Her Eksiklikten Münezzeh.
Hatâdan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz.
"Kuddüs" Allah'ın güzel isimlerinden olup "Kuda" kökünden türetilmiştir. Fu'ül vezninde olan el-Kuddüs temiz ve pak anlamlarına gelmektedir.
"Kuddüs", Allah'ın her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh, pak olması demektir. "Takdis ve tethir" Allah'ı noksanlıklardan tenzih etmek demektir.
"Biz seni hamd ile tesbih eder ve her türlü noksanlıklardan tenzih ederiz."
Ebu İshak ez-Zeccac bu konuda şunları söylüyor; Nefislerimizi temizleriz. Bunu da sana itaat eden kimselerle yaparız. İlahi emir ve yasakları meleklere ve peygamberlere ulaştırmakla görevli vahiy meleği Cebrail insanları manevi açıdan temizleyen vahyi getirmesi ve hiç günah işlememesi sebebiyle 'Ruhu'l-Kudüs" diye isimlendirilmiştir, demiştir,
Kuddüs, Kur'ân-ı Kerim'de iki yerde geçmektedir. Bunlar bir (Haşr: 59/23)'de ve diğeri:
"Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, aziz ve hakim olan Allah'ı teşbih eder." geçmektedir.
Resulullah (s.a.v.) rükuda: "Meleklerin ve ruhun Rabbini takdis ve tesbih ederim."derdi.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiç bir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, esenlik verendir."
"el-Kuddûs" ve "es-Selâm"ın mânâları birbirine yakındır. el-Kuddûs, "tazim ederek ve yücelterek birisini tenzih etti, ayıplardan ve kusurlardan uzak ve temiz gördü" anlamına gelen "kaddese" fiilinden türetilmiştir. "es-Selâm" ise "selamet" kelimesinden alınmadır. Allah Teâlâ yaratıklardan herhangi birine benzemekten, her türlü eksiklikten ve kemâline aykırı her şeyden salimdir.
O, mukaddestir/pâk ve temizdir, muazzamdır/büyüktür, her türlü kötülük ve çirkinlikten münezzehtir/uzaktır, yaratıklardan herhangi birine benzemekten, eksiklikten ve kemâline aykırı her şeyden salimdir. Allah şu şekilde tenzih edilir: O her yönden ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. O, bir benzerden, denkten, rakipten, eşten ve zıddan münezzehtir/uzaktır, temizdir ve bunlara sahip olmaktan çok üstün ve büyüktür. En mükemmel, en muazzam ve en kapsamlı olan sıfatlarından herhangi bir sıfatın eksikliğinden de münezzehtir. O'nun "azamet" ve "kibriya" sıfatlarına sahip olması her türlü noksanlıktan tam olarak münezzeh oluşundandır. Tenzih/kusurdan beri görme O'nun gayrisi içindir. Yani O'nun tenzihe ve takdise ihtiyacı yoktur. Tenzih, kötü zanlardan O'nun kemalini yüceliğini korumak maksadıyla yapılır. Nitekim cahiller O'nun hakkında bir takım kötü zanlara düşmüşler ve O'nun şânına lâyık olmayan şeyler söylemişlerdir. Kul Rabbine sena ederek "Sübhanallah" veya "Tekaddesallah" veya "Teâlâllah" veya benzeri şeyler söylediği zaman O'nun her türlü noksanlıktan sâlim/uzak ve her türlü kemâle/mükemmelliğe sahip olduğunu ifade ederek övmüş olur.
Allahu teâlâ mahlûkâta benzemekten münezzehtir. Allah yaradılmışların zâtlarından, hallerinden, vasıflarından hiç birine benzemez. Meselâ cisimlerin, zahirî hislerimizle bilebildiğimiz lezzet, renk, koku, soğukluk, sıcaklık, sertlik, yumuşaklık... gibi bütün hallerinden; dert, tasa, sevinç, korku, hüzün, ızdırap, infial, tagayyür gibi nefsânî keyfiyetlerinden veya her hangi bir şekilden, suretten, miktardan, zamandan, mekândan, tertipten, tecezziden, tenâhîden ve bunlar gibi diğer bütün mahlûkatın şânından olan her hangi bir hal ve vasıftan, bir şeye benzemekten çok yüksek, çok uzaktır.
Bu ism-i şerîf, temiz ve pâk olmak ma'nâsına Kuds mastarından mübalâğa sîgasıdır. Her türlü ayıptan, kirden, pastan, lekeden, eksiklikten son derece temiz demektir. Ülûhiyyete mahsus sıfatlardan Muhâlefetün li'I-havâdis sıfatına râci'dir.
İnsan oğlunda bulunan iki türlü sıfat: İnsan oğlunda bir takım haller ve sıfatlar vardır ki, onlar yüzünden sevilir, hürmet edilir. Yine bir takım haller ve sıfatlar da vardır ki, o yüzden yerilir, nefret edilir. Meselâ halleri ve sıfatları kusurlu ve ayıplı olan, bilgisiz ve âciz insan sevilmez, herkes onlardan uzak kalmak ister. Bâzı insanlar da yaradılışı i'tibâriyle güzeldir, sözü sohbeti bellidir, bir şeyler bilir, bir şeyler yapar. Evvelkilere nakıs insanlar, ikincilere mükemmel insanlar denirse de, insanların da yine bir çok eksik tarafları bulunur. Mahlûkun kusursuzluğu izafîdir.
Mahlûkat içinde her türlü ayıplardan, kusurlardan tam ve mutlak surette tertemiz bir varlık sahibi bulunması imkânsızdır. Mahlûkun kusursuzluğu, kendi aralarında ve birbirlerine nisbetle izafî ve mahduttur; bu i'tibarla en kıymetli insanlar hiç noksanı bulunmayan değil, pek az noksanı olandır. Böyle insanların fazileti, kemâli daha çok olur ve bunlar, mensup oldukları aileler, memleketler, milletler ve hattâ bazan bütün insanlar için iftihar kaynağı olurlar. Allahu teâlâ, insanlardaki kemâl sıfatlarından da mukaddestir.
İnsanlarda bulunup da nefret ve istikrah edilen sıfatlardan başka, insanların birbirlerine karşı üstünlüğünü ve kıymetini ifâde eden ve insanlar tarafından kemâl sıfatlar diye adlandırılan sıfatlardan da Allahu teâlâ münezzehtir. Gerçi bu sıfatların kemâl sıfatlar diye adlandırılması, insanların kendi aralarında ve kendi hallerine göre doğru olabilirse de, Allah teâlâ hakkında bunlar hep noksan sıfattır. Meselâ ilim, kudret birer kemâldir, fakat muhakkak surette Allahu teâlâ insanların bildiği gibi bilmekten, insanların yapabildiği kadar yapmaktan çok üstündür. Çünkü O, kayıtsız şartsız her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter, işte hakikî kemâl sıfaü budur, insanlar ise bir şeyi bilir, fakat bilmediği nâ-mütenahîdir. Bir şey yapar, fakat isteyip de yapamadığı nâ-mütenâhîdir. Daha doğrusu Allahu teâlâ'nın müsaade ettiği sınıra kadar bilir ve tâyin ettiği hududa kadar yapar. Ondan ilerisi kat'î bir acz... kat'î bir hiçliktir.
El-Kuddûs ism-i şerifinin tek ve eşsiz olarak biricik sahibi, Allahu teâlâ'dır. Her bakımdan mutlak kemâl O'na mahsustur. Allahu teâlâ zâtında, sıfatında, efâlinde, ahkâmında, esmasında her türlü lekeden, eksiklikten uzak ve çok temizdir. O zâtında veya her hangi bir sıfatında veya fiilinde veya hükmünde veya isminde mahlûkundan birine benzemekten veya mahlûkâtından biri O'na benzemekten mukaddestir. O'nun zâtı kadîmdir, bakidir, sıfatları kâmildir, ezelîdir. Hiç bir fiilinde maddeye, müddete, yardımcıya ihtiyacı yoktur. Bütün hükümleri hikmetlidir. Kullar içinde baştan başa hayır, menfaat ve inayettir. O'nun isimleri de nâ-mütenâhî kemâlâtını bildirdiği için en yüce, en güzel kelimelerdir.
İnsanların zâtları, sıfatları, fiilleri, hükümleri, isimleri hep ayıplı ve kusurludur. Bir kere varlıkları mahduttur. Halleri, sıfatları da mahduttur, işleri ıvazlı ve garazlıdır. Hükümlerinin doğrusu olduğu gibi hatalısı da çoktur, insanlara müteallik ma'nâlar ifâde eden, isimlerin ve kelimelerin de nihayet taşıdıkları ma'nâlardan fazla bir güzelliği olamaz.
Allahu teâlâ'nın bütün varlığa hâkim bir saltanat sahibi bulunduğunu bildiren El-Melik ism-i şerifinden sonra El-Kuddûs ism-i şerifinin getirilmesi, fikirleri yanlış yollara sapmaktan koruduğu için ne kadar uygun düşmüştür. Evet, nice insanlar var ki, Allahu teâlâ'yı hakkıyle bilmediklerinden, O'nu kendi aralarındaki hükümdarlara benzetiyorlar, O'nun -hâşâ- Arş üzerinde ikâmetgâhı olduğunu ve mahlûkatı içinden bir takım şahısları seçerek onlara tasarruf salâhiyeti verdiğini ve onların eliyle ahkâmını yürüttüğünü ve güya onların vereceği raporlarla işlere muttali olacağını ve daha bunun gibi ülûhiyyet şânına uymayan bâtıl zanlara düşüyorlar. Bütün bunlar düzeltilmesi vacip bozuk akidelerdir ve bu bozuk akideler yüzünden insanların başına gelmedik belâ kalmamıştır. Allahu teâlâ, cisim sahipleri gibi bir yerde oturmaktan, bir yerde bulunmaktan, bir işi başkasına gördürmekten... münezzehtir. O'nun her zerreye yakınlığı birdir. Her şeyi ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır, ikâmetgâh, zaman, mekân mefhumları yaradılmışlarla beraber doğmuştur. Bu varlık yokken zaman ve mekân da yoktu, fakat Allahu teâlâ vardı.
Allahu teâlâ'yı üstün güzelliklerle yâni kendine mahsus vasıflarla öğmek ve O'na noksan vasıflar isnat etmekten sakınmaktır. Birincisi takdis, ikincisi tesbih'dir. Yâni Allahu teâlâ'ya kendine mahsus kemâl sıfatlarıyle hamd-ü sena etmek takdis; O'nu herhangi bir lekeden, herhangi bir yaraşıksızlıktan tenzih etmek tesbihtir.
İ'tikâdını, ibâdetini, kalbini lekeden ve çirkinlikten temizlemeğe çalışmaktır.
İ'tikât Temizliği: Şüphe ve tereddütten uzak olması, inanışın yakîne dayanmasıyle olur. Onun için i'tikâda ait herhangi bir mes'elede tereddüt duyulunca hemen o noktayı kat'î bir kanâat hâline getirinceye kadar çalışmak ve ihtisas sahiplerinden soruşturmak icâbeder. Çünkü i'tikât mes'elesi bir küldür, tecezzî kabul etmez. Herhangi bir unsurunda mütereddid bulunmak, bütün i'tikâdı sarsar.
İbâdet Temizliği: İhlâs ile olur. Mâlî olsun, bedenî olsun, her türlü ibâdet yalnız Allah için yapılır. Âbid'in gayesi ancak Allah'ın rızâsına ermektir. Bu gaye gönülde başka maksatlara, başka mülâhazalara yer vermeyecek kadar kuvvetli ve şümûllü olmalıdır. Eğer ibâdetlerde Rızâu'llah ile beraber başka maksatlar da güdülürse, o ibâdette ihlâs kalmaz; karışık ve katkılı olur. İbâdette şirk işte budur. Bu da insan için bir yüz karası, tevbesiz afvedilmeyen bir suçtur.
Kalb Temizliği: Oradan kötü huyları atmakla olur. Kalbler Allahu teâlâ'nın dâima bakıp durduğu yerlerdir. O'nun için gayet temiz tutulmalıdır. Maddî bir temsil ile, kötü huylar, kalb sahasında yer yer yığılmış müteaffîn çöplükler, pislîkler, bataklıklar, ayrık kökleri, yabanî dikenler gibidir, iyi huy kazanmak da bunları temizleyip tesviye turâbiyesini yapmak, muntazam taksimatlı çiçeklikler ve güzel çiçeklerle kalb sahasını temiz bir park hâline getirmektir.
|
|
|
|
|