İstiklâl Savaşında Kadın Kahramanlar
“Dünyada hiçbir milletin kadını "Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim" diyemez."
M.Kemal Atatürk
ATATÜRK'ün SAMSUN'a çıkdığı 19 Mayıs 1919 günü İSTANBUL'da Fatih Meydanında düzenlenen mitingde, binlerce Türk kadınına seslenen Halide Edip Hanım şöyle haykırıyordu: "Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece karanlık bir gece. Fakat, insan hayatında sabahı olmayan gece yoktur."
Fatih Mitingini Üsküdar ve Sultanahmet mitingleri izledi. İstanbul’un İşgalinden Sonra Ankara’ya gelen Halide Edip,İZMİR'in kurtuluşuna kadar Onbaşı rütbesiyle Başkomutanlık Karargahında ve gönüllü olarak Kızılay'da görev üstlendi.Daha sonra üstçavuş rütbesi verildi. İstiklal Savaşımızla ilgili anılarını " Türk'ün Ateşle İmtihanı" başlıklı bir kitapta topladı.
1921’in soğuk bir kış günü... Kurtuluş Savaşı’nın ölüm kalım günleri. Cephelerde şiddetli çarpışmalar sürüyor.
Darülmuallim’in müsamere salonunda Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) Kadın Kolları’nın toplantısı var.
Salon tıklım tıklım. Kürsüde Halide Edip (Adıvar) konuşuyor:
’.....cephedeki askerlerimiz, giyime kuşama muhtaçlar... gittim gördüm, İnönü şehitlerimizin bir kısmı yalınayaktı... silahımız mühimmatımız gayr-ı kafidir (yetersiz); oğullarımızı düşmanın karşısına silahsız mı göndereceğiz?.. İşte bütün bu mülahazalar bizi hepinizi bir yardım seferberliğine davete sevk etti... Bu seferberliğe iştirak ediniz... gönlünüzden ne koparsa, onunla... Bir çift yün çorap mı örersiniz, yoksa bir çift eldiven mi?! Yoksa gönüllü hemşire mi yazılırsınız? Kesesi elverişli olanlarınız, nakdi yardım yapabilir; daha da makbule geçer... Mühim olan, bu namus ve haysiyet davasında kadınların, oğullarından ve erkeklerden asla geri kalmadığını ispat eylemektir. Bunu yapacağınızdan eminim.’"
Her türden kadının oluşturduğu bu insan yumağını, gelini Elif’in yardımıyla, Hatça Nine, iki elini öne uzatmış yarmaya çalışıyordu.
Halide Edip onu fark etmişti, yanına gitti:
- ...Beni mi aradın nine? İşte buradayım; bir diyeceğin mi var?..
Hatça Nine, onu biraz da elleriyle bulacak, heyecanla sarılacaktır.
Kucaklaşmadan sonra Hatça Nine, bozkır anasının kıraç sertliğiyle diyor ki:
-... diyne, gözel kızım! Benim oğlum, Çanakkale’de şehit! Ağlamadım, he mi? Fukara bir çamaşırcıyım, işimi de bırakmadım, neye? Gızım muallim mektebinde talebedir, onu kim ohutacak?
Hatça Nine el yordamıyla, bir yandan da koynunda sakladığı tek sarı lirayı çıkarmaya uğraşıyordu, nihayet buldu, çıkardı ve Halide Edip’e uzattı:
- ...şonu al gözel gızım... Hilal-i Ahmer’in yaralılarına yaz! Hatça’nın gücü bu kadarına yetiyo!..
Halide Edip Hanım, o kadar duygulanmıştı ki; kirpikleri nemli, lirayı aldı; sonra yaşlı kadının boynuna sarılıp, iki yanağından öptü.
O toplantıya katılan Ankaralı kadınlar o gün tam bin lira bağış yapmışlardı. Bu inanılmaz bir paraydı."
NEZAHAT ONBAŞI
Eşini yitiren 70. Alay Komutanı Hâfız Hâlid Bey, 8 yaşındaki kızı Nezahat'ı kimseye emanet edemeyip, yanına almıştı. Küçük Nezahat Çanakkale cephesinde muharebe havasına alışmış, Alay İzmit'e nakledildiğinde talimlere katılarak mükemmel at binmesini, silah kullanmasını öğrenmiş ve 12 yaşında "onbaşı" rütbesini almıştı. Babasının yanında cepheden cepheye koşmuş, çarpışmalara girmiş ve 100'den fazla düşman askeri öldürmüştü.
Milli Mücadele esnasında 10–12 yaşlarında idi. Babası 70. Alay Kumandanı Hâfız Halid Bey’in yanında birçok harbe iştirak etmiştir. Alay’ın askerleri için fevkalade ehemmiyetli bir rol oynamıştır. Bu harika küçük kız, yaşından beklenmeyecek derecede büyük cesaret örnekleri vererek babası Hafız Halid Bey’in kumandasındaki 70. Alay’ın birçok muvaffakiyetlerinin belli başlı âmili olmuştur.
Gediz Muharebelerinde geri çekilen askerlerin önüne çıkarak, “Durun! Nereye gidiyorsunuz?..” diye haykırarak etrafına olağanüstü bir cesaret aşılamıştır.
Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında T.C.’nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaşıdır. Bu öneri TBMM’ de hararetle kabul edilmiş, ancak Kurtuluş Savaşı’nın hengamesi içinde işleme konulamamış, daha sonra da kararın yerine getirilmesi unutulmuştu. Kendisi de hiçbir zaman ne "Madalyamı verin!" talebinde bulundu, ne de TBMM Başkanlığınca alınmış kararın yerine getirilmesi için müracaat etti.Nihayet karardan 65 yıl sonra 78 yaşında bir nine iken TBMM’nin “Şükran Belgesi’ne” kavuşmuştu ve bu duygulu anda gözyaşlarını tutamamıştı.
70. Alayda şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine ” biz Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jean d'Arc 'ı diyoruz” demiş. Hepimiz Jean d'Arc ı ortaokuldan beri tanıyoruz ama Nezahat Onbaşı’yı tanımıyoruz
TAYYAR RAHMİYE
Osmaniye Kazası’nın Kaypak Nâhiyesi Râziyeler Köyü’nden Rahmiye Hanım Fransızların işkence ve baskılarına tahammül edemeyerek Hüseyin Ağa’nın Milli Kuvveterine gönüllü olarak katılmış ve 1336 (1920) Şubat’ında Hasanbeyli civarında 89. Tümenin yürüttüğü taarruza müfrezesiyle bilfiil iştirak etmiştir. Bu çarpışmada Fransızlardan 80 tüfek ve 2 makineli tüfek alınmıştır. Çarpışmada şehid düşen ve ateş altında kalan iki arkadaşını kurtarmak için derhal ileri atılarak gidip şehidleri kurtarmış ve bu kahramanca hareketinden dolayı kendisine “tayyar” (uçan) nâmı verilmiştir.
Temmuz ayında Osmaniye’deki çok korunaklı Fransız karargâhına saldıran arkadaşlarının tereddüdünü gören Tayyar Rahmiye:
“–Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?” diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiş ve Fransız karargâh kapısının on adım önünde alnından aldığı bir kurşun yarasıyla şehid olmuştur
SAVAŞ MEYDANINDA BİRLİK YÖNETEN İLK KADIN SUBAY FATMA SEHER HANIM
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Suat Derviş Bey ile evlenip Balkan Savaşı’na katıldı.I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’ne gitti.1919'daki Kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Mustafa Kemal’in karşısına dikilerek: ‘Kadın isem, Türk de değil miyim? Bana iş göster!’ diyen bu kahraman Türk kadını, Bu görüşmenin ardından, Milis Müfreze Komutanı olarak Batı Cephesinde görevlendirildi. 300 kişiyi aşkın birliği ile Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde Mehmetçikle birlikte destanlar yazdı. Büyük Taarruzun ilk günlerinde General Trikupis‘in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden Müfrezesinin başına geçmişti. Kahraman kadın Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “üstteğmen” rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı. 1954 yılında TBMM kendisine yeni aylık tespit etti. Bir savaş alanında birlik yöneten dünyanın ilk kadın Subayıydı.
DOMANİÇLİ HABİBE
Milli Mücadele yi yaşayan yazarlarımızdan Şükûfe Nihal Hanım, “Domaniç Dağları’nın Yolcusu–Bir Yurt Gecesi” isimli eserinde dikkat çeken bir olay nakletmektedir: “...İstiklâl Savaşı sıralarında İnegöl toprakları bir büyük facia geçirmiş... Domaniç Dağları’ndan inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet etmiş olan öz oğlunu silâhıyla vurarak bizzat cezalandırmıştır.” İki satırla kısaltılan bu olay, bir roman, bir destan konusu olabilecek kadar derin... Bir Türk kadınının yüksek vatan sevgisini ve inancını ifade ettiği için, kadınlık tarihimizin sayfalarına geçecek kadar haşmetli... Biricik sevgili çocuğunu kendi elleriyle yere seren kahraman ananın yaşadığı bu hâl, hakikaten ibret vericidir.
Bir Yunan fırkası, Bursa’nın Adranos Kazası’ndan geçti. Domaniç’ten, Sultan Dağları’ndan Kütahya üzerine doğru yürüdü. Karargâh Kumandanı Nâzım Bey şehid oldu. İnegöl halkı yediden yetmişine kadar düşmana karşı koymaya hazır... Silah bulamayanlar, taş, odun, demir parçalarıyla vatanı korumaya gidiyorlar!..
O sırada Domaniç Dağları’nın bu yiğit kadını da 20 yıl boyunca bütün bir gençliğini harcayarak yetiştirdiği oğlunun eline silahını veriyor. Ona aşıladığı vatan sevgisinden emin bir halde göğsünü gere gere, İnegöl’e düşmanın karşısına gönderiyor.
Lâkin, gel gör ki; dağdan inen bu saf köylü çocuğu, bize hıyânet eden bir jandarma onbaşısının oyuncağı oluyor. Yaptığı işin kötülüğünü farketmeden düşmana haber taşıyor.
Bir gün, köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya, uğursuz bir haber veriyorlar:
“–Oğlun düşmana casusluk etti!”
Kadın bir an duraklamadan silahlarını kuşanarak atına binip yola düşüyor. Kuytu ormanlar, yalçın kayalar aşarak bir yıldırım hızı ile İnegöl’e iniyor. Aldığı adrese göre oğlunun bulunduğu yere varıyor. Kendisini görmek üzere geldiğini söylüyor.
Az sonra anasının gelişine sevinen genç, elini öpmek için koşa koşa yaklaşırken atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinin yerine sakladığı silâhı çekerek tek kurşunla onu toprağa seriyor... Ve atın başını çevirerek arkasına bakmadan, bir kasırga hızıyla dönüp kayboluyor...”
MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.
Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.
İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler “nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına” dediğinde aldığı cevap ”dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul”
Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar “bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım” dediğinde aldığı cevap “adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu” cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, daha sonraki yıllarda da sürdürebilseydik.. Bugün çok farklı bir yerde olurduk.
Ayşe Hatun'u veya diğer adıyla Tayyibe Hatun’u tanıyor musunuz?
Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir?
Ya da zamanımızda hangi kadın yapabilir? Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatun'un, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir. Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? Çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söyler: “Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun” , “bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun” Ve omuzuna alır cephanesini ve yola koyulur.
• Mustafa Necati'nin Çankırı-Çerkeş önlerinde görüp; görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, hissetmeyen gönüllere, anlamayan kafalara bir ibret levhası olarak sunduğu ve Fevziye Abdullah Tansel'in de şiirleştirdiği olay;
• Bir zâbit (subay):
Ey hemşire (kardeş)! Sarsana şu çocuğu yorgana...
Mosmor olmuş yavrucak;
vah zavallı vah, yazık!
• Köylü kadını:
Doğru emme ey gardaş!
Görmez misin boranı?
Fişeklerin üstüne örtmüşüm yorganı.
Varsın çocuk ıslansın...
O, bunlara alışgın...
Biliyorsun bir silah, bugün bize bir asker, Kadar lâzım...
Onun'çün bozulmasın fişekler!
Bugün benden babası silah ister ötede, Islanmasın fişekler; yanmam çocuk ölse de!
HAFIZ SELMAN İZBELİ
Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu kurucularından ve Kastamonu’da ilk kadın meclisi üyesi, sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle bir “Cumhuriyet kadını”idi…
Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonu’ daki kadınları toplamış, asker için çorap, kazak, fanila ördürüp cepheye göndermişti.Varlıklı bir aileden geliyordu. Asker Kastamonu’ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu. Hep “Ben Cumhuriyetçiyim” dermiş. Savaştan sonra yeni baştan herkes gibi Türkçe harflerle okuma yazmayı öğrenmişti.Hafız Selman Hanım’a milletvekilliği de önerilmişti. “Hafız olduğum için başımı açamam. Başımı açamayacağım için de milletvekili olamam” diyerek kabul etmemişti. Mustafa Kemal’in Kastamonu’ya geldiği sırada İzbeli Konağı’nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve içtikleri söylenmektedir.
HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK)
Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı.Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Bir Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı.Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Ancak rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu Mustafa Kemal Paşa “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” dedi. Paşa kafa kağıdını istedi. Verdi. “Sen kız mısın?” “Evet.”
Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti. Savaş sonrası Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrıldı. Ailesi önce korktu, Paşa Halime’yi neden çağırıyordu ki? “Gitme” dediler,o yine dinlemedi ...Kapıda yavere “Paşa hangisi bilmiyorum” dedi. Yaverin “soldaki ” demesiyle koşup elini öptü. O’nun “ Seni yollamıyorum, bizim kızımız ol” önerisine “Annem babam beni bekler” şeklinde cevap veren Halime Çavuş, “Ben ana-babaya itiatli evlada saygı duyarım” diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve kendisine maaş da bağlandı.75 yaşında hayata gözlerini yumdu.
SATI ÇIRPAN
Kurtuluş Savaşı’nda cepheye sırtında mermi taşıyan kadınlarımızdandı. Ankara-Kazanlıdır. Millet mekteplerinde okuma yazmayı öğrenen Satı Çırpan, 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermesiyle, meclise giren ilk 18 kadın milletvekilinden biri olmuştur.
ŞERİFE BACI
1921 yılı Kasım ayında İnebolu'ya önemli miktarda savaş malzemesi gelmiştir. Malzemenin bir an önce Kastamonu'ya iletilmesi gerekir. Cepheye gidemeyip de köylerinde kalan yaşlılar sakatlar, kadınlar, Menzil komutanlığının malzeme taşınması haberi üzerine kağnılarla yola çıkarlar. İnebolu'dan kağnılara yüklenen cephaneler Kastamonu'ya doğru yol alır. Bu cephane kollarında hep kadınlar vardır. Bunlardan biri de Şerife Bacıdır. Şerife Bacı top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örtmüş, yavrusu ölmesin diye üzerine abanmış ve soğuktan ölmüştür, ama ölene kadar vücut sıcaklığını yavrusuna vermiştir.
Bugün Kastamonu'da şanına layık güzel bir anıtı vardır.
KILAVUZ HATİCE
Adana’nın Külek Nahiyesi’nin Banzınçukur Köyü’nden Hasan Ağa’nın Hatice, Fransızlar’a karşı vatani vazifesini yapmak ve yurdunu korumak maksadıyla Kilikya Milli Kuvvetlerinden Emin ve Derviş ağaların müfrezesine gönüllü olarak iştirak etmiştir. Bu müfrezeler Haçkırı, Kelebek, Bilemedik istasyonlarında bulunan Fransız kıtalarına baskınlar yaparak çok zâiyat verdirmiş ve Fransızlar’dan –çoğu Ermeni askeri olmak üzere– 200’den fazla esir ve birçok ganimetler almışlardır.
Bu muvaffakiyet, Adana Milli Kuvvetlerinin şöhretini arttırmış, yiğitlik ve yılmazlıklarıyla anılan halkın kahramanlık hislerini kamçılamış ve Pozantı saldırısını tesri etmişti. Milli Kuvvetlerimiz Pozantı’yı muhasara ettiler. 8 Mayıs (1)336 (1920)’de Pozantı’ya üç cihetten saldırış ve bombardıman başladı. Hakim mevkilerde bulunan toplarımızın Toros Dağları’nda akseden müthiş gürültülerinden zevk alan Milli Kuvvetlerimiz Pozantı’ya taaruruza başladılar. Bu taaruruza bütün kadınlar, çoluk çocuklarıyla halktan, birçok kimseler iştirak etti.
Pozantı’da mahsur kalan Fransızlar’ın Tarsus istikametinde bir yarma hareketi yapacaklarını anlayan Hatice, bir kolayını bulup Fransızlar’a katılmış ve onlara yanlış kılavuzluk etmiş ve pek sarp olan Karaboğazı’nı tıkadıktan sonra firar etmiştir. En kısa zamanda Milli Kuvvetlere ulaşan Hatice, düşmanın zor durumda olduğunu haber vererek emrine aldığı yüz kadar silahlı adamı ile Karaboğaz’ın iki tarafındaki tepeleri işgal etmiş ve Fransızlar tam yarma hareketi yaparken, bir ateş baskını ile düşmana büyük bir zayiat verdirmiştir. Bu baskın neticesinde Fransız kıt’alarından 9 subay, 550 esir er ve 7.5’luk bir top ele geçirilmiştir. Hatice Hanım’ın oynadığı bu rol ve yaptığı fedakârlık her türlü kahramanlığın üzerindedir.
GÖRDES'Lİ MAKBULE
Yunan işgali sırasında, Akıncılar müfrezesinde Halil Efe’nin eşi Makbule Hanım yirmi yaşını henüz doldurmuş, cesur ve çevik bir kadındı. (1)921’de Halil Efe ile Demirci’de evlenmiş ve iki ay sonra kocası ile birlikte yurdu kurtarmak için dağa çıkmış, sekiz ay dağlarda kar, yağmur ve çamurda beraber gezmiş ve düşmanla muharebe edip, Milli İstiklal Savaşı’nın muvaffakiyetle sonuçlanacağına kanaat getirerek yılmaz bir azim ve sebatla erkeklere büyük örnekler vermiş ve bunların medar–ı teşviki olmuştur.
Kendisi siyah pantolon, ceket ve uzun bir manto giyinir, ayağında çizme, başında siyah başlık ve elinde bir Japon filintası taşırdı. Düşmandan iğtinam ettiği doru atı üzerinde daima müfrezenin artçısı olurdu. Pek çevik ata biner ve iner, tehlike zamanında herkesten evvel silahını kullanırdı. Birkaç müsademeye girdiği gibi bir iki defa da düşmanın pususuna düşmüş ve hiçbir zaman metanetini kaybetmemiş, hatta telaş gösterenlere cesaret örneği olmuştur.
Aksihar’la Sındırgı’nın hattının sonunda yer alan Kocayayla’da yapılan bir çatışmada 16 Mart (1)338–(1922)’de başından aldığı bir kurşunla şehid olmuş, aynı yerde kanlı elbisesi ve çizmesi ile toprağa gömülmüştür.
NAKİYE (Elgün)HANIM
13 Ocak 1920 tarihli Sultanahmet mitinginde Halide Edip Hanım ile birlikte 160 bin kişiyi coşturan Muallimler Cemiyeti Başkanı Nakiye (Elgün) Hanım konuşmasını şöyle noktalıyordu:
"Size memleketin bir kadını sıfatıyla hitap ediyorum. Fatih'in, Selim'in, Süleyman'ın mezarlarını, ecdadının ebedî âbideleri olan camileri, türbeleri bırakıp çıkacak içinizde bir erkek var mıdır? Ben tasavvur edemiyorum. Çıkmayacağız, bırakmayacağız. “
Nakiye Hanım 1935 yılında Edirne milletvekili seçilerek, bu alanda da öncü olur.
VE DAHA NİCELERİ
Bu vatan için destanlaşan kadınlarımız o kadar çok ki, hangisin sayalım:
Ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın'ı mı?Taccülcalala hanımı mı;İzmir'li Ayşe Hanım’ı (Ayşe Altuntaç) mı? İstanbul'lu Asker Saime Hanım’ı mı?; Aydın Cephesinden Ayşe Hanım’ı mı? Çiftlikli Kübra Hanım’ı mı?Ayşe Onbaşı’yı mı?Tarsus'lu Adile Onbaşı’yı mı? Adana Cephesinden Melek ve Hatice Hanımlar’ı mı? Çete Emir Ayşe’yi mi? Yırık Fatma’yı mı? Faika Hakkı’yı mı? Trakya'lı ana-kız Havva-Zehra Soyyanmazlar’ı mı? Maraş'lı Senem Ayşe‘yi mi?
Ve isimlerini bilmediğimiz, bu vatan için şehit olan adsız-sansız binlerce Türk Kadını…
Hepsini, rahmet ve minnetle anıyoruz.
Kaynaklar:Fevziye Abdullah TANSEL: İstiklâl Harbi’nde Mücahid Kadınlarımız
Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI’nın yazıları
Attila İLHAN : Gazi PAŞA
Turgut ÖZAKMAN: Şu Çılgın Türkler