02 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...NAMAZ VAKİTLERİ

(Dürr-ül-muhtâr)da (Tehıyyetülmescid nemâzı)nı anlatdıkdan sonra diyor ki,
(Sünnet ile farz arasında konusmak, sünneti iskât etmez ise de, sevâbını azaltır. Bir
sey okumak da böyledir. Ba’zı âlimler, sünnet kabûl olmaz. Evvelki sünneti tekrâr
kılmak lâzım olur dedi.) Oturarak kılan imâma uymak câiz oldugunu anlatdıkdan
sonra diyor ki, (Imâmın sesi yetismedigi zemân, müezzinlerin yüksek sesle, cemâ’ate
bildirmesi câiz ise de, çok bagırmaları nemâzlarını bozar. Çünki, bagırarak okumak,
dünyâ sözü konusmak gibidir. Imâmın nemâzda, ihtiyâcdan fazla yüksek sesle
okuması, nemâzı bozmaz ise de, harâmdır). Görülüyor ki, müezzinlerin bagırarak,
nemâz kılanları sasırtmaları harâmdır. (Medâric-ün-nübüvve)de diyor ki, (Selâm
verince, istigfâr nasıl okunacagı Evzâîden soruldu. Üç kerre (Estagfirullah) denir
buyurdu). [Bunları yüksek sesle okumak bid’at oldugu, Mısrda (Kibâr-ı ulemâ
hey’eti) a’zâsından Seyh Alî Mahfûzun 1375 [m. 1956] baskılı (El-ibdâ’) kitâbında,
59. cu sahîfede yazılıdır.] Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yatarken
de, Âyet-el-kürsî okuyun) buyurdu. Nemâzlardan sonra düâ ediniz de buyurdu.
Nemâzdan sonra düâ: Düâda, erkekler kolları gögüs hizâsına kaldırır. Dirsekler
fazla bükülmez. Düâdan sonra, sübhâne rabbike... âyet-i kerîmesini okuyup,
elleri yüze sürerler. Hastalık veyâ soguk gibi sebeble ellerini kaldıramıyan kimse,
sehâdet parmagı ile isâret eder. Parmaklar kıbleye karsı çevrilir. Kollar, saga sola
dogru açılmaz, birbirine yakın, ileri dogru tutulur.
[Farz nemâzlardan sonra, imâmın ve cemâ’atin, her biri temâm olarak, üç istigfâr
ve Âyet-el-kürsî ve 99 tesbîh ve düâdan sonra, her birinde Besmele çekerek,
onbir Ihlâs ve iki Kul-e’ûzü okumaları ve 67 Estagfirullah demeleri müstehabdır.
Onbir Ihlâs okumagı emr eden hadîs-i serîf, (Berîka) birinci cild, son sahîfesindedir.
Sabâh nemâzı sonunda, on kerre (Lâ ilâhe illallah vahdehu lâ-serîke-leh lehülmülkü
ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli sey’in kadîr) okuyana çok
sevâb verilecegi, hadîs-i serîfde bildirildi (Imdâd). Cenâze oldugu zemân, bunları
terk etmemelidir. Çesidli sebeblerle, cenâze, sâatlerce bekletilip de, bunları okumak
için bir iki dakîka bekletilemez mi? Cemâ’atin bunları okumalarına mâni’ olanlar,
Bekara sûresinin yüzondördüncü âyet-i kerîmesinde zâlim oldukları ve Cehennemde
siddetli azâb görecekleri bildirilenlerin arasında bulunmakdan, çok korkmalıdırlar.
Cemâ’atin bunları okumalarına mâni’ olmıyan dindâr imâmlara ve
müezzinlere müjdeler olsun! Bunlar, her nemâzda yüz sehîd sevâbı kazanıyorlar.
Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Unutulmus bir
sünnetimi meydâna çıkarana yüz sehîd sevâbı vardır). Müezzin efendiler, bid’atden
kurtulmak için ezânı, yüksek sesle minârede, ikâmeti câmi’de okumalı, nemâz
tekbîrlerini, ancak lüzûm olunca, yüksek sesle okumalı, hiç ho-parlör kullanmamalıdır.
Âyet-el-kürsîyi, tesbîhleri ve kelime-i tehlîli, sessiz olarak, hanefîde son
sünnetden sonra, sâfi’îde ve mâlikîde hemen farzdan sonra okumalıdır. Düâ ederken,
Resûlullaha salât ve selâm okumanın müstehab oldugu, (Imdâd)ın Tahtâvî
serhinde Vitr nemâzında yazılıdır.
Nemâzdan sonra secde etmek harâm oldugu (Dürr-ül-muhtâr)da tilâvet secdesinde
yazılıdır. Nemâzlardan sonra imâm ile, eli gögse koyarak, selâmlasmak
bid’atdir. Müslimânlıkda el ile ve vücûd hareketi ile selâmlasmak yokdur. Ibni Nüceym
Zeynel’âbidîn Mısrî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, böyle selâmların günâh oldugunu
bildiriyor. Üçüncü kısmda elliyedinci madde sonunu okuyunuz!].
(Sir’at-ül-islâm) serhınde diyor ki, (Hadîs-i serîfde, (Gece seher vaktinde ve nemâzlardan
sonra yapılan düâ kabûl olunur) buyuruldu. Düâya hamd ve senâ ve salevât
ile baslamak ve sonunda iki avucu yüze sürmek sünnetdir). (Fetâvâ-yi Hindiyye)
de, besinci cüz’de diyor ki, (Düâ ederken, avuçlar semâya karsı açık, iki el
– 219 –
aralık ve gögüs hizâsında olmalıdır). Sünnet kılmanın düâ etmekden efdal oldugu
(Bezzâziyye)de yazılıdır. [Sî’î ve vehhâbîler, düâ ederken, iki avuç açık, birbirlerine
bitisik, parmaklar yapısık, gögüs hizâsında, yüze karsı tutmakdadır.]
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Kadın nemâzda iki elini omuzu hizâsına kaldırır.
Ayakda sag elini solu üstüne getirir. Sag el parmaklarını sol bilek üzerine halka yapmaz.
Ellerini gögsü üzerine koyar. Rükü’da ellerini dizleri üstüne kor. Dizlerini
kavramaz. Parmaklarının arasını açmaz. Dizleri dik olmaz. Sırtları düz olmaz. Secdede
alçalıp, kollarını yanlarına ve karnını uyluklarına bitisdirir. Kaynagı üzerine
oturup, ayaklarını saga yatık çıkarır. Kadın erkege imâm olamaz. Kadının kadına
imâm olması mekrûhdur. Erkege uyunca, en arkada saf olurlar. Öpülen kadının
nemâzı bozulur. Aynı imâma uyan kadın, erkegin önünde veyâ yanında kılarsa,
erkegin nemâzı fâsid olur. Erkek, kadına geride durmasını isâret eder, o da
geride durmazsa, yalnız kadının nemâzı fâsid olur. Atesdeki yemegin tasması, çocugun
aglaması hâlinde nemâzını bozması câiz olur.) Düâ ederken ellerini ileri uzatmaz,
yüzüne karsı egik tutar.
Nefsini terketmeden Rabbini arzûlarsın,
hayvânı sen geçmeden, insanı arzûlarsın.
(Men arefe nefsehü, fekad arefe rabbeh),
kendini sen bilmeden, Sübhânı arzûlarsın!
Sen bu evin kapısın, henüz bulup açmadan,
ma’sûka kavusacak, zemânı arzûlarsın.
Dısarı üfürmekle, yakılır mı bu ocak?
Gönlün Hakka vermeden, ihsânı arzûlarsın!
Daglar gibi kusatmıs, tenbellik, kardes seni,
günâhını bilmeden, gufrânı arzûlarsın!
Konuk için evin yok, hiç hâzırlıgın da yok,
ıssız dagın basında, mihmânı arzûlarsın!
Bostânı, bagı gezdim; meyvesin bulamadım,
sen sögüt agacından, rummânı arzûlarsın!
Gece sayıklar gibi, anlasılmaz söz ile,
sen de mi ey Niyâzi, irfânı arzûlarsın?
Camı temizlemeden, aynayı arzûlarsın,
zünnârını kesmeden, îmânı arzûlarsın!
Küçük çocuklar gibi, binersin agaç ata,
tecriben yok, topun yok, meydânı arzûlarsın!
Karıncalar gibi sen, ufak ufak yürürsün,
meleklerden ileri, seyrânı arzûlarsın!
Topuguna çıkmadan, suyu deniz sanırsın,
sen dereyi geçmeden, ummânı arzûlarsın!
Haydi Niyâzi yürü, atma okun ileri,
derdiyle kul olmadan, sultânı arzûlarsın!
– 220 –
65 — YOLCULUKDA NEMÂZ
(Seferî) veyâ (Müsâfir) olmak demek, yolcu olmak demekdir. Bir kimse, bulundugu
yerden veyâ gitdigi yolun iki tarafında dizili evlerin sonuncuları hizâsından
ayrılırken, senenin kısa günlerinde, insan veyâ deve yürüyüsü ile, üç günde gidilecek
yere gitmegi niyyet ederse, müsâfir olur. Niyyet etmez ise, bütün dünyâyı dolassa
bile, müsâfir olmaz. Düsmanı arayan askerlerin hâli böyledir. Fekat, geri dönüsde
müsâfir olur. Iki günlük uzakda olan bir yere gitmege niyyet eden kimse, yolda
iken veyâ o yere varınca, iki günlük yere dahâ gitmege niyyet etse, o dört
günlük yere giderken müsâfir olmaz. Üç günlük yere gitmek niyyeti ile yola çıkan
kimse, konakladıgı bir yerden üç günlük yola gitmege niyyet ederek, ayrılırsa, gidecegi
yolun iki tarafındaki evlerin hizâsından ayrıldıgı zemân müsâfir olur. Son
evin gözünden gayb olması lâzım degildir. Bir tarafda evlerin hizâsını geçmesi lâzım
olmaz. Deniz veyâ orman yanında konmus olan göçebeler, çadırlardan ayrılınca
müsâfir olur. Yolun bir veyâ iki tarafında, sehrden kendisine kadar evler dizilmis
bulunan köyleri de asması lâzımdır. Sehre bitisik bos erâzîyi ve bagları, tarlaları,
bostanları asmak lâzım degildir. Bostanlarda, tarlalarda çiftçilerin, bekcilerin
evleri bulunsa da, buralar ve bunlardan sonra gelen köyler, sehrden sayılmazlar.
Bos erâzîden, kasabaya yakın (Finâ) denilen büyük mezârlıklar [fabrika,
mekteb ve kıslalar] ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan kosdurmak, eglenmek
için devâmlı kullandıkları yerler ve avlandıkları, kullandıkları deniz ve göl
kısmları sehrden sayılır. Ya’nî, buraları da asmak lâzımdır. Finâ, ikiyüz metreden
ziyâde uzakda ise veyâ arada tarla varsa, sehrden sayılmaz. Fekat uzak olan Finâda
da, Cum’a ve bayram nemâzlarının kılınması sahîh olur. Arada Finâ bulunan
sehrler, köyler sehrden sayılmaz. Böyle köyleri asmak lâzım degildir. Yalnız Finâyı
asmakla seferî olur. Finâ, büyük sehrlerde ikiyüz metreden dahâ uzakda
olunca da, sehrden sayılır. Muhtâr olan kavle göre, arada Finâ veyâ evler bulunursa
da, köyleri asmak lâzım olmadıgı (Imdâd)ın Tahtâvî hâsiyesinde yazılıdır.
Aksama kadar hep yürümesi sart degildir. Kısa günde, sabâh nemâzından, ögleye
kadar yürümesi kâfîdir. Bu da, bir merhale, ya’nî bir menzil, bir konak denilen
yoldur. Arada dinlenmesi de câizdir. Üç günlük yola, sür’atli bir vâsıta ile, meselâ
trenle, dahâ az zemânda giderse, yine müsâfir olur [Mecelle 1664]. Bir yere,
iki baska yoldan gidilse, biri kısa, öteki uzun olsa, kısa yoldan giden müsâfir olmaz.
Uzun yol, üç günlük yürüyüs ise, bu yoldan, her vâsıta ile giden de, müsâfir olur.
(Ibni Âbidîn) buyuruyor ki, (Âlimlerin hepsi, üç günlük yolu, (Fersah) dedikleri,
bir sâatda gidilen yolun uzunlugu ile bildirdiler. Bir kısmı, üç günlük yol yirmibir
fersahdır dedi. Bir kısmı da, onsekiz, bir kısmı ise, onbes fersahdır dedi. Fetvâ,
ikinci söze göre, verilmisdir). Çogunlugun fetvâsına göre, bir merhale, ya’nî bir
günde gidilen yol, ârızasız olan düz yerde altı fersahdır. Bir fersah üç mîldir. Bir
merhale onsekiz mîl, üç merhale 54 mîl olur. Bir mîlin dörtbin zrâ’ oldugu ve dörtbin
hatve kavlinin za’îf oldugu ve bir zrâ’ın kelime-i tevhîd harfleri adedince,
yirmidört parmak genisliginde oldugu (Ibni Âbidîn)de teyemmüm bahsinde yazılıdır.
Bir parmak genisligi, ortalama 2 santimetredir. Bir zrâ’, 48 santimetre, bir mîl
[1920] metre, bir fersah [5760] metredir. Bir merhale, otuzdört kilometre besyüzaltmıs
metre, üç günlük yol da, takrîben yüzdört [103,680] kilometre olmakdadır. [Cografî
mîl, bir dakîkalık Ekvator kavsinin uzunlugu olup [1852] metredir.] Istanbulda
Küçükçekmeceden ayrılarak Tekirdagına giden seferî olur. (El fıkh-u alel mezâhib)
de diyor ki, (Sâfi’î, mâlikî ve hanbelî mezheblerinde, sefer mesâfesi, iki merhale
[Konak]dır. Bu da, onaltı fersahdır. Bu da 48 mîldir. Çünki bir fersah, üç mîldir.
Bir mîl altıbin zrâ’ [insan kolu]dur. Seferî olmak mesâfesi, seksen kilometre
altıyüzkırk metrelik bir yoldur.) Bu kadar kilometre olmak için, bir mîlin 4000 zrâ’
ve bir zrâ’ın 42 cm. olması lâzımdır. Nitekim 1404 [m. 1984] de ikinci baskısı yapılan
(El-mukaddimet-ül hadremiyye) Sâfi’î fıkh kitâbının serhinde de, (Sâfi’îde
– 221 –
seferî olmak mesâfesi, dört Berîd, ya’nî iki merhaledir. Bir berîd, dört fersahdır.
Bir fersah üç mîldir. Bir mîl, bin bâ’ [Kolaç]dır. Bir bâ’, dört zrâ’ [insan kolu]dur.
Bir zrâ’, iki karısdır) demekdedir. Seferîlik mesâfesi, bu serhe göre de, 16 fersah,
ya’nî 48 mîl olmakda ve bir mîl, dört bin zrâ’ olmakdadır. (Mir’ât-i Medîne)nin besyüzyirmiüçüncü
sahîfesinde diyor ki, (Kitâbımızda zrâ’ dedigimiz uzunluk, insan
kolu olup, Mısr ve Hicâzda simdi kullanılan demir ölçünün sekizde yedisidir.
Takrîben iki karısdır). Bu demir ölçü birimi, hanefî fıkh kitâblarında yazılı olan
zrâ’ olup, 24 parmak genisligindedir. 48 santimetredir. Bunun sekizde yedisi 42 santimetredir.
Görülüyor ki, Sâfi’îde bir mîl dörtbin zrâ’dır. Bu da 1680 metredir. 48
mîl de 80 kilometre 640 metredir. Sefer mesâfesinin, tam bu kadar kilometre olması
sart degildir. Meshûr olan veyâ zann-ı gâlib ile anlasılan mesâfe kâfîdir.
Denizde, orta rüzgârlı havâda giden yelkenlinin hızı esâsdır. Istanbuldan Mudanyaya
giden, seferî olmaz. Bursaya giden, seferî olur. Tayyâre ile giden, altında
bulunan yoldan veyâ denizden gitmis gibidir. Istanbulda, Fâtihden otobüs ile
sefere çıkan, bugün için, Edirne-kapı kabristânını geçince, Aksaraydan çıkan,
Topkapı kabristânını, sâhil yolundan ise, Yedikule kapısını geçince, Üsküdardan
çıkan, Selimiyye kıslası ile Karaca Ahmed kabristânı arasından geçince, Istanbuldan
Anadoluda 104 kilometreye gitmege niyyet edenlerin hepsi, bugazın karsı
sâhiline geçince seferî olurlar. Seferî olan kimsenin, dört rek’at olan farz nemâzları
iki rek’at kılması hanefîde vâcib, mâlikîde sünnet-i müekkede, sâfi’îde efdaldir.
Mukîm olan imâma uyması hanefîde, edâ ederken câiz, sâfi’îde hem edâ,
hem kazâ ederken câiz, mâlikîde ikisinde de mekrûhdur. Müsâfire uyan mukîmin
nasıl kılacagı, 64. cü maddede bildirilmisdir. Mest üzerine, üç gün üç gece mesh edebilir.
Orucunu bozabilir. Kurban kesmesi vâcib olmaz. Müsâfir râhat ise, orucunu
bozmamalıdır. Günâh için sefere çıkan, yalnız hanefî mezhebinde müsâfir
olur. 59. cu maddeye bakınız!
Mukîm olsun, müsâfir [ya’nî yolcu] olsun, özrlü olsun, özrsüz olsun, herkes, sehr
ve köy dısında, hayvan üstünde otururken nâfile nemâz kılabilir. Hayvan yürürken
de, dururken de kılınabilir. Bes vakt farz nemâzlardan önce ve sonra olan sünnetler
de nâfile nemâz demekdir. Yalnız, sabâh nemâzının sünneti nâfile degildir.
Fâtiha ve sûre okurken, sag eli sol el üstüne baglayıp göbek altına koymak iyi ise
de, elleri uylukları üstüne koymak da olur. Her dürlü oturmak câizdir. Kendi yürürken
nemâz kılmak, kimseye câiz degildir. Çünki yürümek nemâzı bozar [Cevhere].
Altmısdokuzuncu maddeye bakınız! Yolda rast geldigi sehrlerden geçerken
de böyle kılabilir. Kendi sehrinde kılması mekrûhdur. Îmâ ile rükü’a ve secdeye
egilir. Basını birsey üzerine koymaz. Nemâza baslarken ve kılarken kıbleye dönmek
lâzım degildir. Hayvanın yürüdügü tarafa dogru kılması lâzımdır. Hayvanın
veyâ yularının veyâ egerinin üzerinde çok necs [pislik] bulunsa da, nemâz câiz olur.
Fekat, necsli yerin üzerinde oturursa câiz olmaz. Necs ayakkabıyı da çıkarmak lâzımdır.
Ayagı ile dürterek, yuları çekerek, az hareketle hayvanı idâre etmesi nemâzı
bozmaz. Hayvan üzerinde nâfile nemâza baslıyan kimse, hızla yere inerek,
yerde temâmlaması câizdir. Yerde baslayıp, hayvan üstünde temâmlamak câiz degildir.
Farzları ve vâcibleri, zarûret olmadıkca hayvan üzerinde kılmak câiz degildir.
(Halebî)de, (Farzları hayvan üzerinde kılmak, sünnetleri kılmak gibi olup, ancak
teyemmüm yapmak için bildirdigimiz özrler ile câizdir) diyor. Farzların da mukîm
iken ve seferî iken, sehr dısında hayvan üzerinde zarûret olunca kılınacagı anlasılmakdadır.
Malının, canının, hayvanının tehlükede olması, inince hayvanın veyâ
hayvandaki veyâ yanındaki malın çalınması, yırtıcı hayvan, düsman, yerde çamur
olması, yagmur olması, hastanın, inerken, binerken, iyi olmasının gecikmesi
veyâ hastalıgının artması, arkadaslarının beklemeyip tehlükede kalması, indikden
sonra, hayvana yardımcısız binememek, hep zarûret olan özrdür. Az çamur özr de-
– 222 –
gildir. Yüzü, içine girerek gayb olursa, özr olur. Hayvanı olmıyan kimse, böyle çamurda
ayakda ve îmâ ile kılar. Hayvana binemiyenin yardımcısı olursa, imâmeyn
özr olmaz dedi. Farz veyâ vâcib kılarken, hayvanı kıbleye karsı durdurmalıdır. Durduramazsa,
mümkin oldugu kadar durdurmalıdır.
Müsâfir, vaktin sonuna dogru özrün bitecegini ümmîd etse, bekleyip, yerde kılması
iyi ise de, hemen hayvan üstünde kılması da câizdir. Bunun gibi, su bulmak
ümmîdi olanın, vaktin basında, teyemmüm ile kılması câizdir. Hayvan üstündeki
(Mahmil) denilen iki sandıkda kılmak, hayvan üstünde kılmak gibidir. Inebilen kimse,
farzları mahmilde kılamaz. Mahmilin ayakları topraga indirilirse, sedir [kanepe]
gibi olur ve burada farzları ayakda kılması câiz olur. Oturarak kılamaz.
Iki tekerlekli araba, hayvana baglanmadıkca, yerde düz duramıyacagından yürürken
de, dururken de hayvan gibidir. Üç, dört tekerlekli olup da hayvana
baglanmadan yerde düz duran araba, [otobüs, tren] yürümüyor ise, sedir gibidir.
Içinde farz nemâz ayakda câiz olur. Araba gidiyor ise, hayvan gibidir. Içinde özrsüz
farz kılmak câiz olmaz. Durdurup kıbleye karsı ve ayakda kılmalıdır. [Durduramazsa,
ücretli olan vâsıtadan inerek nemâzı kılmalıdır; vâsıta giderse, arkadan
gelen veyâ o kasabadan kalkacak olan baska vâsıta ile gitmelidir. Birinci vâsıtaya
binerken, buna göre pazarlık yapmalıdır. Buna da imkân olmazsa, nemâzda
oturur gibi yere oturarak ve imkân oldugu kadar kıbleye dönerek kılması câiz
olur.]
Hastanın ve seferde olanın farzları, sedirde, sandalyada, ayaklarını sarkıtarak
oturup, îmâ ile kılmaları câiz degildir. Hasta, yerde veyâ uzunlugu kıble istikâmetinde
olan sedirin üstünde, kıbleye karsı oturarak kılar. Birinci kısm, 74. cü maddeye
bakınız! Seferî olanın, diger üç mezhebi taklîd ederek, vâsıta yolda durdugu
zemân, ögle ile ikindiyi ve aksam ile yatsıyı birlesdirerek kıbleye karsı, ayakda kılması
dahâ iyi olur. Mâlikî ve sâfi’î mezheblerinde, günâh olmıyan seferde, ya’nî 80
kilometreden ziyâde süren seferde, ikindiyi ögle nemâzı vaktinde ve yatsıyı aksam
nemâzı vaktinde takdîm ederek veyâ ögleyi ikindi vaktinde ve aksamı yatsı vaktinde
te’hîr ederek iki nemâzı bir arada kılmak câizdir. Yola çıkmadan nemâz kasr
ve cem’ edilemez. Dört günden az kalmak niyyet etdigi yer (seferî yer) olur. Bu yerde
kasr eder ve harac olunca, cem’ edebilir. Yagmur sebebi ile câmi’de cemâ’at ile
cem’i takdîm câiz ise de yedi sartı vardır. Hastanın cem’ etmesi ihtilâflıdır. [Baska
bir mezhebi taklîd etmek, mezheb degisdirmek demek degildir. Imâm-ı Sâfi’îyi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” taklîd eden bir hanefî, mezhebinden çıkmaz.] Yola çıkmadan
ve yolculuk bitdikden sonra dört rek’at olan farzların iki rek’at kılınamıyacagı
ve iki vaktin nemâzının birlikde kılınamıyacagı, Sâfi’î âlimlerinden Semsüddîn
Muhammed Remlî fetvâsında ve (I’ânet-ut-tâlibîn alâ-hall-i elfâz-ı Feth-ilmu’în)
de bildirilmekdedir. Bu fetvâ, (Fetâvâ-yı Kübrâ) kenârında basılmısdır.
Ayrı ayrı hayvanlar üzerinde olarak cemâ’at ile kılınmaz. Bir mahmilde, bir araba
veyâ otobüsde, dururken, odada kılar gibi cemâ’at ile kılınabilir.
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Semsül Eimme Halvânî buyurdu ki, hayvan üzerinde
kıbleye karsı durup, nemâzda iken, hayvan kıbleden dönerse, farz nemâz kabûl
olmaz. Bir rükn kadar kıbleden ayrılmamalıdır. [Araba, tren de böyledir.]
Giden gemide farzları, özrsüz oturarak kılmak, iki imâma göre câiz degildir. Bas
dönmesi özrdür. Imâm-ı a’zam “rahmetullahi aleyh”, ayakda kılması iyi olur buyurdu.
Imkânı varsa, gemiden çıkınca, toprakda kılmak dahâ iyidir. Deniz ortasında
demirli gemi, rüzgârla çok sallanıyorsa, giden gemi gibidir. Çok sallanmıyorsa
veyâ sâhile yanasmıs ise, farz nemâzları oturarak kılmak câiz olmaz. Yanasmıs gemide,
karaya oturmus ise, ayakda olarak her zemân câizdir. Karaya oturmamıs ise,
âlimlerin çoguna göre, dısarı çıkmak mümkin ise, bu gemide farz kılmak câiz olmaz.
Böyle gemi, hayvan gibidir. Karaya oturan gemi [ve deniz dibine direk, zincirle
baglı iskele, köprü] ise, toprak üzerindeki sedir, masa gibidir. Giden gemide,
– 223 –
nemâza baslarken kıbleye karsı durmak ve gemi dönünce, nemâz içinde kıbleye
dönmek lâzımdır. Çünki, gemilerde kıbleye dönmek, odadaki gibidir. Rükü’ ve secdeleri
yapabilen kimsenin, gemide nâfile nemâzları da îmâ ile kılması câiz olmaz).
(Merâkıl-felâh)da diyor ki, (Nâfileleri özrsüz oturarak kılmak câizdir. Yalnız sabâh
nemâzının sünnetini ayakda kılar. Nâfileleri oturarak kılana, sevâbın yarısı verilir.
Rükü’ için egilir. Secde için, basını yere koyar. Yâhud, rükü’ için ayaga kalkar
ve sonra rükü’a egilir. Ayakda kılamıyan, oturarak kılar. Rükü’ için egilir. Secde
için, basını yere koyar. Secde için, basını yere koyamıyan kimse, îmâ ile kılar).
(Hidâye) ve (Nihâye)de, (Yanasmıs gemide farz kılmak câizdir. Dısarı çıkıp karada
kılmak iyi olur) diyor. (Behce)de diyor ki, (Istanbuldan kayıkla Üsküdara giderken,
ögle vakti çıkacak olsa, ögleyi oturarak kılması câiz olur). Seferî olmadıgı
için, sâfi’îyi taklîd ile, ögleyi ikindi ile birlikde kılamaz.
Mi’râc gecesi, aksam nemâzı üç rek’at, öteki nemâzlar iki rek’at farz oldu. Medîne-
i münevverede ikinci emrle sabâh ve aksamdan baskası dört rek’ate çıkarıldı.
Hicretin dördüncü yılında bunlar, müsâfir için, yine ikiye indirildi. Müsâfirin
bunları dört kılması hanefîde günâh olur (Dürr-ül-muhtâr).
Müsâfir farzı dört rek’at kılarsa, son iki rek’atı nâfile olur. Emri dinlemedigi için
ve nâfilenin iftitâh tekbîrini terk etdigi için ve farzın selâmını terk etdigi için ve nâfileyi
farz ile karısdırdıgı için, günâh olur. Tevbe etmezse Cehenneme gidebilir.
Unutarak dört rek’at kılan kimse secde-i sehv yapar. Müsâfir olan imâm, yanılarak
dört rek’at kılarsa, buna uymus olan mukîmin nemâzı fâsid olur. Ikinci rek’atde
oturmazsa, farzı kabûl olmaz. Üçüncü rek’atin secdesini yapmadan, o sehrde
onbes gün kalmaga niyyet ederse, o farzı dört rek’at kılması lâzım olur. Fekat, üçüncü
rek’atin kıyâmını ve rükü’unu tekrârlaması lâzım olur. Çünki, bu ikisini nâfile
olarak yapmısdı. Nâfile olarak yapılan ibâdet farz yerine geçemez. [Nâfilelerin,
sünnetlerin, kazâya kalmıs farzlar yerine geçemiyecegi, buradan da anlasılmakdadır.]
Yetmisdördüncü maddenin sonuna bakınız! Müsâfir sûreleri kısa okur. Tesbîhleri
üçden az yapmaz. Yolda iken, ya’nî sıkıntılı zemânında, sabâh nemâzından
baska sünnetleri terk edebilir. Sünnetleri özr ile terk etmek câizdir. [Sünnetleri kazâ
nemâzı niyyeti ile kılmak lâzım oldugu, buradan da anlasılmakdadır.]
Üç günlük yol gitmeden, geri dönmege niyyet ederse, o anda müsâfirlikden çıkar.
Mukîm olur. Üç günlük yola gitmege niyyet edip sehrden çıkan bir kimse, üç
günlük yoldan dahâ az veyâ dahâ çok gitdikden sonra, kendi sehrine girince veyâ
baska bir yerde onbes gün kalmaga niyyet ederse, yine mukîm olur. Onbes günden
az kalmaga niyyet ederse veyâ hiç niyyet etmeden yıllarca kalsa, müsâfir
olur. Asker, dâr-ül-harbde, bir yerde onbes gün kalmaga niyyet etse de, mukîm olmaz.
Denizdeki gemide veyâ hayât, ev olmıyan adada, onbes gün kalmaga niyyet
eden müsâfir, mukîm olmaz. Gemicilerin malı, çoluk çocugu da gemide olsa, yine
mukîm olmaz. Gemi vatan degildir. Mekke, Minâ ve Arafât gibi baska baska
yerlerde topdan onbes gün kalmaga niyyet eden de, mukîm olmaz. Kadın, talebe,
asker, me’mur, isçi ve çocuk gibi emr altında olanlar, kendi niyyetleri ile degil, zevcinin
veyâ mahreminin, hocasının, kumandanının, is verenin emrini alınca, emre
göre hareket ederler. Âmirleri onbes gün kalmaga niyyet etse, bunlar emri isitinceye
kadar müsâfir olur. Isitince mukîm olurlar. Düsman memleketine giren veyâ
bir kal’ayı karadan, denizden saran askerler, onbes güne niyyet etseler bile, müsâfir
olurlar. Düsman memleketine harb için gitmiyen, niyyetine göre müsâfir veyâ
mukîm olur. (Dâr-ül-harb)de yeni müslimân olana eziyyet edilmiyorsa, mukîm
olur. Çadırda yasıyanlar çölde onbes gün kalmaga niyyet edince, mukîm olurlar.
Baskaları olmaz.
Nemâz vaktinin sonunda sefere çıkan, bu nemâzı kılmamıs ise, iki rek’at kılar.
Vaktin sonunda vatanına gelen, bu vaktin nemâzını kılmamıs ise, dört kılar.
Insanın mukîm oldugu, yerlesdigi yere (Vatan) denir. Hanefî mezhebinde, üç dür-
– 224 –
lü vatan vardır. (Vatan-ı aslî) asl yer, insanın dogdugu veyâ evlendigi veyâ baska
yere yerlesmemek, orada hep kalmak niyyeti ile yerlesdigi yerdir. Senelerce oturup
da sonra çıkmagı veyâ düsündügü birsey hâsıl olunca çıkmagı niyyet ederse,
burada senelerce otursa bile, yerlesmis olmaz. Bir kimse, bir yerde, onbes gün kalmaga
niyyet etmeden bile evlense, o yer, vatan-ı aslî olur. Orada mukîm olur. Iki
yerde zevcesi olan, o sehrlerin herbirine gidince, o yer, vatan-ı aslî olur. Oralarda
mukîm olur. Zevcesi ölse, orada evleri, topragı olsa bile, orası (asl yeri) olmakdan
çıkar. Evlenmedigi bir yere gidip yerlesmege niyyet edince, orası (asl yeri) olur.
Bâlig bir çocugun ana babasının bulundugu yer, dogdugu yer bile olsa, buradan ayrılıp
baska yerde, çıkmamak üzere niyyet edip yerlesse veyâ evlense, orası (Asl yeri)
olur. Ana babasının yanına gidince, yerlesmege niyyet etmedikce, burası, çocugun
asl yeri olmaz. Onun asl yeri, evlendigi veyâ son yerlesdigi yerdir. Bir yere
yerlesince, araları üç günden az olsa ve sefer niyyeti ile çıkmamıs olsa bile, önce
yerlesmis oldugu ve dogdugu vatan-ı aslîleri bâtıl olur. Baska yere yerlesmek
için asl yerinden ayrılan kimse, dahâ baska yere yerlesmek için yolunu degisdirse,
birinci yerinden geçerken nemâzlarını dört kılar. Çünki, baska vatan edinmemisdir.
Zevcesini bir yerde yerlesdirip, sonra kendisi baska yere yerlesse, ikisi de
vatan-ı aslîsi olur. Bir kimse, vatan-ı aslîye girince mukîm olur. Onbes gün kalmaga
niyyet etmesi lâzım olmaz.
Ikinci vatan, (Vatan-ı ikâmet) geçici vatandır. Giris ve çıkıs günlerinden baska
hanefîde onbes, sâfi’î ve mâlikîde dört gün veyâ çok devâmlı kalıp, sonra çıkmaga
niyyet edilen yere (Geçici vatan) denir. Bir yerde bu mikdâr kalmaga niyyet ederken,
bu müddet içinde, baska yere gidip kalmaga ve yine buraya dönmege de niyyet
edilirse, burası geçici vatan olmaz. Geceleri burada, gündüzleri baska yerde kalmaga
niyyet ederse, burası vatan-ı ikâmet olur. Okumak için veyâ vazîfe yapmak
için bir yerde senelerce kalmaga ve sonra buradan çıkmaga niyyet ederse, burası
(Vatan-ı ikâmet) olur. Burada, çıkmamak niyyeti ile yerlesseydi, vatan-ı aslî olurdu.
Vatan-ı ikâmet üç seyle bozulur: Baska bir vatan-ı ikâmete gidince, sefer niyyeti
ile çıkmamıs olsa ve aralarındaki uzaklık üç günlük yoldan az olsa bile, önceki
vatan-ı ikâmet bozulur. Vatan-ı aslîye gidince de bozulur. Bir hanefî, Mekke-i
mükerremede onbes gün oturup sonra, Minâya gidip evlenirse, Minâ vatan-ı aslî
olur. Mekke-i mükerreme vatan-ı ikâmet olmakdan çıkar. Üçüncü sebeb, sefere
niyyet ederek çıkmakdır. Ya’nî vatan-ı ikâmetden üç gün üç gece uzaga gitmege
niyyet ederek ayrılınca, burası vatan-ı ikâmet olmakdan çıkar. Dahâ az yola niyyet
ile gidip gelseydi, geçici vatanı bozulmazdı. Vatan-ı ikâmetden niyyetsiz çıkıp,
baska yerde üç günlük yola gitmek için niyyet ederse, üç günlük yol yürümeden
önce, vatan-ı ikâmete girerse, seferî olması bozulur. Mukîm olur. Niyyet etdikden
baslıyarak üç günlük yol gitdikden sonra, buraya girerse veyâ buradan hiç geçmezse,
mukîm olmaz. Sâfi’îde bir yerdeki isinin dört günden önce bitmiyecegini bilirse,
niyyet etmese de, oraya girince mukîm olur. Müddetini iyi bilmezse, onsekiz
gün sonra mukîm olur.
Istanbuldan Bagdâda ve Mekke-i mükerremeden Kûfeye onbes gün kalmak niyyeti
ile giden birer hanefî, bu vatan-ı ikâmetlerinden çıkarak, Kasr denilen yere gelseler,
her ikisi de Kasra giderken müsâfir olmaz. Çünki, Kasr denilen yer, Bagdâd
ile Kûfe arasındadır. Her ikisinden iki günlük yol uzakdır. Kasrda onbes gün kalmaga
niyyet ederlerse, Bagdâd ve Kûfe, vatan-ı ikâmet olmakdan çıkar. Çünki Kasr
sehri, yeni vatan-ı ikâmetleri olur. Onbes gün sonra Kasrdan Kûfeye gelseler, müsâfir
olmazlar. Kûfeden bir gün sonra çıkıp Bagdâda gitseler, yolda Kasrdan geçseler,
yolda hep müsâfir olmazlar. Çünki, Kasr, ikisi için de vatan-ı ikâmet idi. Üç
günlük yola niyyet etmeden çıkıp gelince, müsâfir olmazlar. Bunlar Bagdâddan ve
Kûfeden ilk çıkıslarında dört günlük yola niyyet etselerdi ve Kasrda karsılasıp, her
ikisi de Kûfeye gidip, bir gün kalıp, sonra Bagdâda gitselerdi, hep müsâfir olurlar-
– 225 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:15
dı. Çünki, üç gün sefer niyyet etmislerdir. Istanbullu, bu yolu yürümüsdür. Mekke-
i mükerremeli ise, sefere çıkınca, Kûfe, vatan-ı ikâmet olmakdan çıkmısdır. Kasr
sehri, vatanları olmadıgı için, buradan geçmeleri, mukîm olmalarına sebeb olmaz.
Istanbuldan gelen, Kûfede onbes gün kaldıkdan sonra, Mekkeye gitmek niyyeti ile
yola çıksaydı, üç günlük yol gitmeden, bir is için, yine Kûfeye dönseydi, mukîm olmazdı.
Çünki, üç günlük yola gitmek niyyeti ile çıkınca, Kûfe sehri vatan-ı ikâmet
olmakdan çıkmısdır. Kûfe, Bagdâdın ve Kerbelânın cenûbundadır.
Üçüncü vatan, (Vatan-ı süknâ) ugradıgı yer olup, onbes günden az kalmak
için niyyet edilen yâhud yarın çıkarım diyerek, senelerle oturulan yerdir. Müsâfir
vatan-ı süknâda farzları hep iki rek’at kılar. Bir köye, bir sehre gelince, on gün
kalmaga niyyet edip, on gün sonra, bir hafta dahâ kalmaga niyyet ederse mukîm
olmaz.
Vatan-ı ikâmetde veyâ vatan-ı süknâda bulunmak, vatan-ı aslînin bozulmasına
sebeb olmaz. Sefere çıkmak da, vatan-ı aslîyi bozmaz. Vatan-ı süknâda bulunmak
vatan-ı ikâmeti bozmaz. Birinci vatan-ı süknâyı bozar.
Seferî olan kimse, vatan-ı süknâda iken, mukîm sayılmaz. Seferî olmıyan, vatan-
ı süknâ yapdıgı yerde, mukîm sayılır. Sefer mesâfesi kadar uzak olmıyan bir
köye gitmek için sehrinden çıkan, bu köyde onbes günden az kalsa, burası (Vatan-
ı süknâ) olur. Burada müsâfir olmaz. Farzları temâm kılar. Sonra, bu köyden,
sefer niyyet etmeden çıksa, sehrine veyâ baska bir vatan-ı süknâya girmeden, yolda
sefere niyyet etse, yolda farzları iki rek’at kılar. Bu köye girerse, mukîm olur.
Çünki, vatan-ı aslîye veyâ vatan-ı süknâya girmedigi için ve sefer niyyeti ile çıkmadıgı
için, vatan-ı süknâsı bozulmamısdır. Görülüyor ki, vatan-ı süknânın bozulması,
vatan-ı ikâmet gibi oluyor. Vatan-ı süknâda mukîm olmak için, bunun ile
vatan-ı aslî veyâ vatan-ı ikâmet arası sefer müddetinden [üç günden] az olmalıdır.
Meselâ:
Bir kimse Kûfeden Kadsiyeye gidiyor. Ikisi arası üç günlük yoldan azdır. Kadsiyeden
Hîreye dogru yola çıkıyor. Ikisi arası da üç günden azdır. Hîreye gelmeden,
Kadsiyeye dönüyor. Unutdugunu alıp, Sâma gidecekdir. Kûfeye ugramıyor,
Kadsiyede, nemâzı temâm kılar. Çünki, buradan ayrılırken sefere niyyet etmedigi
ve Hîreye girmedigi için, Kadsiye vatanlıkdan çıkmadı. Hîre, Kûfenin bes kilometre
cenûb-i sarkındadır. Kadsiye, biraz dahâ cenûbdadır.
Üç günlük yola sefer niyyeti ile çıkan kimse, üç günlük yol gitmeden önce, bir
köyde onbes günden az kalsa, sonra buradan çıksa, buraya tekrâr gelirse, mukîm
olmaz. Çünki, ilk geldiginde de müsâfir idi. Yanında zevci veyâ mahremi bulunmayan
hayzlı kadının sefer niyyeti ile yola çıkması kıymetsizdir. Temizlendikden
sonra üç gün dahâ gitmeden önce kaldıgı yerde müsâfir olmaz.
(Berîka) ve (Hadîka) kitâblarında diyor ki, (Hür kadının, zevci veyâ ebedî
mahrem akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veyâ baska kadınlarla
yâhud âkıl, bâlig ve sâlih olmıyan mahremi ile üç günlük yola gitmesi [üç mezhebde]
harâmdır. Sâfi’î mezhebinde, kadınlar ile mahremsiz olarak, farz olan hacca gidebilir.
Bir veyâ iki erkegin sefere gitmesi mekrûhdur. Üç erkegin gitmesi mekrûh
olmaz. Dört erkegin gitmesi ve içlerinden birini emîr (Baskan) seçmeleri sünnetdir).
(Hindiyye)de nafaka bahsinde ve (Tahtâvî), (Dürr-ül-muhtâr) ve (Dürr-ülmüntekâ)
da hac bahsinde diyor ki, (Kadın, mürâhık olan, ya’nî bülûga yaklasmıs,
oniki yasındaki mahremi ile sefere gidebilir). (Kâdîhân)da diyor ki, (Kadın, sâlih
cemâ’at ile sefere gidebilir). [Bu iki kavl, zarûret hâlinde câiz olur.] (Mecelle)de
dokuzyüzseksen altıncı maddede diyor ki, (Sinn-i bülûgun mebdei, erkekde on-
– 226 –
iki ve kızda dokuz yasları doldurmakdır. Müntehâsı, ikisinin de onbes yasdır.
Onbes yasını ikmâl edince bâlig sayılırlar.
Oniki ve dokuz yaslarını doldurup da, bâlig olmamıs çocuga (Mürâhık) denir.)


TAM İLMİHAL'DEN...NAMAZ VAKİTLERİ

62 — BIRINCI CILD, 303. cü MEKTÛB
Bu mektûb, müezzin hâcı Yûsüfe gönderilmis olup, Ezân kelimelerinin ma’nâlarını
bildirmekdedir:
Ezânın kelimeleri yedidir. [Tekrâr ederek onbes oluyor. Ezân, bu onbes kelimeyi
okumak ve isitmekdir. Ho-parlör ile, tegannî yaparak okunan ezânda, bu kelimeler
isitilmiyor. Bir ogultu, ne oldugu anlasılmıyan ses isitiliyor. Ho-parlör, ezân
okumaga degil, ezânı yok etmege sebeb oluyor.]
1 — ALLAHÜ EKBER: Allahü teâlâ, büyükdür. Ona birsey lâzım degildir. Kullarının
ibâdetlerine de muhtâc olmakdan büyükdür. Ibâdetlerin, Ona fâidesi yokdur.
Bunu, zihnlerde iyi yerlesdirmek için, bu kelime, dört kerre söylenir. [Birinci
ve üçüncü (R)ler cezm veyâ vasl ederek üstün okunur.]
2 — ESHEDÜ EN LÂ ILÂHE ILLALLAH: Kibriyâsı, büyüklügü ile ve kimsenin
ibâdetine muhtâc olmadıgı hâlde, ibâdet olunmaga Ondan baska kimsenin
hakkı olmadıgına sehâdet eder, elbette inanırım. Hiçbir sey Ona benzemez.
3 — ESHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESÛLULLAH: Muhammed “aleyhi
ve alâ âlihissalâtü vesselâm”ın, Onun gönderdigi Peygamberi olduguna, Onun
istedigi ibâdetlerin yolunu bildiricisi olduguna ve Allahü teâlâya, ancak Onun bildirdigi,
gösterdigi ibâdetlerin, yarasır olduguna sehâdet eder, inanırım.
4 ve 5 — HAYYE ALESSALÂH, HAYYE ALELFELÂH: Mü’minleri, felâha,
se’âdete, kurtulusa sebeb olan nemâza çagıran iki kelimedir.
6 — ALLAHÜ EKBER: Ona lâyık bir ibâdeti kimse yapamaz. Herhangi bir kimsenin
ibâdetinin Ona lâyık, yakısır olmasından, çok büyükdür, çok uzakdır.
7 — LÂ ILÂHE ILLALLAH: Ibâdete, karsısında alçalmaga müstehak olan,
hakkı olan ancak Odur. Ona lâyık bir ibâdeti kimse yapamamakla beraber, Ondan
baska kimsenin ibâdet olunmaga hakkı yokdur.
Nemâzın serefinin büyüklügünü, onu herkese haber vermek için seçilmis olan
ezânın büyüklügünden anlamalıdır. Fârisî mısra’ tercemesi:
Senenin bereketi, behârından belli olur.
Yâ Rabbî! Bizleri, istedigin gibi nemâz kılanlardan eyle! Âmîn.
[(Sâvî) tefsîrinde, (Insirâh) sûresinde diyor ki, (Allahü teâlâ, senin ismini sarkda,
garbda, yer küresinin her yerinde yükseltirim buyurdu). Garba dogru, bir tûl
derecesi gidilince, nemâz vaktleri dört dakîka gecikiyor. Her yirmi sekiz kilometre
gidisde, aynı vaktin ezânı birer dakîka sonra tekrâr okunuyorlar. Böylece, yer
yüzünün her yerinde, her an ezân okunmakda, Muhammed aleyhisselâmın ismi,
her an, her yerde isitilmekdedir. (Sir’ât-ül-islâm) serhinde diyor ki, (Birisi, Abdüllah
ibni Ömer hazretlerine, Allah için, seni çok seviyorum deyince, ben de Allah
için, seni hiç sevmiyorum. Çünki sen, ezânı tegannî ederek, sarkı söyler gibi
okuyorsun buyurdu)].
Seslendi ol müezzin, durdu kâmet eyledi,
Kâ’beye döndü yüzün, hem de niyyet eyledi.
Duyunca ehl-i îmân, hurmet ile dinledi.
sonra nemâza durup, Rabbe kulluk eyledi.
– 209 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:14
63 — NEMÂZIN EHEMMIYYETI
(Dürr-ül-muhtâr)da nemâzı anlatmaga baslarken ve Ibni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr)
kitâbı, ikiyüzotuzdördüncü sahîfede, bunları açıklarken buyuruyor ki:
Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakt nemâz var idi. Hepsinin kıldıgı,
bir araya toplanarak bize farz edildi. Nemâz kılmak, îmânın sartı degil ise de,
nemâzın farz olduguna inanmak, îmânın sartıdır. Nemâz, düâ demekdir. Islâmiyyetin
emr etdigi, bildigimiz ibâdete, nemâz (Salât) ismi verilmisdir. Mükellef olan
[ya’nî âkıl ve bâlig olan] her müslimânın, hergün bes vakt nemâzı kılması (Farz-ı
ayn)dır. Farz oldugu, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i serîflerde, açıkça bildirilmisdir.
Mi’râc gecesinde, bes vakt nemâz emr olundu. Mi’râc, hicretden bir yıl önce, Receb
ayının yirmiyedinci gecesinde idi. Mi’râcdan önce, yalnız sabâh ve ikindi nemâzı
vardı.
Yedi yasındaki çocuga, nemâz kılmasını emr etmek, on yasında kılmaz ise, el ile
dögmek lâzımdır. Mektebdeki mu’allim, talebesini de, çalısdırmak için, el ile üç kerre
dögebilir. Dahâ fazla vuramaz. Sopa ile dögemez. [Islâm mekteblerinde falaka
olamaz. Sopa, karakolda, habshânede olur. Dinsizler, gençleri islâmiyyetden sogutmak
için, tiyatrolarda, filmlerde, hocaların talebeyi falakaya yatırdıklarını
gösterip, din dersleri, islâm mektebleri kapatılarak gençlik falakadan, sopadan kurtarıldı
derlerse islâm dînine iftirâ etmis olurlar. Islâmiyyetde talebeyi sopa ile dögmek
yasak oldugu, din kitâblarında, açıkça yazılıdır. Peygamberimiz “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” el ile üçden fazla vurmagı bile, yasak etmisdi.] Çocuklara,
baska ibâdetleri de ögretmek ve yapmaga alısdırmak, günâhlardan men’ etmek lâzımdır.
Farz nemâzların ehemmiyyetini bildirmek için, Muhammed Rebhâmî “rahmetullahi
aleyh”, dörtyüzkırkdört kitâbdan toplıyarak, hicretin sekizyüzotuzbesinci
[835] senesinde Hindistânda yazdıgı (Riyâd-un-nâsıhîn) adındaki, fârisî kitâbının,
ikinci kısmı, birinci bâb, onikinci faslında buyuruyor ki:
Sahîhayn ismi verilen, dîn-i islâmın iki temel kitâbında [(Buhârî) ve (Müslim)
de], Câbir bin Abdüllahın “radıyallahü anh” bildirdigi bir hadîs-i serîfde,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Birinin evi önünde nehr olsa, hergün bes
kerre bu nehrde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?) diye sordu. Hayır, yâ Resûlallah!
dedik. (Iste, bes vakt nemâzı kılanların da, böyle küçük günâhları afv olunur) buyurdu.
[Ba’zı câhiller, bu hadîs-i serîfi isitince, o hâlde, hem nemâz kılarım, hem
de istedigim gibi, keyf sürerim. Nasıl olsa günâhlarım afv olur, diyor. Böyle düsünmek
dogru degildir. Çünki, sartları ile, edebleri ile kılınıp, kabûl olan bir nemâz,
günâhları döker. Sonra, küçük günâhları afv olsa bile, küçük günâh islemege devâm
etmek, ısrâr etmek, büyük günâh olur. Büyük günâh islemege ısrâr etmek de,
küfre sebeb olur.] Ibni Cevzî, (El-mugnî) ismindeki tefsîrinde buyuruyor ki, (Ebû
Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” buyurdu ki, bes nemâz vaktleri gelince, melekler
der ki, ey Âdem ogulları, kalkınız! Insanları yakmak için hâzırlanmıs olan atesi nemâz
kılarak söndürünüz). Bir hadîs-i serîfde, (Mü’min ile kâfiri ayıran fark, nemâzdır)
buyuruldu. Ya’nî, mü’min nemâz kılar. Kâfir, kılmaz. Münâfıklar ise, ba’zan
kılar, ba’zan kılmaz. Münâfıklar, Cehennemde çok acı azâb görecekdir. Müfessirlerin
sâhı, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” diyor ki, Resûlullahdan “sallallahü
aleyhi ve sellem” isitdim. Buyurdu ki, (Nemâz kılmıyanlar, kıyâmet günü,
Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır).
Hadîs imâmları, söz birligi ile bildiriyor ki, (Bir nemâzı vaktinde amden kılmıyan,
ya’nî nemâz vakti geçerken, nemâz kılmadıgı için üzülmeyen, kâfir olur veyâ
ölürken îmânsız gider. Yâ nemâzı, hâtırına bile getirmiyenler, nemâzı vazîfe tanımıyanlar
ne olur?). Ehl-i sünnet âlimleri sözbirligi ile buyurdular ki, (Ibâdetler
îmândan parça degildir). Yalnız, nemâzda söz birligi olmadı. Fıkh imâmlarından
– 210 –
imâm-ı Ahmed ibni Hanbel, Ishak ibni Râheveyh, Abdüllah ibni Mubârek, Ibrâhîm
Nehâî, Hakem bin Uteybe, Eyyûb Sahtiyânî, Dâvüd Tâî, Ebû Bekr ibni Seybe,
Zübeyr bin Harb, dahâ birçok büyük âlimler, bir nemâzı amden, ya’nî bile bile
kılmıyan kimse, kâfir olur, dedi. O hâlde, ey din kardesim, bir nemâzını kaçırma
ve gevsek kılma, seve seve kıl! Allahü teâlâ kıyâmet günü, bu âlimlerin ictihâdlarına
göre cezâ verirse, ne yaparsın? (Tefsîr-i Mugnî)de diyor ki: (Büyüklerden
biri seytâna dedi ki, senin gibi mel’ûn olmak istiyorum, ne yapayım? Iblîs sevinip,
benim gibi olmak istersen, nemâza ehemmiyyet verme ve dogru, yalan, herseye yemîn
et, ya’nî çok yemîn et! dedi. O kimse de, hiçbir nemâzı bırakmıyacagım ve artık
yemîn etmiyecegim, dedi). Hanbelî mezhebinde, bir nemâzı özrsüz kılmıyan,
mürted gibi katl olunur ve yıkanmaz. Kefenlenmez ve nemâzı kılınmaz. Müslimânların
mezârlıgına gömülmez ve mezârı belli edilmez. Dagda bir çukura konur. Sâfi’î
mezhebinde, nemâz kılmamakda ısrâr eden, mürted olmaz ise de, cezâsı katldir.
Mâlikî mezhebi de, Sâfi’î gibi oldugu, (Ibni Âbidîn)de ve (Milel-nihâl) tercemesi
altmısüçüncü sahîfede yazılıdır. Hanefî mezhebinde ise, nemâza baslayıncaya
kadar habs olunur veyâ kan akıncaya kadar dögülür. [Fekat nemâza ehemmiyyet
vermiyen, vazîfe bilmiyen, dört mezhebde de kâfir olur. Nemâzı bile bile kılmayıp,
kazâ etmegi düsünmiyen ve bunun için azâb çekeceginden korkmıyan
kimsenin, hanefî mezhebinde de kâfir olacagı, (Hadîka)da, dil âfetlerinde yazılıdır.]
Allahü teâlâ, müslimân olmıyanlara nemâz kılmasını, oruc tutmasını emr etmemisdir.
Bunlar, Allahü teâlânın emrlerini almakla sereflenmemislerdir. Nemâz
kılmadıgı için, oruc tutmadıgı için bunlara bir cezâ verilmez. Bunlar, yalnız küfrün
cezâsı olan Cehennemi hak etmislerdir. (Zâdül-mukvîn) kitâbında diyor ki; (Eski
âlimler yazmıs ki, bes seyi yapmıyan, bes seyden mahrûm olur:
1 — Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez.
2 — Usrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz.
3 — Sadaka vermeyenin, vücûdünde sıhhat kalmaz.
4 — Düâ etmeyen, arzûsuna kavusamaz.
5 — Nemâz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefesde kelime-i sehâdet getiremez.
Nemâz kılmanın birinci vazîfe olduguna inandıgı hâlde, tenbellik ederek
kılmıyan fâsıkdır. Sâliha kızın küfvü degildir. Ya’nî o kıza lâyık ve uygun degildir).
Görülüyor ki, farz nemâzı kılmamak, îmânsız gitmege sebeb olmakdadır. Nemâza
devâm, kalbin nûrlanmasına ve se’âdet-i ebediyyeye kavusmaga vesîledir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Nemâz nûrdur) buyurdu. Ya’nî, dünyâda
kalbi parlatır. Âhıretde sırâtı aydınlatır. Allahın dostlarına, nemâzda neler
oluyor, murâdlarına, nemâzda, nasıl kavusuyorlar biliyor musunuz?
Hikâye: Horasan vâlîsi Abdüllah bin Tâhir, çok âdil idi. Jandarmaları birkaç hırsız
yakalamıs, vâlîye bildirmislerdi. Hırsızlardan biri kaçdı. Hiratlı bir demirci, Nisâpûra
gitmisdi. Bir zemân sonra, evine dönüp gece giderken, bunu yakaladılar.
Hırsızlarla berâber, vâlîye çıkardılar. Habs edin! dedi. Demirci, habshânede abdest
alıp nemâz kıldı. Ellerini uzatıp, (Yâ Rabbî! Günâhım olmadıgını, ancak
sen biliyorsun. Beni bu zindandan, ancak sen kurtarırsın. Yâ Rabbî! Beni kurtar!)
diye düâ etdi. Vâlî, o gece, rü’yâda, dört kuvvetli kimse gelip, tahtını, tersine çevirecekleri
vakt uyandı. Hemen abdest alıp, iki rek’at nemâz kıldı. Tekrâr uyudu.
Tekrâr, o dört kimsenin, tahtını yıkmak üzere oldugunu gördü ve uyandı. Kendisinde,
bir mazlûmun âhı bulundugunu anladı. Nitekim si’r:
Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Gözyasının seher vakti yapdıgını,
Düsman kaçıran süngüleri, çok def’a,
Toz gibi yapar, bir mü’minin düâsı.
Yâ Rabbî! Büyük yalnız sensin! Sen öyle bir büyüksün ki, büyükler ve küçük-
– 211 –
ler, sıkısınca, ancak sana yalvarır. Sana yalvaran, ancak murâdına kavusur.
Hemen, o gece, habshâne müdîrini çagırıp, bir mazlûm kalmıs mı, dedi. Müdîr,
bunu bilemem. Yalnız, biri nemâz kılıp, çok düâ ediyor. Göz yasları döküyor deyince,
onu getirtdi. Hâlini sorup anladı. Özr dileyip, hakkını halâl et ve bin gümüs
hediyyemi kabûl et ve herhangi bir arzûn olunca bana gel! diye ricâ etdi. Demirci,
hakkımı halâl etdim ve hediyyeni kabûl etdim. Fekat isimi, dilegimi senden istemege
gelemem, dedi. Niçin, deyince: Çünki, benim gibi bir fakîr için, senin gibi
bir sultânın tahtını birkaç def’a tersine çeviren sâhibimi bırakıp da, dileklerimi
baskasına götürmekligim kulluga yakısır mı? Nemâzlardan sonra etdigim düâlarla,
beni nice sıkıntıdan kurtardı. Nice murâdıma kavusdurdu. Nasıl olur da, baskasına
sıgınırım? Rabbim, nihâyeti olmıyan rahmet hazînesinin kapısını açmıs, sonsuz
ihsân sofrasını, herkese yaymıs iken, baskasına nasıl giderim? Kim istedi de,
vermedi? Istemesini bilmezsen alamazsın. Huzûruna edeble çıkmazsan, rahmetine
kavusamazsın. Si’r:
Ibâdet esigine, kim ki, bir gece bas kodu,
Dostun lutfu, açar ona, elbette binbir kapu.
Evliyânın büyüklerinden Râbia-i Adviyye “rahmetullahi aleyhâ”, adamın birinin,
düâ ederken (Yâ Rabbî! Bana rahmet kapısını aç!) dedigini isitince; Ey câhil!
Allahü teâlânın rahmet kapısı, simdiye kadar kapalı mı idi de, simdi açılmasını istiyorsun?
dedi. [Rahmetin çıkıs kapısı her zemân açık ise de, giris kapısı olan kalbler,
herkesde açık degildir. Bunun açılması için düâ etmeliyiz!]
Ilâhî! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin. Bizi dünyâda ve âhıretde sıkıntıda
bırakma! Muhtâclara, herseyi gönderen, yalnız sensin! Dünyâda ve âhıretde
hayrlı, fâideli olan seyleri, bize gönder! Dünyâda ve âhıretde, bizi kimseye muhtâc
bırakma! Âmîn. (Rıyâd-un-nâsıhîn)den terceme temâm oldu.
(Kitâb-ül-fıkh-alel-mezâhib-il-erbe’a)da, nemâzı anlatmaga baslarken diyor
ki, (Nemâz, islâm dîninin direklerinden en ehemmiyyetlisidir. Allahü teâlâ, kullarının
yalnız kendisine ibâdet etmeleri için, nemâzı farz etdi. Nisâ sûresinin yüzüçüncü
âyeti, nemâz mü’minler üzerine, vaktleri belirli bir farz oldu demekdir. Hadîs-
i serîfde, (Allahü teâlâ, hergün bes vakt nemâz kılmagı farz etdi. Kıymet vererek
ve sartlarına uyarak, hergün bes vakt nemâz kılanı Cennete sokacagını,
Allahü teâlâ söz verdi) buyuruldu. Nemâz, ibâdetlerin en kıymetlisidir. Hadîs-i serîfde,
(Nemâz kılmıyanın, islâmdan nasîbi yokdur!) buyuruldu. (Miskât)da ve
(Künûz-üd-dekâ’ık)da ve (Sahîhayn)de ve (Halebî)de bildirilen hadîs-i serîfde de,
(Insan ile küfr arasındaki fark, nemâzı terk etmekdir!) buyuruldu. Bunun ma’nâsı,
(Insan ile küfr, ayrı ayrı iki varlıkdır. Ikisini birlesdiren yol, nemâz kılmamakdır.
Aralarından, nemâz kılmamak kalkınca, ya’nî bir insan nemâz kılarsa, bu insan
ile küfr arasında yol kalmaz. Ikisi birbiri ile birlesmez.) Bunun ma’nâsı, (Küfr
bir özellikdir. Kendi kendine bulunmaz. Ba’zı insanda bulunur. Küfr bulunan insanda
nemâz kılmamak vardır. Küfr bulunmıyan insanda nemâz kılmamak yokdur.
Küfr bulunan insan ile küfr bulunmıyan insan arasındaki fark, nemâz kılıp kılmamakdır)
demekdir. Bu hadîs-i serîf, (Insan ile ölüm arasındaki fark, nefes almamakdır)
sözüne benzemekdedir. Ölüm bulunan insan nefes almaz. Ölüm bulunmayan
insanda nefes almamak yokdur. Nefes almamak bulunan insanın ölü oldugu anlasılır.
Bu hadîs-i serîf, nemâz kılmakda tenbellik edenleri siddetle korkutmakdadır.
Nemâz kılmak, Allahü teâlânın büyüklügünü düsünerek, Onun karsısında kendi
küçüklügünü anlamakdır. Bunu anlıyan kimse, hep iyilik yapar. Hiç kötülük yapamaz.
Nefsine uyanın nemâzı sahîh olsa da, bu meyvelerini veremez. Hergün bes
kerre, Rabbinin huzûrunda olduguna niyyet eden kimsenin kalbi ihlâs ile dolar. Nemâzda
yapılması emr olunan her hareket, kalbe ve bedene fâideler saglamakdadır.
Câmi’lerde cemâ’at ile nemâz kılmak, müslimânların kalblerini birbirlerine baglar.
Birbirlerinin kardesleri olduklarını anlarlar. Büyükler, küçüklere merhamet-
– 212 –
li olur. Küçükler de, büyüklere saygılı olur. Zenginler, fakîrlere ve kuvvetliler za’îflere
yardımcı olur. Saglamlar, hastaları, câmi’de göremeyince, evlerinde ararlar.
(Din kardesinin yardımına kosanın, yardımcısı Allahdır) hadîs-i serîfindeki müjdeye
kavusmak için yarıs ederler.)
Âkıl isen kıl nemâzı, çün se’âdet tâcıdır.
Sen nemâzı öyle bil ki, mü’minin mi’râcıdır!
(Kurretül’uyûn) kitâbındaki hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Nemâzı özrsüz kılmıyan
kimseye, Allahü teâlâ onbes sıkıntı verir. Bunlardan altısı dünyâda, üçü ölüm
zemânında, üçü kabrde, üçü kabrden kalkarkendir. Dünyâda olan altı azâb:
1 — Nemâz kılmıyanın ömründe bereket olmaz.
2 — Allahü teâlânın sevdigi kimselerin güzelligi, sevimliligi kendinde kalmaz.
3 — Hiçbir iyiligine sevâb verilmez. [Bu hadîs-i serîf gösteriyor ki, farzları
vaktinde kılmıyanların sünnetleri kabûl olmaz. Ya’nî sünnetlerine sevâb verilmez.]
4 — Düâları kabûl olmaz.
5 — Onu kimse sevmez.
6 — Müslimânların iyi düâlarının buna fâidesi olmaz.
Ölürken çekecegi azâblar:
1 — Zelîl, kötü, çirkin can verir.
2 — Aç olarak ölür.
3 — Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür.
Kabrde çekecegi acılar:
1 — Kabr onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.
2 — Kabri atesle doldurulur. Gece, gündüz onu yakar.
3 — Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünyâ yılanlarına benzemez.
Hergün, her nemâz vaktinde onu sokar. Bir ân bırakmaz.
Kıyâmetde çekecegi azâblar:
1 — Cehenneme sürükliyen azâb melekleri yanından ayrılmaz.
2 — Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karsılar.
3 — Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır).
Geçirme ömrünü mü’min, sakın ki, kîl-ü kal üzre!
sözün ma’nâsını anla, ne yürürsün hayâl üzre?
Bu dünyânın süslerine, amân aldanma ey gâfil!
buna her kim gönül verse, geçer ömrü melâl üzre.
Bir dikkatli nazar etsen, bu dünyâ ehline cânım,
kazanırlar para dâim, bunlar cenk ve cidâl üzre.
Bu dünyâya neler geldi, ben diyenler geçüp gitdi,
bilmeli, bu fânî mülkü, yaratdı Hak zevâl üzre.
Kaçarsan arkandan gelir, kovalarsan yetismezsin,
ki, dünyâ gölgeye benzer, denildi bu misâl üzre.
Akllı olan bir kisi, gönül vermez bu dünyâya,
düskün olmaz ondan yana, bilir onu kemâl üzre.
Bir kalb dünyâya baglansa, ibâdet zevkını duymaz,
onunçün Zâtî bu si’ri, getirdi hasbihâl üzre.
– 213 –
64 — NEMÂZ NASIL KILINIR
Nemâza baslarken, erkekler iki eli kaldırır. Bas parmak uçları kulak yumusagına
deger. Avuç içleri kıbleye döndürülmüs olmalıdır. Eller, kulakdan ayrılırken
(Allahü ekber) demege baslanıp, göbek altına baglarken bitirilir.
NIYYET: Iftitâh tekbîri söylerken niyyet edilir. Dahâ önce de niyyet etmek câizdir.
Hattâ, cemâ’at ile nemâz kılmak için evinden çıkan kimse, niyyet etmeden
imâma uysa, câiz olur. Fekat yolda, nemâzı bozan seylerden birini yapmamak lâzımdır.
Yürümek ve abdest almak zarar vermez.
Nemâza niyyet etmek demek, ismini, vaktini, kıbleyi, imâma uymagı irâde etmek,
kalbinden geçirip, kılmagı tercîh etmek demekdir. Yalnız ilm, ya’nî ne yapacagını
bilmek niyyet olmaz. Sâfi’î mezhebinde, nemâzın rüknlerini de hâtırlamak
lâzımdır. Cemâ’ate, nemâz arasında yetisen kimse, yatsının farzı mı, terâvîh mi anlıyamasa,
farz niyyet ederek imâma uyar. Terâvîh kılınıyorsa, bunun nemâzı,
farzdan önce oldugu için nâfile olur. Çünki farzdan önce terâvîh kılınmaz. Hemen
farzı yalnız kılıp, terâvîhin bir kısmını cemâ’at ile kılar. Noksân kalan rek’atlerini,
sonra yalnız kılar. Bundan sonra, vitr nemâzını kılar.
Iftitâh tekbîrinden sonra edilen niyyet, sahîh olmaz ve o nemâz, kabûl olmaz.
Farzlarda ve vâciblerde niyyet ederken, hangi farz ve hangi vâcib oldugunu bilmek
lâzımdır. Meselâ (Bugünki ögleyi kılmaga) diye, farzın ismini bilmek veyâ (Vaktin
farzı) demek lâzımdır. Bayram, vitr ve nezr nemâzlarını kılarken, bunların vâcib
olduklarını ve ismlerini düsünmek lâzımdır. Rek’at sayısını niyyet lâzım degildir.
Sünnet kılarken (Nemâza) niyyet etmek kâfîdir. Cenâze nemâzına (Allahü teâlâ
için nemâza, meyyit için düâya) diye niyyet edilir. Öglenin ilk sünnetini kılarken
öglenin farzı diye niyyet ederse, öglenin farzını kılmıs olur. Bundan sonra kıldıgı
farz, nâfile olur. Imâmın, erkeklere imâm olmaga niyyet etmesi lâzım degildir.
Fekat, cemâ’at ile kılmak sevâbına kavusamaz. Imâm olmaga niyyet ederse,
bu sevâba da kavusur. Yalnız kılan kimseye, sonra baskasının gelip uyması câizdir.
Cemâ’atin (Uydum hâzır olan imâma) diye de, niyyet etmesi lâzımdır. Imâmın,
(Kadınlara imâm olmaga) niyyeti lâzımdır. Cemâ’atin imâmı tanıması, bilmesi sart
degildir. Imâm tekbîr söylerken, ona uymaga niyyet etmeli ve hemen nemâza
durmalıdır. Imâm, yerinde durunca, ona uymaga niyyet edip, nemâza berâber baslamak
da iyidir.
Vaktin içinde oldugunu bilerek, vaktin farzı diyerek, basladıgı nemâzı kılarken,
vakt çıksa ve çıkdıgını bilmese sahîh olmaz. Bu günün farzı deseydi, sahîh olup, kazâ
olurdu. Vakti girmeden kılınan farz, nâfile olur. Vakti çıkdıkdan sonra kılınmıs
ise, kazâ olur. Ya’nî (Bu günün ögle nemâzını edâ etmege) diye niyyet eden kimse,
vakt çıkmıs ise, ögleyi kazâ etmis olur. Bunun gibi, ögle vakti çıkdı sanarak, (Bugünki
ögleyi kazâ etmege) niyyeti ile kılınca, vakt çıkmadıgı anlasılınca, ögleyi edâ
etmis olur. Her ikisinde de aynı nemâza niyyet etmis, yalnız vaktin çıkmasında yanılmısdır.
Fekat, geçmis ögle nemâzını kazâya niyyet ederek kıldıgı nemâz, o günün
ögle nemâzının yerine geçmez. Çünki, bugünün nemâzına diye niyyet etmemisdir.
Böylece, edâ niyyeti ile kılınan ögle nemâzı geçmisde kılınmamıs bir ögle
nemâzının yerine geçmez. Bunun gibi, bir kimse, hâzır olan imâma uymaga niyyet
etse ve bunun Zeyd oldugunu sansa, hâlbuki imâm baskası ise, bu kimsenin nemâzı
kabûl olur. Fekat, Zeyde uymaga niyyet etse, imâm baska birisi ise, bununla kıldıgı
nemâz kabûl olmaz. Bir kimse, senelerce, ögleyi vaktinden önce kılmıs olsa,
ve hepsine (Üzerime farz olan ögleyi kılmaga) diye niyyet etse, o günkü ögleyi düsünmese,
hergün bir evvelki ögleyi kazâ etmis olur. Yalnız son ögleyi ayrıca kazâ
etmesi lâzım olur. O günkü ögleyi niyyet etse, edâ dese de, demese de, hergün o
günkü ögleyi edâ etmis olup, vaktinden önce oldukları için, hiçbiri öglenin farzı olmaz.
Nâfile olurlar. Hepsini kazâ etmesi lâzım olur. Görülüyor ki, nemâzların vakt-
– 214 –
lerini bilmek ve vaktin içinde kılmıs oldugunu bilmek lâzımdır.
Ibâdetler yapılırken, yalnız agız ile söylemege niyyet denmez. Kalb ile niyyet
edilmezse, dört mezhebde de nemâz sahîh olmaz. Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın
ve Tâbi’înin ve hattâ dört imâmın agız ile niyyet etdikleri isitilmemisdir. [1. ci kısm,
elliikinci maddenin 2. ci sahîfesine bakınız!] Imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi
aleyh”, birinci cildin yüzseksenaltıncı mektûbunda buyuruyor ki, (Niyyet kalb ile
olur. Agız ile niyyet etmek bid’atdir. Bu bid’ate, hasene demislerdir. Hâlbuki bu
bid’at, yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor. Farzı da yok ediyor. Çünki, çok kimseler,
yalnız agız ile niyyet ederek, kalb ile niyyet etmiyorlar. Böylece, nemâzın farzlarından
biri olan kalb ile niyyet yapılmıyor. Nemâz kabûl olmıyor. Bu fakîr, hiçbir
bid’ati, (hasene) olarak bilmiyorum. Hiçbir bid’atde güzellik görmüyorum). Agız
ile niyyet etmek, sâfi’î ve hanbelîde sünnetdir. Ibni Âbidîn diyor ki, (Nemâza baslarken
niyyet etmenin farz oldugu sözbirligi ile bildirildi. Niyyet yalnız kalb ile olur.
Yalnız agız ile söylemek bid’atdir. Kalb ile niyyet edenin, sübheden, vesveseden
kurtulmak için, söz ile de niyyet etmesi câiz olur).
TAHRÎME: Nemâza baslarken, (Allahü ekber) demekdir ki, farzdır. Baska kelime
söylemekle olmaz. Yetmisbirinci maddeye bakınız! Bu iftitâh tekbîri, nemâzın
sartlarındandır. Rükn degildir.
Kadınlar, iki ellerini, omuz hizâsına kaldırır ve iftitâh tekbîrini getirir. Sonra,
sag eli, sol elin üstünde olarak, gögüse kor. Bilek kavramazlar. AAAllahü veyâ ekbaar
gibi, uzun söylenirse, nemâz kabûl olmaz. Imâmdan önce, ekber denirse, nemâza
baslamıs olmaz. Ayakda iken, sag eli, sol el üzerine koyup, sag elin küçük ve
bas parmaklarını, sol bilek etrâfına halka yapmak, Sübhâneke okumak ve yalnız
kılarken, Sübhâneke okudukdan sonra E’ûzü, Besmele okumak sünnetdir. Cemâ’ate
geç gelen, imâm sessiz okuyorsa, Sübhâneke okur ve imâm selâm verdikden
sonra, kalkınca, tekrâr okur.
Yalnız kılan, Fâtiha okur. Fâtihadan sonra, Besmele çekmek lâzım degildir. Çekerse
iyi olur. Sâfi’î mezhebini taklîd eden hanefîlerin bu Besmeleyi okumaları lâzımdır.
Sonra bir sûre veyâ üç âyet okur. Fâtihadan sonra, imâm ve cemâ’at, sessiz
olarak, (Âmîn) der. Imâm ile kılarken, cemâ’at Fâtiha ve sûre okumaz. (Âmîn),
(Kabûl et) demekdir.
KIYÂM: Nemâzın bes rüknünden birincisi kıyâmdır. Kıyâm, ayakda durmak demekdir.
Ayakda duramıyan hasta, oturarak kılar, oturamıyan hasta, sırt üstü yatıp
bası ile kılar. Yüzü, semâya karsı degil, kıbleye karsı olması için, bası altına yasdık
konur. Ayakları Kıbleye karsı, dizlerini dikerek yatar. (Ibni Âbidîn) diyor ki,
(Saglam bir kimsenin gemide, trende, hareket hâlinde, farzları oturarak kılması,
Imâm-ı a’zama göre câizdir. Imâmeyn ise, özrsüz câiz görmedi. Fetvâ da böyledir.
[Birinci kısmda altmısbesinci ve yetmisdördüncü maddelerin 3. cü sahîfelerine bakınız!]
Ayakda iken, iki ayak birbirinden dört parmak eni kadar açık olmalıdır.
Ayakda duramıyan hasta, ayakda bası dönen, bası, disi, gözü veyâ baska yeri çok
agrıyan, idrâr, yel kaçıran, yarası akan, ayakda düsman korkusu, malın çalınmak
tehlükesi olan, ayakda kılınca orucu veyâ okuması bozulacak veyâ avret yeri açılacak
olan kimseler, oturarak kılar. Ayakda kılınca hastalıgının artacagını veyâ iyi
olmasının gecikecegini kendi tecribesi ile veyâ mütehassıs müslimân bir tabîbin bildirmesi
ile anlıyan hasta da, yere oturarak kılar. Haber veren doktorun fâsık olmaması,
açıkça harâm islememesi lâzımdır. Bunlar, kolayına geldigi gibi kollarını
istedigi yere koyarak, bagdas kurarak veyâ dizlerini dikip kollarını kavusdurarak
yâhud baska dürlü yere oturur. Böyle oturamıyan, birisinin yardımı ile oturur.
Rükü’ için, biraz egilir. Secde için, basını yere kor. Basını yere koyamıyan hasta,
yüksekligi 25 santimetreden az olan sert birsey üzerine koyar. Böyle secdesi sahîh
olur. Dahâ yüksek ise veyâ yumusak ise, îmâ olur. Böyle sert sey üzerine de koya-
– 215 –
mazsa, ayakda durabilse bile, oturarak yerde îmâ ile kılar. Ya’nî yere oturarak kılıp,
rükü’ için biraz, secde için ise, dahâ çok egilir. Secde için egilmesi, rükü’ için
egilmesinden dahâ çok olmazsa, nemâzı sahîh olmaz. Kendisi veyâ baskası birsey
kaldırıp, bunun üstüne secde ederse, nemâzı sahîh olur ise de, tahrîmen mekrûh
olur. Bu sey, rükü’ için egilmesinden alçak olmazsa, nemâzı sahîh olmaz). 274. cü
sahîfeye bakınız!
KIRÂET: Kırâet, agız ile okumak demekdir. Kendi kulakları isitecek kadar sesli
okumaga, (hafî okumak) denir. Yanında olan kimselerin de isitecekleri kadar
sesli okumaga, (cehrî) ya’nî yüksek sesle okumak denir. [Elmalılı Hamdi tefsîrinde
diyor ki, (Mizmârdan, ya’nî ses çıkaran âletden, teypden, hoparlörden çıkan
sese okumak denmez, zırlamak denir). Bu seslerle okunan ezân ve nemâz sahîh
olmaz. Hem de günâh olur.] Sünnetlerin ve vitrin her rek’atinde ve yalnız kılarken
farzların iki rek’atinde, ayakda, Kur’ân-ı kerîmden bir âyet okumak farzdır.
Kısa sûre okumak dahâ sevâbdır. Kırâet olarak, buralarda Fâtiha okumak ve sünnetlerin
ve vitr nemâzının her rek’atinde ve farzların iki rek’atinde Fâtihadan baska
bir de, sûre veyâ üç âyet okumak, vâcibdir. Farzlarda Fâtihayı ve sûreyi ilk iki
rek’atde okumak vâcib veyâ sünnetdir. Fâtihayı sûreden önce okumak da, ayrıca
vâcibdir. Fâtihayı her rek’atde bir kerre okumak da vâcibdir. Bu bes vâcibden
biri unutulursa, secde-i sehv yapmak lâzım gelir. Farzların üçüncü ve dördüncü
rek’atlerinde imâmın ve yalnız kılanın Fâtiha okuması sünnet olması dahâ kuvvetlidir.
Zamm-ı sûre de okursa veyâ hiçbirsey okumasa da olur. (Ibni Âbidîn, sahîfe
343). Dogru okumıyan için 67. ci maddeye bakınız! Diger üç mezhebde, her
nemâzda ve her rek’atde Fâtiha okumak farzdır.
Müsâfire uyan mukîm kimse, imâm ikinci rek’atde selâm verince, kalkıp iki rek’at
dahâ kılarken, kırâet etmez. Ya’nî, Fâtihayı ve sûreyi okumaz. Imâm arkasında kılar
gibi, ayakda, birsey okumaz. (Câmi’ur-rümûz) yetmisüçüncü sahîfede ve (Tâtârhâniyye)
de yüzaltıncı sahîfede diyorlar ki, (Âlimlerin bir kısmı, müsâfir arkasında
kılan mukîm, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde kırâet etmez, ya’nî birsey okumaz
dedi. Semsül eimme Abdül’azîz Halvânî ve baska âlimler, kırâet eder dedi. O
hâlde, ihtiyât ederek, okuması dahâ iyi olur). Kıyâm, kırâet mahalli oldugundan,
okumanın zararı yokdur. (Halebî-yi kebîr) sonunda diyor ki, (Dis agrısını kesen
ilâc, okumaga mâni’ oluyorsa ve vaktin sonu ise, imâma uyar. Imâm bulamazsa,
okumadan kılar). Çünki, agrı mesakkat olup, zarûrî hâsıl olmusdur.
Kırâetde, Kur’ân-ı kerîmin tercemesini okumak câiz degildir.
Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” üçyüzaltmısdördüncü sahîfede diyor ki,
imâmın Cum’a ve bayram nemâzlarından baska her nemâzda, birinci rek’atde, ikinci
rek’atde okudugunun iki misli uzun okuması sünnetdir. Yalnız kılan, her rek’atde
aynı mikdârda okuyabilir. Her nemâzda, ikinci rek’atde, birinciden üç âyet uzun
okumak mekrûhdur. Imâmın aynı nemâzların aynı rek’atlerinde, aynı âyetleri okumagı
âdet edinmesi mekrûhdur. Yalnız kılanlar için de her nemâz için böyledir denildi.
Arasıra baska âyet de okumalıdır. Birinci rek’atde okudugunu, ikinci rek’atde
de okumak tenzîhen mekrûhdur. Birincide Kul’e’ûzü bi-Rabbin-nâs okursa,
ikincide tekrâr okur. Çünki, tersine okumak, dahâ kerîhdir. Ikincide, birincideki âyetin
devâmını okumak efdaldir. Ikincide, birinci rek’atde okudugundan sonraki bir
kısa sûreyi atlıyarak, dahâ sonrakini okumak mekrûhdur. Bir rek’atde, sıra ile birkaç
sûre okumak mekrûh degil ise de, bir sûre okumak efdaldir. Ikincide, birincide
okudugundan önceki âyetleri veyâ sûreleri okumak mekrûhdur. Kur’ân-ı kerîmi mushafdaki
sıra ile okumak, her zemân vâcibdir. Hatm indirirken, Kul’e’ûzüleri okudukdan
sonra, hemen Fâtiha ve Bekara sûresi basından bes âyet okumak çok sevâbdır.
Bir kısa sûre kadar üç âyet okumak, bir uzun âyet okumakdan efdaldir.
RÜKÜ’: Sûreden sonra, tekbîr getirerek rükü’a egilir. Rükü’da, erkekler parmak-
– 216 –
larını açıp, dizlerin üstüne kor. Sırtını ve basını düz tutar. Rükü’da, en az, üç kerre
(Sübhâne rabbiyel-azîm) der. Üç kerre okumadan, imâm basını kaldırsa, o da,
hemen kaldırır. Rükü’da, bacaklar ve kollar dik tutulur. Kadınlar parmaklarını açmaz.
Sırtını ve basını, bacaklarını, kollarını dik tutmaz. Rükü’dan kalkarken (Semi’allahü
limen hamideh) demek, imâma ve yalnız kılana sünnetdir. Cemâ’at bunu
söylemez. Bunun arkasından, yalnız kılan ve cemâ’at, hemen (Rabbenâ lekelhamd)
der ve dik durulur ve (Allahü ekber) diyerek secdeye varılırken, önce sag,
sonra sol diz, sonra sag, sonra sol el, sonra burun ve alın kemikleri yere konur.
SECDE: Secdede el parmakları, birbirine bitisik, kıbleye karsı, kulaklar hizâsında,
bas iki el arasında olmalıdır. Alnı temiz yere, ya’nî tas, toprak, tahta, yaygı
üzerine koymak farz olup, burnu da berâber koymak vâcib denildi. Özrsüz
yalnız burnu koymak câiz degildir. Yalnız alnı koymak mekrûhdur. Secdede en az
üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a’lâ) denir. Sî’îler, Kerbelâ topragından bir kerpiç üzerine
secde efdaldir diyorlar. Iki ayagı veyâ hiç olmazsa herbirinin birer parmaklarını
yere koymak farzdır veyâ vâcibdir. Sünnet de denilmisdir. Ya’nî, iki ayak yere
konmazsa nemâz sahîh olmaz veyâ mekrûh olur. Secdede, alın, burun ve ayaklar
yerden az zemân kalkmıs olursa, zararı olmaz. Secdede ayak parmaklarını bükerek,
uçlarını kıbleye çevirmek sünnetdir. Farz veyâ vâcib diyenlerin hatâ etdigi
(Redd-ül-muhtâr)da yazılıdır. Erkekler, kolları ve uylukları, karından ayrı bulundurur.
Elleri ve dizleri yere koymak sünnetdir. Topukları kıyâmda, birbirinden
dört parmak eni kadar uzak, rükü’da, kavmede ve secdede bitisik tutmak sünnetdir.
(Halebî-i kebîr)de, üçyüzonbesinci sahîfede ve (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki,
(Rükü’da sünnetlerden birisi de, topuk kemiklerini birbirine bitisdirmekdir). Bunun
için, rükü’a egilirken, sol ayagın topugu, sag ayak yanına getirilir. Secdeden
kıyâma kalkarken açılır.
Alnı, sarıgının sargıları ve takkenin kenârı ve alından sarkan saç üzerine ve elbisenin
kolu agzı, etegi veyâ elleri üzerine koymak sahîh olur ise de, özrsüz iken tenzîhen
mekrûh olur. Kadınların da, nemâzda alnı açık olması lâzımdır. Yerin sertligini
duyacak kadar, ya’nî basını basdırınca, alnı artık gömülmiyecek kadar basdırarak,
halı, hasır, bugday, arpa, serîr, kanape ve yerde duran araba üzerine secde etmek
sahîh olur. Hayvan, iki agaç arasına gerilmis salıncak ve çuvalda olmıyan pirinç
ve darı üzerine secde sahîh olmaz. Üzerindeki elbise, kendi uzvları gibi sayıldıgı için,
bunların altındaki yerlerin temiz olmaları lâzımdır. Bunun içindir ki, abdestsiz olanın,
eli ile mıshafı tutması câiz olmadıgı gibi, elbisesinin kolu agzı ile de tutması câiz
degildir. Havlu, mendil ve üstünde olmıyan çamasır, elbise gibi seylerle tutması
câiz olur. Bunlar necs yere serildikleri zemân üzerlerinde nemâz kılınır. Altı necs olan
ayakkabı ile veyâ necs yere basarak, cenâze nemâzı kılınmaması, bu ayakkabıyı çıkarıp,
temiz olan üst tarafına basarak kılmanın sahîh olması da, böyledir.
(Halebî)de buyuruyor ki, (Secdeye yatarken, kamîs, ya’nî antâriyi ve pantalon
paçalarını yukarı çekmek mekrûhdur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp da, nemâza
durmak mekrûhdur. Kolları, bacakları, etekleri sıgalı, kıvrık [kısa] nemâz kılmak
da mekrûhdur). Tenbellikle veyâ bası kapalı kılmanın ehemmiyyetini düsünmiyerek,
bası açık nemâz kılmak mekrûhdur. Nemâza ehemmiyyet vermemek ise küfrdür.
Kendini âciz, zevallı göstermek, Allahü teâlâdan korkdugu için basını örtmemek
mekrûh olmaz. [Ya’nî, Allahü teâlânın korkusundan rengi sararıp, vücûdü titreyip,
kendini ve herseyi unutan kimse, basını örtmezse, mekrûh olmaz.] Fekat, bunların
da örtmesi, dahâ iyi olur. Çünki, bası açmak (Nemâzda zînetli elbisenizi alınız,
örtünüz!) âyet-i kerîmesine uymamak olur. Basına beyâz sarık sarmak müstehabdır.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” siyâh sarık da sardıgı (Ma’rifetnâme)
de yazılıdır. Sarıgının ucunu iki küregi arasına, iki karıs uzatırdı.
Secde için egilemiyen hasta ve câmi’de baska yer bulamıyan saglam kimse,
yerden yirmibes santimetreden dahâ yüksek birsey üzerine secde etmezler. Yal-
– 217 –
nız, yer bulamıyan kimse, önünde aynı nemâzı kılarak yere secde edenin sırtına secde
edebilir. Fekat, dizlerinin yerde olması lâzımdır. Bu saglam kimsenin, kalabalık
dagıldıkdan sonra kılması veyâ kalabalık olmıyan câmi’e gidip orada kılması
müstehabdır. Câmi’de kalabalık olmadıgı zemân, yirmibes santimetreden dahâ az
yüksege secdenin câiz oldugu da bildirildi ise de, mekrûhdur. Çünki, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” az yüksek sey üzerine dahî secde etmemisdir. [Ibni
Âbidîn, sahîfe 338.] Az yüksege bile câiz olmadıgı (Câmi’ur-rumûz) altmısdokuzuncu
sag sahîfesinde ve Selbînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tebyîn) hâsiyesinde
yazılıdır. [Bunun için, özrü olanların dahî az yüksege de secde etmemeleri lâzımdır.
Yüksege secde etmeli, yere secde etmemeli demek ise, ibâdeti degisdirmek
olur. Ibâdeti degisdirmek istiyen, kâfir olur. Kâfirler, Resûlullahın düsmanları, câmi’leri
kiliseye benzetmek istiyorlar. Kiliselerde oldugu gibi, masada oturup, secde
olarak, basını masaya koymaga ve câmi’lere çalgı, müzik sokmaga çalısıyorlar.
Önce secde yerlerini biraz biraz yükseltmege ve ibâdetleri ho-parlörle yapmaga
alısdırıyorlar.] Ibni Âbidîn buyuruyor ki, (Nemâz kılarken (istikbâl-i kıble) farzdır.
Ya’nî nemâz Kâ’be-i mu’azzama cihetine dönerek kılınır. Nemâz Allah için kılınır.
Secde yalnız Allah için yapılır. Kâ’beye karsı yapılır. Kâ’be için yapılmaz.
Kâ’be için secde eden, kâfir [Allaha düsman] olur.).
KA’DE-I AHÎRE: Son rek’atde, tehıyyât okuyacak kadar oturmak farzdır.
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Otururken, el parmakları ile isâret edilmez. Fetvâ
da böyledir.). Erkekler, otururken, sol ayagını parmak uçları saga dogru dönük olarak,
yere döser. Bu ayagın üzerine oturur. Sag ayagını dik tutar. Bunun parmakları
yere deger. Parmaklarının ucu, kıbleye karsı biraz bükülmüs olur. Böyle oturmak
sünnetdir. Kadınlar (Teverrük) ederek oturur. Ya’nî, kaba etlerini yere koyarak oturur.
Uylukları birbirine yakın olur. Ayaklarını sag tarafdan dısarı çıkarır.
(Merâkıl-felâh)da ve (Tahtâvî) serhinde ezkârın keyfiyyetini anlatırken diyor ki,
(Farzdan sonra, hemen son sünnete kalkmak, arada birsey okumamak, hanefîde sünnetdir.
Peygamberimiz, farzı kılınca Allahümme entesselâm ve minkesselâm tebârekte
yâ zelcelâli velikrâm diyecek kadar oturup, fazla oturmaz, hemen son sünneti
kılardı. (Âyet-el-kürsî) ile tesbîhleri, farzla sünnet arasında okumazdı. Bunları, son
sünnetden sonra okumak, farzdan sonra okuma sevâbını hâsıl eder. Farzdan önceki
sünnetler de, böyle olup, farz ile sünnet arasında birsey okunursa, nemâzın sevâbı
azalır. Son sünneti, imâmın farz kıldıgı yerde kılması mekrûhdur. Cemâ’atin kılması
mekrûh degil ise de, baska yerde kılmaları müstehabdır. Müstehabı yapmıyanın
nemâzı noksân olmaz. Sevâbından mahrûm kalır. Farzı veyâ son sünneti kılınca,
imâmın saga, sola veyâ cemâ’ate dönmesi müstehabdır. Islerini görmesi için, hemen
gitmesi de câizdir. Hadîs-i serîfde, (Her nemâzdan sonra, üç kerre, Estagfirullahel’azîm
ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh okuyanın, bütün
günâhları afv olur) buyuruldu. Istigfârdan sonra, Âyet-el-kürsî ve otuzüç kerre
(Sübhânallah), otuzüç kerre (Elhamdülillah) ve otuzüç kerre (Allahü ekber) ve
bir (kelime-i tehlîl) ya’nî (Lâ ilâhe illallah vahdehû lâ serîke leh...) okumaları ve ellerini
gögüs hizâsına kaldırarak, kendileri için ve bütün müslimânlar için düâ etmeleri
de müstehabdır. Hadîs-i serîfde, (Bes vakt farz nemâzdan sonra yapılan düâ kabûl
olur) buyuruldu. Fekat düâ, uyanık kalb ile ve sessiz yapılmalıdır. Düâyı yalnız
nemâzlardan sonra veyâ belli zemânlarda yapmak ve belli seyleri ezberleyip, si’r okur
gibi düâ etmek mekrûhdur. Nemâzdan sonra, düâ bitince, elleri yüze sürmek sünnetdir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” nemâz içinde ve tavâfda, yemekden sonra
ve yatarken de düâ ederdi. Bu düâlarında kollarını kaldırmaz ve ellerini yüzüne
sürmezdi. Düânın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Tarîkatcıların yapdıkları gibi,
raks etmek, dönmek, el çırpmak, def, dümbelek, ney, saz çalmak, sözbirligi ile harâmdır).
Görülüyor ki, cemâ’atin imâm ile birlikde, sessizce düâ etmeleri efdaldir.
Ayrı ayrı düâ yapmaları ve düâ etmeden kalkıp gitmeleri de câizdir. Düâdan sonra,
– 218 –
onbir Ihlâs ve bir kerre iki Kul-e’ûzü okunur. Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi
aleyh”, bu düâdan sonra 67 kerre de yalnız (Estagfirullah) okudugunu, ikinci cildin
80. ci mektûbunda yazmakdadır. En sonra, (Sübhâne Rabbike...) âyeti okunur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...