13 Aralık 2019

SEBATAY SEVİ - GİZEM DÜNYASININ PRENSİ



GİZEM DÜNYASININ PRENSİ
1626 Yılında İzmir'de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Sabetay Sevi 1665 yılında kendisinin Tevrat'ta beyan edilen ve dünyaya gelip "vadedilen topraklar" da Yahudiliği tekrar hakim kılacak olan Mesih (İsa) olduğunu iddia etti. 
 VAAD EDİLEN TOPRAKLAR İSRAİL BAYRAĞINDA İKİ MAVİ ÇİZGİYLE SEMBOLİZE EDİLEN, NİL VE FIRAT ARASINDA KALAN BÖLGEDİR. KIBRIS'I, SİVAS'A, ERZURUM'A KADAR DOĞU VE GÜNEYDOĞU BÖLGEMİZİ, GÜNEY'DE MERSİN, ADANA DAHİL BİZİM TOPRAKLARIMIZI İFADE EDER. 
 Bir din adamı olan Sevi'yi başka Yahudi din adamları da kabul edip destekleyince büyük bir Yahudi kitlesi onun arkasına takıldı ve devletlerinin de olmamasının acısıyla bu amaca giden yolda ve Siyonizmi ortaya çıkaracak süreçte onu desteklediler. Kudüs'teki Yahudi önde gelenleri Sevi'yi desteklemedikleri gibi, onu dinlerini bozan bir düzenbaz olarak gördüler ve Osmanlı Sarayına şikayet ettiler. 
 Evet Gizem Dünyasının Prensi Sabetay Sevi ve Sabetaycılar konusunda basında çıkan bu konuda yazılanları, yazılacakları sizlere bu bölümde sunmaya çalışacağız. Gerçekten farklı bir dünyaya gireceksiniz. Her yazı sizi diğer bir yazıya götürecek... 
 Türkiye'de bugün 100 - 200 bin nüfusa sahip bu gizli azınlık, pek çok köşe başını tutmuştur. Son on yılda bankalardan milyarlarca dolar hortumlayan ve sonra da dışardan ithal ettikleri gizli dinlilerle kendilerini aklatanlar bunlardır. 
İsrail'in önünü açmak için bu topraklarda 30.000 insanın hayatına mal olan PKK olayının arkasında da bunlar vardır. İyileri de vardır, kötüleri de. Geldiği yere hak ederek gelenleri de vardır, fırsat eşitliğini yok etme pahasına köşe kapmaca oynayanları da. 
 TANI BUNLARIN HEPSİNİ! 
 Belgeleri Kimler Yok Etti? * Mehmet Şevket Eygi Milli Gazete 17.04.1999 GERSHOM SCHOLEM, Sabatay Sevi ile ilgili kitabında (Fransızca tercümesi, s. 403, 176 numaralı dipnotu) 'Sabatay Sevi ile ilgili hiçbir resmî Türk belgesi bu güne kadar bulunamamıştır ve gelecekte de bir şey bulmak ümidi pek kuvvetli değildir. Profesör Uriel Heydt, 1665 Ekiminden 1678 Nisanına kadar olan zaman içindeki hükümet kararlarını ihtiva eden ciltlerin (dosyaların) İstanbul Devlet Arşivlerinde mevcut olmadığını ortaya çıkartmıştır' diyor. 
 Profesör U. Heydt'in, Tarbits, XXXV (1956), s. 337-339'da yayınlanan İbranice araştırmasının başlığı 'Sabatay Sevi ile ilgili bir Türk belgesi' olduğuna göre, arşivlerimizde İzmirli Mesih hakkında en az bir belge olması gerekmektedir. Yahudi Profesör ve araştırıcı Heyd'in iddiası doğru ise, devlet arşivlerimizden Sabatay Sevi ve Sabataistlerle ilgili belgeleri kimler yok etmiştir? Tarihini tam olarak hatırlamıyorum, büyük ihtimalle 1986'daydı, bir gün Beyazıt'ta bir sergiciden Başbakanlık Devlet Arşivi'ne ait bir tomar vesika satın almıştım. 
Bunları daha sonra, Yeni Haber gazetesi vasıtasıyla Arşiv'e verdirttim. Maalesef titizlikle korunması gereken resmî evrakımızın bir kısmı kaybedilmiş, hatta bir ara balyalar halinde okkası 2,5 kuruştan Bulgaristan'a satılmıştır. 
 Devlet Arşivimizdeki Sabatay Sevi ve Dönmelerle ilgili resmî belgeleri kimler, niçin, nasıl yoketmişlerdir? Bunlar arşivden alındıktan sonra bir yerde saklanmış mıdır, yoksa imha mı edilmişlerdir? Sabatay Sevi son üç buçuk asırlık tarihimizin yetiştirdiği çok önemli bir şahsiyettir. Ben onu, bu devre içinde zuhur etmiş on mühim kişi listesine koymuşumdur. Sabatay Sevi, krallığını ilân etmiş ve bu ülkede hakimiyetin Türklerden Yahudilere geçtiğini korkmadan ve açıkça beyan etmiştir. Bilhassa son bir asırlık tarihimizde meydana gelen akıllara durgunluk verecek hadiseleri anlamak için Sabatay Sevi'yi ve Sabataycılığı iyi bilmek gerekir. 
Yazık ki, Türk tarihçileri içinde İbranice bilen kimse yoktur ki, gereken araştırmaları yapsın, bu konuda daha önce yayınlanmış olan ilmî ve tarihî tedkikatı gözden geçirebilsin. Türkiye'yi, yakın tarihimizi ilgilendiren çok önemli bir konuda cahil olmak, araştırma yapmamak afedilebilir mi? Ankara'daki Tarih Kurumu Sabatay Sevi ve Sabataycılar konusunda niçin ilmî, ciddî, mufassal araştırmalar yaptırtmıyor, yayınlamıyor? 
 İslâmî kesimde bir sürü vakıf, cemaat var. 
Her yıl islâmî hizmet ve faaliyetler için milyarlarca dolar harcanıyor. Bu paraların bir kısmı ile niçin ilmî çalışma ve araştırma yapılmıyor? Evet soruyorum: Devlet arşivlerimizdeki Sabatay Sevi ve Sabataycılarla ilgili önemli belgeler ne olmuştur? Evrensel Değerler KOSOVA meselesi yüzünden NATO'nun Sırbistan'a savaş ilan etmesi, 21'inci yüzyılda devletlerin hâkimiyetlerinin üzerinde evrensel değerlerin bulunacağını, bunlar ihlal edildiği takdirde hâkimiyetlere saygı gösterilmeyeceği anlaşılmaktadır. Dünya jandarması ABD ezilen, yokedilmek istenen Kosova halkı için savaşı göze almıştır. Lakin Filistin halkı için aynı hassasiyeti göstermemektedir. Kosova'daki müdahaleden sonra ilk fırsatta Kürt meselesini ele alacaklar ve Türkiye'nin devlet hakimiyetine gölge düşüreceklerdir. 
Devlet adamlarımızın, siyasî iktidarların, dışişleri bakanlığı yüksek bürokratlarının, istihbaratçıların buna karşı tedbirler düşünmeleri, Türkiye'yi parçalatmayacak bir satranç oynamaya çalışmaları gerekir. Kosova'da durum oldukça basittir. Kosova'da yaşayan halkın büyük çoğunluğu Arnavut ve Müslümandır. Kosova'nın, Kosovalıların olmasını istemek kolaydır. Türkiye'de ise, Kürt nüfusunun büyük kısmı ülke sathına dağılmış; İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Mersin gibi büyük şehirler Kürt kökenli vatandaşlarla dolmuştur. Türkiye'nin etnik bir parçalanmaya müsait durumu yoktur. Böyle bir parçalanma büyük facialar getirir, milyonlarca vatandaş mağdur olur. İnsan haklarını bahane ederek ülkemize federatif bir yapı getirmek isteyeceklerdir. 
Kokuşmanın son haddine vardığı, Akdeniz-Latin karakterinin hâkim olduğu sosyal ve kültürel bir iklimde federatif sistem yürür mü? Yoksa korkunç bir kaosa mı yol açar? Peki bugünkü Balkan savaşı kısa bir zamanda sona erebilecek midir? Yoksa savaş genişleyecek; Arnavutluğu, Makedonya'yı, Yunanistan'ı, Türkiye'yi, Bulgaristan'ı da içine alarak büyük bir yangına mı dönüşecektir? Rusya Federasyonu'nun yaşayabilmesi için Çeçenistan'ın federasyon içinde kalması gerekir. Çeçenler ise buna asla razı olmayacaktır. Çeçenistan tam bağımsızlık kazandığı takdirde büyük Rusya Federasyonu'nun da çatırdamaya başlaması ve bunun sonunda dünyayı altüst edecek gelişmeler olması mümkündür. 
 Millî devletlerin hâkimiyetlerinin 21'inci asırda mutlak olmayacağına, onların üzerinde evrensel değerler bulunacağına göre Türkiye'deki siyasî sistemin istikbali nasıldır? Şu anda ülkemizde insan hak ve hürriyetleri ihlal edilmekte, bilhassa din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti kısıtlı bulunmaktadır. Bizde insan hakları ve evrensel değerler yerine resmî ideolojinin ilkeleri ve laiklik ilkesi vardır. Günün birinde bu yüzden de büyük buhranlar zuhur etmesi düşünülebilir. Her hâl ü kârda yeni yüzyılın eskisine benzemeyeceği, bambaşka rüzgârların eseceği anlaşılmaktadır. Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar , Mehmet Şevket Eygi 
 Bir de Efendi Çıktı Başımıza Ahmet Kubilay Soner Yalçın’ın son kitabı “Efendi”yi henüz okumadım ama kitap vesilesiyle Tempo’da kendisiyle yapılmış ropörtajı* okudum. Ropörtajda, Yalçın, “beyaz Türkler kim?” sorusuna “çünkü Osmanlı’da Sabatayistlere ‘bey’ değil ‘efendi’ denirdi” cevabını verince aklıma hemen Kurtlar Vadisi dizisindeki mevzulara gerçek hayatta karşılık arayıp, duran, bana bu konuda sık sık bir şeyler soran ve asabımı bozan arkadaşlarım geldi. Bu kitap, Efendi adını taşıyordu ve yazarı Soner Yalçın da Kurtlar Vadisi dizisinin “konsept” danışmanıydı. Şu anda temkinliyim. Bu kitabı okumadan herhangi bir yorum yapmayacağım. İlk izlenimlerimi yazabilirim sadece. Röportajdan anlaşılıyor ki, Türkiye’de Sabetayist denilen insanlardan oluşan bir cemaat olduğu iddiaları biraz daha netleşiyor. Öyle birileri gerçekten var. Ve – aman Tanrım – her köşe başını tutmuş da olabilirler. Soner Yalçın, en çok sol partilerde değil sağ partilerde siyaset yaptıklarını söylüyor. 
Soner Yalçın'a göre Adnan Menderes de Sabetayist. 
Müslümanım diyene değilsin denemez ama ırk bakımından Sabetayistlerin İbrani kökenli olduklarını görüyoruz. Bu konuyu ilk Profesör Yalçın Küçük’ten duymuş idik. Yalçın Küçük, üslubu bakımından çok güvenilir bulduğumuz bir insan değildi. Şimdi de bir başka Yalçın, Soner Yalçın bu konuya lodoslama dalmış. Bu, benim zihnimde de “acaba” sorusunu doğurdu. “Acaba, birileri Türkiye Cumhuriyeti’ne olan inancın zayıflaması için, devletin altını oymak için asla bütünüyle ispatlanamayacak bir meseleyi mi ortaya atıyor.” 
 Bu konuda farklı tezler geliştirilebilir. Bir, bu ülkede hakikaten Sabetayist bir egemen elit var, ve bunların bir kısmı 1967’den sonra New York’tan emir almaya başladılar ve bu doğrultuda, Irak Savaşı’nı müteakiben bölgeye giren ve Büyük Ortadoğu Projesi adını verdiği projeyle burada kalıcı olduğu konusunda tehlikeli sinyaller veren ABD’nin önünü açacak adımlar atarak, içerde milli birlik ve beraberliği bozacak bir yolda gidiyorlar. 
Bunlara karşı da, ABD- İngiltere – İsrail ekseni karşısında saf tutan AB ekseni de halkın bilgisine bu “egemen elit”in varlığını sunuyor. Amaçlanan egemenlerin önünü kesmek için şantaj yapmaktır. İkinci tez, bu egemen elitler yine hakikaten varlar ve birkaç asırlık bir süreç sonunda bu ülkeyi kendi vaat edilmiş toprakları açısından bir “rezerv devlet” olarak görüyorlar ve bu pervasızlıkla, sıradan Türk gencinin ümitsizlik selinde ıslanması için bu bilgiyi “step by step” halka açıklıyorlar. Yalçın Küçük bir, Soner Yalçın iki. Bir üçüncü tez, içerde Susurluk kazasından sonra pasifize olmuş bir damar vardı. Bu damar, birinci tezdeki gibi ABD- İngiltere – İsrail ekseninde emir kulları olan egemenlerin önemli bir kısmının mensup olduğu Sabetayist mezhebi deşifre etmeye, tamamen yerli niyetlerle karar verdi. Tempo dergisinin Soner Yalçın’ın “Efendi”si hakkındaki ropörtajı yayınlaması da gösteriyor ki, bu konu artık tabu olmaktan çıkıyor. Bundan sonra neler olacak görmek lazım. Kim ne yapmaya çalışıyor, bilemiyorum. Ama bildiğim ve hoşnut olduğum tek bir husus var, bu konu artık tabu değil. Böyle insanın neredeyse bütün bildiklerini yeniden gözden geçirmesine sebep olan bir bilginin içinde kalması, kimseye bu konuda tek kelam edememesi ne kadar kötüdür. 
Şükür, Soner Yalçın ve onun gibiler bu konuda daha çok kitap yayınlayacak gibi görünüyor. 
Bu arada Soner Yalçın, bu konuya “Siyasal İslamcı” çevrelerin bir tehdit gözüyle baktığını söylemiş. Ben “siyasal İslamcı” değilim ama Soner Yalçın’ın bu sözünden muradın, sağcısı, solcusu, “ulusalcısı”, İslamcısı, milliyetçisiyle ve kendini herhangi bir tandasa sığdırmayanıyla “yerliler” olduğunu tahmin ettiğimden kendi adıma cevap vereyim: Ben, bu konuyu bir tehdit unsuru olarak görmüyorum. Bu egemen elitin, ki egemenlikleri de, elitlikleri de çok su götürür konulardır, eşyanın tabiatı neyi gerektiriyorsa onu yapmakta olduğunu biliyorum. Başka bir mezhep, başka bir din sahibi de olabilirlerdi. Herhangi bir coğrafyada, herhangi bir “oligarşi”, haksız kazanç kapılarını korumak ve kollamak için ne yapacak idiyse, bunlar da onu yapıyorlar. Sonra ben Türkiye’de, yüksek sınıflar içinde Sabetayistler kadar başka milletlerden, önce Osmanlılaşmış, sonra da Türkleşmiş aileler olduğuna inanıyorum. 
Temel mesele bu ülkede her alanda “fırsat eşitliği”dir. İnsanları biraz da insan olarak görmeli. Hatasıyla, sevabıyla bu insanlar da bu topraklarda yaşıyorlar. Eğer, nevzuhur bazı kitaplarda iddia edildiği gibi sistematik bir ihanet içine giren bir “oligarşi” varsa, bu ülkenin hakimleri de, savcıları da var derim. Yok, bir ihanet söz konusu değilse, nüfuz ticareti başta olmak üzere, yolsuzluk, hortum vb. suçları irtikap ediyorlarsa yine bu ülkede hukuk düzeni vardır derim. Yok, tek suçları Sabetayist olmaksa, bu yanlıştır. Dinini gizlemek suç mu, onu da bilemem. Sabeyist dinin temel farzı “dinini gizlemek” ise, kim ne diyebilir. Gizlenen din, nasıl bilinebilir? 
Ben daha çok bu tartışmalarla vakit kaybedilirken, enerji kaybedilirken neler kazanıldığına bakılması gerektiğine inanıyorum. Bu bilgiyi de önemsiyorum. Araştırılmalıdır. 
Bir Sabetayizm Araştırmaları Enstitüsü kurulmalıdır. 
Bu hususta finansmanın açık Yahudilerden sağlanabileceğine inanıyorum. Çünkü Yalçın Küçük’ün gazına gelen bir kısım okurlar bilmeliler ki, Yahudiler bu konuda araştırma yapılması için seve seve para vereceklerdir. 2003 senesindeki talihsiz sinagog bombalamalarından sonra bir Yahudi yetkili, Türkiye’deki “Yahudi” imajının bu kadar kötü olmasında kendilerinin değil, çift kimlikli bazı kimselerin suçu olduğunu ifade etmemiş miydi? 
Zihnim beni yanıltıyor mu yoksa? * Tempo Dergisi, 855. sayı, 29 Nisan – 5 Mayıs 2004 Yazara mail: kubilay@siyasetekseni.com Yazı girişi: 03.05.2004 16:44:56 Tempo Dergisi, 855. sayı, 29 Nisan – 5 Mayıs 2004-04-30 Soner Yalçın: “Sabetaycılar İslam’a Da Sızdı” 
 Röportaj: Yasemin Yurtman 5N1K'daki sorumluluğunun yanı sıra Kurtlar Vadisi dizisinin konsept danışmanlığını yapıyor Soner Yalçın. Doğan Yurdakul'la birlikte yazdığı Bay Pipo" ve "Reis" dışında, "Beco", "Binbaşı Ersever" gibi kitaplarıyla da onu yakından tanıyor Türk okuyucusu. Yeni kitabı çıktı, malum. Bu yüzden telefonları susmuyor. Pek çok gazeteci ropörtaj istiyor. Odaya girdiğimizde Emre Kongar telefondaydı. Efendi'nin içindeki bilgileri tartışıyorlardı hararetle. Biz gelmeden kararını vermişti: "Yok, Yasemin teyp açmanı istemiyorum. Yapmayalım seninle de" dedi. Fakat, laf lafı açtı; kararından döndü. Yaptığımızın adı yine de ropörtaj değildi. (En azından o böyle söylüyor; ama ikna olmasında götürdüğümüz şarabın ve Şam fıstıklarının etkisi büyük, bu kesin) Sohbetimizde üç yıldır üzerinde çalıştığı Doğan Kitap'tan çıkan kitabı "Efendi'nin kimler olduğunu, Beyaz Türkler'in büyük sırrını anlattı. Y.Y: Neden Bu Kitap? S.Y: Gazetecilik yapma bana. 20 yılı aşkın süredir yapıyorum bu işi. Y.Y: Beyaz Türkler kim? S.Y: Türkiye'deki ilk milli burjuvazi. Evliyazade gibi aileler... İlk büyük tüccarlar, siyasetçiler. 
Sabetaycılara Osmanlı'da "Bey" denmez, "Efendi" denirdi. 
 Y.Y: Sabetaycılıkla ilgili bırak kitap yazmayı, kimse konuşmak istemiyor. Bu yaptığınız korkutmuyor mu? S.Y: Korkum olsaydı kitap yazmazdım. Binbaşı Ersever'den bugüne kadar yazmadığım kalmadı. Soner Yalçın olarak bir şeylerden korkabilirim ama kalemimi niye korkutayım? Bir de, Sabetaycıları kötüleyen, "tu kaka" diyen bir kitap değil ki bu. Bilimsel bir çaba benim yaptığım. Bir gazeteci olarak tarihe bir katkıda bulunuyorum. Sabetaycıları yazayım diye çıkmadım yola. Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne, cumhuriyetin kuruluşundan 1960'lı yıllara kadar ailelerin etrafında dönen bütün süreci yazdım. İktisadi, kültürel ve siyasi anlamda bir dönüşüm hikayesi var kitapta. Benim üslubum bu zaten. İstihbarat tarihini yazarken de Hiram Abas’ın etrafında kurmuştum örgüyü. Çatlı’yla ülkücü mafyanın ilişkisini anlatmıştım. 
Behçet Cantürk’le ilgili yazdığım kitapta da önemli olan Cantürk değil, yer altı dünyasıydı aslında. Ersever’de derdim faili meçhul cinayetlerdi. 
 Y.Y:Türk aydınları Sabetaycılıkla ilgili çalışmaları “ölüyü diriltmek” diye nitelendiriyor? S.Y:İnsan kendi tarihine bu kadar yabancılaşır mı? Bir gazeteci bir tabunun üzerine gitmez mi? Niye üzeri kapatılmış, ölü toprağı atılmış? Osmanlı’ya, İslam’a etkisi neymiş? Bunu sadece gazetecilerin değil, herkesin düşünmesi gerekiyor. Y.Y: Siz cevap verin, niye? S.Y: Ben Sabetaycılığı yazmadım. Bir aileyi yazarken karşıma çıktı. Yalnız şunu net olarak söylüyorum; bizim tarihimizde siyasal İslamcılara bırakılmayacak kadar önemli bir konu; yok sayamayız. İslamcılar tam bir tehdit gözüyle bakıyor bu olguya. 
Bu, Osmanlı’dan günümüze kadar belgelerle sabit. Yahudilerin nasıl baktığı konusundaysa kesin bir şey yok. Her şey söylentiden ibaret. Birileri söylüyor işte, Yahudiler Sabetaycıları sevmiyor diye. Ama bunun bir delili, belgesi yok. Ben inanırım o ayrı. 
 Y.Y: İslamcılar neden bu kadar korkuyor? S.Y: Burada benim fikrim önemli değil. Teybi kapatırsan konuşabilirim. Tüm zehirli okları bana döndürmeyin. (Teyp kapandı tabii. Yalçın’ın bu soruya cevabı bizde saklı) Batılılaşma hareketini Türkiye’ye getirenler Sabetaycılardır. Atatürk’e dil uzatamıyorlar. Bu sadece Türkiye’de olan bir tartışma değil ki… Osmanlı’dan Türkiye’ye aktarılan bir çatışma. Sabetaycıların ve Yahudilerin Osmanlı’yı çökertmeye çalıştığı hâlâ tartışılan bir konu. İttihat ve Terakki’den yıllar boyunca korkulmasının sebebi de bu. 
Biz 21. yy’a adım attık ama hâlâ tarihimizde en önemli gerçekliği, yani Sabetaycılığı bir yere koyamıyoruz. Ayıp değil mi? Y.Y: Artık asimile olmaya başladılar değil mi? S.Y: Olsunlar. Kimseye, kendisi “ben buyum, ben şuyum” demedikçe, sen kalkıp Sabetaycı mısın diyemezsin. Olacaklar tabii. Bu toplumda Sabetaycılar eziliyorsa, o zaman ben de Sabetaycıyım. 
Kürtler eziliyorsa o zaman ben de Kürdüm. Soner Yalçın olarak aynen bu duyguları yaşıyorum. 
Tek tek Sabetaycıları ortaya çıkaracağım gibi bir şey de yok. Herkesin içinde iyiler ve kötüler var. Tarihte oynadıkları rolü de kimse yadsıyamaz. Benim ortaya çıkarmaya çalıştığım da bu. Bunu reddetmeye kimsenin hakkı yok. Bu ülkeye batılılaşmayı getiren, sosyalizmle hatta liberalizmle bizi tanıştıran onlar. İslam’ı bile ciddi şekilde etkilediler. Ünlü İslamcı hareketin önderleri arasında ne kadar çok Sabetaist var biliyor musunuz? Ama benim işim isim vermek değil! Y.Y: Sizin anlattıklarınıza göre, sağladıkları ciddi bir ekonomik avantaj var ülkeye. S.Y: Bu kitapta ciddi ipuçları var. Benim işim ipuçları vermek. Y.Y: İzmirli Evliyazade Ailesiyle nasıl tanıştınız? Tüm örgü onların etrafında dönüyor. Kitapta anlattığınız Sabetaist hareketlerin başlangıç noktası da onlar? S.Y: Neredeyse tüm mafya babalarını, MİT, derin devlet ilişkilerini yazdım. Ve bir gün dedim ki kendi kendime; bunların arkasında ideolojik bir güç olması lazım. Herkes konuşuyor ya derin devlet diye; bunun ideolojik temel dayanağı nedir? Bunu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dönüşümün sınırları içinde aramaya başladım. İktisadi ve siyasi ayağını ne anlatabilmişim şimdiye kadar ne de kitaplarıma yansıtabilmişim. 
Bu konuda okumaya ve çalışmaya başladım. Aslında Dr. Nazım’ın hayatını yazmak istiyordum ilk olarak. Y.Y: Dr. Nazım kim? S.Y: Bu ülkede hiç bilinmeyen, hiç konuşulmayan bir adam Dr. Nazım. Ne kadar acıdır ki, bu adam İttihat ve Terakki’nin en önde gelen ismi. Maarif Nazırlığı da yapmış üstüne üstlük. Terakki’nin kurucularından biri ve en son 1926’da Atatürk’e suikast girişiminden idam edilmiş. II. Abdülhamid de onun için idam kararı vermiş. Ama ismini ve kıyafetini değiştirerek Selanik’te örgütlenme çalışmaları yapmış. Türkiye’de hiçbir yerde bu adamla ilgili tek bilgi bulamazsınız. 
Neyse, Dr. Nazım’ın ilişkileri beni Evliyazadelere ulaştırdı. Onların damadı çünkü. Evliyazadeler derken, Fatin Rüştü Zorlu, Menderes, Tevfik Rüştü Aras çıkıyor insanın karşısına. Aras, Atatürk’ün en uzun süreli Dışişleri Bakanlığı yapmış adamı. Antrparantez, bu ülkede 10 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmış Celal Bayar hakkında çıkan tek kitap yok. Y.Y: Neden? S.Y: Bir düşünün bakalım: Sabetaist olabilir mi diye. Şevket Süreyya Aydemir’i ayrı tutuyorum. Menderes hakkındatek bir kitaba, bibliyografyaya rastlıyor musunuz? 
Hayır. Sadece parti propagandalarına rastlıyorsunuz. Neden? 
Bu kitapta tüm sırlar açığa çıkıyor. Bu toplumda “Korsakov” hastalığı, unutma var. Üniversiteler hayata kapalı, siyasete kapalı. Askeri darbelerin de etkisi var tabii. Bütün düşün alanını yok ettiler neredeyse. Y.Y: Bu bilgilere nasıl ulaştınız? S.Y: 30’u aşkın insanla konuştum. 350 yazılı kaynağa başvurdum. Y.Y: Zor oldu mu? S.Y: Çok zor oldu. Ama iğneyle kuyu kazarsanız, bilgiye ulaşırsınız. Baktığınız zaman bilgi var, ama çok dağınık. Hepsini bir potada eritip bir analize eriştim. 
Bu kitabı yine de Sabetaist harekete indirgemek ne derece doğru olur, bilmiyorum. Bu konunun hakkında daha çok çalışılması gerekiyor. Sadece önünü açtık. Sabetaist ailelerde kız alıp verme çok. Çoğunda akıl hastalığı var. 
Kim kiminle evlenmiş, hepsini bulacaksınız bilgilerin arasında. 
Akraba evliliklerinden dolayı hayli sakatlık var. 
Berrin Menderes’in babası akıl hastanesindeymiş örneğin. Adnan Menderes’in dayısı da akıl hastası. 
Sabetaycılığın kültüründe başka bir dine mensup kimseyle evlenme yok! Y.Y: Eee? Bu bile tek başına bir kitabın konusu. Tarihimiz sadece 23 Nisan, 19 Mayıs mı? S.Y: Atatürk’ün Samsun’a çıkışının hikayesi bile farklı bu kitapta. Alternatif tarihi okuyacak herkes artık. Varlık Vergisi’nin gerçeğini de okuyacaksınız. Kabul edilir ya da edilmez. Kimse bu memlekette bilginin doğruluğunu araştırmıyor. Önüne geleni alıyor. Şimdiye kadar tarihimizde gerçeklerin yazılmamasının nedeni de o. Biliyorlar, ne verirlerse halk onu alacak. Y.Y: Derin devlet nedir diye araştırmaya başladım demiştiniz başta. Derin devlet, Sabetaycılar mı? S.Y: Derin devlet diye bir şey yok aslında. Devletin kendisi derin. O devleti kim, hangi ideolojik görüşlerle oluşturmuş? Y.Y: Günümüzde ağırlıkla sol görüşlü partilerin kadrolarında yer alıyorlar sanırız? S.Y: Öyle bir şey yok. 
Her yerdeler. Y.Y: AKP’nin kadrolarında da mı varlar? S.Y: Tabii. Bildikleriniz yanlış. 1960’lı yıllardan sonra büyük çoğunluğu anti-komünist ve sağcı oldu. 
Solcuların kadrolarında yok denecek kadar azlar. Nedenleri çok açık, ama bunu ben söyleyemem. Y.Y: Siz bu kitabı yazdınız. İnsanlar bundan sonra bu konuyu rahat bir şekilde konuşabilecek mi? İnanıyor musunuz buna? S.Y: İnsan tarihini öğrenmek istemez mi? Sabetaycıların genç nesli, kendi dinlerinden olmayan insanlarla da evlenebiliyor artık. Bir de dini vecibeleri gereği ortalıkta değiller. Mezhepleri onlara saklanın, Müslüman olun diyor. Gün gelecek tekrar kendi kimliğinize, inancınıza kavuşacaksınız diyor. O ritüel gereği Müslüman gibi davranıyorlar. Hacca gidenleri çok. Belki de bir kısmı ateist oldu. Ama aralarında ciddi bir dayanışma var. Ama bunu Kürt de yapıyor, Alevi de. Y.Y: İyi olur insanlar konuşur ve tartışırsa. Gazetecinin görevi nedir? Kamuoyunu bilgilendirmek… S.Y: Daha ötesini yapmadım zaten. İyi ya da kötü demiyorum. 620 sayfalık bir haber yaptım sadece. 
Sabetay Sevi bir devrimci miydi? Batılılaşmaya neden bu kadar açıklar? Bunları araştırsın ve konuşsunlar bundan sonra. Sabetaycılık gerici bir din olmamış hiçbir zaman, Atatürk’ü oluşturan şartlar neydi? Bize 19 Mayıs’ta başlayan bir tarih okutuluyor, ondan öncesi yok. İttihat Terakki yok. Bu aydınlanma süreci Atatürk’ü nasıl ortaya çıkarmış? 
 Y.Y: Sabetaycılar Amerika’daki Musevi lobisinde de çok etkinler?
 S.Y: Benden bu kadar. Onu da siz araştırın. Y.Y: Sizce Atatürk de Sabetayist miydi? 
 S.Y: Gidecek başka toprağı olmayan insanların ittifakıdır Kurtuluş Savaşı. Evet, Atatürk seçilmişti, ama liderlik vasıfları, karizması olduğu için seçildi. Neden, nerede milli banka varsa orada kongre yapılmıştır bir düşünün bakalım. Neden Sabetaycıların en etkin olduğu yerden, Ege’den çıkmıştı bütün hareketler? Kimsenin Sabetaist olması kendisini ne aşağılar ne de yüceltir. Biz olguya bakmak zorundayız sadece
. KİTAPTAN NOTLAR: 
* Mustafa Koç, Evliyadelerin iş ortağı Giraud’ların kızı Caroline ile evli. * Atatürk’ün eşi Latife’nin ailesi Uşakizade’lerden. Uşakizade’ler ise Evliyazadeler ile akraba. * Kitapta rastlayacağınız Kazım Dirik’in kızı Şükran Hanım, Muammer Karaca ile evlenmiş. Karaca, Şükran’ı kaçırarak evlenmiş. Kaçırma olayına yardım edenlerse Gülriz Sururi’nin anne ve babası Suzan Hanım ve Lütfullah Bey. * Yenibahçeli Nail’in torunu ünlü reklamcı Nail Keçeli. * Aradan bunca yıl geçmesine rağmen coşkuyla söylenen “Gençlik Marşı”nın müziği bir İsviçre okul şarkısına ait. Söz yazarı ise Ali Ulvi Elöve. Elöve, Selanik’te Atatürk’le aynı tarihte doğmuş. * Mustafa Kemal Atatürk, daha önce Evliyazadelerin kızı Berrin’in ablası Güzin ile evlenmek istemiş; ama aile parası yok diye karşı çıkmış. * Evliyazade Naciye Hanım’ın diğer kızı Berrin, Adnan Menderes’le evlendi. Mustafa Kemal Atatürk, Güzin’le evlenmiş olsaydı, Menderes ile Atatürk bacanak olacaklardı. * İzmir’de düşmana ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’in mezarı yok. Yalnız İstanbul’da Sabetayislerin mezarlığı olarak bilinen Bülbülderesi Mezarlığı’nda adına dikilen bir anıt var. * ABD, Ankara’ya gönderdiği büyükelçilerini hep Yahudi diplomatlardan seçmektedir. 54 kişiden oluşan büyükelçiler listesinde yer alan isimlerin yüzde 90’ı Yahudidir. * Emre Kongar, Adnan Menderes ile akraba. * Ayten Alpman’ın “Memleketim” parçasının orijinali geleneksel Yahudi müziğinin çok tanınmış şarkısı “Rebe Rumelekh”dir. * Evliyazadelerin dünürü – akrabası Birsel’lerin, günümüzdeki temsilcisi Murat Birsel. 
 NEDİR SABETAYCILIK? 
 1626 İzmir’de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Sabetay Sevi, 1665 yılında kendisinin Tevrat’ta beyan edilen ve dünyaya gelip vaat edilen toprakların Yahudiliği tekrar hakim kılacak olan Mesih (kurtarıcı) olduğunu iddia etti. Bir din adamı Sevi’yi Yahudi din adamlarından çoğu “hain” ilan ederken, bazıları da destekledi. Önemli bir Yahudi kitlesi onun arkasına takıldı. Devletlerinin de olmamasının acısıyla Yahudilerden önemli bir grup, devlet kurma amacına giden yolda ve Siyonizmi ortaya çıkaracak süreçte onu destekledi. İzmir ve Kudüs’teki Yahudi önde gelenleri Sevi’yi desteklemedikleri gibi, onu dinlerini bozan bir düzenbaz olarak gördü ve Osmanlı Sarayı’na şikayet etti. Çoğulcu yapısı sebebiyle, o zamana kadar bu işin üzerinde durmayan Osmanlı Devleti, tebaası olan bir büyük din mensuplarının dinlerinin korunması talepleri karşısında kayıtsız kalamadı. Sevi’yi saraya çağıran zamanın sadrazamı, hayatı ile iddiaları arasında bir seçim yapmasını istedi. Sevi, hayatı yönünde seçim yapmakla kalmadı. Müslüman oldu ve Aziz Mehmet adıyla maaşa bağlandı. 
 KURTLAR VADİSİ
 “Herkes Çakır’ın niye öldüğünü soruyor. Bunu sormak demek, diziyi anlamamak demektir. Çok iyi kalemler bile bu diziyi izlemeyip, ahkam kesiyorlar. Bu dizi bir Susurluk dizisi. Susurluk’u birkaç tane özel timcinin yaptığın mı zannediyorsunuz? Bu dizide bir Baron var. Ortadoğu projesi var adamın. Bağlantıları çok güçlü. Yeraltındaki bağlantılarını kullanarak güç sahibi olur giderek. Derin devlet de onu çökertebilmek için bir mücadeleye girişir. Baron birtakım tetikçiler kullanır. Çakır’ın işi bittiği zaman, tehlike oluştuğu zaman kalemi kırılır. Bakınız Türkiye’ye; bütün ünlü tetikçiler, yani mafya babası olarak bildiklerimizden hangisi kaldı hayatta? Yok. İşte bu dizi bunu anlatıyor. 28 Şubat kararları sadece siyasal İslamcılara karşı devletin açtığı bir bayrak değildir. Aynı zamanda mafyaya da bayrak açmıştır. Hala herkes üç maymunu oynuyor sadece. Çok cesur bir dizi gerçekten de. Mafya babası diye bildiklerimiz tetikçidir sadece. Büyük manzarada büyük patronlar var.” 
 "BENZET; AMA ASLÂ BENZEME!" 
* Sabetay Sevi cemaati mensuplarından ve 'Evet Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetaycılığı' kitabının yazarı Ilgaz Zorlu, geçen sene, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Diyalog Platformu'nda yaptığı konuşmada, Türkiye'de sayıları 100 bini bulan Sabetayclar'ın asıl hüviyetlerini gizlemelerinden yakındı. Zorlu, İzmirli bir haham olan ve bazıları tarafından mesih olarak kabul edilen Sabetay Sevi'nin adıyla anılan Sabetaycılığı şöyle tavsif etti: 'Sabetaycılar bence Türkiye'nin gizli Yahudi cemaatidir. Kendilerine sorarsanız, Türk ve kabul edilebilir ölçüde Müslüman bir cemattir. İsrâil'de Sabetaycılık, Yahudilik içinde kabul edilmiyor.' Sabetaycılığın 1924'ten beri Türkiye'nin temel taşlarından olduğunu ifade eden Zorlu, sözlerine şöyle devam etti: 'Sabetay Sevi'nin doktrini tamamen Yahudiliğin içindedir. Sevi, zamanında hahamlar tarafından çok şikâyet edildi. Ama Osmanlı bunu, Yahudiliğin iç meselesi olarak kabul etti ve karışmadı. Bunu fırsat bilen Sevi, bütün Anadolu'yu dolaştı. Sabetaycılar o zaman saraydan reaksiyon almadıkları için çok ileri gitmişlerdir. Hatta çok organize olan Sabetaycılar, saraya bile girdiler. 
Sabetaycılarla Yahudilik arasındaki ilk ciddî problem, Sabetay Sevi'nin doktrinleri ile ortaya çıktı. Meselâ Yahudilikte kadınlar duâya kaldırılmaz, Sevi ise kadınları duâya çağırdı. Bu büyük sıkıntıya sebep oldu.' Sabetay Sevi'nin kendi cemaatine, 'Benzet; ama aslâ benzeme!' doktrinini benimsettiğini söyleyen Zorlu, bunu şöyle açıkladı: 'Kendini Müslümanlar'a benzet; ama aslâ onlar gibi olma prensibidir.' Türkiye'de pek çok tanınmış ve önemli mevkilerdeki insanın Sabetaist olduklarına işâret eden Zorlu, 'Meselâ Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın babası bir hahamdır. Uluslararası arenade Sabetaycılar kendilerini Yahudi olarak gösteriyor. Buraya gelince Müslümanım, diyorlar. 
Şimdiki Dışişleri Bakanı İsmâil Cem, ABD'nin Yahudi Dışişleri Bakanı Albright ile çok samimi. Acaba bunu nasıl başarıyor? Karşı olduğum, Sabetaycı kökeni kullanarak, sonra bunu reddetmektir. Bunu yapanları kınıyorum. Meselâ, Bilgin âilesi Sabetaycıdır; ama bunu söylemiyorlar. Mason localarını halka açan Sahir Talat Akev Sabetaycıdır. '1954 yılı genel seçimlerinde, Sabetay cemaati temsilcisi Nazım Bezmen bizzat Adnan Menderes'in isteği ile Meclis'e girdi. Sabetaistler bulundukları ülkenin kanun ve teâmüllerine kesin olarak uyarlar. 
Meselâ, biz her dînî toplantımızda Cumhurbaşkanı Demirel'e ismen duâ ederiz. Şişli Terakki Lisesi şu an bir Sabetaist olan Canan Barlas'ın kontrolünde. Bu okula Dinç Bilgin tâlip. Hedefleri 5 yıl içinde bu okulun kapanmasını sağlayarak, 2 trilyon değerindeki mülkü 300 milyara Dinç Bilgin'e satmaktır. Şu an bu plan uygulanıyor. Maalesef Türkiye'de Sabetay cemaati bir yozlaşma sürecindedir.' *Fazilet Takvimi, 5 Kasım 2001 Beş Bin Militan Sabataycı Mehmet Şevket Eygi OSMANLI İmparatorluğu'nun Adriyatik sahillerindeki küçük Ülgün şehrinde, sürgün edilmiş yalnız bir adam olarak 1676'da ölen ve bugün mezarı bile bilinmeyen İzmirli Sabatay Sevi, modern Türkiye'ye dolaylı olarak damgasını vurmuş önemli bir tarihî şahsiyettir. 
 Çünkü onun doktrinine bağlı olan iki kimlikli Yahudi Türkler, yahut Sabataycılar, yahut da Selânik Dönmeleri, 1908 İkinci Meşrutiyet inkılabından bu yana ülkemizde gizli, esrarlı, güçlü bir saltanat kurmuşlar ve iradelerini nice önemli kuruma hâkim kılmışlardır. Türkiye'deki militan, fanatik, hırslı, zorlamacı, direten, dediğim dedik zihniyetli Sabataycıların sayısı kaç kişidir? Bence onlar beş bin kişi kadardır. Kelle sayısı itibarıyla az olan bu grup tahsil, kültür, nüfuz, güç, vasıf, tesir bakımından büyük bir ağırlığa sahiptir. Bunların çoğu Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil bilen, şehir kültür ve görgüsüne sahip, zeki, kurnaz, (en geniş mânâsıyla) politikacı vatandaşlardır. 
"Büyük satranç" oyununda onlarla başetmek kolay değildir. Bugünkü dünyada medya birinci güç haline gelmiştir. Bizde Sabataycılar medyanın hemen hemen yarısına, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hakimdirler. Televizyondan önce de sinema ve film sektöründe tekel kurmuşlardı. Üniversitelerde, büyük hukuk kuruluşlarında, dev finans ve iktisat teşekküllerinde, topluma yön veren önemli mevkilerde, hariciyede ve daha nice önemli ve hayatî kurumlarda köşebaşlarını tutmuşlardır. Birkaç bin Sabataycı ülkenin yağını, balını, kaymağını yemekte; çok lüks, çok rahat, çok şaşaalı bir hayat sürmektedir. Gazete ve televizyonlarında siyasî iktidarlara akıl hocalığı yapan, İslâm'la ve dindar Müslümanlarla savaşan bir Sabataycının, İngiliz bayrağı taşıyan ve milyonlarca dolar kıymete sahip bulunan lüks ve şahane bir yatı vardır. 
Amerika'da, Boğaziçi'nde, başka yerlerde her biri milyonlarca dolar eden villaları, kâşâneleri, mülkleri vardır. Geçim sıkıntısı çeken, evlâtlarını okutmakta zorlanan bir tek militan Sabataycı göremezsiniz. Hepsinin tuzları kurudur. Militan Sabataycılar bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti severler mi? Elbette kendilerine göre severler. Bir mandracının ineklerini ve mandrasını sevdiği gibi severler. Ünlü bir Sabataycı bir bankayı ele geçirdi, onun dibini delerek bir katrilyona yakın parayı hortumladı. Türkiye'yi; bu ülkeyi, bu milleti, bu halkı gerektiği gibi ve hakkıyla sevmiş olsaydı böyle yapabilir miydi? 
 Militan Sabataycılar 70'li yıllarda başlayan islâmî hareketi kendileri için büyük bir tehlike olarak gördüler ve tedbirlerini aldılar. Bin türlü entrika ile İslâmcıların içine ajanlar ve casuslar sokarak, bir takım ahlâksız ve karaktersiz adamları manipüle ederek islâmî hareketi kirlettirdiler, çürüttüler; Sabataycı güce alternatif olmaktan çıkarttılar. İslâmî hareketi bitirdikten sonra şimdi Milliyetçi ve Türkçü hareketi çürütmek için sinsî planlar tatbik ediyorlar.Sabataycıların en güçlü tarafı bilinmemeleri, gizlilikleriydi. Birkaç aydan beri bu bilinmezlik, gizlilik, esrar perdesi aralanmaya başlamıştır. Bundan dolayı çok ama çok tedirgindirler. Sahte, iğreti bir Türk kimliği ile İslâm, Şeriat, dindar kesime düşmanlık yapmak oldukça kolaydır ama gerçek kimliklerinin 
Yahudilik olduğu anlaşılınca işleri zorlaşacak, büyük bir muhalefetle karşılaşacaklardır.Ülkemizdeki birkaç bin militan Sabataycının bu kadar güçlü olmasının ana sebeplerinden biri de, ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların kırsal kesim, gecekondu, varoş, köylü, taşra zihniyet ve kültürüne sahip olmasıdır. Sabataycıların derin devlet üzerindeki tesir ve nüfuzları ne kadardır? Bu hususta kesin bir söz söyleyecek, hüküm verecek durumda değilim.Sabataycılar ülkemizdeki statükonun devam etmesini istiyorlar mı? Bundan en ufak bir şüphe yoktur.Ülkemizde tam bir demokrasinin olmasını, hukukun üstünlüğü sisteminin uygulanmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet edilmesini samimî olarak istiyorlar mı? Onlar bunları asla istemezler. 
 Sabataycılar Müslümanların arasına sızmışlar, ajanlar sokmuşlar mıdır? Elbette sızmışlardır. Büyük Bektaşî dedelerinden biri Sabataycı idi. Melamilerin bozuk kolu Sabataycılar tarafından idare edilmektedir. Mevlevî tarikatına da girmişlerdir. Hakikî Mevlevileri tenzih ederim ama, şu anda rakı içen, karı ve kızlara erkeklerle birlikte sema yaptıran adamlar vardır. Militan Sabataycılar evrensel ahlâk prensiplerine uyarlar mı? Maalesef uymazlar, son banka rezaleti bu konuda ibret verici bir örnektir. Kendi içlerinde, kendi vakıf ve müesseselerinde bile büyük yolsuzluklar, hortumlamalar olmaktadır. Çoğunun dini imanı paradır. 
 Sabataycılık konusunu işlediğim, bu iki kimlikli cemaati açığa çıkartmak istediğim için birtakım yazarlar beni engizisyonculukla, din mahkemesi kurmakla, ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar. Bunlar boş telâşlar ve iftiralardır. Gizli olan bir cemaate ışık tutmak, iki kimlikli ve çok güçlü bir lobiden bahsetmek ne ahlâken, ne de kanunen suçtur. Onlar benim dinime, şeriatıma, mensubu bulunduğum dindar kitleye savaş açacaklar, hakaretler ve tehditler yağdıracaklar; onların yüzünden on milyonlarca Müslüman vatandaş bu memlekette korku ve güvensizlik içinde titreyecek, bir sürü baskı ve zulüm yapılacak; onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğu kırk günden fazla zindanda tutulacak ve ben bu adamları açığa çıkartmak için çalışırsam yaptığım engizisyon olacak... 
Yağma yok! Sabataycılardan ne istiyoruz: 
 1. İki kimlikli olmaktan vazgeçmelerini istiyoruz. Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünmeleri bizim hukukumuza bir tecavüzdür. Yahudiliklerini açıkça ilan etsinler. 
 2. İslâm'a, Müslümanlara açmış oldukları gayr-i meşru savaşı durdurmalarını istiyoruz. 
 3. Türkiye'yi ülke, halk ve devlet olarak samimî bir şekilde sevmelerini ve korumalarını, yücelmesi için çalışmalarını istiyoruz. 
 4. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülkeyi ve delveti tekellerine almak, kendi cemaat iradelerini millî iradenin üzerinde görmek, tarihî devamlılığa ters düşen bir tarihî ârızanın sürmesi için çalışmak, millî kimliği erozyona uğratmak, ülke üzerinde gizli bir saltanat ve hükümranlık kurmak gibi emellerden vazgeçmelerini istiyoruz. Büyük ölçüde onların hırsları yüzünden bu ülkede on milyonlarca Müslüman çoğunluk hürriyetsizlik, güvensizlik, baskı, korku, eziyet, zulüm içinde yaşıyor. Bu hal böyle devam edemez. 
Her kemâlin bir zevâli vardır. 1924 mübadelesine kadar ülkemizde milyonlarca Rum yaşıyordu. Yanlış ata oynadıkları için bu topraklarda varolma hakkını yitirdiler. İyonya ve Pontus Rumları Türkleri, Müslümanları, Osmanlı Devleti'ni desteklemiş olsalardı, işgalci Yunan kuvvetlerine Türklerle ve Müslümanlarla birlikte karşı çıkmış olsalardı; İzmir metropoliti Hrisostomos işgal kuvvetlerini takdis etmemiş olsaydı onlar Türkiye'de var olacaklardı. Tarihten ibret almak gerekir. (TARİH ve DÜŞÜNCE dergisi Kasım 2000 tarihli 13'üncü sayısında Sabataycılarla ilgili önemli makalelere, röportajlara, belgelere yer vermiştir. Tebrik ve tavsiye ederim. Tel: (0.212) 511 75 00)
Mehmet Şevket Eygi

Milli Gazete
13.02.1999

KANAL 7'de Çarşamba gecesi yapılan Sabataycılıkla ilgili program Türk televizyonculuğunda bir ilki teşkil etmiştir. Akla hayale gelen her konuyu işleyen televizyonlarımız her nedense bu hususta daima sükûtu tercih etmişlerdir. Halbuki Sabataycılık ülkemizin çok önemli, çok hayatî bir meselesidir. Sayıları ne kadar olduğu bilinmeyen bu gizli, iki kimlikli cemaat Türkiye'nin (bence) en güçlü, en nüfuzlu, en tesirli lobisini teşkil ediyor. Tarihî, kültürel, etnografik açıdan bilinmesinde son derece yarar vardır. İki kimlikli olan, zâhirde Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise Sabatay Sevi'nin yorumuyla Museviliğe iman etmiş olan, mensuplarından bazıları çok önemli mevkilerde bulunan, Türkiye medyasının en az yüzde kırkını kontrol altında tutan, bir özel üniversiteleri, çok güçlü ve köklü bir kolejleri olan; siyaset, iktisat, fikir, kültür sahalarında üstünlükleri bulunan bu gizli cemaat hakkında halkımızın büyük bir kısmının fazla bir bilgisi yoktur. 
Hattâ on milyonlarca Türkiyelinin hiç bilgisi yoktur. Bu bilgisizliğin giderilmesi gerekmektedir. Artık Sabataycıların gizlilikten, iki kimliklilikten çıkmaları ve gerçek hüviyetlerini ilân etmeleri gerekir. Yirmi birinci yüzyıla bir yıl bile kalmadı. Bilgi çağında yaşıyoruz. Sibirya'daki Eskimo kabilelerini, Avustralya'daki ilkel yerlileri inceleyen ilim âlemi, Türkiye'nin can damarını teşkil eden böyle bir kabileyi niçin incelemesin? Müslümanların bu konuda heyecanlı hareket etmemeleri, antisemitizm olarak yorumlanacak aşırılıklara kaçmamaları gerekir. Sabataycılar 500 yıldan beri bu ülkede yaşıyorlar. Onlar da vatandaştır. Onların da hakları vardır. Ancak, (hepsini suçlamıyorum), dün olduğu gibi bugün de bazı Sabataycıların İslâm'a ve Müslümanlara düşmanca muamele ettikleri görülüyor. 
Onları bu gibi haksız ve aşırı hareketlerden vaz geçmeye çağırıyorum. Müslüman olarak bizden görünmesinler, bizimle barışsınlar, bize düşmanlık etmesinler ve bizimle uyum içinde bu vatanda birlikte yaşasınlar. İsrail'in ikinci cumhurbaşkanı Ben Zvi, Sabataycı kökenli bir Yahudi idi. Nitekim, Sabataycıların arşivlerinin büyük bir kısmı Kudüs'te Ben Zvi Enstitüsü'nde muhafaza edilmektedir. Şu anda İsrail'in dinî ve politik makamları, 'Hayır, Sabataycılar Yahudi değildir' şeklinde bir hava içine girmişlerse de, bu iddialarında samimî olmadıkları bellidir. Onlar Sabataycıların Yahudi olduklarını gayet iyi bilmektedir. 
Bir kimsenin Yahudi olması için dindar, ortodoks, Musevî Şeriatına inanmış ve onu hayatına tatbik eden bir kişi olması gerekmez. Komünist, ateist, Karay, reformist, dinî tatbikatla alakası olmayan kişiler nasıl Yahudi olarak kabul görüyorsa, Sabataycıların da kabul edilmesi gerekir. Bu konu bizi ilgilendirmez diyorlar. İlgilendirir. Bu konu sizi ilgilendirmez diyorlar. İlgilendirir. Çünkü 1666'dan beri Sabataycılar, gerçekten olmadıkları halde Müslüman görünmektedir. Hahambaşılığın ve Diyanet'in bu konuda açık ve cesur kararlar vermesi gerekir. İsrafı önlemek, ormanları korumak, yerlere tükürmemek gibi konularda fetvalar veren, cuma hutbeleri tanzim eden Diyanet İşleri Başkanlığı Sabataycılık konusunda duvar gibi sessizdir. Bu tabiî midir? 1924'te Dönme Karakaşzâde Rüşdi bey Sabataycılık konusunda bir çıkış yapmıştı. 
Şimdi de Ilgaz Zorlu bey, 'Evet Ben Selanikliyim' adlı kitabı ile konuyu gündeme getirmiştir. 'Türkiye Yahudileri ve Sabataycıları Araştırmaları Enstitüsü' kurulmalı; ciddî, ilmî, kültürel yayınlar yapmaya başlamalıdır. Gerçeklere, belgelere dayanmayan hiçbir şey neşredilmemelidir. Bu konu demagoji, şarlatanlık, antisemitizm, provokasyon ile halledilecek bir şey değildir. Almanya'da bulunan ve profesörlük yapan bir zat Kanal 7'ye telefon ederek Scholem'in Sabatay Sevi ile ilgili büyük kitabını Türkçeye tercüme etmeye başladığını bildirdi. Kendisini tebrik ve teşvik ederiz. Türkiye halkı bu konuda bilgilenmek, aydınlanmak, gerçekleri öğrenmek istiyor. Bu onun en tabiî hakkıdır. Kimse engelleyemez.
BİR KİTAP VE GİZLİ BİR CEMAAT
(SABETAYCILAR)
Selanik Dönmeleri veya Sabetaycılar üzerine yazılmış başka kitap ve yazıların aksine bu defa yazar kendisi bir Sabetaycı... Ilgaz Zorlu'dan bahsediyorum... "Evet Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetaycılığı" kitabı onun çeşitli zamanlarda yayınladığı makalelerden oluşuyor. İlginç olan, Sabetaycılığa karşı önyargılı olma ihtimali bulunmayan bir kimsenin; içlerinden birinin bilgi vermesi...
1626 Yılında İzmir'de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Sabetay Sevi (Zorlu'nun yazışıyla Zwi), 1665 yılında kendisinin Tevrat'ta beyan edilen ve dünyaya gelip "vadedilen topraklar" da Yahudiliği tekrar hakim kılacak olan Mesih (İsa) olduğunu iddia etti. Bir din adamı olan Sevi'yi başka Yahudi din adamları da kabul edip destekleyince büyük bir Yahudi kitlesi onun arkasına takıldı ve devletlerinin de olmamasının acısıyla bu amaca giden yolda ve Siyonizmi ortaya çıkaracak süreçte onu desteklediler.
Kudüs'teki Yahudi önde gelenleri Sevi'yi desteklemedikleri gibi, onu dinlerini bozan bir düzenbaz olarak gördüler ve Osmanlı Sarayına şikayet ettiler. Çoğulcu yapısı sebebiyle, o zamana kadar bu işin üzerinde durmayan Osmanlı Devleti, tebası olan bir büyük din mensuplarının dinlerinin korunması talepleri karşısında kayıtsız kalamadı. Sevi'yi Saraya çağıran Sadrazam hayatı ile iddiaları arasında bir seçim yapmasını ister. Sevi hayatı yönünde seçim yapmakla kalmaz, Müslüman olur ve Aziz Mehmet adıyla maaşa bağlanır.
Ancak bu, görünüşteki bir Müslümanlıktır. Taraftarlarına göre "bu can bu bedenden çıkmadıkça" Müslüman olan Sevi, kapıdan dışarı çıkar çıkmaz, bedeninden bir kuşun uçup gitmesiyle verdiği sözden azade olur. "Can bedenden çıktığı" için artık bu söze sadık kalması gerekmez. Böylece Sevi ve onun peşinden giderek Selanik'e yerleşen 200 kadar aile, dış görünüşte Müslüman, kendi aralarında ise Sabetaycı Yahudi kalmaya devam ederler. Gizliliği devam ettirmek için sadece kendi aralarında evlenen bu cemaat, bir çok önemli tarihi olayın içinde bulunmuşlar ve yazara göre (ve yazarın hiç hoşuna gitmese de); Cumhuriyet döneminde "asimile olmaya" karar vermişlerdir.
Selanik'teki Mason Locasında ve İttihat Terakki içinde etkili bir role sahip olan Sabetaycılar, tamamen Müslüman ismi almakta ve kendilerini her bakımdan "şüphe edilmeyecek ölçüde" Müslüman göstermektedirler. İttihat Terakki'nin dayandığı üç grup olan Mason Locası, Tarikatlar ve Ordu içinde en etkili olanlardan Masonlar arasında Sabetaycılar çoğunluktaydı. (İttihatçı Maliye Bakanı Cavid Bey önde gelen bir Sabetaycıydı.) Bugüne atıf yapan yazar "nitekim bugün bile Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası'nın Grand Comandörleri de yine Kapancılar (bir Sabetaycı kabile - A.R.Saklı) koluna mensup bir aileden gelmesi de şaşırtıcı olmamalıdır" demektedir.
1924 ahali mübadelesinde Türkiye'ye gelen cemaat içinde meydana gelen bir menfaat anlaşmazlığında Karakaş Rüştü adlı Sabetaycı, TBMM ve Atatürk'e hitaben mektuplar yazarak cemaatin içyüzünü açıklamıştır. Bundan sonra cemaat asimile olmaya karar vermiştir. Ilgaz Zorlu'ya göre "Cemaatin Yahudiliğe yeniden geri dönme istekleri de iki kez reddedildiği için Türkiye toplumuna karışma tek sonuç olarak kalmıştır." Bir dönem İsrail Cumhurbaşkanı olan İzak Ben Zwi'nin Sabetaycı kökenli olması onları İsrail vatandaşı olmaya özendirdiyse de kabul edilmemişlerdir.
Karakaş Rüştü olayından sonra siyasi baskı altında kalan Sabetaycılar, 1942 yılında uygulanan varlık Vergisi uygulamasında "D" grubu adı altında vergiye tabi tutuldular. Bezmenler, Atabekler, Dilberler gibi aileler bu vergiyi ödemek zorunda bırakılmışlardır. Yazara göre 6-7 Eylül olayları da Sabetaycıları olumsuz etkiledi.

Benim daha önce hiç duymadığım bir konu olan Sabetaycıların "21-22 Mart (Nevruz) gecesi mumsöndü yaptıkları" iddiası yazar tarafından ele alınmakta ve "şurası bir gerçektir ki Sabetaycı dua kitaplarının özellikle bugün İsrail'de bulunan nüshalarında serbest seksin Tanah'a dayandırılan ayetlerle desteklendiği bilinmektedir" denilmektedir. Bununla birlikte "mumsöndü" iddiası reddedilmektedir.
Marksistler arasında Sabetaycılar önemli bir yer tutarlar. İlk sosyalistlerden Dr. Şefik Hüsnü bir Sabetaycı olduğu gibi Sabiha ve Yıldız Serteller de aynıdır.
Üç büyük Sabetaycı ekolden: Yakubiler arasından Ahmet Emin Yalman, Dr. Şefik Hüsnü; Karakaşlar arasından Maliye Nazırı Cavid Bey, Faik Nüzhet Bey, Abdi İpekçi ve İsmail Cem (İpekçi - Dışişleri Bakanı); Kapancılar arasından da Bezmenler ve Atabekler gibi tanınmış aileler çıkmışlardır. Atatürk'ün ilkokulu okuduğu Şemsi Efendi Mektebi'nin kurucusu ve sahibi (Şemsi Efendi) de Sabetaycıdır.
İsmini gizli tuttuğu ve önde gelen Sabetaycı ailelerden birine mensup bir işadamı ile yapıldığı söylenen ve bir bölümü gizli bırakılarak yayınlanan mülakatta verilen bir cevap: "Modern Selanikli ailelerde (zayıflık ve korkaklık) giderek ortadan kalkmaktadır, bunun en önemli nedeni de asimilasyondur ve bunu Atatürk sağlamıştır. Laiklikle beraber karışma ortaya çıkmıştır, Selanikliliği kurtaran Atatürk'tür. O halaskârdır, çünkü gizlilikten kurtarmıştır. Birkaç jenerasyon sonra asimilasyon tamamlanacaktır. Bizim en büyük şanssızlığımız çifte dinli olmamızdan kaynaklanmaktaydı, her şeyin ayarını bozan bu olmuştur. Nesin? Yahudi misin? Hayır. Müslüman mısın? Hayır. Nesin o zaman? Fakat artık bu ritueller yapılmıyor, çok küçük bir azınlıkta kaldı bu..."
Cumhuriyet sonrası ortaya çıkan laik ortam elbette Sabetaycılar açısından faydalı olmuş ve kendilerine rahat hareket edebilecekleri bir ahval oluşturmuştur. Bu ortamda önde gelen Sabetaycı ailelerden Bilgin ailesi (Dinç Bilgin) Türkiye'nin iki büyük basın grubundan birine sahiptir. (Yazar Zorlu'ya göre; Türkmen Parlak tarafından yazılan "Yeni Asrın Selanik Yılları" adlı kitapta tarihi gerçek çarpıtılarak Bilgin ailesinin Anadolu kökenli olduğu yazılmıştır.) Bitlis'li Kâmran İnan'ın eşi yabancı olduğu için Dışişleri Bakanı olma şansı yoktur, ama İsmail Cem olabilmiştir.
Hatta daha ileri giderek söylersek, bugün Fethullah Gülen Hocaefendi'nin taraftarlarınca açılan okuldan mezun olan veya dershanesine giden gençler harp okullarına alınmazlar. Babası hatta dedesi imam olan gençler önemli mevkilere gelemezler. İmam-Hatip mezunu olanlar yine subay olamazlar. Fakat Sabetaycılara her taraf açık...
Peki biz onlara karşı mıyız? Hayır. Kendileri adına hak ve özgürlük talep eden herkese saygılı olmak lazımdır. Başkalarının haklarını kısıtlamaya kalkanlara ise elbette karşı olmak gerekir. Yukarıdaki engelleri Sabetaycılar getirmediği ve savunmadığı sürece onlar bakımından sorun yoktur. Ama Sabetaycı Coşkun Kırca gibi; İmam-Hatiplere Arapça hazırlık sınıfı konulması talebi karşısında, "hayır, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren İngilizce konulacak, ama Arapça asla.." diye karşılık verirseniz elbette eleştiri alacaksınız. Çünkü görünüşte Müslüman gerçekte Sabetaycı-Yahudi bir kökeniniz var ise, Müslümanların çocuklarına hangi dini eğitimin verileceği konusunda fazla ahkam kesmemelisiniz. Karşı tarafın, hem de büyük çoğunluğun önüne engel ve yasak koyma gayretine girişmemelisiniz.
Bütün bunları ele almakla insanları etnik kökenlerine göre ayırmak ve suçlamak gayesi gütmediğimizi ifade etmek istiyorum. Ancak bizzat bu grubun bir mensubunu yazdıklarından toplumun haberdar olmasında fayda olacağı kanaati ile bu konuya değindim. Bu arada, Türkiye'de rejimin milliyetçilik anlayışı etnik kökeni ön plana aldığı için, kendisini Türk etnik kimliğinin dışında hisseden herkes bir başka etnik kimlik peşine takılmış ve zararlı olmuştur. Bu süreçte Ilgaz Zorlu'da kendi etnik kimliklerinin Yahudi olduğunu öne sürerek, bir taraftan Sabetaycılara seslenirken diğer taraftan kendilerini kabul etmeyen İsrail'e ve Yahudilere kızmaktadır.
Konu hakkında Prof. Abdurrahman Küçük'ün "Dönmeler ve Dönmelik Tarihi" adlı bir kitabi vardır ve burada Sabetaycıların olumsuz rollerini şöyle anlatmaktadır: "Türk milletinin inanç, örf, adet ve ahlaki değerlerini zayıflatma yolunda bir tavır sergilemeleri, jön-Türkler hareketinde İttihat ve Terakki içinde, 31 Mart vakasında ve Sultan Abdulhamid'in Hal'inde önemli roller üstlenmeleri bu kimselerin kimliklerinin ortaya çıkarılmasını sağlayan amillerdendir. I.Dünya Harbi'nin ve gelişmelerin Türkler'in aleyhine neticelenmesinden sonra bazı insanların Türkler'e pamuk ipliğiyle bağlı bulunduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. O güne kadar, Türkler kendilerinden uzaklaştırmamak üzere azami gayret gösterdikleri dönmeleri yakinen tanıma fırsatı bulmuş ve bu vesileyle onları imtihandan geçirmiştir."
Sabetayci bir şiirde:

"Klipalar ölecek Dünya bize kalacak David'ler oynayacak Konvenyamos Konvedrad hey Başım tacı Sabetay"

Mısralarını veren yazar ne hikmetse öldürülecek olan "klipalar"ın kimler olduğunu açıklama gereği duymamıştır.
12 Eylül sonrasında "Türk-İslam Sentezi komedisi içinde devlet kadroları MHP-MSP militanları ile doldurulmuş, garip bir tiyatro oynana gelmiştir" demek suretiyle kaygılarını dile getiren yazar, "öldürülecek olan klipalar"ın kimler olduğunu açıklayarak belki bizleri de kaygıdan kurtarabilir. Kitaptaki "işte klipaların kötülükler aleminden (dünyadan) kurtularak tekrar ana kaynağa dönmeleri için bir kurtarıcının gelmesi gerekmektedir, bu kurtarıcı Maşiah'tır" ifadeleri de klipaların kimler olduğu konusunda açık bilgiye ihtiyaç duymamıza sebep olmuştur. Ancak yazar bu konularda ayrıntıya girmediğinden bilgi alınamamıştır.
Dikkatimizi çeken bir başka nokta ise yazarın bilinen bazı Sabetaycıların ve belki bir iki yenisinin ismini vermesi, ama var olduğunu söylediği Sabah grubundaki bazı Sabetaycı köşe yazarlarını bir türlü açıklamamasıdır. Yazarın Sabetaycıların asimile olmalarına karşı çıkan etnik kimlikçi tavrını dikkate alırsak, kendi düşüncelerine hizmet edenleri gizlediği, ama kızdıklarını deşifre ettiği ihtimalini göz ardı etmemeliyiz.

Ali Rıza SAKLI
Kitabim hakkında yaptığınız tartışmalardan henüz haberim oldu. Her arkadaşın düşüncesine saygı duymakla beraber bazı gerçeklerin de apaçık yazılması gerektiğini düşünüyorum.
Bana direkt olarak yazmanızı isterim. Düşünceleriniz benim için çok önemlidir.
Saygılar,
Ilgaz Zorlu

HAZİNETÜL ESRAR

HAZİNETÜL ESRAR

ASTRONOMİYE GİRİŞ


ASTRONOMİYE GİRİŞ

GEREKÇELİ KARAR

YENİ MASONİK DÜZEN - HARUN YAHYA


YENİ MASONİK DÜZEN
HARUN YAHYA
Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n daha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca, ‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'da yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi taraf›ndan takip edilmektedir. Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insan›n iman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitaplar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve samimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›maktad›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k materyalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdaki tüm inkarc› ak›mlar, Harun Yahya Külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r. Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklanmaktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zca Allah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda ve yay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir. Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini görmelerini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin de, çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r. Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri karmafla meydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü ve keskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek ve zaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bu konuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤i çürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve samimiyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler. Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›n yolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› ve Kuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dünyan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla ortam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde yap›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir. Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya Külliyat›, Allah'›n izniyle, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤ruluk ve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r. 
OKUYUCUYA • Bu kitapta ve diğer çalışmalarımızda evrim teorisinin çöküşüne özel bir yer ayrılmasının nedeni,

KARA KUTU - SONER YALÇIN


KARA KUTU - SONER YALÇIN

Bilimsel Bir Araştırma Ödevi Nasıl Hazırlanır

KUANTUM BEYİN BİLİNÇ - BEYİN SORUNUNA YENİ BİLİMSEL YAKLAŞIM



KUANTUM BEYİN BİLİNÇ - BEYİN SORUNUNA YENİ BİLİMSEL YAKLAŞIM


ADIM ADIM SAĞLIK REFLEKSOLOJİ


ADIM ADIM SAĞLIK REFLEKSOLOJİ

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...