30 Eylül 2014

ENDÜLÜS’ÜN SiYASİ TARİHİ







ENDÜLÜS’ÜN SiYASİ TARİHİ
  • Endülüs’te Eğitim ve İlim Hayatı
  • Endülüs’ün Siyasi Tarihi
    • Bilindiği üzere 711 yılında Tarık bin Ziyad’ın emrindeki İslam ordusu İspanya’ya girerek fetih harekatına başlamıştır. O dönemde İspanya’da hüküm süren Vizigot krallığı iç mücadelelerle uğraşmaktaydı. Vizigotlarla yapılan savaşın Müslümanların lehine sonuçlanmasıyla İspanya’nın fethi için gerekli ilk adım atılmış oldu. Bu başarılar ardından Pireneler aşılarak Frak topraklarına dahi girilmiştir. 714 yılında halifenin emriyle Musa bin Nusay’ın Endülüs’ün idaresine oğluna bırakıp Dimaşka dönmesiyle Endülüs’te valiler dönemi başlamıştır. 756 yılına kadar süren bu dönemin en büyük özelliği fetih hareketini Frank topraklarına taşıyarak 732 yılında Paris yakınlarında yapılan savaşın kaybedilmesiyle Avrupa’da gerçekleştirilen fetih hareketinde bir dönüm noktası oluşturmaktadır
    • 756-1031 tarihleri Endülüs Emevileri Devletinin emirlik ve halifelik dönemleri olarak ikiye ayrılır. Bu dönemde İspanyol , Norman saldırıları, iç isyanlar, Şii Fatimilerin yayılma hareketleriyle uğraşılmıştır. 2.Hakem ülkede bütünlük ve istikrarı kurmayı başararak Endülüs’ü İslam medeniyetinin en faal merkezi durumuna getirmiştir. Haciblerin devlet yönetiminde söz sahibi olmalarıyla başlayan isyanlar sonucunda halk halifeliği lağvederek devletin idaresini eşraftan oluşan bir şuranın üstlenmesine karar vermiştir.
    • Mülüküt-tavaif ( 1032-1090):
    • Merkezi idareden ayrılan sayısız küçük devletçikler ortaya çıkmıştır. Kendi aralarında kıyasıya sürdürdükleri savaşlar sonucunda Müslümanlar zayıf düşmüş ve bundan faydalanan Hıristiyan krallıkların “reconquista”yı gerçekleştirmeleri için bir fırsat doğmuştur. Müslümanlar kurtuluş olarak Kuzey Afrika’da hüküm süren Murâbıtlardan yardım istemek zorunda kalmışlardır.
    • Murâbıtlar Dönemi (1090-1147):
    • Endülüs’te Murâbıtlar Hıristiyan yayılmasını durdurarak Endülüs’ü kendilerine bağlı bir vilayet haline getirmişlerdir. Hem Mağrib hem de Endülüs’te çıkan isyanlar neticesinde Murâbıtlar Devleti yıkılmıştır. Yeniden Hıristiyanlar toprak kazanmaya başlamış ve bu sefer Endülüsler Kuzey Afrika’daki bir başka devleti yardıma çağırmışlardır.
    • Muvahhidler Dönemi ( 1147-1229):
    • Muvahhidlerin Endülüs’teki başarıları karşısında Papa 3. İnnocent’in önderliğinde haçlı ordusu 1212’deki İkâb Savaşı’nda Müslümanlar yenmişlerdir. Böylece reconquista hareketi yeniden hız kazanmış ve İspanyol istila hareketlerine başlamışlardır.
    • Gırnata Beni Ahmer Emirliği (1238-1492):
    • Endülüs’ün güney doğusunda dar bir sahil şeridi üzerinde hüküm süren Nasiriler bu istiladan kurtularak yaklaşık iki buçuk asır tarih sahnesinde kalmayı başarmışlardır. İspanyol krallıklarını karşılarına almamaya çalışılarak ve Kuzey Afrika’daki Merinilerle iyi ilişkiler kurarak bunu başarabilmişlerdir. İspanyol birliğinin gerçekleşmesi ve Endülüslü Müslümanların Kuzey Afrika ile irtibatını sağlayan Cebelitarık’ın İspanyollarca zaptıyla bu durum değişmiştir. 1492’de son kale olan Gırnata’nın düşmesiyle Endülüs Müslüman Devleti ortadan kalkmıştır.
    • Endülüs’te Eğitim ve İlim Hayatı
    • A)Eğitim Hayatı
    • B)İlim Hayatı
  • Eğitim Hayatı
    • 1)Eğitimin Amaçı
    • Endülüslü düşünürler için eğitimin anlamı ,kişiyi beceri,meslek ve makam sahibi yapmanın ötesinde,hayatı manalandırmanın önündeki en büyük engel olan cehaletten kurtarıp,aklını kullanan ,nefsini kontrol altında tutabilen iyi huylarla donatılmış,ilmi ile amil , kendisi ve çevresiyle uyumlu faziletli bir kimse haline getirme faaliyetlerin ismidir.buradan anlaşılan Endülüslü alimler,dinini temel hedeflerini,eğitimin de temel hedefleri olarak tespit etmişlerdir.
    • 2)Aşamaları
    • İlkokullar,7-8 sene arasındaki bir süreyi kapsamakta olup öğrenciler 5-6 yaşlarında eğitim başlamakta idiler. Eğitim mekanı olarak mektepler(küttab),mescitler,muallimlerin evleri ,eğer özel eğitimse öğrencinin kendi evi kullanılmaktaydı.bütün İslam ülkelerinde olduğu gibi burada da Kur’an okumak ve yazmak esastı.bununla birlikte Arapça gramer,şiir,kompozisyon yazma dersleri de alınıyordu.Bu eğitim kız öğrencileri için ayni idi. İlköğretim tamamen özel bir merak meselesiydi ama öyle yaygındı ki ,Endülüslülerin tamamına yakını okuma yazma biliyorlardı.
    • Ortaokullar ;çoğunlukla mescit ve camilerde bazen de şeyh denilen öğretmenin evinde yapılıyordu.Müfredatta kıraat,tefsir,hadis ve fıkıh gibi dini ilimle ile dil ve edebiyat, tarih, coğrafya, felsefe gibi sosyal bilimler tip, matematik,astronomi gibi diğer ilimler yer almaktaydı.Öğrenci isteğine göre ihtisas yapmak veya birkaç ilmi öğrenmekteydi.Buna da ihtisas sınıfı deniliyordu.Köylerdeki öğrenciler orta okul eğitimi için yakındaki şehirlere gidebiliyorlardı.Örneğin Kurtuba ‘da sekiz yüz okul bulunmaktaydı.
    • Yüksek okul öğretimide ise tefsir ,İslam hukuku,miras hukuku,dini bilgiler,politika,tıp,astronomi,müzik gibi dersler müfredatı oluşturuyordu.Dersleri tamamlayan öğrencilere diploma (izacet) verilirdi.İyi bir alim olmanın şartı hukuk metodolojisini tam olaraktan geçmekteydi, Mezunlar genellikle hükümet dairelerinde kazançlı görevlere getirirlerdi.Öğrenciler bu eğitimi alabilmek için üniversitelerin bulunduğu kentlere gidiyorlardı.Bu yolculuklar hem ülke içine hem de ülke dışında gerçekleşmekteydi.Kurtuba,İşbiliye,Tuteytula,Sarakuska,Meriyye ve Gırnata birer ilmi cazibe merkezi durumundaydı.Ülke dışındaki önemli merkezler ise Kayrevan Kahire Medine Mekke Şam Basra ve Bağdat’tır.Orta ve yüksek öğrenim müfredatı birbirine benzemekte olup aradaki fark öğrencinin üniversitede kendi sahalarında otorite sahibi büyük bilginlerden ders alınmasıdır.
    • 3)Devletin Eğitimdeki Rolü
    • Devletin eğitimdeki rolü sınırlıdır. Eğitim faaliyetleri esas itibariyle halkın insiyatifine bırakılmıştır.Eğitim hizmetlerini halk ve vakıflar desteklemiştir. Öğretmenlerin maaşları ,eğitimin yapıldığı mekanları halk ve vakıflar karşılamaktaydı. Müfredatın oluşturulması ve uygulanması ise hocalara bırakılmıştır. Ülke dışına eğitim için giden öğrencilere de devlet destek olmamıştır. Devletin katkısı daha çok mektep ve medrese inşa ettirmekle sınırlıdır. Mesela 2.Hakem Kurtuba’da fakir çocukların okuyabileceği yirmi sekiz tane okul yaptırmıştır. Ayrıca devlet dini anlayışa uymayan bazı faaliyetlerin şikayet edilmesi üzerine eğitimi durdurma ve takibat altına alma yoluna gitmiştir.
    • 4)Eğitimciler
    • İlköğretimdeki öğrencileri yetiştirmekle görevli olan öğretmenlere müeddib (terbiye edici) veya muallim denilmekte idi. Öğretmenlik toplumda itibar gören mesleklerdendir.
    • Anyı İbn Abdun risalesinde muallimlerin sahip olmaları gereken vasıfları hakkında şu sözleri söylemiştir .Muallim genç ve bekar olmamalıdır.Dindarlık,iffet, az konuşma, boş laf ve lüzumsuz konuşmalardan uzak durma olması gereken nitelikleridir. Ayrıca muallim çocukları bırakarak cenaze merasimlerine, ziyafetlere, şahitlik için mahkemeye katılmamalı, namaz ve abdest dışında çocukları serbest bırakarak tembelliğe sevk etmemeli ve öğrencinin meseleleriyle yakından ilgilenmelidir. Öğretmenlik bir sanat olduğundan bu satı icra edecekler mutlaka bilgili , kültürlü ,lutufkar , şevkatli ve sabırlı olmalıdır.
    • Müderrisler ise bilgi düzeyi çok yüksek olup birden fazla sahada ihtisaalaşmış geniş kültürlü şahsiyetlerdir. Hafız ,kari, muhaddis , müfessir, şair ve arif gibi uzmanlık alanlarına delalet eden sıfatları kullanırlardı.Özellikle ‘fakıh’ Endülüs’te önemli bir unvan olup herkese verilmiyordu.
    • 5) Okur Yazarlık Seviyesi
    • Ortaçağ boyunca Müslümanlar Kur ‘an-ı Kerim ‘i okuyup anlamak hem bir görev hem de sevap olarak telaki edildiğinden , dünya nüfusunun okuma yazma oranı en yüksek , dolayısıyla en kültürlü kesimini teşkil etmekteydiler. Endülüs te ise fazladan Arapça okuyup yazmada öğretilmekteydi. Bu faaliyetler mektepler dışında mescit ve evlerde de yapıldığından dolayı toplumun neredeyse tamam okur yazardı. Ortaçağ Avrupa’sında asilzadelerin ve yöneticilerin kültürden çok askerlik mesleğini tercih etmişlerdi. Eğitim Kilis ve manastırlarda hapsedilmiştir .Örneğin Frank İmparatoru Charlemagne ‘nin okuma yazmayı ancak ihtiyarlık döneminde öğrenmiş olması bunu göstermektedir.
    • 6)Kütüphane ve kitap Sevgisi
    • Endülüs Medeniyet için ‘kitap medeniyeti’ denilmektedir. Buna sebep burada yetişen alimlerin binlerce eser kalem almalarıdır. Güzel yazı yazma ve kitap sevgisi Endülüslüler in iki özelliği olmuştur.
    • -Ebu İsa İbn Lebbun ‘a göre kitap uğrunda dünyadan el etek çekilecek kadar önemli ve değerli bir dosttu. Çünkü en mahrem sırlar onunla paylaşılabilir ,hakikat ancak onun vasıtasıyla öğrenebilir,keza geçmiş milletlerin tarihi de ancak onda bulunabilir.
  • Zehravi’nin Eseri
    • Bu sevgi yalnızca alimlere mahsus bir durum değil toplumun bütün kesimlerinde kitap değer vermiştir. Eşraftan kimseler kendilerine kaba ve kültürsüz denilmesin diye evlerinin bir köşesine kitaplık kurmaları adet haline getirmişlerdir. Bu sevginin tabii neticesi olarak çok sayıda kütüphane kurulmuştur.En ünlüsü 2.Hakem tarafından kurulan içerisinde dört yüz bin eserin bulunduğu Saray kütüphanesidir. 2.Hakem öylesine bir kitap aşığı idi ki kendisine Doğu daki ilim merkezlerinde kitap temin etmek için içlerinde kadınların da bulunduğu özel memurları vardı, böylece bazen Doğu da telif edilen bir esere Doğulular dan önce haberdar olarak satın almış ve kütüphanesini zenginleştirmiştir.Kitap koleksiyonu yapmak sadece seçkin sınıfın değil herkesin merakı olup kadın ve köleler de bu merakın dışında kalmamışlardır. Aişe adında bir hanımın Kurtuba nın en gözde kütüphanelerinden birisine sahip olduğu bilinmektedir. Bazı kadınlar ise vakitlerini Kur’an-ı istinsah etmeye ayırmışlardı . Bir rivayete göre kitap bazı kadınlar hayatlarını kitap toplamaya adadıkları için evlenmiyorlardı.
    • Endülüs kütüphanelerdeki kitapların bir kısmı iç karışıklar sırasında yağmalanıp satılmış ve bunların önemli bir bölümü kuzey Afrika ya götürülmüş . Arta kalanlar Hiristiyan işgali esnasında bazı papazların hışmına uğrayarak Gırnata şehir meydanında yakılmıştır. Bu gün Escaral Sarayı nda o dönemde yalnızca iki bin beş yüz eser kalmıştır.
    • Kitap temininde Kurtuba kitap pazarı önemli bir yer teşkil etmektedir. Batı nın entellektüel merkezi olan Kurtuba ‘ya İspanya’nın her yerinden satıcı ve alıcılar gelmekteydi.
  • İlim hayatı
    • 1)Dini İlimler
    • A)Tefsir-Kıraat
    • B)Hadis
    • C)Fıkıh
    • D)Kelam
    • E)Tasavvuf
    • 2)Diğer İlimler
    • A)Felsefe-Mantık
    • B)Tarih-Coğrafya
    • C)Tıp-Eczacılık
    • D)Astronomi-Matematik
    • E)Botanik-Zooloji
    • 3)Dil ve Edebiyat
    • A)Filoloji
    • B)Nesir
    • C)Şiir
  • Dini İlimler
    • A)Tefsir-Kıraat
    • Tefsir , Kur’an ‘da her insanın rahatlıkla anlayabileceği ayetler bulunduğu gibi ,bir bilenin açıklaması olmaksızın anlamakta zorlanacağı pek çok kimsenin yada hiç anlayamayacağı ayetler mevcuttur. Bu anlaşılması güç ayetlerin anlaşılır hale getirilmesine tefsir denilmiştir .Endülüs’te nakil tefsir anlayışı yaygın olduğu görülmektedir. Zira bu ülkedeki Maliki ulemasının fikri hayatı üzerinde kurmuş olduğu hakimiyete dayanır. Zikredebileceğimiz tefsir alimlerinden Muhammad bin Ahmed el-Kurtubi ‘nin (1273) el-Cami’u li- Ahkami’l-Kur’an ismindeki eseri (Kurtubi Tefsiri) günümüze kadar İslam aleminin her tarafında en fazla okunan kitabı olmuştur.
  • Kur’an ‘ın belirli kurallar çerçevesinde okunup ezberlenmesi üzerinde duran kıraat ilmi , tefsir çalışmalarıyla birlikte yürütülmüştür. Hatta kıraat tefsir ilminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Kıraat konusundaki üstatlara ‘Kari’ unvanı veriliyor ve bu oldukça önemli ve şerefli kabul ediliyordu. Örneğin Daniye emirlerinden Mücahid el-Amiri , emir sıfatından çok karı unvanını kullanmıştır.
  • B) Hadis
    • Bilindiği gibi Hz. Muhammed ‘in söz ve davranışlarına denilmektedir. Endülüs’ün ilk dönemlerinde hadis ilmine fazla ilgi olmamıştır. Tahsil için Doğu ‘ya giden ilk kuşak Endülüslü öğrenciler Maliki fıkıhını ve onun esaslarını teşkil eden el- Mutavva ve şerhlerini öğrenmeyi yeterli görmüşlerdir. Ancak zaman ilerledikçe Şam,Bağdat ve Küfe gibi farklı ilim merkezlerine seyahatler artmış ve neticede hadisle alakalı var olan anlayış kırılmıştır. Bu merkezlerdeki öğrenciler Doğu’da tedvin edilen hadis ilgili eserleri ülkelerine taşımışlardır. Kasım bin Esbağ ‘ın kitab “fi hadisi Malik bin Enes”, İbn Eymen’in “es-Sunen” zikredilebilinir.
  • C) Fıkıh (hukuk)
    • Fıkıh ,kısaca açıklamak gerekirse temel dini kaynaklara dayalı olarak kişinin leh ve aleyhteki hükümleri bilmesi demektir. Bu bilgiye ulaşmak için takip edilen metoda ise, fıkıh usulü olarak adlandırılmıştır. İslam coğrafyasını genişlemesine bağlı olarak Müslümanların karşılaştıkları problemleri çözmek için alimler farklı yollar aramişlardır.. Suriye’de Evzai ,Irak‘ta Ebu Hanife, Medine ‘de İmam Malik, Mısır’da İmam Şafi ve Hicaz ‘da İmam Hanbel ‘in görüşleri taraftar bularak bu adı gecen alimlere nispet edilen fıkıh mezhepleri teşekkül etmiştir. Endülüs’teki duruma gelince fetih ve sonrasında bu ülkeye yerleşen Arapların çoğunluğu Suriyeli olduğundan dolayı İmam Evzai ‘inin görüşünü benimsedikleri için bu durum Endülüs’e yansımıştır. El-Evzai , hadis ehli ile rey ehil arasında bir fıkıh metodu takip etmiştir.Doğu’ya ilim seyahatleri yapan öğrenciler Medine de İmam Maliki den dersler almışlardır ve böylece Endülüs’e dönerken onun eseri olan el-Muvatta’yı götürerek burada Maliki mezhebinin hükümlerin uygulanmasına neden olmuşlardır.İspanya’da Maliki mezhebinin yaygınlaşmasında bu mezhebin dini merasimler üzerine yazılmış olan ve günümüze ulaşmayan İsa bin Dinar’a ait olan Hidayet adlı eseri etkili olmuştur. Bu fıkıh anlayışına göre bir mesele hakkındaki hüküm tespiti için önce Kur’an’a sonra sünnete eğer bu ikisinde de yoksa o zaman Medine halkının davranışlarına bakmak esastır. Malikilik, İbn Dinar, İbn Habib ve el-Utbi gibi kişiler ve onların öğrencileri sayesinde Endülüs’te hakim mezhep haline gelmiştir. Yedi asır boyunca onlarca fakih yetişmiş. Fakat ilk kuşak hariç bu fakihler İmam Malik’in ve ilk kuşak Maliki fakihlerin yazdıklarını taklit etmekten öteye geçememişlerdir. Bu nedenle farklı anlayışlara karşı tahammülsüzlük oluşmuştur. El Muvatta ve şeyhleri dışındaki bir fıkıh eseriyle ilgilenmeyi lüzumsuz hatta zararlı kabul etmişlerdir.
    • Diğer mezhepleri benimseyen alimleri sapıklıkla suçlamışlardır. Sonraki dönemlerde el-Baci ve İbn Rüşd Maliki mezhebi fakihlerindendir. Maliki fakihlerin hoş karşılamamalarına rağmen Endülüs’te Şafilik, Hanifi, Hanbeli ve Zahirilik olmak üzere bu mezheplere bağlı alimler de yetişmiştir.
  • Malikilikten sonra en fazla temsil gücüne kavuşan mezhep Zahirilik olmuştur. Bu mezhepte fıkıh hükümleri tespit edilirken Kur’an ve sünnete daha da önemlisi bu iki kaynağın naslarının zahirine dayanmak esastır. Zahirilerin ilk temsilcilerinden el-Belluti 3.Abdurrahman tarafından Kurtuba kadılığına getirilmiş, fakat kendisi hükümlerini Maliki fıkıhına göre vermiştir. Zahiriliği en önemli temsilcisi ibn Hazm’dır.
    • Yazdığı eserlerle bu mezhebi sistemleştirmiştir. Fıkıh alanında otorite kabul edilen büyük imamlarla uğraştığı için yoğun tenkitle karşılaşmış, hatta sapık olarak nitelendirilmiştir. Açık sözlülüğü ve kendine has fikirlerinden dolayı sık sık idarecilerin gazabına uğramış. İşkence ve sürgüne maruz kalmış, kitapları yakılmıştır
  • D) Kelam
    • Kelam, Allah’ın birliğini ve Allah’la ilgili bahisleri akıl ve mantık ile ispat eden ilimdir. Endülü’te, İslami ilimler arasında en az ilgi duyulanı, dolayısıyla da en az gelişeni kelam olmuştur. İmam Maliki’nin fıkıh görşülerinin yanında itikadı konulardaki selefi yaklaşımının ülkede egemen olması buna neden olmuştur. O ve onun öğrencilerine göre kelam ilmi ile uğraşanlar ister Eşariler olsun, isterse diğerleri bidat ehli kimseler olarak kabul edilmiştir. Bu anlayış neticesinde doğuda hat safhaya ulaşan kelami tartışmalar Endülüs’te ilgi görmemiş olsada katı tutumun egemenliğine rağmen Endülüs doğudaki kelami tartışmaların uzağında kalmayarak ülkedeki Sünni anlayışın yanında sınırlı şekilde Şii ve Harici eğilimler de var olmuştur. Kuzey Afrika’dan gelen Hammudiler, Endülüs’te iktidarda oldukları süred Şia’nın imamet anlayışını yerleştirmeye çalışmışlardır. Hariciliğin Biadiyye ve Ezarike kollarına mensup gruplar Endülüs’te kendi itikadı ve fıkıh görüşlerini yaymaya çalışmışlardır. Mutezile taraftarları ise görüşlerini 2. Hakem döneminde savunabilmişlerdir. Sonuç olarak Kur’an ayetlerinin teviline kesinlikle karşı çıkan ve Mutezile’nin istitaat anlayışına karşılık insanın ortaya koyduğu iyi ve kötü eylemlerin hepsinin Allah tarafından yaratıldığını savunan anlayışı Endülüs’te üstünlük ve rakipsizliğini ispat etmiştir.
  • E) Tasavvuf
    • Tasavvufun amacı, insanın iç arınmasını sağlayarak Allah’a yakınlaşmasını veya kişinin Allah’ın varlığında yok olmasını (fena fillah) gerçekleştirmesidir. Miladi 8-9. yüzyıl arası tasavvuf un başlangıcı olarak kabul edilen zühd anlayışı ve hayatı belirmeye başlamıştır. Bu hayatı benimseyenlere zahid denilmektedir. Kendisi de bir zahid olan et-Tutili konuyla ilgili ilk eseri yazmış, fakat eser zararlı görülerek yasaklanmıştır. 10. yüzyılda ilk defa sufi olarak nitelenen kimselerin varlığına tesadüf edilmektedir. İlk defa es-Sufi lakabıyla anılan Muhammed bin Süca ilk muhakkik mutasavvıfları kendisine rehber edinmiştir. Endülüs’te ibn Muserre ile filizlenen, ibn Beracan ve ibn Kasi ile gelişen tasavvuf hayatı 12-13. yüzyıl Muhyiddin ibnu’l Arabi ile son noktasına ulaşmıştır. . İbnu’ Arabi’nin tasavvufa yaptığı en önemli katkı şüphesiz “ vahdet-i vücut” teorisidir. Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bistami’de de benzeri bir anlayış bulmak mümkün ise de söz konusu teorinin gerçek kurucusu ibnu’l Arabi’dir.
    • ibnu’l Arabi
    • Bu teoriye göre kısaca Allah’tan başka bir varlıktan söz etmek mümkün değildir. Kainattaki her nesne bire varlık değildir. Allah’ın varlığının sonsuz biçimlerde tecellisidir. Onun için Müslümanların tevhidi Allah’tan başka bütün sebep ve araçları reddetmekle ancak gerçekleşebilir. Ona göre hakikatin keşfi kişinin kendisini keşfinden geçer. Bilgisizliğini bilen bir kez cahildir, bilgisizliğini bilmeyen ise iki kez cahildir. Nasiriler döneminde tasavvuf Endülüslerin hayatına daha fazla nüfuz etmiştir. İspanyol krallıklarına karşı verilen savaşların açtığı yaralar cihada gidecek insanların maneviyatını yükseltme ihtiyacı gibi sebepler etkili olmuştur. Bu da doğal olarak ribatların sayısını arttırmış öyle ki Gırnata civarında ellinin üzerinde ribat mevcuttur. Alimlerin önemli bir bölümü dinin özünü zedeleyebilecek davranış ve ifadeler zuhur etmediği sürece tasavvufa olumsuz bakmamışlardır.
  • DİĞER İLİMLER
    • Felsefe-Mantık:
    • Endülüs diğer sahalarda olduğu gibi felsefede de önce Doğu’yu takip etmiştir. Endülüslülerin kelam için takındıkları olumsuz tavrı burada da aynı olmuştur. Bu yüzden felsefe Endülüs’e geç gelmiştir. 10.yüzyılda felsefe Muhammed bin Meserre ile başlamıştır. O, kelamda Mutezile’nin tezlerini, felsefede ise sahte Empodoklesçi öğretileri benimsemiştir. Bu öğretiler Empodekles’in gerçek öğretileri ile yeni Eflatuncu felsefenin karışımından meydana gelmekte ve vahdet-i vücut teorisine yakın bir vaziyet arz etmektedir. İbn-i Meserre bu görüşleri sayesinde geride kendi ekolünü bırakmıştır. 2. Hakem döneminin sonlarında bu ekolün takipçileri zamanın alimleri tarafından şiddetle tenkit edilmişlerdir. Kimisi hapse atılmış, kimisi sürgüne gönderilmiş, kitapları ise kütüphanelerden ayıklanmıştır. Ama bu ekol ve 11.yüzyılda Beccane’de yeniden canlanmıştır. İbn Cabirol ve el-Kirmani ile yeni Eflatunculuk Endülüs’te yaygınlaşmıştır. 12. yüzyıl Endülüs Ortaçağ İslam ve Batı dünyası için ibn Rüşd en önemli Aristocu filozoftur. Bu yönüyle Meşşaiyye ekolünün önde gelen ismidir. Felsefe ile dini uzlaştırmaya çalışmıştır. Ona göre felsefe varlıklar hakkında düşünmek ve bu varlıkların bir var edicinin varlığına delil olduğunu araştırmaktır. Bu tarifin doğrultusunda ihtira, inayet ve hareket delillerini kullanarak Allah’ın varlığını akıl yoluyla kanıtlamaya çalışmıştır. Bir ilginç görüşü ise, devlet idaresinin cumhuriyet sistemine dayandırılması ve sanat alanında kadınların erkeklerden daha üstün olduklarını söylemesidir. Mantık alanında da felsefeye muhalefet olunmuş ise de ibn Hazm bu konuda ders vermiş ve eserler kaleme almıştır.
  • Tarih-Coğrafya:
    • Diğer ilimlere nazaran tarih ilmine büyük ilgi gösterilmiş, şekil ve metot olarak Doğu örnek alınmıştır. Tarih konusuna ağırlıklı olarak Endülüs’ün genel tarihi, mahalli, şehir , edebiyat tarihi kitapları ve tabakat kitapları yazılmıştır. Endülüslüler için tarih hem dini hem de siyasi-idari hayat açısından faydalı bir bilim dalıdır. Tarihçiler aynı zamanda farklı ilimlerle de ilgilenen kimselerdir. İlk tarihçilerden ibn Habib aynı zamanda fakihtir. İlk tarih çalışmaları emirlik döneminde başlamış, Mülukut-tavaif döneminde gelişmiştir. İbn Hayyan Endülüslü tarihçilerin sultanı unvanıyla vasıflandırılmış en büyük tarihçidir.
    • İbn Hayyan
    • Eserleri kendi ülkesi hakkındadır. el-Mukkebes fi Tarihi Ricali’l- Endülüs adlı eseri fetihten 2.Hakem dönemine kadar ki Endülüs tarihini kapsamaktadır. Coğrafyada en az tarih kadar ilgi görmüş bir ilim dalı olmuştur. 12.yüzyılın en önemli coğrafyacısı el-Bekri’dir. El Mesalik ve’l Memalik adlı eserinde Hıristiyan İspanya’nın bir bölümünü teşkil eden Galiçya Bölgesini ve halkını tanıtmıştır. Endülüs coğrafyacıları haritacılığa önemli katkıda bulunmuşlardır. Ptolemaios’un Almagest’inden istifa ettikleri gibi bu konuda daha da ileri giderek bazı görüşlerini çürütmüşlerdir. Endülüslü el-İdrisi Ortaçağ’ın en büyük coğrafyacılarından birisi olarak kabul edilmektedir.
  • Tıp-Eczacılık:
  • Tıp-Eczacılık:
    • Müslümanlar Endülüs’e yerleştiklerinde bu alanda ciddi bir birikime sahip değillerdi. Gayri Müslimler bu alanda söz sahibi idi. İlk ciddi adımlar 10.yüzyılda atılmış ve meyveler sonraki yüzyılda alınmaya başlanmıştır. Said bin Abdirrabbih (10.yüzyıl) adlı hekim yüksek ateşi tedavi edebilen bir ilaç geliştirmiştir. En büyük hekim ise ez-Zehravi’dir. Onun kaleme aldığı eserde cerrahi konular, yaraların dağlanması, idrar torbası üzerine çakıl taşı bastırıp sıkıştırma, canlı hayvanlar üzerinde deney maksatlı ameliyatlar gerçekleştirme, kadavra teşrihi gibi fikirleri ihtiva etmektedir. Ebu Mervan ibn Zühr ise tıp ve eczacılık alanlarında Endülüs’te olduğu kadar Kuzey Afrika’da da otorite kabul edilmekteydi. O, mide kanserini tarif eden ilk Müslüman hekimdir. Felsefeyle ilgilenen ibn Bacce, ibn Tufeyl ve ibn Rüşt aynı zamanda hekim olup bu alanlarda eserler yazmışlardır.
  • D)Astronomi- Matematik
    • Müslümanlar Endülüs’ü fethettiklerinde diğer ilim dallarında olduğu gibi bu alanlarda da ilgili istifade edebilecekleri bir mirasla karşılaşmadıkları için yine Doğu onlara kaynak olmuştur. Astronomi kıble ve namaz vakitlerinin tespiti, kara ve denizde yön tayini, zirai faaliyetlerin zamanlanması ve siyasi işlerde geleceği önceden tahmin etme gibi faydaları sebebiyle rağbet edilen bir ilim dalı olmuştur. 9.yüzyılda taşlardan cam yapımını keşfetmiş olan Abbas bin Firnas kendi evinde içinde yıldızların, bulutların ve hatta gökte çakan şimşeklerin bile seyredilebileceği bir çeşit uzay laboratuarı geliştirmiştir. Ayrıca insanın uçması konusunda ilk ilmi girişimleri yapan kişi olarak tanınır. Doğuda ilk astronomi doktrinleri Batlamyus’un görüşleri doğrultusunda şekillenmiştir. Gökyüzü cisimleri akıl dışı ruhani varlıklardır, dünya ise düz ve evrenin merkezi olarak kabul edilir. Endülüslü bilginler buna karşı anti- Batlamyusçu bir anlayış geliştirmişlerdir. Astronomi ile birlikte uygulamalı ve teorik matematik çalışmaları yürütülmüştür. Bunlar pratik faydalarından ötürü devlet tarafından desteklenmiştir. El-Mecriti hicreti başlangıç noktası kabul ederek Pers takvimini hicri takvime çevirme kılavuzu hazırlamıştır. Ez-Zerkali , Zerkaliyye ve sahifa adlarıyla anılan astronomi aletleri geliştirmiştir.
    • Bunlar dışında bazı astronomik hesaplar yapmıştır ki günümüzde tespit edilen derecelere bunlar çok yakındırlar. Batlamyus, Akdeniz’in uzunluğunu 62 derece, el- Havarizmi ise 52 derece olarak tespit etmiştir. Ez-Zerkeli ise bugünkü dereceye çok yakın olan 42 dereceyi hesaplamıştır. Kendi icadı olan sahifa adındaki usturlabı ile güneşin dünyaya olan uzaklığını 12.040 olarak bulmuştur. Günümüzde modern aletlerle yapılan tespit de bu rakam 11.8 olarak bulunmuştur. El-Bitruci, Batlamyus’un teorisine yönelik tenkitleri sonucunda yeni bir astronomi sistemi gelişmiştir. Onun görüşleri Kopernik başta olmak üzere Batılı bilim adamlarına tesir etmiş, hatta o modern astronominin kurucularından kabul edilmiştir.
  • D)Botanik- Zeoloji:
    • Bu iki bilim dalına büyük ilgi duyulmuştur. 1. Abdurrahman zamanında ana vatana duyulan özlem nedeniyle buradan başta hurma ağaçları ve birçok bitki türü Kurtuba’daki Rusafe Kasrın bahçesine dikilmiştir. 10-11.yüzyıl zeoloji ve botanik bahçeleri çok meşhur hale gelmiştir. Proscorides’in Materia Medica adlı eserinden istifade edilerek her iki sahada ciddi çalışmalar yapılmıştır. Bitki motifleri ve hayvan figürlerinin çizilerek gösterildiği kitaplar kaleme alınmıştır. El-Gafiki Endülüs ve Kuzey Afrika’da toplamış olduğu bitkilerin bir koleksiyonunu yapmış ve her birini Arapça, Latince ve Berberice adlarını vererek ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Abnu’l Avam ziraat konusunda yazdığı el-filaha adlı eserinde 585 bitki çeşidinden elli meyve ağacının dilip yetiştirilmesine dair usuller, aşı tenkitleri, toprak çeşitleri vb. üzerinde durmuştur.
  • DİL VE EDEBİYAT
    • A) Filoloji Çalışmaları:
    • Endülüs çok dinli, ırklı ve dilli bir toplum yapısına sahipti.Hıristiyan yerli halk Latince, ülkedeki Yahudi cemaat İbranice ve Endülüs’e gelen Müslümanlar Arapça ve Berberice konuşmaktaydı. İlk başta Arapça sadece Araplar tarafından konuşulmakta iken 9. yüzyılda Arapça Endülüs toplumunun müşterek kültür dili olma özelliğine kavuşmuştur. Bunda etken Müslüman eğitim faaliyetlerin bu dille yürütülmesidir. Berberiler ve yerli halktan Müslüman olanların İslam dinini öğrenebilmeleri ve ilmi faaliyetlere katılabilmeleri için ancak Arapça bilmeleri ile mümkündür. Ayrıca fetihle birlikte buraya gelen kültür yerli kültürden üstün olması yerli halkın hayranlığını kazanarak bu kültürün yazılı kaynaklarına ulaşabilme isteğini uyandırmıştır. Bunlar dışında gayri Müslim ile Müslümanların iş, ticaret, komşuluk ve benzeri ilişkileri etkili olmuştur. Araplar da Latince öğrenmişlerdir.
    • Doğu’da yazılan gramer kitaplarından hem metot hem içerik bakımından örnek alınarak uygulanmıştır. 10.yy’dan itibaren kendi eserlerini kaleme alabilmişlerdir. Dilcilerin sultanı unvanını alan ibn Hayyan Arap gramerini nazım biçiminde ve basit bir dille bin beyitlik el-Elfiyye adlı eserinde özetlemiştir. Ayrıca ibn Hayyan Türkçe, Farsça ve Habeşçe üzerinde de çalışmalar yapmıştır.
  • B)Nesir:
    • Nesir konusunda ise hükümdarların başka hükümdarlara gönderdikleri veya valilere gönderdikleri risaleler, meşhur hatiplerin hutbeleri ile Amiriler döneminde çokça yazılan savaşlarla ilgili edebi tasvirlerden oluşturmaktadır. Emirlik ve halifelik döneminde risale ve hutbeler Cahiz’in tesiriyle daha uzun; belagat, fesahati, kinaye, mecaz ve secinin bir arada bulunduğu ağdalı bir üsluba kavuşmuştur. Arap edebiyatında drama mevcut değildir fakat roman ve fabl ve hikaye türleri çok yaygındır. Halife ve emirler masal ve romantik hiayeleri derletmişlerdir. Telif eserlelere örnek olarak ibn Hazm’ın “Taüvku’l Hamame” adlı eseri Türkçeye Güvercin Gerdanlığı olarak çevrilmiştir. Bu orijinal bir aşk felsefesi denemesidir. İçeriği aşkın maiyeti, belirtileri, aşık olma şekilleri, mektuplaşma, sır saklama, kavuşma, ihanet, ayrılık, ölüm, iffet ve benzeri konuları kapsayan otuz bölümden oluşmaktadır. Yazar dini ilimlere hayatını adayan ve fakihliği ile şöhret olmuş zatın aşkı bizzat yaşayarak aydınlatması açısından dikkat çekmiştir.
  • B)Şiir:
    • Endülüs için şiir ,hayatın her alanında yer alan vazgeçilmez bir unsurdur. İnsanlar evde, camide ,saray, savaş, düğün ve yasta yani hayatın her anında şiirler iç içe olmuşlar. Keza Endülüslüler şiire verdikleri değeri yeni iki şiir türü icat ederek ortaya koymuşlardır. İlk dönemde Doğu’daki gibi kaside formundaki klasik türü hakimdi. Fetih ordusuyla gelen şairler şiirin ilk temsilcileridir. Ebu’l Hattar Doğu şiirinin şekil ve üslubunu yansıtmıştır. İlk dönemlerde şiirlerin konusu Doğu’ya duyulan özlem, sevgi ve tabiat iken; 10.yy’da gayri ahlaki bulunan temalar içki, kadın ve benzerileri şiirin konusu olmuştur. Bazı şairler ülkenin tabii güzelliğini yansıtmayı tercih etmişler. Onlar için Endülüs Kur’an’da zikredilen cennetle eş değerdir. Düvelü t Tavaif döneminde yirmiden fazla ufak devletçikler kurulmuştur. Bağımsızlığını ilan eden her sultan kendi sarayını Kurtuba örneğinde olduğu gibi dönüştürme çabasına girmiştir. Bu da sanat ve edebiyatın verimli bir ortama kavuşmasını sağlamıştır. Şairlik, vezirliğe eş değer tutulmuştur. 13.yy’da Endülüslerin Hıristiyanlar karşısında yenilmeleri sonucunda şairler bu hüzünlü durumu şiirlerine yansıtmış ve ağıtlar yakılmıştır. En meşhur şair ise Şerf er-Rundi’nin “ Nuniyye”sidir.
  • MÜVEŞŞAH- ZECEL :
    • Müveşşah ve zecel Endülüslü şairlerin icat ettikleri iki şiir türüdür. Lirik bir şiir türü olan müveşşah ismini kadınların taktıkları incili bir kuşak olan vişahtan almaktadır. Şiirin özelliği katı aruz kalıpları dışına çıktığı tek tip kafiye düzenine uymadığı için Arap şiirinde bir inkılap olarak değerlendirilmiştir. Şiirin harcah bölümü şairin duygusal dünyasını harekete geçirerek yani tahrik edici olması gerekir. Harcah; aşık olduğu delikanlı hakkında konuşan bir genç kızın ağzından çıkmış gibi olmalıdır. Şair (vişah), genç kızın ağzından harcahı duyar duymaz tutuşur ve harcahın üzerine müveşşahı bina eder. Konular klasik şiirdekinden farklı değildir. Özelliği telli musiki aletleri eşliğinde şarkı şeklinde okunduğu için aşk temaları işlenmiştir. Bu türü ilk icat eden el-Kabri olduğu, en ünlü temsilcisi ise el-Kazzaz’dır. Müveşşahlar yaygınlaştıktan sonra dil bilgisi kurallarına uymadan yeni şiirler söylenmiş ve bu şekilde ortaya çıkan şiirlere “ Zecel” denmiştir. Müveşşah ile zecel arasında bazı farklar vardır. Şöyle ki: Müveşşahlar çoğunlukla doğru Arapça ile, zeceller ise Arapça, Latince, İspanyolca ve Berberice karışımı melez bir lehçeden meydana gelmiştir. Zeceller bilhassa şenliklerde, düğünlerde çalgı aletleri eşliğinde ve koro halinde söylenmiştir. Bu türün en ünlü şairi ibn Kuzman’dır.
  • MUSİKİ:
    • Endülüs musikisinin kurucusu olarak Ziryabı zikredebiliriz. Mavsıli ekolüne mensup olup musiki sahasında köklü değişiklikler yapmıştır. Konservatuar niteliğinde bir okul açmıştır. Daha sonra İşbilliye, Tuteytula, Valencia ve Gırnata’da müzik akademileri açmıştır. Endülüs musikisi teori ve uygulamada İran, Arap niteliğini taşımaktadır. Musikiyle ilgili Grekçe eserlerin tercümesiyle Grek ve Piseagor müzik teorilerine de yer verilmiştir. Endülüs müzik alanında o kadar ileri gitmiş ki 11. asırdan itibaren müzik konusunda Bağdat’ın şöhretini bile unutturmuştur. İşbilliye şehri musiki, şarkı ve diğer eğlence vasıtalarının merkezi durumundaydı. Burada , müzik aletlerini satıldığı büyük bir pazar kurulmaktaydı. Burada yapılan müzik aletlerinin ihracı için ticari merkezler geliştirilmiştir. Müzik alanında en önemli kişi ibn Bacce’dir. Onun günümüze ulaşmayan eseri Farabi’nin eseri kadar ilgi görmüştür. Muvahitler döneminde ibn Sebih musiki notaları konusunu “ Kitabu’ l-Edvaru’l- Mansub” adlı bir eser yazmıştır.
  • KAYNAKÇA
    • Hiit, P.K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, tcr. Saliğ Tug, İstanbul, 2005
    • Miguel, A., İslam ve Medeniyet Tarihi
    • İslam Ansiklopedisi, Endülüs Maddesi,C. F. Seybold, 4.cilt
    • Kazıcı, Z., İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi
    • Hodgson, M.G.S., İslam’ın Serüveni/ Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih İslam’ın Klasik Çağı, İz Yayınları, İstanbul
    • Zeydan, C., İslam Medeniyet Tarihi
    • Miranda, A. H., İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, trc. Kazım Turhan-Ufuk Uyan, Hikmet Yayınları, İstanbul,cilt 3
    • Pines, S., İslam Tarihi/Kültür ve Medeniyeti, trc. İlhan Kutluer, cilt 4. İstanbul
    • D.İ.A.i Endülüs maddesi
    • Doğuştan Günümüze Büyük İslam Ansiklopedisi, Miavel, A.
    • Özdemir, M., Endülüs Müslümanları / İlim ve Kültür Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Ankara, 1987

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...