03 Nisan 2012

SIRAT'TAN İNCEDİR SEVDA KÖPRÜSÜ TUT ELLERİMDEN



TUT ELLERİMDEN





Sırat' tan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut ellerimden .
Niyet ak güvercin , vuslat gökyüzü
Beraber uçalım tut ellerimden .




Gönüldeki birlik kalkandır dışa
Aldırma ayaza , yele , yağışa
Giden ilkbahara , gelecek kışa
Beraber göçelim , tut ellerimden .




Birleşmek üzredir şafakla gurûp
Korku beklenilmez kapıda durup
İster zehir olsun , isterse şurup
Beraber içelim , tut ellerimden .




Çağır hayâllerin en ötesini
Yakından duyarsın aşkın sesini
Sonsuz mutluluğun penceresini
Beraber açalım , tut ellerimden .




Hatırla kaybolan hatıraları
Elmastan ışıklı , altundan sarı
Zaman tortusundan işte onları
Beraber seçelim , tut ellerimden .




Şüphe başlangıçtır , karar nihayet
Zamanı zamana etme şikayet
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet
Beraber kaçalım , tut ellerimden ....




Abdurrahim Karakoç

ara yeni tl simgesi ABDURRAHİM KARAKOÇ-TUT ELLERİMDEN [HQ]

TUT ELLERİMDEN








Sırat' tan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut ellerimden .
Niyet ak güvercin , vuslat gökyüzü
Beraber uçalım tut ellerimden .






Gönüldeki birlik kalkandır dışa
Aldırma ayaza , yele , yağışa
Giden ilkbahara , gelecek kışa
Beraber göçelim , tut ellerimden .






Birleşmek üzredir şafakla gurûp
Korku beklenilmez kapıda durup
İster zehir olsun , isterse şurup
Beraber içelim , tut ellerimden .






Çağır hayâllerin en ötesini
Yakından duyarsın aşkın sesini
Sonsuz mutluluğun penceresini
Beraber açalım , tut ellerimden .






Hatırla kaybolan hatıraları
Elmastan ışıklı , altundan sarı
Zaman tortusundan işte onları
Beraber seçelim , tut ellerimden .






Şüphe başlangıçtır , karar nihayet
Zamanı zamana etme şikayet
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet
Beraber kaçalım , tut ellerimden ....





Abdurrahim Karakoç

O ESRARLI YANGINA BU CAN NASIL DAYANDI


Beni Yakışına


O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı

Sahile vurdu kalbim su yandı, kum da yandı,

Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum
Ölüme baş kaldıran dertli uykum da yandı

Yurdumdan mahrum edip dolaştırdın cem gibi
Ruhumla söndü alev sonra ruhum da yandı

Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı

Böylesi bir yangın görmedi Nemrut bile
Kaktüsün gölgesinde nazlı ahım da yandı

Ahımdır zannederdim en belalı kıvılcım
Kirpiğine dokunan kanlı ahım da yandı

Bir damla su ver bana ey çöl, bari sen küsme
Kalmadı hiçbir şeyim bak günahım da yandı

Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme
Ülkem yıkıldı heyhat, ordugahım da yandı.

Köleleri her akşam duman kıldı gözlerim
Başıma tac ettiğim padişahım da yandı

İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı
Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı

Ondan başka ne varsa yandı, yandık sen ve ben 
Onu göreyim diye kıblegahım da yandı

HAYATI ISKALAMA ISKALAMA ŞANSIN YOK



Hayatı Iskalama Şansın Yok Senin
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka  hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani  ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.
İki ucu keskin bıçaktır bu işin...
Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman...
Bu mahkemede hafifletici  sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır.
Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi  yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur  aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun  sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zaman ki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli  çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen  mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana...
Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik  dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası...
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. "Yürek sesi ne?" bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu...
Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

YETER Kİ GEL İSTERSEN SEVME BENİ


bakıpta sevdiğini söylemiştinyalanmış beni kandırdın.Bekliyorum bir tren 

gelsede canımı alsa diye sensiz yaşamak çok önemsiz sevdiğim...

Son tartışmamızdı seninle her şeyi bitiren ne sen alttan aldın nede ben
aşkımızı önemsemedik.Bu kadar kolaymış ayrılıkpişmanım ya sen...

Boş bir bankta seyrediyorum ufkudenizin dalgaları hırçın aynı benim
yüreğim gibidüşünceler kervanı sarmış beynimi bir daha görebilecekmiyim
acaba seni...
Sallanıyor bedenim sensizliğinle acaba benmi haksızım diye soruyorum
kendi kendimebenimde hatalarım var tabide her şeyi bir kenara 
bırakıp gitmek niye..

Kırmızı gülleri sana almıştım sana verecektim aşkımın sembolü olarak
geleceğim dedin gelmedin kaç saat bekledim.Sonunda gülleri fırlatıp
attım değeri yok artık onların benim için... 
İçime kapandım iyice dokunsalar ağlayacağımkafam karmakarışık

senin duygularınla önünde her zaman saygıyla eğildim sana değer
verdim kendimden çok seni düşündüm.Yazık etmişim sen hak etmemişsin

Seninle sık sık buluştuğumuz o gizemli ağacımızın altındayım  hani
bana gel bekliyorum derdin yakızardın bekletirdim seni ama güldürürdün
beni artık o gülüşler bitti şimdi senin yokluğunla hep hüzünlüğüm canım
sevgilim... 
En yüksek tepeye çıktım avazım çıktığı kadar bağırdım sensizliğe ne

olursun geri dönbak bir daha olmayacak sevgilim inan bana seni
çok seviyorum ve yeter ki gel istersen beni sevme...

SIRF SANA İNAT YENDİM YENİLMEZ DENİLEN AŞKI



İlk defa içime çekiyorum yalnızlıgı.
Bu defa daha kararlı direniyorum.
Biliyormusun, artık sen için aglamıyor bu gözler,
Yendim yenilmez denilen aşkı, sırf sana inat.

Artık senin yoklugunda,seni düşündükce sızlamıyor kalbim,
Neden sorusu, yerini bıraktı pişmanlıklara,
Niye dedim bunca sene ömrümü bir insana adadım.
Duygularım paridar oldu,Kaçırdıgım gerçek sevgilere yandım.

Zararım alacagımdan fazlaydı oysa,
Azda degil,söz konusu bir ömür.
Yalnızca bir tek insana adanan bir hayat,
Kıymetini bilseydin kazanacagın bir bedeni,
umursamamazlıgınla kaybettin..

Bilirim aşkda,kaybettikden sonra anlar insan yitirdigi sevginin degerini,
Artık hiç bir hükmü yok,
Çünkü son kıvılcımıda, dün gece söndürdün.
Çok boş bakıyorum şimdi sana,gülen gözler yok artık.

Her ihtimale karşı kalbimi açık tuttum,yeni sevdalara,
Bu kez daha tedbirli ögrendi oyunun kurallarını,
Kaçtıkca nasıl degerinin arttıgını,
Şimdi sen koş hadi,sıra senin.

Sırala istersen üst üste diz,kıskandırma takdiklerini,
Sen seç,en vurucu hasret silahını.
Artık hiç birinin bir hükmü yok,bagışıklık kazandı bu yürek.
Bir dene istersen kadın duygusallıgını,
Ben erkek halimle senden daha çok agladım
güneşinoglu

HAYIR BU DEFA VEDALAŞMAK YOK FLAŞH SUNUM



Koy masaya yüreğini çek git..Hayır! bu defa vedalaşmak yok
Zaten bu vedaların sonu yok.
Al hatıraları yanına paşa paşa git...
Ayrılıklar kavuşmalara gebeymiş
İstemem Kalsın...
Ayrılıkları da kavuşmaları da tak peşine
Çek Git..

git artık...ne bekliyorsun daha,git!...kapıyı çek ve bekleme orada..

bu sefer ardından seslenmeyeceğim "dön hadi aşkımm.." diye,merdivenin altında beklediğini bilerek..
git!çok kanattın,çok yara açtın git..gözlerimin yeşilini bulandırdın...kan akıttın yeşilime git...bu sefer bende kalmayacak büyüklük ve bu sefer alacağım olsun demeyeceğim..sana değmeyecek bu sefer...

Herşeyin bir sırası vardı değil mi?
İşte gitmeninn tam zamanı şimdi.
Yapışmadan ah'larım yakana
Dönüpte bakmadan arkana
Git..
bilsen ne kadar çok çaldın gülüşümden,ne kadar eksilttin çocuk yanlarımı...yıktın,dağıttın..bense hep çocuktum..masumdum hatalarına körebe oynayacak kadar..saflığımla oynadın..git!

ne kadar da körmüşüm meğer..sen yanımdasın diye hiç hissetmemişim çaldıklarının yokluğunu!hiç bir şeyi hissetmemişim...

başkasının koynuna girdiğini hissetmemişim!!...oysa ne çok severdim kokunu..onu başkasına sattığında anlamıştım artık benim olmadığını..ne de çok severdim koynunda uyumayı...şimdi yalnızlığımın koynundayım..ve özlemiyorum seni!yatağımın yarısını yalnızlığım çok iyi dolduruyor..hissetmiyorum yokluğunu..ve kokun..onu hiç mi hiç özlemiyorum!!

dönme artık geri!çalma kapımı yeter!ne yüzle buradasın daha!terkettim seni görmüyor musun..?
defol!
bana nefreti öğtettin,defol!
renklerimi kirlettin defol!
gülüşümü eskittin defol!
git defol!
Delikanlıydın ya !..
Koy masaya yüreğini..
Adam gibi..
Çek git..

İSTİKLAL HARBİNDE KAHRAMAN KADINLARIMIZ

İstiklâl Savaşında Kadın Kahramanlar

“Dünyada hiçbir milletin kadını "Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim" diyemez."
M.Kemal Atatürk


ATATÜRK'ün SAMSUN'a çıkdığı 19 Mayıs 1919 günü İSTANBUL'da Fatih Meydanında düzenlenen mitingde, binlerce Türk kadınına seslenen Halide Edip Hanım şöyle haykırıyordu: "Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece karanlık bir gece. Fakat, insan hayatında sabahı olmayan gece yoktur."

Fatih Mitingini Üsküdar ve Sultanahmet mitingleri izledi. İstanbul’un İşgalinden Sonra Ankara’ya gelen Halide Edip,İZMİR'in kurtuluşuna kadar Onbaşı rütbesiyle Başkomutanlık Karargahında ve gönüllü olarak Kızılay'da görev üstlendi.Daha sonra üstçavuş rütbesi verildi. İstiklal Savaşımızla ilgili anılarını " Türk'ün Ateşle İmtihanı" başlıklı bir kitapta topladı.
1921’in soğuk bir kış günü... Kurtuluş Savaşı’nın ölüm kalım günleri. Cephelerde şiddetli çarpışmalar sürüyor.

Darülmuallim’in müsamere salonunda Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) Kadın Kolları’nın toplantısı var.

Salon tıklım tıklım. Kürsüde Halide Edip (Adıvar) konuşuyor:

’.....cephedeki askerlerimiz, giyime kuşama muhtaçlar... gittim gördüm, İnönü şehitlerimizin bir kısmı yalınayaktı... silahımız mühimmatımız gayr-ı kafidir (yetersiz); oğullarımızı düşmanın karşısına silahsız mı göndereceğiz?.. İşte bütün bu mülahazalar bizi hepinizi bir yardım seferberliğine davete sevk etti... Bu seferberliğe iştirak ediniz... gönlünüzden ne koparsa, onunla... Bir çift yün çorap mı örersiniz, yoksa bir çift eldiven mi?! Yoksa gönüllü hemşire mi yazılırsınız? Kesesi elverişli olanlarınız, nakdi yardım yapabilir; daha da makbule geçer... Mühim olan, bu namus ve haysiyet davasında kadınların, oğullarından ve erkeklerden asla geri kalmadığını ispat eylemektir. Bunu yapacağınızdan eminim.’"

Her türden kadının oluşturduğu bu insan yumağını, gelini Elif’in yardımıyla, Hatça Nine, iki elini öne uzatmış yarmaya çalışıyordu.

Halide Edip onu fark etmişti, yanına gitti:

- ...Beni mi aradın nine? İşte buradayım; bir diyeceğin mi var?..

Hatça Nine, onu biraz da elleriyle bulacak, heyecanla sarılacaktır.

Kucaklaşmadan sonra Hatça Nine, bozkır anasının kıraç sertliğiyle diyor ki:

-... diyne, gözel kızım! Benim oğlum, Çanakkale’de şehit! Ağlamadım, he mi? Fukara bir çamaşırcıyım, işimi de bırakmadım, neye? Gızım muallim mektebinde talebedir, onu kim ohutacak?

Hatça Nine el yordamıyla, bir yandan da koynunda sakladığı tek sarı lirayı çıkarmaya uğraşıyordu, nihayet buldu, çıkardı ve Halide Edip’e uzattı:

- ...şonu al gözel gızım... Hilal-i Ahmer’in yaralılarına yaz! Hatça’nın gücü bu kadarına yetiyo!..

Halide Edip Hanım, o kadar duygulanmıştı ki; kirpikleri nemli, lirayı aldı; sonra yaşlı kadının boynuna sarılıp, iki yanağından öptü.

O toplantıya katılan Ankaralı kadınlar o gün tam bin lira bağış yapmışlardı. Bu inanılmaz bir paraydı."

NEZAHAT ONBAŞI
Eşini yitiren 70. Alay Komutanı Hâfız Hâlid Bey, 8 yaşındaki kızı Nezahat'ı kimseye emanet edemeyip, yanına almıştı. Küçük Nezahat Çanakkale cephesinde muharebe havasına alışmış, Alay İzmit'e nakledildiğinde talimlere katılarak mükemmel at binmesini, silah kullanmasını öğrenmiş ve 12 yaşında "onbaşı" rütbesini almıştı. Babasının yanında cepheden cepheye koşmuş, çarpışmalara girmiş ve 100'den fazla düşman askeri öldürmüştü.

Milli Mücadele esnasında 10–12 yaşlarında idi. Babası 70. Alay Kumandanı Hâfız Halid Bey’in yanında birçok harbe iştirak etmiştir. Alay’ın askerleri için fevkalade ehemmiyetli bir rol oynamıştır. Bu harika küçük kız, yaşından beklenmeyecek derecede büyük cesaret örnekleri vererek babası Hafız Halid Bey’in kumandasındaki 70. Alay’ın birçok muvaffakiyetlerinin belli başlı âmili olmuştur.
Gediz Muharebelerinde geri çekilen askerlerin önüne çıkarak, “Durun! Nereye gidiyorsunuz?..” diye haykırarak etrafına olağanüstü bir cesaret aşılamıştır.
Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında T.C.’nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaşıdır. Bu öneri TBMM’ de hararetle kabul edilmiş, ancak Kurtuluş Savaşı’nın hengamesi içinde işleme konulamamış, daha sonra da kararın yerine getirilmesi unutulmuştu. Kendisi de hiçbir zaman ne "Madalyamı verin!" talebinde bulundu, ne de TBMM Başkanlığınca alınmış kararın yerine getirilmesi için müracaat etti.Nihayet karardan 65 yıl sonra 78 yaşında bir nine iken TBMM’nin “Şükran Belgesi’ne” kavuşmuştu ve bu duygulu anda gözyaşlarını tutamamıştı.

70. Alayda şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine ” biz Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jean d'Arc 'ı diyoruz” demiş. Hepimiz Jean d'Arc ı ortaokuldan beri tanıyoruz ama Nezahat Onbaşı’yı tanımıyoruz

TAYYAR RAHMİYE
Osmaniye Kazası’nın Kaypak Nâhiyesi Râziyeler Köyü’nden Rahmiye Hanım Fransızların işkence ve baskılarına tahammül edemeyerek Hüseyin Ağa’nın Milli Kuvveterine gönüllü olarak katılmış ve 1336 (1920) Şubat’ında Hasanbeyli civarında 89. Tümenin yürüttüğü taarruza müfrezesiyle bilfiil iştirak etmiştir. Bu çarpışmada Fransızlardan 80 tüfek ve 2 makineli tüfek alınmıştır. Çarpışmada şehid düşen ve ateş altında kalan iki arkadaşını kurtarmak için derhal ileri atılarak gidip şehidleri kurtarmış ve bu kahramanca hareketinden dolayı kendisine “tayyar” (uçan) nâmı verilmiştir.
Temmuz ayında Osmaniye’deki çok korunaklı Fransız karargâhına saldıran arkadaşlarının tereddüdünü gören Tayyar Rahmiye:
“–Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?” diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiş ve Fransız karargâh kapısının on adım önünde alnından aldığı bir kurşun yarasıyla şehid olmuştur

SAVAŞ MEYDANINDA BİRLİK YÖNETEN İLK KADIN SUBAY FATMA SEHER HANIM
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Suat Derviş Bey ile evlenip Balkan Savaşı’na katıldı.I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’ne gitti.1919'daki Kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Mustafa Kemal’in karşısına dikilerek: ‘Kadın isem, Türk de değil miyim? Bana iş göster!’ diyen bu kahraman Türk kadını, Bu görüşmenin ardından, Milis Müfreze Komutanı olarak Batı Cephesinde görevlendirildi. 300 kişiyi aşkın birliği ile Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde Mehmetçikle birlikte destanlar yazdı. Büyük Taarruzun ilk günlerinde General Trikupis‘in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden Müfrezesinin başına geçmişti. Kahraman kadın Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “üstteğmen” rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı. 1954 yılında TBMM kendisine yeni aylık tespit etti. Bir savaş alanında birlik yöneten dünyanın ilk kadın Subayıydı.

DOMANİÇLİ HABİBE

Milli Mücadele yi yaşayan yazarlarımızdan Şükûfe Nihal Hanım, “Domaniç Dağları’nın Yolcusu–Bir Yurt Gecesi” isimli eserinde dikkat çeken bir olay nakletmektedir: “...İstiklâl Savaşı sıralarında İnegöl toprakları bir büyük facia geçirmiş... Domaniç Dağları’ndan inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet etmiş olan öz oğlunu silâhıyla vurarak bizzat cezalandırmıştır.” İki satırla kısaltılan bu olay, bir roman, bir destan konusu olabilecek kadar derin... Bir Türk kadınının yüksek vatan sevgisini ve inancını ifade ettiği için, kadınlık tarihimizin sayfalarına geçecek kadar haşmetli... Biricik sevgili çocuğunu kendi elleriyle yere seren kahraman ananın yaşadığı bu hâl, hakikaten ibret vericidir.

Bir Yunan fırkası, Bursa’nın Adranos Kazası’ndan geçti. Domaniç’ten, Sultan Dağları’ndan Kütahya üzerine doğru yürüdü. Karargâh Kumandanı Nâzım Bey şehid oldu. İnegöl halkı yediden yetmişine kadar düşmana karşı koymaya hazır... Silah bulamayanlar, taş, odun, demir parçalarıyla vatanı korumaya gidiyorlar!..
O sırada Domaniç Dağları’nın bu yiğit kadını da 20 yıl boyunca bütün bir gençliğini harcayarak yetiştirdiği oğlunun eline silahını veriyor. Ona aşıladığı vatan sevgisinden emin bir halde göğsünü gere gere, İnegöl’e düşmanın karşısına gönderiyor.
Lâkin, gel gör ki; dağdan inen bu saf köylü çocuğu, bize hıyânet eden bir jandarma onbaşısının oyuncağı oluyor. Yaptığı işin kötülüğünü farketmeden düşmana haber taşıyor.
Bir gün, köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya, uğursuz bir haber veriyorlar:
“–Oğlun düşmana casusluk etti!”
Kadın bir an duraklamadan silahlarını kuşanarak atına binip yola düşüyor. Kuytu ormanlar, yalçın kayalar aşarak bir yıldırım hızı ile İnegöl’e iniyor. Aldığı adrese göre oğlunun bulunduğu yere varıyor. Kendisini görmek üzere geldiğini söylüyor.
Az sonra anasının gelişine sevinen genç, elini öpmek için koşa koşa yaklaşırken atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinin yerine sakladığı silâhı çekerek tek kurşunla onu toprağa seriyor... Ve atın başını çevirerek arkasına bakmadan, bir kasırga hızıyla dönüp kayboluyor...”

MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.

Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.

Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler “nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına” dediğinde aldığı cevap ”dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul”

Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar “bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım” dediğinde aldığı cevap “adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu” cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, daha sonraki yıllarda da sürdürebilseydik.. Bugün çok farklı bir yerde olurduk.
Ayşe Hatun'u veya diğer adıyla Tayyibe Hatun’u tanıyor musunuz?
Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir?
Ya da zamanımızda hangi kadın yapabilir? Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatun'un, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir. Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? Çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söyler: “Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun” , “bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun” Ve omuzuna alır cephanesini ve yola koyulur.

• Mustafa Necati'nin Çankırı-Çerkeş önlerinde görüp; görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, hissetmeyen gönüllere, anlamayan kafalara bir ibret levhası olarak sunduğu ve Fevziye Abdullah Tansel'in de şiirleştirdiği olay;
• Bir zâbit (subay):
Ey hemşire (kardeş)! Sarsana şu çocuğu yorgana...
Mosmor olmuş yavrucak;
vah zavallı vah, yazık!
• Köylü kadını:
Doğru emme ey gardaş!
Görmez misin boranı?
Fişeklerin üstüne örtmüşüm yorganı.
Varsın çocuk ıslansın...
O, bunlara alışgın...
Biliyorsun bir silah, bugün bize bir asker, Kadar lâzım...
Onun'çün bozulmasın fişekler!
Bugün benden babası silah ister ötede, Islanmasın fişekler; yanmam çocuk ölse de!

HAFIZ SELMAN İZBELİ
Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu kurucularından ve Kastamonu’da ilk kadın meclisi üyesi, sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle bir “Cumhuriyet kadını”idi…
Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonu’ daki kadınları toplamış, asker için çorap, kazak, fanila ördürüp cepheye göndermişti.Varlıklı bir aileden geliyordu. Asker Kastamonu’ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu. Hep “Ben Cumhuriyetçiyim” dermiş. Savaştan sonra yeni baştan herkes gibi Türkçe harflerle okuma yazmayı öğrenmişti.Hafız Selman Hanım’a milletvekilliği de önerilmişti. “Hafız olduğum için başımı açamam. Başımı açamayacağım için de milletvekili olamam” diyerek kabul etmemişti. Mustafa Kemal’in Kastamonu’ya geldiği sırada İzbeli Konağı’nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve içtikleri söylenmektedir.

HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK)

Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı.Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Bir Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı.Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Ancak rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu Mustafa Kemal Paşa “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” dedi. Paşa kafa kağıdını istedi. Verdi. “Sen kız mısın?” “Evet.”
Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti. Savaş sonrası Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrıldı. Ailesi önce korktu, Paşa Halime’yi neden çağırıyordu ki? “Gitme” dediler,o yine dinlemedi ...Kapıda yavere “Paşa hangisi bilmiyorum” dedi. Yaverin “soldaki ” demesiyle koşup elini öptü. O’nun “ Seni yollamıyorum, bizim kızımız ol” önerisine “Annem babam beni bekler” şeklinde cevap veren Halime Çavuş, “Ben ana-babaya itiatli evlada saygı duyarım” diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve kendisine maaş da bağlandı.75 yaşında hayata gözlerini yumdu.

SATI ÇIRPAN
Kurtuluş Savaşı’nda cepheye sırtında mermi taşıyan kadınlarımızdandı. Ankara-Kazanlıdır. Millet mekteplerinde okuma yazmayı öğrenen Satı Çırpan, 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermesiyle, meclise giren ilk 18 kadın milletvekilinden biri olmuştur.

ŞERİFE BACI
1921 yılı Kasım ayında İnebolu'ya önemli miktarda savaş malzemesi gelmiştir. Malzemenin bir an önce Kastamonu'ya iletilmesi gerekir. Cepheye gidemeyip de köylerinde kalan yaşlılar sakatlar, kadınlar, Menzil komutanlığının malzeme taşınması haberi üzerine kağnılarla yola çıkarlar. İnebolu'dan kağnılara yüklenen cephaneler Kastamonu'ya doğru yol alır. Bu cephane kollarında hep kadınlar vardır. Bunlardan biri de Şerife Bacıdır. Şerife Bacı top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örtmüş, yavrusu ölmesin diye üzerine abanmış ve soğuktan ölmüştür, ama ölene kadar vücut sıcaklığını yavrusuna vermiştir.
Bugün Kastamonu'da şanına layık güzel bir anıtı vardır.

KILAVUZ HATİCE

Adana’nın Külek Nahiyesi’nin Banzınçukur Köyü’nden Hasan Ağa’nın Hatice, Fransızlar’a karşı vatani vazifesini yapmak ve yurdunu korumak maksadıyla Kilikya Milli Kuvvetlerinden Emin ve Derviş ağaların müfrezesine gönüllü olarak iştirak etmiştir. Bu müfrezeler Haçkırı, Kelebek, Bilemedik istasyonlarında bulunan Fransız kıtalarına baskınlar yaparak çok zâiyat verdirmiş ve Fransızlar’dan –çoğu Ermeni askeri olmak üzere– 200’den fazla esir ve birçok ganimetler almışlardır.
Bu muvaffakiyet, Adana Milli Kuvvetlerinin şöhretini arttırmış, yiğitlik ve yılmazlıklarıyla anılan halkın kahramanlık hislerini kamçılamış ve Pozantı saldırısını tesri etmişti. Milli Kuvvetlerimiz Pozantı’yı muhasara ettiler. 8 Mayıs (1)336 (1920)’de Pozantı’ya üç cihetten saldırış ve bombardıman başladı. Hakim mevkilerde bulunan toplarımızın Toros Dağları’nda akseden müthiş gürültülerinden zevk alan Milli Kuvvetlerimiz Pozantı’ya taaruruza başladılar. Bu taaruruza bütün kadınlar, çoluk çocuklarıyla halktan, birçok kimseler iştirak etti.
Pozantı’da mahsur kalan Fransızlar’ın Tarsus istikametinde bir yarma hareketi yapacaklarını anlayan Hatice, bir kolayını bulup Fransızlar’a katılmış ve onlara yanlış kılavuzluk etmiş ve pek sarp olan Karaboğazı’nı tıkadıktan sonra firar etmiştir. En kısa zamanda Milli Kuvvetlere ulaşan Hatice, düşmanın zor durumda olduğunu haber vererek emrine aldığı yüz kadar silahlı adamı ile Karaboğaz’ın iki tarafındaki tepeleri işgal etmiş ve Fransızlar tam yarma hareketi yaparken, bir ateş baskını ile düşmana büyük bir zayiat verdirmiştir. Bu baskın neticesinde Fransız kıt’alarından 9 subay, 550 esir er ve 7.5’luk bir top ele geçirilmiştir. Hatice Hanım’ın oynadığı bu rol ve yaptığı fedakârlık her türlü kahramanlığın üzerindedir.

GÖRDES'Lİ MAKBULE
Yunan işgali sırasında, Akıncılar müfrezesinde Halil Efe’nin eşi Makbule Hanım yirmi yaşını henüz doldurmuş, cesur ve çevik bir kadındı. (1)921’de Halil Efe ile Demirci’de evlenmiş ve iki ay sonra kocası ile birlikte yurdu kurtarmak için dağa çıkmış, sekiz ay dağlarda kar, yağmur ve çamurda beraber gezmiş ve düşmanla muharebe edip, Milli İstiklal Savaşı’nın muvaffakiyetle sonuçlanacağına kanaat getirerek yılmaz bir azim ve sebatla erkeklere büyük örnekler vermiş ve bunların medar–ı teşviki olmuştur.
Kendisi siyah pantolon, ceket ve uzun bir manto giyinir, ayağında çizme, başında siyah başlık ve elinde bir Japon filintası taşırdı. Düşmandan iğtinam ettiği doru atı üzerinde daima müfrezenin artçısı olurdu. Pek çevik ata biner ve iner, tehlike zamanında herkesten evvel silahını kullanırdı. Birkaç müsademeye girdiği gibi bir iki defa da düşmanın pususuna düşmüş ve hiçbir zaman metanetini kaybetmemiş, hatta telaş gösterenlere cesaret örneği olmuştur.
Aksihar’la Sındırgı’nın hattının sonunda yer alan Kocayayla’da yapılan bir çatışmada 16 Mart (1)338–(1922)’de başından aldığı bir kurşunla şehid olmuş, aynı yerde kanlı elbisesi ve çizmesi ile toprağa gömülmüştür.

NAKİYE (Elgün)HANIM
13 Ocak 1920 tarihli Sultanahmet mitinginde Halide Edip Hanım ile birlikte 160 bin kişiyi coşturan Muallimler Cemiyeti Başkanı Nakiye (Elgün) Hanım konuşmasını şöyle noktalıyordu:
"Size memleketin bir kadını sıfatıyla hitap ediyorum. Fatih'in, Selim'in, Süleyman'ın mezarlarını, ecdadının ebedî âbideleri olan camileri, türbeleri bırakıp çıkacak içinizde bir erkek var mıdır? Ben tasavvur edemiyorum. Çıkmayacağız, bırakmayacağız. “
Nakiye Hanım 1935 yılında Edirne milletvekili seçilerek, bu alanda da öncü olur.

VE DAHA NİCELERİ
Bu vatan için destanlaşan kadınlarımız o kadar çok ki, hangisin sayalım:
Ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın'ı mı?Taccülcalala hanımı mı;İzmir'li Ayşe Hanım’ı (Ayşe Altuntaç) mı? İstanbul'lu Asker Saime Hanım’ı mı?; Aydın Cephesinden Ayşe Hanım’ı mı? Çiftlikli Kübra Hanım’ı mı?Ayşe Onbaşı’yı mı?Tarsus'lu Adile Onbaşı’yı mı? Adana Cephesinden Melek ve Hatice Hanımlar’ı mı? Çete Emir Ayşe’yi mi? Yırık Fatma’yı mı? Faika Hakkı’yı mı? Trakya'lı ana-kız Havva-Zehra Soyyanmazlar’ı mı? Maraş'lı Senem Ayşe‘yi mi?
Ve isimlerini bilmediğimiz, bu vatan için şehit olan adsız-sansız binlerce Türk Kadını…
Hepsini, rahmet ve minnetle anıyoruz.
Kaynaklar:
Fevziye Abdullah TANSEL: İstiklâl Harbi’nde Mücahid Kadınlarımız
Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI’nın yazıları
Attila İLHAN : Gazi PAŞA
Turgut ÖZAKMAN: Şu Çılgın Türkler

ZAHİDEM TÜRKÜSÜ HİKAYESİ VE DİNLEYİN




Zahidem Türküsünün Hikayesi

Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirir. İlk önce bir akrabasının himayesinde 1973 yılında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden daha sonraları da onun bunun yanında büyür.

Arap Mustafa’nın babası düğünlerde toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rolünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan babayiğit giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.

20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğününün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır.

Arapoğlu Mustafa’nın kendisine Mecnun gibi aşık olduğundan etkilenen Zahide Mustafa için şiirler söylemiştir. Bu şiirin üç kıtasını H. Vahit BulutZahide’nin yakın arkadaşı ve sırdaşı Fatik’ten derlemiştir.

Zahide Kurbanım n'olacak Halim
Gene bir laf duydum kırıldı belim
Gelenden gidenden haber sorarım
Zahidem bu hafta oluyor gelin

Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
Dolaştım alemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem'den güzeli

Ay ile doğar da gün ile aşar
Zahide’mi görenin tebdili şaşar
İyinin kaderi kötüye düşer
Diken arasında kalmış gül gibi.

Zahide’m kurbanım kurtar bu dardan
Baban anlamadı bizim bu haldan
Kekiline sürmüş kokulu yağdan
Derdin beni del’ediyor Zahide’m.

Ziyaret’ten çıktım Cender’in özü
Kum gibi kaynıyor Zahide’m gözü
Aslını sorarsan esalet yerden
Hacı Bürolardan Mehmet’in kızı.

Gurbet ellerinde esinim esir
Zahide’m kurbanım hep bende kusur
Eğer baban seni bana verirse
Nemize yetmiyor el kadar hasır.

Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman
Zahide’rn kurbanım hallarım yaman
Yapamadım şu babayın gönlünü
Fakir diye bana vermedi baban.

Anamdan doğalı çok çektim cefa
Şu yalan dünyada sürmedim sefa
Adımı namımı soran olursa
Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa.

Bu nasıl sevdaymış geldi başıma
Felek ağu kattı tatlı aşıma
Sevda çekenlere zor gelir gurbet
Gece gündüz elim kalkmaz işime.

Aşağıda sap kağnısı geliyo
Derdin beni elik elik eliyo
Kurbanlar olayım gara Mustafam
Babam beni yad ellere veriyo.

Arapoğlu derler gayeten atik
Gözleri kara da kaşları çatık
Git nazlı y de bir haber getir
Bastığın yerlere kurbanım Fatik.

Ağlayarak yayığımı yayarım
Yarim gitti günlerini sayarım
Çıksa Büyüköz’e mendil sallasa
Islık çalsa ıslığını duyarım.

Coşkuna da deli gönül coşkuna
Aşkından Zahide döndü şaşkına
Sensiz edemiyom nazlı civanım
N’olur bir yol görün Allah aşkına.

ŞU FIRAT'IN SUYU AKAR SERİNDİR DİNLEYİN VE OKUYUN



Şu Fırat’ın Suyu Akar Serindir
Fırat nehrinde sevdiğini kaybeden sevgiliye yakılan bir ağıt..
Şu Fırat'ın suyu akar serindir oy oy
Ölem ölem derdo ölem - akar serindir - oy oy oy oy
Yarimi götürdü anam kanlı zalimdir
Ölem ölem kanlı zalimdir nasıl gülem oy oy oy
Daha gün görmemiş taze gelindir oy oy
Ölem ölem - derdo ölem taze gelindir oy oy oy oy
Söyletmeyin beni anam yaram derindir ölem ölem
Yaram derindir nasıl gülem oy oy oy
Kömürhan Köprüsü Harput'a bakar oy oy
Ölem ölem derdo ölem Harput'a bakar oy oy oy o
Kör olası zalım Fırat ocaklar yıkar
Ölem ölem ocaklar yıkar nasıl gülem oy oy oy oy
Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar oy oy
Ölem ölem derdo ölem ağıtlar yakar oy oy oy oy
Söyletmeyin beni yaram derindir ölemölem
Yaram derindir nasıl gülem oy oy oy oy.. .
Elazığ Yöresi

ÇANAKKALE TÜRKÜLERİ






Bu türkü Türk insanının hafızasında derin izler bırakmış bir olayın yani büyük bir savaşın atmosferinde meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu türkünün bir doğuş zamanı vardıır. Ancak Çanakkale türküsünün doğuş zamanına ilişkin bilgiler şu soruları sormamıza neden olmaktadır.
Çanakkale türküsü ne zaman doğmuştur? Yani bu türkü Çanakkale savaşları başlamadan önce mi yoksa harp sırasında mı yakılmıştır? Aslında bize bu soruları sorduran elimizdeki bir mektuptur. Söz konusu mektup Emrullah Nutku’nun “Çanakkale Şanlı Tarihine bir Bakış” adlı eserinde yer elmaktadır. Mektupu yazan Emrullah Nutku’nun kardeşi Seyfullah’tır. 1903 doğumlu olan Seyfullah savaşın arifesinde Çanakkale Sultanisi (lisesi) 1. sınıf öğrencisidir. Seyfullah Çanakkale’den gönderdiği ve üzerinde 29 Eylül 1914 tarihi yazılı olan muktubunda şöyle der:
Sevgili anneciğim


Canımıza tak diyen iki yıllık gurbet hayatından artık kurtuluyoruz. Sana ve aileme kavuşacağım için seviniyorum.


Mektebimizi alıyorlar. hastane olacakmış bizi de İstanbuldaki mekteplere dağıtacaklarmış. Hocalarımızın çoğu da askerlik hizmetine gidiyorlar büyük sınıflar da gönüllü yazılacaklarmış. Bugün Türkçe hocamız sınıfa geldi ama çok kalmadı bize veda etti. Bize; “Zamanı gelince cephede yapılacak vatan hizmetinin mektepte yapılan hizmetten kutsi olduğunu” söyledi.
Birkaç günden beri Çanakkale sokaklarından askerler geçiyor. “Çanakkale içinde Aynalıçarşı Anne ben gidiyorum düşmana karşı” şarkısını söylüyorlar. At üstünde zabitler top arabaları mekkare ve deve kervanları sokağımızı doldurdu. Harp olacakmış. İngiliz ve Fransız harp filoları boğazın dışında dolaşıyormuş. Buraları bombardıman edeceklermiş. Bu bombardımanı görmek isterdim ama yakında Çanakkale'den ayrılacağız. Ama size kavuşacağım ben.
Beybabamın sizin ellerinizi öper kardeşlerime selam ederim.
Oğlunuz Seyfullah.
Mektuptan öğrendiğimize göre henüz Çanakkale savaşı başlamadan önce Çanakkale’de harbe hazırlanan askerler tarafından Çanakkale Türküsü söylenmektedir. Bu da bize türkünün doğuş zamanını harp öncesine götürmemiz gerektiğini haber vermektedir. Türk müzik tarihi ve halk türküleri üzerine önemli çalışmaları bulunan Mahmut Ragıp Kösemibal!in görüşleri de bu belgeyi destekler mahiyettedir. Kösemihal Musiki Mecmuası’nda bu türkünün Çanakkale savaşları sırasında yeniden hazırlanmış ve zamana uygun mısralar araya katılmış bir türkü olduğunu asıl türkünün “ilk iki kıtadan anlaşıldığı gibi” (Çanakkaleiçinde vurdular beni/Nişanlımın çevresiyle sardılar beni; Çanakkale içinde aynalı çarşı/Ana ben gidiyorum düşmana karşı) daha eski olup Çanakkale’de öldürülen bir delikanlının ağzından yakılmış bir ağıt olduğunu hatta Bay Vahit Lütfi’nin bu türkünün 1. Dünya Savaşı’ndan çok önce söylendiğini kendisine anlattığını bildirir.


O zaman bu bilgiler ışığında şimdilik şöyle bir ara tespitte bulunabiliriz; Çanakkale türküsünün meydana gelmesi savaş öncesine kadar uzanır. İlk iki kıtadaki sözler de bu kanaatimizi doğrulayan işaretlerdir.


Araştırmalarımız sırasında bulduğumuz başka belge ve bilgiler ise bu türkünün savaş başladıktan sonra meydana geldiği yönündedir. Şimdi de sırayla bunlara bakalım.


Şamlı Selim tarafından 1915 yılında yayımlanan ve üzerinde Risale-i Musikiyye yahut Musiki Gazetesi yazan eserin on üç numaralı nüshasında şu ifadeyi okuyoruz. Çanakkale Marşı bestekarı Kemani Kevser Hanım .


Kevser Hanım tarafından bestelendiği belirtilen ve ikişer mısralı on iki bentten oluşan marşın sözleri şöyledir:


Çanakkale Kahramanlarının Hatırası


Atar çavuş atar vururlar seni
Ölmeden mezara koyarlar seni
Of gençliğim eyvah


Çanakkale içini duman bürür
Kırk altıncı fırkanın namı yürür
Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde dolu bir testi
Analar babalar ümidi kesti
Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde sıra serviler
Altında yatıyor aslan şehitler
Of gençliğim eyvah


Çanakkale boğazı dardır geçilmez
Kan olmuş suları bir tas içilmez
Of gençliğim eyvah


Çanakkale içinde bir sarı yılan
Osmanlının tayyaresi durdurur divan
Of gençliğim eyvah


Çanakkale sende vurdular beni
Nişanlımın mendiline sardılar beni
Of gençliğim eyvah


Çanakkale sende yatar bir selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Of gençliğim eyvah


Atar ingiliz atar pişman olursun
Kan alıcı fırkaya kurban olursun
Of gençliğim eyvah


İstanbul’dan çıktım başım selamet
Çanakkale’ye varmadan koptu kıyamet
Of gençliğim eyvah


Çanakkale seni duman bürüdü
Ali Kemal Bey’in namı yürüdü
Of gençliğim eyvah


Tayyare ile uçarız dağlar aşarız
Bize tayyareci derler düşmanları yıkarız
Of gençliğim eyvah.


Sözlerin üstünde yazan “ Çanakkale Kahramanlarının Hatırası” ibaresi bize bu marşın Çanakkale’deki askerlerimizin kahramanlıklarının hatırasını yaşatmak amacıyla bestelenmiş olduğnu düşündürmektedir. Zira Çanakkale Harbi sırasında Harbiye Nezareti’nin teşvik ettiği “harp edebiyatı” kapsamında kimi şiirlerin marş olarak besteletildiğini biliyoruz.


Harbiye Nezareti bu kampanya dahilinde Çanakkale’deki askerlerimizin kahramanlık ve fedakarlıklarını anlatan eserlerin yazılmasını teşvik etmiş hatta bu maksatla Temmuz 1915’de edebiyatçı müzisyen ve ressamlardan oluşan bir heyeti Çanakkale harp sahasına götürmüştür.


İşte bu kampanya dahilinde yazıldığını düşündümüğümüz ve yine bugünkü Çanakkale Türküsünün sözlerini hazırlatan bir diğer şiir Destancı Mustafa’ya aittir. Destancı Mustafa’nın tek sahife halinde bastırıp “30 Para’dan sattığı “Çanakkale Şarkısı’ biraz daha uzun olup ondört kıtadan oluşmaktadır. Bu şiirden de birkaç mısra okuyalım:


Çanakkale Şarkısı


Çanakkale’sine vardım selamet
Anafartalar’da koptu kıyamet
Nakarat
Anafartalar’da oldu kıyamet
Çanakkale’sinde büyük çarşı
İşte ben gidiyorum düşmana karşı
Nakarat
Borular çalıyor ileri arşı
Çanakkale’sinde bir uzun servi
Kimimiz taşralı kimimiz yerli
Nakarat
Askerde rahatla geçirdik devri
Çanakkale’sinde bir yeşil direk
Ölen düşmanlar asevinmek gerek
Nakarat
Harbin dehşetine dayanmaz yürek
Çanakkale’sinde yapılır testi
Düşmanlar çekilip ümidi kesti
Nakarat
Kahraman askerin yorulmaz desti
Çanakkale’sinde sıra serviler
Sanki yağmur gibi iner mermiler
Nakarat
Düşmanın üstüne düşer mermiler
Çanakkale’sinde elektirikler
Kumanda ediyor liva ferikler
Nakarat
Düşman cesediyle doldu tarikler
Çanakkale’sinde büyük çınar
Duymasın anam ölürsem yanar
Nakarat
Sağ kalır isem her daim anar
Çanakkale’sinde sıra söğütler
Zabitler bir yandan asker öğütler
Nakarat
Vadesi gelerek ölen yiğitler
Çanakkale’sinde akıyor dere
Hesapsız düşmanlar döküldü yere
Nakarat
Bomba yarasıyla açıldı bere
Çanakkale’sinin çoktur furunu
Osmanlı askeri arslan torunu
Nakarat
Asla unutulmaz Arıburnu
Çanakkale’sinde toplar inliyor
Topların sesini herkes dinliyor
Nakarat
Topçular düşmanı görüp mimliyor
Çanakkale’sinde yanar löküsler
Kahraman askerler durmaz göğüsler
Nakarat
Korkarak kaçar hemen öküsler
Çanakkale’sinde kurulur Pazar
Aslan askerlere değmesin nazar
Nakarat
Ecel geldi ise kısmetimde yazar.


Destancı Eyüblü Mustafa Şükrü Efendi’nin şiiri ile Kevser Hanım’ın bestelediği sözler arasında da kimi benzerliklerin olduğu görülmektedir. Özellikle şu dizeler arasındaki yakınlık oldukça dikkat çekicidir:


Çanakkale’sine vardım selamet
Anafartalar’da toptu kıyamet
(Destancı Mustafa)


İstanbul’dan çıktım başım selamet
Çanakkale’ye varmadan koptu kıyamet
(Kevser Hanım Bestesi)


Çanakkale’sinde yapılır testi
Düşmanlar çekilip ümidi kesti
(Destancı Mustafa)


Çanakkale içinde dolu bir testi
Analar babalar ümidi kesti
(Kevser Hanım Bestesi)


Çanakkale’sinde bir uzun servi
Kimimiz taşralı kimimiz yerli
(Destancı Mustafa)


Çanakkale sende yeter bir selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
(Kevser Hanım Bestesi)


Aslında bu benzerlikler geleneğin ortak olarak kullandığı ve pek çok halk şiirinde de rastlayabileceğimiz söz kalıplarından kaynaklanmaktadır. Çünkü halk şiiri ve türküleri meydana getirilirken daha önce bilinenlerden ‘söz kalıpları’ alınır adeta yenilere monte edilir. Bu yüzden yeni türkülerde mevcut ses ve söz kalıplarından sıkça faydalanıldığı görülür. Değişik türkülerden aldığımız şu örnekler bune birer kanıttır:


1897 Türk-Yunan Harbi ile ilgili bir türkünün şu dizelerinin daha sonra da kullanıldığı anlaşılmaktadır:
(….)


Yunan’ın içinde bir sıra selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli Sılada bıraktım saçları telli


‘Köy Halk Türküleri’ adlı kitaptaki türkülerin birinde restladığım şu dizeler bir hayli tanıdık geliyor.


Isparta’dan çıktım başım selamet Köy yoluna döndüm koptu kıyamet.


Hasan Ali Yücel’in “ürk Edebiyatına Toplu Bir Bakış” isimli eserinde gördüğüm bir halk şiirindeki şu mısralar da oldukça dikkat çekicidir:


Karakoldan çıktım yan basa basa Ciğerlerim toptu kan kusa kusa
(…….)
Yarin çevresine sardılar beni Erdoğan Gökçe “1897 Türk-Yunan Savaşlarında Yakılan Türküler” Folklör Araştırmaları Nu:303 Ekim 1974 s. 71197121
Ölmeden toprağa koydular beni Vay koydular beni!.......


Örnekler daha da çoğaltılabilir. Bu türkülerdeki bazı söz kalıplarının Çanakkale türküsünde kullanıldığı açıktır. Bu noktada yukarıda yaptığımız tespimizie bazı ilaveler yapabiliriz: Çanakkale Harbi sırasında bestelenen “Çanakkale Marşı” yazılan “Çanakkale Şarkısı” veya yakılan Çanakkale türküsü” tamamen orijinal olmayıp kendinden önceki halk şiiri birikiminden izler taşımaktadır. Bu durum bir eksiklik değil halk şiirlerinin/türkülerin meydana gelme sürecinde gelenekteki devamlılığın tabii bir sonucudur. Dolayısıyla bu bilgiler Çanakkale türküsünün harp öncesi doğmuş olduğu yönündeki düşüncemizi biraz daha kuvvetlendirmektedir.


Çanakkale türküsüne ilişkin bulduğumuz ve Sabah gazetesinde 1916 yılı başlarında yayınlanan bir diğer metin de Flarinalı Nazım’ım kaleme aldığı “Çanakkale Türküsü” adlı şiirdir. Ancak bu şiirin adının dışında bugünkü türkü ile bir ilgisi yoktur. Şiirin yanına yazılan nottan öğrendiğimize göre bu şiir bestelenmek ümidiyle yazılmıştır.


Çanakkale türküsünün doğuş zamanına ilişkin belge bulgu ve tespitimizi belirttikten sonra türkünün 1915 yılından günümüze doğru geliş veya yayılış öyküsüne bakabiliriz.


Türkünün Sözleri
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı of gençliğim eyvah...


Çanakkale içinde bir uzun selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli of gençliğim eyvah...


Çanakkale üstünü duman bürüdü
On üçüncü fırka harbe yürüdü of gençliğim eyvah...


Çanakkale içinde bir dolu testi
Analar babalar ümidi kesti of gençliğim eyvah...


Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni of gençliğim eyvah...


Kastamonu Yöresi

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...