15 Ekim 2014

ESMA’ÜL HÜSNA ATÖLYESİ ALTUNİZADE KÜLTÜR MERKEZİ EKİM-HAZİRAN

Esma altunizade

  • 1. ESMA’ÜL HÜSNA ATÖLYESİ ALTUNİZADE KÜLTÜR MERKEZİ EKİM-HAZİRAN 2014
  • 2. ALLAH’IN HANGİ ESMASINA AİNEDARSINIZ? “Ben gizli bir hazine idim, görmek ve görünmek istedim; on sekiz bin âlemi ve insanoğlunu yarattım.’ (Hadis-i Kudsi) İnsan esma-ı ilahiyeye ainedir. İnsan Allah’ın isimlerinin tecelligahıdır. Sen hangi isme ainesin? Esma’ül Hüsna’yı anlamaya çalışmak muradı ile çıktığımız yolda; slaytlarda yer alan bilgiler; ders esnasında katılımcılar için hazırlanmış olan kısa notlardan oluşmaktadır.
  • 3. - Asra yemin olsun. -Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır. - Ama iman edenler , (nefs tezkiyesi yapanlar) Hakk'ı ve sabrı tavsiye edenler hariç. Çünkü Meknun o büyük surede Asar-ı Felah Başta İman-ı Hakiki geliyor, Sonra Salah, Sonra Hak , Sonra Sebat; İşte kuzum insanlık, dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık. Başlarken ! Ashab-ı Kiram birbirlerinden ayrılırken mutlaka “Sure-i VE’L-ASR’ı ” okurmuş bu neden ?
  • 4. Ya Latifu Latif, en ince noktalara kadar ihtiyaçları gören, gözeten. Latif, Zat’ının idrak edilmesi gizli, eyleminin müşahadesi saklı olan demektir. Latif ismine ulaşmak bilinçli ve iradeli bir şekilde gerçekleşemez.
  • 5. • Gözler onu göremez, O ise bütün gözleri görür; O, lütuf sahibidir, her şeyden haberlidir. (En’am Suresi, 103) • Görmedin mi Allah’ın gökten indirdiği suyla yeryüzü (nasıl) yemyeşil oluyor? Gerçekten Allah çok lütufkârdır, her şeyden haberdardır. (Hac Suresi, 63) • “Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde, yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına koyar. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır.” (Lokman Suresi, 16) • Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti anın. Şüphe yok ki Allah lütuf sahibidir ve her şeyden haberdardır. (Ahza b Suresi, 34) • Allah, kullarına Lâtif’tir (lütufkâr). Dilediği kimseyi rızıklandırır. Ve O, Kaviy y’dir (kuvvetli), Aziz’dir (yüce ve şerefli). (Şura Suresi,19) • Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. (Mülk Suresi, 14) Latif Esma’sının Kur’an-ı Kerim’de Geçtiği Yerler
  • 6. 28/11/2013 – Perşembe • CİM’de annemin karnında merhamet eden Rahim Sensin, • HA’da hayatı lutfedip hayatlanmayı emreden Hay Sensin, • HA’da Halık’ımı bildiren Alim Sensin, • DAL’da her zamanda gören gözeten Müheymin Sensin,
  • 7. TAALLUK : İhtiyaçlı olmak. TAHAKKUK : Hakk’ı isimlerinde görmek ve bilmek TAHALLUK : Hakk’ın isimleri ile ahlaklanmak
  • 8. S E Y İ SEYEHAT R O’nunla beraber olduğumuzu bilmek, O’nu bulmak O’nu anlak yolculuğa bağlıdır. Bu bilgi ile düşünce ile elde edilemez. Yani bu hal Ruhani yolculuğa çıkmaya, Hak ile beraber bulunmaya, O’nu bulmaya, hissetmeye, O’nun lütfu ile O’nu bulmaya bağlıdır. Şirazlı Hafız, “Ben bu karanlık gecede sevgiliye giden yolu kaybettim. Ey Lütuf hidayet yıldızı, bir köşeden çık da bana yol göster. Ne tarafa gittiysem şaşkınlığım arttı. Bu çölden bıktım, usandım…”
  • 9. YA MÜHEYMİNU Taalluk (İhtiyaç ) :Muhammed ümmeti olmak ve O’nu tasdik edenler arasında bulunmak Tahakkuk : Varlığa şahitlik yapıp vasat ümmet olmak. Tahalluk: Kendisine şahitlikte bulunan her şeyi duymak, evrendeki gelişmeleri gözlemlemek, hikmetli yaratılışa şahit olarak tekamüle ulaşmak. Hakk’a şahit olmak
  • 10. “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir. (Bakara 143. Ayet)
  • 11. YA BAİSU (Ölümden Sonra Dirilten) Taaalluk: Manevi makamlardan istifade edebilmek için bu isme ihtiyaç vardır Tahakkuk: Bizzat dirilten Tahalluk: “O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. (Cuma Suresi, 2. Ayet )”
  • 12. YA VEKİLU (Güvenip Dayanılan) Taalluk: ALLAH ı vekil edinmek için bu isme ihtiyaç vardır. Tahakkuk: “Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” Tahalluk: Vekîlin vekil olmayı kabûl etmesi şart değildir. Red etmezse, kabûl ettiği anlaşılır. (Fetâvâ-yı Hindiyye) “Allah’a ve Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır.((Hadid Suresi, 7. Ayet)”
  • 13. “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”
  • 14. YA SAMEDU Kendisi hakkında hiçbir kuşku bulunmayan, her türlü ihtiyacın kendisine arz edildiği varlık. Taalluk : Kul Allahın kendisine vermiş olduğu lütuf sayesinde Allah’tan gelen her türlü varidat ve mahluklardan gelenlere karşı bir dayanak ve sığınak hali almak amacı ile bu isme ihtiyaç duyar. Yine doğumundan önceki durumda olduğu gibi tertemiz bir halde kalmak için bu isme muhtaçtır. Tahakkuk : Bilinen ve bilinmeyen gizli ve aşikar bütün durumlarda kendisine sığınılan. Tahalluk : Kul, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak konumuna gelir ve tüm ahlaki güzelliklerle bezenirse mahlukatın iyi- kötü, rahmani-insani bütün arzu ve isteklerinin karşılanacağı bir konum olan Allah’ın nazarının tecelli etiği makama ulaşır.
  • 15. Kur’an’da 1 kez zikredilir. Samed ismiyle ahlaklanmanın şartları arasında yaratılmış alemdeki varlığın bilinmesi diye bir koşul yoktur. Manevi boyutlarda buna dahildir. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır “O halde O Allah’a karz-ı hasen verin (Müzemmil,20)”, “Allâh’a güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allâh, bunu kendisi için kat kat arttırır. Onun için oldukça üstün ve onurlu (kerim) bir ecir vardır.” (el- Hadîd, 11) “O’nun için bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl (Ta-Ha,14)” ayetlerindeki bu ifadeler Allah’ın isimlerinin zuhur ettiği makamdır.
  • 16. YA SELAMU Selamet Veren • Taalluk: Kul kendini yanlışlıklara düşmekten korumak amacıyla bu isme ihtiyaç hisseder.Eğer böyle bir duruma düşmüşse bunun devam etmemesi ve kalıcı hale gelmemesi için bu isme muhtaçtır. • Tahakkuk : Selam, kendi aleyhine olabilecek her türlü durumdan uzak durmaktır. • Tahalluk : Bu isim ile Kuddüs ismi arasındaki farka gelince Kuddüs, arınmayı gerçekleştirecek bir husus olduktan sonra gerçekleşir. Selam ise arındırmayı gerektirecek bir eylem gerçekleşsin veya gerçekleşmesin devreye girer.
  • 17. YA KABİZU (Kabz Eden, Can Alan) Kullarına kudreti ve iradesi ile muamele ederek, onları maddi- manevi anlamda daraltan manasındadır. Kabz ismi, Kur’an da isim olarak zikredilmemekle birlikte, Allah’ın kabz etmesi olarak zikredilir. Taalluk : Allah tarafından lütfedilen maddi, manevi ve hissi ahlaki ve edebi niteliklere ulaşmak, onları yerli yerinde kullanmak, kendi hayatında hakim kılmak ve başkalarına sunmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.
  • 18. Tahakkuk : Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a Karz-ı Hasen verin” (73/20) buyrulmuştur. Allah senden aldığını fazlası ile sana geri iade eder. Buradaki Karz-ı Hasen edep öğrenme makamıdır. Zira ihsanın anlamı “Allah’ı görürcesine ibadet etmek” demektir. Alan da veren de Allah’tır. Çünkü “sadaka Rahman olan Allah’ın elindedir” Nitekim “sonrada tutup onu azar azar nasıl kendimize almaktayız”(25 /46) ayetine göre uzayan bir olgu, genişleyen bir alan anlamı bulunmaktadır. Allah genel olarak ceset ve ruhlarda yayılmasını istemediği bir şeyi engelleyendir. Tahalluk : Kulun bu isimden nasibi O’nun Allah’ın bizzat kendisinin vermiş olduğu nimetleri tutmasını gerektirir. Zira mülk Allah’ındır. Kul, Kabız ismi ile ahlaklanırsa sözleriyle, diğer varlıkların kalplerini Hak tarafına yönlendirir.
  • 19. YA BASİTU Genişletilecekleri genişleten Taalluk : Kul bu isme meşru hürmetin ötesinde maddi manevi bir saygınlık beklemeksizin insanlara huzur ve mutluluk verecek bir konuma gelmek için ihtiyaç duyar. Tahakkuk : Bast eylemi, sahip olduklarını, elinde tutmaksızın gerçekleşebilir. Bu bazen sevindirmekle veya sevindirmeksizin oluşur. Basit, genel olarak yaratı kapsamlı bir durum olup, bazı kulların saadetini sonuç verir. Bazen bu kapsamlı bast eyleminde gizli bir hile de bulunabilir. Bu farklı bir durumdur. Nitekim Kur’an da şöyle buyrulmuştur. “Allah kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde azarlardı (42/27) . Yine farklı durumu yansıtan bir başka ayet şöyledir: “ Allah kullarından dilediğine rızkı açar da, kısar da”(29/62); “Bir de inkar edenler kendilerini bırakışımızın sakın onlar için hayırlı olduğunu sanmasınlar, biz onları sadece günahları artsın diye bırakıyoruz; onlara alçaltıcı bir azap vardır.” ( 3/178) Hz. Peygamber “Allah’ım senden çiftçilerin yağmur beklemesi gibi rahmetini umuyorum” demesi de konuyla ilgili bir başka boyuta vurgu yapmaktadır.
  • 20. Tahalluk : “Hikmeti, ehlinden alıkoyarsanız, hikmete ve onlara zulmetmiş olursunuz” ifadesi gereği, kapsayıcı bir cömertliği elde eden, Basit ismine muhatap olmuş olan bir kul için, herhangi bir sınırlayıcı gerekçe yoktur. Zira Bast eylemi Allah yolunda olup da düşmanlara yönelik bir hile şeklinde gerçekleşecekse, bu onların helak olmasına neden olur.Ancak bu husus tartışmalıdır. Yinede genele yönelik kapsayıcı bir Bast eylemi, hakikat ve tevhid makamında gerçekleşir. Bu ise Allah yolunda irşad ve O’na dua ile yapılır. Her türlü varlık layık olduğu biçimde Allah Teala’ya yönelmeye davet edilmektedir. Kul, Basıt ismiyle bu şekilde ahlaklanırsa büyük bir berekete nail olur.
  • 21. Dönüşüm var
  • 22. Kendine bakış
  • 23. EL HAYYU KAYYUM (Birşeyi gözetip koruma, bakma ve muhafaza etme ) (Kıyam mastarından türemiş KAYYUM) Taalluk:Kul yerine getirmekle yükümlü olduğu hususlarda, Cenab-ı Hakkın yardımına nail olmak için bu isme ihtiyaç duyar. Tahakkuk: Kayyum,nefsi ile kaim olandır. Kendisinin dışındakiler ise onunla kaim olurlar
  • 24. Notlar • “Hakikat aşkına ermek diledim, Hayret şarabından iç' dedin bana. Senden duyduğumu sana söyledim, Bu kuru sözlerden geç' dedin bana…” • Maddenin içinde ilim, ilmin içinde mânâ bulunur. İşte bu, madde-i maneviye olan iman hakikatidir. • İman artmaz veya azalmaz, çünkü somut değildir. Devamlı tecdid edip yenilenmesi gerekir, çünkü soyuttur. Tıpkı zenginleştirilmiş uranyum gibi, devamlı işleme tabi tutulması gereklidir. • İnsan adeta bir dalgıç gibi hakikat okyanusuna dalmalı ve o cevherin türlü çeşit türev ve yansımalarını yakalamalıdır. • Kendini zayıf bilen Rabbini güçlü bilir, Kendini cahil bilen Rabbini bilge bilir, Kendini eksik bilen Rabbini mükemmel bilir.
  • 25. NOTLAR “Kalbimi başka maksatlar doldurmuş. Her insanın başına kâinat kadar büyük bir dava açılmış.” Bu ifadede bir sır saklıdır. O da şudur: Kendi çağının manevî çekim merkezi olan ve imamiyet vazifesiyle tavzif edilmiş bulunan kimselerin nazar ve dikkati tümüyle İlâhî Merkez’dedir. Oraya, yani kozmik çarkın merkezine yerleşirler ve görevlerini o konumlanma durumundan hareketle ifa ederler. Bu hale, ‘sekinet’ denir. Sekine’nin sözlük anlamı, ‘karar, rahat, sakinlik, dinlenme, yerleşme, gönül rahatlığı, kendisine güven, düşmanlarına korku verme’dir. Onun mutlak ilgisizliği, kendini herşeye egemen kılar, çünkü artık hiçbir şeyle etkilenemez. ‘Mükemmel Sessizliğe ulaşmıştır. Hayat ve ölüm onun için birdir. Evrenin çökmesi hiçbir şekilde onun telaşlanmasına neden olmaz. İnceden inceye, iç denetim yapa yapa, o değişmez gerçeğe ulaşmış, biricik evrensel ilkeyi tanımayı başarmıştır. Varlıkları alınyazılarına göre serbestçe hareket etmeleri için kendi kendilerine bırakır. Kendisi ise bütün yazgıların merkezinde hareketsiz durur.
  • 26. Hu diyarından, Ta Ha nurundan, Takva, haya, vefa denizinden Hilim dağı, ilim kapısına Dinin kutbuna muhtacız Lütfuna mazhar Aşkına düçar olanlar Hürmetine Hu…
  • 27. Ya MUMİTU (Ölümü yaratan) Taalluk : Gaflet ile ALLAH ‘ı anmaktan uzklaşarak kalbinin ölümünden kurtulmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur Tahakkuk : İmate, canlıları ayakta tutan hayat niteliklerinin tükenmesi demektir Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.
  • 28. Tahalluk : “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir. (5/32) De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz (Secde Suresi, 11. Ayet)” Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!
  • 29. “Bir selâm, rahîm bir Rab’dan kelâm” Kulağı ger yapıştırsan , şu Furkân’ın sinesine, Derinden tâ derine sarihan işitirsin semâvi bir seda der ki: LA İLÂHE İLLALLA HU ile fethin kapısını açıp geçmişte ve gelecekte hidayet eden Hadi, sekinetle kullarının imanına iman katan Nur, bu nurdan faydalandıran Nafi, verdiği nuru koruyacak olan Hafiz, temiz kalmak için muhtaç olduğumuz Kuddüs Sensin…
  • 30. YA NÂFİU (Faideli şeyler veren) Taalluk : İnanan kimse, hayır, kötülük, fayda-zarar, itaat- günah, iman veya küfür gibi şeylerin ancak Allah’ın irade ve kuvvetinden kaynaklandığına kesin olarak inanır.Çünkü bütün bunlar fayda ve zarar kapsamına girer.Bunu anlayan sadece Allah’a iltica eder, her şeyde O’na tevekkül eder. Tahakkuk : Dârr, elem veren veya acı ve ızdırab sebeplerini yaratan demektir.Elemi sonuç veren etken zevk verici veya zevksiz olabilir. Nâfi ise lezzet ve zevk sebeplerini veren demektir.Bu hissi ve manevi bütün alanlarda söz konusudur. Tahalluk : Allah’ın salih kulları arasındaki Dârr, Allah’a yönelik boyutlarda zarar veren şeklinde ortaya çıkar. Nâfi ise, Allah’ın kullarına yararı dokunan demektir. Bu yardım ise, hissi ve manevi alanda buyrukları dışına taşmamasını doğurmalıdır.
  • 31. “O ki size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz ( Yasin Suresi, 80.ayet)” • merh ve afar Yeşil ağaç] kelimesiyle remzen (işâretle) der: ‘Ey haşri (öldükten sonra dirilmeyi) inkâr eden adam! Ağaçlara bak! Kışta ölmüş, kemikler gibi hadsiz ağaçları baharda dirilten, yeşillendiren, hattâ her bir ağaçta yaprak ve çiçek ve meyve cihetiyle üç haşrin nümûnelerini gösteren bir Zât’a karşı inkâr ile, istib‘âd (akıldan uzak görmek) ile kudretine meydan okunmaz!’ Sonra bir delîle daha işâret eder, der: ‘Size ağaç gibi kesîf (sert), sakīl (ağır), karanlıklı bir maddeden ateş gibi latîf (ince), hafif, nûrânî bir maddeyi çıkaran bir Zât’tan, odun gibi kemiklere ateş gibi bir hayat ve nûr gibi bir şuûr vermeyi nasıl istib‘âd ediyorsunuz?’ Sonra bir delîle daha tasrîh eder (açıklar) der ki: ‘Bedevîler (göçebeler) için kibrit yerine ateş çıkaran meşhur ağacın, yeşil iken iki dalı birbirine sürüldüğü vakit ateşi yaratan ve rutûbetiyle yeşil ve harâretiyle kuru gibi iki zıd tabîatı (hâli) cem‘ edip (bir araya getirip), onu buna menşe’ (kaynak) etmekle her bir şey, hattâ anâsır-ı asliye (esas unsurlar) ve tabâyi‘-i esâsiye (temel maddeler), onun emrine bakar, onun kuvvetiyle hareket eder, hiçbirisi başıboş olup tabîatla (kendiliğinden) hareket etmediğini gösteren bir Zât’tan, topraktan yapılan ve sonra toprağa dönen insanı, topraktan yeniden çıkarması istib‘âd edilmez. İsyân ile ona meydan okunmaz!’ ” (Zülfikār, 25. Söz, 31-32)
  • 32. • “Hamd Allaha, o Gökleri, Yeri yaratan ve Melâikeyi kılan fâtıra; kanatlı kanatlı elçiler, ikişer, üçer, dörder, halkte dilediği kadar ziyade eder, hakikat Allah her şey'e kadirdir (Fatır Suresi,1. ayet)” • Dipnot : Hamd ü senâ (her türlü övgü), medih ve minnet O’na mahsustur, O’na lâyıktır. Demek ni‘metler O’nundur ve O’nun hazînesinden çıkar. Hazîne ise, dâimîdir. İşte şu kelime, şöyle müjde verip diyor ki: Ey insan! Ni‘metin zevâlinden (bitmesinden) elem çekme! Çünki rahmet hazînesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp, o elemden feryâd etme! Çünki o ni‘met meyvesi, bir rahmet-i bînihâyenin semeresidir (tükenmez bir rahmetin meyvesidir). Ağacı bâkīdir (ölümsüzdür). Meyve gitse de yerine gelen var. Ni‘metin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyâde lezzetli bir iltifât-ı rahmeti hamd ile düşünüp, lezzeti birden yüz derece yapabilirsin.” (Asâ-yı Mûsâ, 10. Hüccet-i Îmâniye, 186-187)
  • 33. • “Allah, insanlara rahmetinden her neyi açarsa onu tutacak, kısacak yoktur, her neyi de tutar kısarsa onu da ondan sonra salacak yoktur, öyle azîz, hakîm odur. (Fatır Suresi, 2. Ayet)” • “Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın! Allah'tan başka bir yaratıcı mı var? O, size gökten ve yerden rızık verir. Başka ilah yoktur, ancak O var. O (Fatır Suresi, 3. Ayet)” • Dip Not: “Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği ni‘metler, ister âfâkī (dış âlemde) olsun ister enfüsî (iç âleminde) olsun, bazı şerâit altında insana gelir. Vusûl bulur (ulaşır). Meselâ ziyâ (ışık), hava, gıdâ, savt, sadâ gibi ni‘metlerden insanın istifâde edebilmesi, ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesâitin (vâsıtaların) açılmasıyla olur. Bu vesâit Allah’ın halk ve îcâdıyla (yaratmasıyla) olur. İnsanın kesb ve ihtiyârında (kazanmasında ve dilemesinde) olan, yalnız o vesâiti açmaktır. Binâenaleyh o ni‘metleri yolda bulmuş gibi, sâhibsiz, hesabsız olduğunu zannetme! O ni‘metler ancak Mün‘im-i hakīkīnin (ni‘meti hakīkatte verenin) kasdı ile gelir. İnsan da ihtiyârıyla alır. Sonra ihtiyâca göre in‘âm edenin (ni‘met verenin) irâdesiyle bedeninde intişâr eder (yayılır).” (Mesnevî-i Nûriye, Habâb, 80)
  • 34. “Bizim âyetlerimize öyle kimseler iman ederler ki; onlarla kendilerine nasihat verildiği vakit secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler de kibirlenmezler.”
  • 35. Bitkiler de bütün öteki canlılar gibi solunurlar. Yani havadaki oksijeni alarak, bunun yerine karbondioksit gazı çıkarırlar. Bu bakımdan beslenmedeki fotosentez olayı ile solunum birbirinden çok farklıdır. Fotosentez güneş ışığında olur, bitki karbon dioksit alıp oksijen çıkarır. Böylece havayı temizler. Bunun için ağaçlıklı yerler sağlık bakımından çok faydalıdır. Bitkiler gündüzleri solunum yaparken çıkan karbondioksidin bir kısmını fotosentez için yeniden alırlar. Geceleri fotosentez olmadığı için çıkardıkları karbondioksidi harcayamazlar.
  • 36. ANASIR-I ERBA (Anasır-ı erbaa, dört unsur demektir. Bunlar; hava, toprak, ateş ve sudur.) • Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan “irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” her birinin bir gayetü’l gayâtı var: • İradenin ibadetullahtır. • Zihnin, mârifetullahtır. • Hissin, muhabbetullahtır. • Lâtifenin, müşahadetullahtır. • Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l- gayâta sevk eder. (Hutbe-i Şamiye'nin ikinci zeylinin ikinci kısmı)

ALTIN SİLSİLE




Altin si̇lsi̇le

Altin si̇lsi̇le
  • 1. HZ.EBUBEKİR • "Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır." Fazilete Ermenin Beş Esası Buyurur ki: Bu fazîlete beş şeyle erdim: 1. İnsanları iki grup olarak gördüm. Bunlardan bir grubu talib-i dünyadır; dünyanın peşinden koşmaktadır. Bir grubu da talib-i ukbadır; ahiret endişesi taşımaktadır. Ben ise ne talib-i dünya, ne de talib-i ukba oldum. Talib-i Mevla olmayı tercih ettim. Rabbımın rızasına ermeyi herşeyin üstünde tuttum. 2. Müslüman olduğum günden beri ma'rifet-i ilahiyye ile meşguliyetin ve onun bana verdiği hazz sebebiyle dünya nimetlerine meyletmedim ve doyasıya yemek yemedim. 3. Yüce yaratıcımın muhabbetinin bana verdiği manevî zevk sebebiyle, aşk hararetini söndürmemek için kanasıya su içmedim. 4. Dünya ameliyle ahiret ameli karşılaştığında daima ahiret amelini dünya ameline tercih ettim. 5. Rasülullah (s.a.)'in sohbetine çok sıkı bir şekilde devam ettim. Daima O' nunla birlikte bulunmaya gayret ettim. Hicrette arkadaşı, mağarada yoldaşı ve daima sırdaşı oldum. Hz. Ebû Bekir'in bu cevabında adeta tasavvufi eğitimin gayesi ve temel esasları anlatılıyor. Ki onlar da rıza-i Barîye ermek; zühd yani dünyaya değer vermemek; yemeyi, içmeyi uykuyu azaltıp Cenab-ı Hakk'ı unutmamak ve Allah rasûlü ile sohbet.
  • 2. HZ.SELMAN-I FARİSİ • Allah Rasülü'nün "bizden ve ehl-i beytimizden" iltifatına mazhar Selman el-Farisî'dir. Asıl adı Mabih iken müslüman olduktan sonra Allah elçisi tarafından Selman yada Sel-manu'l-Hayr diye adlandırıldı. • Altın Silsilenin üçüncü kolu. • Derdi ki: "Allah Resulü (S.A.V) bize ant verdi ve şöyle buyurdu: "Her birinizin taşıyacağı dünyalık, bir yolcunun taşıyacağı azık kadar az olsun." • Derdi ki: "Şunlara şaşılır; dünyaya hırsla sarılır ama ölüm onu arıyor, unutmuş ama; unutulmuş değil, güler ama bilmez ki Rabbi ondan razı mı değil mi?"
  • 3. HZ. KAASIM BİN MUHAMMED BİN EBUBEKİR • Selman Farisi'den sonra, "altın silsile" tabiîn nesline geçiyor. Emanetin sahibi bu sefer Hz. Ebû Bekir'in torunu Kasım bin Muhammed. Künyesi de Ebu Muhammed. Annesi İran hükümdarlarından Yezdcürd'ün kızı. Bu yüzden Hz. Peygamberin torunu İmam Zeyne'l-abidin ile teyzezade. Sıddikî silsile, Hz. Ebu Bekir Sıddîk'tan sonra arasına Selman'ı katarak Kasım île yine Sıddîk ailesine geçdi. Hz. Kasım'dan sonra silsile, ehl-i beyt'e intikal ederek İmam Cafer-i Sadık hazretlerine geçecektir. Kaasım bin Muhammed, Dışı bir cami cephesi, içi ebediyetle fısıldaşmaların uğuldadığı bir gök kubbe… İbadette zühd ve takvada her an tefekkür, huzurda zamanın eşsiz insanı… Daima düşünceli ve haşyetli. Gam gölgeleri altında bir yüz ve secdeden aşınmış bir alnın sahibi.
  • 4. HZ. CAFER-İ SADIK • Hayatında hiç yalan konuşmadığı için bu lakabı almıştır. Büyük dedesi Hz. Ali (r.a)'ye çok benzerdi. Altın silsilenin beşinci halkasını oluşturan Ca'fer-i Sadık, hem Hz. Peygamber (s.a)'in nesl-i pâkinden, hem de Hz. Ebu Bekir (r.a)'in. Babası Muhammed Bakır, Hz. Hüseyin'in torunu; annesi Ümmü Ferve Hz. Ebu Bekir'in torunu ve altın silsilenin dördüncü halkası, oluşturan Kasım b. Muhammed'in kızıdır. • Oğluna vasiyyeti Oğlum, Allah, kendisinin taksimine kanaat getireni başkalarına muhtaç bırakmaz. Başkasının elindekine göz diken ise fakir olarak ölür. Taksim-i ilahiyyeye razı olmayan, Allah'a hükmü konusunda töhmet etmiş olur. Kendi günahını küçük gören, başkasının küçük günahını büyük görür. Başkasının günahını küçük görenin gözünde kendi günahı büyük görünür. Başkalarına isyanla kılıç çeken kılıçla öldürülür. Başkasının kuyusunu kazan kazdığı kuyuya düşer. Beyinsiz adî insanlarla düşüp kalkan değerini yitirir ve hakarete uğrar. Alimlerle düşüp kalkan saygı görür. Kötü yerlere girip çıkan töhmete uğrar. Lehinde de olsa aleyhinde de olsa, daima hakkı söyle. Koğuculuk yapmaktan sakın; çünkü koğuculuk, insanların kalplerine kin ve intikam tohumları eker." Buyurdu: Takvadan üstün azık yoktur. Susmaktan güzel bir şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur.
  • 5. HZ. BAYEZİD ( BESTAMİ) • Bayezîd-i Bistamî, sûreti itibarıyla Hz. Ebû Bekir (r.a)'a benzerdi. "Sultânu'l-ârifin" diye anılırdı. Adı Tayfur bin İsa, künyesi, Ebû Yezîd, nisbesi el-Bistâmî. "Bâyezid Bistamî • Dediler: “ Gözlerini koru, harama bakmaktan ve başkalarının kötülüklerini görmekten. Dilini koru;Allah’ın zikrinden başka işle uğraşmaktan. Nefsini murakabe ve muhasebe et! İlme yapış ve eşyanın hakikatini ara! Edebi muhafaza et ve hadleri gözet! Dünyadan uzak dur ve ona kapılma! Halktan kaç,ibadetten ayrılma. Sünneti bırakma! Hilm ve merhamet sahibi ol!Ahlakı tamamla! • İrfan sahibinin vasfını sordular. Şu cevabı verdi: "Tıpkı cehennem ehli gibi... onlar ölmek ve dirilmek bilmeyen hayata sahiptirler... yanarlar... yanarlar.. ama bunları yakan bir başka ateştir.. aşk ateşidir.. muhabbet ateşidir..“
  • 6. HZ. EBU’L HASAN HARAKANİ (k.s.) Altın silsilenin yedinci halkası Bâyezîd Bistâmî'nin hemşehrisi ve türbesinin bekçisi. O'nun rûhâniyetinden feyz alarak "üveysî" tarikla yetişti. Doğumu Bâyezid'in vefatından 91 yıl sonradır. Sûreti itibariyle Hz. Ömeru'l-Fâruk (r.a)'a benzerdi. İlim ve irfanı sebebiyle, "zamanın kutbu ve gavsi" ünvanlarıyla anılan bir gönül sultanıydı. • Birgün bir adam gelip şeyhten hırka talebinde bulundu. Şeyh dedi ki: "Bir erkek çarşaf giymekle nasıl kadın olmazsa, sen de hırka giymekle bu yolun eri olamazsın. Önce gönlünü arıtmaya bak!“ • Sordular: “İhlas nedir?" Dedi ki: "Allah (c.c) için yaptığın her şey ihlas, kul için yaptığın her şey de riya.“ • “….İnsana fayda her gün akşama kadar halkın beğendiği , her gece sabaha kadar da ,Hakkın beğendiği işte olmaktır.” • Dedi ki: "Kırk yıldır nefsim, bir içim soğuk su yahut bir bardak ekşi ayran dilemekte... henüz dileğini ona vermedim.“ • Derdi ki: "Gönüllerin en parlağı, içinde halk bulunmayandır. Amellerin en hayırlısı, içinde mahlukun fikri olmayandır. Nimetlerin en helali, kendi emeği ile; hasıl olandır. Dostların en hayırlısı, yaşayışı hakk ile olandır."
  • 7. HZ. EBU ALİ FARMEDİ (k.s.) • Altın silsilenin sekizinci halkasını oluşturan Ebû Ali Farmedi, tasavvuf tarihimizin yıldız şahsiyetlerinden Ebû'l-Kasım Kuşeyri'nin talebesi, İmam Gazzali'nin şeyhi ve üstadı. • Zahir ilimlerde Üstadı Ebu’l Kaasım(Kuşeyri).Aşk ateşi ile yanan Ebu Ali halini üstadına anlatıyor: “Bir garip hal içindeyim;çare ne bana bir öğüt ver!” Buyuruyorlar:”İlme dal,ilme dal,bu haller geçer.” Fakat geçmiyor.Ebu Ali, potaya atılmış bir maden gibi, kızgın mâyi içinde silinmek üzeredir. İki üç sene,elinde hep kitap, hokka ve kalem,düşe kalka,hep zahiri bilgilerle uğraşıyor.Fakat bir gün…Evet birgün… Muazzam tecelli…Kalemini soktuğu hokkadan kalem, bembeyaz çıkıyor.E bu Ali haşyet içinde…Hokkaya bakıyor dolu!.. Kaleme bakıyor,sağlam!..Tekrar tekrar aynı tecrübe…Kalem daima mürekkebi reddediyor… Hocası Kuşeyri’nin huzurunda.Hâdiseyi dinleyen hocası,dalgın ve boynu bükük:”Artık iş benim sınırlarımı aştı.Git oğlum ve kendine büyük mürşidi ara!Mademki zahiri ilim senden elini çekiyor,sen de ondan el çek ve ruh yolunda erdiricini bul…
  • 8. HZ. YUSUF HAMEDANİ (k.s.) • Altın silsilenin dokuzuncu halkası Yûsuf Hemedânî, Türk dünyasının İslâmlaşmasını, Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasını sağlayan Yesevilik ile Nakşiliğin kolbaşı. • Gazalinin mürşidi. • Aklın mesafelerini baştanbaşa dolaştı,tüketti ve nihayet…Akıl dağdağasını terk edip,ibadet,riyazet ve mücahede tarikini tuttu. • Sırtında daima yamalı yün elbise…Yumuşaklık ve merhamette bir tane..Yürür ve otururken Kur’an okumakta. • AŞK…Bizim yolumuz budur.”
  • 9. HZ. ABDÜLHALİK GÜCDÜVANİ (k.s.) • Gucdûvanî, altın silsilenin onuncu halkası. "Şeyh" anlamına kullanılan Farsça "Hace", Türkçe "Hoca" lakabıyla meşhur • Vasiyetnamesi: Gucdûvanî hazretlerinin oğlu Evliya-yı Kebir için yazdığı bir vasiyyeti vardır ki, Nakşi an'anesinde hikmet ve marifet açısından çok önemli bir yer tutar. Onun oğlunun şahsında bütün ilim ve irfan ehline yaptığı vasiyeti şöyledir: "Bütün hallerinde ilim, edeb ve takva üzre olasın. Selefin eserlerini oku, izlerinden yürü. Ehli sünnet ve'l-cemaat çizgisinden ayrılma! • Fıkıh ve hadis öğren, cahil sofilerden uzak dur. • Namazını cemaatle kılmaya itina et. Fakat imam, ya da müezzin olma. Şöhretten uzak dur; çünkü şöhret afettir. Herhangi bir makama göz dikme! • Mahkeme ilamlarına adını yazdırma, kimseyle mahkemelik olma! Kimseye kefil olma. Halkın vasiyetlerine de karışma. • Padişah ve devlet adamlarıyla düşüp kalkma! Dergah kurma ve dergahta oturma! • Parlak oğlanlarla, namahrem kadınlarla, lafını bilmeyen avam insanlarla ülfet etme! • Güzel seslere fazla kapılma; zira onun çoğu kalbi öldürür. Güzel sesleri ve hoş nağmeleri büsbütün red ve inkar etme, zira onlara bağlı olanlar çoktur. • Az ye, az konuş, az uyu ve kalabalıktan arslandan kaçar gibi kaç! Daima kendi yalnızlığınla Hakk ile beraber ol! • Helal lokmayı ara ve şüphelilerden kaç. Nefsin hakkında iktidar sahibi oluncaya kadar evlenme ki, dünya seni yutmasın, seni kendisine meylettirmesin. • Çok gülmekten; özellikle de kahkahayla gülmekten sakın; sonra gönlünü öldürürsün. Herkese şefkat nazariyle bak ve hiç kimseyi hor görme! • Dışını süslemeye çok önem verme ki, dış mamurluğu iç haraplığından gelir. • Halkla çekişme, hiç kimseden bir şey isteme ve kimseye hizmet teklif etme! • Şeyhlere malın, canın ve gücünle hizmet et. Onların işlerini red ve inkara kalkışma! Çünkü bu hal, felah bulmayan bir hüsrana yol açar. Dünyaya ve dünyacılara meyletme. Daima elbisen sade, • Yoldaşın derviş, mayan ilim, evin mescid, dostun Allah Teala hazretleri olsun."
  • 10. HZ. ABDÜLHALİK GÜCDÜVANİ (k.s.) • Altun Silsile’nin Abdülhalik Hz.’den sonra ana ölçü haline gelmiş on bir düsturu vardır ki,bunları çerçeveleyen ve temelleştiren kendileridir: DÜSTURLAR • HÛŞ DER DEM : An içinde uyanıklık…Verilen ve alınan her nefesi bilmek… • NAZAR BER KADEM : Gözün ayağa bakması ve dış alemden kesilmesi… • SEFER DER VATAN : Aslî vatanda sefer…Ruhun kendi alemini aramak… • HALVET DER ENCÜMEN : Kalabalıkta yalnızlık..Sun’i ve sahte yalnızlıklardan geçip,halk içinde . gerçek ve belirsiz yalnızlığa ermek… • YÂD-I KERD : Dil ve kalp zikrini birleştirmek… • BÂZ-I KEŞT : Haktan başka maksudu olmamak… • NİGÂH-I DAŞT : Vehim ve hatarların murakabesi… • YÂD-I DAŞT : Hakkı zevk yoluyla müşahede… • VUKUF-U ZAMANÎ : Zaman bilgisi.Her halini görmek ve içinde bulunulan anı tasarruf edebilmek • VUKUF-U ADEDÎ : Sayı bilgisi. Zikirde kemiyeti muhafaza ve miktara riayet etmek. • VUKUF-U KALBÎ : Kalp bilgisi. Zikrin nihaî gayesi olarak kalbi murakabe… Kendisinden dua isteyen birisine: "Her kim, farzları eda ettikten sonra dua ederse, duası kabul olur. Sen farzları yaptıktan sonra duada bizi hatırla. Biz de seni hatırlarız. Hem senin hakkında, hem de bizim için duanın kabulüne vesile olur" buyurdu.
  • 11. HZ. ARİF RİVEGERİ (k.s.) • Hacegan yolunun ulusu, zikr-i hafinin sahibi ve "onbir esas"ın kurucusu Hace Abdülhalik Gucdüvanî'den sonraki halka Arif Rivegerî. Gucdüvanî'nin dördüncü halifesi. Nakşbendîliğin mukaddimesi olan "Hacegan" yolunda zikir, bu zat eliyle tekrar "cehri" şekle konuldu. • Rivegeri'nin hafi zikirden cehrî zikre geçişi ömrünün son yıllarına rastlar. Halifesi Mahmud Fağnevî'ye cehri zikri öğreterek halkı, gaflet kasvetinden kurtarıp zikrin haşyetiyle uyarmak istemiştir. Kendisine silsile'de "Pîşuva-yı arifan" denilmesi de bundan olsa gerektir. • Meçhul kalışları , meçhullük çadırından dışarıya ayak basmayışları , en haşmetli malumlardan daha heybetli.
  • 12. MAHMUD FAĞNEVİ (k.s.) • Altın Silsile'nin onikinci halkası yine Buhârâlı. • “Aleni zikir o kimse için iyidir ki, dili yalan ve gıybetten,boğazı haram ve şüpheden,gönlü riya ve kirden uzak ve sırrı yalnız Haktan yana olsun” • Mahmud Fağnevî'nin kerametleri zâhirdi. Nitekim birgün halifesi Ali Râmitenî, ihvâna zikir yaptırırken başucundan geçen beyaz bir kuşun gagasından şu lafızlar duyuldu.: - Ya Ali, merd ol, sözüne bağlı kal, yapıştığın eteğe sımsıkı sarıl, ahdini bozma! Zikir halkasında bulunan müridleri şaşkına çeviren ve kuşun ağzından dökülen bu cümlelerin ardından Ali Râmitenî dedi ki: "Bu şeyhimiz Mahmud Fağnevî'nin sesidir. Bizi uyarıyor, agahlığa çağırıyor."
  • 13. HZ. ALİ RAMİTENİ (k.s.) • Altın silsilenin on üçüncü halkası "Azîzan" lakabıyla anılan Ali Ramîtenî, Mahmûd Fağnevî'nin ikinci halîfesi. Hâcegân yolunu Şah-ı Nakşbend hazretlerine taşıyan kolbaşı. • Sanatı, dokumacılık. Kumaş dokuyarak geçinirdi. Mevlana Celaleddini Rumî bir şiirinde ondan bahseder; "Eğer hal kaal' den üstün olmasaydı Buhara büyükleri dokumacıya köle olurlar mıydı?" • Kendisine soruldu: "Duyduk ki siz, gizli zikir yerine açık zikir ile meşgul oluyorsunuz, bu nasıl olur?" Cevap: "Biz de işittik ki, siz; gizli zikirle uğraşıyorsunuz. Madem ki işittik, demek sizinki de açık. • Gizli zikirden murat kimsenin onu duymamasıdır. İkisi de duyulduğuna ve bilindiğine göre cehri ile hafi, müsavi hale gelmiş sayılır. Belki bu safhada hafi zikir, cehriden daha riyaya yakındır. • Yine büyüklerden biri: "Allah’ın, bizi, çok çok yapmakla memur kıldığı zikir, dil zikri midir, kalp zikri midir? diye sual edince hazreti Azizan: "Başlangıçtakine dil, sondakine kalp zikri." buyurdu. • Bir gün Şeyh Rükneddin, Ramîtenî'ye sorar: - Elest bezminde "Ben sizin Rabbınız değil miyim?” ilahi hitabı varid olunca ruhlar: "Evet" diye cevap verip tasdik ettiler. Ebed günü olan kıyamette ise: "Bugün saltanat kimin?“ diye sorulduğunda kimse cevap veremeyecek. Neden? Ramîteni şu karşılığı verdi: - Elest bezmi, şeriat teklifinin konulduğu gündür. Şeriatte konuşmak, şer'î emrin gereğidir. Ama kıyamet günü teklif kalkmıştır. Bu yüzden orada konuşma yoktur. Bu sualin cevabını da Allah Teala verecektir: "Bu gün saltanat, Vahid ve Kahhar olan Allah'ındır.”
  • 14. MUHAMMED BABA SİMASİ (k.s.) • Devrin ünlü şeyhi, altın silsilenin çağındaki halkası Ali Râmîtenî'nin dergâhına kapılandı. • Muhammed Bâbâ Simasî, şeyhinin yerine irşad makamına geçtiğinde, müridlerini bizzat kendisi bulurdu. Halkın arasında dolaşır, müridlik ve dervişliğe kabiliyetli insanları nerede bulursa hemen yanına cezbederdi. Nitekim daha sonra kendi yerine halife olarak bırakacağı Emir Külal'i ve hatta ondan sonraki Bahaeddin Nakşibendi hep o bulup keşfetmişti. • "Oğlum bundan sonra şöyle dua et; İlâhî, rızan hangi noktada ise bu kulunu orada bulundur. Eğer Allah dostuna belâ verecek olursa, inayetiyle o belâya sabır ve tahammül gücü de ihsan eder. Fakat Allah'tan ne geleceğini bilmeden belâ ister gibi dua, küstahlıktır."
  • 15. HZ. EMİR KÜLAL (k.s.) • Emir Külal, seyyid-nesebdir. • Gürbüz bir yapıya sahip bulunan Emir Külal'in gençlik yıllarında güreş sporuyla meşgul olduğu rivayet edilir. Der ki; "Bizim pehlivanlığımız, çamura düşenleri bataktan çıkarmak içindir." • Emir Külal'in oğulları ve halifeleri vasıtasıyla gelişen tarikatı, Şah-ı Nakşibend ile devam etmiştir.
  • 16. HZ. ŞAH-I NAKŞİBEND MUHAMMED BAHAÜDDİN BUHARİ (k.s.) • Şâh-ı Nakşibend hazretleri, kendisine kadar "Hâcegân Yolu" olarak anılan tarikatı "Nakşibendî" yapan kolbaşı. • Nakşibend" "Nakışçı, nakış bağı" anlamlarına gelmektedir. Başındaki "Şâh" kelimesi de "Gönül Sultanı" anlamına bir saygı ifadesidir. • Buhara ulemasından biri, Şâh-ı Nakşibend hazretlerine sordu: - Bir kul namazda huzura nasıl erebilir? Cevap verdi: - Dört şeyle: 1. Helâl lokma 2. Namaz dışında da Hakk'ı asla unutmamak, 3. Abdest sırasında da gafletten uzak durmak; Hakk ile olmak. 4. İlk tekbiri alırken kendini Hakk'ın huzurunda bilmek. • Buyurdular: "Biz; sevgiliye eriştirmeye vasıtayız, yola düşenlere gerektir ki; sonunda bizden kesilip, sevgiliye ulaşsınlar.“ • Buyurdular: "Bizim tarikatımız sohbettir. Halvette şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır cemaattedir".
  • 17. ALAUDDİN ATTAR (k.s.) • Altın Silsile'nin on yedinci halkası, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin yetiştirdiklerinden ve damadı. Attar lakabı, her halde maişetini temin için meşgul bulunduğu; halk arasında "Aktarlık" denilen "ıtriyyat" satıcılığından gelmiş olmalıdır. • Şah-ı Nakşibend O’nu uzunca bir süre hiç ayırmadan terbiyesiyle meşgul oldu. Hatta müridlerinden bir kısmı "Onu niye hiç yanınızdan ayırmıyorsunuz?" diye sormak durumunda kaldılar. O bu soruya: Yakub (a. s)'un Yusuf hakkında söylediğini söyleyerek cevap verdi: -O'nu kurt yemesinden korkuyorum" Bu sözdeki nükte, onun büyük bir sırra mazhar olacağı anlamındaydı. • Buyurdular:”….Sadık talip ; cismiyle şeraitte , ruhiyle tarikatta , sırrıylada vuslatta olacaktır.
  • 18. YAKUP ÇERHİ (k.s.) • Altın Silsile'nin Alâeddin Attâr'dan sonraki halkası Yakub Çerhî. • Seyr u sülûkünü tamamlaması Alâeddin Attâr vasıtasıyla olmuştur. Zahir ve batın ilimlerinde derinlik kazanmış bulunan Yakup Çerhi, pek çok halife yetiştirdi ve pek çok kimsenin Hak yola girmesine vesile oldu. • Çerhi'nin emaneti teslim edeceği müridi ve halifesi Ubeydullah Ahrar'ı işaret ederek söylediği şu söz çok anlamlıdır: "Talib, mürşidine Ubeydullah gibi gelmeli. Meş'alesi hazır, yağı ve fitili tamam, iş bir kibrit çakıp ateşi tutuşturmakta..."
  • 19. HZ. UBEYDULLAH AHRAR(k.s.) • Hz. Ömer neslindendi. Altın silsile'nin on dokuzuncu halkası • Buyurdular: "Uyanıklığın muhafazasında şöyle olunması gerekir; Nefesin giriş ve çıkışına vakıf olunacak." • Eğer Vasıl (ulaşma), nedir? diye sorarlarsa; de ki, hakkın varlığının nuru göründüğünde insanın kendini unutmasıdır. Eğer Fasıl (ayrılık) nedir? diye sorarlarsa, de kİ; Allah'tan gayrısından gönlü ayırmaktır. Eğer Sekr (sarhoşluk) nedir? diye sorarlarsa, de ki; gönüle öyle bir hal zahir olur ki, bu halden önce gizli tutulması icab eden şeyi, gizlemeye gücün olmamasıdır.“ • “….Ben bu yolu tasavvuf kitaplarından değil , halka hizmetten elde ettim” • “….. Hakikate öyle bir yakınlıkla ermek gerektir ki, hiçbir su süpürüp götürmesin ve hiçbir ateş yakıp kül edemesin…” • Hamd ve şükür konusunda şöyle konuşurdu. "Hamd, alemlerin rabbı Allah'a mahsustur.“ ayetindeki hamd, kulun, Allah'tan başka hamd edilecek biri olmadığını bilmesidir. Kendisinin sırf yoktan ibaret olduğunu; isminin, resminin, nefsine ait bir işinin olmadığını anlamasıdır. Sevineceği sürür duyacağı tek şeyin, Yüce Allah'ın kendisini sıfatlarına zuhur yeri yaptığını kavramasıdır." "Kullarımdan şekür olanlar azdır." ayetindeki şükür, nimet içinde nimeti vereni görmek bahtiyarlığıdır, derdi.
  • 20. HZ. MUHAMMED ZAHİD (k.s.) • Nakşbendiyye'nin Ubeydullah Ahrar'dan İmam-ı Rabbani'ye kadar olan dönemdeki adı" Ahrariyye." Ubeydullah Ahrar'dan emaneti alan ise Muhammed Zahid. • Kadı Muhammed Zahid, şeyhinin hizmetinde bulunduğu yıllarda Semerkant'ta Hoca Zekeriya adlı bir şeyhin kabrini ziyarete gider. Fakat kendisinde bir fevkaladelik hisseder, dayanılmaz bir karın ağrısıyla ayağım türbe kapışma koymuşken, kendini dışarı atar. Şeyhinden izinsiz geldiği için bunların basma geldiğine hükmeder. Adeta irade ve ihtiyarı elinden alınmış bir halde şeyhinin yanına döner. Muhammed Zahid, daha. bir şey söylemeden Ubeydullah Ahrar ona: "Bilmez misin ki, diri kedi, ölü aslandan üstündür" diyerek irşadda, ölmüş şeyhlere değil, hayatta olan mürşitlere bağlanıp rabıta yapılması gerektiğine işaret eder.
  • 21. DERVİŞ MUHAMMED SEMERKANDİ (k.s.) • Cezbe ve istiğrakı sahi ve temkinine galip, isimsizliğe talip bir gönül eriydi. Bu yüzden "Derviş Muhammed" diye anılırdı. Altın Silsile'nin 21. halkası Derviş Muhammed, Semerkantlı. • Derviş Muhammed'in yaşadığı yıllarda Osmanlı ülkesinin basında Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman gibi güçlü sultanlar bulunmaktaydı. • Cezbe , istiğrak,zevk,şevk ve cömertlik başlıca halleri……O’da piri gibi ,mürşidini bilmeden ve görmeden on beş yıl riyazetle ömür sürdü.Harabelere çekildi,hakikatte yıkık dünyanın yıkıntılı bucaklarında yıllarca zikretti,fikretti.
  • 22. HACEGİ MUHAMMED İMKEGENİ(k.s.) • Altın silsilenin 22. halkası Hacegî Muhammed îmkenegî, 21. halkadaki Derviş Muhammed'in oğlu ve halifesi. • Osmanlı devletinde tasavvufun en canlı olduğu yıllarda yaşayan bu gönül eri de babası gibi, meçhul kalanlardan. Bir asra yakın ömür sürerek 1599 yılında vefat ettiği ve yaklaşık 38 yıl şeyhlik ettiği halde Osmanlı ülkesinde pek tanınmıyor. • Namsızlık ve nişansızlıkta muhteşem… Sessizlik kadar derin,boşluk gibi vücutsuz… • Hallerini , kerametlerini , büyüklüklerini , üstünlüklerini o derece sakladılar ki , ismi üzerinde hecelemeye harf bulamıyoruz.
  • 23. MUHAMMED BAKİ BİLLAH(k.s.) • Müceddid-i elif-i sânî; yani hicri ikinci bin yılın yenileyicisi unvanının haklı sahibi İmam-ı Rabbani hazretlerinin mürşidi. • Üveysi-meşreb olduğu için gerek Şah-ı Nakşbend, gerekse Ubeydullah Ahrar hazretlerinden feyz aldığı kaydedilir. • Cezbe , aşk , zühd , iç ve dış kemaller onda bin çizgili bir mimari motif halinde merkeze düğümlü.
  • 24. HZ. İMAM-I RABBANİ AHMED FARUKİ (k.s.) • Altın silsilenin 24. halkası "İmam-ı Rabbanî" lakabıyla anılan mürşidimizin asıl adı Ahmed b. Abdülahad el-Farukî. "Farukî" nisbesi, ikinci halife Hz Ömeru'l Faruk'un soyundan olmasından "İmam-ı Rabbani" Allah adamı imam, demek Müceddid-i elf-i sanî" şöhreti, Hz Peygamber'in "Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinini yenileyen (müceddid) gönderecektir." hadis-i şerifi gereği, ikinci bin yılın başında gelen "müceddid" sayılmasından. • Nakşî, Kadirî, Suhreverdî, Çiştî ve Kubrevî tarikatlarından icazetli Rabbani imam ve Rahmani mürşid. • Mektubat' ta buyururlar: "Bir murakabe anında idim, Allah Resulü tecelli ettiler ve: "Sana şimdiye kadar kimseye verilmeyen izni vermeye geldim ve ilave ediyorlar, sen hangi cenazenin namazını kılarsan, o affedilip cennete girecek." • “ Allah, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde; ötelerin ötesinde.” • “ Ne ki, O zannedersin; zannettiğin o şey O’na perdedir.” • Cennete girmek, cehennemden uzaklaşmanın başlıca sebebi, Şeriatın emirlerini yerine getirmeye dayanır.“ • “…..Mürid şeyhine şöyle bağlanmalıdır; gassal (yıkayıcı) elindeki ölü gibi…” • Derdi ki: "İslam fakir kimselerle ortaya çıkıp gelişmiştir. Yine fakirlerle devam edip gidecektir." • En iyi ve en mükemmel nasihat: "Peygamber 'e itaat ediniz" sözüdür.
  • 25. HZ. MUHAMMED MASUM ES-SERHİNDİ (k.s.) • Asıl adı Muhammed'di. Günaha düşmekten ve şüphelilere yaklaşmaktan çok sakındığı için "Ma'sum" lakabıyla anılırdı. İmam-ı Rabbani'nin yedi oğlundan üçüncüsüdür. Babasından sonra, ilim, marifet takva ve yakîn açısından onun yerine en layık olanı olduğundan halefi oldu. Akranları ve tanıyanları kendisine "el-Urvetü'l-vüska" (sağlam kulp) lakabını vermişlerdi. • Sordular - Tasavvuf yolunun yolcularına şeytan sataşır mı'? Şunu söyledi: -Bu konuda en sağlam ölçüyü Abdulhalik Gucduvani veriyor "Şeytan, Maneviyat yolunun yolcusuna fenaya ermedikçe öfke anında sirayete yol bulabilir. Fakat nefsini fenaya erdirmiş bir kimsede öfkenin yerini gayret, yanı kıskançlık ve düşkünlük alır. Gayret, şeytanı kaçırtır. • “Bizce Allah’ın Cemal sıfatıyla tecellisinden, Celal sıfatıyla tecellisi daha sevgilidir. Zira ikincisinde nefsin payı yoktur.”
  • 26. • Muhammed Masum'un oğlu. İmam-ı Rabbani'nin torunu • Muhammed Seyfeddin emr bi'l-maruf ve nehy ani'l- münker konusunda çok titizdi. Nitekim Muhammed Ma'sum oğlunun bu durumu hakkında şunları söyler: "Hind ülkesinin neresinde bir münker, bir kötülük işlendiğini duysa hemen onun üstüne gider, onu ortadan kaldırmaya çalışır. Duyduğu bir kötülüğün bir an bile kalmasına dayanamazdı." • Öyle zühd ve takva sahibi idiler ki, kendilerine Muhyi Sünneti (Sünnetin ihya edicisi) lakabı takılmıştı. MUHAMMED SEYFEDDİN SERHİNDİ (k.s.)
  • 27. HZ.NUR MUHAMMED BEDAYUNİ (k.s.) • Zahiri ve batini ilimlere vukufu sebebiyle "Allame-i cihan" diye anılırdı. • Altın Silsilenin 27. halkası yine Hind diyarından. Seyyidliği sebebiyle "Seyyid Nur" diye anılan Muhammed Bedayünî. • İmam-ı Rabbâni'nin torunu Seyfeddin Serhindi'nin yetiştirdiklerinden. • Otuz beş yıl kadar Delhi'deki Nakşi Müceddidi dergahında hizmet etti.
  • 28. HZ. MİRZA MAZHAR-I CAN-I CANAN (k.s.) • Hz Ali'nin oğlu Muhammed b Hanefiyye neslindendi . • Altın Silsile'nin yirmi sekizinci halkası Belki de çok arzuladığı "şehidlik" sıfatıyla Rabbına kavuştuğu için "Mazhar-ı can-ı canan" diye meşhur olmuştu. • Altın silsilede yer alan şeyhlere çok düşkündü Gönülden bağlıydı Özellikle imam-ı Rabbanî'yi çok severdi "Bu yolda ne bulduysam büyükleri, şeyhleri sevmede buldum derdi . • Tarikat ve tasavvufu, şeriatta ihtisas gibi görür, tarikata meyli "Hak sevgisinin ağır basması' şeklinde yorumlardı Tarikatı sadece bir zikir vasıtası görmezdi Çünkü zikir, herkese emredilen bir konuydu. Kalp gözünün açılması da zikri çok yapmakla ancak mümkün olurdu Zikirden gaye zikrin manasına ermekti.
  • 29. HZ. ABDULLAH DEHLEVİ (k.s.) • Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin soyundan, seyyid-neseb. • Altın silsilenin yirmi dokuzuncu halkası Babası Şah Abdüllatif, Kadiri tarikatına bağlı. Oğlu doğmadan önce rüyasında Hz. Ali'yi gördü. Hz. Ali ona: "Oğluna Ali adını koymasını" söyledi. Bu yüzden oğlu doğduğunda babası ona "Ali" adını verdi. Ancak daha sonra kendisine "Gulam-ı Ali" denmeğe başlandı. "Gulam-ı Ali" Ali'nin hizmetçisi demekti. Daha sonra rüyasında Hz. Peygamber'in Dehlevi'ye bizzat "Abdullah" diye hitab etmesi sonucu "Abdullah Dehlevî" diye meşhur oldu. • Abdullah Dehlevi. Nakşbendiyye tarikatının belli başlı esaslarını şöyle özetlerdi: "Nakşiliğin dört esası vardır: l. Def-i havatır. 2. Devamlı huzur hali, 3. Rahmani cezbe, 4. Manevi varidat. • Nakşilik yolunda kişiye şu dört şeyin gerekli olduğunu söylerdi: Tertemiz bir din, Saf bir yakin hali, Kırık bir el; yani harama uzanmayan, hırsa kapılmayan bir tavır, Kırık bir ayak; yani harama ve şerre gitmeyen bir ayak, mütevazı bir üslup. • Sufî'yi: "Dünya ve ahireti arkasına atan, yüzünü Yüce Rabbine döndürüp yoluna devam eden kimse" olarak tanımlardı. • "Fakir" kelimesinin harflerinin birer sembol olduğunu her bir harfin ayrı bir anlamı bulunduğunu şöyle anlatırdı: Fa : Faka'dır; darlık, yokluk ve zorluğa işarettir. Kaf : Kanaat ehli olmaktır. Ya : Yeis'tir. Hakk'tan başka her şeyden ümid kesmektir. Ra : Riyazettir. Nefsi terbiye etmek için zora koşmaktır.
  • 30. HZ. MEVLANA HALİD BAĞDADİ (k.s.) • Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı bu sefer Osmanlı ülkesinden, Irak'ın Musul vilayetine bağlı Adı Halid b. Ahmed, lakabı Mevlana ve Zıyaeddin İslâm dünyasında Celaleddin Rumî'den sonra "Mevlana" (Efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kişi olduğuna bakılırsa tesir ve nüfuzu anlaşılmış olur. Kendisinden sonra Nakşîlik neredeyse "Halidîlik" olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmişti . • Nasihatlari Size kat'iyyetle emrederim ki, bütün varlığınızla sünnet-i seniyyeye sarılıp cahiliye adetlerinden ve bidatlerden sakının. Sufiye hakkındaki dedikodulara aldanmayın. 'Paşa da olsa avamdan insanlarla ülfet etmeyin. Onlardan hangi vesileyle olursa olsun, bir şey istemeyin. Çünkü bu, sizin kötülükle itham edilmenize sebep olur. İki mefsedet arasında çaresiz kaldığınız zaman ehven olanını seçin. Mutlu kişi, başkasının başına gelenlerden ibret alandır. Daha önemli olanı, önemli olana tercih ediniz. Sakın ola ki sultanlarla ve devlet ricaliyle bir işe girişmeyin. Çünkü onları ıslah edecek güce sahip değilsiniz. Onları gıybet etmeyin, veliyy-i emrinize hayırlı işlerinde muvaffak olması için dua ediniz. Dünya perest tüccarları, ulema taslaklarını, ilmi halk arasında bir makam elde etmek için maşa olarak kullanan talebeleri, tembellikleri sebebiyle yüklerini halka taşıtmaya çalışan asalakları, maneviyatı dünyasına basamak yapmaya kalkışan kimseleri, tarikata almayın, alsanız da bu tür davranışlarına fırsat vermeyin.
  • 31. HZ. TAHA EL-HAKKARİ (k.s.) • Altın silsilenin 31. halkası Güneydoğu Anadolu‘nun Hakkari vilayetinden ve Abdülkadir Geylani soyundan. Adı Taha bin Molla Ahmed "Şihabüddin ve İmamüddin" lakaplarıyla ünlü. • Taha'l-Hakkarî hazretleri; "Misvakla kılınan bir rekat namaz, misvaksız kılınan yetmiş rekattan hayırlıdır.“ hadis-i şerifine şu anlamı verirdi: Hadiste geçen "sivak" kelimesi misvakla ovmak manasına geldiği gibi, "sivak" yani "senden başkası" anlamına da gelir. Bu duruma göre hadisin manası şöyle olur: "Sensiz; yani kendini düşünmeden Rabbinle olduğun bir rekat, kendinle olduğun yetmiş rekattan daha değerlidir.“
  • 32. HZ. TAHA EL-HARİRİ (k.s.) • Altın silsilenin 32. halkası Irak'ın Musul vilayetine bağlı Erbil'in Harir nahiyesinden Şeyhi Taha'l-Hakkarî ile aynı adı taşıyor. Doğduğu Harir nahiyesine nispetle "Harirî" nisbesiyle ünlü • Taha'l-Harîrî, ilk iki şeyhten gördüğü seyr u sülük, son şeyhten aldığı icazetten sonra fıtratındaki "üveysi" istidad sayesinde sık sık alem-i manada Allah Resulü'yle görüşmek şerefine nail olmuştur. Şeyh Taha, tarikat silsilelerinde "üveysi" yolla irşad gören şeyhlerin ilki değildi Nitekim Abdülhalik Gucdüvani ve Şah-ı Nakşibend hazretleri de üveysidirler. Üveysilik: Asr-ı saadette yaşayıp Hz. Peygamber'le cismani olarak görüşemeyen Üveys el-Karanî'ye nispetle kullanılan tasavvuf kavramıdır. • Şeyh Taha'l-Harîrî hazretleri " Muhammedî-meşreb" olduklarından irşadları da Muhammedi üslupta idi. Hz. Peygamber (s a) Rasülü's-sakaleyn (iki ağırlığın, insan ve cinnin elçisi) olduğu gibi, Şeyh Taha hazretleri de "mürşidü's-sakaleyn" yani hem insanların hem de cinlerin mürşidi idi. Hatta cinnilerden "Cuddüh'' adında bir halifesinin ve pek çok müridinin bulunduğu rivayet edilmektedir.
  • 33. HZ. M.ESAD ERBİLLİ (k.s.) • Altın silsilenin otuz üçüncü halkası yine Irak'tan, Musul'un Erbil kasabasından 1847 yılında Erbil'de doğdu. Baba ve anne tarafından seyyiddir. • "Karnın, temiz ve helal yiyecekle doyarsa fikirde havatır olmaz. Zikir, fikir, rahat ve huzurlu olur. Fakat nefsin hakkı verilmezse huzûra mani olabilir". "Fena-yı kalbden sonra kalbe havatır nasıl gelebilir? Bunun cevabını da "Kalb fena bulduktan sonra kalbe gelen havatır kalbe zarar vermez, aksine kalb vazifesini yapmaya devam eder.”
  • 34. HZ. RAMAZANOĞLU MAHMUD SAMİ EFENDİ (k.s.) • 1892 yılında Adana'da dünyaya geldi. Babası Müctebâ Bey, annesi ise Ümmügülsüm Hanım'dır. Sâmi Efendi'nin âile şeceresine göre, Ramazanoğullarının aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden olduğu ve Hz. Halid b. Velid (r. A.) nesliyle münâsebettar bulunduğu anlaşılmaktadır. • Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseden ve ihsana nefislerinin tehlikesinden korunabilmek için şunları tavsiye buyururlardı: 1-Açlık ve az yemek, oruca devam, 2-Az uyumak ve teheccüde devam, 3-Huşû ile ibadet, mânâsını düşünerek Kur'an okumak, 4-Zikr-i daim içinde bulunmak, 5-Salih ve sadıklarla beraber olmak. • Onun irşaddaki usûlü Nebevî üslûpta idi. insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi için hiç kızmazdı. Onlara örnek olmak sûretiyle irşad etmeyi tercih ederdi. İrşadda en geçerli yol da budur. Çünkü irşad halkaları merkezden muhite doğru yayılır. "Önce nefsinden başlamak' esastır. Hiç kimseye açıkça "şunu yap, şunu yapma" demez, dolayısıyla bunu ihsas ettirmeye çalışırdı. Kendileri dikkat çekecek, fitne uyandıracak ve riyaya dâvetiye çıkaracak şekle müteallik şeylerden husûsiyle sakınırdı. Ancak yakınlarını helal kazanca, faize bulaşmamaya teşvik ederler, bazen bunu samimi bulduklarına açıkça söylerlerdi. Değilse dolaylı olarak ifade buyururlardı.

KADIN, EVLİLİK, ZİNÂ VE RECM MESELESİ - 4



KADIN, EVLİLİK, ZİNÂ VE RECM MESELESİ - 4

ŞİMDİ GELDİK, DEĞERLİ (!) DİN "ÂLİM"LERİNİN RECM KONUSUNDAKİ DEĞERLENDİRME VE YORUMLARINA... ŞÖYLE DİYOR BİRİ :
- Günümüzde recm cezâsının uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Bu bakımdan son derece pişman olup tövbe ve istiğfar etmek gerekir.
KASTEDİLEN ŞU : BİRİLERİ RECM CEZÂSINI HAKEDİYOR AMA, BİZİM DİYÂRDA UYGULAYAN YOK!.. BU YÜZDEN O KİŞİLER MÂİZ GİBİ İTİRÂFTA BULUNSA DA, HAKETTİKLERİ VE TALEP ETTİKLERİ CEZÂYI GÖREMİYECEKLER. O YÜZDEN TÖVBE VE İSTİĞFAR ETSİNLER".
BUNA BİR İTİRÂZIMIZ YOK!.. ASLINDA HER GÜNAH İÇİN TÖVBE VE İSTİĞFAR ŞART!.. PEYGAMBERİMİZ BİLE GÜNDE 70 DEFA İSTİĞFAR EDERDİ!.
AMA TAŞLANMAK İSTEYİP TE, DİLEĞİNE NÂİL OLAMAYANIN YAPABİLECEĞİ BAŞKA BİR ŞEY VAR!... BAŞINI TAŞTAN TAŞA VURMAK!.. VEYÂ KALDIRIP KENDİNİ YÂRLARDAN TAŞLARIN ÜZERİNE ATMAK!.. TAŞ SANA GELMİYORSA, SEN TAŞA GİDERSİN!.. ŞAKA, ŞAKA!.. SAKIN CİDDİYE ALMAYIN!
BU "ÂLİM"LER RECM'E O KADAR ÖNEM VERMİŞLER Kİ, KURALLARINI DA BELİRLEMİŞLER :
- Recm cezâsının uygulanabilmesi için pek çok şart vardır. Birazdan bu şartların hepsini tek tek yazalım. Şartları okuyunca meğer recm cezâsının uygulanması ne kadar da zormuş diyeceksiniz. Bu şartlardan en az birinin olmaması recm cezâsını düşürür. Şimdi şartları söyleyelim:
1. Zina eden kadın veya erkeğin ergin olması.
NE YAPSAK? HER ŞARTI TEK TEK ALIP TA MI İNCELESEK?.. SONUNU BEKLERSEK, BAŞTAKİLER UNUTULACAK!..
BURADA SÂDECE HATIRLATMAKLA YETİNELİM, KUR'AN'DA ZİNÂ İLGİLİ ÂYETLERDE "EVE KAPAMA", "ZÂNİLERİ BİRBİRİNDEN BAŞKASI İLE EVLENDİRMEME" VE "YÜZ DEĞNEK" CEZÂLARI VAR!.. ONLARI YUKARIDA AÇIKLADIK, SIRA GELDİ ŞU "RECM"CEZÂSINA... AMA YAZARIN DEYİŞİYLE "ZOR OLAN" SÂDECE RECM CEZÂSINA HÜKMETMEK DEĞİL; ZOR OLAN ZİNÂNIN SUBÛTUNA, GERÇEKLEŞTİĞİNE HÜKMETMEK!.. BUNU GÖZDEN KAÇIRIYOR!
NE DİYOR 1. ŞARTTA?.. ZİNÂ EDEN KADIN VEYÂ ERKEĞİN "ERGİN" OLMASI!.. YÂNİ BÜLUĞA ERMİŞ OLMASI!.. İLK İTİRÂZIMIZ YİNE ZİNÂ TEK TARAFLI DÜŞÜNÜLÜYOR!. YAHU, BİR TÜRLÜ ANLATAMADIK: ÇİN İŞİ, JAPON İŞİ / BUNU YAPAN İKİ KİŞİ!.. BİRİ ERKEK, BİRİ DİŞİ!.. CEZÂ VARSA İKİ TARAFA DA OLMALI!.. İLİŞKİYE GİREN İKİ KİŞİDEN BİRİ ZİNÂ ETMİŞ, ÖTEKİ ETMEMİŞ OLAMAZ!.. TECÂVÜZ HÂRİÇ!.. SONRA BİRİNİNKİ "EVLİLİK İLİŞKİSİ", DİĞERİNİNKİ "ZİNÂ" SAYILAMAZ!.. ZİNÂ VARSA, İKİSİ DE EVLİLİK VE CÂRİYELİK DIŞIDIR!.. UNUTMAYALIM Kİ, CÂRİYELERİNİZ İLE EVLİ DEĞİLSİNİZDİR AMA ONLARLA CİNSÎ MÜNÂSEBETTE BULUNMAK HAKKINIZDIR... ŞU "CÂRİYE" MESELESİNİ DE AYRICA ELE ALMAK GEREKECEK GALİBA.
HER NEYSE, NE DİYORDU, "ERGİN" OLMAK ŞART!.. ZÂTEN İSLÂM'A GÖRE, BÜLUĞA ERMEMİŞ KİŞİNİN YAPTIKLARI GÜNAH SAYILMAZ, O AÇIDAN DOĞRU!.. DOĞRU OLMAYAN, BÜLUĞA ERMEMİŞ ERKEĞİN NASIL ZİNÂ YAPACAĞI!.. NASIL ORGANI SERTLEŞECEK TE, NASIL ZİNÂ YAPACAK?.. KADIN TARAFI DERSENİZ, ONLAR BÜLUĞA ERMEDEN DE KANDIRILIP İLİŞKİYE SOKULABİLİR AMA, ZÂTEN AKIL BÂLİĞ OLMADIĞI İÇİN GÜNAHKÂR SAYILMAZ! KISACASI, BU ŞART, ASLINDA "ŞART" DEĞİL, MÂLÛMU İLÂN!..
2. Akıllı olması. Akıl hastasına had uygulanmaz. Akıllı ve ergin bir kimse akıl hastası ile zinâ etse, yalnız kendisine had uygulanır.
3. Evli olan gayrimüslime recm yerine değnek cezası uygulanır. Şâfiî ve Hanbelîlere göre pasaportla İslâm devletine gelen gayrimüslim yabancılara ne zinâ ve ne de içki içme cezâsı uygulanmaz.
BUNLARA PEK İTİRÂZIMIZ YOK!.. SÂDECE AKLIMIZA TAKILDI, PASAPORTU ALIP GAYRIMÜSLİM BİR ÜLKEYE GİTSEK, ZİNÂDAN DOLAYI BİZE RECM UYGULANIR MI, DİYE... ORADA UYGULANMAZ!.. DÖNÜNCE BURADA UYGULANABİLİR Mİ?.. SANMIYORUZ!.. TEVEKKELİ DEĞİL, İŞADAMLARI VE POLİTİKACILAR İKİDE BİRDE UZAKDOĞU ÜLKELERİNE GİDİYOR!..
4. Zinânın zor kullanarak olmaması gerekir.
ZOR KULLANMA, "TECÂVÜZ" DEMEKTİR... BİZİM GERÇEKTEN MERAK ETTİĞİMİZ VE ANLIYAMADIĞIMIZ HUSUS, KUR'AN'DA TECÂVÜZ İLE İLGİLİ BİR HÜKMÜN OLMAMASI, FAKİHLERİN DE BU KONU ÜZERİNDE DURMAMALARI!.. BİR DE PAKİSTAN GİBİ ÜLKELERDE TECÂVÜZE UĞRAMIŞ KADINLARA "ZİNÂ YAPMIŞ" MUAMELESİNİN REVÂ GÖRÜLMESİ!.. BUNU GERÇEKTEN İSLÂM HUKUKU AÇISINDAN BÜYÜK BİR EKSİKLİK OLARAK GÖRÜYORUZ. BEŞERÎ HUKUK BU EKSİĞİ TAMAMLAYABİLİRSE DE, Kİ, TAMAMLAMIYOR!!.. TECÂVÜZ MAĞDURU KADINLAR PERİŞÂN! YOK, RİZÂSI VARDI... YOK, PSİKOLOJİK TRAVMA GEÇİRMEDİ, RUHÎ DENGESİ BOZULMADI, DEYİP, TECÂVÜZCÜ COŞKUNLAR'I SALIVERİYOR ALLÂME HUKUKÇULARIMIZ!.. GEÇENLERDE 12 YAŞINDAKİ ZAVALLI BİR KIZCAĞIZA DEFÂLARCA TECÂVÜZ EDEN ALTI HIRBOYU "KIZIN RIZASI VAR" DİYE HÂKİM MÜSVEDDESİ AZ BİR CEZÂYLA SALIVERDİYDİ... YAHUDİ ŞERİATI BİLE BU HUSUSTA İSLÂM ÜLKELERİNDEKİ UYGULAMALARDAN DAHA TUTARLI!.. DAHA FAZLASI GEREKİR DİYE DÜŞÜNÜYORUZ... BİZİ AYDINLATACAK KİMSE VAR İSE, MEMNUN OLURUZ.
GELELİM, ŞART DİYE BELİRTİLEN HUSUSA... ERKEK EVLİ, KADINA ZORLA TECÂVÜZ EDİYOR! ZÂTEN ZORLA OLMAZSA TECÂVÜZ OLMAZ!.. KANDIRMA, İKNÂ YOLUYLA İLİŞKİYE GİRMİŞSE, BUNA "İĞFÂL" DENİR!.. TECÂVÜZE UĞRAYAN KADININ SORUMLU TUTULMAMASINI ANLADIK!.. ERKEK NİYE "EVLİLİK DIŞI" İLİŞKİYE GİRMİŞ SAYILMASIN, NİYE ZİNÂ ETMİŞ OLMASIN?.. ÜSTELİK BUNU DA TECÂVÜZ GİBİ İKİNCİ BİR SUÇLA AĞIRLAŞTIRMIŞ İKEN!.. MASON DEMİREL'İN BOZUK TÜRKÇESİ İLE VA MI BUNUN BAŞKA TÜRLÜ İZÂH TARZI?.. O ZAMAN PEK ÇOK ERKEK, GÖNÜL RIZÂSI İLE TAVLADIĞI KADINLA YATIP, TAŞLANMAYI GÖZE ALACAĞINA; GÖZÜNE KESTİRDİĞİ KADINA TECÂVÜZ EDER, PAÇAYI KURTARIR!.. HİÇ OLUR MU ÖYLE ŞEY!.. AKLA, MANTIĞA AYKIRI!
AKLA MANTIĞA AYKIRI DEDİK TE, ALLAH CEHENNEMİN EN DERİN ÇUKURLARINDA, AFFETTİĞİ SUÇLULARIN CEZÂSINI DA ONA YÜKLEYEREK AĞIRLASIN, PİMPİRİK ECEVİT 2001'DE ÖYLE BİR AF KANUNU ÇIKARMIŞTI Kİ, TECÂVÜZ "YÜZ KIZARTICI AĞIR SUÇ" SAYILMIŞ VE AFFA DÂHİL EDİLMEMİŞTİ, AMA "ADAM ÖLDÜRME" AF KAPSAMINDA İDİ. BÖYLECE BİR MÂSUM KADINA TECÂVÜZ EDEN KİŞİ HAPİSTE KALDI, KÜÇÜK BİR KIZA TECÂVÜZ EDİP ÖLDÜREN CÂNİ SERBEST BIRAKILDI!.. LÂİK, MASONİK ZİHNİYETİN ADÂLET VE MERHAMET ANLAYIŞI, BÖYLE TECELLİ ETTİ!.. NEYSE!
5. Zinânın diri bir insanla olması gerekir.
BU ŞART UTANÇ VERİCİ!.. BİR İNSANIN BİR ÖLÜYE TECÂVÜZÜNÜ (Kİ GERÇEKTEN TECÂVÜZDÜR, ÖLÜ RİZÂ GÖSTEREMİYECEĞİNE GÖRE, ZİNÂ OLAMAZ) ANLAMAK MÜMKÜN OLMADIĞI GİBİ, BU SAPIK HERİFİ ÖLDÜRESİYE OLMASA DA, TAŞLAMAK, TAŞLA SOPAYLA CEMİYETTEN KOVMAK GEREKİR, DİYE DÜŞÜNÜYORUZ!
6. Zinâ edilen kadının da ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir.
HOPPALA!.. GÖRDÜNÜZ MÜ "RUHSAT"I?.. YÂNİ TANINAN "GİZLİ" İZNİ... "ERGİN OLMAYAN KADIN" SABÎ SÜBYANDIR, ONA TECÂVÜZ VEYÂ ONU İĞFÂL, "MUBAH" GÖRÜLMÜŞ!.. EN AZINDAN RECM CEZÂSI DIŞINDA BIRAKILMIŞ!. ÖTE YANDAN "CİNSEL İSTEK DUYULAN YAŞ" DIŞINDAKİ KADINLARLA ZİNÂ, TECÂVÜZ VEYÂ İĞFÂL DE "MUBAH" GÖRÜLMÜŞ!..
KADINLARIN EN ÇOK CİNSÎ CÂZİBE TAŞIDIKLARI YAŞ ARALIĞI 15-35'TİR!.. PEK ÇOK KADINA, EŞİN DEĞİLSE, 45 YAŞINDAN SONRA İSTEK DUYULMAZ... ŞİMDİ BÖYLE BİR KADINA "BEN SANA İSTEK DUYMUYORUM, AMA HADİ GEL SEVİŞELİM," DİYEN BİRİ, SONRA KENDİNİ "VALLA İSTEKSİZ OLDU, PEK TE ZEVK ALMADIM," DİYE SAVUNUP, RECMDEN KURTULABİLİR!.. BU DA YAŞLI KADINLARLA ZİNÂ YAPMA "RUHSAT"IDIR!.. OHHH!.. KIRKBEŞ YAŞINI GEÇMİŞ BİR KADIN BUL, ZORLA IRZINA GEÇ !.. "ZORLA OLDU, SAYILMAZ!... CİNSEL İSTEK DUYMADIM, SAYILMAZ!" DE, PAÇAYI KURTAR!.. VEYÂ BÜLUĞA ERMEMİŞ HİÇ BİR ŞEYDEN HABERİ OLMAYAN ZAVALLI BİR KIZA ZORLA TECÂVÜZ ET, VEYÂ KIZCAĞIZI ŞEKERLE BALONLA İĞFAL ET, PAÇAYI KURTAR, ONDAN SONRA DA MÜSLÜMAN GEÇİN!
7. Zinânın bir şüpheye dayalı olmaması gerekir. Zinânın bir para karşılığında olması halinde Ebû Hanife'ye göre her ikisine de had cezası uygulanmaz. Çünkü bu durum bir mehir karşılığında nikâh akdine benzemektedir. Burada şüpheden dolayı had düşer. Ancak fiil haram olduğu için ta'zir uygulanır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre bu durumda da had cezâsı verilir.
(Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1968, III,197 vd.).
İSLÂM'DA NİKÂH KIYMAK TA, KARI BOŞAMAK TA KOLAYDIR... ANCAAK, EVLENİRKEN MİHRİNİ VERECEKSİN, KADIN EV KURACAK!.. BOŞARKEN, GENE MİHRİNİ VERECEKSİN, GEÇİMİNİ SAĞLAYACAK!.. BU İKİSİNİ YAPMADIKÇA NE NİKÂH AKTİ GEÇERLİ OLUR, NE DE BOŞANMA!.. DİN BİLMEZLERİN, LÂİKLERİN DİLLERİNDEN DÜŞÜRMEDİKLERİ "BOŞ OL!" İFÂDESİ, ANCAK KADINLA YATMAYI ÖNLER. MİHRİNİ VERMEDEN, HESÂBINI KAPATMADAN DİNÎ BOŞANMA TAMAMLANMIŞ OLMAZ!
HERHANGİ BİR SUÇ İSNÂDINDA ŞÜPHE OLMAMASI, CEZÂNIN VERİLMESİ İÇİN EN BAŞTA GELEN ŞARTTIR. BUNA İTİRÂZIMIZ YOK!.. AMA GENELEVDE "PARA VERDİ" DİYE O İLİŞKİYE "NİKÂH" BENZETMESİ YAPMAK DOĞRU DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ NİKÂHTA MİHRİN YANISIRA İDDET TE VARDIR. KADININ BİR BAŞKA ERKEKLE "NİKÂH" MUAMELESİ YAPABİLMESİ İÇİN DÖRT AY BEKLEMESİ GEREKİR!.. MİHR-İ MUACCEL, MİHR-İ MÜECCEL VE İDDET OLMADAN NİKÂH OLMAZ!..
BİZCE RECMDEN DAHA ÇOK, ÜLKEMİZDE YAYGIN OLAN "İMAM NİKÂHI" ÜZERİNDE DURUP, İNSANLARA BUNLARI ÖĞRETMEK GEREKİR!.. HELE PEYGAMBER ZAMANINDAKİ MEHİR MİKTARLARINI AÇIKLAYINCA, ERKEKLERİN DUDAKLARI UÇUKLAYACAK, İMAM NİKÂHLI KARI ALMAKTAN VAZGEÇİP, BELEDİYE NİKÂHINA RÂZI OLACAKLARDIR!
GELELİM, EVLİ BİR KADINLA YAPILAN ZİNÂYA... ONA PARA VERSEN DE, BU NİKÂHA BENZER Mİ?.. KADININ ZÂTEN NİKÂHI VAR!.. OOOHH! HER TAVLADIĞIN EVLİ KADINA BİR MİKTAR PARA VER, SONRA "BEN MİHRİNİ VERDİM," DEYİP, PAÇAYI KURTAR!.. NE ÂLÂ ŞERİAT!
8. Cinsel temâsın önden olması. Arkadan ilişki, yâni livâta için Ebû Hanîfe'ye göre yalnız ta'zir cezâsı uygulanır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre ise livâta haddi gerektirir. Yabancı bir kadına ön veya arka dışında karın, uyluk gibi başka bir yere temâs ise, yalnız ta'zîri gerektirir. Çünkü bu, şer'an kendisine bir şey takdir edilmeyen münker bir fiildir.
GENE "OHHH!" DİYORUZ!.. YABANCI, GAYRIMÜSLİM BİR KADINA ÖNDEN, ARKADAN, SAĞDAN SOLDAN, AĞIZDAN BURUNDAN İLİŞKİ, ZİNÂ YAPAN EVLİ ERKEĞİN "TA'ZİR"LE PAÇAYI KURTARIYOR. KADININ YABANCI OLMASI, YETERLİ OLUYOR!.. O KADINDAN DOĞACAK ÇOCUĞUN GAYRIMÜSLİM OLMASI, GAYRIMÜSLİMLERİN NÜFUSUNUN ARTMASINA KATKIDA BULUNMAK DAHİ ÖNEMLİ DEĞİLDİR!.. ÖYLEYSE, GELSİN, NATAŞALAR!.. BİZİM EVLİ ERKEKLERE BAYRAM OLSUN!.. PEKİ, YABANCI, GAYRIMÜSLİM BİR ERKEKLE ZİNÂ EDEN KADIN NE OLACAK?.. ONU TAŞLAYACAK MISINIZ?.. YOKSA, ONLAR DA "GELSİN ALEKSİLER" Mİ DİYECEK?..
BİZ DERİZ Kİ; İSTER YERLİ, İSTER YABANCI OLSUN, BİRİSİYLE ZİNÂ ETMEK, KUR'AN AHLÂKINA AYKIRIDIR. CEZÂSI DA BELLİDİR. AMA BU RECM DEĞİLDİR. NE OLDUĞUNU YUKARIDA VERDİK!..
9. Had cezâlarının uygulanabilmesi için İslâm devletinin varlığı şarttır.
İSLÂMÎ BİR CEZÂYI ELBET ANCAK İSLÂM DEVLETİ VEREBİLİR. HERKES PEYGAMBERİMİZ DEĞİL Kİ, İSLÂM DİYÂRINDA KENDİSİNE DANIŞAN YAHUDİLER'E YAHUDİ CEZÂSI UYGULASIN!.. ANCAK, BU ŞART YİNE "RUHSAT" GİBİ GÖRÜNÜYOR. YÂNİ MÜSLÜMAN EVLİLERE "GİDİN, GAYRIMÜSLİM ÜLKELERDE BİLDİĞİNİZİ YAPIN, ONLAR SİZE RECM DE UYGULAYAMAZLAR, HAD DE," DİYOR ZIMNEN!..
10. Zinâ eden erkek veya kadının hâlen veya daha önce sahih nikâhla evlenmiş olması ve bu nikâh devâm ederken eşiyle bir defa da olsa cinsel temasta bulunması şarttır. Böyle bir erkeğe "muhsan", kadına ise "muhsana" denir. Recm cezâsı için bu son niteliğin bulunması da gerekir.
BU ŞART GÜZEL!.. GERÇEK EVLİLİK ZİFAF İLE, VUSLAT İLE, GERDEK İLE SAĞLANIR. KÂĞIT ÜZERİNE ATILAN İMZA İLE DEĞİL! BU BAKIMDAN ZÂNİLERE "SİZ GERÇEKTEN EŞİNİZLE KARI-KOCA OLDUNUZ, BİRBİRİNİZLE HALVETE GİRDİNİZ Mİ?" DİYE SORULMASI DOĞRUDUR. GİRMEMİŞLERSE, "BEKÂR ZÂNİ" MUAMELESİ DE UYGUN DÜŞER. AMA DEDİK, İSLÂM'DA CEZÂ BAKIMINDAN BEKÂR-EVLİ FARKI YOK Kİ!.. FARK SÂDECE EVLİLERİN DAHA AZMIŞ-KUDURMUŞ DAVRANIŞ ZİNÂYA SAPLAMALARINDA!
BİRİNİN DAHA ÖNCEDEN EVLENMİŞ OLMASI, ŞİMDİ BOŞANMIŞ OLSA BİLE, EVLİ SAYILDIĞI GİBİ BİR ANLAM VAR "MUHSAN" VE MUHSANA" KAVRAMLARINDA! BUNUN ZAMANA VE ZEMİNE UYGUN OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUZ!.. BELKİ DEVR-İ SAADETTE BİLE ÖYLE ANLAŞILMIYORDU!
BU ŞART, YUKARIDA NAKLEDİLEN MÂİZ VE EZD KABİLESİNDEN OLAN KADINDA ARANMAMIŞTI!.. PEYGAMBER O KİŞİLERİN GERÇEKTEN EVLİ OLUP OLMADIĞINI, KARISIYLA VEYÂ KOCASIYLA BİR KERE OLSUN CİNSÎ MÜNÂSEBETTE BULUNUP BULUNMADIĞINI SORMAMIŞTI!.. HADİ DİYELİM, MÂİZ'İ TANIYOR... DİĞER KADINA SORMADI, İKRÂRINI BİLE DÖRT KERE ALMADAN RECME HÜKMETTİ... DİYE İDDİA EDİLİYOR, BİZ İNANMIYORUZ!.
Ayrıca recm gerektiren zinâ suçunun sâbit olması için de iki önemli şart vardır. Bunlar:
1. İkrarla Tesbit: Zinâ ikrarında bulunanın akıllı, ergin olması ve zorlama altında bulunmaması gerekir. Ayrıca ikrarın dört defa yapılması gereklidir. Diğer yandan dört ikrarın ayrı meclislerde yapılması gerekir.
BAK, ŞİMDİ!.. PEYGAMBERE YANLIŞ KARAR VERDİ, DİYOR!.. ÇÜNKÜ MÂİZ'İN DÖRT İKRÂRI AYNI MECLİSTE ALINDI!.. KADININKİ DÖRT BİLE OLMADI AMA AYNI MECLİSTE TEKRARLANDI. ŞU HALDE YA ŞART YANLIŞ, YA DA PEYGAMBER, HÂŞÂ, YANLIŞ DAVRANDI!.. YA DA BÖYLE BİR OLAY HİÇ CEREYAN ETMEDİ!
2. Zinâyı dört şâhitle ispat: Zinânın müslüman, erkek, adâletli ve hür dört erkek şâhitle ispat edilmesi gerekir.
(en-Nisâ', 4/15; en-Nûr, 24/4,13). Şâhit sayısı dörtten az olur veyâ dördüncü şâhit "sâdece bunları bir yorgan altında gördüm," gibi kesin zinâya delâlet eden beyânda bulunmasa, ilk üç şâhide "zinâ iftirası (kazf)" cezâsı uygulanır. Zinâ isnat edilenden had düşer. Çünkü Hz. Ömer, Muğîre (r.a)'in zinâsına şahitlik eden üç kişiye zinâ iftirası cezâsı uygulamıştır. (bk. ez-Zühayli, a.g.e., VI, 48; "Kazf" maddesi).
(Ali İhsan ER Kaynak: http://www.cevaplar.org/index.php?kh...id=3989&menu=1
(http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=8&sec1=43&yazi...id=3989&menu=1)
BU ŞART GERÇEKTEN ZİNÂNIN TESBİTİNİ ÂDETÂ İMKÂNSIZ HÂLE GETİRİYOR!.. İKİ KİŞİNİN KAÇAMAK OLARAK YAPTIKLARI İŞİ DÖRT KİŞİNİN BİLFİİL GÖZLEMESİ, ANCAK ZÂNİLERİN "TEŞHİRCİ" OLMASI VE ONLARI SEYRE DÂVET ETMESİ İLE MÜMKÜN!.. HİÇ BİR ZÂNİNİN ŞAMDAN TUTTURMAK İÇİN DÖRT SEYİRCİ ÇAĞIRACAĞINI SANMIYORUZ... BİR TEK İHTİMAL VAR, ZÂNİLER GİZLİ YAPTIKLARINI SANDIKLARI SIRADA BAŞKALARININ DA GÖREBİLECEĞİ BİR DURUMA DÜŞEBİLİRLER. MESELÂ BİR YELKENLİ İLE DENİZE AÇILIP SEVİŞMEYE BAŞLARLAR. SÂHİLDEN İNSANLAR ONLARI DÜRBÜNLE GÖZETLER VE ZİNÂYA ŞÂHİT OLUR. VEYÂ PERDEYİ AÇIK UNUTURLAR, KARŞI DÂİREYE ABAZA ERKEKLER DOLUŞUP SEYRE BAŞLARLAR... VEYÂ MODERN HIRISTİYAN BATI TARZI YAŞAMIN BİR GEREĞİ OLARAK EVLİ BİR ERKEK VEYÂ KADIN PORNO FİLM ÇEKER, HEM SET EKİBİ, HEM DE FİLMİ SEYREDENLER OLAYA ŞÂHİT OLUR. BUNUN DIŞINDA "DÖRT ERKEK" ŞÂHİT ŞARTININ GERÇEKLEŞMESİNİ DÜŞÜNEMİYORUZ!
DEĞERLİ DİN "ÂLİM"LERİMİZ ŞÖYLE BUYURMUŞLAR :
- Evlilik dışı cinsel ilişkiye zinâ denilmektedir ve bu fiil, dinimizde kesin olarak yasaklanmış, işlenmesi büyük günahlar arasında sayılmıştır. Dinde cezâî yaptırım olarak bu fiili işleyenler bekâr ve evli olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bekâr olanlara sopa cezası uygulanmış ve ayrıca bu kimseler bulundukları bölge dışına bir yıllığına sürgün edilmişlerdir. Zinâ eden evli erkek veyâ kadın ise taşlanarak öldürülmesi (recm) cezası uygulanmıştır.
HEMEN SORUYORUZ: ZİNÂ SUÇU İŞLEYENLERİ BEKÂR-EVLİ DİYE AYIRAN KUR'AN HÜKMÜ NEREDE?.. BUNU PEYGAMBERİMİZ Mİ AYIRMIŞ, HÜLEFÂ-YI RÂŞİDİN Mİ AYIRMIŞ, YOKSA BİRİLERİ ÇIKIP "BEN BÖYLE DÜŞÜNDÜM," MÜ DEMİŞ?..
BİLİYORUZ Kİ, BU AYIRIM KUR'AN'DA YOK!.. PEYGAMBERİMİZİN HADİSLERİNDE DE YOK!.. ÖYLEYSE, KİM AYIRMIŞ?.. BAKALIM AŞAĞIDAKİ BİLGİLER BUNA CEVAP VERECEK Mİ?.. HADİS RİVÂYETLERİNİ NAKLEDİYORUZ:
1561 - İbni Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Hz. Ömer (radiyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Tealâ hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve ona Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, - delil veyâ hâmilelik veyâ itirâf yoluyla - subût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: 'Ömer Allah Tealâ'nın kitabına ilâvede bulundu,' demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım."
Buhari, Hudud 31, 30, Mezalim 19, Menakibu'l-Ensâr 46, Megazi 21, I'tisam 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (823, 824); Tirmizi, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418).
KUSURA BAKMAYIN, "ÇÜŞ!" DİYORUZ!.. İBNİ ABBAS, ÇOK MUHTEREM BİR ZATTIR. AMA ONDAN BUNU NAKLEDEN KİM?.. DİYELİM Kİ EROL ADINDA BİRİ... EROL DİYOR Kİ, "İBNİ ABBAS ANLATIYOR... " YÂNİ İBNİ ABBAS'IN ANLATTIĞINI EROL NAKLEDİYOR... PEKİ, İBNİ ABBAS NE ANLATIYORMUŞ?.. O DA "ÖMER'İ DİNLEDİM, ÖMER ANLATIYORDU... " DİYOR!.. ÖMER'İN ANLATTIĞINI İBNİ ABBAS NAKLEDİYOR, İBNİ ABBAS'IN ANLATTIĞINI BİRİLERİ BİRİLERİNE AĞIZDAN AĞIZA NAKLEDE NAKLEDE EN SON EROL'A GELİYOR, EROL DA BİZE NAKLEDİYOR!.. ŞİMDİ İLK SORU: ACABA EROL DOĞRU SÖYLEDİ Mİ?.. O DOĞRU SÖYLEDİYSE, İKİNCİ SORU: EROL'A SÖYLEYEN DOĞRU SÖYLEDİ Mİ?.. EROL'A SÖYLEYENE SÖYLEYENLER DOĞRU SÖYLEDİ Mİ?.. İBNİ ABBAS DOĞRU SÖYLEDİ Mİ?.. ÖMER DOĞRU BİR OLAYI NAKLETTİ Mİ?.. HABER İLK İKİSİNDEN DOĞRUDAN GELSE İNANIRSINIZ DA, ARADAKİLERİN ONLARA İFTİRÂ ATMADIĞINA NASIL İNANACAKSINIZ?.. HADİSİN MUHTEVÂSINI ÖNCE KUR'AN, SONRA AKIL VE MANTIK VE TÂRİH, DİN BİLGİSİ İLE!.. MAALESEF HADİS DERLEMELERİ BÖYLE YAPILMAMIŞTIR. SÂDECE HABER SİLSİLESİNİN DOĞRULUĞU ÜZERİNDE DURULMUŞTUR. EĞER DEDİĞİMİZ YOL TAKİP EDİLSEYDİ, YANLIŞLAR O DÖNEMLERDE ÇOK DAHA KOLAY TESBİT EDİLİRLERDİ!
İBNİ ABBAS BU HADİSİ YAZMADIĞINA GÖRE, ÇÜNKÜ HADİS YAZILMASI, DERLEMESİNE İZİN HİCRETİN 100. YILINDAN SONRA ÇIKMIŞTIR, İBNİ ABBAS'TAN BU HADİSİ RİVÂYET EDEN KİM??? ONLARI TESBİT EDEBİLİRİZ DE, UYDURAN KİM OLDUĞUNU TESBİT ZOR! BİZ, "UYDURANLAR SİLSİLE-İ MERÂTİP İÇİNE SIZMIŞ YAHUDİ VE HIRİSTİYAN KÖKENLİ MÜNÂFIKLARDIR," DİYORUZ!..
GELELİM HADİSİN İÇERİĞİNE!.. HAZRET-İ ÖMER, NUR İÇİNDE YATSIN, ŞEHİTLER ŞEHİDİ, YAHUDİLER'İN İLK SUİKAST KURBANI, HUTBE VERİYOR!.. HUTBEYİ HALİFE VERİR!.. HALİFE KALKACAK HÜKÜM SÜRDÜĞÜ DÖNEMDE DİYECEK Kİ, "BİR RECM ÂYETİ VARDI, BİZ EZBERLEDİK!" ... "EZBERLEDİYSEN OKUSANA BE ADAM," DEMEZLER Mİ İNSANA?.. "RESULULLAH TATBİK ETTİ, BİZDE ETTİK," DİYOR... NE ZAMAN DİYOR?.. PEYGAMBERİN VEFÂTINDAN 2 İLÂ 12 YIL SONRA!.. MÂLÛM EBUBEKİR HAZRETLERİ SÂDECE 2 YIL HALİFELİK YAPABİLMİŞ, SONRA VEFAT ETMİŞTİ. SONRA ÖMER GEÇTİ BAŞA... İKİ YIL SONRA BU HUTBEYİ VERDİYSE, ORADA BULUNANLARIN HEPSİ PEYGAMBERİ VE OLUP BİTENLERİ HATIRLIYOR... 12 YIL SONRA, ÖLMEDEN HEMEN ÖNCE VERDİYSE, ASHABDAN BİR KISMI ÖLMÜŞTÜR, AMA GENE ÇOĞU HATIRLAR. 12 YIL NEDİR Kİ?.. 12 EYLÜL'DEN BU YANA 28 YIL GEÇTİ, HERKES HATIRLAYIP TARTIŞIYOR... SOVYETLER BİRLİĞİ'NİN ÇÖKÜŞÜNDEN BU YANA 17 YIL GEÇTİ, YİNE HERKES HATIRLIYOR... SUSURLUK KAZASI OLALI 12 YIL GEÇTİ... DÜN GİBİ TARTIŞILIYOR, HERKESİN AĞZINDA... HELE 2001 YILINDAKİ ANAYASA KİTAPÇIĞI FIRLATMA OLAYI?.. HİÇ UNUTAN VAR MI?..
AMA DİKKAT EDİN, HADİS RİVÂYETİNE BAKARSANIZ, HAZRET-İ ÖMER SANKİ MİLÂTTAN ÖNCESİNİ ANLATIR GİBİ... "VAKTİYLE BİR PEYGAMBER VARDI, ONA BİR KİTAP İNDİ. O KİTAPTA RECM ÂYETİ VARDI. O DA UYGULADI, BİZDE UYGULADIK... " DİYE ÇOK ESKİLERİ ANLATIR GİBİ KONUŞUYOR!.. "UYGULADIK" NE DEMEK???... ÖMER HÂLÂ HALİFE!.. EĞER ÖYLE BİR ÂYET VARSA, PEYGAMBER UYGULADIYSA, KENDİSİ DE UYGULADIYSA, NİYE "GEÇMİŞ ZAMAN" KULLANIYOR? NİYE "UYGULADIK, UYGULUYORUZ VE UYGULAYACAĞIZ. AMA KORKARIM Kİ, GELECEK NESİLLER UNUTACAK," DEMİYOR DA, KENDİSİ DE UYGULAMAKTAN VAZGEÇMİŞ GİBİ KONUŞUYOR?.. ÜSTELİK ÖMER UYGULADIYSA, HANİ ONUN DÖNEMİNE ÂİT RECM HİKÂYELERİ?.. YOK!..
ANLIYORUZ Kİ, BU ÂYET, VE ONUN VARLIĞINI İDDİA EDEN HADİS, HAZRET-İ ÖMER'DEN ÇOK YILLAR SONRA UYDURULMUŞ!.. ADAM KENDİNE GÖRE ANLATTIĞI İÇİN, ÖMER'İN AĞZINDAN 3-5 YIL ÖNCESİNİ, ASIRLAR ÖNCESİ İMİŞ GİBİ ANLATMIŞ!..
SONRA "ALLAH KİTÂBI İNDİRDİ, ONDA RECM ÂYETİ VARDI, EZBERLEDİK," DİYOR... EZBERLEYEN SAHÂBELER ORADA!.. ONLARDAN BİRİSİ KALKIP TA, "DOĞRUDUR, BEN DE HATIRLIYORUM," DEYİP BU ÂYETİ OKUYOR MU? İBNİ ABBAS'TAN BAŞKA, O HUTBEDE BULUNMUŞ ONCA SAHÂBEDEN, SONRADAN CEMAATE KATILANLARDAN BİR TEK KİŞİ DAHA ÇIKIP, BU HADİSİ RİVÂYET ETMİYOR!.. SANKİ HUTBEDE BİR ÖMER VAR, BİR DE İBNİ ABBAS!.. BAŞKASI YOK!.. AKLINIZ KESİYOR MU?.. SONRA İBNİ ABBAS KENDİ NİYE ÂYETİ HATIRLAMIYOR DA, HAZRET-İ ÖMER'DEN NAKLEDİYOR?.. ÖYLE YA, O DA KUR'AN'I EN İYİ BİLENLERDEN BİRİSİ DEĞİL Mİ?
İBNİ ABBAS'IN ADIYLA HADİS UYDURANIN KAFASINDAKİ ÖMER, BİZİM İNANDIĞIMIZ HAZRET-İ ÖMER DEĞİL! O MUHAYYEL "ÖMER", BİR DE DENSİZLİK YAPIYOR!.. ""İLÂVE SAYILMASA, KUR'AN'A YAZARDIM," DİYOR!.. ALLAH ALLAH!.. KUR'AN ÂYETLERİ PEYGAMBER ZAMANINDA DERİLERE, TAHTALARA, TAŞLARA YAZILMIŞ, EBUBEKİR ZAMÂNINDA HEPSİ BİR ARAYA TOPLANMIŞ, ÖMER'İN KIZKARDEŞİ, PEYGAMBERİMİZİN MUHTEREM EŞİ HAFSA'YA EMÂNET EDİLMİŞ!.. ARALARINDA BÖYLE BİR ÂYET YOK!.. ÂYET OLSA PEYGAMBER'İN ZAMANINDA YAZILIRDI. YOK Kİ YAZILMAMIŞ!.. PEYGAMBER BÖYLE BİR ÂYET YAZDIRMAMIŞ!.. PEKİ, YAZILI ÂYETLER TOPLANIRKEN, Kİ PEYGAMBERİMİZİN VEFATINDAN HEMEN SONRADIR, ÖMER NİYE ÇIKIP TA "YAHU, BİR DE RECM ÂYETİ VARDI, O NİYE KAYDA GEÇMEMİŞ? YAZIN BAKAYIM, BENİM EZBERİMDE," DEYİP BÜTÜN O ÂYETİ EZBERLEMİŞ OLAN ASHÂBIN DA TESDİKİNİ, TEYİDİNİ SAĞLAYARAK YAZDIRMAMIŞ?.. EĞER HAKİKATEN ÂYET VAR DA, ÖMER DE BİLİP YAZDIRMADIYSA BÜYÜK GÜNAH İŞLEMİŞ DEMEKTİR!.. BU DA HAZRET-İ ÖMER'E HAKAARETTİR, KABUL ETMEYİZ!
BİR FARZ ÂYETİ HEM KİTÂBA İNMİŞ, HEM DE NASIL YAZILMAMIŞ OLABİLİR?.. ÜSTELİK 22 YIL BOYUNCA CEBRÂİL ALEYHİSSELÂM'IN PEYGAMBERİMİZE GELİP BİRLİKTE KUR'AN'I KIRAAT ETTİKLERİ HALDE!.. EMİNİZ Kİ, BU KIRAAT SONUCUNDA HAZRET-İ MUHAMMED SIK SIK O YAZILI ÂYETLERİ GETİRTİP DOĞRU KAYDA GEÇİP GEÇMEDİĞİNİ KONTROL ETMİŞTİR!.. BÜTÜN BU İNCE ELEYİP SIK DOKUMAYA RAĞMEN, YİNE DE YAZILMAMIŞ BİR "ÂYET" OLABİLİR Mİ?.. ÖMER GİBİ ÂDİL BİR HALİFE KALKIP "GEÇMİŞTE UYGULARDIK, ŞİMDİ UYGULAMIYORUZ, KORKARIM UNUTULMAK ÜZERE," DİYE BÖYLE ÖNEMLİ BİR HÜKMÜN KAYITLI OLMAMASINDAN YAKINIR, SONRA DA BUNA ÇÂRE BULMADAN ÖLÜP GİDER Mİ?.. HADİ, HÂŞÂ, PEYGAMBER YAZDIRMAYI UNUTTU, EBUBEKİR YAZILI PARÇALARI TOPLARKEN ATLADI, ÖMER İHMÂL ETTİ... DAHA SONRA HALİFE OSMAN PARÇALARI TOPLATIP, TERTİP EDİP KİTAP HALİNDE YAZDIRIRKEN GÖZDEN Mİ KAÇIRDI?. ARDINDAN GELEN HALİFE ALİ DE Mİ EKSİĞİ GÖRÜP DÜZELTMEDİ?.. "ZİKRİ BİZ İNDİRDİK, BİZ KORURUZ," DİYE AHDEDEN YÜCE ALLAH'A, O'NUN YÜCE PEYGAMBERİNE, PEYGAMBERİN DÖRT MUHTEREM HALİFESİNE BÖYLE BİR İFTİRA NASIL ATILABİLİR?.. İNANIN, AKLIMIZ BU KADAR SAFSATAYI ALMIYOR!
1562 - İbni Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Allahu Tealâ Kur'an-ı Kerim'inde: 'Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı içinizden dört şâhid getirin. Eğer şehâdet ederlerse onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar. kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilâttan menedin),' buyurdu. (Nisa 15) Cenâb-ı Hakk, bu âyette (zinâ meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla birlikte ele alarak şöyle demiştir: 'Sizlerden fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) islâh ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok esirgeyendir.' (Nisa 16) Cenâb-ı Hakk bu âyeti, celde âyetiyle neshederek şöyle buyurdu: 'Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her birine yüzer deynek vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir zümre de bunların azâbına (bu cezâlarına) şâhid olsun.' (Nur 2) Sonra Nur sûresinde recm âyeti nazil oldu. Önceki (celdeyi emreden) vahiy bekâr (zâni) içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak hükmü bâki kaldı."
Ebu Davud, Hudud 23, (4413).
Bu rivâyetin "...yüzer deynek vurun" ibâresine kadar olan kısım Ebu Dâvud'a âittir, mütebâkisini Rezin ilâve etmiştir.
HEMEN DİKKATİMİZİ ÇEKİYOR: EBU DÂVUD'DA "RECM ÂYETİ" KISMI YOK!.. NİYE YOK, KİMSE SORMUYOR!..
ZİNÂ ÂYETLERİNİ YUKARIDA ELE ALDIK, VE KENDİ TEFSİRİMİZİ YAPTIK. İFTİRACILAR O ÂYETLERİN "RECM" ÂYETİ İLE NESHEDİLDİĞİNİ ÖNE SÜRÜYORLAR!.. ONLAR NESHEDİLMİŞ OLSA, YERİNE GELEN ÂYET KUR'AN-I KERİM'DE YER ALIRDI!.. AMA KESİNLİKLE BELİRTELİM Kİ, NUR SÛRESİNDEKİ ZİNÂ ÂYETLERİNİN HİÇ BİRİ BİR BAŞKA ÂYET TARAFINDAN NESHEDİLMEMİŞTİR!.. BİZİM DELİLİMİZ HAZRET-İ MUHAMMED'İN YAZDIRDIĞI, HAZRET-İ EBUBEKİR'İN BİR DERLEDİĞİ,, HAZRET-İ OSMAN'IN DA KİTAP OLARAK TERTİP EDİP YAZDIRDIĞI,. DÖRT B.İR DİYÂRA GÖNERDİĞİ KUR'AN-I AZİMÜŞŞAN VE HAZRET-İ ÖMER İLE HAZRET-İ ALİ'NİN BÜTÜN BUNLARA ŞAHÂDETİ, TASDİKİ VE TEYİDİDİR!..
TEKRAR BELİRTELİM Kİ, ÇOK ZAYIF BİR İHTİMAL OLARAK ŞUNU SÖYLEYEBİLİRİZ: BİR RECM ÂYETİ BİDAYETTE İNMİŞ VE SONRA YÜCE ALLAH'IN RAHMETİYLE NESHEDİLMİŞ VE YERİNE YUKARIDA BELİRTTİĞİMİZ ÂYETLER GELMİŞTİR. ALLAH'IN "UNUTTURURUZ" DEDİĞİ BU ÂYET, UNUTULMUŞ KENDİ DE, HÜKMÜ DE KALKMIŞTIR!.. YAHUDİ MÜNAFIKLAR UYGULANSIN DİYE "HÜKMÜ BÂKİ" DİYE FESAT KATMIŞLARDIR!... ZİNÂ EDEN KADIN DAYAKTAN SONRA GENE EVE KAPATILIR, TÖVBE EDERSE SÂLİH BİR MÜSLÜMANLA, ETMEZSE BİR ZÂNİ İLE EVLENDİRİLİNCEYE KADAR ÖYLE TUTULUR. ERKEK TE SAPOYI YER, OTURUR!..
BUHADİS RİVÂYETİNDE KULLANILAN "NESİH" İFÂDESİNE KATILMADIĞIMIZI BİR KERE DAHA TEKRARLIYALIM! HELE Kİ, "NÛR SÛRESİ'NDE RECM ÂYETİ İNDİ, SONRA TİLÂVETTEN KALDIRILDI," İBÂRESİ İLE, "ÖNCEKİ CELDEYİ EMREDEN VAHİY BEKÂR ZÂNİ İÇİNDİ," İDDİALARINI ÇOK SAÇMA BULUYORUZ!.. KİM DEMİŞ BEKÂRLAR İÇİN OLDUĞUNU?.. KUR'AN MI, PEYGAMBER Mİ?.. VAR MI BİR ÂYET VEYÂ HADİS?.. YOK!.. O ZAMAN AT ATABİLDİĞİN KADAR İŞKEMBE-Yİ KÜBRÂDAN!.. YÂNİ RECM ÂYETİNDEN ÖNCE CELDE ÂYETİ İNMİŞ, BEKÂR ZÂNİLERE SOPA ATILMIŞ, EVLİ ZÂNİLER GELİNCE, "SİZ ŞİMDİLİK GİDİN, SİZİNLE İLGİLİ BİR HÜKÜM YOK, İNİNCE DÜŞÜNÜRÜZ, SİZİ TEKRAR ÇAĞIRIRIZ, " MI DENMİŞTİR?.. HİÇ OLUR MU BÖYLE ŞEY???
VAHİY PEYGAMBERE SÛRE OLARAK DEĞİL, ÂYETLER OLARAK GELİRDİ... SONRA PEYGAMBERİMİZ HANGİ ÂYETİN HANGİ SÛRENİN NERESİNE YAZILACAĞINI BİLDİRİR, O ÂYET TE BÖYLECE KAYDA GEÇERDİ. EĞER RECM ÂYETİ İNMİŞ VE NÛR SÛRESİNDE OLDUĞU BELİRTİLMİŞ İSE, MUTLAKA YAZIYA GEÇMİŞTİR! KALDIRILMIŞSA, SÂDECE TİLÂVETTEN DEĞİL, KIRAATTEN DE KALDIRILMIŞ, YÂNİ NÛR SÛRESİNDEN ÇIKARILMIŞTIR! HÜKMÜ FALAN DA KALMAMIŞTIR!...
BİR "NESİH" VAR İSE, İŞTE BU "RECM" ÂYETİNE UYGULANMIŞTIR!.. HEM DAHA UYGUNU, YÂNİ CELDE GELMİŞ, HEM DE ÂYET UNUTTURULMUŞTUR. HATIRLADIĞINI SÖYLEYENLERİN HATIRLADIKLARI DA YUKARDA BELİRTTİĞİMİZ GİBİ TUTARSIZ İFÂDELERDİR.
1563 - Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: "Sa'd İbni Übade (radiyallahu anh): 'Ey Allah'ın Resulü, ne buyurursunuz, zevcemi bir erkekle yakalarsam dört şâhid getirmek için bekleyecek miyim?' diye sordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): 'Evet, bekleyeceksin!' dedi."
Müslim, Lian 14, (1498); Muvatta,Hudud 7, (2,823); Ebu Davud, Diyat 12, (4532, 4533).
BU HADİS RİVÂYETİ, EĞER DOĞRU İSE, "BEŞ YEMİN" ÂYETİNİN İNMESİNDEN ÖNCE OLABİLİR. KOCALARIN KİN GÜTTÜKLERİ KARILARINA İFTİRÂ ETMELERİNİ ÖNLEMEK İÇİN PEYGAMBERİMİZ, BÖYLE BİR İFÂDE KULLANMIŞ OLABİLİR... TABİİ ARKASINDAN BEKLEYE BEKLEYE NE OLACAK, SORUSU GELİYOR!.. BİZİM İNANCIMIZ ODUR Kİ, BU HADİS RİVÂYETİ DOĞRUYSA "BEŞ YEMİN" ÂYETİNİN İNMESİNE SEBEP OLMUŞ OLABİLİR... ÇÜNKÜ KOCANIN NE YAPACAĞI NÛR SÛRESİ 8-9 ÂYETLERDE BELİRTİLMİŞ!.. ÇIKACAK HÂKİMİN KARŞISINA KOCA BEŞ YEMİN EDECEK, KADIN DA BEŞİNCİSİ LÂNETLİ BEŞ YEMİN EDEMEZSE HAKLI ÇIKACAK!.. KADIN DA YEMİN EDERSE, O ZAMAN KADININ ÜZERİNDEN CEZÂ DÜŞER, ERKEK YETERLİ BULMAZSA, KARISINI BOŞAR, KURTULUR!
- Müslim ve Ebu Dâvud'un bir diğer rivâyetinde: "Bir adam, karısının yanında bir yabancı yakalasa, onu öldürebilir mi, ne dersiniz?" diye sorar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır!" deyince, Sa'd: 'Bilâkis evet! Seni hak dinle şereflendiren Allah'a yemin ederim, fırsatı yakalarsam ondan önce kılıncımı işletirim,' der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): 'Efendinizin ne söylediğine bakın!' buyurur."
BURADAKİ "EFENDİNİZ" KİM?.. SA'D İSE, HİVÂYETTE GENE "RUHSAT" VAR!.. "S'AD ÖLDÜRÜRÜM, DİYOR... HADİS RİVÂYETİ, "SİZ DE ÖYLE YAPIN," ANLAMINA GELİR, İNANMIYORUZ!.. KOCAYA DÜŞEN, NEFSİNE VE ÖFKESİNE HÂKİM OLUP, ZÂNİLERİ YAKALAMAK VE 100 DEĞNEK VURULMAK ÜZERE HÂKİM KARŞISINA ÇIKARMAK, BEŞ YEMİNLE SONUÇ ALMAYA ÇALIŞMAKTIR!.. SONRA İSTERSE, KARISINI BOŞAR!.. ADAM ÖLDÜRMEK GİBİ BİR SUÇU ÜSTLENMEZ! YALNIZ DİKKAT EDİN, BURADA PEYGAMBER, "SEN MERAK ETME, KARINI TAŞLARIZ," FALAN DEMİYOR!.. YÂNİ RECM GENE YOK!
1564 - Ebu Hureyre ve Zeyd İbni Hâlid (radiyallahu anhuma) şunu anlattılar: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a muhsan olmayan câriye zinâ yaparsa ne gerekir, diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi: 'Câriye zinâ yaparsa ona celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul âdi) bir ipe mukabil de olsa, satın gitsin."
Buhârî, Buyû 66,110,17; Müslim, Hudud 30, (1703);Muvatta, Hudud 14, (826); Tirmizi, Hudud 13, (1440);Ebu Dâvud, Hudud 33, (4469, 4470, 4471).
Bir rivâyette: "(Efendisi) ona celde tatbik etsin, bir de ayıplamasın," denmiştir.
MUHSAN OLMAYAN "EVLİLİK GÖRMEMİŞ", YÂNİ BÂKİR VEYÂ BÂKİRE ANLAMINDA VERİLİYOR. EVLENİP TE BOŞANMIŞ OLANLAR DA MUHSAN SAYILIYOR. HALBUKİ BÂKİR İLE BEKÂR VEYÂ BÂKİRE İLE DUL BİRBİRİNDEN AYRIDIR, ONLARIN İDDİASINA GÖRE HÜKMÜNÜN DE AYRI OLMASI GEREKİR!..
BURADA BİR KISSA ANLATIP SONRA KONUYA DEVÂM EDELİM: EFENDİM, ŞİÎ VE ALEVÎLER'İN ONİKİ İMAM İNANCI MÂLÛMDUR... İMAMLAR PEYGAMBERİMİZİN KIZI FATIMA'NIN VE KUZENİ HAZRET-İ ALİ'NİN OĞLU HÜSEYİN'İN SOYUNDAN GELENLERDİR. HEPSİ MUHTEREM ZATLARDIR VE SÜNNİLER'İN DE HÜRMET GÖSTERDİKLERİ KİŞİLERDİR... İŞTE BU İMAMLARIN DOKUZUNCUSU MUHAMMED TAKİY HAZRETLERİ İDİ. KISSA ŞÖYLE :
MUHAMMED TAKİY'in İMAM olacağını, babası daha o 3 yaşında iken bildirmişti. Etrafındakiler hayretle bakınca (8.) İMAM RIZA,
- "Ne şaşıyorsunuz? İSA, PEYGAMBER olduğunda 3 yaşında bile değildi!"
cevabını vermişti. İMAM RIZA öldüğünde, MUHAMMED TAKİY 7 yaşında idi, ve İMAM oldu!
ABBASÎ HALİFESİ ME'MUN kendisini BAĞDAT'a çağırınca, MUHAMMED TAKİY gitti. HALİFE onu saraya yakın bir yere yerleştirdi. Kızını vermeye niyetlendi. ALİ OĞULLARI'nı çekemeyen diğer (amca çocuğu) ABBAS OĞULLARI bundan hiç memnun kalmadılar,
- "HALİFELİK (bir isyanla) elden gidiyordu, zor kurtardık. Şimdi de kızını helâli haramı ayırdedemiyen (bulüğa ermemiş) bir çocuğa veriyorsun,"
dediler... HALİFE ME'MUN,
- "İş bildiğiniz gibi değil," dedi, "Zamanın bilginleri bile onun kadar değil, isterseniz sınayalım. Dediğim doğru çıkmazsa, kızımı vermem," diye ekledi.
Bir gün kararlaştırdılar. İMAM olan bu 7 yaşındaki çocuğun karşısına meşhur âlim YAHYA İBN AKSAM'ı çıkardılar. YAHYA sordu:
- "Bir insan İHRAM'da iken, bir av hayvanını öldürse, şer'an hükmü nedir?"
İMAM,
- "Önce bana söyleyin: Bu avı HAREM'de mi öldürdü, HİL'de mi?
HARAM olduğunu bilerek mi, öldürdü, bilmeyerek mi?
İstiyerek mi öldürdü, yanlışlıkla mı?
O İHRAM'daki kişi HÜR müdür, KÖLE mi?
ÇOCUK mudur, BÜYÜK mü?
Boyuna yapar mı bu işi, yoksa NÂDİM mi?
GECE mi olmuş bu iş, GÜNDÜZ mü?
HACC'da mı öldürmüş, UMRE'de mi?..."
- "Bunların hepsini bilmek lâzım. Çünkü her birinin ayrı bir hükmü vardır!"
cevabını verdi.
YAHYA şaşırdı, kaldı!... Sonra İMAM hepsini bir bir anlattı. HALİFE ME'MUN'un haklı olduğu ortaya çıktı.
BU KISSA, HEM ŞER'İ KONULARIN ÖYLE AYAKÜSTÜ HALLEDİLEMEYECEĞİNİ GÖSTERİR, HEM DE ALEVİLER'İN SANDIĞI GİBİ ABBASÎ HALİFELER İLE İMAMLAR ARASINDA BİR SÜRTÜŞME OLMADIĞINI, HATTÂ KIZ ALIP KIZ VERDİKLERİNİ GÖSTERİR!
BİZ YUKARIDA NE DEMİŞTİK?.. YÜCE PEYGAMBERİMİZİN ÖYLE RECM GİBİ BÜYÜK BİR CEZÂYA İKİ SORU SORDUKTAN SONRA HÜKMETMEYECEĞİNİ, ONUN İÇİN HADİSLERE İNANMADIĞIMIZI BELİRTMİŞTİK!.. İŞTE BURADA 7 YAŞINDAKİ BİR PEYGAMBER TORUNUNUN İHRAMDA AV HARAM İKEN, İHRAMLI BİR ADAMIN AVLANMASI GİBİ BASİT BİR KONUDA BİLE, NE KADAR DERİN DÜŞÜNDÜĞÜNÜ GÖRÜYORUZ!..
HADİS RİVÂYETLERİNDE GEÇEN ÂYETLERİ YUKARIDA VERDİK VE ÜZERİNDE TEFSİRİMİZİ YAPTIK... BURADA CÂRİYE HADİSİNDEKİ KUŞKU UYANDIRAN BOŞLUĞA İŞÂRET ETMEK İSTİYORUZ!.. HÜR İNSANIN ZİNÂ YAPMASI DURUMUNDA GEREKLİ OLAN DÖRT ŞÂHİT VEYÂ DÖRT İTİRÂF CÂRİYEYE DE ŞARTTIR. ONUN İÇİN BİZCE PEYGAMBERİMİZ ÖNCE BU ŞARTI HATIRLATIRDI. "AMAN ŞAHİTSİZ ŞUHUTSUZ KADININ GÜNAHINI ALMAYIN," DER, SONRA CEZÂSINI SÖYLERDİ, DİYE DÜŞÜNÜYORUZ. BİR DE HÜR KİŞİYE VERİLEN CEZÂNIN, KÖLE VE CÂRİYE İÇİN YARISININ UYGULANDIĞINI PEYGAMBER, HÂŞÂ, UNUTMUŞ GÖRÜNÜYOR!.. HİÇ MÜMKÜN MÜ?..
1565 - Ebu Abdurrahman es-Sülemi (radiyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radiyallahu anh) hutbede şöyle buyurdu: "Ey insanlar, kölelerinize - ister muhsan olsunlar, ister olmasınlar - haddleri tatbik edin. Zirâ, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bir câriyesi zinâ yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. (Dövmek üzere) yanına geldim. Yeni nifas olmuştu. Döversem öldürürüm diye korktum. Durumu Resulullah'a arzettim. Bana: 'Iyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona dokunma,' dedi."
Müslim, Hudud 34, (1075); Tirmizi, Hudud 13, (1441); Ebu Dâvud, Hudud 34, (4473).
BU HADİSİN DE İLER-TUTAR TARAFI YOK!.. HAZRET-İ ALİ ÇIKACAK, KÜRSÜDE HUTBE VERİRKEN, (HUTBE VERDİĞİNE GÖRE KENDİSİ O ANDA HALİFE) İŞİ-GÜCÜ, MEMLEKET MESELELERİNİ, İSLÂM'IN DİĞER UYGULAMALARINI BIRAKACAK, PEYGAMBERİN BİR CÂRİYESİNİN ZİNÂ YAPTIĞINI ANLATARAK HEM DEDİKODU YAPACAK, HEM DE ZIMNEN PEYGAMBERE HAKAARET EDECEK, "BİR CÂRİYENE BİLE SÂHİP ÇIKAMADIN," DİYEREK!..
HİÇ BÖYLE ŞEY OLUR MU?.. ÖMER DE, ALİ DE ÖYLE EDEPLİ KİŞİLERDİ Kİ, BÖYLE KONULARI RASTGELE AÇMAZLARDI!..
SONRA PEYGAMBER CÂRİYESİNİN ZİNÂ YAPTIĞINI NASIL TESBİT ETMİŞ?.. KENDİSİ GÖRMÜŞ OLSA DAHİ YETMEZ!.. ÜÇ ŞÂHİT DAHA GEREK!.. PEYGAMBER DE, ALİ DE KUR'AN'IN EMRETTİĞİ ŞARTLARI YERİNE GETİRMEDEN HİÇ BİR İNSANA CELDE DAHİ UYGULAYAMAZLAR! UYGULAMAMIŞLARDIR!
ZIRVA YİNE BİTMEDİ!.. HAZRET-İ ALİ ZAVALLI CÂRİYEYİ DÖVMEYE GİDİYOR, BİR DE ÖĞRENİYOR Kİ, KADIN YENİ NİFAS OLMUŞ!.. YÂNİ YENİ DOĞUM YAPMIŞ, LOĞUSA HÂLİNDE, KIRKI DAHİ ÇIKMAMIŞ!.. BELKİ DE YATAKTA YATIYOR!
ULAN, İNSAF!.. BRE DİNSİZ İMANSIZLAR!.. YALAN OLUR DA, BU KADAR MI OLUR?.. HANİ BUNU YAHUDİ KÖKENLİ BİR MÜNÂFIĞIN UYDURDUĞUNU ANLIYABİLİYORUZ DA; ARAPÇA BİLEN, KENDİNİ GÖRÜNÜŞTE DİNE ADAMIŞ MÜSLÜMANLARIN İNANMASINI, HİÇ Mİ HİÇ ANLIYAMIYORUZ!
BU ZAVALLI KADIN ZİNÂ SUÇUNU, DOKUZ AYLIK HÂMİLELİĞİ SIRASINDA MI İŞLEMİŞ, YOKSA ÇOCUĞUNU DOĞURDUKTAN HEMEN SONRA MI İŞLEMİŞ?.. HANGİ KADIN, HELE HÂMİLELİĞİNİN ALTINCI AYINDAN SONRA ERKEK PEŞİNDE KOŞMAYI DÜŞÜNÜR?.. HANGİ KADIN LOĞUSA YATAĞINDA PERİŞÂN HALDE İKEN, ÇAPKINLIK YAPMAYI TASARLAR?.. BÖYLE BİR ŞEY OLUR MU?..
HADİ OLDU, DİYELİM... HANGİ ZÂLİM UYDURUK HADİSÇİ, PEYGAMBERİMİZE KENDİ CÂRİYESİNİN HENÜZ DOĞUM YAPTIĞINDAN HABERSİZ OLDUĞU İFTİRÂSINI YAKIŞTIRIR?.. PEYGAMBER CÂRİYESİNİN HÂMİLE OLDUĞUNU BİLMEYECEK, DOĞUM YAPTIĞINI BİLMEYECEK... YÜCE PEYGAMBERİMİZİN KENDİ EV HALKINA BU KADAR İLGİSİZ OLMASI MÜMKÜN MÜ?.. SONRA AKLI-FİKRİ, NEREDEN ÖĞRENDİYSE BU CÂRİYENİN ZİNÂ YAPTIĞINDA OLACAK!... SONRA ARAŞTIRMADAN, CÂRİYEYİ SORGUYA ÇEKMEDEN, HÂLİNİ DURUMUNU GÖRMEDEN, KUZENİ ALİ'NİN ELİNE SOPAYI VERECEK, "GİT ŞU KARIYI BİR GÜZEL PATAKLA," DİYECEK!.. KUSURA BAKMAYIN, BUNA İNANANIN, BİZ, İYMÂNINDAN DAHİ ŞÜPHE EDERİZ!.
BİTMEDİ!.. HAZRET-İ ALİ "PATAKLA!" EMRİNİ ALINCA, SOPAYI KAPACAK, CÂRİYENİN YANINA GİDECEK, BİR BAKACAK Kİ KADIN LOĞUSA DÖŞEĞİNDE... ÖYLE KÖTÜ DÖVMEYE NİYETLİ Kİ, HÜRLERE 100 DEĞNEK OLAN CEZÂNIN YARISINI BİLE UYGULADIĞINDA, KADIN LOĞUSA OLDUĞU İÇİN ÖLEBİLİR, DİYE DÜŞÜNÜP VAZGEÇECEK!.. YÂNİ, O NİYETLE SAĞLAM BİR KADINI DÖVSE, KADIN OLMEZ AMA HASTANELİK OLUR!..
YAHU, BUNLARI HİÇ PEYGAMBERİMİZE, HAZRET-İ ALİ'YE YAKIŞTIRABİLİYOR MUSUNUZ?.. BİZ YAKIŞTIRAMIYORUZ!.. ONUN İÇİN BU HADİSİ KABUL ETMİYORUZ! UYDURANLARA DA LÂNET EDİYORUZ!
1566 - Ebu Hureyre anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hür kimseye terettüp eden haddin bölünebilen çesidinin yarısını köleye hükmetti. Sözgelimi zinâ yapan bâkirenin haddi, iftira (gazf) haddi ve surbu'l-hamr (içki) haddi böyledir. (Bunlar bölünebilen haddlerdir, köleye hep yarısı tatbik edilir). (Rezin ilâvesidir)
İŞTE BİZ DE YUKARIDA ONU DEDİK. BU HADİSTEKİ "KÖLEYE YARIM HAD" HÜKMÜ DOĞRUDUR, AKLA VE VİCDANA YATKINDIR. NE VAR Kİ, YUKARIDAKİ DİĞER HADİSLER ÂDETÂ HADDİN TÜMDEN UYGULANMASINI İSTER MÂHİYETTEDİR Kİ, ONLARI KABUL ETMEYİZ!
1567 - İbn-i Ömer (radiyallahu anhuma) hazretlerinden rivâyete göre: Câriyelerinden birine hadd tatbik etmiş, bu maksadla ayaklarına ve bacaklarına vurmaya başlamıştı. Bunu gören Sâlim (rahimehullah) kendisine: ' (Sen niye böyle yapiyorsun?) Cenâb-ı Hakk'ın 'Bunlara Allah'ın dinini tatbik hususunda acıyacağınız tutmasın..' (Nur 2) sözü nerede kaldı?" der. Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhuma) de: 'Beni ona şefkâtli davranıyor mu buldun? Her halde Cenab-ı Hakk onu öldürmemi emretmedi" cevabını verir. (Rezin ilavesidir)
GÖRDÜNÜZ MÜ?.. CÂRİYELERE ŞİDDET GÖSTERMEYİ TEŞVİK EDEN HADİSLER PEŞPEŞE!..
HİÇ KÖLE HAKKINDA HADİS YOK!.. DEMEK Kİ BİRİLERİ CÂRİYELERİNİ, YÂNİ İKİNCİ GRUP KARILARINI GARANTİYE ALMAYA ÇALIŞMIŞ!.. BUNUN İÇİN DE ALABİLDİĞİNE HADİS UYDURMUŞ! PEKİ, O CÂRİYELERLE YATAN HERİFLERE NE OLMUŞ?.. ONLAR "ZÂNİ" DEĞİL Mİ?... NİYE KİMSE PEŞİNE DÜŞMEMİŞ?.. HİÇ Mİ "ULAN, SEN KİM OLUYORSUN DA, BENİM CÂRİYEMLE YATIYORSUN?" DİYE KENDİ ŞEREFİNİ TEMİZLEMEYİ DTÜŞÜNEN100 DEĞNEK TE O HERİFE VURMAYA KALKAN ÇIKMAMIŞ MI?.. YAZIK, YAZIK!..
NE VAR Kİ, BU HADİSTE AKLA YAKIN GELEN KISIM HAZRET-İ ÖMER'İN OĞLU (Kİ ABDULLAH'TIR SANIYORUZ), "ALLAH DAYAK ATIN, DEDİ, ÖLDÜRÜN, DEMEDİ," DİYE CÂRİYEYE KARŞI SERT DAVRANMAYI ÖĞÜTLEYEN KİŞİYE CEVAP VERİYOR!.. HADİSTE BİR DE HADD'İN YARISININ UYGULANDIĞI GEÇSEYDİ, DAHA İKNA EDİCİ OLURDU.
1568 - Vail İbni Hucr İbni Rebia (radiyallahu anh) anlatıyor; "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti. (Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı, dedi. Sonra, bir grup muhacire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: "Bir adam bana böyle yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın: 'Evet bu odur,' dedi. Sonra adamı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına götürdüler. Resulullah adamın recmedilmesini emrettigi sırada, kadına tecavüz etmiş olan kimse kalkıp: 'Ey Allah'ın Resulü, suçlu benim,' diye itirafta bulundu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına: 'Git. Allah günahlarını affetti,' dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı). Mutecâvizin recmedilmesini emretti ve recmedildi. Sonra Resulullah şunu söyledi: 'Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi.'
Tirmizi, şu ziyâdede bulunmuştur: "Vail (radiyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kadına mehir takdir edip etmediğini zikretmedi."
Tirmizi, Hudud 22, (1452); Ebu Davud, Hudud 7, (4379).
ŞİMDİ BİZİM ANLAMADIĞIMIZ HUSUS ŞU : ALLAH DAHİ TÖVBE EDENLERİ BAĞIŞLIYOR DA, PEYGAMBER NİYE MİHR, KEFFÂRET, DİYET, TAZMİNAT TAKDİR EDİP CEZÂYI HAFİFLETMİYOR?.. ARKASINDAN DA, "BU ADAM ÖYLE BİR TÖVBE ETTİ Kİ, HERKESE YETERDİ," ŞEKLİNDE ÖVGÜLERDE BULUNUYOR?.. DEMEK Kİ, ADAM YALANDAN TÖVBE ETMEMİŞ!.. TEK AYAK ÜSTÜNDE TÖVBE ETMEMİŞ!.. BUGÜN TÖVBE EDER, YARIN DÖNERİM, DEMEMİŞ!.. BÖYLE BİR TÖVBEYİ HAFİFLETİCİ BULMAMAYI ANLIYAMIYORUZ!..
İKİNCİSİ, HADİSİN DOĞRULUĞUNDAN KUŞKUMUZ VAR, ÇÜNKÜ DİĞER "RECM" SAVUNUCUSU KAYNAKLAR SADECE MÂİZ VE EZD'Lİ KADINDAN BAHSEDİYOR, "TECÂVÜZCÜ" OLAYINDAN BAHİS YOK!.. ANCAK MUHTEVÂSINA KATILIYORUZ, YÂNİ ZÂNİLERDEN ÖNCE TECÂVÜZCÜLER RECM EDİLMELİ, EĞER RECM OLSAYDI!. ZÂNİLER SÂDECE KENDİLERİNE ZÛLMETMİŞ, KÖTÜLÜK ETMİŞ OLURKEN, TECÂVÜZCÜLER HEM KENDİLERİNE, HEM DE BAŞKALARINA ZÛLMETMİŞ OLUYORLAR!. HELE TÜRKİYE GİBİ, PAKİSTAN GİBİ ÜLKELERDE TECÂVÜZE UĞRAMIŞ KADININ HAYÂTI SÖNDÜĞÜ İÇİN, ONLARIN SÂDECE IRZINA GEÇMİŞ DEĞİL, ÂDETÂ ÖLDÜRMÜŞ OLUYORLAR!.. ZÂTEN BU DURUMDAKİ KADINLAR YA YAKINLARI TARAFINDAN ÖLDÜRÜLÜYOR, YA DA İNTİHARA ZORLANIYORLAR!.. HELE KÜÇÜK YAŞTAKİ KIZLARA, OĞLANLARA TECÂVÜZ ONLARIN DÜNYÂSINI KARARTIYOR, ÇOĞUNU RUH HASTASI HÂLİNE GETİRİYOR!.. BU BAKIMDAN BİZ "TECÂVÜZCÜ" SAPIKLARA KARŞI SON DERECE SERT DAVRANILMASINDAN YANAYIZ!
BU ARADA BÂZI "ERKEK" YANLISI HÂKİMLERİN, KADINLARI "KIŞKIRTTI, TAHRİK ETTİ," GÖSTERİP, ERKEK SALDIRGANLARI BERAAT ETTİRMELERİNİ, OLAYDAN HEMEN SONRA SERBEST BIRAKMALARINI SON DERECE İĞRENÇ BİR TAVIR OLARAK GÖRDÜĞÜMÜZÜ BELİRTMELİYİZ!.. TECÂVÜZÜ MÂZUR GÖRECEK, TEŞVİK EDECEK HER TÜRLÜ BEYÂN VE TAVIRDAN KAÇINILMASI GEREKİRKEN, BİR HAKİMİN BIÇAK TEHDİTİ ALTINDA ÇOCUKLARININ YANINDA TECÂVÜZE UĞRAYAN KADINI, "NİYE BAĞIRMADIN?" DİYE SUÇLAMASINI (2007) ANLIYABİLMİŞ DEĞİLİZ!.. ULAN EŞŞEK!.. SENİN GIRTLAĞINA BIÇAK DAYASALAR, BAĞIRIR MIYDIN?.. BİR ZİBİDİ İTALYAN HÂKİM DE, TECÂVÜZE UĞRAYAN BLUCİNLİ KADINI, "BLUCİN KOLAY ÇIKMAZ, SEN İNDİRMİŞSİNDİR," DİYE SUÇLAYIP, ERKEĞİ BERAAT ETTİRMESİ DE (2005) AYNI "ADÂLETE TECÂVÜZ" TÜRÜNDENDİR! KAFANA TABANCA, GIRTLAĞINA BIÇAK DAYANIRSA, SEN DE ÇIKARIRSIN DONUNU!..
BATI TARZI HUKUK ANLAYIŞININ ZIPIRLIKLARINDAN BİRİ DE "HAPİS" CEZÂSIDIR!.. TRAFİK KAZASINDA ŞOFÖR HATÂLI, ÜÇ ÖLÜ VAR!.. AT ADAMI 15 YIL HAPSE!.. PEKİ, O ÖLEN ÜÇ KİŞİDEN BİRİ ÂİLE REİSİ İSE, GERİDE KALANLAR NASIL GEÇİNECEK?.. 15 YIL HAPSİN, BİR KOCA, İKİ ARSLAN GİBİ OĞLUNU KAYBEDEN GARİBÂN ANNE VE KIZ ÇOCUKLARINA NE GİBİ FAYDASI OLACAK?.. AYNI ŞEKİLDE TECÂVÜZ EDENİ 15 YIL İÇERİ TIKMANIN IRZI KİRLENMİŞ KADINA, KIZA NE YARARI VAR?.. HELE KADINI, KOCASI KIZIP BOŞADIYSA!..
BİZ DERİZ Kİ, TIRMIZÎ'NİN YUKARIDAKİ EKİ SON DERECE YERİNDE!.. TECÂVÜZ VAK'ALARINDA, TRAFİZ KAZALARINDA, CİNÂYET VE YARALAMA OLAYLARINDA SUÇUN BİR HAPİS, BİR DE DİYET CEZÂSI OLMALI!.. TECÂVÜZ MAĞDURU BOŞANMIŞ KADINA "MİHR" ÖDEMESİ, YÂNİ MADDÎ BİR TAZMİNAT CEZÂSI (Kİ, BİZCE 100 CUMHURİYET ALTININDAN AZ OLMAMALIDIR!.. UNUTMAYALIM; TL, YTL NE KADAR TÜRK PARASI İSE BİR CUMHURİYET ALTIN LİRASI DA O KADAR TÜRK PARASIDIR, VE HÜKMÜ DAHA GEÇERLİDİR!) AYNI ŞEKİLDE YARALAMALARDA, TRAFİK KAZALARINDA TEDÂVİ MASRAFI MUTLAKA YARALAYANDAN ALINDIĞI GİBİ, BİR O KADAR DA TAZMİNAT KESİLMELİDİR Kİ, YARALANAN KİŞİNİN ÇEKTİĞİ ACILARI, İŞGÜCÜ VE GELİR KAYBINI KARŞILASIN!.. MAALESEF YAMANMAYA ÇALIŞTIĞIMIZ BATI DÜNYÂSININ MAFYACI İTALYA'SINDAN VE EMPERYALİST KÖLECİ AVRUPA BİRLİĞİ'NDEN ALINAN YASALAR, OLAYA BÖYLE BAKMADIĞI GİBİ, MAĞDURLARI MAHKEMELERDE SÜRÜNDÜRMEKTE, SUÇLULARA İSE DEVLET ELİYLE AVUKAT TUTUP, EĞER MAHKÛM OLURLARSA BEŞ YILDIZLI OTEL MİSÂLİ HAPİSHÂNELERDE YATIRMAKTADIR!.. GAVUR DÜNYÂSINDA SUÇLU OLMAK, MÂSUM OLMAKTAN DAHA MAKBÛLDÜR!.. DİNLERARASI DİYALOG VESÂİRE İLE BİZ DE ONLAR GİBİ DÜŞÜNÜR OLDUK!.
1569 - İbn-i Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Hz. Ömer'e, zinâ yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişâre ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (radiyallahu anh) uğradı. (Hazırlığı görünce): 'Bunun hali nedir?' diye sordu. Kendisine: 'Falanca kabileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (radiyallahu anh), recmedilmesine hükmetmiştir,' dediler. Hz. Ali (radiyallahu anh): 'Kadını geri götürün!,' dedi, sonra Hz. Ömer'e uğrayıp: 'Ey mu'minlerin emiri! Bilirsin ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) : 'Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorum1u değildirler): Buluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifâ buluncaya kadar bunamıştan.' Bu biçâre kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecâvüz eden, muhakkak ki akli noksanlığı sırasında tecâvüz etmiştir,' dedi." Ebu Davud Hudud 16. (4399. 4400. 4401. 4402).
HAZRET-İ ÖMER GİBİ ÂDİL BİR HALİFENİN AKLI BAŞINDA OLMAYAN BİR KADINI, ÜSTELİK TE TECÂVÜZE UĞRAMIŞKEN RECME MAHKÛM EDECEĞİNE İNANMIYORUZ!.. FARZEDELİM Kİ, HATÂ ETTİ, HAZRET-İ ALİ'NİN ONU UYARMASINI YERİNDE BULUYORUZ! HAZRET-İ ÖMER'İN "ALİ OLMASAYDI, ÖMER HELÂK OLURDU," ŞEKLİNDE BİR İFÂDESİ VAR, DEMEK Kİ BÂZI YANLIŞ KARARLARINDA HAZRET-İ ALİ ONU UYARMIŞ!.. ANCAK ONUN DA "KADIN TECÂVÜZE UĞRAMIŞ, KENDİ İSTEĞİ İLE İLİŞKİYE GİRMEMİŞ. BU DAHİ RECMİN KALKMASI İÇİN (ZORLAMADAN DOLAYI) BİR SEBEPTİR," DEMESİNİ BEKLERDİK. O ZAMAN RİVÂYET DAHA İNANDIRICI OLURDU.
1570 - Habib İbni Sâlim (rahimehullah) anlatıyor: "Abdurrahman İbni Hüneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emiri Nu'man Ibni Beşir (radiyallahu anh)'e götürüldü. 'Ben,' dedi, 'hakkınızda, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hükmüyle hükmedecegim: Eğer zevcen, câriyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin.' Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emir yüz deynek vurdu."
Tirmizi, Hudud 21, (1451); Ebu Davud, Hudud 28, (4458, 4459); Nesai, Nikah 70, (6,124); Ibnu Mlace, Hudud 8, (2551).
KUSURA BAKMAYIN, BU HADİS RİVÂYETİ BAŞTA KUR'AN'A AYKIRI!.. BUNA İNANIRSAK, HAZRET-İ İBRÂHİM'E DE YÜZ DEĞNEK VURULMASI GEREKİRDİ... ÇÜNKÜ HAZRET-İ İBRÂHİM'İN KARISI SÂRÂ, ÇOCUĞU OLMAYINCA İBRÂHİM'E CÂRİYESİ HACER İLE MÜNÂSEBETTE BULUNMA İZNİ VERMİŞ VE HAZRET-İ İSMÂİL BÖYLE DOĞMUŞTU!.. KARISI İZİN VERDİĞİ HALDE BİRİNE CÂRİYE İLE İLİŞKİ YÜZÜNDEN YÜZ DEĞNEK VURULMUŞSA, BU HÜKÜM YANLIŞTIR! KÛFE EMİRİ İŞE PEYGAMBERİ DE KARIŞTIRSA, YANLIŞ YAPMIŞTIR!.. YÂNİ YA RİVÂYET YANLIŞ, YA UYGULANAN HÜKÜM!..
BAŞKALARININ "RECM ÂYETİ VAR, UYGULAMASI VAR," İDDİALARINI BİTİRDİK, HEPSİNİ CEVAPLANDIRDIK... AMA BİZİM EKLEYECEKLERİMİZ VAR, SANIRIZ ÇOĞU ARAŞTIRMACI RECM SAVUNUCULARININ GÖZÜNDEN KAÇMIŞ.
2176 - "Ömer İbn-i Hattab'ın bir hutbesinde şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir hakikattir ki, Allah Muhammed'i (s.a.v.) peygamber gönderdi ve ona kitap indirdi. Ona indirdiği âyetler içinde recm âyeti de vardı. Bu âyeti okuduğumuz ve hükmünü tatbik ettiğimiz halde, bir takım müfsitler çıkıp, 'Bu âyet Kur'an'da yoktur,' diye inkâr edeceklerdir." (Tecrid-i Sarih, cilt 12, sf. 409-411)
EVET, İŞTE!.. BİR ÖNCEKİ SAYFADA VERİLEN VE ÖMER'E ATIFTA BULUNULAN RİVÂYET BU!.. RÂVİ DE İBN-İ ABBAS... ANCAK KENDİSİ, BU HUTBENİN ÇOK UZUN OLDUĞUNU, ESAS KONUNUN ÖMER'DEN SONRA KİME BİAT EDİLECEĞİ KONUSUNDAKİ DEDİKODULAR OLDUĞUNU BELİRTMİŞ... DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.
RİVÂYETİN BU ŞEKLİ, HİÇ DEĞİLSE İFÂDE OLARAK DAHA TUTARLI. ANCAK YİNE İKNA EDİCİ DEĞİL!.. BİR DEFÂ MÜSLÜMANLAR ARASINDA İKİLİK ÇIKMASI MUHTEMEL İKEN, HİLÂFET MESELESİ DİLE GELMİŞKEN, HAZRET-İ ÖMER'İN BÖYLE "DAM BAŞINDA SAKSAĞAN" TARZI İLE BİRDEN RECM KONUSUNA GİRMESİ VE KONUYU BİR TEK CÜMLE İLE KAPATMASI BİZE ÇOK TUHAF GÖRÜNDÜ. ÇÜNKÜ ANLAŞILDIĞI KADARIYLA HİLÂFET VE BİAT KONUSUNDA ÇOK UZUN KONUŞMUŞ! VE DAHA ÖNCE DE DEDİĞİMİZ GİBİ, KENDİSİ PEYGAMBER'DEN ANCAK İKİ SENE SONRA HALİFE OLMUŞ BİRİSİ... EBUBEKİR ZAMANINDA KUR'AN ÂYETLERİ BİR ARAYA TOPLANMIŞ, ÖMER'İN KARDEŞİ HAFSA'YA EMÂNET EDİLMİŞ, ÖMER HİÇ BİR ŞEY YAPMAMIŞ!.. ALİ HİÇ BİR ŞEY YAPMAMIŞ!.. RECM ÂYETİ GİBİ BİR ÂYET KUR'AN'A GİRMESİN, MÜMKÜN MÜ?.. HELE Kİ HAZRET-İ ALİ!.. ÖMER'DEN SONRA OSMAN DÖNEMİNDE KUR'AN NÜSHALAR HALİNDE YAZILMIŞ, İSLÂM DİYÂRINA DAĞITILMIŞ, GENE RECM ÂYETİNİN METNE GİRMESİ İÇİN BİR ŞEY YAPMAMIŞ, . MÜMKÜN MÜ?.. BİZ BÖYLE BİR OLAY CEREYAN ETTİĞİNE, ÖMER'İN BÖYLE BİR ŞİKÂYETİ OLDUĞUNA İNANMIYORUZ!.. BÖYLE LÂFLARI İBNİ ABBAS'IN AĞZINA YAKIŞTIRANLARA LÂNET EDİYORUZ! ÇÜNKÜ HEM MUHAMMED'E, HEM ALİ'YE, HEM EBUBEKİR'E, HEM DE ÖMER'E BÜYÜK HAKAARET EDİYORLAR!
1162 - "Ebu Hureyre ve Zeyd İbn-i Hâlid Cüheni'den rivâyet olunduğuna göre, Bedevî Araplar'dan bir kişi hasmı ile birlikte Resullullah'a (s.a.v.) gelip, 'Yâ Resulullah! Benim oğlum bu Arabî'nin yanında çoban idi. Bunun karısına zinâ etmiş. Bana söylendiğine göre, oğluma recm lâzım gelirmiş. Bu cihetle ben bu adama yüz koyun bir câriye vererek oğlumu kurtardım. Bilâhare ehl-i ilime sorduğumda onlar da, (henüz bekâr olan) oğluma yüz değnek had ile, bir sene nefy-ü tağrib, bunun karısına da recm icâbettiğini haber verdiler. Ne buyrulur?' dedi. Resulullah da: 'Hayâtım yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben aranızda kitâbullah ile hükmedeceğim. Câriye ile koyunlar sana geri verilir. Oğluna da yüz değnek vurulup bir sene nefyedilir,' dedi. Sonra Ashâb'dan Üneys'e de, 'Bu bedevinin karısına git, günâhını itiraf ederse, onu recmet,' buyurdu. Üneys kadına gitti. Kadın da fenâlığı itirâf etmesi üzerine Resulullah'ın emriyle recmolundu." (Tecrid-i Sarih, cilt 8, sf. 137-139)
GÖRDÜNÜZ MÜ? BİZ HİÇ BİR ŞEYİ SAKLAMAYIZ!.. ANCAK BU HADİS RİVÂYETİ DOĞRU MU, DEĞİL Mİ, SİZ KARAR VERECEKSİNİZ. EĞER BÖYLE BİR OLAY GERÇEKLEŞMİŞSE, PEYGAMBERİN YÜZ KOYUNLA CÂRİYEYİ ESKİ SÂHİBİNE İÂDE ETMESİ DOĞRU. AMA BEKÂR ÇOBANI DİNLEMEDEN, ONU DÖRT KERE İTİRÂF ETTİRMEDEN, VEYÂ ÜÇ ŞÂHİT DAHA İSTEMEDEN HÜKÜM VERMESİNİ SİZ DOĞRU BULUYOR MUSUNUZ?.. ÜSTELİK HADİ, RECM SAVUNUCULARININ DEDİĞİ GİBİ YÜZ DEĞNEK CEZÂSI BEKÂRLARA ÂİT OLSUN, BİR SENELİK SÜRGÜN NEREDEN ÇIKIYOR?.. PEYGAMBER BUNU KENDİ Mİ UYDURUYOR?.. SONRA PEYGAMBER ÜNEYS'İ GÖNDERİRKEN NİYE SIKI SIKIYA "DÖRT KERE İTİRÂF ETTİR," DİYE TEMBİH ETMİYOR?.. VELHÂSIL İNANDIRICI DEĞİL. AMA RİVÂYETİN İNANDIRICI OLMASA DA, DİĞERLERİNE ÜSTÜN BİR TARAFI VAR. O DA ZİNÂ SUÇUNUN İKİ TARAFININ DA DİLE GELMESİ!..
1716- - "Aclân Oğulları'den Üveymir, Ben-i Aclan'ın ulusu âsım İbn-i Adiyy'e sorar: 'Bir kimse karısıyla berâber bir kişiyi cimâ üzerinde bulsa, kadının kocası onu öldürmeli, siz de onu kısâsen öldürmeli misiniz? Bu halde zevc dört şâhit getirmeye gitse, zâni işini görüp savuşacaktır,' der. Bunun üzerine Âsım gelip Resulullah'a (s.a.v.) sorar. Fakat Resulullah hoşlanmayıp ayıplar. Sonra Üveymir, "Vallahi ben çekinmem, bunu kendim Resulullah'a sorarım,' der. Ve girip, (aynı soruyu) sorar. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem, 'Ey Üveymir, senin ve karın hakkında Allahu teâla Kur'an (âyeti) gönderdi,' der ve (Nûr Sûresi 8. Âyet mucibince) mülâane etmelerini emreyler. (önce erkek, sonra kadın dört yemin ve beşinci de yalancıya lânet eder. Böylece kadın haklı çıkmış olur.) Sonra Üveymir, 'Yâ Resulullah, bu kadını nikâhımda tutarsam, ona zûlmetmiş olurum,' deyip kadını boşar. Ondan sonra lânetleşen çiftlerin boşanmaları âdet olur. Sonra Resulullah mecliste hazır bulunanlara, 'Bakınız, eğer bu kadın vücudu siyah, gözlerinin siyâhı koyu, kıçının iki yanı büyük, baldırları kaba bir çocuk dünyâya getirirse, muhakkak ki ben Üveymir'in bu kadına zinâ isnâdında doğru olduğunu sanırım. Eğer kadın Keler fasilesinden kızılca kurt gibi (kıllı) bir çocuk doğurursa, bu defâ da ben şüphesiz kadına bühtan ve iftira ettiğini sanırım,' buyurdu. Sonra çocuk Resulullah'ın Üveymir'i tasdik ettiği şekilde doğdu. Ve bu cihetle çocuk 'İbn-i Havle' diye çağrıldı."
(Tecrid-i Sarih, cilt 11, sf. 135-139)
BU RİVÂYETİN DOĞRULUĞUNU DA ALLAH BİLİR AMA, RECM SAVUNUCULARININ VERDİKLERİNDEN DAHA ZAYIF DEĞİL!.. DİKKAT ETTİNİZ Mİ, ÇOCUK ZÂNİYE BENZİYOR, YÂNİ ZİNÂ İSPATLANMIŞ OLUYOR, AMA RECM YOK!.. KADIN YALAN YERE YEMİN ETMESİNE RAĞMEN, YEMİNİ KABUL EDİLMİŞ, SÂDECE KADINI BOŞAMA VAR!
1717- "Hilâl İbn-i Ümeyye, Nebi (s.a.v.) huzurunda, karısına 'Şerik İbn-i Sehmâ ile zinâ etti,' diye söz attı. Resulullah da Hilâl'e, 'Dört şâhit hazırla, yoksa arkana had vurulur,' buyurdu. Bunun üzerine Hilâl, 'Yâ Resulullah, birimiz karısının üzerinde bir erkek görürse, şâhit aramaya mı gidecek?' diye itirâz etti. Resulullah, 'Sen şâhitleri hazırla, aksi takdirde arkana hadd-i kazf (seksen değnek) vurulur,' demeye devam etti. Bunun üzerine Hilâl İbn-i Ümeyye, 'Yâ Resulullah, seni peygamber gönderen Allahu teâla'ya yemin ederim ki, ben kesin olarak doğru söylüyorum. Ve eminim ki, Allah benim arkamı hadden kurtaracak bir vahiy, bir âyet gönderecektir,' dedi. Bu sırada hemen Cibril indi ve Resül-i Ekrem'e Nûr Sûresi 6. Âyeti kavl-i şerifine varıncaya kadar getirdi. Bunun üzerine Resulullah kadına haber gönderdi. Kocası Hilâl de hazır bulundu. İlk önce Hilâl şehâdet ve (dört defâ) yemin (ve beşinci de yalan söylüyorsa kendisine lânet) eyledi. Resul-i Ekrem, 'Allah muhakkak bilir ki, sizin biriniz elbette yalancıdır. Şu halde ikinizden tövbekâr olan ve bu liân yemininden rücû eden (vazgeçen) var mıdır?' buyurdu. Sonra Hilâl'in zevcesi Havle kalkarak (dört defâ) liân şahadetiyle Allah'ı şahit göstererek yemin ettikte, beşinci yemine (ve lânetlemeye) sıra geldiğinde, mecliste hazır bulunanlar kadını durdurarak, 'Bak kadın, bu beşinci (lânet ifâdesi taşıyan) yemin azâbı muciptir,' ihtârında bulundular. Bu ihtar üzerine kadın biraz durakladı. Sonra kendini toparlayıp, 'Kavim ve kabilemi ben bundan sonra rezil ve rüsvay edemem,' diyerek liân yeminini yerine getirdi. (Böylece zinâ suçlamasından kurtuldu. Ancak) Resul-i Ekrem, 'Bu kadına bakınız, eğer gözleri sürmeli, iki kıçı iri, baldırları kalın tipte bir çocuk dünyâya getirirse, çocuk Şerik İbn-i Sehmâ'ya âittir,' buyurdu. Kadın da hakikaten böyle bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Resulullah, 'Eğer Allah kitabında liân hükmü infaz etmemiş olsaydı, benimle bu kadın için bir mâcerâ vardı,' buyurdu." (Tecrid-i Sarih, cilt 11, sf. 140-141)
GÖRDÜNÜZ MÜ?.. BUNDA DA RECM YOK!.. ÜSTELİK ZİNÂ YAPAN İKİ TARAF TA BELLİ, DELİL DE ÇOCUK!.. AMA PEYGAMBERİMİZ HESÂBI ALLAH'A BIRAKIYOR!.. TABİİ TUTARLI OLMAYAN BİR HUSUS VAR: NİYE ŞERİK TE SORGUYA ÇEKİLMİYOR?..
RİVÂYETE GÖRE, BİRİNCİ HADİSTEKİ KADIN HAVLE BİNT-İ KAYS, İKİNCİ HADİSTEKİ KADIN HAVLE BİNT-İ ÂSIM'DIR. ÇAPKIN ŞERİK İBN-İ SEHMÂ'NIN DA HER İKİ OLAYIN ZİNÂKÂRI OLDUĞU BİLDİRİLİYOR. BUNA RAĞMEN RECMEDİLMEDİĞİ AÇIK!.. HATTÂ YÜZ DEĞNEK BİLE YEDİĞİNİ SANMIYORUZ!
DAHA ÖNCE DEMİŞTİK Kİ, "İSLÂMİYET'TE GAYRIMEŞRÛ ÇOCUK SUÇLANMAZ, ONUN BU İŞTE BİR GÜNÂHI YOK, BU YÜZDEN İSLÂM'DA 'PİÇ' KAVRAMI YOKTUR!" PEKİ, DELİLİMİZ NE?.. PEYGAMBERİMİZİN VEDÂ HACCI HUTBESİ!.. O HUTBENİN BİR YERİNDE HAZRET-İ MUHAMMED DİYOR Kİ :
- "ÇOCUK KİMİN YATAĞINDA DOĞARSA, ONUNDUR!.. ZÂNİNİN KAYBIDIR!"
SEN KARINA SÂHİP OLAMAMIŞSIN, ONUN DUYGULARINI KAALE ALIP TATMİN ETMEMİŞSİN, ONA SEVGİ VE İLGİ GÖSTERMEMİŞSİN, O DA GİDİP BAŞKASINDAN ÇOCUK PEYDAHLAMIŞ!.. ŞİMDİ DNA TESTİ FALAN VAR AMA, ZİNÂ İSPATLANAMAZSA, ÖZELLİKLE KADIN PİŞMANLIK GÖSTERİRSE, O ÇOCUK SENİN YATAĞINDA DOĞDUĞU İÇİN SENİNDİR. BAKIMI, EĞİTİMİ SANA ÂİTTİR!.. KİMBİLİR, BELKİ SENİN KENDİ ÇOCUĞUNDAN DAHA HAYIRLI BİR EVLÂT OLUR!.. O YÜZDEN PEYGAMBERİMİZ DİYOR Kİ, "ZÂNİNİN, YÂNİ ASIL BABASININ KAYBIDIR, SENİN KAZANCINDIR."
BÖYLE HAYIRLI BİR EVLÂT KISSASI VAR MI?.. VAR!.. TİMUÇİN'İN KARISINI DÜŞMAN BİR KABİLE KAÇIRMIŞTI. BİR MÜDDET SONRA DÜŞMAN YENİLDİ, KARISI GERİ ALINDI. KADIN HAMİLE İDİ. SONRADAN CENGİZ ADINI ALAN TİMUÇİN, KADINI SUÇLAMADI. DOĞAN ÇOCUĞA CUCİ ADINI KOYDU. CUCİ BÜYÜYÜNCE, HEM ANASININ İNTİKAMINI ALDI, HEM DE CENGİZ HAN'IN EN SEVDİĞİ OĞLU OLDU. ALTINORDU DEVLETİNİ O KURDU!
ASLINDA ZİNÂ SÂDECE CİMÂ ŞEKLİNDE DEĞİLDİR! HER ŞEY GİBİ NİYETE, DAHA DOĞRUSU KÖTÜ NİYETE BAĞLIDIR. PEYGAMBERİMİZİN ŞÖYLE DEDİĞİ RİVÂYET EDİLİR:
2132- "Allah Âdemoğlu'na zinâdan nasibini takdir etmiştir. İmdi göz zinâsı, (mahremi olmayan kadına şehvetle) bakmaktır. Dil zinâsı, (zevkle, işveli bir şekilde) konuşmaktır. Nefsin (zinâsı) da temenni etmesidir (istemesidir). Tenâsül uzvu da, bu âzâların hepsinin arzularını ya (azgınlaşarak) gerçekleştirir, ya da (kendine hâkim olarak) yalanlar."
(Tecrid-i Sarih, cilt 12, sf. 322-323)
NE DEDİK?.. ELİNE, DİLİNE, BELİNE SÂHİP OL!.. BU HADİS DE "GÖZÜNE DE SÂHİP OL," DİYOR!
2096- "Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Allah'tan başka ibâdete lâyık ilâh bulunmadığını, ve benim de Allah'ın muhakkak bir peygamberi olduğuna şehâdet eden müslüman kişinin kanı helâl olmaz. Ancak (şu) üçden birisiyle helâl olur: 1) Maktûlün hayâtı mukaabilinde kaatil, 2) Zinâ eden seyyib, 3) İslâm câmiâsını bırakıp dininden ayrılan mürted." (Tecrid-i Sarih, cilt 12, sf. 265-266)
BU HADİS RİVÂYETİ ELBETTE Kİ KUŞKULU!.. ASLINDA HİÇ BİR İNSANIN KANI SEBEPSİZ YERE HELÂL DEĞİLDİR, BU BİR! ADAM ÖLDÜRÜLENİN MÜSLÜMAN OLUP OLMADIĞINA BAKILMAZ, VELİSİ BAĞIŞLAMADIKÇA KISAS UYGULANIR. İSLÂM'I TERKEDEN MÜRTED, ARTIK DÜŞMAN VE KÂFİR SAFINDADIR, KARŞIMIZA ÇIKARSA ELBETTE KANI HELÂLDİR. AMA ZİNÂ EDEN EVLİNİN CEZÂSINI ÖLÜM OLARAK PEYGAMBER Mİ TÂYİN ETMİŞ?.. KUR'AN'DA OLMAYAN BİR HÜKMÜ, O MU KOYMUŞ TA KANINI HELÂL İLÂN ETMİŞ?.. ORASINI KABUL ETMEK MÜMKÜN DEĞİL! TEKRAR BELİRTİYORUZ, NE NİSÂ SÛRESİNDE, NE DE NÛR SÛRESİNDE KADIN-ERKEK AYIRIMI YAPILMAZ, EVLİ-BEKÂR AYIRIMI YAPILMAZ! VE CEZÂ YÜZ DEĞNEKTİR!.. O DEĞNEK BİR PARMAK KALINLIĞINDA OLUR, ÇIPLAK VÜCUDA VURULMAZ!.. YÜZ, KASIKLAR GİBİ NÂZİK BÖLGELERE DE VURULMAZ! AYNI NOKTAYA DA VURULMAZ! VE VURURKEN DEĞNEK OMUZA KADAR KALDIRILARAK, KOL VÜCUTTAN FAZLA AYRILMADAN VURULUR! CEZÂ DAYAKTIR, ÖLÜMÜNE DAYAK ATILMAZ! SAKAT BIRAKACAK ŞEKİLDE DAYAK ATILMAZ! HASTAHÂNELİK EDECEK KADAR SERT DAYAK ATILMAZ! VE ZİNÂDA DAYAK ATMAK İÇİN DÖRT ŞÂHİT VEYÂ DÖRT İTİRÂF GEREKİR!
GELDİK EN ÖNEMLİ KISSAYA...
- 1482 - "Abdullah İbn-i Ömer'den rivâyet olunduğuna göre, Medine'de bir takım Yahudiler Resulullah'a (s.a.v.) gelerek, içlerinden bir erkekle bir kadının zinâ ettiğini anlattılar. ve 'Ne hükmedersiniz?' dediler. Resulullah onlara, 'Siz Recm hakkında Tevrat'ta ne bulursunuz?' diye sordu. Onlar, 'Biz zinâ edenleri teşhir ederiz. Bunlar bir değnekle de dövülürler,' dediler. (Yahudi iken Müslüman olmuş olan) Abdullah İbn-i Selâm, 'Yalan söylediniz! Tevrat'ta recm vardır,' dedi. Bunun üzerine Tevrat'ı getirdiler. Ve kitabı açtılar. Yahudilerden Abdullah İbn-i Surya elini recm âyetinin üzerine koyarak (kapatıp) ondan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah İbn-i Selâm ona, 'Elini kaldır,' dedi. O da elini kaldırınca recm âyeti görünüverdi! Yahudiler, 'Yâ Muhammed, Abdullah İbn-i Selâm doğru söylemiştir. Tevrat'ta hakikaten recm âyeti vardır,' dediler. Bunun üzerine Resulullah bunların recmolunmasına hükmetti ve recm olundular." (Tecrid-i Sarih, cilt 9, sf. 317-39)
BU HADİSİN DOĞRU OLDUĞUNA İMÂNIMIZ TAM!.. ÇÜNKÜ HEM MANTIKÎ, HEM DE PEYGAMBERİN MİZÂCINA, İSLÂM'IN RUHUNA, KUR'AN ÂYETLERİNE UYGUN CEREYAN EDEN BİR OLAYLAR DİZİSİ VAR...
BİZİM ANLADIĞIMIZ, YAHUDİLER ARASINDA SEVİLEN BU KADINLA ERKEĞİ TAŞLANMAKTAN KURTARMA ÇABASINA GİREN BÂZI YAHUDİLER, MEDİNE'DE "EMİN" DİYE BİLİNEN HAZRET-İ MUHAMMED'DEN VE İSLÂM'IN YUMUŞAK HÜKÜMLERİNDEN YARARLANMAK İSTİYORLAR... BURADAN DA ANLIYORUZ Kİ, PEYGAMBERİMİZİN MEKKE'DE BULUNDUĞU 610-622 YILLARI ARASINDA RECM ÂYETİ İNMEMİŞ!... YAHUDİLER MEDİNE'DE KENDİSİNE GELDİKLERİNE GÖRE, O TÂRİHTE DE İNMEMİŞ!.. PEKİ, NE ZAMAN İNMİŞ?.. YOK!.. HER NEYSE, RİCÂCILAR YAHUDİ HÂKİMLERE GİDECEKLERİNE HAZRET-İ MUHAMMED'E GELİP, ONDAN BİR FETVA İSTİYORLAR. HAZRET-İ MUHAMMED'İN SORUSU BİZCE "RECM" ÜZERİNE DEĞİL, "ZİNÂ" ÜZERİNEDİR, NAKLEDİLİRKEN ÇARPITILMIŞ VE RECM LEHİNE BİR HAVA YARATILMAK İSTENMİŞTİR. BİZCE, HAZRET-İ MUHAMMED'İN SORUSU, "PEKİ, KİTABINIZ TEVRAT'TA ZİNÂ KONUSUNDA NE HÜKÜM BULURSUNUZ?" ŞEKLİNDEDİR. ONLAR DA YUKARIDAKİ CEVÂBI VERİRLER... ASLINDA, ABDULLAH İBN-İ SELÂM'IN MÜDÂHALESİ OLMASA DA, HAZRET-İ MUHAMMED YÜCE ALLAH'IN YARDIMI İLE KENDİSİNE OYNANMAK İSTENEN OYUNU SEZER VE O HÜKMÜ BİLİRDİ. AMA OLAY, TABİİ BİR ŞEKİLDE ABDULLAH İBN-İ SELÂM'IN YÖNLENDİRMESİ İLE TEVRAT İNCELEMESİNE DÖNÜŞÜR. YAHUDİLER'İN HÜKMÜ SAKLAMA GAYRETLERİ DE SONUÇ VERMEYİNCE, HAZRET-İ MUHAMMED YAHUDİLER İÇİN GEÇERLİ OLAN ŞERİATA GÖRE KARARINI BİLDİRİR, ZÂNİLER RECM EDİLİR!..
AMA BU YAHUDİ ŞERİATINA GÖREDİR!. ÇÜNKÜ ALLAH KUR'AN'DA :
- "GERÇEKTEN TEVRAT'I BİZ İNDİRDİK...
ONDA YOL GÖSTERME VE NUR VARDIR.
İSLAM OLMUŞ PEYGAMBERLER ONUNLA
YAHUDİLERE HÜKÜM VERİRLERDİ.
KENDİLERİNİ TANRI'YA VERMİŞ ZAHİDLER VE ALİMLER DE
ALLAH'IN KİTABINI KORUMAKLA GÖREVLENDİRİLDİKLERİNDEN,
ONU GÖZETİP KORURLARDI."
- "ONDA ONLARA CANA CAN, GÖZE GÖZ, BURUNA BURUN,
KULAĞA KULAK, DİŞE DİŞ VE YARALARA KARŞILIKLI KISAS YAZDIK...
KİM BUNU BAĞIŞLARSA, O KENDİSİ İÇİN KEFFÂRET OLUR.
VE KİM ALLAH'IN İNDİRDİĞİYLE HÜKMETMEZSE,
İŞTE ZÂLİMLER ONLARDIR!"
- "İNSANLARDAN KORKMAYIN! BEN'DEN KORKUN!
VE BENİM ÂYETLERİMİ AZ BİR PARAYA SATMAYIN!.."
(MÂİDE SÛRESİ, 44-45. ÂYETLER)
EE, KOCA PEYGAMBER, ALLAH "YAHUDİLER TEVRAT'A GÖRE HAREKET ETSİN," DİYECEK TE, O KALKIP İSLÂM'A GÖRE HÜKÜM VERECEK, MÜMKÜN MÜ?.. YAHUDİYE YAHUDİ ŞERİATI, HIRİSTİYANA HIRİSTİYAN ŞERİATI, MÜSLÜMANA İSLÂM ŞERİATI!.. YALNIZ DİKKAT EDİN, İKİSİ BİRDEN RECM EDİLİR!.. YAHUDİLER BU KADAR ÂDİL, İKİSİNİ DE TUTUP GETİRMİŞLER, MÜSLÜMANLAR VE PEYGAMBERİMİZ, HÂŞÂ, HİÇ TEK TARAFLI ZİNÂ CEZÂSI VERİR Mİ?.
İŞTE BÖYLE, MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SALYANGOZ SATAN MİSYONER MÜSVEDDELERİ!.. VARSA BAŞKA İDDİALARINIZ GETİRİN, ONLARI DA CEVAPLIYALIM!


4.8.2008

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...