21 Ağustos 2013

6. EL-MÜ'MİN

6. EL-MÜ'MİN


Güven veren, [625] güvenilen,  korkudan  emin  kılan peygamberlerini mucizelerle tasdik ve teyit eden,[626] gönüllerde imân ışığı uyandıran, kendine sığınanlara aman verip onları koruyan, rahatlandıran, [627]
"Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar et­mişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'­tan, başka ilah yoktur." [628]
Mahlukatın şehadetinden önce birliğine bizatihi şehadet eden Allah'ı her türlü noksanlıklardan tenzih ederiz. Arapçada "iman" tasdik etmek demektir. Allah Celle Celâlühü kendi varılığını tasdik eden mü'mindir. Söz bakımından Allah'tan başka daha doğru kim­se yoktur.
Mü'min; arapçada korku ve endişeden emin ol­mak, güvenmek, doğrulamak, tasdik etmek, bir şeye inanma demektir. İman, şüphe ve tereddütleri kal­dırmak isteyenlere, korku içinde olanlara emniyet ve­ren, güven verendir.
Bize güven ve esenlik veren ancak kendi yanın­da güven duyulan mü'min Allah'ı her türlü noksan­lıklardan tenzih ederiz.
Allah'ın bu güzel ismi En'âm sûresinde şu şekil­de geçmektedir.
"Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara de­di ki:
“Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şeyi dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır."[629]
"Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri Ona ortak koşmaktan kork­mazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden na­sıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki grup­tan hangisi güvende olmaya daha layıktır." [630]
"İnanıp ta imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır." [631]
Allah Teâlâ kendisini kemal sıfatlarla, güzellik ve yücelikle sena edip övendir. O, peygamberlerini  gönderip, ayet ve delillerle, kitaplarını indirendir. Peygamberlerini de onların doğruluğuna ve getirdikleri mesajın sıhhatine delalet eden her türlü mucize. ve burhan ile destekleyip tasdik etmiştir. [632]
Allahu teâlâ, kalplere îmân bağışlıyarak, oralardan şekleri, tereddütleri kaldırmıştır- Kendine sığınanlara aman verip korumuş, emniyetle rahatlandırmıştır. Bunların hiçbirini Allah'dan başka yapacak yoktur. İmân Allah'ın en büyük ni'metlerinden biridir. Eğer Allah bir kuluna îmân nasip etmemişse, onu hiç kimse îmâna getiremez, binaenaleyh îmân sahibi bir kul dâima:
El-Hamdüli'llâhi alâ dîni'l-İslâmi ve alâ tevfîkı'l-îmâni ve alâ hidâyeti'r-Rahmân" diye bu büyük bahşişten dolayı Allahu teâlâ'ya hamd-ü sena etmelidir. Kendisinin îmân sahibi olmasına sebep olanlara da saygı gösterilmesi, iyilik bilirlik olması i'tibariyle Allah'ın sevdiği bir hareket­tir.
Allahu teâlâ'nın ni'metlerinden biri de emniyet'dir. İnsan, malı, canı, ırz ve namusu için her saat korku ve endişe içinde kalsaydı, bu ne büyük azap olurdu. Yüreklerimizde böyle bir korku taşımıyor, bilakis rahatlık ve iç ferahlığı içinde yaşıyorsak, bunun El-Mü'min ism-î şerifinin tecelliyâtından olduğuna şüphe yoktur. Binâenaleyh emniyet ve asayişin te'mini için çalışan her şahıs ve bu uğurda kullanıla­cak her çeşit silâh ve âlât, hep bu ism-i şerîfin mazharıdır. Yâni aynasıdır, sebepleri ve vâsıtalarıdır.
Bir de insanın dâima kötülüğüne ve zararına çalışan ve hiç bir zaman onun mes'ut olduğunu istemeyen düşmanlar vardır. Bunların içinde en azılısı ve en merhametsizi ve kendisiyle sa­vaşmak en güç olanı şeytandır. Haydutlar, zâlimler, iftiracı­lar, hasetçiler ondan sonra gelir. Bir insan, şöyle söz alışkan­lığı neticesi değil de, idrak ve şuurla "Bütün bunların şer­rinden Allah'a sığındım" dediği zaman, Allah onu reddet­mez. Çünkü Allah'ın isimlerinden biri de el-mü'min'dir ve bunun bir ma'nâsı da, kendine iltica edenlere aman vermesi, onları hususî himayesine almasıdır. Şerlilerin şerrinden dâima Allah'a sığınırız. [633]

Kula Gereken Şey:


Etrafındakilerin emniyetini kazanmak ve îmânını bütün­leştirmeye çalışmaktır. Dünya ve âhiret selâmet ve saadetinin biricik âmili olan îmânın bütünlüğü hakkında şu satırları yazmadan geçemedik: [634]

Îmânın Bütünlüğü:


Bir şeye inanmanın üç mertebesi vardır. Bu mertebelerin üçü ile birden îmânı benimsemek, onun bütünlüğünü ve par­laklığını gösterir. Bu mertebeler şunlardır:
1- Kalb ile tasdik: Peygamberimiz Efendimiz'in (salla'llâhu aleyhi ve sellem) Allah tarafından getirip haber verdiği şeylerin doğruluğunu gönlünden kat'î surette teslim et­mek.
2- Dil ile tasdik: Gönlünden doğruluğuna inandığı bir şe­yi başkalarına karşı, evet Peygamberimiz Efendimiz'in Allah tarafından getirip haber verdiği şeylerin hepsi de gerçektir ve ben buna sûret-i kat'iyede inanmış bulunuyorum diye söyle­mektir.
3- İş ile tasdik: İnandığı şeyin icâbına göre yürümektir. Farzları yapmak, haramlardan sakınmak gibi.
Kalb ile tasdik esastır. Hiç bir surette bırakılamaz. Allah saklasın, gönüllerden bu tasdik gidince küfür tahakkuk eder ve o zaman dil ile, iş ile yapılan tasdik de para etmez. Kalbten tasdiki olmadığı halde sâde dili ile tasdik edene münafık; sâde­ce işi ile tasdik edene mürâi denir. Dil ile tasdik, dilsizlik ve­ya cebir ve tazyik karşısında kalmak gibi mazeretle söylenmeyip bırakılabilir. Kalbde esas baki kaldıkça küfür olmaz. An­cak ortada hiç bir mâni yokken tasdik ve îmânını yalnız kal­binde saklayıp da kimseye bildirmemek, insanlar nazarında kendisinin îmânsız bir şahıs telâkki edilmesine sebep olur. Üçüncüsü, yâni giderini inancına uydurmak, îmândan bekle­nen semereler ve neticelerdir. Maddî bir temsille bunun izahı: İmân bir meyva ağacına benzer. Kalb ile tasdik, bu ağacın top­rak altındaki kökleridir. Dil ile tasdik, ağacın gövdesidir. Îş ile tasdik de, dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyvalarıdır. Yerin altında kuvvetli kökleri bulunmayan bir ağaç sahtedir, meyva yapmaz. Kısa bir zamanda kurur ve çürür. Münafıklarla mürâîlerin taşıdıkları îmânın kıymeti budur. Ağaçtan mak­sat, meyvası olduğu gibi, imandan maksat da dürüst i'tikat, temiz kalb, güzel iş, yüksek ahlâktır. [635]

4. EL-KUDDÜS

4. EL-KUDDÜS


Her Eksiklikten Münezzeh. [596]
Hatâdan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz. [597]
"Kuddüs" Allah'ın güzel isimlerinden olup "Kuda" kökünden türetilmiştir. Fu'ül vezninde olan el-Kuddüs temiz ve pak anlamlarına gelmektedir.
"Kuddüs", Allah'ın her türlü eksiklik ve noksan­lıktan münezzeh, pak olması demektir. "Takdis ve tethir" Allah'ı noksanlıklardan tenzih etmek demektir.
"Biz seni hamd ile tesbih eder ve her türlü nok­sanlıklardan tenzih ederiz." [598]
Ebu İshak ez-Zeccac bu konuda şunları söy­lüyor; Nefislerimizi temizleriz. Bunu da sana itaat eden kimselerle yaparız. İlahi emir ve yasakları melek­lere ve peygamberlere ulaştırmakla görevli vahiy meleği Cebrail insanları manevi açıdan temizleyen vahyi getirmesi ve hiç günah işlememesi sebebiyle 'Ruhu'l-Kudüs" diye isimlendirilmiştir, demiştir, [599]
Kuddüs,  Kur'ân-ı Kerim'de iki yerde geçmekte­dir. Bunlar bir (Haşr: 59/23)'de ve diğeri:
"Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün sahi­bi, eksiklikten münezzeh, aziz ve hakim olan Allah'ı teşbih eder."[600] geçmektedir.
Aişe (r.anha) diyor ki:
Resulullah (s.a.v.) rükuda: "Meleklerin ve ruhun Rabbini takdis ve tesbih ederim."derdi. [601]
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiç bir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, esenlik verendir." [602]
"el-Kuddûs" ve "es-Selâm"ın mânâları birbirine yakındır. el-Kuddûs, "tazim ederek ve yücelterek birisini tenzih etti, ayıplardan ve kusurlardan uzak ve temiz gördü" anlamına gelen "kaddese" fiilinden türetilmiştir. "es-Selâm" ise "selamet" kelimesinden alınmadır. Allah Teâlâ yaratıklardan herhangi birine benzemekten, her türlü eksiklikten ve kemâline aykırı her şeyden salimdir. [603]
O, mukaddestir/pâk  ve temizdir, muazzamdır/büyüktür, her türlü kötülük   ve çirkinlikten   münezzehtir/uzaktır,   yaratıklardan herhangi birine benzemekten, eksiklikten ve kemâline  aykırı  her  şeyden  salimdir.  Allah  şu şekilde tenzih edilir: O her yönden ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. O, bir benzerden, denkten,  rakipten, eşten ve  zıddan münezzehtir/uzaktır, temizdir ve bunlara sahip olmaktan çok üstün ve büyüktür. En mükemmel, en muazzam ve en kapsamlı olan sıfatlarından herhangi bir sıfatın eksikliğinden de münezzehtir. O'nun "azamet" ve   "kibriya" sıfatlarına sahip olması her türlü noksanlıktan tam olarak münezzeh oluşundandır. Tenzih/kusurdan  beri görme O'nun gayrisi içindir. Yani O'nun tenzihe ve takdise ihtiyacı yoktur.  Tenzih, kötü zanlardan O'nun kemalini yüceliğini korumak maksadıyla yapılır. Nitekim cahiller O'nun hakkında bir takım kötü zanlara  düşmüşler ve  O'nun  şânına lâyık olmayan şeyler söylemişlerdir. Kul Rabbine sena ederek "Sübhanallah" veya "Tekaddesallah" veya "Teâlâllah" veya benzeri şeyler söylediği zaman O'nun her türlü noksanlıktan sâlim/uzak ve her türlü kemâle/mükemmelliğe sahip olduğunu ifade ederek övmüş olur. [604]
Allahu teâlâ mahlûkâta benzemekten münezzehtir. Allah yaradılmışların zâtlarından, hallerinden, vasıflarından hiç bi­rine benzemez. Meselâ cisimlerin, zahirî hislerimizle bile­bildiğimiz lezzet, renk, koku, soğukluk, sıcaklık, sertlik, yu­muşaklık... gibi bütün hallerinden; dert, tasa, sevinç, korku, hüzün, ızdırap, infial, tagayyür gibi nefsânî keyfiyetlerinden veya her hangi bir şekilden, suretten, miktardan, zamandan, mekândan, tertipten, tecezziden, tenâhîden ve bunlar gibi di­ğer bütün mahlûkatın şânından olan her hangi bir hal ve vasıf­tan, bir şeye benzemekten çok yüksek, çok uzaktır.
Bu ism-i şerîf, temiz ve pâk olmak ma'nâsına Kuds mas­tarından mübalâğa sîgasıdır. Her türlü ayıptan, kirden, pas­tan, lekeden, eksiklikten son derece temiz demektir. Ülûhiyyete mahsus sıfatlardan Muhâlefetün li'I-havâdis sıfatına râci'dir.
İnsan oğlunda bulunan iki türlü sıfat: İnsan oğlunda bir takım haller ve sıfatlar vardır ki, onlar yüzünden sevilir, hür­met edilir. Yine bir takım haller ve sıfatlar da vardır ki, o yüz­den yerilir, nefret edilir. Meselâ halleri ve sıfatları kusurlu ve ayıplı olan, bilgisiz ve âciz insan sevilmez, herkes onlardan uzak kalmak ister. Bâzı insanlar da yaradılışı i'tibâriyle gü­zeldir, sözü sohbeti bellidir, bir şeyler bilir, bir şeyler yapar. Evvelkilere nakıs insanlar, ikincilere mükemmel insanlar de­nirse de, insanların da yine bir çok eksik tarafları bulunur. Mahlûkun kusursuzluğu izafîdir.
Mahlûkat içinde her türlü ayıplardan, kusurlardan tam ve mutlak surette tertemiz bir varlık sahibi bulunması imkânsızdır. Mahlûkun kusursuzluğu, kendi aralarında ve birbirle­rine nisbetle izafî ve mahduttur; bu i'tibarla en kıymetli in­sanlar hiç noksanı bulunmayan değil, pek az noksanı olandır. Böyle insanların fazileti, kemâli daha çok olur ve bunlar, mensup oldukları aileler, memleketler, milletler ve hattâ bazan bütün insanlar için iftihar kaynağı olurlar. Allahu teâlâ, insanlardaki kemâl sıfatlarından da mukad­destir.
İnsanlarda bulunup da nefret ve istikrah edilen sıfatlardan başka, insanların birbirlerine karşı üstünlüğünü ve kıymetini ifâde eden ve insanlar tarafından kemâl sıfatlar diye adlandırı­lan sıfatlardan da Allahu teâlâ münezzehtir. Gerçi bu sıfatların kemâl sıfatlar diye adlandırılması, insanların kendi aralarında ve kendi hallerine göre doğru olabilirse de, Allah teâlâ hakkın­da bunlar hep noksan sıfattır. Meselâ ilim, kudret birer kemâldir, fakat muhakkak surette Allahu teâlâ insanların bildiği gibi bilmekten, insanların yapabildiği kadar yapmaktan çok üstündür. Çünkü O, kayıtsız şartsız her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter, işte hakikî kemâl sıfaü budur, insanlar ise bir şeyi bilir, fakat bilmediği nâ-mütenahîdir. Bir şey yapar, fakat is­teyip de yapamadığı nâ-mütenâhîdir. Daha doğrusu Allahu teâlâ'nın müsaade ettiği sınıra kadar bilir ve tâyin ettiği hudu­da kadar yapar. Ondan ilerisi kat'î bir acz... kat'î bir hiçlik­tir. [605]

El-Kuddûs İsm-i Şerîfînin Biricik Sâhîbi:


El-Kuddûs ism-i şerifinin tek ve eşsiz olarak biricik sahibi, Allahu teâlâ'dır. Her bakımdan mutlak kemâl O'na mahsustur. Allahu teâlâ zâtında, sıfatında, efâlinde, ahkâmında, esmasında her türlü lekeden, eksiklikten uzak ve çok temizdir. O zâtında veya her hangi bir sıfatında veya fiilinde veya hükmünde veya isminde mahlûkundan birine benzemek­ten veya mahlûkâtından biri O'na benzemekten mukaddestir. O'nun zâtı kadîmdir, bakidir, sıfatları kâmildir, ezelîdir. Hiç bir fiilinde maddeye, müddete, yardımcıya ihtiyacı yoktur. Bütün hükümleri hikmetlidir. Kullar içinde baştan başa hayır, menfaat ve inayettir. O'nun isimleri de nâ-mütenâhî kemâlâtını bildirdiği için en yüce, en güzel kelimelerdir.
İnsanların zâtları, sıfatları, fiilleri, hükümleri, isimleri hep ayıplı ve kusurludur. Bir kere varlıkları mahduttur. Halle­ri, sıfatları da mahduttur, işleri ıvazlı ve garazlıdır. Hükümle­rinin doğrusu olduğu gibi hatalısı da çoktur, insanlara müte­allik ma'nâlar ifâde eden, isimlerin ve kelimelerin de nihayet taşıdıkları ma'nâlardan fazla bir güzelliği olamaz. [606]

El-Melik İsm-i Şerifinden Sonra El-Kuddûs İsm-i Şerifi:


Allahu teâlâ'nın bütün varlığa hâkim bir saltanat sahibi bulunduğunu bildiren El-Melik ism-i şerifinden sonra El-Kuddûs ism-i şerifinin getirilmesi, fikirleri yanlış yollara sapmaktan koruduğu için ne kadar uygun düşmüştür. Evet, ni­ce insanlar var ki, Allahu teâlâ'yı hakkıyle bilmediklerinden, O'nu kendi aralarındaki hükümdarlara benzetiyorlar, O'nun -hâşâ- Arş üzerinde ikâmetgâhı olduğunu ve mahlûkatı içinden bir takım şahısları seçerek onlara tasarruf salâhiyeti verdiğini ve onların eliyle ahkâmını yürüttüğünü ve güya onların vere­ceği raporlarla işlere muttali olacağını ve daha bunun gibi ülûhiyyet şânına uymayan bâtıl zanlara düşüyorlar. Bütün bunlar düzeltilmesi vacip bozuk akidelerdir ve bu bozuk aki­deler yüzünden insanların başına gelmedik belâ kalmamıştır. Allahu teâlâ, cisim sahipleri gibi bir yerde oturmaktan, bir yerde bulunmaktan, bir işi başkasına gördürmekten... münez­zehtir. O'nun her zerreye yakınlığı birdir. Her şeyi ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır, ikâmetgâh, zaman, mekân mefhumları yaradılmışlarla beraber doğmuştur. Bu varlık yokken zaman ve mekân da yoktu, fakat Allahu teâlâ vardı. [607]

Kula Gereken Şey:


Allahu teâlâ'yı üstün güzelliklerle yâni kendine mahsus vasıflarla öğmek ve O'na noksan vasıflar isnat etmekten sa­kınmaktır. Birincisi takdis, ikincisi tesbih'dir. Yâni Allahu teâlâ'ya kendine mahsus kemâl sıfatlarıyle hamd-ü sena etmek takdis; O'nu herhangi bir lekeden, herhangi bir yaraşıksızlıktan tenzih etmek tesbihtir.
İ'tikâdını, ibâdetini, kalbini lekeden ve çirkinlikten te­mizlemeğe çalışmaktır.
İ'tikât Temizliği: Şüphe ve tereddütten uzak olma­sı, inanışın yakîne dayanmasıyle olur. Onun için i'tikâda ait herhangi bir mes'elede tereddüt duyulunca hemen o noktayı kat'î bir kanâat hâline getirinceye kadar çalışmak ve ihtisas sahiplerinden soruşturmak icâbeder. Çünkü i'tikât mes'elesi bir küldür, tecezzî kabul etmez. Herhangi bir unsurunda mütereddid bulunmak, bütün i'tikâdı sarsar.
İbâdet Temizliği: İhlâs ile olur. Mâlî olsun, bedenî olsun, her türlü ibâdet yalnız Allah için yapılır. Âbid'in gayesi ancak Allah'ın rızâsına ermektir. Bu gaye gönülde başka maksatlara, başka mülâhazalara yer vermeyecek kadar kuvvet­li ve şümûllü olmalıdır. Eğer ibâdetlerde Rızâu'llah ile bera­ber başka maksatlar da güdülürse, o ibâdette ihlâs kalmaz; ka­rışık ve katkılı olur. İbâdette şirk işte budur. Bu da insan için bir yüz karası, tevbesiz afvedilmeyen bir suçtur.
Kalb Temizliği: Oradan kötü huyları atmakla olur. Kalbler Allahu teâlâ'nın dâima bakıp durduğu yerlerdir. O'nun için gayet temiz tutulmalıdır. Maddî bir temsil ile, kötü huy­lar, kalb sahasında yer yer yığılmış müteaffîn çöplükler, pislîkler, bataklıklar, ayrık kökleri, yabanî dikenler gibidir, iyi huy kazanmak da bunları temizleyip tesviye turâbiyesini yapmak, muntazam taksimatlı çiçeklikler ve güzel çiçeklerle kalb sahasını temiz bir park hâline getirmektir. [608]

3. EL-MELİK

3. EL-MELİK


Görünen ve Görünmeyen Alemlerin Sahibi. [574]
Bütün kâinatın sahibi, bi'l-esale ve mutlak surette hükümdarı. [575]
"EI-Melik", "Mülk" ve Milk" mastarlarından tü­remiş olup, her türlü hükümdarlığın Allah Tealâ'ya ait olduğunu belirtmektedir. Kur'ân'da bu anlamda "mülk" kelimesi kullanılarak Allah'ın dünya ve ahiretin mülküne sahip olduğu belirtilmiştir.
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir! O as­la çocuk edinmemiştir.
O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Ve her şe­yi bir ölçüye göre yaratmıştır. İbda; "örneği yokken bir şeyi ilk kez yaratma ve bilemediğimiz şekilde bir şeyi ortaya koymak" demektir. Bundan dolayı onun hü­kümranlığını akıl kavrayamaz. Buradaki "el-Melik" ke­limesinin manası ancak gerçek hükümran olan Al­lah'ın hakimiyet ve hükümranlığı ile anlaşılabilir. Çün­kü O, her şeyi hiç yoktan yaratmak ve halketmekle her şeyde yegane tasarruf sahibidir, Kur'ân'da ölüm­de ve hakiki hükümdarın daima Allah olduğu gerçeği zihinlere yerleştirilerek her türlü şirke zihinlerin ka­pısının kapatılması hedeflenmiştir.
Gerçek hükümdar her şeye sahip mutlak zen­gindir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. Bir başkasına muhtaç olan kimseyi "Melik" diye isimlendirmek doğ­ru değildir. O sınırlı bir hükümdarlık ve mecazi bir manadır.
Bu durum bugün bütün mü'minler için gerçek­ten apaçık ve yevmi kıyamete kadar da bütün mahlukât için şüphesiz bir gerçektir. Nitekim bu Kur'ân'­da:
"O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bugün hü­kümranlık kimindir? Kahhar olan tek Allah'ındır."[576]
"Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü Onun tasarrufunda­dır. Gökler O'nun kudret eliyle durulmuş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." şeklinde belirtilmiştir." [577]
Kur'ân-ı Kerim'de birkaç ayette şu şekilde zik­redilmiştir:
1. "Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, Rahmandır, Rahimdir. Din gününün mâlikidir."[578]
2. "Gerçek hükümdar olan Allah,  yücedir..."[579]
3. "Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yüce­dir. O'ndan başka ilah yoktur. O, yüce Arş'ın sa­hibidir."[580]
4. "O, öyle Allah'tır, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklik­ten münezzehtir, selamet verendir." [581]
5. "Göklerde ve yerde olanların hepsi, mül­kün sahibi, eksiklikten münezzeh, aziz ve hakîm olan Allah'ı tesbih eder." [582]
6. "De ki: İnsanların Rabbine, Melikine (mut­lak sahip ve hakimine) sığınırım." [583]
"Melikinnas" tefsirinde Abdullah İbn-i Ömer Pey­gamberimiz (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet ediyor:
"Kıyamet günü Allah yeryüzünü kabzeder ve kudre­tiyle göğü katlar, sonra "Ben yegane hükümdarım, yeryüzünün hükümdarları nerede?".der."[584]
"Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şa­nı ne kadar yücedir! Siz de Ona döneceksiniz." [585]
El-Melekût, büyük, geniş ve mutlak yegane me­lik demektir. "Feület" vezninden gelip hükümranlıkta sonsuzluğu ifade etmektedir.
"Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüce­ler yücesidir. Onun her şeye gücü yeter.”[586]
Arapçada yed (el) kelimesi mecazi manada kud­ret manasında kullanıldığı gibi, el-Melikü, işitilene, görülene, kalplere, ölüme, hayata, yeniden diriltme­ye, şefaate, rahmete, rızık vermeye malik demektir ki, O da Allah'tır. Oysa ki biz yeryüzündeki ve gökyü­zündeki zerre miktarı şeye buna göre malik değiliz.
Bundan dolayı Allah'tan başka mülk sahibi, O'ndan başka melik ve hükümdar yoktur. Hükümran­lıkta hiçbir şey ona ortak değildir.
Yine bu sebepten ötürü Arafat'ta şöyle dua ede­riz:
"Buyur Ey Allah'ım! Buyur ey eşi ve benzeri ol­mayan Allah'ım. Bütün hamd, her türlü nimet, yegane hükümranlık senindir. Senin hiçbir ortak ve benzerin yok," [587]
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce arşın sahibidir."[588]
"Allah'a karşı gelmekten sakınanlar güçlü hükümdarın huzurunda hak meclisindedirler."[589]
"Ey Muhammed de ki: "Mülkün sahibi Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin."[590]
O, mülk sıfatıyla nitelemiştir. Mülk veya milk, azamet, büyüklük, galibiyet, yönetim, yaratma, emretme ve ceza vermede her türlü tasarrufa sahip olmak demektir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O, bütün âlemlerin sahibidir. Hepsi O'nun kulu ve kölesidir. Hepsi O'na mecburdur. [591]
O, gerçek Rabb'tır, gerçek meliktir, gerçek ilahtır. Onları rubûbiyetiyle yaratmış egemenliğiyle onlara galip gelmiş, uluhiyetiyle onları kendisine kul etmiştir. Bu üç kelimenin (Rabb, Melik, İlah) en güzel şekilde ve en güzel bağlamda ifade ettiği şu büyüklüğü ve şu yüceliği düşün: İnsanların Rabbi, insanların Meliki ve insanların İlahı. Bu üç izafet tamlaması, bütün iman esaslarını ve esmâ-i hüsnâ'nın anlamlarını ihtiva eder. Esma-i hüsnâ'nın anlamlarını ihtiva etmesi şu şekildedir. "er-Rabb" Kaadirdir/kudret sahibidir, Haliktır/yaratıcıdır, Bârîdir/yaratıcıdır, Musavvirdir/şekil verendir, el-Hayydir/hayat sahibidir, Kayyumdur/ kendi kendine vâr olandır, Alîmdir/bilendir, Basîrdir/görendir. Semi'dir/işitendir, Muhsindir/iyilik yapandır, Mün'imdir/rızıklandırandır, Cevâddır/cömerttir, Mu'tîdir/verendir, Mâni'dir/engel olandır, Dâr'dır/elem ve zarar verici şeyleri yaratandır. Nâfi'dir/hayır ve menfaat verici şeyleri yaratıcıdır, Mukaddimdir/öne alandır, Muahhırdır/geri koyan, arkaya bırakan, dilediğini saptıran, dilediğini hidayete sevkedendir, dilediğini mutlu eden, dilediğini bedbaht edendir, dilediğini yücelten, dilediğini alçaltandır. Bütün bunlar ve diğerleri O'nun rubûbiyetinin anlamları içinde vardır, bu anlamlar da onları, esmâ-i hüsnâ içinde bulunmaya lâyık kılar.
el-Melik ismine gelince, O emredendir, yasak­layandır, dilediğini yücelten, dilediğini alçaltandır, kullarının işlerinde istediği gibi tasarruf edendir. Onları dilediği şekilde evirip çevirendir. Bu isim de esmâ-i hüsnâ'dan Aziz/güçlü galip, Cebbar/dilediğini zorla yaptırmağa muktedir, Mütekebbir/ her yerde büyüklüğünü gösteren, Hakem/ hükmeden, Adl/adaletli, Hâfıd/indiren, alçaltan, Rafi'/yükselten, Muiz/yücelten, Mûzil/alçaltan, Azîm/ pek azametli, Celîl/ululuk sahibi, Kebîr/pek büyük, Hasîb/hesaba çeken, hesabını bilen, Mecîd/şanı büyük ve yüce, Velî/dost, Müteâli/pek yüce, Mâlikül-Mülk/Mülkün sahibi, Muksıt/herşeyi yerli yerinde yapan, Câmi'/toplayan gibi isimlerin ve Melik'e ait daha başka isimlerin anlamlarını ihtiva eder.
"el-İlâh" ismine gelince bu da bütün kemâl ve yücelik sıfatlarını kendinde toplayan bir isimdir ve esma-i hüsnâ'nın tamamı bu ismin içine girer. Bunun içindir ki "Allah" kelimesinin aslı el-İlâh'tır sözü doğrudur. Nitekim Sibeveyh ve âlimlerin cumhuru/çoğunluğu bu görüştedir. Çok az âlim farklı görüştedir. "Allah" ismi, esma-i hüsnânın ve yüce sıfatların tamamının anlamlarını içinde toplayan bir isimdir. Bu üç isim de esma-i hüsnânın anlamlarının tamamını ihtiva etmektedir. Bu sebeple bunlarla istiazede bulunan/Allah'a sığınan kimse, korunmaya ve sinsi vesvesecilerin vesveselerinden ve ona tasallutundan engellenmeye fazlasıyla lâyıktır.[592]
Sadece Allah Teâlâ bizim Rabbimiz ve Melikimiz olduğuna göre, sıkıntı ve musibet anlarında bizim O'ndan başka sığınağımız ve O'ndan başka mabudumuz yoktur. Artık O'ndan gayrisine dua edilmesine, O'ndan başkasına korku, ümit ve sevgi beslenmesine ve O'ndan başkasına tevekkül edilmesine gerek ve ihtiyaç yoktur. Çünkü senin ümit ve korku beslediğin, dua edip tevekkül ettiğin kimse ya senin mürebbindir/seni terbiye eden, besleyip büyütendir ve senin işlerinin evirip çevirenidir; halbuki senin Rabbin Allah'tır, O'ndan başka rabbin yoktur. Veya sen O'nun gerçekten kulu ve kölesisindir; halbuki insanların gerçek sahibi ve mâliki Allah'tır ve hepsi O'nun kulu ve kölesidir. Veya senin mabudun ve her an muhtaç olduğun ilâhındır. Üstelik senin O'na olan ihtiyacın, hayata ve ruha ihtiyacından daha büyüktür. O, gerçek ilahtır, insanların ilahıdır. Onların O'ndan başka ilâhı yoktur. Onların Rabbi, Meliki ve İlâhı kim ise, O'ndan başkasına sığmamazlar ve O'ndan başkasından yardım isteyemezler. O, onlara kâfidir. O onların yardımcısı ve dostudur. Rubûbiyyeti, egemenliği ve ulûhiyeti ile onların bütün işlerinin idarecisi ve evirip çevireni O'dur. O halde kul, bela, sıkıntı ve musibet anlarında ve düşman saldırılarında Rabbine, malikine ve ilâhına nasıl iltica etmez! [593]
Görüyoruz ki, dünya yüzünde bir çok hükümdarlar var, her hükümdarın bir yurdu, teb'ası, ordusu, idarî teşkilâtı var. Hiç bir hükümdar, yabancı bir kuvvetin yurduna saldırmasına, yurdundan bir parçasını koparmasına veya işlerine karışması­na tahammül edemez ve buna meydan vermemek için bütün kuvvetiyle çalışır. Hükümdar, teb'asıyle yakından ilgilen­mek, onların ahvâline vâkıf olmak, aralarında haklıyı haksı­zı, iyiyi kötüyü, hırsızı doğruyu, zâlimi mazlumu, sâdıkı hâini bilmek ister. Bunun için inzibati kuvvetler, kanunlar, hâkimler, mahkemeler, hapishaneler... gibi bir çok teşkilât vücuda getirmek ve bu teşkilâtı beslemek ve ayakta tutmak için teb'asından vergiler almak mecburiyetindedir. Arazisi ne kadar geniş, teb'ası ne kadar çok, ordusu ne kadar kuvvetli olursa olsun, dünya hükümdarlarından hiç birinin hükümdar­lığı hakikî ve bi'1-esâle değildir. Belki Allahu teâlâ tarafından muvakkaten iktidar mevkiine getirilmiş mecazî ve niyâbî bi­rer memuriyetten ibarettir ve bunlardan her biri hakîkî hü­kümdarı bildiren küçük birer izdir. O izlerden hakîkî hüküm­dar sezilir. Kâinatın ezelî ve ebedî tek hükümdarı ancak Allahu teâlâ'dır. Kâinatda hakîkî ve mutlak olarak hükümdarlık an­cak Allahu teâlâ'nın hakkıdır. Bu sıfatda O'na denk olacak baş­ka bir hükümdar yoktur. Çünkü mülkü yaratan O'dur, bütün mahlûkâtı yoktan var eden O'dur. O'nun mülkünün genişliği­ni, ordularının sayısını yine ancak O bilir. Üzerinde bir çok hükümdarların barındığı arz küresi, bu genişliğin içinde niha­yet bir zerre olmaktan ileri değildir. (Zerre, milyonlarcası bir araya geldiği takdirde ancak görülebilen bir cisimdir) işte bu sonsuz âlemlerde ve bu sayısız mahlûkat üstünde hâkimiyet ve saltanat ancak O'nundur, ancak O'nun irâdesi, hüküm ve ta­sarrufu câridir. Ancak O'nun istediği olur, istemediği olmaz. Fermanını geri döndürecek, hüküm ve kazasını bozacak yok­tur. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir, şah yapar, dilerse pâdişâhken indirir atar, dilerse cebreder, dilerse serbestlik verir, dilerse küçültür, dilerse büyültür, dilerse sı­kar, dilerse açar, dilerse yıkar, dilerse yapar, dilerse daha baş­ka âlemler yapar, onlarda da dilediği gibi tasarruf eder. Velha­sıl bu muazzam devletde, bu sonsuz mülk ve saltanatta her şeyin varlığı veya yokluğu O'nun bir tek irâdesine bağlıdır. "Ol" deyince oluverir. "Olma" derse bir lâhzada her şey yoklu­ğa dönüverir. Her şey O'nun kudreti altında makhur, herkes O'nun irâdesine tabî, fermanına, baş eğmeye mecburdur. O'nun müsaadesi olmadan kimin haddine düşmüş ki, O'nun karşısında hükümdarlık da'vâ etsin, O'nun mülküne göz diksin. Hü­kümdarlar teb'asından vergi alır. Allahu teâlâ mahlûkâtından bir şey almaz, her şeyi O verir. O, kâinata muhtaç değil, kâi­nat O'na her lâhza muhtaçtır. Kâinat üzerinde tasarrufu bi'l-istikiâldir. Yardımcıya, vezire, vekîle, vâsıtaya ihtiyacı yok­tur. Bütün dünya hükümdarları bir araya gelseler O'nun irâde­si inzimam etmedikçe hiç bir şey yapamazlar. O pâdişâhlar pâdişâhı, hükümdarlar hükümdârı, dünyâyı bir çalışma yeri, âhireti de hesap günü olarak yaratmıştır. Mahkeme-i kübrâ oradadır, iyiler için cennetler, kötüler için cehennem hazır­lanmıştır. Herkes akıbetini görecektir. O günden ve o mahke­meden kaçıp kurtulacak bir sığınak da yoktur. [594]

Kula Gereken Şey:


Kendisinin önü, sonu nereye varacağı belirsiz bir serseri değil, Alîm ve Habîr, Rahîm ve Kadir bir hükümdarın hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu ve hayatı boyunca, iyi kötü bütün söylediklerinin, yapıp ettiklerinin, görüp işittikleri­nin kamusunun muntazam kayıtlarla tesbit ve tescil edilmek­te olduğunu ve mahkeme-i kübrâda bütün bu dosyaların ortaya dökülüp hesabı sorulacağını kat'i surette bilerek, giderini ona göre ayarlamaktır. Hele yüksek rnevki'ler, hudutsuz salâhi­yetler çok defa insanı sarhoş eder. Öte taraftan mürâilerin, dal­kavukların uyuşturucu sözleri de insana kendisini düşünmeyi güçleştirir, işte o zaman gurura, hodgâmlığa kayar. Kendisi­ni hiç bir şey değilken âmir yapan, hükümdar yapan, her şey yapan Hâlik-ı zü'1-celâlini ve buyruklarını unutur, isyan eder. Küfrân-ı ni'metde bulunur, gadabına çarpılır ve bir daha da onu kimse kurtaramaz. Dünyanın bir gölge gibi geçici ni'met ve devletleriyle gevşeyip bayılmamalı, o ni'meti vereni düşü­nüp daha ziyâde ayılmalı.O'nu veren Allah'ın almağa da kadir bulunduğunu ve düşmez kalkmaz yalnız Allah'tan başka olma­dığını bilmeli de, kendisinin nihayet muayyen bir zaman için ücretle tutulmuş bir çoban vaziyetinde olduğunu ve idaresi al­andaki koyunların hastasına bakar, geride kalanlarını gözetir­se ücretini almağa hakkı olacağını, böyle yapmazsa mücâzâta çarpılacağını asla unutmamalı. Günün birinde bu muvakkat tasarruf kudreti, müddeti bitip de hakiki sahibine dönünce, bu hakikat anlaşılır. Lâkin onu sonradan değil, önceden anlamak ve ona göre ondan faydalanmak gerektir. [595]

2. ER-RAHİM

2. ER-RAHİM


Bağışlayan, Esirgeyen[527]
Pek ziyâde merhamet edici, verdiği ni'metleri iyi kul­lananları daha büyük ve ebedî ni'metler vermek sure­tiyle mükâfatlandırıcı. [528]
Er-Rahmân ism-i şerifinden Allahu teâlâ'nın ezelde bü­tün mahlûkâtı için hayr ve rahmet irâde buyurduğu anlaşılı­yordu. Er-Rahîm ism-i şerifi ise mahlûkâtı arasında irâde sa­hipleri için muzaaf bir rahmet-i ilâhiyyeyi ifâde eder. Yâni in­sandan mâada her mahlûk, kendisi için tâyin edilen hudut için­de kendisine verilen ni'metlerden yaradılışı şevki ile faydala­nır ve o huduttan dışarı çıkmazken, irâde sahibi olan insanlar için terakki imkânı verilmiştir. Bu imkân, fıtrî ni'metleri art­tırma ve ebedîleştirme imkânı. Meselâ, çiğneyip geçtiğimiz ot yaprağından rüzgâr dalgalarına kadar her şey, bizim hayır ve saadetimize yarayan ni'met hazinesidir. Sonra yaradılışımız­da başka mahlûkâta verilmeyen bir çok kabiliyetler ve tabiat kanunlarının azat kabul etmez köleler gibi bize tâbi ve emri­mize munkat olması, hep o şânı büyük Rahmân'ın lütuf ve atıfeti eseridir. Fakat her şeyde ve kendimizde gizlenmiş olan bu sayısız ni'metleri meydana çıkarmak ve onlardan faydalan­mak için çalışacağız. Bütün kabiliyetlerimizi işleteceğiz. Bu takdirde gayretlerimizin boşa gitmiyeceğini bize tebşir eden işte bu, Er-Rahîm ism-i şerifidir. Çünkü bu ism-i şerife göre her gayret bir mükâfatla karşılanacaktır.
Er-Rahmân, Er-Rahîm isimleri iki türlü rahmet ifâde eder. Er-Rahmân ism-i şerifinin ifâde ettiği rahmet, hiç bir türlü şarta, hiç bir türlü kesb ve irâdeye bağlı olmayarak bahşolunan rahmettir. Bu bir rahmet-i şâmiledir ki, bütün mahlû­kâtı kaplar. Bunda çalışan-çalışmayan, suçlu-itaatli, îmanlı-îmansız ayırt edilmez.
Er-Rahîm ism-i şerifinin ifâde ettiği rahmet ise, Rahmân'ın lûtfu olan rahmeti iyiye kullanarak çalışanlara bir mükâfat olmak üzere verilen rahmettir ki, en az (bire on) dur.
Çalışanın ihlâsındaki kuvvete göre Allahu teâlâ'nın daha fazla ve hattâ hudutsuz ve hesapsız mükâfatları da vardır, işte gayr-i meşru arzulara kapılmamanın, kötülükten korunmanın, Allah yolunda fedakârlıkta bulunmanın ehemmiyeti bu yüzdendir. Şunu kat'î surette bilmek lâzımdır ki, -dünya için olsun, âhiret için olsun- çalışanlarla çalışmayanlar müsavi muamele görmeyeceklerdir.
Dünya milletleri arasında Allahu teâlâ'nın ahlâkını, evsâ­fını en dürüst ve en geniş bilenlerin Müslümanlar olması icâbeder. Böyle olunca, meselâ bu ism-i şerifin hükmüne göre "fikrî teşebbüs" Müslümanlar için en umumî ve en tabiî bir haslet olması lâzım gelirken, i'tiraf etmeliyiz ki, Müslüman­ların çoğu, bugün Müslümanlık esaslarını her zamankinden ziyâde ihmal etmişlerdir. Bunun neticesi olarak dünya yüzün­deki Müslümanların ne duruma düştükleri de meydandadır. [529]
Peygamberini âlemlere rahmet olarak gönderen, Kur'ân'ı mü'minler için rahmet vesilesi kılan Allah'a sonsuz hamdü senalar olsun.
"Rahim" Allah'ın isimlerinden olup rahmet keli­mesinden türemiştir. Rahmetin manası, "Allah'ın kul­larına acımasıyla onları her türlü zarar, ziyan ve sa­pıklıktan kurtarıp onları hidayetle, mağfiret ve iman şerefiyle nimetlendirmesi" demektir.
Rahîm, "feiilun" vezninde "Rahîmun" acıyan ma­nasında ism-i faildir. Çok çok acıyan manasında mü­balağa ifade eder. Rahîm, acıma ve tazim ifade eden sigada gelmiştir. Rahmet, Allah'ın acınılan kimseye bir ihsanıdır. Cenab-ı Hak bununla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı merha­metlidir." [530]
Allah rahmetini dilediği şekilde taksim eder. Di­lediğini de rahmetine sokar. Rahmet Allah'ın bir ni­meti ve lütfudur. Allah'ın rahmeti o kadar çoktur ki, nerdeyse biz onu farkedemiyoruz. Çünkü Allah'ın nimetlerini saymak mümkün değildir. Eğez biz rah­metinin bir kısmını saymayıp, inkâr edersek sanki bütün rahmetini çekip çıkarmış oluruz. Allah Tealâ:
"Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi ku­şattı..." [531]
Yüce Allah şu kısacık dünya hayatında bizlere merhamet edip her türlü ihsan ile nîmetlendirince, muttakiler için en hayırlı yurt olan daru'l-karar/ebedî hayat için rahmeti nasıl olur? Varın siz düşünün.
Allah Celle şöyle buyuruyor:
1. "İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır." [532]
2. "Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hic­ret edenlere gelince; onları dünyada güzel bir şe­kilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâ­fatı elbette daha büyüktür." [533]
3. "Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları daha büyüktür." [534]
Bundan dolayıdır ki Allah rahmetinin bir nu­munesi olarak rahmet peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'i şahit, müjdeci ve korkutucu olarak gönderdi. Son peygamber Nebi (s.a.v.)'i, ahiret saadetini tahsil için rahmetine sebep olarak yarattı.
Zira Cenab-ı Hak:
"...Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rah­metim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, ze­katı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazaca­ğım." [535] buyurarak rahmetinin tecelli etmesi için takva ve ihsanı şart koştu. Bir başka ayette de:
"Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahme­ti çok yakındır." [536]
Allah'ın azabı ise kalpleri kaskatı olanlardan ge­ri çevrilmez. Nitekim Yüce Rabbimiz:
"De ki: Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla beraber O'nun azabı,  suçlular topluluğundan uzaklaştırılmaz," [537]' buyurmuştur.
"Rahîm", "Rahman"ın sıfatlarından biri olup, Allahu Teâlâ kullarına bir miktar rahmet feyz buyurup, bahşetmiştir. Kullar bu sayede Allah'ın izniyle mer­hamet sahibi olur ve hemcinslerine ve mahlukâta acırlar. Allah'ın bahşettiği bu rahmetten en fazla pay sahibi olan Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'dir. Kur'ân-ı Kerim'de bu husus şu şekilde geçmektedir.
"Andolsun size kendinizden öyle bir peygam­ber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." [538]
Allah Tealâ bu ayette kendi isimlerinden olan "Rauf; çok şefkatli ve Rahim, pek merhametli sıfatla­rını Peygamberimize de vermiştir ki önceki peygam­berlerden hiç biri bu sıfatların ikisine birden mazhar olamamıştır.
4. Peygamberimiz (s.a.v.):
"Allah yüz rahmet ya­rattı, îşte bu rahmetin bir tanesiyle mahlukât birbirine merhamet eder. İşte onunladır ki vahşi hayvanlar da­hi yavrularına şefkat eder. Diğer kalan doksan dokuz rahmetini ise kıyamet gününe tehir etmiştir." Buyu­rarak Allah'ın merhametinin enginliğini ifade buyur­muştur. Bu hadis diğer kaynaklarda şu şekilde geç­mektedir:
"Allah Tealâ yeri ve göğü yarattığı zaman yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet yer ve göklerin arasını dolduracak kadar engindi Bu rahmetten doksan do­kuzunu yanına ayırdı. Bir rahmeti de mahlukâtı ara­sında paylaştırdı. İşte bununla mahlukât birbirine şef­kat eder. Vahşi bir hayvan bununla su içer. Kıyamet günü olduğunda ise Allah bu rahmeti takva sahibi kullarına haşretmiş ve onlara doksan dokuzunu ziya­de etmiştir." [539]
Allah'ın rahmeti çok geniştir. Rahmetini mahlukâtına habsetmek veya onlara bağlamak mümkün değildir. Fakat bu durum, Allah'ın lütfuyla ve mer­hametinin genişliği ile olmaktadır. Ancak merhame­tin mü'minin kalbine çevrilmesi mümkündür. Al­lah'ın dünyada mahlukatından merhametli kimselere emanet ettiği rahmet, Allah'ın kullarından hikmet ve bilgili insanlara öğrettiği ilimlerle birleştiği zaman doğru olur. Allah'ın dünya hayatında kullarına verdi­ği rızıktaki muvazene onun rahmetinin tecellisidir. Mahlukât arasındaki rahmetin bir kısmı, gökyüzün­de kuşların birbirinin peşinde uçuşmaları, deryalar­da balıkların birbirleriyle sarmaş dolaş olması, bir annenin yavrusuna olan şefkatiyle inlemesi, sevgi, muhabbet, aşk, İsa (a.s.)'ın vasiyette bulunduğu her türlü sevgi hepsi de Allah'tandır. Allah, kullarına ba­ğışladığı rahmetinin benzeriyle, dilediği kimselerin kalpleri arasında ülfet, muhabbet ve sevgi meydana getirir.
"Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin..." [540]
İşte bütün bunlar Rahman'ın merhametli kulla­rına rahmetinden bahşettiği bir durumdur. Bunun sayılması mümkün değildir. Allah'ın ahirette muttaki kullarına bağışladığı rahmet daha hayırlı ve bakidir. Onun rahmeti geçtiği gibi yüz şubedir. İşte bununla Allah, iman edip salih amel işleyenleri o gün rahmetiyle rızıklandırmıştır. Kıyamet gününde mü'min erkek ve hanımlar Allah'ın kendilerine verdiği lütufla sevinir, büyük bir surüra gark  olurlar.  Aralarında rahmet, muhabbet ve sevgi ile konuşurlar.
"O gün, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar dı­şında, dost olanlar (bile) birbirlerine düşman kesi­lirler." [541]
Allah'ın verdiği bu cüz'i rahmetle, cennetteki ni­met sahipleri pak eşleri hurilerle karşılıklı aşk ve muhabbet içinde yaşarlar. Yine bu rahmet sebebiyle Allah muttaki kullarının göğsünden-kalplerinden sa­dır olabilecek eğrilik, kin ve nefreti çekip çıkarmış, aralarında ülfet ve muhabbet temin etmiştir. İşte bu­nunla kardeş olmuşlardır. Cennette altından ırmak­lar akan- yerde karşılıklı sedirler üzerinde birbirlerine bakarlar.
İşte bu durum Hakimler Hakimi'nin kullarına vahyettiği şu duaya ışık tutmaktadır:
"Rabbimiz!
Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeş­lerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz şüphesiz ki sen şefkatli, çok merhametlisin!"
Muhacir ve Ensar'ın arkasından gelenler, kıya­mete kadar gelmiş ve gelecek olan mü'minlerdir. Cenab-ı Hak duaları işitendir ve kendisinden korkan takva sahibi insanlara kıyamette hiçbir eksilme ol­maksızın onlara rahmetini tam olarak tecelli ettire­cektir. Biz de ahirette hesaba tabi tutulmaksızın Rabbimizin rahmetini umuyoruz.
Bize verilen ilim kelimelerle ifade edilebilir. Oy­saki Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmış olup, onun rahmeti katsayılara bağlı değildir. Onun rahmeti hakkındaki bilgimiz yeterli değildir. Rabbimizin rah­met hazineleri de kelimeleri gibi engin ve geniştir.
"De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbi­mizin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir."[542]
"Şayet yeryüzünde ağaçlar kalem, deniz de ar­kasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah'ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir." [543]
Hiç kimsenin yaptığı ameller kendisini kurtara­maz. Ancak Allah'ın rahmet ve lütufu bizi kurtarabi­lir. Bizim Allah’ın rahmetini istememizden başka çaremiz yoktur. Çünkü Allah'ın rahmeti geniştir. Ve O, merhamet edenlerin en hayırlısı ve merhametlilerin en merhametlisidir.
Allah'ın rahmetini bir kavrayabilsek, Allah'ı ar­zularız. Allah'ı gerçek manada arzuladığımızda da Al­lah'ın rahmetini umarız. [544]

Allah'ın "Rahîm" İsminin  Diğer Yüce İsimlerle Geçiş Şekli:


"Rahîm" Kur'ân-ı Kerim'de aşağıda görüleceği üzere 114 defa geçmiştir. Söz konusu isim genellikle Allah'ın diğer isimleriyle terkib halinde kullanılmıştır. Bunlar:
1. Er-Rahman, er-Rahîm, altı ayette altı kere geçmiştir. Bunlar, Fatiha süresinin bir ve üçüncü ayetlerinde,   Bakara, 2/163,  Neml: 27/30, Fussilet: 41/2 ve Haşr: 59/22'de geçmektedir.
2. Et-Tevvabu'r-Rahim, Kur'ân-ı Kerim'de altı kere geçmiştir.
"Adem Rabbinden bir takım ilham­lar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır."[545] 
Ayrıca Bakara: 2/54, 128, 160'da geçmektedir.
Et-T.evvabu'r-Rahîm Tevbe sûresinde iki kere zikredilmiştir. Bunlar; "Allah'ın kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğnu hala bilmezler mi?"[546] ayrıca Tevbe: 9/18'de geçmektedir.
3. Ve huve Tevvabûn Rahim şeklinde:
"Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ku­surunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini ye­mekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir."[547]
4. Tevvaben Rahîmen şeklinde; en-Nisâ, 4/64'de şu şekilde geçmektedir:
"Biz her peygamberi Allah'ın izniyle ancak ken­disine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı."
5. El-Aziz ve-Rahîm şeklinde Kur'ân'da onüç de­fa geçmektedir. Bu eş-Şuara: 26/9, 68, 104, 122, 140, 159, 175, 191, 217 olmak üzere dokuz defa geçmiş­tir. 191. ayette:
"Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galib ve en­gin merhamet sahibidir." şeklinde, 217. ayette ise:
"Sen O mutlak gâlib ve engin merhamet sahi­bine tevekkül et." şeklinde geçmektedir. Diğer ayet­lerde:
"Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir." [548]
"Üstün ve çok esirgeyen (Allah'ın) indirdiği (Kur’an)."[549]
"Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böy­le değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir."[550]
"İşte, görülmeyeni de görüleni de bilen, mut­lak galib ve merhamet sahibi Odur."  [551]
 6. El-Gafûru'r-Rahîm.
"Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir." [552]
"(Yakub:) Sizin için Rabbimden af dileyece­ğim. Çünkü O çok bağışlayan pek esirgeyendir, dedi."[553]
"(Rasulüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver." [554]
"Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başı­ma iş açtım). Beni bağışla, dedi. Allah da onu ba­ğışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı ve çok esirgeyici olan ancak Odur."[555]
"De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım!  Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphe­siz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
"Neredeyse yukarılarından gökler çatlayacak! Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki, Al­lah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." [556]
"Yoksa O'nu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah tarafından bana gelecek şeyi savmaya gücünüz yetmez. O, sizin Kur’an hakkında yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O ye­ter, O, bağışlayan, esirgeyendir." [557]
7. er-Rahîmü'l-Gafûr şeklinde ise bir yerde şu şekilde geçmektedir.
"Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, ortaya çıkanı bilir. O esirgeyendir, bağışla­yandır." [558]
8. Gafurun Rahim şeklinde ise, Kur'ân-ı Ke-rim'de, Bakara: 2/173, 182, 192, 199, 218, 226; Âl-i İmrân: 3/31,  89, 129; Nisa: 4/25; Maide: 5/3, 34, 39, 74, 98; Enam: 6/54, 165, 145; Araf: 7/152, 167; Enfâl:  8/69-70; Tevbe:   9/5, 27,  91  ve 102; Hûd: 11/41; Yûsuf: 12/53; İbrahim: 14/36; Neml: 27/11, 18, 110, 115, 119; Nûr: 24/5, 22, 33, 62; Fussilet: 41/32; Hucurat: 49/5,15; Hadid: 57/28; Mücadele: 58/12; Müzzemmil: 73/20. ayetler olmak üzere kırkdokuz ayette kırkdokuz kere geçmiştir.
9. Gafûren Rahimen şeklinde onbeş ayette onbeş kere geçmektedir.  Bunlar,  Nisa: 4/23, 96, 100, 106, 110, 129, 152; Furkân: 25/6, 70; Ahzab: 33/5, 24, 50, 59, 73; Fetih: 48/14. ayetlerdir.
10. Râufun Rahîm, bu şekilde sekiz ayette sekiz defa zikredilmiştir. Bunlar, Bakara: 2/143; Tevbe: 9/117;  Nahl:   16/7,  Neml: 27/47; Hac: 22/65;  Nûr: 24/20; Hadid: 57/9; Haşr: 59/10. ayetlerdir ki son ayette şu şekilde geçmektedir.[559]
"Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Biz ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kar­deşlerimizi bağışla kalplerimizde, iman edenlere karşı bir kin bırakma. Şüphesiz ki sen çok merha­metlisin." [560]
11. Rahimun Vedûd.
"Rabbinizden bağışlama dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametli­dir, (mü'minleri) çok sevendir."[561]
12. Rabbun Rahim.
"Çok esirgeyen  Rabden  (onlara)  sözle  selam (verilir)." [562]
13. El-Berru'r-Rahim.
"Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur."[563]
14. Rahîmen.
"Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ti­caret olması hali müstesna, mallarınızı batıl (hak­sız ve haram) yollarla aranızda (alıp vererek) yeme­yiniz. Canlarınızı da öldürmeyin. Doğrusu Allah size karşı çok merhametlidir."[564]
"(Kullarım!) Rabbinizin lutfuna nail olmanız için denizde gemilerinizi yüzdürendir. Doğrusu O, sizin için çok merhametlidir." [565]
"Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için üze­rinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de si­ze istiğfar eder. Allah, mü'minielere karşı çok mer­hametlidir." [566]
Görüldüğü gibi, "er-Rahîm" ism-i şerifi Kur'ân-ı Kerim'de sure sayısı kadar, yani 114 defa geçmekte­dir. [567]

Ruhları Eseflere Boğan Acı Bir Duygu:


Uzun asırlar Müslüman yaşayan ecdadın bugünkü torunla­rı arasında Müslümanlığı, teşebbüs fikrini öldüren, insanları atâlete ve miskinliğe sürükleyen bir din sananlar türemiştir. Bu telâkki doğru ise, dindar ve Müslüman ecdadımızın o silin­mez izlerini nasıl izah edeceğiz? Yurdumuzu dolduran ve asır­lar boyunca ihmâlin, bakımsızlığın yok edemediği bunca hayr müesseseleri karşısında ne yapacağız? Hele o târih ve ahlâk kitaplarımızı dolduran ve başka milletlerde pek azına rastlanan bunca fazilet menkıbelerine, kahramanlık destanlarına ne di­yeceğiz? Bu iftihar ve gurur verici izler, miskin ve hakir in­sanların mahsûlü olmak kabil midir? Hayır hayır, bunlar, hakîkî birer Müslüman olan, Allah uğrunda yorulmak bilmez, pulat îmânlı, çelik iradeli ecdadımızın izleridir. Fakat ne yazık ki, biz onları bilememişiz, gittikleri yoldan ayrılmışız, miskin sinekler gibi hevâ vü heves tuzaklarına yapışıp kalmı­şızdır. [568]

İsm-i Şerife Mazhar Olanlar:


Aramızdaki merhametli insanlar, Allahu teâlâ'nın rahmet sıfatına mazhar olmuşlardır (mazhar demek, bir şeyin görün­düğü yer demektir.) Allahu teâlâ'nın merhameti, içimizdeki merhametli insanlardan sezilir. Eğer dünyâda merhametli in­sanlar olmasaydı ve merhamet denilen ma'nâdan ortada hiç bir nişan bulunmasaydı, Allahu teâlâ'nın rahmeti öğrenilmez ve merhamet hakkında hiç bir fikir edinilemezdi.
İnsanlardaki merhamet sıfatı, Allah'ın Rahmet sıfatına benzer mi? Hayır asla benzemez. Allah'ın hiç bir sıfatının benzeri yoktur. O bütün sıfatlarda tektir, eşsizdir, insanlarda­ki merhamet, Allahu teâlâ'nın merhametini bildiren bir iz, bir nişandır. Bir şeyin izi ve nişanı o şeyin ne benzeridir, ne de ondan bir parçadır. Yalnız ona delâlet eden bir gölge veya bir akisdir. Asıl merhamet, Allah'ın merhametidir. Yâni merha­met kelimesinin hakîkî ma'nâsı, Allahu teâlâ ile kâim bulu­nan ma'nâdır. insanlara merhametli denmesi hakikat ma'nâsıyle değil, mecaz ma'nâsı i'tibâriyledir. (Medlulün is­mini dâlle ıtlak kabilinden.) Şu halde Allahu teâlâ'daki mer­hametle insanlardaki merhamet arasındaki münâsebet yalnız kelime benzerliğinden ibarettir. [569]

Bu Noktanın Ezâhı:


İnsanların hayâtı, kudreti, bilgisi mahdut olduğu gibi merhametleri de mahduttur. Merhametli insanları bir sıraya koymak ve her birinin mevkiini, derecesini tâyin etmek müm­kün olsaydı, bunun için elimizde bulunması lâzım gelen ölçü ne olabilirdi? Şüphesiz bu hasletin kuvveti ve şumûlü... Ha­yırseverlikte en yüksek duygu sahibi, hayır yapmakta en ge­niş kudret sahibi hangisi ise, en ileride bulunacak ve herkesin hattâ haslet ortaklarının bile takdir ve hürmetlerini üstüne toplayacak olan da o olacaktır. Şimdi bu en merhametli farzettiğimiz zâtın merhametini tahlil edelim: -Acaba bu adam ne yapmıştır?
Bir çok hayır müesseseleri meydana getirmiş, hastahâneler, çeşmeler, yollar, köprüler, mektepler... Bir çok kimsesiz çocukları himayesine almış, onları yurda yarar birer mütehas­sıs yetiştirmiş... Bir çok felâketzedelere yardım etmiş, serma­yesizlere sermâye, evsizlere  ev, işsizlere iş bulmuş...
Peki, acaba bunlar ne kadar, bir memleketi doldurur mu dersiniz?
İşin hakikati şudur ki: bu faaliyeti ne kadar geniş kabul edersek edelim, sayısı rakamlara sığmayan yaratılmışlar üze­rinde, tâ ezelden sonu gelmeyen müddetler boyunca tecellî edip duran Allah'ın merhameti karşısında dâima sönük kala­caktır. Sonra insanlar, yaptıkları iyilikten mutlaka kendileri­ne âit bir menfaat ve meselâ ad yapmak, şan ve şöhret kazan­mak veya sevap ve mükâfat dilemek gibi bir hedef, bir gaye gözetir. Dünyâca, âhiretçe her halde bir karşılık beklerler. Çünkü noksanlıkları, ihtiyaç ve aczleri böyle icap ettirmekte­dir. Bu ise cömertlik değil bir çeşit muvazaadır. Hakikî cö­mertlik, minnetsiz, garazsız ve ivazsız olarak yapılan iyiliktir. Buna da insanlar muktedir değildir.
Allahu teâlâ kemâl-i zâtı ile kâmil bulunduğu için, zâtına âit beklediği her hangi bir şey, bir kemâl yoktur. Binaenaleyh O'nun cûd-ü rahmetinin her hangi bir kemâlin istihsâli için olması imkânsızdır. Her türlü ivaz ve garazdan münezzehtir. Mutlak ve hakîkî merhamet edici ancak O'dur. Daha doğrusu merhametli dediğimiz şahısların kendilerini yaradan O olduğu gibi, ellerindeki ni'metleri yaradan da O'dur. O ni'metlerden muhtaçlara vermek üzere gönüllerinde arzu uyandıran da yine O'dur. Bütün bunları sahibine verdikten sonra ortada kalan şey, yalnız hayır sahiplerinin irâdesi, yâni hayrı yapmağa vic­danlarında karar vermiş bulunmalarıdır. Fakat bu da yine Al­lah'ın verdiği serbestliğin bir neticesidir. Şu kadar ki, onlar Allah'ın verdiği bu serbestliği kötüye kullanmayıp iyi niyete sarfetmişlerdir. Mükâfata istihkakları da işte bu yüzdendir. [570]

Merhametli İnsanların Yapması Gereken Şeyler:


1- Dâima Allâhu teâlâ'ya şükretmeli ki, kendilerini, bu meziyete lâyık görmüştür.
2- Hayırlı işlerde kullanıldığından dolayı kat'iyyen onurlanmamalıdır. Çünkü o imkânı veren ve bu meziyeti yaratan Allah'tır. Eğreti bir vasıfla onurlanmak, olgun insanların ka­bul edeceği bir şey değildir.
3- Kendine bahşedilen bu meziyetten Allah'ın kullarını elinden geldiği kadar faydalandırmağa çalışmalı ve bu uğurda zahmet ve meşakkat görse bile tahammül etmeli ve bunu ya­parken yüreğindeki dileği yalnız Allah'ın rızâsı olmalıdır. O zaman bu uğurdaki çalışmaları bir ibâdet olur da Allah'tan mükâfatını görür, kazancı yalnız dünyâ'da eline geçenden iba­ret kalmaz.
4- Yaptığı iyiliği, iyilik ettiği insanların başına kakma­malı; çünkü bu hal iyiliğin sevabını öldüren çirkin bir iştir. Halbuki Allahu teâlâ eğer başkalarının yardımına muhtaç in­sanlar yaratmasaydı, servet sahipleri, ellerindeki servetleri ile Allah'a yarar bir iş yapmağa fırsat bulamazlardı. Şu halde aramızda bir takım aceze ve fukaranın bulunması da bir nî'mettir. Onlar ücretsiz emanetçidir, kendilerine burada veri­lir, âhirette fazlasıyle alınır. [571]

Îyilîk Görenlerin Yapması Gereken Şey­ler:


1- Onların yüzünden faydalandıkça kendilerine teşekkür etmeli ve her zaman onları iyilikle anmalı. Çünkü Allah iyi­lik bilenleri sever, nankörlük edenleri sevmez.
2- Yüzünden iyilik gördüm diye onları mabut derecesine çıkarıp da kendilerine tapmamalı, her iyiliğin, her yardımın Allah'tan geldiğini ve mahlûkatın bu hususta nihayet birer vâsıta, birer âlet olduğunu bilerek, asıl iyiliği yaratanla ona vâsıta olanları güzelce ayırt etmeli ve her birinin şanına lâyık bir suretle sevgi ve saygı göstermelidir. [572]

Er-Rahmân, Er-Rahîm İsm-i Şerifinin Zevkini Duyanlar:


Bu zevki duyan gönüllere yeis ve ümitsizlik giremez. Ne kadar darlık ve ıstırap içine düşerse düşsün, Allâhu teâlâ'nın mutlaka onu selâmete çıkaracağına emindir. Çünkü suret-i kat'iyede bilir ki, O merhametlilerin merhametlisi, kerimle­rin ekremidir. İnsanlar arasında intihar faciasının ümitsizlik­ten, bunun da çok defa Rahman ve Rahîm sıfatlarının sahibi bulunan Allahu teâlâ'ya imansızlıktan ileri geldiğine şüphe yoktur. [573]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...