ANNEM
30 Eylül 2014
SEVGİLİ ANNEM
ATATÜRK'ÜN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
ATATÜRK'ÜN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
- Zeki ve çalışkandır. İleriyi görür ve yenilikçidir. Bilim ve sanata önem verir. Sabırlı ve disiplinlidir.. İyi bir konuşmacı iyi bir askerdir. KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ Vatanını ve milletini sever Kararlarını düşünerek verir. Kararlı ve azimlidir. Eşitlikçi ve adildir.. Alçak gönüllü ve hoşgörülüdür..
- 1881’ de Selanik’te doğdu.Askeri okullarda eğitim gördü.1.Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması’na karşı çıktı.Çünkü bu antlaşma ulusun bağımsızlığını zedeliyordu. Bu sırada ülkede halk bu antlaşmanın uygulanmasına karşı örgütlenmişti.Bu insanları biraraya getirmek amacıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı.Dahasonra Amasya’da devlet adamları ve komutanlarla görüşme yaptı .Burada alına kararlar halkın bilinçlenmesini sağladı.
- ATATÜRK’ÜN HAYATI
- Erzurum ve Sivas’ta halkın temsilcileriyle kongrelere katıldı.Bunlara başkanlık edip önemli kararlar alınmasını sağladı.23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasını sağladı.Böylece,hakimiyet kayıtsız şartsız millete verildi. TBMM başkanı olan Mustafa Kemal düzenli ordunun kurulmasını sağladı.Bu ordu Kurtuluş Savaşı’nda başarılar kazandı.Mustafa Kemal Sakarya’da orduya başkomutanlık yaptı.Savaş halkın da desteği ile zaferle sonuçlandı.Türkiye’nin bağımsızlığını dünyaya kanıtladığı Lozan Barış Antlaşması imzalandı.
- Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal’e Soyadı Kanunu ile Atatürk soyadı veridi.Yaptığı yeniliklerle ülkemizin modernleşmesini sağlayan Atatürk, 10 Kasım 1938’de vefat etti.
ATATÜRK'ÜN KATILDIĞI SAVAŞLAR
ATATÜRK'ÜN KATILDIĞI SAVAŞLAR
ATATÜRK'ÜN KATILDIĞI SAVAŞLAR
- İtalya, 19. yüzyılın sonlarına doğru, bugün Libya adıyla anılan Kuzey Afrika'daki Trablusgarp ve Bingazi'yi ile geçirmeyi planlamıştı. O dönem İngiltere Mısır'a, Fransa da Tunus'a hakim olmuş, İtalya da gözünü Trablusgarp'a dikmişti. İtalya, İngiltere ve Fransa'yla yaptığı gizli ve açık anlaşmalarla Trablusgarp'ı işgal onayını aldıktan sonra, 29 Eylül 1911'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 5 Ekim 1911'de Trablus'a asker çıkardı. 20 Ekime kadar peş peşe Tobruk, Derne ve Bingazi İtalyanların eline geçti.
- Osmanlı ordusunun genç subaylarından bir bölümü Trablusgarp'ı savunmak için gönüllü olarak Mısır, Tunus yoluyla cepheye gittiler. Binbaşı Enver Bey, Kolağası Mustafa Kemal, Fuat Bey (Bulca), Nuri Bey (Conker), Fethi Bey (Okyar), Albay Neşet Bey bu subaylar arasındaydı. Enver Bey, Trablus'ta yerli Arapları teşkilatlandırarak savunmaya katılmalarını sağladı ve Askeri birlikleri üç komutanlığı ayırdı. Trablus Komutanlığı : Kurmay Albay Neşet Bey Bingazi Komutanlığı : Kurmay Binbaşı Enver Bey Derne Komutanlığı : Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal Seyahati sırasında binbaşılığa yükselen Mustafa Kemal, 8 Aralık 1911'de Trablusgarp'a geldi. 22 Aralıkta Tobruk Savaşı'nı kazandı. Derne'de 16/17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi gören Mustafa Kemal, 6 Mart 1912'de Derne komutanı oldu. Derne'de başarılı savunma muharebeleri yaptı.
- Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine 15-18 Ekim 1921 tarihleri arasında, Osmanlıİtalyan delegeleri arasında imzalanan Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması ile sona erdi. Antlaşmaya göre Trablusgarp ve Bingazi tam bir İtalyan sömürgesi oldu. İtalya bununla da yetinmeyerek, 5 Kasım 1911'de Trablusgarp ve Bingazi'yi topraklarına kattığını dünyaya duyurdu. Gönüllü subaylar Balkan Savaşında görev almak üzere İstanbul'a döndüler.
- Balkanlarda dört devlete (Bulgaristan,Yunanistan,Sırbistan,Karadağ)karşı savaşan Osmanlı devleti savaş sonucunda yenilmiş ve savaş sonrası yapılan Londra antlaşmasıyla tüm balkan topraklarını ve Trakya‟daki topraklarını kaybetmiştir. II.Balkan Savaşı esnasında Trakyada Bulgarlara karşı verilen mücadeleye M.Kemal Bolayır kolordusu kurmay başkanı olarak katılmıştır.Bolayır kolordusu bulgarlara karşı büyük başarılar kazanmış ve Edirne‟yi Bulgarlardan geri almıştır.Aynı yıl içerisinde M. Kemal Sofya askeri ateşeliğine atandı.II.Balkan Savaşları sonucunda yapılan İstanbul antlaşmasıyla Meriç nehri sınır kabul edilmiş Böylece Osmanlı Devleti I Balkan Savaşında kaybettiği topraklardan bir kısmını geri almayı başarmıştır.
- I Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin en başarılı olduğu cephe Çanakkale Cephesidir. Dünya tarihinin en kanlı savaşı bu cephede cereyan etmiştir. İngiltere ve Fransa, müttefikleri Rusya'yla birleşerek savaşın seyrini lehlerine çevirmek istiyordu. Rus ekonomisi savaşın yükünü kaldıramaz hale gelmişti. İtilaf Devletleri Osmanlı Devletini saf dışı bırakmak, Rus Ordusuna gerekli askeri yardımı ve malzemeyi en hızlı bir şekilde ulaştırmak, Kafkasya Cephesinde bunalan Rusya'yı rahatlatmak ve Türk Ordusunun geri çekilmesini sağlamak için Çanakkale Boğazına harekat düzenlediler.
- İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Çanakkale Boğazı'ndan geçişlerine 18 Mart 1915'te başarıyla karşı konuldu. İtilaf Devletleri donanması ağır kayıplar verince, Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarıp kara muhaberelerini başlattılar. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği birlik Conkbayırı'nda durdurdu. Bu başarı üzerine, Mustafa Kemal albaylığa yükseltildi. General Harrington komutasındaki İngiliz birlikleri 6-7 Ağustos 1915'te tekrar taarruz etti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal, 9-10 Ağustos 1915'te 1. Anafartalar Zaferi'ni kazandı Bu zaferi, 17 Ağustosta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta 2. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşı'na katılan Türk Ordusu'ndan, çoğu öğrenim çağında 253.000 subay, er ve erbaş şehit oldu. Çanakkale'nin geçilemeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransızlar da, arkalarında Türkler kadar kayıp bıraktılar. 19/20 Aralık 1915'te Anafartalar ve Arıburnu'ndan, 8-9 Ocak 1916'da Seddülbahir'den kesin olarak çekildiler.
- Arıburnu‟ndaki Anzak Kolordusunun Nisan‟da yaptığı çıkarmanın temel amacı önce, Kabatepe ile KüçükArıburnu arasındaki kumsallık bölgeye çıkmaktı. İlk aşamada Conkbayırı- Kocaçimentepe çizgisi denetim altına alınıp, oradan Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, Kuzeyde‟ki Türk kuvvetlerinin Güneyde, Seddülbahir bölgesindeki Türk birliklerine yardımı engellenmiş olacaktı.25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateş altında, Anzak Kolordusu‟nun 1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının bir şekilde kuzeye kayması sonucu, saat 05.00‟te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu Kesimine
- çıkmak zorunda kalır.Bu noktada kıyı gözetlemesi yapan bir Türk takımının direnişine karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler. Diğer taraftan, Bigalı‟da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25 Nisan gecesi Conkbayırı yönünde tatbikat yapmakta idi. Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz.
- Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal, kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere
- Conkbayırı‟na çıktığında,, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür.O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme sırasında şöyle anlatmaktadır.“...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak:
- -Niçin kaçıyorsunuz ? dedim. -Efendim düşman dediler! -Nerede? -İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:
- - Düşmandan kaçılmaz, dedim. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin „ marş marşla‟ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...”
- Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf ta mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü'nün Conkbayırı‟na yerleşmesi için gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Çanakkale Savaşları Kara Harekatı‟nın kaderini belirleyen önemli anlardan birisidir. Böylesine önemli anda kilit rolü oynayan kişi ise,tartışmasız Mustafa Kemal‟dir. Bu husus, Çanakkale Savaşları tarihiyle uğralan Türk ve yabancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp vurgulanmaktadır.Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay‟dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen
- Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu emri verir: “ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır.Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler, kritik ve endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken, Anzak Kolordusu‟nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu‟nun sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur
- Bu tarihten başlayarak harekat, 1915‟in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, ConkbayırıKocaçimentepe-kabatepe bölgelerinde,tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir. Bu çarpışmalar sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar vermişlerdir. Ağustos ile birlikte ise savaş şiddetli çarpışmalara dönüşür. Tıpkı Seddülbahir‟de olduğu gibi, Anzak ordusu da taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerde 3-4 km.lik bir mesafe ilerleyip, boşaltmaya kadar da o noktada kalmışlardır.
- 25 Ağustos 1915‟ten Ağustos sonuna kadar, Müttefikler hem Seddülbahir hemde Arıburnu‟nda başarılı olamayınca, Çanakkale Boğazı‟nı, geriden sarkarak ele geçirmek amacıyla harekete geçerler. Bu arada General Hamilton, Türk Ordusu‟nun gerilerine sarkmak ve çember içine alıp yok etmek için, Büyük ve Küçük Kemikli Burunları arasında yeralan Suvla sahillerine çıkıp, Anafartalar‟da üçüncü bir cephe açmaya karar verir. Hedef, Conkbayırı ve Koçaçimentepe blokunu ele geçirerek buradan ilerleyip, çanakkale Boğazı‟na inerek hakim olmaktır. Bu amaçla da, 9.İngiliz Kolordusu'nu ,6-7 Ağustos gecesi karanlıktan yararlanarak bölgeye çıkartır.
- Amaç, sabah gün ağarmadan von Sanders, Saros Grup Komutanına 7. ve 12. Tümenlerle süratle Anafartalar kesimine gitmesini ve karaya çıkan İngiliz birliklerine 8 Ağustos sabahı erkenden taarruz edilmesi emrini verir. Anafartalar Müfrezesi komutanı Yarbay Vilmer‟e de, Saros‟dan iki tümenin gelişine kadar, İngilizlerin ilerleyişine engel olunmasını emreder. Liman Von Sanders, bundan sonra, Kurmay Albay Mustafa Kemal‟i, 8 Ağustos 1915 günü saat 21.45‟de, Anafartalar Grup Komutanlığına atar. Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal, 9 Ağustos sabahı ,12. tümenle 9. İngiliz Kolordusuna. 7.Tümenle de Anzak Kolordusu ile işbirliği yapmasına engel olmak amacıyla, damakçılık Bayırı yönünde saldırıya geçer. Her iki tümenin saldırıları da başarılı olur.
- İngiliz Birlikleri, beklemedikleri bu karşı Türk taarruzu ile şaşkına dönmüş, ağır kayıplar verirler. Birinci Anafartalar Muharebeleri olarak adlandırılan bu harekat sonunda, durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal şöyle demiştir: “...Gerçekte, düşmanın bir kolordusunu zayıf bir tümenimle Kireçtepe-Azmak arasında yenmiş, Tuzla Gölüne kadar takip ederek orada tesbit etmiştim Diğer taraftan yeni çıkan birliklerle güçlendirilen 9. İngiliz Kolordusu, Anafartalar yönünde iki kanat harekatı daha denediyse de başarılı olamamıştır. Ancak, Türkler açısından bu bölgede durum, savunulması güç bir konum olduğu için tehlikeli sayılırdı. Tehlikeli durumu düzeltmek için Liman von Sanders, Kuzey Grubundaki 8 Tümeni iki alayla takviye ederek , Anafartalar grup Komutanı Mustafa Kemal‟in emrine verir.
- Tümen karargahına 9-10 Ağustos gecesi gelen Grup Komutanı Mustafa Kemal, takviyeli 8. Tümeni 10 Ağustos sabahı karanlıkta, sadece süngü kullanarak hücuma geçirir. İngilizlere çok ağır kayıplar verdirilerek harekat başarılı olur. Daha sonra, savunma yapılabilecek ek arazinin ele geçirilmesi üzerine, ulaşılan bu ileri çizgide de destek ve güçlendirmeler yapılarak savunmaya geçilir. Böylece, diğer bölgelerde olduğu gibi Anafartalar Bölgesinde de savaş, boşaltmaya kadar , siper ve mevzi savaşına dönüşmüş olur. Diğer bir deyişle, General Hamilton‟un İkinci Planı da başarısız olmuş, hedefine ulaşmamıştır.
- Çanakkale Savaşları kara harekatıyla ilgili olarak belirtilmesi gereken önemli bir diğer nokta da şudur: tüm bu çarpışmalar ve karşılıklı saldırılar sırasında, Türkler mertçe, dürüstçe ve kahramanca çarpışmış, insancıl meziyetlerini ve güçlü kişiliklerini sergilemişlerdir. İster Seddülbahir‟de, ister Suvla‟da ya da, Anafartalar‟da olsun durum aynıdır. rneğin Kızılhaç çadırları ve hastane gemileri, yaralı taşıyan botlar, ya da sedyeleri hedef alan atışlar yapılmamıştır.Tepeler Türklerin elinde olmasına ve olumlu doğa koşullarına karşın, düşmanın sürekli olarak çekindiği zehirli gaz kullanılmamış, su kaynakları zehirlenmemiş, bu yöntemler hiçbir zaman mert ve dürüstçe bir tutum sayılmamıştır.
- Mustafa Kemal Anlatıyor : "10 Ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzere idi. 8. Tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım. Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum. Ancak siz acele etmeyin evvela ben ileri gideyim. Size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız dedim. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 2030 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'nda çıt çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu.
- Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 04.30'da kıyametler kopmuştu İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. Allah Allah sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu. Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım elimi göğsüme götürdüm kan akmıyordu. Olayı Yb. Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması cephelerde panik yaratabilirdi.
- Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı gün gece yani 10 Ağustos günü beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşaya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış ve heyecanlanmıştı. Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler. Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale'nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular
- 2 Kasım 1914'te Rus kuvvetlerinin Kars'a doğru taarruzuyla cephede savaşlar başladı. 6/9 Kasım 1914'te Ruslarla Köprüköy savaşı yapıldı. Ruslar yenilince biraz geri çekildiler. 22 Aralık 1914'te Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın çetin kış şartlarını rağmen Sarıkamış civarında Ruslara karşı yaptığı harekatta 3. Ordu'ya mensup askerlerden çoğu donarak şehit oldu. 60.000 şehit verildi. 1915 yılı baharında Ermenilerle birleşerek güçlenen Rus birliklerinin taarruzu başarılı oldu. Ruslar, Van ve Malazgirt'i aldılar 22 Temmuzda başlayan karşı taarruzla Van ve Malazgirt 25/26 Temmuz 1915'te kurtarıldı.
- 1916 yılında Grandük Nikolas, Rus kuvvetlerinin başkomutanı olunca, Ruslar Kafkasya'daki kuvvetlerini artırarak taarruza geçtiler. 16 Şubat 1916'da Erzurum düştü. Trabzon'a da bir kolorduyla ilerlediler. 3. Ordu, Kemah-Refahiye-Tirebolu hattına çekildi. Mart 1916'da Bitlis, Muş, Van, Hakkari de Ruslar tarafından işgal edildi. Hükümet, Çanakkale Bölgesinde bulunan 2. Ordu'yu Kazım Karabekir komutanlığında doğu cephesine kaydırdı. 10 Mart 1916'da atama emrini alan Mustafa Kemal, Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılan 16. Kolordu'nun komutanı olarak, 15 Mart 1916'da Doğu Cephesinde göreve başladı. 7/8 ağustos 1916'da Muş ve Bitlis Ruslardan kurtarıldı. Yıl sonuna kadar Ruslarla savaşa devam edildi.
- 1917 yılında Rusya'da iç karışıklıklar başladı. Ekim 1917'de Bolşevikler devrimle yönetime el koydu. Yıl boyunca Rus birlikleri işgal ettikleri topraklardan çekildiler. 18 Aralık 1917'de Ruslarla Erzincan Mütarekesi yapıldı. Mütarekeden sonra Rus kuvvetleri Doğu Anadolu'yu tamamen terk etti. 1917 kışı, hem Türkler hem de Ruslar için güç şartlarda geçti. Soğuk ve hastalıklar sebebiyle iki tarafta ağır kayıplar verdi. Daha sonra 3 Mart 1918'de Brest Litovsk anlaşamsı yapılarak Kars, Ardahan ve Batum'un Osmanlı İmparatorluğu'na bırakılması saptandı.
- Rus birliklerinin geri çekilmesi üzerine, savaş sırasında kurulmuş bulunan Ermeni taburları Türk halkına saldırdı. 3. Ordu Ermeni çeteleriyle savaşmak zorunda kaldı. Ermeni kuvvetleri bozguna uğratılarak Nisan 1918 sonuna kadar, Kars, Ardahan, Batum kurtarıldı ve Gümrü'ye girildi.
- İngilizler 1914 yılı Aralık ayında Türk dostu saydıkları Hidiv Abbas Hilmi Paşa'yı yönetimden uzaklaştırarak, Mısır ve Süveyş Kanalı'na tamamen egemen oldular. Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın, 14 Ocak 1915'te 14.000 deveyle iki koldan Süveyş Kanalı'na yaptığı harekat (1.Kanal Savaşı) başarılı olamadı. 4 Şubat 1915'te Birüsseba-Gazze'ye geri dönüldü. 1916 yılında Süveyş Kanalı'nı almak için 2. Kanal Harekatı yapılırken, Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlı Devletine karşı ayaklandı. Ayaklanmanın bastırılması için 4. Ordu'dan bir kısım birlikler Hicaz'a gönderildi. Ordunun geri kalan kısmıysa, Gazze-Şeria-Birüsseba hattında savunmaya çekildi. 1917 baharında İngilizler, Gazze'ye saldırdı.
- 1. ve 2. Gazze Savaşları yapıldı. İngilizler Türklerin kahramanca savunması karşısında çekilmek zorunda kaldılar. Takviyelerini artırmaya başlayan İngilizlerin Filistin Cephesinde toplanmaları üzerine, Cemal Paşa'nın uyarısıyla Yıldırım Ordularının Irak cephesinde kullanılmasından vazgeçilerek Filistin ve Suriye'de kullanılması kararlaştırıldı. Aynı yıl 7. Ordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Komutanı General Falkenhayn ile anlaşamadı. Harbin yönetimini tenkit eden iki rapor yazarak 6 Ekim 1917'de komutanlıktan istifa etti. Savaş hazırlıklarını tamamlayan İngilizler, 24 Ekim 1917'de 138.000 askerle taarruza başladılar.
- Birüsseba-Gazze Savaşı'nı kazandılar. 9 Kasım 1917'de Kudüs düştü. General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin Mart 1918 başı ile 18 Mayıs arasındaki Telazur, 1. ve 2. Salt-Amman taarruzları başarıyla durduruldu. 1918 yılında Falkenhayn'ın yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na General Liman von Sanders atandı. 7. Ordu Komutanlığına Mustafa Kemal Paşa yeniden döndü. Yığınaklarını artıran ve mevcudu 460.000'e yükselen İngiliz ordusunun 19 Eylül 1918'de Filistin'de başlattığı taarruz hızla gelişti ve Filistin tamamen İngilizlerin eline geçti.
- Yıldırım Ordular Komutanı, Halep'te savunma düzeni kurma görevini Mustafa Kemal Paşa'ya bırakıp, Adana'ya gitti. Mustafa Kemal bir yandan İngilizlerle, diğer yandan Arap silahlı çeteleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Halep'in kuzeyinde bir savunma hattı kurup İngilizler'i durdurmayı başardı. 31 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'nden bir gün sonra Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na atandı.
UNUTTURULMAK İSTENEN DEVRİMCİ ATATÜRK 2 Hazırlayan: Olgaç DEMİRKOL
UNUTTURULMAK İSTENEN DEVRİMCİ ATATÜRK2
Hazırlayan: Olgaç DEMİRKOL
Hazırlayan: Olgaç DEMİRKOL
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)
Olgaç Demirkol
Olgaç Demirkol
- UNUTTURULMAK İSTENEN DEVRİMCİ ATATÜRK 2
- Hazırlayan: Olgaç DEMİRKOL
- ‘’ TBMM hükümeti,hayat ve
- bağımsızlığını kurtarmayı biricik amaç ve erek bildiği halkı EMPERYALİZİM ve KAPİTALİZİM tahakküm ve zulmünden kurtaracak yönetim ve hakimiyetin gerçek sahibi kılmakla amacına erişeceği kanısındadır.’’ TBMM bildirgesi,1920
- ‘’ Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ulusun yaşam ve bağımsızlığına suikast eden EMPERYALİST ve KAPİTALİST düşmanların saldırılarına karşı savunma ve dış düşmanlarla işbirliği yapıp ulusu aldatmaya ve bozmaya çalışan İÇ HAİNLERİN cezalandırılması için Ordu'yu güçlendirilmeyi ve onu ulusal bağımsızlığın dayanağı bilmeyi görev sayar.’’ M.K.ATATÜRK, 13.09.1920
- ‘ ’ Biz hayatını, istiklâlini kurtarmak için çalışan Emekçileriz, zavallı bir halkız! Ne olduğumuzu bilelim.Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak suretiyle bir hak elde ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzda yeri yoktur, hakkı yoktur! O halde söyleyiniz Efendiler! HALKÇILIK , toplumsal düzenini EMEĞİNE, hukukuna dayandırmak isteyen bir toplumsal doktirindir . Efendiler! Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için genel kurulumuzca, milletçe bizi mahvetmek isteyen EMPERYALİZME KARŞI ve bizi yutmak isteyen KAPİTALİZME KARŞI milletçe mücadeleyi uygun gören bir doktirini takip eden insanlarız. ’’ M.K.ATATÜRK 01.12.1921 (Meclis konuşmasından)
- ‘’ Ben ki benim fikirlerim bütün arkadaşlarımca paylaşılmaktadır, bir yandan BATININ İŞÇİ SINIFI , öte yandan ASYA ve AFRİKA’nın KÖLELEŞTİRİLMİŞ HALKLARI , milletler arası sermayenin kendilerini yıkmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak için köle durumuna getirmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç Dünya İşçilerince kavrandığı gün , Burjuvazinin kuvveti sona erecektir. BEN BUNA İNANIYORUM .’’ M.K.ATATÜRK,22.10.1920 (Çiçerin’e yazdığı mektup )
- ‘’ İşgâlciler ve onların saldırgan orduları kendileri hiçbir zaman baskıdan geri kalmadı. Fakat bu baskı ne kadar kuvvetli olursa olsun bu büyük fikir hareketine karşı duramayacaktır. İnsanlığa yönelen fikir hareketi, er geç başarılı olacaktır. BÜTÜN MAZLUM MİLLETLER ZALİMLERİ BİR GÜN YOK EDECEK VE ORTADAN KALDIRACAKTIR. O zaman dünya yüzünden ZALİM ve MAZLUM kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal duruma ulaşacaktır. Bizim milletimiz o zaman, bu amaca ulaşmış olan milletler arasındaki önceliğiyle gerçekten övünecektir.’’ M.K.ATATÜRK 03.01.1922 (Söylev ve Demeçler c.2 s.29)
- ‘’ Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu, BÜTÜN MAZLUM MİLLETLERİN, BÜTÜN ŞARK’IN davasıdır ve bunu sonuçlandırıncaya kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark Milletleriyle beraber yürüyeceğinden emindir.’’ M.K.ATATÜRK,09.07.1922
- ‘’ Türkiye'nin hala açık ya da kapalı olarak çılgınca saldırılara hedef olmasının nedeni, bütün MAZLUM ULUSLARA kurtuluş yolunu göstermiş olmasıdır .’’ M.K.ATATÜRK, 04.01.1922
- ‘’ Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız.Bu gün günün ağardığını nasıl görüyorsam,uzaktan bütün Şark Milletlerinin de(Asya,Afrika) uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak çok kardeş millet vardır.Onların yeniden doğuşu şüphesizki ,terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istiklale ulaşacaklardır .’’ M.K.ATATÜRK Mart 1922
- ‘’ Biz, Garp(Batı) emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı muhafaza etmekle yetinmiyoruz. Aynı zamanda Garp emperyalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtalarıyla Türk Milleti’ni emperyalizmin aracı yapmak istemelerine mani oluyoruz. Bu suretle bütün insanlığa hizmet ettiğimize kaniiz. ’’ M.K.ATATÜRK 20.06.1920
- ‘’ Müstemlekecilik (Sömürgecilik) ve Emperyalizim yeryüzünden YOK OLACAK ve yerlerine milletler arasında hiçbir RENK,DİN ve IRK AYRIMI GÖZETMEYEN yeni bir ahenk işbirliği çağı hakim olacaktır.’’ M.K.ATATÜRK Mart 1922
- ‘ ’ Bizim intikamımız, zalimlerin zulmüne karşıdır. Onlarda zulüm hissi yaşadıkça bizde de intikam hissi devam edecektir.’’ M.K.ATATÜRK 1923
- ‘ ’ TAM BAĞIMSIZLIK denildiği zaman, elbette siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her konuda tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve huzura erişeceğimiz inancında değiliz. ’’ M.K.ATATÜRK,1921
- ‘’ Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim. Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde herkesten çok RAHATLIK, MUTLULUK ve VARLIĞA hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin iktisadî siyaseti bu önemli amacın sağlanmasına yöneliktir. ’’ M.K.ATATÜRK,01.03.1922
- ‘’ Yeni Türkiye'nin izleyeceği siyaset, belirsiz ve keyfî olamaz. Bizim siyasetimiz, kesinlikle milletin yetenek ve gereksinimiyle uyumlu olacaktır. Bizim için ne İslâm birliği, ne Turanizm MANTIKİ BİR SİYASET YOLU OLAMAZ. Artık yeni Türkiye'nin devlet siyaseti, millî sınırları içinde, egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Hareket kuralımız budur!’ M.K.ATATÜRK,1923
- ’ Vakıa bize milliyetperver derler.Fakat biz öyle milliyetperverleriz ki , bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz… Bizim milliyetçiliğimiz herhalde BENCİLCE ve GURURLUCA bir milliyetçilik DEĞİLDİR. ’’ M.K.ATATÜRK (Söylev ve Demeçler,c.1,s.102)
- ‘’ Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE HALKINA Türk Milleti denir.’’ M.K.ATATÜRK,1930
- "...TBMM, hem Kürtlerin, hem Türklerin sahib-i selâhiyet vekillerinden mürekkeptir ve bu iki unsur menfaatlerini ve mukadderatlarını tevhid etmiştir (birleştirmiştir). Türkiye'nin halkı mevzubahis olurken, onları da(Kürtleri) beraber ifade lâzımdır. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait mesele ihdas etmeleri daima varittir." M.K.ATATÜRK,16.01.1923,İzmit
- ‘ Kesinlikle şu ya da bu nedenler uğruna ulusu savaşa sürüklemekten yana değilim. Savaş, zorunlu ve yaşamsal olmalı . Gerçek kanım şudur :Ulusu savaşa götürünce azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz' diyenlere karşı ‘ Ölmeyeceğiz' diye savaşa girebiliriz. Ne var ki, ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe,SAVAŞ BİR CİNAYETTİR .’ M.K.ATATÜRK ,16.03.1923 ,Adana
- ‘’ Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada, bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve rahat içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını savaşa gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.’’ M.K.ATATÜRK,1934 (Anzaklar için söylediği söz)
- ‘’ İnsanlıkta mutluluk, insanoğullarının birbirine yaklaşması, insanların birbirini sevmesi, hepsinin temiz duygu ve düşüncelerini birleştirmesiyle olacaktır.’’ M.K.ATATÜRK,1936
- ‘’ İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak, insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mutlu edecek tek yol, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî gereksinimlerini temine yarayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ülkü yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır.’’ M.K.ATATÜRK,1931
- ‘’ Biz kimsenin düşmanı değiliz.Yalnız İNSANLIĞIN DÜŞMANI OLANLARIN düşmanıyız .’’ M.K.ATATÜRK,1936
- ‘’ Egemenlik ,güçle,erkle ve zorla alınır. OSMANOĞULLARI zorla Türk Ulusunun egemenliğine el koymuşlardı.O YOLSUZLUKLARINI altıyüzyıldan bu yana sürdürmüşlerdir.Şimdi de Türk Ulusu BU SALDIRGANLARA,artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor .Bu bir oldu bittidir.Söz konusu olan ,ulusa egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir.Sorun olmuş bitmiş bir gerçeği yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir.Bu kesinlikle yapılacaktır.Burada toplananlar meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek , yönetime göre saptanacaktır;ama belki bitakım kafalar kesilecektir.’’ M.K.ATATÜRK (Nutuk,c.2,s.505) (Osmanlı hakkında söylediği söz)
- ‘ ’ O saraylar ve o sarayların çevresini çevreleyen HAİNLER , yüzyıllarca bu ulusu uykuda bıraktılar. O'nu nura koşmaktan alıkoydular. Onlar, bu ulusu ve ülkeyi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri parayı, öbürü askeri gereksediklerinde. Bir baştan MEMLEKETİ SOYARLAR, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zabtetmek için fetihlere kalkarlardı. Halbuki milletin o fetihlerde hiçbir milli isteği, vicdani isteği ve çıkarı yoktu. Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin evlâtları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi. Sonra onların, saraylardaki büyük gösterişi sağlamak için paraya ihtiyaçları vardı. Bu parayı milletten sopa ile alırlardı. Bütün bunların sonucu milleti, YOKSULLUĞA,HARAPLIĞA sonunda ÖLÜMÜN KIYISINA götürdü . İşte bu idare şekline padişahlık idaresi denir. Arkadaşlar, bu idareyi bir daha dirilmemek üzere TARİHE GÖMDÜK .’’ M.K.ATATÜRK,16.03.1923 ,Adana (Osmanlı hakkında söylediği söz)
- ‘ ’ Ölülerden dilek dilemek uygar bir toplum için UTANÇTIR .(…) Bugün bilimin ,tekniğin,bütün kapsamı ile ışıklar saçan uygarlığın karşısında filan ya da falan ŞEYHİN yol göstermesi ile maddi ve manevi mutluluğu arayacak denli İLKEL İNSANLARIN Türkiye nin uygar toplumunda VARLIĞINI KESİNLİKLE KABUL ETMİYORUM. Efendiler!Ve ey Ulus! Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,dervişler,müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık yoludur.Uygarlığın buyruk ve isteğini yapmak , insan olmak için yeterlidir.’’ M.K.ATATÜRK,30.08.1925
- ‘’ Şimdiye kadar ulusun beynini paslandıran, uyuşturan ve bu istekte bulunanlar olmuştur. Her halde anlayışlarda varolan bütün batıl inanışlar, büsbütün atılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça, beyne gerçek ışıkları aşılamak olanaksızdır.’’ M.K.ATATÜRK,01.09.1925
- ‘’ Uygarlığın coşkun seli karşısında direnmek boşunadır. Ve bilinçsiz ve boyun eğmeyenler üstüne pek acımasızdır. Dağları delen ,göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden, yıldızlara dek her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen uygarlığın güçlü ve yüksek varlığı karşısında ortaçağ düşünüşleriyle, ilkel kör inanışlarla yürümeye çalışan uluslar yok olmaya hiç olmazsa tutsak ve düşkün kalmaya mahkumdurlar. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Halkı, yenilikçi ve gelişmiş bir yığın olarak sonuna dek yaşamaya karar vermiş, tutsaklık zincirlerini ise tarihte eşi olmayan kahramanlıklarla parça parça etmiştir.’’ M.K.ATATÜRK,27.08.1925,İnebolu
- ‘ Bütün Türk ve İslâm dünyasına bakınız. Anlayışları medeniyetin emrettiği kavrayış ve yükselmeye uyamadıklarından ne büyük sıkıntılar, ne acılar içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve sonunda son felâket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı yıl içinde kendimizi kurtarmışsak; bu düşüncemizdeki değişmedendir. ARTIK DURAMAYIZ. MUTLAKA İLERİ GİDECEĞİZ. GERİYE İSE HİÇ GİDEMEYİZ. ÇÜNKÜ İLERİ GİTMEYE MECBURUZ Millet açıkça bilmelidir. MEDENİYET ÖYLE BİR KUVVETLİ ATEŞTİR Kİ ONA İLGİSİZ OLANLARI YAKAR VE YOK EDER.’ 24.08.1925 M.K.ATATÜRK
- ‘’ Her türlü yükselme ve gelişmeye istekli olan milletimizin, SOSYAL DEVRİM adımlarını kısaltmak isteyen engeller derhal ortadan kaldırılmalıdır .’’ M.K.ATATÜRK 30.08.1924 Dumlupınar
- ‘’ Bütün dünya bilsin ki, benim için tek yanlılık vardır: Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı. Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda bir bireyi, dışarıda düşünmek İstemiyorum.’’ M.K.ATATÜRK,1924
- ‘’ Hasımlarımız, düşünebildikleri iğrenç çözümlere istediklerince başvursunlar. Onların çılgınca davranışları bizim devrim ateşimizi söndüremez. Onların kendilerini felakete, zaman zaman ulusu acıya uğratan akılsızlıklarına acıyorum.’’ M.K.ATATÜRK,Haziran 1926 ( İzmir Suikasti Sonrası, İzmir Kurulu'na Yaptığı Konuşma'dan)
- ‘’ Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!’’ M.K.ATATÜRK,05.02.1933,Bursa Nutku
- ‘’ Atatürkçülük BAĞIMSIZLIK demektir , Atatürkçülük ULUSAL ONUR demektir , Atatürkçülük DEVRİMCİLİK demektir . Kurtuluş Savaşımızın ve Ulusal Devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri o günden görmekteydi… UNUTTURULAN, UNUTTURULMAK İSTENEN ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK BUDUR!!! ’’ Uğur MUMCU 06.01.1981,Cumhuriyet
- ‘’ Bu memlekette Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa, onlar da bizleriz .’’ Deniz GEZMİŞ (Mahkeme Savunmasından)
- (‘’Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüşü’’, Samsun-Ankara,30 Ekim-8 Kasım 1968 )
- (En önde bayrak tutan;Deniz GEZMİŞ)
- UNUTTURMAYACAĞIZ!!!
- KAYNAKLAR:
- Nutuk – M.K.ATATÜRK
- Söylev ve Demeçler – M.K.ATATÜRK
- Atatürk ve Sosyal Demokrasi – Muammer AKSOY
- Atatürk ve Tam Bağımsızlık – Muammer AKSOY
- Uyan Gazi Kemal – Uğur MUMCU
- Sosyalizm,Kemalizm ve Din – Alpaslan IŞIKLI
- Devrimcinin Güncesi – Fikret KIZILOK
- MÜZİK:
- Ankara’nın taşına bak – Ruhi SU
- UNUTTURMAMAK İÇİN,
- HERKESE GÖNDERİN!!!
UNUTTURULMAK İSTENEN DEVRİMCİ ATATÜRK (1) Hazırlayan: Olgaç DEMİRKOL
UNUTTURULMAK İSTENEN DEVRİMCİ ATATÜRK (1)
Hazırlayan: Olgaç DEMİRKOL
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk!
Olgaç Demirkol
Olgaç Demirkol
- UNUTTURULMAK İSTENEN DEVRİMCİ ATATÜRK (1)
- Hazırlayan: Olgaç DEMİRKOL
- ‘’ TBMM hükümeti,hayat ve bağımsızlığını kurtarmayı biricik amaç ve erek bildiği halkı EMPERYALİZİM ve KAPİTALİZİM tahakküm ve zulmünden kurtaracak yönetim ve hakimiyetin gerçek sahibi kılmakla amacına erişeceği kanısındadır.’’ TBMM bildirgesi,1920
- ‘’ Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ulusun yaşam ve bağımsızlığına suikast eden EMPERYALİST ve KAPİTALİST düşmanların saldırılarına karşı savunma ve dış düşmanlarla işbirliği yapıp ulusu aldatmaya ve bozmaya çalışan İÇ HAİNLERİN cezalandırılması için Ordu'yu güçlendirilmeyi ve onu ulusal bağımsızlığın dayanağı bilmeyi görev sayar.’’ M.K.ATATÜRK, 13.09.1920
- ‘ ’ Biz hayatını, istiklâlini kurtarmak için çalışan Emekçileriz, zavallı bir halkız! Ne olduğumuzu bilelim.Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak suretiyle bir hak elde ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzda yeri yoktur, hakkı yoktur! O halde söyleyiniz Efendiler! HALKÇILIK , toplumsal düzenini EMEĞİNE, hukukuna dayandırmak isteyen bir toplumsal doktirindir . Efendiler! Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için genel kurulumuzca, milletçe bizi mahvetmek isteyen EMPERYALİZME KARŞI ve bizi yutmak isteyen KAPİTALİZME KARŞI milletçe mücadeleyi uygun gören bir doktirini takip eden insanlarız. ’’ M.K.ATATÜRK 01.12.1921 (Meclis konuşmasından)
- ‘’ Ben ki benim fikirlerim bütün arkadaşlarımca paylaşılmaktadır, bir yandan BATININ İŞÇİ SINIFI , öte yandan ASYA ve AFRİKA’nın KÖLELEŞTİRİLMİŞ HALKLARI , milletler arası sermayenin kendilerini yıkmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak için köle durumuna getirmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç Dünya İşçilerince kavrandığı gün , Burjuvazinin kuvveti sona erecektir. BEN BUNA İNANIYORUM .’’ M.K.ATATÜRK,22.10.1920 (Çiçerin’e yazdığı mektup )
- ‘’ İşgâlciler ve onların saldırgan orduları kendileri hiçbir zaman baskıdan geri kalmadı. Fakat bu baskı ne kadar kuvvetli olursa olsun bu büyük fikir hareketine karşı duramayacaktır. İnsanlığa yönelen fikir hareketi, er geç başarılı olacaktır. BÜTÜN MAZLUM MİLLETLER ZALİMLERİ BİR GÜN YOK EDECEK VE ORTADAN KALDIRACAKTIR. O zaman dünya yüzünden ZALİM ve MAZLUM kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal duruma ulaşacaktır. Bizim milletimiz o zaman, bu amaca ulaşmış olan milletler arasındaki önceliğiyle gerçekten övünecektir.’’ M.K.ATATÜRK 03.01.1922 (Söylev ve Demeçler c.2 s.29)
- ‘’ Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu, BÜTÜN MAZLUM MİLLETLERİN, BÜTÜN ŞARK’IN davasıdır ve bunu sonuçlandırıncaya kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark Milletleriyle beraber yürüyeceğinden emindir.’’ M.K.ATATÜRK,09.07.1922
- ‘’ Türkiye'nin hala açık ya da kapalı olarak çılgınca saldırılara hedef olmasının nedeni, bütün MAZLUM ULUSLARA kurtuluş yolunu göstermiş olmasıdır .’’ M.K.ATATÜRK, 04.01.1922
- ‘’ Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız.Bu gün günün ağardığını nasıl görüyorsam,uzaktan bütün Şark Milletlerinin de(Asya,Afrika) uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak çok kardeş millet vardır.Onların yeniden doğuşu şüphesizki ,terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istiklale ulaşacaklardır .’’ M.K.ATATÜRK Mart 1922
- ‘’ Biz, Garp(Batı) emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı muhafaza etmekle yetinmiyoruz. Aynı zamanda Garp emperyalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtalarıyla Türk Milleti’ni emperyalizmin aracı yapmak istemelerine mani oluyoruz. Bu suretle bütün insanlığa hizmet ettiğimize kaniiz. ’’ M.K.ATATÜRK 20.06.1920
- ‘’ Müstemlekecilik (Sömürgecilik) ve Emperyalizim yeryüzünden YOK OLACAK ve yerlerine milletler arasında hiçbir RENK,DİN ve IRK AYRIMI GÖZETMEYEN yeni bir ahenk işbirliği çağı hakim olacaktır.’’ M.K.ATATÜRK Mart 1922
- ‘ ’ Bizim intikamımız, zalimlerin zulmüne karşıdır. Onlarda zulüm hissi yaşadıkça bizde de intikam hissi devam edecektir.’’ M.K.ATATÜRK 1923
- ‘ ’ TAM BAĞIMSIZLIK denildiği zaman, elbette siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her konuda tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve huzura erişeceğimiz inancında değiliz. ’’ M.K.ATATÜRK,1921
- ‘’ Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim. Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde herkesten çok RAHATLIK, MUTLULUK ve VARLIĞA hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin iktisadî siyaseti bu önemli amacın sağlanmasına yöneliktir. ’’ M.K.ATATÜRK,01.03.1922
- ‘’ Yeni Türkiye'nin izleyeceği siyaset, belirsiz ve keyfî olamaz. Bizim siyasetimiz, kesinlikle milletin yetenek ve gereksinimiyle uyumlu olacaktır. Bizim için ne İslâm birliği, ne Turanizm MANTIKİ BİR SİYASET YOLU OLAMAZ. Artık yeni Türkiye'nin devlet siyaseti, millî sınırları içinde, egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Hareket kuralımız budur!’ M.K.ATATÜRK,1923
- ’ Vakıa bize milliyetperver derler.Fakat biz öyle milliyetperverleriz ki , bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz… Bizim milliyetçiliğimiz herhalde BENCİLCE ve GURURLUCA bir milliyetçilik DEĞİLDİR. ’’ M.K.ATATÜRK (Söylev ve Demeçler,c.1,s.102)
- ‘’ Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE HALKINA Türk Milleti denir.’’ M.K.ATATÜRK,1930
- "...TBMM, hem Kürtlerin, hem Türklerin sahib-i selâhiyet vekillerinden mürekkeptir ve bu iki unsur menfaatlerini ve mukadderatlarını tevhid etmiştir (birleştirmiştir). Türkiye'nin halkı mevzubahis olurken, onları da(Kürtleri) beraber ifade lâzımdır. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait mesele ihdas etmeleri daima varittir." M.K.ATATÜRK,16.01.1923,İzmit
- ‘ Kesinlikle şu ya da bu nedenler uğruna ulusu savaşa sürüklemekten yana değilim. Savaş, zorunlu ve yaşamsal olmalı . Gerçek kanım şudur :Ulusu savaşa götürünce azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz' diyenlere karşı ‘ Ölmeyeceğiz' diye savaşa girebiliriz. Ne var ki, ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe,SAVAŞ BİR CİNAYETTİR .’ M.K.ATATÜRK ,16.03.1923 ,Adana
- ‘’ Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada, bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve rahat içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını savaşa gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.’’ M.K.ATATÜRK,1934 (Anzaklar için söylediği söz)
- ‘’ İnsanlıkta mutluluk, insanoğullarının birbirine yaklaşması, insanların birbirini sevmesi, hepsinin temiz duygu ve düşüncelerini birleştirmesiyle olacaktır.’’ M.K.ATATÜRK,1936
- ‘’ İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak, insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mutlu edecek tek yol, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî gereksinimlerini temine yarayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ülkü yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır.’’ M.K.ATATÜRK,1931
- ‘’ Biz kimsenin düşmanı değiliz.Yalnız İNSANLIĞIN DÜŞMANI OLANLARIN düşmanıyız .’’ M.K.ATATÜRK,1936
- ‘’ Egemenlik ,güçle,erkle ve zorla alınır. OSMANOĞULLARI zorla Türk Ulusunun egemenliğine el koymuşlardı.O YOLSUZLUKLARINI altıyüzyıldan bu yana sürdürmüşlerdir.Şimdi de Türk Ulusu BU SALDIRGANLARA,artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor .Bu bir oldu bittidir.Söz konusu olan ,ulusa egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir.Sorun olmuş bitmiş bir gerçeği yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir.Bu kesinlikle yapılacaktır.Burada toplananlar meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek , yönetime göre saptanacaktır;ama belki bitakım kafalar kesilecektir.’’ M.K.ATATÜRK (Nutuk,c.2,s.505) (Osmanlı hakkında söylediği söz)
- ‘ ’ O saraylar ve o sarayların çevresini çevreleyen HAİNLER , yüzyıllarca bu ulusu uykuda bıraktılar. O'nu nura koşmaktan alıkoydular. Onlar, bu ulusu ve ülkeyi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri parayı, öbürü askeri gereksediklerinde. Bir baştan MEMLEKETİ SOYARLAR, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zabtetmek için fetihlere kalkarlardı. Halbuki milletin o fetihlerde hiçbir milli isteği, vicdani isteği ve çıkarı yoktu. Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin evlâtları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi. Sonra onların, saraylardaki büyük gösterişi sağlamak için paraya ihtiyaçları vardı. Bu parayı milletten sopa ile alırlardı. Bütün bunların sonucu milleti, YOKSULLUĞA,HARAPLIĞA sonunda ÖLÜMÜN KIYISINA götürdü . İşte bu idare şekline padişahlık idaresi denir. Arkadaşlar, bu idareyi bir daha dirilmemek üzere TARİHE GÖMDÜK .’’ M.K.ATATÜRK,16.03.1923 ,Adana (Osmanlı hakkında söylediği söz)
- ‘ ’ Ölülerden dilek dilemek uygar bir toplum için UTANÇTIR .(…) Bugün bilimin ,tekniğin,bütün kapsamı ile ışıklar saçan uygarlığın karşısında filan ya da falan ŞEYHİN yol göstermesi ile maddi ve manevi mutluluğu arayacak denli İLKEL İNSANLARIN Türkiye nin uygar toplumunda VARLIĞINI KESİNLİKLE KABUL ETMİYORUM. Efendiler!Ve ey Ulus! Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,dervişler,müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık yoludur.Uygarlığın buyruk ve isteğini yapmak , insan olmak için yeterlidir.’’ M.K.ATATÜRK,30.08.1925
- ‘’ Şimdiye kadar ulusun beynini paslandıran, uyuşturan ve bu istekte bulunanlar olmuştur. Her halde anlayışlarda varolan bütün batıl inanışlar, büsbütün atılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça, beyne gerçek ışıkları aşılamak olanaksızdır.’’ M.K.ATATÜRK,01.09.1925
- ‘’ Uygarlığın coşkun seli karşısında direnmek boşunadır. Ve bilinçsiz ve boyun eğmeyenler üstüne pek acımasızdır. Dağları delen ,göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden, yıldızlara dek her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen uygarlığın güçlü ve yüksek varlığı karşısında ortaçağ düşünüşleriyle, ilkel kör inanışlarla yürümeye çalışan uluslar yok olmaya hiç olmazsa tutsak ve düşkün kalmaya mahkumdurlar. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Halkı, yenilikçi ve gelişmiş bir yığın olarak sonuna dek yaşamaya karar vermiş, tutsaklık zincirlerini ise tarihte eşi olmayan kahramanlıklarla parça parça etmiştir.’’ M.K.ATATÜRK,27.08.1925,İnebolu
- ‘ Bütün Türk ve İslâm dünyasına bakınız. Anlayışları medeniyetin emrettiği kavrayış ve yükselmeye uyamadıklarından ne büyük sıkıntılar, ne acılar içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve sonunda son felâket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı yıl içinde kendimizi kurtarmışsak; bu düşüncemizdeki değişmedendir. ARTIK DURAMAYIZ. MUTLAKA İLERİ GİDECEĞİZ. GERİYE İSE HİÇ GİDEMEYİZ. ÇÜNKÜ İLERİ GİTMEYE MECBURUZ Millet açıkça bilmelidir. MEDENİYET ÖYLE BİR KUVVETLİ ATEŞTİR Kİ ONA İLGİSİZ OLANLARI YAKAR VE YOK EDER.’ 24.08.1925 M.K.ATATÜRK
- ‘’ Her türlü yükselme ve gelişmeye istekli olan milletimizin, SOSYAL DEVRİM adımlarını kısaltmak isteyen engeller derhal ortadan kaldırılmalıdır .’’ M.K.ATATÜRK 30.08.1924 Dumlupınar
- ‘’ Bütün dünya bilsin ki, benim için tek yanlılık vardır: Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı. Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda bir bireyi, dışarıda düşünmek İstemiyorum.’’ M.K.ATATÜRK,1924
- ‘’ Hasımlarımız, düşünebildikleri iğrenç çözümlere istediklerince başvursunlar. Onların çılgınca davranışları bizim devrim ateşimizi söndüremez. Onların kendilerini felakete, zaman zaman ulusu acıya uğratan akılsızlıklarına acıyorum.’’ M.K.ATATÜRK,Haziran 1926 ( İzmir Suikasti Sonrası, İzmir Kurulu'na Yaptığı Konuşma'dan)
- ‘’ Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!’’ M.K.ATATÜRK,05.02.1933,Bursa Nutku
- ‘’ Atatürkçülük BAĞIMSIZLIK demektir , Atatürkçülük ULUSAL ONUR demektir , Atatürkçülük DEVRİMCİLİK demektir . Kurtuluş Savaşımızın ve Ulusal Devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri o günden görmekteydi… UNUTTURULAN, UNUTTURULMAK İSTENEN ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK BUDUR!!! ’’ Uğur MUMCU 06.01.1981,Cumhuriyet
- ‘’ Bu memlekette Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa, onlar da bizleriz .’’ Deniz GEZMİŞ (Mahkeme Savunmasından)
- (‘’Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüşü’’, Samsun-Ankara,30 Ekim-8 Kasım 1968 )
- (En önde bayrak tutan;Deniz GEZMİŞ)
- UNUTTURMAYACAĞIZ!!!
- KAYNAKLAR:
- Nutuk – M.K.ATATÜRK
- Söylev ve Demeçler – M.K.ATATÜRK
- Atatürk ve Sosyal Demokrasi – Muammer AKSOY
- Atatürk ve Tam Bağımsızlık – Muammer AKSOY
- Uyan Gazi Kemal – Uğur MUMCU
- Sosyalizm,Kemalizm ve Din – Alpaslan IŞIKLI
- Devrimcinin Güncesi – Fikret KIZILOK
- MÜZİK:
- Ankara’nın taşına bak – Ruhi SU
- UNUTTURMAMAK İÇİN,
- HERKESE GÖNDERİN!!!
ENDÜLÜS’ÜN SiYASİ TARİHİ
ENDÜLÜS’ÜN SiYASİ TARİHİ
- Endülüs’te Eğitim ve İlim Hayatı
- Endülüs’ün Siyasi Tarihi
- Bilindiği üzere 711 yılında Tarık bin Ziyad’ın emrindeki İslam ordusu İspanya’ya girerek fetih harekatına başlamıştır. O dönemde İspanya’da hüküm süren Vizigot krallığı iç mücadelelerle uğraşmaktaydı. Vizigotlarla yapılan savaşın Müslümanların lehine sonuçlanmasıyla İspanya’nın fethi için gerekli ilk adım atılmış oldu. Bu başarılar ardından Pireneler aşılarak Frak topraklarına dahi girilmiştir. 714 yılında halifenin emriyle Musa bin Nusay’ın Endülüs’ün idaresine oğluna bırakıp Dimaşka dönmesiyle Endülüs’te valiler dönemi başlamıştır. 756 yılına kadar süren bu dönemin en büyük özelliği fetih hareketini Frank topraklarına taşıyarak 732 yılında Paris yakınlarında yapılan savaşın kaybedilmesiyle Avrupa’da gerçekleştirilen fetih hareketinde bir dönüm noktası oluşturmaktadır
- 756-1031 tarihleri Endülüs Emevileri Devletinin emirlik ve halifelik dönemleri olarak ikiye ayrılır. Bu dönemde İspanyol , Norman saldırıları, iç isyanlar, Şii Fatimilerin yayılma hareketleriyle uğraşılmıştır. 2.Hakem ülkede bütünlük ve istikrarı kurmayı başararak Endülüs’ü İslam medeniyetinin en faal merkezi durumuna getirmiştir. Haciblerin devlet yönetiminde söz sahibi olmalarıyla başlayan isyanlar sonucunda halk halifeliği lağvederek devletin idaresini eşraftan oluşan bir şuranın üstlenmesine karar vermiştir.
- Mülüküt-tavaif ( 1032-1090):
- Merkezi idareden ayrılan sayısız küçük devletçikler ortaya çıkmıştır. Kendi aralarında kıyasıya sürdürdükleri savaşlar sonucunda Müslümanlar zayıf düşmüş ve bundan faydalanan Hıristiyan krallıkların “reconquista”yı gerçekleştirmeleri için bir fırsat doğmuştur. Müslümanlar kurtuluş olarak Kuzey Afrika’da hüküm süren Murâbıtlardan yardım istemek zorunda kalmışlardır.
- Murâbıtlar Dönemi (1090-1147):
- Endülüs’te Murâbıtlar Hıristiyan yayılmasını durdurarak Endülüs’ü kendilerine bağlı bir vilayet haline getirmişlerdir. Hem Mağrib hem de Endülüs’te çıkan isyanlar neticesinde Murâbıtlar Devleti yıkılmıştır. Yeniden Hıristiyanlar toprak kazanmaya başlamış ve bu sefer Endülüsler Kuzey Afrika’daki bir başka devleti yardıma çağırmışlardır.
- Muvahhidler Dönemi ( 1147-1229):
- Muvahhidlerin Endülüs’teki başarıları karşısında Papa 3. İnnocent’in önderliğinde haçlı ordusu 1212’deki İkâb Savaşı’nda Müslümanlar yenmişlerdir. Böylece reconquista hareketi yeniden hız kazanmış ve İspanyol istila hareketlerine başlamışlardır.
- Gırnata Beni Ahmer Emirliği (1238-1492):
- Endülüs’ün güney doğusunda dar bir sahil şeridi üzerinde hüküm süren Nasiriler bu istiladan kurtularak yaklaşık iki buçuk asır tarih sahnesinde kalmayı başarmışlardır. İspanyol krallıklarını karşılarına almamaya çalışılarak ve Kuzey Afrika’daki Merinilerle iyi ilişkiler kurarak bunu başarabilmişlerdir. İspanyol birliğinin gerçekleşmesi ve Endülüslü Müslümanların Kuzey Afrika ile irtibatını sağlayan Cebelitarık’ın İspanyollarca zaptıyla bu durum değişmiştir. 1492’de son kale olan Gırnata’nın düşmesiyle Endülüs Müslüman Devleti ortadan kalkmıştır.
- Endülüs’te Eğitim ve İlim Hayatı
- A)Eğitim Hayatı
- B)İlim Hayatı
- Eğitim Hayatı
- 1)Eğitimin Amaçı
- Endülüslü düşünürler için eğitimin anlamı ,kişiyi beceri,meslek ve makam sahibi yapmanın ötesinde,hayatı manalandırmanın önündeki en büyük engel olan cehaletten kurtarıp,aklını kullanan ,nefsini kontrol altında tutabilen iyi huylarla donatılmış,ilmi ile amil , kendisi ve çevresiyle uyumlu faziletli bir kimse haline getirme faaliyetlerin ismidir.buradan anlaşılan Endülüslü alimler,dinini temel hedeflerini,eğitimin de temel hedefleri olarak tespit etmişlerdir.
- 2)Aşamaları
- İlkokullar,7-8 sene arasındaki bir süreyi kapsamakta olup öğrenciler 5-6 yaşlarında eğitim başlamakta idiler. Eğitim mekanı olarak mektepler(küttab),mescitler,muallimlerin evleri ,eğer özel eğitimse öğrencinin kendi evi kullanılmaktaydı.bütün İslam ülkelerinde olduğu gibi burada da Kur’an okumak ve yazmak esastı.bununla birlikte Arapça gramer,şiir,kompozisyon yazma dersleri de alınıyordu.Bu eğitim kız öğrencileri için ayni idi. İlköğretim tamamen özel bir merak meselesiydi ama öyle yaygındı ki ,Endülüslülerin tamamına yakını okuma yazma biliyorlardı.
- Ortaokullar ;çoğunlukla mescit ve camilerde bazen de şeyh denilen öğretmenin evinde yapılıyordu.Müfredatta kıraat,tefsir,hadis ve fıkıh gibi dini ilimle ile dil ve edebiyat, tarih, coğrafya, felsefe gibi sosyal bilimler tip, matematik,astronomi gibi diğer ilimler yer almaktaydı.Öğrenci isteğine göre ihtisas yapmak veya birkaç ilmi öğrenmekteydi.Buna da ihtisas sınıfı deniliyordu.Köylerdeki öğrenciler orta okul eğitimi için yakındaki şehirlere gidebiliyorlardı.Örneğin Kurtuba ‘da sekiz yüz okul bulunmaktaydı.
- Yüksek okul öğretimide ise tefsir ,İslam hukuku,miras hukuku,dini bilgiler,politika,tıp,astronomi,müzik gibi dersler müfredatı oluşturuyordu.Dersleri tamamlayan öğrencilere diploma (izacet) verilirdi.İyi bir alim olmanın şartı hukuk metodolojisini tam olaraktan geçmekteydi, Mezunlar genellikle hükümet dairelerinde kazançlı görevlere getirirlerdi.Öğrenciler bu eğitimi alabilmek için üniversitelerin bulunduğu kentlere gidiyorlardı.Bu yolculuklar hem ülke içine hem de ülke dışında gerçekleşmekteydi.Kurtuba,İşbiliye,Tuteytula,Sarakuska,Meriyye ve Gırnata birer ilmi cazibe merkezi durumundaydı.Ülke dışındaki önemli merkezler ise Kayrevan Kahire Medine Mekke Şam Basra ve Bağdat’tır.Orta ve yüksek öğrenim müfredatı birbirine benzemekte olup aradaki fark öğrencinin üniversitede kendi sahalarında otorite sahibi büyük bilginlerden ders alınmasıdır.
- 3)Devletin Eğitimdeki Rolü
- Devletin eğitimdeki rolü sınırlıdır. Eğitim faaliyetleri esas itibariyle halkın insiyatifine bırakılmıştır.Eğitim hizmetlerini halk ve vakıflar desteklemiştir. Öğretmenlerin maaşları ,eğitimin yapıldığı mekanları halk ve vakıflar karşılamaktaydı. Müfredatın oluşturulması ve uygulanması ise hocalara bırakılmıştır. Ülke dışına eğitim için giden öğrencilere de devlet destek olmamıştır. Devletin katkısı daha çok mektep ve medrese inşa ettirmekle sınırlıdır. Mesela 2.Hakem Kurtuba’da fakir çocukların okuyabileceği yirmi sekiz tane okul yaptırmıştır. Ayrıca devlet dini anlayışa uymayan bazı faaliyetlerin şikayet edilmesi üzerine eğitimi durdurma ve takibat altına alma yoluna gitmiştir.
- 4)Eğitimciler
- İlköğretimdeki öğrencileri yetiştirmekle görevli olan öğretmenlere müeddib (terbiye edici) veya muallim denilmekte idi. Öğretmenlik toplumda itibar gören mesleklerdendir.
- Anyı İbn Abdun risalesinde muallimlerin sahip olmaları gereken vasıfları hakkında şu sözleri söylemiştir .Muallim genç ve bekar olmamalıdır.Dindarlık,iffet, az konuşma, boş laf ve lüzumsuz konuşmalardan uzak durma olması gereken nitelikleridir. Ayrıca muallim çocukları bırakarak cenaze merasimlerine, ziyafetlere, şahitlik için mahkemeye katılmamalı, namaz ve abdest dışında çocukları serbest bırakarak tembelliğe sevk etmemeli ve öğrencinin meseleleriyle yakından ilgilenmelidir. Öğretmenlik bir sanat olduğundan bu satı icra edecekler mutlaka bilgili , kültürlü ,lutufkar , şevkatli ve sabırlı olmalıdır.
- Müderrisler ise bilgi düzeyi çok yüksek olup birden fazla sahada ihtisaalaşmış geniş kültürlü şahsiyetlerdir. Hafız ,kari, muhaddis , müfessir, şair ve arif gibi uzmanlık alanlarına delalet eden sıfatları kullanırlardı.Özellikle ‘fakıh’ Endülüs’te önemli bir unvan olup herkese verilmiyordu.
- 5) Okur Yazarlık Seviyesi
- Ortaçağ boyunca Müslümanlar Kur ‘an-ı Kerim ‘i okuyup anlamak hem bir görev hem de sevap olarak telaki edildiğinden , dünya nüfusunun okuma yazma oranı en yüksek , dolayısıyla en kültürlü kesimini teşkil etmekteydiler. Endülüs te ise fazladan Arapça okuyup yazmada öğretilmekteydi. Bu faaliyetler mektepler dışında mescit ve evlerde de yapıldığından dolayı toplumun neredeyse tamam okur yazardı. Ortaçağ Avrupa’sında asilzadelerin ve yöneticilerin kültürden çok askerlik mesleğini tercih etmişlerdi. Eğitim Kilis ve manastırlarda hapsedilmiştir .Örneğin Frank İmparatoru Charlemagne ‘nin okuma yazmayı ancak ihtiyarlık döneminde öğrenmiş olması bunu göstermektedir.
- 6)Kütüphane ve kitap Sevgisi
- Endülüs Medeniyet için ‘kitap medeniyeti’ denilmektedir. Buna sebep burada yetişen alimlerin binlerce eser kalem almalarıdır. Güzel yazı yazma ve kitap sevgisi Endülüslüler in iki özelliği olmuştur.
- -Ebu İsa İbn Lebbun ‘a göre kitap uğrunda dünyadan el etek çekilecek kadar önemli ve değerli bir dosttu. Çünkü en mahrem sırlar onunla paylaşılabilir ,hakikat ancak onun vasıtasıyla öğrenebilir,keza geçmiş milletlerin tarihi de ancak onda bulunabilir.
- Zehravi’nin Eseri
- Bu sevgi yalnızca alimlere mahsus bir durum değil toplumun bütün kesimlerinde kitap değer vermiştir. Eşraftan kimseler kendilerine kaba ve kültürsüz denilmesin diye evlerinin bir köşesine kitaplık kurmaları adet haline getirmişlerdir. Bu sevginin tabii neticesi olarak çok sayıda kütüphane kurulmuştur.En ünlüsü 2.Hakem tarafından kurulan içerisinde dört yüz bin eserin bulunduğu Saray kütüphanesidir. 2.Hakem öylesine bir kitap aşığı idi ki kendisine Doğu daki ilim merkezlerinde kitap temin etmek için içlerinde kadınların da bulunduğu özel memurları vardı, böylece bazen Doğu da telif edilen bir esere Doğulular dan önce haberdar olarak satın almış ve kütüphanesini zenginleştirmiştir.Kitap koleksiyonu yapmak sadece seçkin sınıfın değil herkesin merakı olup kadın ve köleler de bu merakın dışında kalmamışlardır. Aişe adında bir hanımın Kurtuba nın en gözde kütüphanelerinden birisine sahip olduğu bilinmektedir. Bazı kadınlar ise vakitlerini Kur’an-ı istinsah etmeye ayırmışlardı . Bir rivayete göre kitap bazı kadınlar hayatlarını kitap toplamaya adadıkları için evlenmiyorlardı.
- Endülüs kütüphanelerdeki kitapların bir kısmı iç karışıklar sırasında yağmalanıp satılmış ve bunların önemli bir bölümü kuzey Afrika ya götürülmüş . Arta kalanlar Hiristiyan işgali esnasında bazı papazların hışmına uğrayarak Gırnata şehir meydanında yakılmıştır. Bu gün Escaral Sarayı nda o dönemde yalnızca iki bin beş yüz eser kalmıştır.
- Kitap temininde Kurtuba kitap pazarı önemli bir yer teşkil etmektedir. Batı nın entellektüel merkezi olan Kurtuba ‘ya İspanya’nın her yerinden satıcı ve alıcılar gelmekteydi.
- İlim hayatı
- 1)Dini İlimler
- A)Tefsir-Kıraat
- B)Hadis
- C)Fıkıh
- D)Kelam
- E)Tasavvuf
- 2)Diğer İlimler
- A)Felsefe-Mantık
- B)Tarih-Coğrafya
- C)Tıp-Eczacılık
- D)Astronomi-Matematik
- E)Botanik-Zooloji
- 3)Dil ve Edebiyat
- A)Filoloji
- B)Nesir
- C)Şiir
- Dini İlimler
- A)Tefsir-Kıraat
- Tefsir , Kur’an ‘da her insanın rahatlıkla anlayabileceği ayetler bulunduğu gibi ,bir bilenin açıklaması olmaksızın anlamakta zorlanacağı pek çok kimsenin yada hiç anlayamayacağı ayetler mevcuttur. Bu anlaşılması güç ayetlerin anlaşılır hale getirilmesine tefsir denilmiştir .Endülüs’te nakil tefsir anlayışı yaygın olduğu görülmektedir. Zira bu ülkedeki Maliki ulemasının fikri hayatı üzerinde kurmuş olduğu hakimiyete dayanır. Zikredebileceğimiz tefsir alimlerinden Muhammad bin Ahmed el-Kurtubi ‘nin (1273) el-Cami’u li- Ahkami’l-Kur’an ismindeki eseri (Kurtubi Tefsiri) günümüze kadar İslam aleminin her tarafında en fazla okunan kitabı olmuştur.
- Kur’an ‘ın belirli kurallar çerçevesinde okunup ezberlenmesi üzerinde duran kıraat ilmi , tefsir çalışmalarıyla birlikte yürütülmüştür. Hatta kıraat tefsir ilminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Kıraat konusundaki üstatlara ‘Kari’ unvanı veriliyor ve bu oldukça önemli ve şerefli kabul ediliyordu. Örneğin Daniye emirlerinden Mücahid el-Amiri , emir sıfatından çok karı unvanını kullanmıştır.
- B) Hadis
- Bilindiği gibi Hz. Muhammed ‘in söz ve davranışlarına denilmektedir. Endülüs’ün ilk dönemlerinde hadis ilmine fazla ilgi olmamıştır. Tahsil için Doğu ‘ya giden ilk kuşak Endülüslü öğrenciler Maliki fıkıhını ve onun esaslarını teşkil eden el- Mutavva ve şerhlerini öğrenmeyi yeterli görmüşlerdir. Ancak zaman ilerledikçe Şam,Bağdat ve Küfe gibi farklı ilim merkezlerine seyahatler artmış ve neticede hadisle alakalı var olan anlayış kırılmıştır. Bu merkezlerdeki öğrenciler Doğu’da tedvin edilen hadis ilgili eserleri ülkelerine taşımışlardır. Kasım bin Esbağ ‘ın kitab “fi hadisi Malik bin Enes”, İbn Eymen’in “es-Sunen” zikredilebilinir.
- C) Fıkıh (hukuk)
- Fıkıh ,kısaca açıklamak gerekirse temel dini kaynaklara dayalı olarak kişinin leh ve aleyhteki hükümleri bilmesi demektir. Bu bilgiye ulaşmak için takip edilen metoda ise, fıkıh usulü olarak adlandırılmıştır. İslam coğrafyasını genişlemesine bağlı olarak Müslümanların karşılaştıkları problemleri çözmek için alimler farklı yollar aramişlardır.. Suriye’de Evzai ,Irak‘ta Ebu Hanife, Medine ‘de İmam Malik, Mısır’da İmam Şafi ve Hicaz ‘da İmam Hanbel ‘in görüşleri taraftar bularak bu adı gecen alimlere nispet edilen fıkıh mezhepleri teşekkül etmiştir. Endülüs’teki duruma gelince fetih ve sonrasında bu ülkeye yerleşen Arapların çoğunluğu Suriyeli olduğundan dolayı İmam Evzai ‘inin görüşünü benimsedikleri için bu durum Endülüs’e yansımıştır. El-Evzai , hadis ehli ile rey ehil arasında bir fıkıh metodu takip etmiştir.Doğu’ya ilim seyahatleri yapan öğrenciler Medine de İmam Maliki den dersler almışlardır ve böylece Endülüs’e dönerken onun eseri olan el-Muvatta’yı götürerek burada Maliki mezhebinin hükümlerin uygulanmasına neden olmuşlardır.İspanya’da Maliki mezhebinin yaygınlaşmasında bu mezhebin dini merasimler üzerine yazılmış olan ve günümüze ulaşmayan İsa bin Dinar’a ait olan Hidayet adlı eseri etkili olmuştur. Bu fıkıh anlayışına göre bir mesele hakkındaki hüküm tespiti için önce Kur’an’a sonra sünnete eğer bu ikisinde de yoksa o zaman Medine halkının davranışlarına bakmak esastır. Malikilik, İbn Dinar, İbn Habib ve el-Utbi gibi kişiler ve onların öğrencileri sayesinde Endülüs’te hakim mezhep haline gelmiştir. Yedi asır boyunca onlarca fakih yetişmiş. Fakat ilk kuşak hariç bu fakihler İmam Malik’in ve ilk kuşak Maliki fakihlerin yazdıklarını taklit etmekten öteye geçememişlerdir. Bu nedenle farklı anlayışlara karşı tahammülsüzlük oluşmuştur. El Muvatta ve şeyhleri dışındaki bir fıkıh eseriyle ilgilenmeyi lüzumsuz hatta zararlı kabul etmişlerdir.
- Diğer mezhepleri benimseyen alimleri sapıklıkla suçlamışlardır. Sonraki dönemlerde el-Baci ve İbn Rüşd Maliki mezhebi fakihlerindendir. Maliki fakihlerin hoş karşılamamalarına rağmen Endülüs’te Şafilik, Hanifi, Hanbeli ve Zahirilik olmak üzere bu mezheplere bağlı alimler de yetişmiştir.
- Malikilikten sonra en fazla temsil gücüne kavuşan mezhep Zahirilik olmuştur. Bu mezhepte fıkıh hükümleri tespit edilirken Kur’an ve sünnete daha da önemlisi bu iki kaynağın naslarının zahirine dayanmak esastır. Zahirilerin ilk temsilcilerinden el-Belluti 3.Abdurrahman tarafından Kurtuba kadılığına getirilmiş, fakat kendisi hükümlerini Maliki fıkıhına göre vermiştir. Zahiriliği en önemli temsilcisi ibn Hazm’dır.
- Yazdığı eserlerle bu mezhebi sistemleştirmiştir. Fıkıh alanında otorite kabul edilen büyük imamlarla uğraştığı için yoğun tenkitle karşılaşmış, hatta sapık olarak nitelendirilmiştir. Açık sözlülüğü ve kendine has fikirlerinden dolayı sık sık idarecilerin gazabına uğramış. İşkence ve sürgüne maruz kalmış, kitapları yakılmıştır
- D) Kelam
- Kelam, Allah’ın birliğini ve Allah’la ilgili bahisleri akıl ve mantık ile ispat eden ilimdir. Endülü’te, İslami ilimler arasında en az ilgi duyulanı, dolayısıyla da en az gelişeni kelam olmuştur. İmam Maliki’nin fıkıh görşülerinin yanında itikadı konulardaki selefi yaklaşımının ülkede egemen olması buna neden olmuştur. O ve onun öğrencilerine göre kelam ilmi ile uğraşanlar ister Eşariler olsun, isterse diğerleri bidat ehli kimseler olarak kabul edilmiştir. Bu anlayış neticesinde doğuda hat safhaya ulaşan kelami tartışmalar Endülüs’te ilgi görmemiş olsada katı tutumun egemenliğine rağmen Endülüs doğudaki kelami tartışmaların uzağında kalmayarak ülkedeki Sünni anlayışın yanında sınırlı şekilde Şii ve Harici eğilimler de var olmuştur. Kuzey Afrika’dan gelen Hammudiler, Endülüs’te iktidarda oldukları süred Şia’nın imamet anlayışını yerleştirmeye çalışmışlardır. Hariciliğin Biadiyye ve Ezarike kollarına mensup gruplar Endülüs’te kendi itikadı ve fıkıh görüşlerini yaymaya çalışmışlardır. Mutezile taraftarları ise görüşlerini 2. Hakem döneminde savunabilmişlerdir. Sonuç olarak Kur’an ayetlerinin teviline kesinlikle karşı çıkan ve Mutezile’nin istitaat anlayışına karşılık insanın ortaya koyduğu iyi ve kötü eylemlerin hepsinin Allah tarafından yaratıldığını savunan anlayışı Endülüs’te üstünlük ve rakipsizliğini ispat etmiştir.
- E) Tasavvuf
- Tasavvufun amacı, insanın iç arınmasını sağlayarak Allah’a yakınlaşmasını veya kişinin Allah’ın varlığında yok olmasını (fena fillah) gerçekleştirmesidir. Miladi 8-9. yüzyıl arası tasavvuf un başlangıcı olarak kabul edilen zühd anlayışı ve hayatı belirmeye başlamıştır. Bu hayatı benimseyenlere zahid denilmektedir. Kendisi de bir zahid olan et-Tutili konuyla ilgili ilk eseri yazmış, fakat eser zararlı görülerek yasaklanmıştır. 10. yüzyılda ilk defa sufi olarak nitelenen kimselerin varlığına tesadüf edilmektedir. İlk defa es-Sufi lakabıyla anılan Muhammed bin Süca ilk muhakkik mutasavvıfları kendisine rehber edinmiştir. Endülüs’te ibn Muserre ile filizlenen, ibn Beracan ve ibn Kasi ile gelişen tasavvuf hayatı 12-13. yüzyıl Muhyiddin ibnu’l Arabi ile son noktasına ulaşmıştır. . İbnu’ Arabi’nin tasavvufa yaptığı en önemli katkı şüphesiz “ vahdet-i vücut” teorisidir. Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bistami’de de benzeri bir anlayış bulmak mümkün ise de söz konusu teorinin gerçek kurucusu ibnu’l Arabi’dir.
- ibnu’l Arabi
- Bu teoriye göre kısaca Allah’tan başka bir varlıktan söz etmek mümkün değildir. Kainattaki her nesne bire varlık değildir. Allah’ın varlığının sonsuz biçimlerde tecellisidir. Onun için Müslümanların tevhidi Allah’tan başka bütün sebep ve araçları reddetmekle ancak gerçekleşebilir. Ona göre hakikatin keşfi kişinin kendisini keşfinden geçer. Bilgisizliğini bilen bir kez cahildir, bilgisizliğini bilmeyen ise iki kez cahildir. Nasiriler döneminde tasavvuf Endülüslerin hayatına daha fazla nüfuz etmiştir. İspanyol krallıklarına karşı verilen savaşların açtığı yaralar cihada gidecek insanların maneviyatını yükseltme ihtiyacı gibi sebepler etkili olmuştur. Bu da doğal olarak ribatların sayısını arttırmış öyle ki Gırnata civarında ellinin üzerinde ribat mevcuttur. Alimlerin önemli bir bölümü dinin özünü zedeleyebilecek davranış ve ifadeler zuhur etmediği sürece tasavvufa olumsuz bakmamışlardır.
- DİĞER İLİMLER
- Felsefe-Mantık:
- Endülüs diğer sahalarda olduğu gibi felsefede de önce Doğu’yu takip etmiştir. Endülüslülerin kelam için takındıkları olumsuz tavrı burada da aynı olmuştur. Bu yüzden felsefe Endülüs’e geç gelmiştir. 10.yüzyılda felsefe Muhammed bin Meserre ile başlamıştır. O, kelamda Mutezile’nin tezlerini, felsefede ise sahte Empodoklesçi öğretileri benimsemiştir. Bu öğretiler Empodekles’in gerçek öğretileri ile yeni Eflatuncu felsefenin karışımından meydana gelmekte ve vahdet-i vücut teorisine yakın bir vaziyet arz etmektedir. İbn-i Meserre bu görüşleri sayesinde geride kendi ekolünü bırakmıştır. 2. Hakem döneminin sonlarında bu ekolün takipçileri zamanın alimleri tarafından şiddetle tenkit edilmişlerdir. Kimisi hapse atılmış, kimisi sürgüne gönderilmiş, kitapları ise kütüphanelerden ayıklanmıştır. Ama bu ekol ve 11.yüzyılda Beccane’de yeniden canlanmıştır. İbn Cabirol ve el-Kirmani ile yeni Eflatunculuk Endülüs’te yaygınlaşmıştır. 12. yüzyıl Endülüs Ortaçağ İslam ve Batı dünyası için ibn Rüşd en önemli Aristocu filozoftur. Bu yönüyle Meşşaiyye ekolünün önde gelen ismidir. Felsefe ile dini uzlaştırmaya çalışmıştır. Ona göre felsefe varlıklar hakkında düşünmek ve bu varlıkların bir var edicinin varlığına delil olduğunu araştırmaktır. Bu tarifin doğrultusunda ihtira, inayet ve hareket delillerini kullanarak Allah’ın varlığını akıl yoluyla kanıtlamaya çalışmıştır. Bir ilginç görüşü ise, devlet idaresinin cumhuriyet sistemine dayandırılması ve sanat alanında kadınların erkeklerden daha üstün olduklarını söylemesidir. Mantık alanında da felsefeye muhalefet olunmuş ise de ibn Hazm bu konuda ders vermiş ve eserler kaleme almıştır.
- Tarih-Coğrafya:
- Diğer ilimlere nazaran tarih ilmine büyük ilgi gösterilmiş, şekil ve metot olarak Doğu örnek alınmıştır. Tarih konusuna ağırlıklı olarak Endülüs’ün genel tarihi, mahalli, şehir , edebiyat tarihi kitapları ve tabakat kitapları yazılmıştır. Endülüslüler için tarih hem dini hem de siyasi-idari hayat açısından faydalı bir bilim dalıdır. Tarihçiler aynı zamanda farklı ilimlerle de ilgilenen kimselerdir. İlk tarihçilerden ibn Habib aynı zamanda fakihtir. İlk tarih çalışmaları emirlik döneminde başlamış, Mülukut-tavaif döneminde gelişmiştir. İbn Hayyan Endülüslü tarihçilerin sultanı unvanıyla vasıflandırılmış en büyük tarihçidir.
- İbn Hayyan
- Eserleri kendi ülkesi hakkındadır. el-Mukkebes fi Tarihi Ricali’l- Endülüs adlı eseri fetihten 2.Hakem dönemine kadar ki Endülüs tarihini kapsamaktadır. Coğrafyada en az tarih kadar ilgi görmüş bir ilim dalı olmuştur. 12.yüzyılın en önemli coğrafyacısı el-Bekri’dir. El Mesalik ve’l Memalik adlı eserinde Hıristiyan İspanya’nın bir bölümünü teşkil eden Galiçya Bölgesini ve halkını tanıtmıştır. Endülüs coğrafyacıları haritacılığa önemli katkıda bulunmuşlardır. Ptolemaios’un Almagest’inden istifa ettikleri gibi bu konuda daha da ileri giderek bazı görüşlerini çürütmüşlerdir. Endülüslü el-İdrisi Ortaçağ’ın en büyük coğrafyacılarından birisi olarak kabul edilmektedir.
- Tıp-Eczacılık:
- Tıp-Eczacılık:
- Müslümanlar Endülüs’e yerleştiklerinde bu alanda ciddi bir birikime sahip değillerdi. Gayri Müslimler bu alanda söz sahibi idi. İlk ciddi adımlar 10.yüzyılda atılmış ve meyveler sonraki yüzyılda alınmaya başlanmıştır. Said bin Abdirrabbih (10.yüzyıl) adlı hekim yüksek ateşi tedavi edebilen bir ilaç geliştirmiştir. En büyük hekim ise ez-Zehravi’dir. Onun kaleme aldığı eserde cerrahi konular, yaraların dağlanması, idrar torbası üzerine çakıl taşı bastırıp sıkıştırma, canlı hayvanlar üzerinde deney maksatlı ameliyatlar gerçekleştirme, kadavra teşrihi gibi fikirleri ihtiva etmektedir. Ebu Mervan ibn Zühr ise tıp ve eczacılık alanlarında Endülüs’te olduğu kadar Kuzey Afrika’da da otorite kabul edilmekteydi. O, mide kanserini tarif eden ilk Müslüman hekimdir. Felsefeyle ilgilenen ibn Bacce, ibn Tufeyl ve ibn Rüşt aynı zamanda hekim olup bu alanlarda eserler yazmışlardır.
- D)Astronomi- Matematik
- Müslümanlar Endülüs’ü fethettiklerinde diğer ilim dallarında olduğu gibi bu alanlarda da ilgili istifade edebilecekleri bir mirasla karşılaşmadıkları için yine Doğu onlara kaynak olmuştur. Astronomi kıble ve namaz vakitlerinin tespiti, kara ve denizde yön tayini, zirai faaliyetlerin zamanlanması ve siyasi işlerde geleceği önceden tahmin etme gibi faydaları sebebiyle rağbet edilen bir ilim dalı olmuştur. 9.yüzyılda taşlardan cam yapımını keşfetmiş olan Abbas bin Firnas kendi evinde içinde yıldızların, bulutların ve hatta gökte çakan şimşeklerin bile seyredilebileceği bir çeşit uzay laboratuarı geliştirmiştir. Ayrıca insanın uçması konusunda ilk ilmi girişimleri yapan kişi olarak tanınır. Doğuda ilk astronomi doktrinleri Batlamyus’un görüşleri doğrultusunda şekillenmiştir. Gökyüzü cisimleri akıl dışı ruhani varlıklardır, dünya ise düz ve evrenin merkezi olarak kabul edilir. Endülüslü bilginler buna karşı anti- Batlamyusçu bir anlayış geliştirmişlerdir. Astronomi ile birlikte uygulamalı ve teorik matematik çalışmaları yürütülmüştür. Bunlar pratik faydalarından ötürü devlet tarafından desteklenmiştir. El-Mecriti hicreti başlangıç noktası kabul ederek Pers takvimini hicri takvime çevirme kılavuzu hazırlamıştır. Ez-Zerkali , Zerkaliyye ve sahifa adlarıyla anılan astronomi aletleri geliştirmiştir.
- Bunlar dışında bazı astronomik hesaplar yapmıştır ki günümüzde tespit edilen derecelere bunlar çok yakındırlar. Batlamyus, Akdeniz’in uzunluğunu 62 derece, el- Havarizmi ise 52 derece olarak tespit etmiştir. Ez-Zerkeli ise bugünkü dereceye çok yakın olan 42 dereceyi hesaplamıştır. Kendi icadı olan sahifa adındaki usturlabı ile güneşin dünyaya olan uzaklığını 12.040 olarak bulmuştur. Günümüzde modern aletlerle yapılan tespit de bu rakam 11.8 olarak bulunmuştur. El-Bitruci, Batlamyus’un teorisine yönelik tenkitleri sonucunda yeni bir astronomi sistemi gelişmiştir. Onun görüşleri Kopernik başta olmak üzere Batılı bilim adamlarına tesir etmiş, hatta o modern astronominin kurucularından kabul edilmiştir.
- D)Botanik- Zeoloji:
- Bu iki bilim dalına büyük ilgi duyulmuştur. 1. Abdurrahman zamanında ana vatana duyulan özlem nedeniyle buradan başta hurma ağaçları ve birçok bitki türü Kurtuba’daki Rusafe Kasrın bahçesine dikilmiştir. 10-11.yüzyıl zeoloji ve botanik bahçeleri çok meşhur hale gelmiştir. Proscorides’in Materia Medica adlı eserinden istifade edilerek her iki sahada ciddi çalışmalar yapılmıştır. Bitki motifleri ve hayvan figürlerinin çizilerek gösterildiği kitaplar kaleme alınmıştır. El-Gafiki Endülüs ve Kuzey Afrika’da toplamış olduğu bitkilerin bir koleksiyonunu yapmış ve her birini Arapça, Latince ve Berberice adlarını vererek ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Abnu’l Avam ziraat konusunda yazdığı el-filaha adlı eserinde 585 bitki çeşidinden elli meyve ağacının dilip yetiştirilmesine dair usuller, aşı tenkitleri, toprak çeşitleri vb. üzerinde durmuştur.
- DİL VE EDEBİYAT
- A) Filoloji Çalışmaları:
- Endülüs çok dinli, ırklı ve dilli bir toplum yapısına sahipti.Hıristiyan yerli halk Latince, ülkedeki Yahudi cemaat İbranice ve Endülüs’e gelen Müslümanlar Arapça ve Berberice konuşmaktaydı. İlk başta Arapça sadece Araplar tarafından konuşulmakta iken 9. yüzyılda Arapça Endülüs toplumunun müşterek kültür dili olma özelliğine kavuşmuştur. Bunda etken Müslüman eğitim faaliyetlerin bu dille yürütülmesidir. Berberiler ve yerli halktan Müslüman olanların İslam dinini öğrenebilmeleri ve ilmi faaliyetlere katılabilmeleri için ancak Arapça bilmeleri ile mümkündür. Ayrıca fetihle birlikte buraya gelen kültür yerli kültürden üstün olması yerli halkın hayranlığını kazanarak bu kültürün yazılı kaynaklarına ulaşabilme isteğini uyandırmıştır. Bunlar dışında gayri Müslim ile Müslümanların iş, ticaret, komşuluk ve benzeri ilişkileri etkili olmuştur. Araplar da Latince öğrenmişlerdir.
- Doğu’da yazılan gramer kitaplarından hem metot hem içerik bakımından örnek alınarak uygulanmıştır. 10.yy’dan itibaren kendi eserlerini kaleme alabilmişlerdir. Dilcilerin sultanı unvanını alan ibn Hayyan Arap gramerini nazım biçiminde ve basit bir dille bin beyitlik el-Elfiyye adlı eserinde özetlemiştir. Ayrıca ibn Hayyan Türkçe, Farsça ve Habeşçe üzerinde de çalışmalar yapmıştır.
- B)Nesir:
- Nesir konusunda ise hükümdarların başka hükümdarlara gönderdikleri veya valilere gönderdikleri risaleler, meşhur hatiplerin hutbeleri ile Amiriler döneminde çokça yazılan savaşlarla ilgili edebi tasvirlerden oluşturmaktadır. Emirlik ve halifelik döneminde risale ve hutbeler Cahiz’in tesiriyle daha uzun; belagat, fesahati, kinaye, mecaz ve secinin bir arada bulunduğu ağdalı bir üsluba kavuşmuştur. Arap edebiyatında drama mevcut değildir fakat roman ve fabl ve hikaye türleri çok yaygındır. Halife ve emirler masal ve romantik hiayeleri derletmişlerdir. Telif eserlelere örnek olarak ibn Hazm’ın “Taüvku’l Hamame” adlı eseri Türkçeye Güvercin Gerdanlığı olarak çevrilmiştir. Bu orijinal bir aşk felsefesi denemesidir. İçeriği aşkın maiyeti, belirtileri, aşık olma şekilleri, mektuplaşma, sır saklama, kavuşma, ihanet, ayrılık, ölüm, iffet ve benzeri konuları kapsayan otuz bölümden oluşmaktadır. Yazar dini ilimlere hayatını adayan ve fakihliği ile şöhret olmuş zatın aşkı bizzat yaşayarak aydınlatması açısından dikkat çekmiştir.
- B)Şiir:
- Endülüs için şiir ,hayatın her alanında yer alan vazgeçilmez bir unsurdur. İnsanlar evde, camide ,saray, savaş, düğün ve yasta yani hayatın her anında şiirler iç içe olmuşlar. Keza Endülüslüler şiire verdikleri değeri yeni iki şiir türü icat ederek ortaya koymuşlardır. İlk dönemde Doğu’daki gibi kaside formundaki klasik türü hakimdi. Fetih ordusuyla gelen şairler şiirin ilk temsilcileridir. Ebu’l Hattar Doğu şiirinin şekil ve üslubunu yansıtmıştır. İlk dönemlerde şiirlerin konusu Doğu’ya duyulan özlem, sevgi ve tabiat iken; 10.yy’da gayri ahlaki bulunan temalar içki, kadın ve benzerileri şiirin konusu olmuştur. Bazı şairler ülkenin tabii güzelliğini yansıtmayı tercih etmişler. Onlar için Endülüs Kur’an’da zikredilen cennetle eş değerdir. Düvelü t Tavaif döneminde yirmiden fazla ufak devletçikler kurulmuştur. Bağımsızlığını ilan eden her sultan kendi sarayını Kurtuba örneğinde olduğu gibi dönüştürme çabasına girmiştir. Bu da sanat ve edebiyatın verimli bir ortama kavuşmasını sağlamıştır. Şairlik, vezirliğe eş değer tutulmuştur. 13.yy’da Endülüslerin Hıristiyanlar karşısında yenilmeleri sonucunda şairler bu hüzünlü durumu şiirlerine yansıtmış ve ağıtlar yakılmıştır. En meşhur şair ise Şerf er-Rundi’nin “ Nuniyye”sidir.
- MÜVEŞŞAH- ZECEL :
- Müveşşah ve zecel Endülüslü şairlerin icat ettikleri iki şiir türüdür. Lirik bir şiir türü olan müveşşah ismini kadınların taktıkları incili bir kuşak olan vişahtan almaktadır. Şiirin özelliği katı aruz kalıpları dışına çıktığı tek tip kafiye düzenine uymadığı için Arap şiirinde bir inkılap olarak değerlendirilmiştir. Şiirin harcah bölümü şairin duygusal dünyasını harekete geçirerek yani tahrik edici olması gerekir. Harcah; aşık olduğu delikanlı hakkında konuşan bir genç kızın ağzından çıkmış gibi olmalıdır. Şair (vişah), genç kızın ağzından harcahı duyar duymaz tutuşur ve harcahın üzerine müveşşahı bina eder. Konular klasik şiirdekinden farklı değildir. Özelliği telli musiki aletleri eşliğinde şarkı şeklinde okunduğu için aşk temaları işlenmiştir. Bu türü ilk icat eden el-Kabri olduğu, en ünlü temsilcisi ise el-Kazzaz’dır. Müveşşahlar yaygınlaştıktan sonra dil bilgisi kurallarına uymadan yeni şiirler söylenmiş ve bu şekilde ortaya çıkan şiirlere “ Zecel” denmiştir. Müveşşah ile zecel arasında bazı farklar vardır. Şöyle ki: Müveşşahlar çoğunlukla doğru Arapça ile, zeceller ise Arapça, Latince, İspanyolca ve Berberice karışımı melez bir lehçeden meydana gelmiştir. Zeceller bilhassa şenliklerde, düğünlerde çalgı aletleri eşliğinde ve koro halinde söylenmiştir. Bu türün en ünlü şairi ibn Kuzman’dır.
- MUSİKİ:
- Endülüs musikisinin kurucusu olarak Ziryabı zikredebiliriz. Mavsıli ekolüne mensup olup musiki sahasında köklü değişiklikler yapmıştır. Konservatuar niteliğinde bir okul açmıştır. Daha sonra İşbilliye, Tuteytula, Valencia ve Gırnata’da müzik akademileri açmıştır. Endülüs musikisi teori ve uygulamada İran, Arap niteliğini taşımaktadır. Musikiyle ilgili Grekçe eserlerin tercümesiyle Grek ve Piseagor müzik teorilerine de yer verilmiştir. Endülüs müzik alanında o kadar ileri gitmiş ki 11. asırdan itibaren müzik konusunda Bağdat’ın şöhretini bile unutturmuştur. İşbilliye şehri musiki, şarkı ve diğer eğlence vasıtalarının merkezi durumundaydı. Burada , müzik aletlerini satıldığı büyük bir pazar kurulmaktaydı. Burada yapılan müzik aletlerinin ihracı için ticari merkezler geliştirilmiştir. Müzik alanında en önemli kişi ibn Bacce’dir. Onun günümüze ulaşmayan eseri Farabi’nin eseri kadar ilgi görmüştür. Muvahitler döneminde ibn Sebih musiki notaları konusunu “ Kitabu’ l-Edvaru’l- Mansub” adlı bir eser yazmıştır.
- KAYNAKÇA
- Hiit, P.K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, tcr. Saliğ Tug, İstanbul, 2005
- Miguel, A., İslam ve Medeniyet Tarihi
- İslam Ansiklopedisi, Endülüs Maddesi,C. F. Seybold, 4.cilt
- Kazıcı, Z., İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi
- Hodgson, M.G.S., İslam’ın Serüveni/ Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih İslam’ın Klasik Çağı, İz Yayınları, İstanbul
- Zeydan, C., İslam Medeniyet Tarihi
- Miranda, A. H., İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, trc. Kazım Turhan-Ufuk Uyan, Hikmet Yayınları, İstanbul,cilt 3
- Pines, S., İslam Tarihi/Kültür ve Medeniyeti, trc. İlhan Kutluer, cilt 4. İstanbul
- D.İ.A.i Endülüs maddesi
- Doğuştan Günümüze Büyük İslam Ansiklopedisi, Miavel, A.
- Özdemir, M., Endülüs Müslümanları / İlim ve Kültür Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Ankara, 1987
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...