlamlarına gelmektedir. (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116; Devellioğlu 1980). Macdonald‟a göre ise genel anlamı nüfûz-ı nazar‟dır. Kadı ve idare âmirlerinin karĢılaĢtıkları hal ve hadiseler üzerinde hüküm vermelerinden bahsedilirken bu anlamıyla kullanılır; dar manada “fizyonomi” eski Arap ıstılahı ile “ilm-i kıyafet”; tasavvufta ise Allah tarafından evliyaya ihsan edilen keĢif hasleti (ĠA) anlamlarına gelir. Kavram olarak bir kimsenin dıĢ görünüĢüne bakarak onun ahlâk ve karakteri hakkında tahminde bulunmayı ifade ederken daha geniĢ anlamda ise akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi yoluyla ulaĢılan bütün bilgi alanlarını kapsar (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116). Süleyman Uludağ KuĢeyri Risalesi‟nde Firâset konusunun dipnotunda firâset için “Bakmak, nazar etmek, sezmek, istidlâl etmek, içe doğmak” diye tarif eder. Ġlk kaynaklarda firâset kelimesinin “keĢf ve ilham” manasında kullanıldığını, ilham ve firâset sayesinde çok nadir hallerde bazı kimselerin bazen geçmiĢte, halde ve gelecekte olanı bildiklerini, baĢkasının ne düĢündüğünü tespit edebildiklerini, söylemektedir. (KuĢeyri Risalesi 1991: 391) Ebu Abdurrahman es-Sülemî ise “firâset kalbin, Hakk‟ın nuruyla görmesi demektir. Kalp o nur ile mugayyebâtı görür. Ancak iman derecelerinde ileri giden kimselerin firâseti doğrudur” der. (Sülemî 1981: 30) Abdürrezzak KâĢânî de Tasavvuf Sözlüğü‟nde “Bilinmeyen hükmü sezmek, baĢka bir ifadeyle, bilinmeyen Ģeyi idrâk. Firâset akıl ve düĢünce değil, kalp kaynaklı bilgi, hikmet ve basîretten doğar. Böylelikle sahibi, idrâk edilemeyen Ģeyleri akıl gücü ve istidlal yoluyla değil, sırrı vasıtasıyla bedihi olarak idrâk eder.” demektedir. (KâĢânî 2004: 432) Bazı mutasavvıflar ise firâseti ledün ilminin kaynaklarından sayarlar. Ġlk kaynak vahydir, ikincisi ilham, üçüncüsü ise firâsettir. Firâset ise “bir ilimdir ki, âsâr-ı sûretin teferrüsü sebebiyle guyûbdan / mekĢûf olur. Bu ilim evliyâ ile havas-ı mü‟minîn arasında müĢterektir. Nitekim hadîs-i Ģerîfde ittekû firâsete‟l-mü‟mini fe-innehu yenzuru bi nûri‟llâhi yani, Mü‟minin firâsetinden korkun. Muhakkak ki o, Allah‟ın nuruyla bakar, buyurulur. Ġlham ile firâset arasındaki fark budur ki, firâsette umûr-ı gaybiyyenin keĢfi, âsâr-ı sûretin teferrüsü ile olur; ilhâmda ise âsâr-ı sûretin teferrüsü sebep değildir. Vahy ile ilhâm arasındaki fark dahi budur ki, ilhâm vahye tâbi‟dir; vahy ilhâma tâbi‟ değildir. Yani evliyaya ilham, mütâbeat-ı Resûl vasıtasıyla olur.” (Konuk 1987: 84-85) Bedr-i DilĢad da firâset‟i nübüvvetin bir cüzü olarak tarif etmektedir: Firâset ho cüzv-i nübüvvetdürür Ki her iĢi bilmekde kuvvetdürür (Ceyhan 1997: C.II, 878) Araplar arasında kıyâfet anlamında(ĠA) kullanılan firâset kavramını ġaban-ı Sivrihisârî ise zeyreklik, yani zeki ve anlayıĢlı olmak (Bozkurt:2008,165) diye tarif eder. TaĢköprizâde de ilimlerin tasnifini yaptığı Mevzuatü‟l-ulûm‟da firâseti, insanların zahiri halinden, yani renginden ve azalarının Ģeklinden deliller getirerek, onların ahlâklarını bilmek; kısaca dıĢ görünüĢlerinden batıni ahlâklarına deliller getirmek olarak tarif eder. (TaĢköprizâde 1313: C.I, 358) Sünbülzâde Vehbî de yazdığı Lutfiyye‟sinde oğluna nasihatlerde bulunur ve öğrenmesi gereken faydalı ilimleri sıralarken 269‟dan 275‟e kadar olan beyitlerde ilm-i firâsete de değinir: Fenn-i ra‟nâ-yı firâset ne güzel Bilesin hâl-i kıyâfet ne güzel Sûret-i âdemi ol Rabb-i Kerîm Kıldı zî-bende-i hüsn-i takvîm Pek büyük nüsha-i kübrâ-yı vücûd 2732 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Okunur anda ma‟ânî-i Ģuhûd Ana dikkatle olunsa im‟ân Bilinür hâl-i hafiyy-i insân Ġdüp âyîne-i zâte dikkat Göresin nice acâib sûret Hayli itkân idecek ma„nâdur GörmiĢüz anda tehâlüf nâdir (Beyzâdeoğlu 1996: 65-66) Ġnsanın görünümü çok anlamlar taĢır. Ġnsanın gizlilikleri dıĢ görünüĢünden çözülecektir. Zira insanda uygun olmayan hiçbir Ģeye rastlanmaz. Mustafa bin Bâlî ise Ġmâm Râgıb-ı Ġsfahânî‟den naklederek firâset‟in “ferese‟s-sebu„u eĢĢâte”4 sözünden çıktığını söyler.5 (4a) KuĢeyrî (376/986-412/1021) de firâsetin “arslanın boğazından yakalayıp parçaladığı av” kökünden geldiğini belirtir. (KuĢeyri Risalesi:1991, 393) Zira firâset, av olarak belirlenen bir Ģeyi belirli bir yolla avlamaktan ibarettir. Istılahta ise, insanın dıĢ görünüĢünden hareketle iç dünyası hakkında çıkarımlarda bulunmaya denir. (4a) Mustafa bin Bâlî eserinde firâset ehlinin özelliklerini de anlatmaktadır: 1-Firâset ehli bir Ģeyi tanımak için istidlal yani delil getirme, yani müessirden esere ve eserden müessire, veya bir eserden baĢka bir esere delil getirme yolunu; 2-Ayrıca, firâset ilminde batınî ahlâka delil getirme, insanın mizacı gibi bir sebeple olabildiği gibi illetlerinin bir olmasından dolayı da bir illetten diğerine delil getirme yoluyla olabileceğini; 3-Asıl mizacı oluĢturan batıni hulk terkibini; her mürekkebin terkib edildiği dört illet olan illet-i maddiyye, illet-i suriyye, illet-i failiyye ve illet-i gâiyyeyi; 4-Ġnsan bedenini oluĢturan maddelerin dört hılt diye tabir edilen kan, safra, balgam ve sevdâ ile dört temel olan ateĢ, su ve topraktan ibaret olduğunu; 5-Ġnsan bedeninin mizaçlar ve kuvvelerden oluĢtuğunu; 6-Bunların da mutedil bir oranda olmasının sıhhat, olmamasının hastalık olduğunu; 7-Altı tabiî sebep veya altı zaruri Ģey diye adlandırılan hava ve yiyecekler, uyku ve uyanıklık, hareket ve hareketsizlik, kusma ve boĢaltım ve bunlardan oluĢacak hulkları; 8-Aslî gıdaların hangi hulku netice vereceğini; her yaĢın ne tür bir ahlâk iktiza ettiğini; cinslerin ve derilerin dıĢ görünüĢleri dolayısıyla olan ahlâkı; 9-Ġnsanın zâhirî fiillerinden bir baĢka batınî ahlâkı konusunda hüküm verme iĢlerini; bilmelidir. Ancak o zaman batınî ahlâkı bilebilir ehl-i firâset olabilir. (Dördüncü Fasl:13b) 4 Ferese: saldırdı/ es-sebu‟u: Yırtıcı hayvan/ eĢ-Ģâte: Koyuna // Ġbarenin anlamı ise: Yırtıcı hayvan koyuna saldırdı. /Koyunun yırtıcı avlayıcısının firâseti./ Yırtıcı hayvanın koyunu kapmasıdır. 5 Ebü‟l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed (Râgıb-ı Isfahânî) (öl.H.502). Bu bilgi Isfahanî‟nin el-Müfredât adlı eserinde bulunmamaktadır. (el-Müfredât fî Garîbi‟l-Kur‟ân, http://www.shamile.com) Bununla beraber müellifin sıklıkla baĢvurduğu kaynak olan Fahr-i Râzî‟nin Tefsîr-i Kebîr‟inde geçmektedir. (Fahrü‟d-dîn Muhammed b. Ömer er-Râzî eĢġâfi‟î; Mefâtihü‟l-gayb Mine‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Dârü‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye yay. Beyrut 2000, 1. bs., C.2,191. Bakara/2:30 http://www.shamile.com) Ayrıca, bak. Fahruddin Er-Râzi(2008), Tefsir-i Kebir Mefâtihu‟l-Gayb, Akçağ Yayınları: C. 2/319-327, Bakara/2:30. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2733 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 2.1.Firâset İlminin Delilleri 2.1.1.Kur’an-ı Kerîm’den Deliller Ġslam anlayıĢında ilmin kaynağındaki kutsiyet her zaman önem arz etmiĢtir: Kitap ve Sünnet. Bu iki kutsi kaynaktan beslenmeyen ilmin hakkaniyetinde Ģüphe oluĢur. Bunun için firâset ilminin de ayet ve hadisle desteklenmesi bu iĢin gereğidir.6 Bu ilim için seçilen ayetler ise birçok firâset eserinde ortaktır. Mustafa bin Bâlî de hemen hemen aynı ayetlerden yola çıkmıĢtır. Bu ayetler Ģunlardır: Birincisi, müellif tarafından, cennet ve cehennem ehli arasındaki surun a‟râfında, yani üzerinde Allah‟ın peygamberler, şehitler, hayırlı müminler, âlimler veyahut insan suretindeki melekler gibi, derecelerini yücelttiği bir takım bahtiyar kimseler vardır. Onlar, Allah‟ın onlara bildirdiği onlardaki alametlerden, cennet ve cehennemliklerin her birisini bilirler. O alamet ise yüz aklığı ve yüz karalığıdır. Ancak bunların bilmesi ya ilham ya da melekleri öğretmek gibidir Ģeklinde anlamlandırılan A‟râf suresinin 46.7 ayet-i kerimesidir. Ġkinci delil olan A‟râftakiler, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler mealindeki A‟râf suresi 48. ayeti de önceki ayet (A‟râf/7:46) gibidir. Üçüncü ayet ise İnne fî zâlike le âyâtin li‟l-mütevessimîn yani, şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır, (Hicr/15:75) ayet-i kerimesidir. Çoğu müfessir burada geçen “mütevessimîn”i “müteferrisîn” olarak tefsir etmiĢlerdir. Yani kastedilen anlam görüşlerinde isabet edenlerdir. Bunlar derine inerler ve eĢyanın hakikatini iĢaretlerinden bilirler, yani firâset sahibidirler. Dördüncü ayet-i kerime ise Sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, konuşma tarzlarından da tanırdın. (Muhammed/47:30) ayet-i kerimesidir. BeĢinci ayet-i kerime ise Fetih suresinde geçen Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir (Fetih/48:29) ayetidir. (5a) Diğer firâset kitaplarında ayrıca Sen onları yüzlerinden tanırdın. (Bakara/2:273) (TaĢköprizâde); Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar (Rahmân/55:41) ayetleri de getirilen deliller arasındadır. (Yerdelen 1988: 48) 2.1.2.Sünnetten Deliller “Sizden önceki ümmetlerde muhaddesler, ilhama mazhar olanlar vardı. Bunlar peygamber olmadıkları halde hakkı dile getirirlerdi. Eğer ümmetimde bunlardan biri varsa o da Ömerdir.” (Canan: C.12, 453, 4392 numaralı hadis) (Câmiüssagîr ġerhi: C.II, 142, Hucvirî 1982: 158) (5b) Yine Hz. Ömer hakkında Câmiü‟s-sagîr ġerhi‟nde Hz. Peygamber‟in “Hak Ömer‟in diliyle konuĢur” hadisi de rivayet edilir. (Hucvirî 1982: 158) (Canan: C.12, 453) “Mü‟minin firâsetinden korkun. Muhakkak ki o, Allah‟ın nuruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsîrü‟l-Kur‟ân, 16.) (Arık 2005) 6 Her ne kadar Lokman suresinin 34. ayetinde mugayyebât-ı hamse denilen beĢ hususun Allah‟tan baĢkası tarafından bilinemeyeceği; hadiste de gaybın anahtarları Allah‟ın yanındadır, gaybı O„ndan başkası bilmez buyrulmuĢsa da Allah dilerse ilham ve diğer herhangi bir meseleyi, ister Müslüman olsun ister olmasın bir kuluna bildirebilir. Ġslâm tarihinde ise sahabelerin ve ayrıca gayr-i Müslimlerin de bu nevi Ģeyleri nadir hallerde bilebildiklerine dair örnekler vardır. (bak. KuĢeyrî:1991, 391-392‟deki dipnot.) 7 Ġkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur, A‟râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemiĢlerdir, ama bunu ummaktadırlar. (A‟râf:7/46) 2734 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Tüm kumrallar mel‟ûndur. (Bozkurt 2008: 169; Sivrihisârî: 7b) Utlûbü‟l-havâyice „inde hisânü‟l-vücûhi (Süyûtî, Câmi‟ü‟l-hadîs, C.1, 77)(48b) (Ġhtiyaçlarınızı yüzü güzel olanların katında isteyiniz.) Hayrı güzel yüzlüden talep ediniz. (Yerdelen 1988: 48) 2.1.3.Sahabeden deliller8 KuĢeyrî Risalesi‟nde Hz. Osman‟la ilgili olarak “Enes b. Mâlik (r.a.) ‟ın Ģöyle dediği rivayet edilir: Hz. Osman b. Affan (r.a.) ‟ın yanına gittim. Yolda giderken gördüğüm bir kadının güzelliğini düĢündüm. Bunun üzerine Hz. Osman (r.a.): Ġçinizden biriniz gözlerinden zina alâmetleri zuhur ede ede, beni ziyarete gelmektedir, dedi. Kendisine: Resulüllah (s.a.) ‟tan sonra vahy ile mi karĢılaĢıyorum? Diye sordum, fakat buna tabsıra, bürhan ve sadık firâset, derler diye cevap verdi.” (KuĢeyrî 1991: 401) Yine Hz. Ömer‟in bazı âyetlerin getirdiği hükümleri bu âyetler inmeden önce bilmesini de firâsetin meĢruluğuna delil saymıĢlardır. (Arık 2005) (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 117) 2.1.4.Aklî Deliller Ġnsanların içlerinde iyileri de vardır kötüleri de. Bunlar toplumun içinde karıĢık bir vaziyettedirler. Kötüleri ise her zaman çoğunlukta olmuĢlardır. Dolayısıyla onların Ģerrinden korunmak gerekir. Hükemâ da yazdıkları eserlerde, bazı insanlardan, dıĢ görünüĢlerinden hareketle, öldürücü yılandan sakınıldığı gibi sakınılması gerektiği tavsiyesinde bulunmaktadırlar. Madem bu sanatla insanların yaratılıĢları hakkında bilgi sahibi olunabiliniyor, öyleyse bunu öğrenip Ģerlerinden korunmakta toplum adına büyük yarar olacaktır. Riyazet ehli de kendi aralarında, at, katır ve eĢek gibi bazı hayvanlarla bazı kuĢların iyi ve kötü görünen bazı özelliklerinden kendi güzel ve çirkin davranıĢlarına istidlal ederler. Dört ayaklı ve vahĢi hayvanlar hakkında bu Ģekilde bir geçerlilik söz konusu olursa eĢref-i mahlûkat olan insan hakkında geçerliliğinin daha iyi bir Ģekilde olacağı açıktır. Bu ilmin usulü ise diğer tabii ilimlerde olduğu gibi ayrıntılı tecrübelere dayanır. Nitekim baĢta tıp ilmi olmak üzere birçok ilimde de durum böyledir. Onlar da tecrübeye dayanmaktadırlar. Dolayısıyla bu ilim hakkındaki olumsuz eleĢtiriler tıp ilmi için de yapılmıĢ olacaktır. Yine Mu‟înü‟l-hükkâm‟da da firâsetin, kavrama üstünlüğü ve inceliği, fikir saflığı ve keskin nazardan ibaret olduğu söylenmektedir. (6a) Kısaca yaratıcı, her yaratığa kendisine has bir elbise giydirmiĢtir. Birbirinin hem benzeri hem de baĢkası olan bu varlıkları, her yönüyle tanıtabilecek birtakım nitelikleri bulunmaktadır. Ġnsanın, bu niteliklerden hareket ederek bazı sonuçlara ulaĢması mümkün olmaktadır. ĠĢte bu bağlamda firâset, varlıkların, özellikle de insanın, suretiyle meĢgul olan ve suretlerindeki izlerden, iĢaretlerden hareketle birtakım sonuçlara ulaĢmayı amaç edinen ya da nefsî terbiye ile ulaĢılacak ruhsal güçten ibaret bir bilim dalıdır. (ÇavuĢoğlu 2004: 23) 2.2. Firaset İlminin Bölümleri Mutasavvıflar ilmin kaynaklarını açıklarken üçe ayırırlar; birincisi “vahiy”, ikincisi “ilham” üçüncüsü ise “firâset”tir. (Konuk 1987: 84-85) 8 Böyle bir baĢlık Mustafa bin Bâlî‟de yoktur. Ancak genel olarak ilm-i firâsetten bahseden eserlerde sahabenin de bu konudaki sözleri nakledilir. Biz de bu noktaya iĢaret etmek için bu eklemeyi yaptık. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2735 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 a) Ayet-i kerime bizzat vahy olup hakkında Ģüphe olmaz. Hadis-i Ģerif de, Necm suresindeki O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Necm/53:3) hükmü gereği, vahiy gibidir ve hakkında herhangi bir Ģüphe olamaz. b) Ġkincisi olan ilham evliyaya mahsustur. Çünkü Allah‟ın gayb âleminden seçkin evliyanın kalplerine attığı sahih ve sabit bir ilim olup Cenab-ı Hakk‟ın Hâdî isminden geldiği için içinde dalalet tesiri olmaz. Mutasavvıflar buna “hâtır-ı hakkânî” derler. c) Üçüncüsü ise firâset olup evliya ve havass-ı müminler arasında ortaktır. Gaybi iĢler suretlerdeki iĢaretlerden teferrüs etmekle elde edilir. (Konuk 1987: 85) Necmüddin Kübrâ ise firâseti rıza makamının bir neticesi olarak görür. KiĢinin nefsini öldürüp onun rızasından vazgeçip Hakk‟ın rızasına teslim olmasıyla “Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklar içinde kalıp bir türlü çıkamayan kimsenin durumu gibi midir…” (En‟am/6:122) olan ayeti “daha sonra ona cemalimizden bir nur veririz ki sufi o sayede firâsetle insanlar arasında yürür ve onların hallerini müĢahede eder” Ģeklinde yorumlar. Buna firâset-i akliye, keĢfiyye ve ilahiyye diyerek bunda yanılma ihtimalinin söz konusu olmadığını belirtir. Ayrıca firâset sahiplerini, dolayısıyla da firâseti “iman, velayet, nübüvvet ve risalet” olarak dört tabakaya ayırır. 1-Ġman; genel olarak bütün müminlerin halidir. Ağacın çiçeğine benzer. 2-Velayet; seçkin müminlerin sıfatıdır. Bu mertebeye ihsan mertebesi de denir. Ağacın meyvesi gibidir. 3-Nübüvvet; Seçkinlerin seçkininin mertebesidir. Meyvenin özü gibidir. 4-Risalet ise özün özü gibidir. Birinci ve ikinci mertebe çalıĢarak elde edilirken son ikisi Allah vergisidir. (N.Kübra 1980: 68-69) Ebu Abdurrahman es-Sülemî ise firâseti üçe ayırır: I-Ġlkinin, müĢahedede firâset olup firâsetin en aĢağısı; II-Ġkincisinin; gaybdan haber verme olup, firâsetin ortası. III-Üçüncüsünün ise gabya hükmetme olup firâsetin en yükseği ve ümmet içinde ancak, Sıddîk-i Ekber‟e (r.a.) nasip olduğunu söyler. (Sülemî 1981: 30) Her ne kadar yukarıdaki eserlerde firâset, farklı Ģekillerde bölümlendirilse de firâsetnâmelerde iki ana bölüme ayrılır: 1-ġer‟î firâset ve 2-Hükmî firâset. Muhyiddîn-i Arabî de firâseti firâset-i Ģer‟î ve firâset-i hükmî olarak ikiye ayırmıĢtır. (6b) (Konuk 1992: 215) 2.2.1. Şer’î Firâset Hüseyin Vâ‟iz (860/1456-910/1504-5) ‟in Ahlâk-ı Muhsinî‟sinin tercümesi olan Osmanzâde Tâ‟ib (ö.1136/1724) ‟in Ahlâk-ı Ahmedî‟sinin 34. Bâbı firâset bahsidir. Burada; “Firâset-i Ģer‟î andan „ibâretdür ki vâsıtâ-i tezkiye-i nefs ve tezkiye-i kalb ile hicâb-ı gaflet „ayn-ı basîretden ref‟ olup nûr-ı „ikân ile müĢâhid ola. Tâ ki tevcîh-i nazar itdügi ahvâle bâdî-i emrde tahsîl-i vukûf u Ģu‟ûr eyleye.”(Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 72) denmektedir: Yani, bu firâset nefsin terbiyesi ve kalbin temizlenmesiyle gaflet perdesinin basiretin önünden kalkması sonucu yakîn derecesinde bir görme husule gelmesiyle oluĢan bir ilimdir. ÇalıĢmayla elde edilmez, Allah vergisidir. Ayrıca firâset karĢısında nefsin ve aklın Ģek ve Ģüpheye düĢmesi ihtimali yoktur. (KuĢeyrî 1991: 393.) KâĢânî de 2736 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 firâseti tarif ederken firâset sahibinin idrak edilemeyen Ģeyleri akıl gücüyle veya istidlal yoluyla değil, sırrı vasıtasıyla bedihi olarak idrak ettiğini söylemektedir. (KâĢânî 2004: 433) Mustafa bin Bâlî‟ye göre de Ģer‟î firâset Peygamberlerin ve velilerin firâsetidir. ÇalıĢmakla elde edilmez. Allah vergisidir. Bu firâsetle elde edilen bilgiler hata ve yanlıĢtan uzak kesin doğrudurlar. Konu eserde Ģöyle anlatılmaktadır: “ġer‟î firâset odur ki; firâset sahipleri bir kiĢiye basiret gözüyle baktıkları zaman kiĢinin ahlâk ve tavırlarındaki gizli açık her Ģeyi ayan beyan görürler. Bunlar kiĢilerin dıĢ görünüĢlerine ve emarelerine iltifat etmezler. Bu yönden, firâset seçkin peygamberlerin firâseti ve müslüman velilerin de kiyâsetidir. Bu firâset tan yerinin ağarması gibi hatalardan arı ve kesin doğrudur. Bu firâsetin, günün aydınlığı gibi hatalardan uzaklığı açıktır. Ayrıca bu firâset insanın sonradan öğrenebileceği bir Ģey değildir; Allah vergisidir.” (7a) Bu konuda yukarıda firâsetin delilleri arasında zikredilen Hz. Ömer ve Hz. Osman hakkında anlatılanlar ġer‟î Firâset için verilebilecek örneklerdendir. (10b-11a) Ayrıca Hz. Ali için de benzer örnekler vardır. Bu konuda birçok firâset kitabında anlatılan Ġmam ġafi‟î ile Ġmam Muhammed arasında geçen olay ise en meĢhurlarındandır. Buna göre; Ġmam ġafi‟î ve Ġmam Muhammed ġeybani bir gün Mescid-i Beytü‟l-Haram‟da otururken bir Ģahsa nazar ederler. Bir miktar baktıktan sonra Ġmam Muhammed “Firâsetime göre bu adam neccar(marangoz) olmalı” der. Ġmam ġâfiî de biraz nazar ettikten sonra “Benim zannımca bu adam haddad(demirci) olmalı” der. Ġki sağlam nazar birbirine muhalefet edince söz konusu adamı çağırarak sorarlar. Adam da önce haddadlık yaptığını Ģimdi ise marangozlukla uğraĢtığını söyler. (11b-12a) Ayrıca Mevlana Lutfi hakkında da dikkat çeken bir olay anlatılır: Mevlana Lutfi Bursa Ģehrinde müderrisken o memleketin eski bir âdeti gereği yaz mevsiminde serin hava için yaylaya çıkarlar. Bir gün her tarafı cennet gibi olan bahçeleri ve akan nehirleri seyretmek için dostlarıyla oturur sohbet ederler. Bu sırada köylü bir adam görünür. Heybesini boynuna asmıĢ ağır ağır nehir kenarına sürdüğü atını sulayıp üzerine binmeye hazırlanırken Mevlânâ bir saat düĢündükten sonra etrafındaki dostlarına, o Ģahsın Ġnegöl kasabasından olduğunu; hayvanını kaybetmiĢ onu sormaya geldiğini söyler. Yine bir saat düĢündükten sonra adının da Sevündük olduğunu, bir miktar düĢündükten sonra da heybesinin içinde yarım ekmek, bir parça peynir ve üç tane de soğan olduğunu söyler. Meclistekiler bu kiĢiyi tanımadığı halde Mevlana‟nın bu Ģekilde hükümler vermesine ĢaĢırırlar ve ardından adamı çağırıp sorduklarında, adam Ġnegöl‟den olduğunu, hayvanını kaybettiğini onu aramaya geldiğini, adının da Sevündük olduğunu söyler. Heybesindeki azığını sorunca da, fukara azığı diyerek yarım ekmek, bir parça peynir ve üç baĢ da soğanı çıkarır. (12a-b) 2.2.2.Hükmî Firâset Hükmî firâset Ģer‟î firâsetten ayrı olarak tecrübeyle ve çalıĢmayla elde edilen ve baĢkasına da öğretilebilen firâsettir. Bu anlayıĢ Ġslâm âlemine Ġslâm öncesi kültürlerden geçmiĢtir. Aristo‟ya mal edilerek Yuhanna b. Bıtrîk tarafından Arapça‟ya tercüme edilen Kitâbü‟s-siyâse fî Tedbîri‟r-Riyâse (Sırru‟l-Esrâr) adlı apokrif (kaynağı belirsiz) eser Ġslâm toplumundaki bu tür firâset anlayıĢını geniĢ ölçüde etkilemiĢtir. (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116) Mustafa bin Bâlî de eserinde hükmî firâseti kiĢinin zahirî hallerinden; onun gizli ahlâkından görmediği, iĢitmediği ahlâk ve sıfatları hakkında firâset ve kiyaset ölçüleriyle çıkarımlarda bulunup hükmetmesidir, diye tarif ediyor. Bu ilmi eğitimle ve kitaplardan araĢtırılarak öğrenmek mümkündür. Müellif bu eserini bu yüzden kaleme almıĢtır. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2737 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 Bununla birlikte hükmî firâset sonucunda verilen hükümler “zann-ı gâlip” üzere olup kesin değildir. Hâlbuki Ģer‟î firâsette hükümler ilhamla yani “kuvve-i kudsiyye” ile verildiği ve Allah vergisi olduğu için Ģüphesizdir, kesindir. Ehl-i firâset ise bazen firâset-i Ģer‟iyye gibi kuvve-i kudsiyye ile bazen de firâset-i hükmiye gibi delil ve hallerle hükmeder. (13a) 2.3. Firasete Yakın Olan İlimler Firâset Ģer‟î ve hükmî olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca hükmî firâset de kendi arasında bölümlere ayrılır. Bunlardan ilki ilm-i kıyafettir. 2.3.1.İlm-i Kıyafet Arapça kavf kökünden türeyen kıyâfet kelimesi iz sürüp gitmek, takip etmek, peşi sıra gitmek anlamına gelir. Kelimenin Türkçe'de ve Farsça'da ayrıca kılık kıyafet, elbise, şekil, görünüş mânaları da vardır. Eskiden Arabistan'da yerdeki ayak izlerine bakarak iz sahibi hakkında bazı tesbitlerde bulunan, kiĢiler arasındaki benzerliklerden, özellikle ayak benzerliklerinden akrabalık derecesini belirlemeye çalıĢan kimselere kâif denmekteydi. Ġlm-i kıyafet zamanla bir bilim dalı halinde geliĢmiĢtir. Ġnsanın görünen dıĢ özelliklerine bakarak görünmeyen iç özelliklerini anlamaya çalıĢan kimseye de kâyif veya kıyâfet-şinâs denilmiĢtir. Arapça'da firâset kelimesi de iz sürmek, birinin arkasından gitmek anlamına geldiğinden Arap âlim ve edipleri kıyafet yerine daha çok fırâset kelimesini kullanmıĢlardır. Halbuki bilim dalı olarak kıyafet firâsetten daha dar bir alanı kapsar. (Mengi 2002: Kıyâfetnâme, DĠA, C. 25, 513) Nev‟î‟ye göre kıyâfet, insanın bazı uzuvlarının durumlarından, renginden, dıĢ görünüĢünden hareketle, onun hakkında iyiliği veya kötülüğüne dair bir takım hükümlerde bulunmaktır. (Unan 2000: 257-266) TaĢköprizâde ise kıyafet ilminin nesep, doğum ve diğer durumlarda iki Ģahsın bütün organlarındaki benzer ve ortaklıklardan istidlalde bulunma olduğunu söyler. Bu ilim Araplardan Benî Müdlic kabilesine mahsustur ve eğitimle öğrenilmez. Bu ilmin hikmetinin peygamber soyunun korunması için olduğuna inanılmaktadır. Bazılarına göreyse bu ilim Arapların dillerini korumaları için onlara verilmiĢtir. Böylece hem onların hem de peygamber soyunun kötülüklerden ve fesattan korunmuĢ olacağı söylenir. (TaĢköprizâde 1313: C.I, 379-380) Mustafa bin Bâlî Ġlm-i kıyafeti Kıyafet-i BeĢer ve Kıyafet-i Ġsr diye ayrıca ikiye ayırır. 2.3.1.1.Kıyafet-i Beşer Bu ilimle kâyif olan kimse sadece insanın derisine bakarak nesebinin asaletini anlayıp bazılarının ecdadının karakterleri hakkında hüküm verip neseplerinin sahihliğini kesin olarak belirler. Neseplerinden Ģüphe edilen çocukların sadece derilerine bakarak, hiçbir Ģekilde tanımadığı halde, anne ve babalarını, anne ve babalarına bakarak da çocuklarını kesin bir Ģekilde tayin edebilirler. ĠĢte kâyif olan kimsenin, insanların sadece derisine ve diğer azalarına bakarak hüküm vermelerine kıyafet-i beĢer adı verdiler. Aslında bu sanatın sırrı tıp ilminde vardır. Zira evlat ile ebeveyn arasında münasebet ve benzerlik gerekir çünkü evlat babasının sırrıdır mazmununu herkes bilir. Ancak bazen benzerlik zahiri yönlerde olur ilk bakıĢta herkes de görür. Bazen de benzerlik gizli yönlerde olur. (15a) Bu ilmin Araplar arasında Kinane‟den, meziyetli kabile olan Müdlic kabilesine mahsus olduğu ve babadan oğula geçtiği ve nesep tespitinde bu kabilenin güvenilir olduğu söylenmektedir. Eski büyük fıkıh âlimlerinin çoğu nesep tashihinde o kabileye itimat etme konusunda ittifak etmiĢlerdir. Çünkü bu kabile bu sanatın bütün inceliklerine vakıf olduklarını göstermiĢlerdir. Hatta bununla ilgili olarak Peygamber Efendimizin adı geçen kabileden Mücezziz adlı kayife Hazret-i 2738 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Zeyd‟in nesebini doğrulatması anlatılır: Adı geçen kabilenin meĢhur kayiflerinden Mücezziz bir gün peygamberimizin huzuruna çıkar. Peygamberimiz onu hemen Hazret-i Üsame ve babası Zeyd‟in yanına götürür. Her ikisi de bir örtü altında uyumakta ve dıĢarıda sadece ayakları görünmektedir. Mücezziz bakar bakmaz bu ayaklar birbirindendir der. Yani Zeyd (r.a.) ve Üsame (r.a.)‟ ın baba-oğul olduklarını söyler. Böylece Peygamberimizin bir sürü iltifatına ve ihsanına mazhar olur. 9 (15a) 2.3.1.2.Kıyafet-i İsr Kıyafet-i isr için TaĢkörpizade ilm-i kıyafet dahi derler diyor. Bu ilim ayak ve tırnak izleri üzerinedir. Bu ilmi bilmenin çok faydası vardır: Kaçan esir ve köleleri, kaybolan çocuk ve hayvanları arayıp bulmada, av hayvanlarını ve düĢmanı takip etmede faydası ortadadır. Bu ilimde görme, hayal ve hafıza gücü çok önemlidir. Hatta bu ilmi bilenler ayak izinin yaĢlıya mı gence mi ait olduğunu da bilirler. (TaĢköprizâde 1313: C. I, 379-381) Kıyafet-i isr, büyük ve küçükbaĢ hayvanların ayak, tırnak ve pençelerinin ve insanların ayak izlerinin eserleri ve Ģekilleri üzerinedir. Kıyafet ehli bu izlerin yaĢlıya mı gence mi, kadına mı erkeğe mi ait olduğunu; ne tarafa gittiğini, hangi vasıtayı kullandığını izlerinden istidlal ederek arayıp bulur. Özellikle toprağı ince olan yerlerde ne kadar hafif de bassa görülür. Türkçede ise buna iz izlemek denir. Bu sanat, sahiplerine tehlikeli yollarda giderlerken ıssız çöllerde ve bilinmeyen yollarda rehber olurlar. Ve bazen askerlerin uçurum ve tepelerde yolunu kaybetmelerinde onlara delil olur ve onlar bu sayede kaybolmak ve helak olmaktan korunurlar. Ve yine efendisinden kaçan asi köle ve hizmetçiler ve sık sık hayvanlarını kaybedenlere bu sanatın çok faydası vardır. 9 (5321)- Hz. AiĢe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) yanıma mesrur olarak girdi, yüzünün çizgileri parlıyordu. "Hani, Mücezziz el-Müdlici var ya, az önce, Zeyd Ġbnu Harise ve Üsame Ġbnu Zeyd'e baktı da: "ġu ayaklar var ya (aralarında öyle benziyorlar ki) sanki birbirlerinden hasıllar" dedi" buyurdular." [Buhârî, Fezailu'l-Ashab 17, Menakıb 23; Feraiz 31; Müslim, Rada 38, (1459); Ebu Davud, Talak 31, (226), 22687; Tirmizî, Vela ve'l-Hibe 5, (2130); Nesâî, Talak 51, (6, 184).] Açıklama: 1- Kâfe, kâif'in cem'idir. Kâif benzerlikleri bilen, iz takip edip, izleri ayıran, teĢhis eden kimsedir. Kâiflik Araplarda cari bir âdetti. Hz. Ömer'in de kâif olduğu rivayet edilmiĢtir. Ġz takibi ve benzerliklerle meĢgul olup yorum yapma iĢine kıyafet denir. Bu sahada yazılan eserlere Osmanlılar döneminde kıyafetname denmiĢtir. 2-Mücezziz el-Müdlici kâifti. Cahiliye devrinde savaĢlarda esir ettiği kimselerin alnını çizip salıverdiği için Mücezziz denmiĢtir. 3-Hadis, muhtelif Ģekillerde rivayet edilmiĢtir. Farklı rivayetlerin açıklamalarına göre, Üsame Ġbnu Zeyd koyu siyahi idi. Baba Zeyd ise pamuktan da beyazdı. Üsame'nin annesi Ümmü Eymen de siyahi idi. Üsame ile babası Zeyd arasındaki renk farklılığı sebebiyle bazı dedikodular vardı. Resulullah bu durumdan üzülmekteydi. Bir gün, Mücezziz el-Müdlici, Resulullah'ın yanına girer. O sırada Zeyd ve Üsame bir kadife örtü altında yatmaktaydılar. Örtü baĢ taraflarını örtse de ayakları açıktaydı. Mücezziz, onları tanımadan: "Bu ayaklar (renk farkına rağmen) birbirlerine çok benziyorlar. Sakın birbirlerinden hasıl olmasınlar?" diyerek aralarında kan karabeti bulunacağı hususunda kanaat beyan etti. 4-O devirde sözlerine itibar edilen kâiflerden birinin bu teĢhisi, Resulullah'ı ziyadesiyle memnun eder. Hadisin kaydedilen veçhinde bu memnuniyetin derecesi ifade edilmiĢ ise de, bir baĢka veçhi de burada kayda değer. Buna göre Resulullah Hz. AiĢe'ye gelince: "el-Müdlici'nin Zeyd ve Üsame hakkında ne dediğini iĢitmedin mi? Onların ayaklarını (yan yana) görünce: "Bu ayakların bazısı diğer bazısından hasıl olmuĢtur" dedi" der. 4- Hadisten bazı faideler çıkarılmıĢtır: * Bir kimsenin yüzü görülmeden hakkında Ģehadette bulunulabilir. * KiĢinin oğlu ile birlikte bir örtü altında yatması caizdir. * Töhmet olmama halinde, Ģahidlik talep edilmeden Ģehadette bulunan kimsenin Ģehadeti kabul edilebilir. * Hevadan selamet halinde, hakim, ihtilaflı meselede hak ortaya çıkınca sevinç izhar edebilir, caizdir. * Kâiflerin beyanıyla amel edilebilir. (Canan: Kütübü Sitte, C. 15, 119-120) Ayrıca bak. Muhammed Fuâd Abdulbâki(2007); (çev. Abdullah Feyzi Kocaer); Müttefekun Aleyh Hadisler, Hüner Kitabevi, Konya, 958 numaralı hadis, 292). www.darulkitap.com Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2739 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 Ayrıca bu ilim sadece insanlara mahsus değildir, hayvanlarda da vardır. Nitekim Mustafa bin Bâlî‟nin anlattığı bir olay çok ilginçtir: Bir tarihte büyük bir kafile Harezm bölgesinde giderken ıssız ve korkunç bir çölde yolumuzu kaybettik. Ne kadar uğraĢtıksa da yolumuzu bulamadık. Her ne tarafa dönsek zor ve talihsizlikle karĢılaĢıyorduk. Artık insanlardan ve yaĢamadan ümidimizi kesmiĢ tam bir ümitsizlik içinde idik. Sıkıntımız haddi aĢmıĢtı. Sonunda bütün kervan ehlinin ittifakıyla, ömrü Ģehirlerden Ģehirlere seyr ü seferle yollarda geçen ve yollarda birçok bela ve musibet çeken yaĢlı bir devenin yularını boynuna bağlayıp bütün kafile onu takip etmeye karar verdik. Dağdan dağa sahradan sahraya bazen aĢağıdan bazen yukarıdan bazen kolay bazen zorlukla menziller geçtikten sonra ansızın bir Ģehre ulaĢtık. Allah‟ın yardımına sonsuz Ģükürler ederken hayvanın da bu his ve idrakine çok ĢaĢırarak sağ salim yolumuzu bulduk. (15b-16a) 2.3.3. İlm-i İrafet ġu anda meydana gelen bazı olaylardan hareketle gelecekteki olaylar hakkında akıl yürütmektir (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116). Nev‟î, Netâyicü‟l-Fünûn‟da irafet için su dolu kadeh, kurs-ı âfitâb ve cirm-i billûr gibi bazı berrak nesnelere bakarak, bunlarda cinlerin görüldüğünü iddia etmek ve gaybdan haber vermektir (Unan 2000: 257-266) demektedir. TaĢköprizâde de Mevzuatü‟l-Ulûm‟da “ġu andaki olaylardan gelecekte olacak olaylara istidlalde bulunmaktır. Ancak bu olaylar arasında, münasebet ve gizli benzerlikler veyahut ihtilat veya irtibat dolayısıyla veya ikisi de bir tek emrin malulü olmak bakımından veyahut halde bulunan Ģey gelecekte olana illet olmak bakımından iliĢki olmalıdır.” der. Bu konuda Mustafa bin Bâlî‟nin eserinde anlattığı Ġskender ile dokumacı kadın hakkındaki bir olayı TaĢköprizâde de anlatır ve uzun uzadıya daha farklı bilgiler de verir. (TaĢköprizade 1313: C. I, 384-388) Mustafa bin Bâlî ise eserinde konuyu fazla uzatmadan bu hikâyeyle bitirir: Ehl-i irafet, bazı hadiselerden, aralarında gizli bir münasebet veyahut benzerlik olan baĢka hadiseler hakkında istidlalde bulunurlar. Nitekim anlatılır: Ġskender Arap beldelerinde bir Ģehri ele geçirdi. Ġrafet ile tanınan bir dokumacı kadın kaftanlık bezler dokuyordu. Ġskender heybet ve azametle yürüyünce ülkenin padiĢahına dedi: “Ey kadri yüce padiĢah! Lütuf ve ihsan sahibi Allah seni ihsanıyla destekleyip yakın bir zamanda yeni bir hükümdar ve dünyanın bir ucundan diğer ucuna olan en geniĢ tarafları olan toprakları Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık (Sâd/38:26) ayeti hükmünce verir ve kuĢandırır.” Az zaman geçmeden genç padiĢah etrafıyla geldi. Hatun irafe etti: Ey talihli padiĢah sakın gafil olma ki devletinin yıldızı batıp Ġskender gazap ederek senin memleketini ele geçirir zor ve eziyetle saltanatını elinden alır. Bunu duyunca padiĢah çok hiddetlendi. Bunu gören kadın “Ey padiĢah gazap ve hıĢımdan kendini kurtar. ġüphesiz ki nefisler alametlerle birçok hallere vakıf olur. Zira Ġskender bu makamdan geçtiği zaman ben bezimin enini boyunu tahmin ediyorum. (Yani artık vefat etmiĢ olurum.) Ne zaman ki padiĢah gitti bezimden elimi çektim kesmekle meĢgul idim.” Gerçekten ne dediyse az zaman sonra gerçekleĢti. (17a) 2.3. 4. İlmü’l-Hutûtı Eküff ü Akdâm İlmü‟l-hutûtı eküff ü akdâm insanın el ve ayağında bulunan çizgilerle o Ģahsın halleri için çıkarımda bulunma ilmidir. Bu çizgilerin uzunluğu ve kısalığı, kesiĢmesi ve aykırılığı ve arasının darlığı ve geniĢliği ile çeĢitli Ģekiller peyda olmasından firâset sahipleri birçok deliller çıkarmaktadır. Bu hatları taĢıyanlar hakkında bazen uzun ömür, zenginlik ve kolaylık, bazen fakirlik, sağlık ve mutluluk ve bazen de hastalık ve Ģikâyet hükmü vermiĢlerdir. Nitekim Arap Ģairlerinden A‟Ģâ kendini zararla korkutanları azarlayarak Ģöyle demiĢtir: Elümüñ ayâ ve esrârına sen eyle nazar Bilesün tâ ki va„îdüñden irer baña zarar 2740 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Mustafa bin Bâlî‟ye göre bu ilmin Hint ve Araplar arasında kullanımı yaygın ve çok meĢhurdur. Hatta bunun için bazı kitaplar da vardır. Bunlar insanın el ve ayaklarını çeĢitli Ģekillerle tasvir edip her birinin alametlerini yanında yazmıĢlardır. O kitaplara bakıldığında adı geçen alametler bilinince her birinin iktiza ettiği vasıflar ve ahlâk geniĢ bir Ģekilde anlaĢılır. Müellife göre bu kitapların varlığı ve yüksek pahalarla da satılması bunları alanlara bu ilmin çok faydası olduğunun delilidir. (17b) 2.3. 5.İlmü’l-İhtilâc (İhtilâc-nâme-Segrime İlmi) Bu ilim insanın organlarında görülen seğrime ve çarpıntı gibi durumlardan hareketle ilerde meydana gelecek olaylara dair sonuç çıkarmadır. Nev‟î, ihtilac‟ı insanın bazı uzuvlarının hareketinden çeşitli hadiselerin zuhurunu haber vermek, diye tarif eder. (Unan 2000: 257-266) Mevzuatü‟l-ulûm‟da ise insan azasının baĢtan ayağa kadar seğrimesinin kendine vaki olacak bazı hallerine delalet edebileceğinden; ancak bu ilmin delillerinin zayıf, güvenilmez ve anlaĢılmaz; bu konuda yazılan kitapların faydasızlığından söz edilir. (TaĢköprizâde 1313: C. I, 389) Mustafa bin Bâlî ise bu ilmin adını vermemekle beraber kurallarının belli olmadığını söylemektedir. Bu, eskilerin denemelerinin sonucu elde ettikleri tecrübelerden rivayet edilen haberlerdir. Mesela gözbebeğinin etrafında oluĢan seğrime ve çarpıntı gibi insan bedeninde ortaya çıkan hallerdir. Bunların her birinden özel hükümler çıkarılmaktadır. (18a) Kâtip Çelebi de KeĢfü‟z-Zunûn adlı eserinde bu ilmin firâset ilminin dallarından olduğunu söylemektedir. ġeyh Davud el-Antakî de tezkiresinde seğrimenin bedenini istek dıĢı hareketi olup buhar veya buharlaĢmıĢ gıdadan dolayı Ģekille ilgili bir patlama olduğunu, doğanın gücü yettiği zaman ortaya çıktığını, seğrime sırasında vücudun durumunun genel ve özel olarak deprem sırasındaki yerin durumu gibi olduğunu söylemektedir. (bak.KeĢfü‟z-zünûn 2012:77)10 2.3. 6. İlmü’l-Ektâf Bu ilme şâne-i kûsfend de denilir (Seğirname 2010: 11) keçi ve koyunun kürek kemiğine bakıp savaĢ, barıĢ, kıtlık ve bolluk konusunda bir sonuç çıkarmaktır. (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116) Keçi ve koyunun kürek kemikleri güneĢe tutularak üzerindeki çizgi ve Ģekillerden dünyada savaĢ, kıtlık, bolluk çıkıp çıkmayacağına dair hallere iĢaretler çıkarmaktır. Bu ilimde cüz‟î iĢlerden ziyade küllî iĢlerle ilgili çıkarımda bulunurlar. Nazar ettikleri kürek kemiğinin levhasını, piĢirmeden önce alır evvel yere bırakır daha sonra da alıp bakarlar. Onun üzerindeki farklı durumlarından yani parlaklık veya bulanıklığından ve kırmızılığı veya yeĢilliğinden âlemde olacak olan kıtlık ve bolluğa, savaĢ veya barıĢa, kimin galip kimin mağlup olacağına dair hükümler çıkarırlar. Kemiğin dört bir tarafı ise dünyanın dört tarafını temsil edecek Ģekilde tespit edilmiĢtir. Çıkarılan hükümleri de iĢaretli yerlerin temsil ettiği yere nispet ederlerdi. (18b) Bu ilim Hz.Ali (kv) ‟ye nispet edilmektedir. (TaĢköprizâde 1313: I, 378) 10 Ayrıca bk. Wladzimierz Zajackowiski(1967); Zwei Türkische Surkugsbücher. (Segir-nâme ), Folia orientalia-Tome, XIII, Krakow, s. 89-109. M. Kemâl Özergin(1967); Eski Bir Seğir-nâme, Türk Folklor Araştırmaları, C.10, S.211, s. 4331. Arif Özer(1969); Türkçe Ġki Seğir-nâme Kitabı Üzerine, Türk Kültürü, C.7, S.77, Mart, s.48. Halil Ersoylu(1989); Seğir-nâme, TDAY-Belleten 1985 (Ankara 1989), s.27-48. Mustafa Tatçı(1997); Türk Edebiyatında Ġki Tür: Seğir-nâme ve Çın-nâme, Edebiyattan İçeri, Akçağ Yayınları, Ankara, s.520-530. Yusuf Ziya Sümbüllü(2010); Seğirname, Fenomen Yayıncılık, Erzurum. -----(2010); Balkanlardaki Osmanlı Mirasına Örnek Bir Eser: Seğir-name, Hikmet İlmî Araştırmalar Dergisi ADEKSAMGostivar-Makedonya, (Mayıs 2010), S.15, s.40-50. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2741 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 2.3.7. İlm-i Nüzûlü’l-Gays Bulut, gök gürültüsü ve ĢimĢeği araĢtırıp yaz ve kıĢta yağmurun yağıp yağmayacağına dair çıkarımda bulunma ilmidir. Ġnsanlar arasında bu ilimde ihtisas sahibi olanlar Araplardır. Zira onların yağmura ihtiyaçları çoktur. Bundan dolayı bu ilim onlarda birçok tecrübe ile ortaya çıkmıĢtır. Zira onlar dağ ve tepelerde yerleĢmiĢ olup geçimleri ziraat ve meracılık olduğundan bu sanata önem vermiĢlerdir. Bundan dolayı ĢimĢek ve bulutların halleri hakkında tam bir bilgi sahibidirler ve her Ģekilden ayrı bir anlam çıkarırlar. Bu değerlendirmeler bulutların ya mevzileri ya inceliği ve kalınlığı veya renk ve letafeti hasebiyle olur. Bazen de rüzgâr ve ĢimĢek ile çıkarımda bulunulur. (TaĢköprizâde 1313: C. I, 382-383) (19a) Bununla beraber bu ilimle çıkarılan hükümler her zaman doğru olmaz. Hatta çoğunda yanlıĢ olur. Yıldız ilmiyle hareket edenlerde bile hatalar olduğuna göre bu ilimde de hatalar olması normaldir. Mustafa bin Bâlî konuyla ilgili olarak Peygamberimizin bir hadisini de zikrettikten sonra bir olay anlatır: Anlatıldığına göre Mağrip diyarında bir Ģehirde yıldız ilminde derin bilgisi olan iki kiĢi araĢtırıp aralarında bu ilmin bilgileri çerçevesinde tartıĢıp sonunda o sene hiç yağmur yağmayacağı kararında ittifak ederler. Güzel bir günde Ģehre yakın yüksek bir tepeye çıkarlar. Onlar bu inançla aralarında sohbet ederlerken bir köylünün dağdan odun yüklü merkebini kırbaçlayarak Ģehre doğru hızla gittiğini görürler. Ona acelesinin sebebini sorunca o da “korkarım ki Ģiddetli bir yağmur yağacak büyük bir sel olup Ģehre girmemizi engelleyecek” der. Adamın bu sözüne kahkahalarla güldükten sonra gök biliminden haberi olup olmadığını sorarlar. Adamcağız da “ilm-i felekten haberim yok ama eĢeğimde tecrübe ettiğim bir delilim var ki o olduğunda adetullah gereği yağmur yağar” diye cevap verir. Ardından da bu alametleri anlatır ve hemen aceleyle yola düĢer. Onlar da alay etmekle meĢgulken aniden büyük bir yağmur baĢlar ve bu adamlar Ģehre gidemezler. Olanlar karĢısında Allah‟a tövbe edip her Ģeyi Allah‟ın kudretine havale ederler. (20b) 2.3.8. İlm-i Riyâfe Yer altındaki suları arayıp bulma ilmidir. Bu ilim sayesinde bir yerde suyun var olup olmadığını, varsa ne kadar derinlikte olduğunu; toprağı koklayarak, orada yetiĢen bitkilerin türlerinden, canlıların hareket tarzlarından hareketle; bildikleri söylenir. Bu ilmin sahibinde mükemmel bir his ve kuvvetli bir hayal gücü lazımdır. Bu ilmin faydası açıktır. Zira bütün arazide yüksek dağ ve mekânlarda ve vadilerin içinde nehirlerin olması az vaki olur. Bu ilimde o yerin toprağının durumu, renk ve özellikleri, dağlık mı, taĢlık mı milli mi olduğu tam olarak bilinmelidir. Ayrıca bu ilmin, amacı suyun varlığını bilmek olduğundan firâset ilminin teferruatından; yer altını kazıp suları yeryüzüne çıkarmak bakımından da mühendisliğin teferruatından olduğu da unutulmamalıdır. (TaĢköprizâde 1313: C. I, 381-382) Bu ilimle su mühendisleri dağ ve ovalarda yerin derinliklerine ulaĢıp zahirde su sızmazken ab-ı hayat gibi suları çıkarırlar. Böylece dağların dibindeki vadi ve susuz çöllere akıtıp ve her şeyi sudan yarattık (Enbiyâ/21:30) ölçüsüne göre ölülerin dirilmesi ve bitki ve çiçeklerin bitmesiyle herkese faydalı olurlar. Bu ilmin belde ve nahiyeleri imar etmekte büyük yararı vardır. Zira dağların tepelerinden vadilerin içine kadar her yerde su çıkarılmaz. Öyle yerlerde yerin derinliklerinden yeryüzüne su çıkarmaya ihtiyaç vardır. Bu sanat sahibine de mükemmel bir his ve kuvvetli bir hayal gücü lazımdır. Bu sanatın medarı, toprağın özelliklerini ve rengini bilip taĢlı ve kumlu yerleri birbirinden ayırabilmekledir. 2.3.9. İlm-i İstinbâtü’l-Ma’âdin Madenlerin önce yerinin belirlenmesi daha sonra da çıkarılması ilmidir. Zira cevherler dağların derinliklerinde ham halleriyle ve karıĢık bir Ģekilde bulunurlar ve gümüĢ ve altına ve 2742 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 diğerlerine elbette bazı alametler gerektir. Böylece bu sanata talip olanlar dağların damarlarındaki maden alametlerini tanımakla hammaddenin var olup olmadığına da karar vermiĢ olurlar. Ta ki dağların derinliklerinde olan filizlerini bulabilsinler. (TaĢköprizâde 1313: C.I, 382) (21a-b) Bu ilimler Mustafa bin Bâlî‟ye göre ilm-i firâsete yakın ilimlerdir. Birçok firâset-nâmeye göre ise kıyafet ilminin alt dallarındandır. III. Bölüm 1. Firaset İlminin Tarihî Gelişimi Arapların ilm-i kıyafet anlamında kullandığı ilm-i firâsetin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Zira gaybı bilmek ve geleceğe ait iĢlerden haberdar olmak istemek insanın en büyük zaaflarındandır. Yazılı eski belgelere göre, eski Çin, Mısır, Hint, Roma, Yunan ve Bâbillilerde bu ilmin kolu olan ilm-i kıyafetle yani batılı ifadeyle fizyonomi ile ilgili sistematik olmasa da bazı faaliyetlerin yapıldığı, ayrıca bu konuyla ilgili çeĢitli fikirler serdedildiği ve eserler yazıldığı da bilinmektedir. Bunlarda ilk yüz okuma faaliyetlerinin Çin‟de baĢladığından ve Babil'de de tikleri araĢtıran ve bunları yorumlayan sokak yorumcularının varlığından bahsedilir. (Deniz 2004) Mustafa bin Bâlî de eserinde “Bu „ilmüñ diyâr-ı Hind ü „Arabda isti„mâl ü iĢtihârı artukdur”(17b) diyerek bu konuyu dile getirir. Aristoteles de Politika adlı kitabında Yukarı Libya‟nın bazı halklarının ortaklaĢa kullanılan kadınların çocuklarının kimden olduğunu tespit etmede bu ilmi kullandıklarını söylemektedir.(Aristoteles1990:34) Batı‟da ise ilk olarak milattan önce yaĢamıĢ olan Hipokrat insanları tiplerine göre ayırmıĢ ve onları tedavi etmede bu ilimden yararlanmıĢtır. Dolayısıyla milattan önce II. Yüzyılda yaĢayan Eflatun, Galien, Ġladus ve Aristo‟nun bu konuyla ilgilendikleri bilinmektedir. (Çelebioğlu 1998: 227-228) Resimle Ģahsiyet tespitine dair KeĢfüzzünûn‟da geçen bir olayı Mustafa bin Bâlî de anlatmaktadır: “Firâset ilminde üstat olan Ġflimun (Polemonis, Philemon) adında birisi, insanın terkibinde ahlâkına dair delil getirebileceğini iddia etmiĢtir. Bukrat‟ın talebeleri bunu imtihan etmeyi düĢünürler. Bukrat‟ın bir resmini yaparak Ġflimun‟a verirler. Ġflimun, resim üzerinde derin derin düĢünür ve - Bu resmin sahibi zinaya düĢkün birisidir- der. Ġflimun onun kim olduğunu bilmemektedir. –Yalan söylüyorsun. Bu Bukrat‟ın resmidir- derler. Ġflimun, -Bukrat‟a gidiniz, ona sorunuz, Ģüphesiz benim ilmimi tasdik edeceksiniz- der. Ona giderler, denileni söylerler. Bukrat da - Ġflimun doğru söylemĢtir. Ben zinayı severim, lakin nefsime malik bir insanım- der. (Çelebioğlu 1998: 228) BaĢka bir rivayet de Ģöyledir: Eflatun bir yüksek bir dağ tepesini mesken seçmiĢ, tepeye çıkan yolun baĢına da bir nakkaĢ görevlendirmiĢti. Bunlar kendisiyle sohbet etmek isteyen kimselerin suretlerini tasvir edip ona sunarlar, o da firâset gözüyle inceler, sohbete layık görürse kabul ederdi. (Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 75) Bu konuda yazılan eserlerden Aristo‟ya ait olduğu iddia edilerek Yuhannâ b. Bıtrîk tarafından Arapçaya çevrilen Kitâbü‟s-Siyâse fî tedbîri‟r-riyâse (Sırru‟l-esrâr) adlı, kaynağı belli olmayan eser ise Ġslâm toplumunda bu tür firâset anlayıĢını geniĢ ölçüde etkilemiĢtir. Rivayete göre Aristo bu eserde öğrencisi Ġskender‟e öğütler vermiĢ, ona savaĢta hangi tarafın galip veya mağlup olacağını önceden tahmin etmenin yollarını ve savaĢ tekniğini öğretmiĢtir. Bundan dolayı Müslüman hükümdarlar bu tür eserlere ilgi duymuĢlardır. (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116) Ayrıca Ahlâk-ı Muhsinî‟de Sâsânî padiĢahı NûĢirevân için hükemâ tarafından bir firâset kitabı yazıldığı ve NûĢirevân‟ın bu kitaba bakarak hükmettiği anlatılır. (Çelebioğlu 1998: 229) (Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 73) Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2743 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 1.1.İslam Dünyasında Firâset İlmi Müslüman toplumlarda özellikle Araplar arasında firâset ilminin batıdan müstakil olarak geliĢtiği görülmektedir. Cahiliyet ve öncesinde firâset ilmiyle uğraĢanlar kayif olarak adlandırılıyor ve bunlara çok itibar ediliyordu. Bunlar insanın derisine bakarak insanın nesebi, asaleti, ahlâkî yapısı hakkında ve ayak izlerinden hareket ederek de iz sahipleri hakkında bazı hükümler çıkarıyorlardı. Özellikle neseplerinden Ģüphe edilen çocukların neseplerinin belirlenmesinde kayiflere müracaat ediliyordu. Kinane‟den Müdlic kabilesi bu alanın uzmanı olarak kabul ediliyor ve bu ilmin babadan oğula geçtiği yaygın olarak söyleniyordu. Büyük fıkıhçılar da çoğunlukla nesep doğrulatılmasında bu taifeyi güvenilir buluyorlardı. Hatta Ġslamiyet döneminde, Peygamberimiz bu kabileden Mücezzir adlı bir kayife o zaman dedikodu konusu olan Zeyd ve oğlu Usame‟nin neseplerini doğrulatmıĢtır. Zira Zeyd siyah olmasına rağmen Üsame beyazdı. Rivayete göre, adı geçen kavmin meĢhur kayiflerinden Mücezzir-i Kâyif adında biri, bir gün Peygamberimiz (a.s.)‟in makamına gelir. Peygamberimiz de onu bir örtü altında uyuyan Hz. Üsame ve babası Zeyd‟in yanına götürür. Her tarafları örtülüyken ayakları dıĢarıdadır. Ayaklarına bakan Mücezzir, derilerinin rengi farklı olduğu halde bu ayaklar bu ayaklardandır diyerek ikisinin baba oğul olduklarını tespit eder. Ġslamî dönemde firâset alanında ilk yazılı örnekler Araplar arasındadır. Bu eserlerin bir kısmı müstakil eserler iken bir kısmı da çeĢitli eserler içerisinde bir bölüm halindedir. 1.1.1.Arap Edebiyatında Firâset-nâmeler11 Bu alanda Ġslâm dünyasında ilk eser yazanın Ġmam-ı ġâfî (150-204/767-819) olduğu rivayet edilir. Ancak El-Kafâ adlı bu eser günümüze ulaĢamamıĢtır. (Yerdelen 1988: 50) Bununla beraber firasetle ilgili bazı eserlerin bu eserin çevirisi olduğu söylenmektedir. (Kâtip Çelebi 2012: C.3, 1096; Kıyafetü‟l-Ġnsâniyye 1999: 14) Ġmam Muhammed‟le aralarında firâsetle ilgili anlatılanlar ise onun bu konuyla ilgili olduğunu göstermektedir. (11b) El-Kindî (öl.III/IX. y.y. ortaları)‟nin (ġ.Sâmî 1314: V, 3898), Yuhanna b. Bıtrîk (IV./X. y.y.) (Süleymaniye Ktp., Ayasofya bl., Nr. 2457, 2890. Nuruosmaniye Ktp, nr. 4927) ‟in ve Muhammed ibni Zekeriyâ Er-Râzî (240-320/854-932)‟nin de (Saçaklızâde 2009: 221) konuyla ilgili eserleri vardır. Fahreddin er-Râzî (544-606/1149-1206) ‟nin Kitâbü‟l-Firâse‟si ise Arapça yazılmıĢ firâset-namelerin en iyilerinden biridir. (ġ.Sami 1314: V, 3346). Muhyiddin ibnü‟l-Arabî (560- 638/1164-1240)‟nin Et-Tedbîrâtü İlâhiyye fî Islâhi‟l-Memeleketi‟l-İnsâniyye adlı eserinin sekizinci bâbı (Konuk 1992: 215-240) ile El-Fütühât-ı Mekkiyye eserinin yüz kırk sekizinci bâbı firâset konusundadır. (El-Fütuhat 1990: 433-434) Ġbn el-Ekfânî (öl. 749/1348) de İkmâl el-siyâse fî ilm el-firâse adlı eserinde firâset ilmini altyapısıyla beraber incelemiĢtir.12 1.1.2.Fars Edebiyatında Firâset-nâmeler Fars edebiyatında firâset-nâmelerle ile ilgili olarak ilk akla Sasaniler döneminde Ġran hükümdarı olan NûĢirevân-ı Âdil (öl.579) ‟in, filozofların hazırladığı firâset-nâmelerdeki hükümlere göre ülkesini yönetmesi gelir. Bunun için devrin ileri gelen bilginlerine bir firâset kitabı 11 Kıyafetname nüshalarıyla ilgili olarak özellikle Amil Çelebioğlu‟nun Kıyâfe(t) ve AkĢemseddinzâde Hamdullah Hamdî Ġle Erzurumlu Ġbrahim Hakkı‟nın Kıyâfetnâmeleri adlı makalesinden, Cevat Yerdelen‟in Yüksek Lisans Tezinden ayrıca Müjgan Çakır‟ın Kıyâfet-Nâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi adlı makale ve kaynaklar arasında yer alan diğer çalıĢmalardan yararlanılmıĢtır. 12 Bk.ġükran FAZLIOĞLU; Ġbn el-Ekfânî‟nin Ġkmâl el-Siyâse fî ilm el-Firâse Adlı Eseri, http://www.ihsanfazlioglu.net/Sukran_Fazlioglu/Ekfani-Firase.pdf 2744 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 hazırlattığı ve ülkesini bu kitaptaki bilgilere göre yönettiği ve adaleti bu Ģekilde sağladığı rivayet edilir. Konuyla ilgili Ģöyle bir hikâye anlatılır: “Bir gün kısa boylu bir adam gelir birisinden Ģikâyetçi olur. NûĢirevân, firâset ilminin gereği olarak zulmün Ģikâyetçi olan kiĢiden kaynaklandığını zira boyunun kısa olduğunu, kısa boyluların da zalim olduklarını söyler. Bunun üzerine adam Ģikâyetçi olduğu kiĢinin kendisinden daha kısa olduğunu söyleyince NûĢirevân da tebessümle hakkı yerine getirir.” (Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 73) (Yerdelen 1988: 53) Ayrıca konuyla ilgili olarak Kemâleddîn Abdürrezzak KâĢânî (öl.730/1329) ‟nin elde olmayan Kıyâfet-nâmesi; DerviĢ Abdurrahman Mîrek (VIII/XIV.y.y.) „in Sultan Ebû Saîd Bahâdır (öl.736/1335) ‟a ithaf ettiği Tuhfetü‟l-Fakîr adlı eseri; Sürûrî‟nin Türkçeye çevirdiği Seyyid Ali Hemedânî (öl.786/1335)‟nin Zahîretü‟l-Mülûk‟ünün beĢinci bâbının sonları (Ġst.Ün.Ktp. T.Y. nr. 2671, Topkapı Müzesi Ktp.E.H.Bl. nr. 1351); Hüseyin Vâiz KâĢifî (910/1504) ‟nin Ahlâk-ı Muhsinî‟sinin bir bölümü sayılabilir. 1.1.3.Türk Edebiyatında Firâset-nâmeler Türk edebiyatında firâsetten bahseden ilk eser olarak Bedr-i DilĢâd bin Muhammed Oruc‟un, II. Murad‟a ithaf ettiği Murâd-nâme‟si kabul edilir. [bk.Adem Ceyhan(1997); Bedr-i DilĢad‟ın Murâd-nâmesi, I-II, MEB Yayınları, Ġstanbul; Çeleboğlu 1998: 141-150] Bununla beraber konuya ad vermeden değinen ilk eser eldeki Ġslâmi dönem ilk Türkçe eser kabul edilen Yusuf Has Hâcib‟in Kutadgu Bilig (yazılıĢı: 462/1069-70) idir. Bir siyasetname ve nasihatname niteliğindeki eserde müellifin, değiĢik görevler için seçilecek Ģahıslar hakkında çeĢitli değerlendirmeler yaparken firâset-nâme ölçülerinden yararlandığı görülmektedir. Buna göre insanın iyilik ya da kötülüğünü ve karakterini dıĢ görünüĢünden anlamak mümkündür. Hükümdarlar çevrelerinde böyle insan sarrafı kiĢileri bulundurmalıdırlar. (ÇavuĢoğlu 2004: 44-45) Nüshası elde mevcut olan ilk müstakil Türkçe kıyafetname ise AkĢemseddinzâde Hamdullah Hamdî (853-909/1449-1503) ‟nin manzum Kıyâfet-nâmesidir. Kâtip Çelebi bu eserin Ġmam ġafii‟den tercüme olduğunu söylemektedir. (Kâtip Çelebi 2012: C.3 1096) Firdevsî-i Rûmî‟nin Sultan II. Bâyezid (1481-1512) devrinde yazdığı Firâset-nâmesi (OM 1333: II, 359) yanında ġâbân-ı Sivrihisârî‟nin 938/1531‟de Damat Ġbrahim PaĢa‟nın emriyle kaleme aldığı manzum mensur karıĢık tercümesi de müstakil firâset-namelerdendir. 13 Ġlyas ibni Îsâ-yi Saruhanî (öl.967/1559-60)‟nin (OM 1333: II, 18); Abdülmecid ibni ġeyh Nasûh (öl.973/1565)‟un (OM 1333: I, 113); II. Selim (974-982/1566-1574) devrinde yaĢayan Mustafa ibni Evranos‟un (OM 1333: II, 49), 1003/1595‟te Niğdeli Visâlî‟nin (OM 1333: II, 49)14 ve 1010/1601‟de Seyyid Lokman Çelebi bin Hüseynî el-Urmevî el-Abûrî‟nin eserleri15 adı zikredilmesi gerekenlerdendir. Türkçe firâset-nâmelerin en meĢhuru ise Erzurumlu Ġbrahim Hakkı (1115-1194/1703- 1780) ‟nın Marifet-nâme‟sindeki bölümdür.16 13 Bk.Kenan BOZKURT(2008); Kıyafet Ġlmi, Türk Edebiyatında Kıyâfet-nâmeler ve ġa‟bân-ı Sivrihisârî‟ninKıyâfetnâmesi (Transkripsiyonlu Metin-Ġnceleme), YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi (D.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü) Diyarbakır, s.34. Bu eser dah sonra Türkçeye çevrilerek basılmıĢtır. DımıĢkî(1290); Kıyafetname, (çev.Salim Sadi), Ġstanbul, 47 s. (bk.Erkal:1999, 220) 14 Bk.Cevat YERDELEN(1988); Türk Edebiyatındaki Kıyâfet-nâmeler ve Niğdeli Visâlî‟nin Vesîletü‟l-Ġrfân Adlı Kıyâfet-nâmesi, (YayınlanmamıĢ Y.Lis.Tezi),Erzurum. 15 Komisyon(1999); Kıyâfetü‟l-Ġnsâniyye fî ġemâili‟l-„Osmâniyye, Tarihî AraĢtırmalar Vakfı, Ġstanbul. 16 Amil ÇELEBĠOĞLU(1988); Kıyâfe(t) Ġlmi ve AkĢemseddinzâde Hamdullah Hamdî Ġle Erzurmlu Ġbrâhim Hakkı‟nın Kıyâfet-nâmeleri, Eski Türk Edebiyatı AraĢtırmaları, MEB Yayınları, Ġstanbul, s. 225-262. Erzurumlu Ġbrahim Hakkı Hz.(2011), Mârifetnâme, Çelik Yayınları, Ġstanbul, s. 312-330. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2745 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 Firâset-nâmeler arasında bunların yanında müellifi hatta adı bile belli olmayan Firâsetnâmeler de vardır. Bir kısmı müstakil kitap bir kısmı da hacmi az olduğu için bir mecmuanın içinde yer almıĢlardır.17 1.1.3.1. Türkçe Firasetn-âmelerin Genel Özellikleri Burada Türkçe firâset-nâmelerden içeriğine ulaĢabildiklerimiz hakkında bazı değerlendirmelerde bulunacağız. Yukarıdakilerden anlaĢıldığı kadarıyla Ġslâm âleminde müstakil bir bilim dalı olarak alınan Firâset ilmi Türkçede de telif ve tercüme halinde on sekizinci yüzyıla kadar artarak devam etmiĢtir. Bazen müstakil bir eserden yine müstakil bir eser olarak tercüme edilmiĢ bazen de eldeki bir eserin bir bölümü olduğu halde müellif tarafından geliĢtirilip geniĢletilerek müstakil ve telif bir eser niteliğine bürünmüĢtür. Bazen de bir eserin bölümü Ģeklinde eserlerde yer almıĢtır. Türkçe firâset-nâmelerden aynı kaynaktan tercüme olanların çeĢitli benzerlikleri içerdikleri görülmektedir. Her ne kadar aynen tercümeden ziyade ekleme ve çıkartmalarla eserler telif niteliği kazansalar da eserler arasındaki benzerlikler tamamen ortadan kalkmamakta bazen kuruluĢ bazen de içerikte bu benzerlikler hemen göze çarpmaktadır. Mesela, Sivrihisârî‟nin eseri ile müellifi belli olmayanlardan Çorum Ġl Halk Kütüphanesi 3165 ve Ġzmir Millî Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü 1373/1‟deki eserler kuruluĢ ve içerik itibariyle birbirine benzemektedir. Eserde geçen firâset âlimlerinin aynı harflerle rumuzlandırılmaları, kullanılan el resimleri ve eldeki çizgilerin adlandırılmalarındaki benzerlik bunun en açık delilidir. Ġçerikte de sadece bilgilerin hacim ve tasnifinde bazı değiĢiklikler söz konusudur. (krĢ.Bozkurt 2008; Türk 2007; Gülhan 2009) Hamdullah Hamdî, Erzurumlu Ġbrahim Hakkı ve Visâlî‟nin kıyafetnamelerinde aynı yapıdaki organlar çoğunlukla iyi ve kötü huya iĢaret etmektedir. Bu kıyafetnameler arasındaki aĢırı benzerlik bu yargıların kiĢisel olmadığını, bizim tespit edemediğimiz belirli ve sağlam bir kaynağa dayandığını göstermektedir. (Yerdelen 1988: 189) Kimi kıyafetnameler ise bir eserin konuyla ilgili bölümünün yine bir eser içinde bir bölüm olarak yer alması Ģeklindedir. Eser ġeyh Baba Yusuf (öl.918/1512, Ġstanbul)‟un Mevhûb u Mahbûb adlı eserinin içinde yer alan Nasihat-ı Dil-pezîr baĢlıklı kıyafet-nâmesi Ġbn-i Arabî‟nin Fütuhat-ı Mekkiyye adlı eserinden istifade edilerek yazılmıĢtır. (Çakır 2007: 343) Ayrıca bu eserler sadece mensur veya sadece manzum olarak kaleme alındığı gibi manzum- mensur karıĢık da olabilmektedirler. (Sivrihisârî‟nin Kıyâfet-nâmesi, Manisa Ġl Halk Ktp. 1858/5 numaralı ve Kıyâfet-nâme-Hâzâ Risâle-i Kimyâ-yı Saâdet, Ġst. Ün. (Eski Eserler) Ktp. T. Y. Bl. nr. 4015. eser manzum-mensur karıĢımı kıyafetnamelerdendir.) Yukarıda da görüldüğü gibi sayılan eserlerden bazılarının nüshaları elde yoktur. Sadece çeĢitli kaynaklarda adları geçmektedir. Bir kısmı da müstakil eser olmayıp bir kitabın bir bölümü Ģeklindedir. Bazı firâset-nâmelerin ise Türkçeye farklı kiĢiler tarafından ayrı ayrı zamanlarda tercüme edildiği de vakidir. Mesela DımıĢkî‟nin Kitâbü‟l-Âdâb ve‟s-Siyâse fî „İlmi‟n-Nazarî ve‟l-Firâse adlı eseri 1531‟de Sivrihisârî ve 1290/1874‟te de Salim Sadî tarafından tercüme edilmiĢtir. ġeyh Ömerü‟l-Halvetî‟nin 1030/1620 tarihli Kıyafet-nâme‟si Ġmam ġafii‟nin kıyafetnamesinin manzum çevirisidir. (Yerdelen 1988: 57) Ayrıca nüshası elde mevcut olan ilk müstakil Türkçe kıyafetname olan AkĢemseddinzâde Hamdullah Hamdî (853-909/1449-1503)‟nin 17 Bk. Abdülkerim GÜLHAN(2009); Müellifi Bilinmeyen bir Kıyâfetnâmeye Göre Karakter Tahlili, Beden Dili, Kitabevi, Ġstanbul, s. 39-60. Gökhan TÜRK(2007); Anadolu Sahasına Ait Bir Kıyafet-nâme Örneği Üzerine Ġnceleme, Yüksek Lisans Tezi Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın. 2746 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 manzum Kıyâfet-nâmesi de Kâtip Çelebi‟nin KeĢfü‟z-zünûn‟una göre Ġmam ġafii‟den tercümedir. Geverek-zâde Hâfız Hasan‟ın (öl.1216/1801) Firâset adlı eserinin de aynı eserin çevirisi olduğu söylenmektedir. (Kıyafetü‟l-Ġnsâniyye 1999: 14) 1.1.3.2.Türkçe Firâset-nâmelerin İçerik Özellikleri BaĢta firâset-nâmeden bahsederken firâsetin ġer‟î firâset ve Hükmî firâset olarak ikiye ayrıldığını; ġer‟î firâsetin peygamber ve velilere has olduğunu, Allah vergisi olup öğrenilemeyeceğini; Hükmî firâsetin ise tecrübelere dayanılarak elde edildiğinden baĢkaları tarafından da öğrenilebileceğini, onun da kıyafet, irafet, ihtilac gibi baĢlıklara ayrıldığını söylemiĢtik. Dolayısıyla eserler de kaleme alınırken genellikle bu baĢlıklardan hareket edilmektedir. Yani kimi firâset-nâme gibi genel, kimi de kıyafet-name, ihtilac-name, kef-name gibi özel alan adlarıyla adlandırılmaktadırlar. Bu adlandırmalar eserin kapsadığı alanla ilgili olarak seçilmektedir. Bu eserler içerik itibariyle, genellikle firâsetin tanımı, kaynakları, türleri ve bazı kavramları; ardından da genel ya da özel alan uygulamaları üzerinde durmaktadırlar. Bazıları firâsetin sadece bir alanını değil birkaç alanını da ele alabilmekte, içinde kıyafetü‟l-beĢer yanında eller hakkında da bilgiler verebilmekte (Bozkurt 2008: 135; Türk 2007: 26) bazıları ise ayrıca beĢer mizaçlarıyla ilgili bilgiler yanında milletlerin mizaçlarına da değinmektedir. (Mustafa bin Bâlî, Sivrihisârî, Avanzâde) Hacmi küçük olanlarda ise bu ayrıntıya girilmemektedir. Mustafa bin Bâlî‟nin eseri ise firâset ilmini teferruatlı bir Ģekilde ve akademik bir gözle ele alması bakımından diğerlerinden farklı bir yere sahiptir. IV.Bölüm 1.Firâset İlminin Kullanıldığı Yerler GeçmiĢi milattan binlerce yıl öncesine uzanan ve firâset ilmi her zaman toplumun her kesiminin ilgisini çekmiĢ bir alandır. Gerek siyasilere yol göstermek, gerek nesebi karıĢmıĢ veya Ģüpheli kiĢilerin nesebini belirlemek, gerek hukuk, gerekse köle, cariye ve hizmetçi, memur alımı ve askerlik gibi toplumsal alanlarda verilen kararlarda etkin bir Ģekilde kullanılan firâset ilmi edebiyatın da ilgi alanına girmiĢ baĢlı baĢına bunu konu alan birçok eser kaleme alınmıĢtır. Batı ve Ġslâm âleminde bu tür eserlerin birçok örneklerine rastlıyoruz. (bk.Firâset Ġlminin Tarihî GeliĢimi bölümü.) 1.1.Siyaset Alanında Batı dünyasında antik çağlarda yaĢayan Aristo‟nun talebesi Ġskender‟e siyasi kararlarında firâsetle ilgili tavsiyeleri bilinmektedir. Sâsânî padiĢahı NûĢirevân için hükemâ tarafından bir firâset kitabı yazılmıĢ olduğu ve NûĢirevân‟ın bu kitaba bakarak hükmettiği belirtilmektedir. (Çelebioğlu 1998: 228-229) (Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 73) 1.2.Nesep Belirlemede Firâset ilminin bir dalı olan kıyafet-i beĢer ilmine vakıf olan kayifler insanların dıĢ görünüĢünden hareketle nesepleri hakkında kesin hüküm verirlerdi. Neseplerinden Ģüphe edilen çocukların sadece derilerine bakarak, hiçbir Ģekilde tanımadığı halde, anne ve babalarını, anne ve babalarına bakarak da çocuklarını kesin bir Ģekilde tayin edebilirlerdi. (Aristo 1990: 34) Bu konuda Kütüb-i Sitte‟de geçen bir hadis-i Ģerifte Hz. Peygamber‟in Hz. Üsame‟nin nesebi ile ilgili olarak fireset ilminden yararlandığını görmekteyiz. (15b-16a)18 18 Bk. Ġ. Canan: Kütübü Sitte, C. 15, 119-120. Ayrıca bak. Muhammed Fuâd Abdulbâki(2007); (çev. Abdullah Feyzi Kocaer); Müttefekun Aleyh Hadisler, Hüner Kitabevi, Konya, 958 numaralı hadis, 292. www.darulkitap.com Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2747 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 1.3.Hukukta Ġslâm kültüründe ayrı bir bilim dalı olarak itibar ve önem kazanan firâsetin zamanla hukuk‟ta da yer aldığı görülür. Mustafa bin Bâlî de eserinde çeĢitli Ġslâm âlimlerinden hareketle firâsetle hükmetmenin Ģeriatta ancak özel Ģartlarda mümkün olduğunu, firâsetin Ģer‟î hükmün önüne geçemeyeceğini, yoksa zan ile hükmetmek ve zulüm olacağını söylüyor. Bu durum ancak Ģahidin olmadığı ya da hakkında iddia edilenin yemin etmekten kaçındığı bir davada, o da Ģer‟î hükmü ortaya çıkarmak Ģartıyla ve Ģeriatın adaletsizliğe izin vermemesinden dolayıdır. (6b) Kısaca firâset yargılama hukukunda objektif ve kati delillerle çatıĢan ve onlara rağmen hükme esas teĢkil eden bir delil değil, yeterli delil olmadığında soruĢturmayı derinleĢtirme ve yönlendirmede hâkim için hareket noktası teĢklil edebilecek ve ancak belli durumlarda faydalı olabilecek bir delil ve metot görünümündedir. (Öğüt 1996: Firâset, DĠA, C.13, 117)19 Zira Ģer‟î hükümler bellidir ve firâset bunların içinde bulunmamaktadır.” (Kurtubî C.10, 71) (6a-b) Günümüzde ise hukukta kriminoloji biliminin doğuĢunda rol oynamıĢ, Lombroso‟dan itibaren özellikle ceza hukukunda önem kazanmıĢtır.20 1.4. Tıp Alanında Tıp alanında ise milattan önce yaĢamıĢ olan Hipokrat‟ın insanları tiplerine göre ayırdığı ve onları tedavi etmede bu ilimden yararlandığı bilinmektedir.(Çelebioğlu 1998: 227-228) Son yüzyıllarda da insanın beden yapısıyla ruh yapısı arasında iliĢki olduğu görüĢünden hareketle el yazısından karakter tahliliyle psikolojinin fizyotipolojisi dalı ve tıbbın bazı dallarında psikiyatrik teĢhis ve tedavi alanlarında kullanılmaya baĢlanmıĢtır. (Mengi 2002: Kıyâfetnâme, DĠA, 25, 514) 1.5.Köle ve Cariye Alımlarında Köle ve cariyeliğin meĢru olduğu dönemlerde alınacak köle ve cariyeler öyle rastgele alınmazdı. Alacak kiĢinin uyanık ve akıllı ve insan değerini bilen, adam sarrafı olması ve iĢe yarar olanını tanıması için de firâset ilmini bilmesi gerekirdi. (Ceyhan 1997: I, 162) 1.6.Memur Alımında Firâset ilminin toplumda bu kadar yer etmesi ve etkili olması sadece siyaset, nesep belirleme, hukuk, tıp, köle ve cariye alımlarında etkili olmamıĢ aynı zamanda devlet dairelerine memur alımında da kendisini göstermiĢtir. Köle ve cariyeler gibi hizmet iĢlerinde çalıĢtırılanlar için gerekli görülen bütün temel kıstaslar memur alımlarında da uygulanmıĢtır. ÇeĢitli görevlere atanacak kiĢilerde görevlerine uygun fiziksel özelliklere dikkat edilmiĢtir. KiĢilerin kel, köse, sağır, çirkin olmaları onların her hangi bir devlet görevine atanmalarına, eğer görevdeyse daha yüksek rütbelere çıkmalarına engel teĢkil etmiĢtir. Bazıları da sahip oldukları fiziki özellikleri sayesinde layık olmadıkları makamlara çıkmıĢlardır. (Ayvazoğlu 1995) 1.7.Edebiyat Alanında Siyasetten hukuka, nesep belirlemeden köle ve cariye alımına kadar hayatın her safhasını derinden etkileyen firâset ilmi edebiyatı da etkilemiĢtir. Zira edebiyat hayatın aynasıdır. Hayatın içinden çıkan firâset hükümlerinin edebiyata yansımaması ise imkânsızdı. 19 Süleyman Uludağ KuĢeyrî Risalesi‟ndeki dipnotta firâsetle ilgili olarak “Bunun bir kaidesi ve düzenli Ģekli yoktur. Onun için keĢf ve ilhamın sınırını geniĢleterek, Ģümulünü artırarak devlet ve cemiyet nizamına tatbik edilmesi, hukukî, iktisadî ve ticarî münasebetlerin buna göre ayarlanması sakıncalı neticeler verir. Ġlham sadece ilhama mazhar olan kiĢi için ihtiyârî bir delildir. Hüccet-i lâzimedir, hüccet-i mülzime ve hüccet-i müteadriye değildir, yani bir ölçüde ilhama mazhar olan kiĢiyi bağlar, baĢkalarını bağlamaz.” demektedir. (bak. KuĢeyrî:1991, 392‟deki dipnot.) 20bak. Sokollu 2002: Suç Nedenleri, http://www.hukukcu.net/ Kaner, http//dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/501/5983.pdf 2748 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Firâset ilminin edebiyata yansıması hem bir tür olarak müstakil eserlerin yazılması, hem de ilgili hükümlerin çeĢitli eserlerde kullanılması Ģeklinde olmuĢtur. Yazarlar eserlerinde konuyu bir bölüm halinde iĢledikleri gibi kısa veya uzun, manzum veya mensur müstakil eserler olarak da ele almıĢlardır. Müstakil yazılanlara genelde Firâset-nâme, Kıyâfet-nâme gibi adlar verilmiĢtir. Bu alanda Türk Edebiyatı‟nda da eldeki ilk Türkçe eser olan Kutadgu Bilig‟den 20. yüzyıla kadar firâset-nâme türünde manzum-mensur, telif-tercüme onlarca eser kaleme alınmıĢtır. Bunun yanında yazılan birçok manzum ve mensur eserde de firâset-nâme unsurları çeĢitli Ģekillerde kullanılmıĢtır. BaĢta Divan Ģiirinde ve mesnevilerde olmak üzere modern edebiyatta roman kahramanlarının karakter oluĢturmalarında yüz ve vücut yapıları ile karakterleri arasında ilgi kurmada firâset ilminden yararlanılmıĢtır. (Arık 2003) Yine günümüzde sinema ve çizgi filmlerdeki karakterlerin seçiminde de bu tiplemelerden yararlanıldığı görülmektedir. Sonuç Mustafa bin Bâlî‟nin firâset ilmi üzerine olan bu eseri kültür tarihimiz açısından önemli bir eserdir. Firâset ilmi günümüzde bilimselliğini yitirmiĢse de geçmiĢ asırlarda büyük rağbet görmüĢ ve gerçek bir bilim olarak algılanmıĢtır. Tecrübe ve gözlem üzerine tahmine dayanan firâset ve kıyâfet üzerine Ģimdiye kadar ele geçen Türkçe firâset-nâmeler hep uygulamaya yönelik ve firâset ve kıyâfet ilmi konusunda kısıtlı bilgiler içermektedir. Eser her ne kadar derleme niteliğinde de olsa alanında tektir. Müellif eserini kaleme alırken yaptığı iĢin bir derlemeden ibaret olduğunu zaten kendisi söylemekte ve ana kaynaklarını da zikretmektedir. Bununla beraber yaptığı çalıĢmada kuru bir derlemeden çok eldeki bilgileri bir akademisyen titizliğiyle değerlendirmiĢtir. KAYNAKÇA Abdulhamid b. Hîbetullâh (trhsz.), Şerhü Nehcü‟l-Belâga, Daru Ġhyâi‟l-kütübü‟l-Arabiyye Yayını, Beyrut, C 19, 19. http://www.shamile.com Abdurrezzak KâĢânî (2004) Tasavvuf Sözlüğü, (çev.Ekrem Demirli), Ġz Yayıncılık, Ġstanbul. ABDÜLKADĠROĞLU, Abdülkadiroğlu (1998) Bursalı İsmail Belîğ‟in Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefâyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân‟ı , Ankara. AĞIRAKÇA, Ahmet (2001) İyâs b. Muâviye md., DĠA,23, 498. AKTAN, Bilal (2009) “Manzum Kıyâfetnâmlere Göre Beden ve KiĢilik”, Beden Dili, (edit. Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç), Kitabevi, Ġstanbul, 73-84. AKÜN, Ömer Faruk (1994) “Divan Edebiyatı”, DİA, 9, Ġstanbul, 389-427. ALGAR, Hamit (2005) “Molla”, DİA, 30, Ġstanbul, 238-239. ALKAYA, Mehmet Akif (1996) Taşlıcalı Yahyâ Kitâb-ı Usûl, BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Malatya. ARIK, M. Selim (2005) “Firâset ve Keramet Açısından Muvafakât-ı Ömer (r.a.)”, Yeni Ümit, Sayı 69, Temmuz-Ağustos-Eylül. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/firaset-vekeramet-acisindan-muvafakat-i-omer-r-a/bolumuc (ET:25.09.2)

Firâset ilminin edebiyata yansıması hem bir tür olarak müstakil eserlerin yazılması, hem de ilgili hükümlerin çeĢitli eserlerde kullanılması Ģeklinde olmuĢtur. Yazarlar eserlerinde konuyu bir bölüm halinde iĢledikleri gibi kısa veya uzun, manzum veya mensur müstakil eserler olarak da ele almıĢlardır. Müstakil yazılanlara genelde Firâset-nâme, Kıyâfet-nâme gibi adlar verilmiĢtir. Bu alanda Türk Edebiyatı‟nda da eldeki ilk Türkçe eser olan Kutadgu Bilig‟den 20. yüzyıla kadar firâset-nâme türünde manzum-mensur, telif-tercüme onlarca eser kaleme alınmıĢtır. Bunun yanında yazılan birçok manzum ve mensur eserde de firâset-nâme unsurları çeşitli Şekillerde kullanılmıĢtır. BaĢta Divan Ģiirinde ve mesnevilerde olmak üzere modern edebiyatta roman kahramanlarının karakter oluĢturmalarında yüz ve vücut yapıları ile karakterleri arasında ilgi kurmada firâset ilminden yararlanılmıĢtır. (Arık 2003) Yine günümüzde sinema ve çizgi filmlerdeki karakterlerin seçiminde de bu tiplemelerden yararlanıldığı görülmektedir. Sonuç Mustafa bin Bâlî‟nin firâset ilmi üzerine olan bu eseri kültür tarihimiz açısından önemli bir eserdir. Firâset ilmi günümüzde bilimselliğini yitirmiĢse de geçmiĢ asırlarda büyük rağbet görmüĢ ve gerçek bir bilim olarak algılanmıĢtır. Tecrübe ve gözlem üzerine tahmine dayanan firâset ve kıyâfet üzerine Ģimdiye kadar ele geçen Türkçe firâset-nâmeler hep uygulamaya yönelik ve firâset ve kıyâfet ilmi konusunda kısıtlı bilgiler içermektedir. Eser her ne kadar derleme niteliğinde de olsa alanında tektir. Müellif eserini kaleme alırken yaptığı iĢin bir derlemeden ibaret olduğunu zaten kendisi söylemekte ve ana kaynaklarını da zikretmektedir. Bununla beraber yaptığı çalıĢmada kuru bir derlemeden çok eldeki bilgileri bir akademisyen titizliğiyle değerlendirmiştir. 

KAYNAKÇA Abdulhamid b. Hîbetullâh (trhsz.), Şerhü Nehcü‟l-Belâga, Daru Ġhyâi‟l-kütübü‟l-Arabiyye Yayını, Beyrut, C 19, 19. http://www.shamile.com Abdurrezzak KâĢânî (2004) Tasavvuf Sözlüğü, (çev.Ekrem Demirli), Ġz Yayıncılık, Ġstanbul. ABDÜLKADĠROĞLU, Abdülkadiroğlu (1998) Bursalı İsmail Belîğ‟in Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefâyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân‟ı , Ankara. AĞIRAKÇA, Ahmet (2001) İyâs b. Muâviye md., DĠA,23, 498. AKTAN, Bilal (2009) “Manzum Kıyâfetnâmlere Göre Beden ve KiĢilik”, Beden Dili, (edit. Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç), Kitabevi, Ġstanbul, 73-84. AKÜN, Ömer Faruk (1994) “Divan Edebiyatı”, DİA, 9, Ġstanbul, 389-427. ALGAR, Hamit (2005) “Molla”, DİA, 30, Ġstanbul, 238-239. ALKAYA, Mehmet Akif (1996) Taşlıcalı Yahyâ Kitâb-ı Usûl, BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Malatya. ARIK, M. Selim (2005) “Firâset ve Keramet Açısından Muvafakât-ı Ömer (r.a.)”, Yeni Ümit, Sayı 69, Temmuz-Ağustos-Eylül. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/firaset-vekeramet-acisindan-muvafakat-i-omer-r-a/bolumuc (ET:25.09.2012) ARIK, ġahmurat (2003) “AhmetMithat Efendi‟nin Romanlarında Kıyafet Ġlminin Tesirleri”, Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.XXX, Ġstanbul, 43-60. Aristoteles (1990) Politika, (Çev. Mete Tunçay). Remzi Kitabevi, 3. baskı, Ġstanbul. AYBAKAN, Bilal (2010) “ġafi‟î”, DİA, 38, Ġstanbul, 223-233 Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2749 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 AYDIN, Cengiz-Gülseren (1992) “Batlamyus”, DİA, 5, Ġstanbul, 196-199. AYKUT, A. Sait (2007) “Yüz ve Beden Ruhun Kıyafeti midir?”, Gezgin, Mayıs, S 4. AYVAZOĞLU, BeĢir (2000) “Sakala ve Bıyığa Dair”, Aksiyon, S.280, 15-04-2000. AYVAZOĞLU, BeĢir (1995) “Çirkin”, Aksiyon, S.53, 12-09-1995. AZĠMLĠ, Mehmet (2005) Abbasîler Dönemi Bâbek İsyânı, Ankara. BALTACI, Ahmet (1999) “Ebû Bekir Ġbnü‟l-„Arabî”, DİA, 20, 488-491. BAġKAN, Ali Rıza (1987) Kıyâfetü‟l-İnsâniyye fî Şemâili‟l-„Osmâniyye, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ġstanbul. Beyhâkî (2003) Şu‟abü‟l-îmân, Mektebetü‟r-RüĢd yayınları, Riyad, C. 2, 391. http://www.shamile.com BEYZÂDEOĞLU, Süreyya Ali (1996) Sünbülzâde Vehbî Lutfiyye, Cihan NeĢriyat ve Matbaacılık, Ġstanbul. BLOCHET, Edgar (1926) Catalogue des Manuscripts de la Biblioteque Nationale, 2 cilt, Paris. BOZKURT, Kenan (2008) Kıyafet İlmi, Türk Edebiyatında Kıyâfet-nâmeler ve Şa„bân-ı Sivrihisârî‟nin Kıyâfet-nâmesi (Transkripsiyonlu Metin-İnceleme), YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi (D.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü) Diyarbakır. BROCKELMAN, Carl (1969) Katalog der orientalischen Handscriften der Stadtbibliothek zu Hamburg,Hamburg. Bursalı Mehmed Tahir (1975) Osmanlı Müellifleri, C. 1, Yaylacık Matbaası, Ġstanbul. Bursalı Mehmed Tahir (1333) Osmanlı Müellifleri I-II-III, Matbaa-i Âmire, Ġstanbul. CANAN, Ġbrahim, Kütüb-i Sitte Tercümesi ve Şerhi, C.12, Akçağ Yayınları, Ankara. CEYHAN, Adem (1997) Bedr-i Dilşad‟ın Murâd-nâmesi I-II, MEB Yayınları, Ġstanbul. CEYHAN, Adem(2006) Türk Edebiyatı‟nda Hazret-i Ali Vecizeleri, Öncü Kitap, Ankara. ÇAKIR, Müjgan (2007) “Kıyâfet-nâme”ler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 5, Sayı 9, 333-350. ÇALDAK, Süleyman (2005) “TaĢköprülüzâde‟nin Mevzû‟atu‟l-ulûm‟undaki Ġlimler Tasnîfi Üzerine”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 15, S. 2, 115-146, Elazığ. ÇAVUġOĞLU, Ali (2004) Kıyafetnâmeler, Akçağ Yayınları, Ankara. XVII, 2009/2,293-302. ÇAVUġOĞLU, Ali (2009) “Kıyafet Ġlmi ve Kutadgu Bilig‟de Kıyafet Ġlmi/Fizyonomi Ġzleri”, Bilimname XVII, 2009/2, 293-302. ÇELEBĠ, Ġlyas (2001) “Ġyâfe”, DİA, 23, Ġstanbul, 497. ÇELEBĠOĞLU, Amil (1998) “Kabus-nâme Tercümesi Murad-nâme‟ye Dâir”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ġstanbul, 141-150. ÇELEBĠOĞLU, Amil (1998); “Kıyâfe(t) Ġlmi ve AkĢemseddinzâde Hamdullah Hamdî Ġle Erzurumlu Ġbrâhim Hakkı‟nın Kıyâfetnâmeleri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yayınları, Ġstanbul, 225-262. DENĠZ, Ġsmail (2004) “Fizyonomi”, Sızıntı, S.300, Ocak, http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/fizyonomi-ilmi-kiyafet.html (ET:25.09.2012) 2750 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 DEVELLĠOĞLU, Ferit (2005) Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 22. baskı, Aydın Kitabevi Yayınları,, Ankara. DĠLÇĠN, Cem (1983) Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara. DUMAN, Ali (2004) “TaĢköprüzâde Ahmed Efendi ve Mevzu‟âtu‟l„Ulûm‟da Yer Alan Usul ve Fıkh Ġle Ġlgili Ġlimler”, Gazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/1, C. III, S.5, ss. 47-64) Ebu Abdurrahman es-Sülemî (1981) Tasavvufun Ana İlkeleri Sülemî‟nin Risaleleri(çev. Süleyman AteĢ), Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara. ELĠAÇIK, Muhittin (2010) “Sıhhat u Maraz‟da Ahlât-ı Erbaanın ĠĢleniĢi”,Mukaddime (Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi), 2010/1, 125-141. ERKAL, Abdulkadir (1999) “Kıyafetnâmeler Üzerine”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, S. 13, 217-225. ERSOY, Ersen (2009) “Ġhtilâc-nâmeler”, Beden Dili, (edit. Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç), Kitabevi, Ġstanbul, 61-72. ERSOYLU, Halil (1989) “Seğir-nâme”, TDAY-Belleten (1989), 1985, 27-48. Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu‟l-Gayb, [C.2 (2008), 9 (trhz), 10 (trhz)], Akçağ Yayınları. http://www.darulkitap.com (ET:19.10.2012) DarulKitap Ġslam Ansiklopedisi v.2 Fahrü‟d-dîn Muhammed b. Ömer er-Râzî eĢ-ġâfi‟î (2000) Mefâtihü‟l-gayb Mine‟l-Kur‟âni‟lKerîm, Dârü‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye yay. Beyrut, 1. bs., 2, 191; 12, 512, En‟am/6:27. http://www.shamile.com FAZLIOĞLU ġükran; “Ġbn el-Ekfânî‟nin Ġkmâl el-Siyâse fî ilm el-Firâse Adlı Eseri”, http://www.ihsanfazlioglu.net/Sukran_Fazlioglu/Ekfani-Firase.pdf (ET:25.09.2012) Feteva-yı Hindiyye, (Feteva-i Alemgiriyye),(haz. Mustafa Efe), Akçağ Yayınları: C. 15, 277. http://www.darulkitap.com/oku/fikih/fetavayihindiye/meshurfakihler.htm (ET:19.10.2012) FLÜGEL, Gustav (1865) Die Arabischen, Persichen und Türkischen Handschriften der KaiserlichKöniglichen Hofbibliothek zu Wien, 3. Cilt, Viyana. GÖKYAY, O. ġaik ve ÖZEN, ġükrü (2005) “Molla Lutfi”, DİA, 30, Ġstanbul, 255-258. GÜLHAN, Abdülkerim (2009) “Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyâfetnâmeye Göre Karakter Tahlili”, Beden Dili, (edit. Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç), Kitabevi, Ġstanbul, 39-60. GÜMÜġ, Sadreddin (1993); “Seyyid ġerîf Cürcânî”, DİA, 8, 134-136 Hucvirî (1982) Keşfü‟l-mahcûb (hzl. S. Uludağ), Dergâh Yayınları, Ġstanbul. Ġbrahim El-Hazimi (2009) 7 Hadis İmamının İttifak Ettikleri Hadisler (çev. Hanifi Akın), Karınca Kitap, Ġstanbul, www.darulkitap.com (ET:19.10.2012) (DarulKitap Ġslam Ansiklopedisi v.2) Kırkıncı Bölüm; Fiten Bölümü, Türklerle SavaĢ, 294. Hadis. Ġbn Sînâ (2005) İşaretler ve Tembihler, (çev.A. Durusoy-M.Macit-E.Demirli) Litera Yayıncılık, Ġstanbul. Ġbn Sînâ (2009) El-Kânûn fi‟t-Tıbb, Birinci Kitap, (çev.Esin Kâhya), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 2. Baskı, Ankara. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2751 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 Ġflîmûn Kitāb fil-Firāsa, ascribed to Iflīmūn/Aflīmūn (Polemon). End of text and colophon. MS Leiden, Or. 198, ff. 75b-76a. http://www.islamicmanuscripts.info/courses/arabic_manuscripts/or00198.pdf (ET:25.09.2012) Ġmam Ahmed ibni Hanbel (2001) Müsned, er-Risale yayını, C. 16, 1. Baskı, Beyrut. http://www.shamile.com Ġmâm-ı Gazâlî İhyâu Ulûmi‟d-dîn, (çev. Ahmed Serdaroğlu), C.3. www.darulkitap.com (ET:19.10.2012) Ġmâm-ı Gazâlî (2010) Hakikat Bilgisine Yükseliş, Meâricü‟l-Kuds, (Tercüme: Serkan Özburun), Ġnsan Yayınları, 3. baskı., Ġstanbul. Ġmam Kurtubî El-Câmiu li-Ahkâmi‟l-Kur‟ân, Buruç Yayınları, Ġstanbul. http://www.furkanvakfi.net/indir/124-kitap/1455-tefsir-kitaplar.html (ET:25.09.2012) KAPLAN, Mahmut (2009) “Kıyâfetnâme”,Beden Kitabı, (edit. Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç), Kitabevi Yayınları, 85-107. KARA, Ömer”(2007) “Râgıb el-Ġsfehânî”, DİA, 34, 398-401. Kâtip Çelebi (2012) Keşfü‟z-Zunûn, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, C.1-5, Ġstanbul. KAYA, Mahmut (2007) “Ebû Bekir er-Râzî”, DİA, 34, Ġstanbul, 479-485. KAYA, Mahmut (1995) “Fârâbî”, DİA, C.12, Ġstanbul, 145-162. Kelâbâzî (1992) Doğuş Devrinde Tasavvuf Ta‟arruf, (haz. Süleyman Uludağ), Ġkinci Baskı, Dergâh Yayınları, Ġstanbul. Kınalızâde Ali Çelebi (2007) Ahlâk-ı Alâî, (haz. Mustafa Koç), Klasik Yayınları, Ġstanbul. KONUK, Ahmed Avni (1987) Füsûsu‟l-hikem Tercüme ve Şerhi, (hzl. M. Tahralı-S.Eraydın), Dergâh yayınları Ġstanbul. KONUK, Ahmed Avni (1992) İbniArabî, Tedbîrât-ı İlahiyye Tercüme ve Şerhi (hzl. Mustafa Tahralı), Ġz Yayıncılık. KUTLUER, Ġlhan(1993) “Câlînûs”, DİA, 7, Ġstanbul, 32-34. KuĢeyrî (1991) Kuşeyrî Risâlesi(Haz. Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları, Ġstanbul. LEVEND, Âgâh Sırrı (1980) Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Yayınları, 3. Baskı, Ġstanbul. MACDONALD, D. B. (1988) “Firâset”, İA, 4, 640, Ġstanbul. MACDONALD, D. B.(1988) “Kıyâfet”, İA, 4, 775-776, Ġstanbul. Mehmed Süreyya (1308) Sicill-i Osmanî, C. 4, Matbaa-i Âmire, Dersaadet. Menâvî (1994) Feyzü‟l-kadîr, Dârü‟l-kütübü‟l-ilmiyye yayını, Beyrut, C. 2. http://www.shamile.com MENGĠ, Mine (1978) “Kıyafetnameler Üzerine”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten (1978) 1977, 299-309. MENGĠ, Mine (2002) “Kıyâfetnâme”, DİA, 25, Ankara, 513-514. 2752 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî (1964) Tefsîr-i Kurtubî, Dâru‟l-kütübü‟l-Mısriyye Yayını, Kahire, 2. Baskı, C.10, s.45. http://www.shamile.com Muhammed Fuâd Abdulbâki (2007) Müttefekun Aleyh Hadisler, (çev. Abdullah Feyzi Kocaer), Hüner Kitabevi, Konya, (958 numaralı hadis, 292). www.darulkitap.com (ET:19.10.2012) Muhyiddîn ibnü‟l-Arabî (1990) El-Fütuhat el-Mekkiyye, (hzl. Nihat Keklik), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 433-434. NARLI, Mehmet (2009) “Tanzimat Romanında Beden ve KiĢilik”, Beden Dili, (edit. Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç), Kitabevi, Ġstanbul, 109-122. Necmüddin Kübra (1980) Tasavvufî Hayat, (haz.Mustafa Kara), Dergâh Yayınları, Ġstandul. Osmanzâde Tâ‟ib Ahmed (1256) Ahlâk-ı Ahmedî, Ġstanbul. ÖĞÜT, Salim (1996) “Firâset”, DİA, 13, Ġstanbul, 117-118. ÖZAYDIN, Abdülkerim ( 2009) “Seyfüddevle “, DİA, 37, Ġstanbul, 35-36. ÖZAYDIN, Abdülkerim (1995) “Hârizm”, DİA, 16, Ġstanbul, 217-220. ÖZCAN, Tahsin (1999) “Mustafa Efendi (Balizade)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. 2, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul. ÖZDEMĠR, Hikmet (2008) Sad Kelime-i Hazret-i Ali, Türkiye Ġlmi Ġçtimai Hizmetler Vakfı, Yeniköy Grafik Reprodüksiyon San. A.ġ., Ġstanbul. ÖZġENEL, Mehmet “Ġmam Muhammed‟in Ġctihad Usûlünde Sünnetin Konumu”, Usûl, S. 3, 91- 105. http://www.usuldergisi.com/sayi_3/USL2005104-MOzsenel.pdf (ET:26.09.2012) ÖZTÜRK, Zehra (1997) “Hamdullah Hamdî”, DİA, 15, Ġstanbul, 452-455 PALA, Ġskender (1982) “Kıyâfetnâme”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, Ġstanbul, C. 5, 339-341. PALA, Ġskender (2004) Dîvân Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara. PARLATIR, Ġsmail-György HAZAĠ-Barbara KELLNER-HEĠNKELE (2007) Catalogue of Turkish Manuscripts in The Library of The Hungarian Academy of Sciences, Hungarian Academy of Sciences-TÜBA, Budapest. PARLATIR, Ġsmail (2006) Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınları, Ankara. PERTSCH, Wilhelm (1889) Die Handschriften-Verzeichnisse Der Könıglıchen Bibliothek zu Berlin Sechster Band Verzeichniss Der Türkischen Handschriften Von Wilhelm Pertsch, Berlin. Râgıb-ı Isfahânî, el-Müfredât fî Garîbi‟l-Kur‟ân, http://www.shamile.com Râgıb-ı Isfahânî (2010) Müfredât, Kur‟ân Kavramları Sözlüğü, (çev.Abdulbaki GÜNEġ-Mahmut YOLCU), Çıra Yayınları, Ġstanbul. ReĢîdüddîn Vatvat, Sad Kelîme, Ankara Ün. Yazma Eserler Kütüphanesi, Mustafa Con A 695/1, v. manzum, Fasça, yk. 1b-11b, (yk.7b) Rieu, Ph D Charles (1978) Cataloque of the Turkish Manuscripts in the British Museum, Otto Zelle Verlag Osnabrück. Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i 2753 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012 Sadîk b. Hasen el-Kannûcî (1978) Ebcedü‟l-ulûm fî Beyâni Ahvâli‟l-ulûm (4 Cilt), Dârü‟l-kütübi‟lilmiyye Yayını, Beyrut. http://www.shamile.com Sahih-i Buharî ve Tercümesi, (Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken NeĢriyat, Ġstanbul. Sahih-i Müslim, Dâru‟l-Ciyl, Beyrut, C.8, 41. http://www.shamile.com SARI, Nil ve AKGÜN, Burhan (2008) “Türk Tarihinde Psikiyatriye BakıĢ, Türkiye‟de Sık KarĢılaĢılan Psikiyatrik Hastalıklar”, Ġ.Ü. CerrahpaĢa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi No:62, Mart 1008, 12-24. SARIÇAM, Ġbrahim ( 2006) “Müdlic “, DİA, 31,Ġstanbul, 473-474. Seyyid Lokman Çelebi (1999) Kıyâfetü‟l-İnsâniyye fî Şemâ‟ili‟l-„Osmâniyye, Tarih AraĢtırmaları Vakfı, Ġstanbul. Steingass, Francis Joseph; A Comprehensive Persian-English Dictionary, http://dsal.uchicago.edu/dictionaries/steingass/ (ET:26.09.2012) Steingass, Francis Joseph; (2005) Arabic-English Dictionary, Asian Educational Services, New Delhi, Chennai SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya (2010) Seğirname, Fenomen Yayıncılık, Erzurum. SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya (2010) “Balkanlardaki Osmanlı Mirasına Örnek Bir Eser: Seğirnâme”, Hikmet İlmî araştırmalar Dergisi ADEKSAM-Gostivar-Makedonya, (Mayıs2010), S.15, 40-50. SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya (2009) “Kefnâme Türü Ve Yazma Bir Kefnâme Risâlesi Üzerine Değerlendirme”,Uluslararası Sosyal AraĢtırmalar Dergisi (The Journal of International Social Research) Volume 2/6 Winter, 575-585. Süyûtî Câmi‟ü‟l-ehâdîs, C. 5. http://www.shamile.com ġemseddin Sâmî (1313) “Tûn”, Kâmûsü‟l-A„lâm, Ġstanbul, C.3, 1698. ġemseddin Sâmî (1313) Kûhistân mad., C.5, 3930. TaĢköpri-zâde Ahmed Efendi (1313)Mevzuatü‟l-Ulum Tercümesi (Kemâleddin Mehmed Efendi), C.I, Dersaadet Ġkdam Matbaası, I, 358. TATÇI, Mustafa (1997) “Türk Edebiyatında Ġki Tür: Seğir-nâme ve Çın-nâme”, Edebiyattan Ġçeri, Akçağ Yayınları, Ankara. Tirmîzî (2005) Tefsîrü‟l-Kur‟ân, Ankara. TURAN, ġerafettin Türk Kültür Tarihi, 158-159, 174-175)http://etarih.org/bilim/?sayfa=99372.124884.472752.0.0.php (ET:26.09.2012) TÜRK, Gökhan (2007) Anadolu Sahasına Ait Bir Kıyafet-nâme Örneği Üzerine İnceleme, YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın. ULUDAĞ, Süleyman (1991) Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, Ġstanbul. ULUDAĞ, Süleyman (1991); Fahrettin Râzî, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. ULUDAĞ, Süleyman (1996) “Firâset”, DİA, 13, Ġstanbul, 116-117. UNAN, Fahri (2000) “XVI. Yüzyıl Ulemâsından Nev‟î Efendi‟ye Göre Ġlim ve Ġlimler”, Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıldönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti 2754 Ramazan SARIÇİÇEK Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4,Fall, 2012 Kongresi (7-9 Nisan-1999 Konya), Konya, 257-266. http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/akademik26.html(ET:26.09.2012) UNAN, Fahri (2010) “Bir XVI. Yüzyıl Yazarının Zihniyet Dünyasında Miletlerin Ġmajları”, Türk Modernleşme Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, (14 Mayıs 2005, Prof. Dr. Ercüment Kuran‟a Saygı), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 292-312. ÜNVER, Ġsmail (1993) “Çevriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Türkoloji Dergisi, C.XI, S.1, Ankara, 51-89. YAVUZ, Yusuf ġevki (1995) “Fahreddin er-Râzî”, DİA, 12, Ġstanbul, 94. YERDELEN, Cevat (1988) Türk Edebiyatındaki Kıyâfet-nâmeler ve Niğdeli Visâlî‟nin Vesîletü‟lİrfân Adlı Kıyâfet-nâmesi, (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi) Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) Erzurum. YERDELEN, Cevat (1991) “Niğdeli Visâlî ve Vesîetü‟l-Ġrfân”, İslâmî Edebiyat, S.12, 1991, 45. YIDIZ, Kemal (2005) İslâm Yargılama Hukukunda Şahitlik, Hâcegân Akademi Kitaplığı, Ġstanbul. www.i7ur.org/files/501.pdf (ET:26.09.2012) YILMAZ, Ġbrahim (1999) “A‟Ģâ ve Kasîde-i Dâliyye”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 14, 245-268. http://edergi.atauni.edu.tr/index.php/ilahiyat/article/viewFile/4087/3911 (ET:26.09.2012) YILMAZ, KâĢif (2001) Güftî ve Teşrîfâtu‟ş-Şu‟ârâ‟sı, AKMB Yayınları, Ankara. YOLCU; Mehmet (2008) “Râgıb el-Isfahânî ve el-Müfredât fî Garîbi‟l-Kur‟ân‟ı”, Hikmet Yurdu, Yıl: 1, S.1, (Ocak2008), s.109-147. ZĠYAOĞLU, Rakım (1971) İstanbul Kadıları-Şehreminleri-Belediye Reisleri ve Partileri Tarihi, 1453-1971, Ġdari-Siyasî, Hak Kitabevi, Ġstanbul. www.darulkitap.com (ET:19.10.2012) http://www.sorularlarisale.com/makale/2795/sevad_ibni_karibi8217-devsi.html (ET:26.09.2012) http://www.risaleara.com/oku.asp?id=878 (ET:26.09.2012) http://www.sorularlaislamiyet.com/article/13484/uc-kisiye-aciyin-cahiller-arasinda-kalmis-alimezenginken-fakir-dusene-kavmin-ulusu-iken-asagi-hale-dusene-sozu-hadis-midir-seyhedebali-nin-sozu-oldugu-da-soyleniyor.html (ET:26.09.2012) http://www.gurabamecmuasi.com/Dergi/5-sayi/210-yusuf-bin-ismail-en-nebhani-hayati-veeserleri.html (Elma„î)(ET:14.10.2012)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...