28 Nisan 2012

VE SEVMEK.İNANMAKTIR !...


Sevmek inanmaktır. Güvenmektir duygulara..
Direnmektir sevmek..Tüm acılara direnmek....
Sevdiğini kendin gibi, kendinden de çok duyumsamaktır
İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur sevgide, tek bir yürek olunur.
Sevmek paylaşmaktır, sevdiğinle kalbini bölüşmektir sevmek.
Ve sevmek direnmektir, tüm acılarıyla direnmek.
Sevmek sevilmeyi haketmesini bilmektir.
Sevmek, sevgilinin baktığı yerde, sustuğu yerde olmaktır.
Sevginin olduğu yerde dışa vurur istekler..
Sevme özgürlüğünü istersin, sevginin kabul edilmesini istersin,
bir gün gelir bu istekler de son bulur, kendinden istersin artık,
sevgiliyi daha çok sevmek istersin, hataları, 
kusurlarıyla sonsuz kılmak istersin sevgini...
Beklentilerin son bulduğu duraktır,sevda denizinin son limanıdır.
Sevmek, sevgili için yaşamaktır.
Onun eli, kolu, gözü, kalbi olmaktır.
Sevmek vermektir, sevdiğin için, almasını bilmektir..
Güvenmektir duygulara sevmek..
Sevdiğine seni seviyorum! diyebilmektir.
Okuyabilmektir gözlerdeki sözcükleri.
Haykırabilmektir sevgiyi hiç bağırmadan..
Sevmek sevgiliye bir nefes kadar, yakın olmaktır.
Sevmek özveride bulunmaktır.Ve sevmek İNANMAKTIR !...
İNANMAKTIR SEVMEK...
İnanmaktır sevmek. Tüm içtenliğinle..Güvenmektir duygulara
Okuyabilmektir gözlerdeki, sözcükleri
Haykırabilmektir sevgiyi hiç bağırmadan
Direnmektir sevmek.. Tüm acılara direnmek....
Sevdiğine seni seviyorum! diyebilmektir
Anlatabilmektir sevdiğini.Yazabilmektir en yüce aşk şiirlerini..
En güzel aşk sözleriyle...Bazı an'lar vardır; haykırmak
gelse de içinden fısıltıyla söylersin
''seni seviyorum''ları..
Seni duymayacağını bildiğin sevgilerde.

NASIL BİR YAZGIYDI BU,YAZANI YAZDIRANI BELLİ OLMAYAN


Nasıl bir yazgıydı bu, yazanı yazdıranı belli olmayan? 
Hangi kader çizgisiydi yollarını kesiştiren? 
Hangi rüzgarlardı o güzel kadını, onun sakin küçük dünyasına getiren? 
Onu sakin denizlerden sürükleyip fırtınalı okyanuslara atan? 
Sırası mıydı bu aşkın, o ununu elemiş eleğini asmış, tüm sevdaları sürgünlere göndermişken?

Hangi acımasız yazgıydı, onu yeniden aynalara baktıran. 
O aynalar ki, hiç yalan söylemeyi bilmezlerdi. 
Geçen yılların bırktığı izleri insanın yüzüne acımasızca vururlardı. Azaltamazdı ki kalan saçlarındaki akları, yüzündeki çizgileri.
 Küçülüp, eriyordu, o güzel kadının belleğine kazınmış resminin yanında. Utanıyordu sevdasından, aşkından. 
Ona giden yollardaki uçurumlar, engeller büyüyordu.
 O, giderek uzak ve erişilmez bir tanrıça oluyordu.
 Kâr etmiyordu hiçbir şey; bilge teselliler, kitaplarda okudukları.

İster itiraf etsin, ister etmesin, düştüğü durumun bir tek tanımı vardı ve o da aşktı, sevdaydı. Ve o ömrümde hiç böyle sevdalanmamıştı. 
Bu sevda, platonik, romantik gibi klişelere sığmayan bir sevginin ürünüydü. 
Sözcüklerle tanımlanamayan, gece gündüz her saat, her an onu düşündüren, ona özge bir sevdaydı. 
Ah, bu yürek değil miydi onu yakan, bu onulmaz sevdalara düşüren. Sevginin o mütiş gücünü bu sevda ile öğrenmişti yeniden. 
Sevdiğiyle sadece aynı mekanlarda olabilmenin bile ne büyük bir mutluluk olduğunu, onun sadece telefondan duyulan sesinin bile tüm gökyüzünü maviye çevirebileceğini, karanlıkları aydınlatabileceğini bu sevda ile yaşamıştı. 
Ve aşkın insana çılgınlıklar yaptırabileceğini yeniden ta kanında hissediyordu.

Aşık olduğu kadınla olan en kısa ayrılıklar bile ona dayanılmaz geliyordu. 
Şimdi o yine uzaklardaydı. Ve ona olan hasreti aralarındaki mesafeler artıkça artıyordu. 
Üstelik günlerdir ondan haber alamamak kendisini deli ediyordu.
 Ona merhaba diyebilmek, bir tek sözcük de olsa sesini duyabilmek için her yolu deniyordu. 
Ama tüm çabaları sonuçsuz kalıyordu. 

Gece gündüz, her an onu düşünüp ona ulaşamamak, korkunç bir ızdıraptı. Kahrolmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu, elinden. 
Bu griler grisi, mavi yoksunu gökyüzünün altında çıldırasıya özlüyordu o kadını, onun gözlerini, gözlerinin rengini, gülüşünü.

Ayrılık acısıydı bu, kolay değildi üstesinden gelmek. Haykırsaydı sevgisini pencerelerden, bağırsaydı adını sokalara, diner miydi acıları? Yılın son günde yağan karın beyazına dökseydi karanlıklarını, aydınlanır mıydı içi? Batmakta olan güneşin kızıllığına, sütmavisi kesilen gökyüzüne çizseydi aşkını, azalır mıydı o kadına olan özlemi? Kalemini kanına batırıp ak kağıtlara yazsa bu aşkı, biter miydi hasret?

Bu son ayrılık, onu genç kadına olan sevgisini sorgulamaya zorluyordu. 
Aklı, bu sevdanın, hiçbir gerçekliğinin ve geleceğinin olmadığını söylüyor; kendisi için hiçbir şey ifade etmediğin, senin sevdana gereksinimi olmayan o kadını neden seviyorsun? diye soruyordu. O ve kalbi akılına karşı inatla direniyorlardı.
 "Evet, değer", diyordu, "yüz kere, bin kere değer!". 
Çünkü o kadın yaşamından çıktığında kendisini tekrar ölü hayatların, mavisi ve güneşi olmayan günlerin beklediğini biliyordu.
 "Değer" diyordu, "herşeye değer! Uğruna ölmeye, çılgınlıklar yapmaya, deli divane olmaya, Kerem gibi yanmaya değer!"

Niçin mi? Sadece o kadını görebilmek için, sadece sesini duyabilmek için, sadece güzel gözlerine bakabilmek için, o sıcak, o çocuksu gülüşünü yaşayabilmek için. 
Onu görünce heycanlanmak, onunla konuşurken toy bir delikanlı gibi ne söyleyeceğini, ne diyeceğini şaşırmak için. 
 Onunla birlikteyken, onu düşünürken tüm dünyayı, tüm kaygıları unutabilmek için.

Tektaraflı sevdaların seveni acılara boğabileceğini ta başından biliyordu ve o acıları ak kağıtlara dökerek, şiirleştirip, öyküleştirerek yenebileceğini düşünmüştü. 
Ama bunun olanaksız olduğunu kısa zamanda anlamıştı:
 Gerçek aşk kendini yazdırmıyor, kağıda dökülemiyordu.
 Ve o aşka tutsak, aşık olduğu kadın ona yasak olsa da, aşka ihanet etmemek için; insanı insan yapan o yüce duygudan yana olmak için; belki de sadece "onu seviyorum, o halde yaşıyorum!", diyebilmek için, sonuna kadar direnecekti. 
 
Gülüşümde bile hüzün var benim,
Hüzünle örülmüş beyaz kefenim,
Yüzümde çizgiler destesi hüzün,
İçimde hayatın bestesi hüzün...."
Bugün daha bir durgun,bugun daha bir yalnız,
bu kanayan yüreğime yine sensiz...
Simdi sukut limanlarina demirledim gemilerimi.
Sadece bekliyorum.
Günesin dogusunu nasil beklerse yüce daglar,
yagmurun yagisini nasil beklerse çiçekler,
öylece hasret gemilerimi
ask denizine indirecegin ani bekliyorum.
“Beklemek sabretmektir”.

TARİHTEN BİR YAPRAK


Menderes neden idam edildi?




(Bu yazıyı okuyun ve bu günü düşünün, çok şeyin farkında olacaksınız..)

Adnan Menderes İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13:21'de idam edildi.

Adnan Menderes neyle suçlanmıştı?

1- Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek,
2- 6-7 Eylül Olayları'na önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek,( Azınlıkları tasfiye hareketi)
3- Kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak,
4- Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak,
5- Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak,
6- Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek
7- Kırşehir'i (DP'ye oy vermediği için) haksız olarak ilçe yapmak,
8- Yargı bağımsızlığının ihlal etmek,
9- Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatmak,
10- CHP'nin mallarına "haksız" yere el koydurmak, Gibi nedenlerle.

Peki bunlar idam cezası için yeterli mi?

Bence hiçbir suçun cezası idam olamaz, idama tamamen karşıyım. 
Fakat Menderes de idama karşı mıydı?


Elbette değil, 1951-1960 yılları arasında Menderes 43 kişinin idam kararına imza attı ve hepsi idam edildi.

İdamların en dramatik olanı ise, 14 Nisan 1955'te casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin'di.
İnfazı, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı.
Suçu neydi?
Rusya için casusluk yapmak.



Menderes'in başka suçları yok muydu?

Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme gelmeyenlerdi.

ABD'nin tepkisinden çekinen Gürsel hükümeti aşağıdakileri hiç gündeme getirmedi.

1- 1951 yılında Menderes hükümeti Kore Savaşı'na (Yurt dışına asker göndermek ve/veya herhangi bir ülkeye savaş açmak onun görevi olmasına karşın, TBMM'den izin almadan) Amerika için asker gönderdi.
Amerikan çıkarları için bine yakın vatan evladı Kore'de yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı.

2- 1952'de (ABD ve)NATO'nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kurdu.

3- 1954 yılında Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi.

4- Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları için kapatıldı.
Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme kapsamına alınan uçak ve uçak motoru fabrikaları,
Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapattı.

5- Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Fransa'yı destekledi

6- 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteci iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi.

7- "Tahkikat Komisyonu"nu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti.
Komisyon 5 kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasakladı.


8- İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi.


9- Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesi'nde düzenlenen bir protesto mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü.
Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek kurtarıldı.

10- Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker,Yargıtay Başsavcısı Rifat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melahat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu 'görülen lüzum üzerine emekliye sevk edildiler.
Aslında Menderes hükümeti, ordu darbe yapacak gerekçesiyle daha 6 Haziran 1950'de, Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk etmişti.

1950-1960 DP hükümetinin kısa bir değerlendirmesini yapmaya çalıştım.

Başbakan Erdoğan, Menderes'in ölüm yıl dönümü ile ilgili olarak yaptığı konuşmayı Necip Fazıl'dan şiir okuyarak tamamladı.

Ben de Nazım Hikmet'tin bir şiiri ile yazımı tamamlıyorum.
O şiirde belki Menderes'in niçin idam edildiğini de bulabilirsiniz.

DİYET

Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, 
iki gözünüzle bakarsınız, 
ki kurnaz, 
iki hayın
ve zeytini yağlı iki gözünüzle 
Bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli ve topraklarına çiftliklerinizin ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, 
iki elinizle okşarsınız, 
iki tombul, 
iki ak, 
vıcık vıcık terli iki elinizle okşarsınız pomadalı saçlarınızı, 
dövizlerinizi, 
ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, 
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, 
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in, 
ve bütün kaygınız iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yok'um.
Beni, Üniversiteli yedek subayı, 
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, 
tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan ve ben al kan içinde ölürken çığlığımı duymamanız için kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey, 
ölüler otomobilden hızlı gider, 
kör gözlerim, 
kopuk ellerim, 
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey, göze göz, ele el, bacağa bacak, 
diyetimi istiyorum, 
alacağım da...

25 Haziran 1959 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...