(Dürr-ül-muhtâr)da (Tehıyyetülmescid nemâzı)nı anlatdıkdan sonra diyor ki,
(Sünnet ile farz arasında konusmak, sünneti iskât etmez ise de, sevâbını azaltır. Bir
sey okumak da böyledir. Ba’zı âlimler, sünnet kabûl olmaz. Evvelki sünneti tekrâr
kılmak lâzım olur dedi.) Oturarak kılan imâma uymak câiz oldugunu anlatdıkdan
sonra diyor ki, (Imâmın sesi yetismedigi zemân, müezzinlerin yüksek sesle, cemâ’ate
bildirmesi câiz ise de, çok bagırmaları nemâzlarını bozar. Çünki, bagırarak okumak,
dünyâ sözü konusmak gibidir. Imâmın nemâzda, ihtiyâcdan fazla yüksek sesle
okuması, nemâzı bozmaz ise de, harâmdır). Görülüyor ki, müezzinlerin bagırarak,
nemâz kılanları sasırtmaları harâmdır. (Medâric-ün-nübüvve)de diyor ki, (Selâm
verince, istigfâr nasıl okunacagı Evzâîden soruldu. Üç kerre (Estagfirullah) denir
buyurdu). [Bunları yüksek sesle okumak bid’at oldugu, Mısrda (Kibâr-ı ulemâ
hey’eti) a’zâsından Seyh Alî Mahfûzun 1375 [m. 1956] baskılı (El-ibdâ’) kitâbında,
59. cu sahîfede yazılıdır.] Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yatarken
de, Âyet-el-kürsî okuyun) buyurdu. Nemâzlardan sonra düâ ediniz de buyurdu.
Nemâzdan sonra düâ: Düâda, erkekler kolları gögüs hizâsına kaldırır. Dirsekler
fazla bükülmez. Düâdan sonra, sübhâne rabbike... âyet-i kerîmesini okuyup,
elleri yüze sürerler. Hastalık veyâ soguk gibi sebeble ellerini kaldıramıyan kimse,
sehâdet parmagı ile isâret eder. Parmaklar kıbleye karsı çevrilir. Kollar, saga sola
dogru açılmaz, birbirine yakın, ileri dogru tutulur.
[Farz nemâzlardan sonra, imâmın ve cemâ’atin, her biri temâm olarak, üç istigfâr
ve Âyet-el-kürsî ve 99 tesbîh ve düâdan sonra, her birinde Besmele çekerek,
onbir Ihlâs ve iki Kul-e’ûzü okumaları ve 67 Estagfirullah demeleri müstehabdır.
Onbir Ihlâs okumagı emr eden hadîs-i serîf, (Berîka) birinci cild, son sahîfesindedir.
Sabâh nemâzı sonunda, on kerre (Lâ ilâhe illallah vahdehu lâ-serîke-leh lehülmülkü
ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli sey’in kadîr) okuyana çok
sevâb verilecegi, hadîs-i serîfde bildirildi (Imdâd). Cenâze oldugu zemân, bunları
terk etmemelidir. Çesidli sebeblerle, cenâze, sâatlerce bekletilip de, bunları okumak
için bir iki dakîka bekletilemez mi? Cemâ’atin bunları okumalarına mâni’ olanlar,
Bekara sûresinin yüzondördüncü âyet-i kerîmesinde zâlim oldukları ve Cehennemde
siddetli azâb görecekleri bildirilenlerin arasında bulunmakdan, çok korkmalıdırlar.
Cemâ’atin bunları okumalarına mâni’ olmıyan dindâr imâmlara ve
müezzinlere müjdeler olsun! Bunlar, her nemâzda yüz sehîd sevâbı kazanıyorlar.
Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Unutulmus bir
sünnetimi meydâna çıkarana yüz sehîd sevâbı vardır). Müezzin efendiler, bid’atden
kurtulmak için ezânı, yüksek sesle minârede, ikâmeti câmi’de okumalı, nemâz
tekbîrlerini, ancak lüzûm olunca, yüksek sesle okumalı, hiç ho-parlör kullanmamalıdır.
Âyet-el-kürsîyi, tesbîhleri ve kelime-i tehlîli, sessiz olarak, hanefîde son
sünnetden sonra, sâfi’îde ve mâlikîde hemen farzdan sonra okumalıdır. Düâ ederken,
Resûlullaha salât ve selâm okumanın müstehab oldugu, (Imdâd)ın Tahtâvî
serhinde Vitr nemâzında yazılıdır.
Nemâzdan sonra secde etmek harâm oldugu (Dürr-ül-muhtâr)da tilâvet secdesinde
yazılıdır. Nemâzlardan sonra imâm ile, eli gögse koyarak, selâmlasmak
bid’atdir. Müslimânlıkda el ile ve vücûd hareketi ile selâmlasmak yokdur. Ibni Nüceym
Zeynel’âbidîn Mısrî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, böyle selâmların günâh oldugunu
bildiriyor. Üçüncü kısmda elliyedinci madde sonunu okuyunuz!].
(Sir’at-ül-islâm) serhınde diyor ki, (Hadîs-i serîfde, (Gece seher vaktinde ve nemâzlardan
sonra yapılan düâ kabûl olunur) buyuruldu. Düâya hamd ve senâ ve salevât
ile baslamak ve sonunda iki avucu yüze sürmek sünnetdir). (Fetâvâ-yi Hindiyye)
de, besinci cüz’de diyor ki, (Düâ ederken, avuçlar semâya karsı açık, iki el
– 219 –
aralık ve gögüs hizâsında olmalıdır). Sünnet kılmanın düâ etmekden efdal oldugu
(Bezzâziyye)de yazılıdır. [Sî’î ve vehhâbîler, düâ ederken, iki avuç açık, birbirlerine
bitisik, parmaklar yapısık, gögüs hizâsında, yüze karsı tutmakdadır.]
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Kadın nemâzda iki elini omuzu hizâsına kaldırır.
Ayakda sag elini solu üstüne getirir. Sag el parmaklarını sol bilek üzerine halka yapmaz.
Ellerini gögsü üzerine koyar. Rükü’da ellerini dizleri üstüne kor. Dizlerini
kavramaz. Parmaklarının arasını açmaz. Dizleri dik olmaz. Sırtları düz olmaz. Secdede
alçalıp, kollarını yanlarına ve karnını uyluklarına bitisdirir. Kaynagı üzerine
oturup, ayaklarını saga yatık çıkarır. Kadın erkege imâm olamaz. Kadının kadına
imâm olması mekrûhdur. Erkege uyunca, en arkada saf olurlar. Öpülen kadının
nemâzı bozulur. Aynı imâma uyan kadın, erkegin önünde veyâ yanında kılarsa,
erkegin nemâzı fâsid olur. Erkek, kadına geride durmasını isâret eder, o da
geride durmazsa, yalnız kadının nemâzı fâsid olur. Atesdeki yemegin tasması, çocugun
aglaması hâlinde nemâzını bozması câiz olur.) Düâ ederken ellerini ileri uzatmaz,
yüzüne karsı egik tutar.
Nefsini terketmeden Rabbini arzûlarsın,
hayvânı sen geçmeden, insanı arzûlarsın.
(Men arefe nefsehü, fekad arefe rabbeh),
kendini sen bilmeden, Sübhânı arzûlarsın!
Sen bu evin kapısın, henüz bulup açmadan,
ma’sûka kavusacak, zemânı arzûlarsın.
Dısarı üfürmekle, yakılır mı bu ocak?
Gönlün Hakka vermeden, ihsânı arzûlarsın!
Daglar gibi kusatmıs, tenbellik, kardes seni,
günâhını bilmeden, gufrânı arzûlarsın!
Konuk için evin yok, hiç hâzırlıgın da yok,
ıssız dagın basında, mihmânı arzûlarsın!
Bostânı, bagı gezdim; meyvesin bulamadım,
sen sögüt agacından, rummânı arzûlarsın!
Gece sayıklar gibi, anlasılmaz söz ile,
sen de mi ey Niyâzi, irfânı arzûlarsın?
Camı temizlemeden, aynayı arzûlarsın,
zünnârını kesmeden, îmânı arzûlarsın!
Küçük çocuklar gibi, binersin agaç ata,
tecriben yok, topun yok, meydânı arzûlarsın!
Karıncalar gibi sen, ufak ufak yürürsün,
meleklerden ileri, seyrânı arzûlarsın!
Topuguna çıkmadan, suyu deniz sanırsın,
sen dereyi geçmeden, ummânı arzûlarsın!
Haydi Niyâzi yürü, atma okun ileri,
derdiyle kul olmadan, sultânı arzûlarsın!
– 220 –
65 — YOLCULUKDA NEMÂZ
(Seferî) veyâ (Müsâfir) olmak demek, yolcu olmak demekdir. Bir kimse, bulundugu
yerden veyâ gitdigi yolun iki tarafında dizili evlerin sonuncuları hizâsından
ayrılırken, senenin kısa günlerinde, insan veyâ deve yürüyüsü ile, üç günde gidilecek
yere gitmegi niyyet ederse, müsâfir olur. Niyyet etmez ise, bütün dünyâyı dolassa
bile, müsâfir olmaz. Düsmanı arayan askerlerin hâli böyledir. Fekat, geri dönüsde
müsâfir olur. Iki günlük uzakda olan bir yere gitmege niyyet eden kimse, yolda
iken veyâ o yere varınca, iki günlük yere dahâ gitmege niyyet etse, o dört
günlük yere giderken müsâfir olmaz. Üç günlük yere gitmek niyyeti ile yola çıkan
kimse, konakladıgı bir yerden üç günlük yola gitmege niyyet ederek, ayrılırsa, gidecegi
yolun iki tarafındaki evlerin hizâsından ayrıldıgı zemân müsâfir olur. Son
evin gözünden gayb olması lâzım degildir. Bir tarafda evlerin hizâsını geçmesi lâzım
olmaz. Deniz veyâ orman yanında konmus olan göçebeler, çadırlardan ayrılınca
müsâfir olur. Yolun bir veyâ iki tarafında, sehrden kendisine kadar evler dizilmis
bulunan köyleri de asması lâzımdır. Sehre bitisik bos erâzîyi ve bagları, tarlaları,
bostanları asmak lâzım degildir. Bostanlarda, tarlalarda çiftçilerin, bekcilerin
evleri bulunsa da, buralar ve bunlardan sonra gelen köyler, sehrden sayılmazlar.
Bos erâzîden, kasabaya yakın (Finâ) denilen büyük mezârlıklar [fabrika,
mekteb ve kıslalar] ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan kosdurmak, eglenmek
için devâmlı kullandıkları yerler ve avlandıkları, kullandıkları deniz ve göl
kısmları sehrden sayılır. Ya’nî, buraları da asmak lâzımdır. Finâ, ikiyüz metreden
ziyâde uzakda ise veyâ arada tarla varsa, sehrden sayılmaz. Fekat uzak olan Finâda
da, Cum’a ve bayram nemâzlarının kılınması sahîh olur. Arada Finâ bulunan
sehrler, köyler sehrden sayılmaz. Böyle köyleri asmak lâzım degildir. Yalnız Finâyı
asmakla seferî olur. Finâ, büyük sehrlerde ikiyüz metreden dahâ uzakda
olunca da, sehrden sayılır. Muhtâr olan kavle göre, arada Finâ veyâ evler bulunursa
da, köyleri asmak lâzım olmadıgı (Imdâd)ın Tahtâvî hâsiyesinde yazılıdır.
Aksama kadar hep yürümesi sart degildir. Kısa günde, sabâh nemâzından, ögleye
kadar yürümesi kâfîdir. Bu da, bir merhale, ya’nî bir menzil, bir konak denilen
yoldur. Arada dinlenmesi de câizdir. Üç günlük yola, sür’atli bir vâsıta ile, meselâ
trenle, dahâ az zemânda giderse, yine müsâfir olur [Mecelle 1664]. Bir yere,
iki baska yoldan gidilse, biri kısa, öteki uzun olsa, kısa yoldan giden müsâfir olmaz.
Uzun yol, üç günlük yürüyüs ise, bu yoldan, her vâsıta ile giden de, müsâfir olur.
(Ibni Âbidîn) buyuruyor ki, (Âlimlerin hepsi, üç günlük yolu, (Fersah) dedikleri,
bir sâatda gidilen yolun uzunlugu ile bildirdiler. Bir kısmı, üç günlük yol yirmibir
fersahdır dedi. Bir kısmı da, onsekiz, bir kısmı ise, onbes fersahdır dedi. Fetvâ,
ikinci söze göre, verilmisdir). Çogunlugun fetvâsına göre, bir merhale, ya’nî bir
günde gidilen yol, ârızasız olan düz yerde altı fersahdır. Bir fersah üç mîldir. Bir
merhale onsekiz mîl, üç merhale 54 mîl olur. Bir mîlin dörtbin zrâ’ oldugu ve dörtbin
hatve kavlinin za’îf oldugu ve bir zrâ’ın kelime-i tevhîd harfleri adedince,
yirmidört parmak genisliginde oldugu (Ibni Âbidîn)de teyemmüm bahsinde yazılıdır.
Bir parmak genisligi, ortalama 2 santimetredir. Bir zrâ’, 48 santimetre, bir mîl
[1920] metre, bir fersah [5760] metredir. Bir merhale, otuzdört kilometre besyüzaltmıs
metre, üç günlük yol da, takrîben yüzdört [103,680] kilometre olmakdadır. [Cografî
mîl, bir dakîkalık Ekvator kavsinin uzunlugu olup [1852] metredir.] Istanbulda
Küçükçekmeceden ayrılarak Tekirdagına giden seferî olur. (El fıkh-u alel mezâhib)
de diyor ki, (Sâfi’î, mâlikî ve hanbelî mezheblerinde, sefer mesâfesi, iki merhale
[Konak]dır. Bu da, onaltı fersahdır. Bu da 48 mîldir. Çünki bir fersah, üç mîldir.
Bir mîl altıbin zrâ’ [insan kolu]dur. Seferî olmak mesâfesi, seksen kilometre
altıyüzkırk metrelik bir yoldur.) Bu kadar kilometre olmak için, bir mîlin 4000 zrâ’
ve bir zrâ’ın 42 cm. olması lâzımdır. Nitekim 1404 [m. 1984] de ikinci baskısı yapılan
(El-mukaddimet-ül hadremiyye) Sâfi’î fıkh kitâbının serhinde de, (Sâfi’îde
– 221 –
seferî olmak mesâfesi, dört Berîd, ya’nî iki merhaledir. Bir berîd, dört fersahdır.
Bir fersah üç mîldir. Bir mîl, bin bâ’ [Kolaç]dır. Bir bâ’, dört zrâ’ [insan kolu]dur.
Bir zrâ’, iki karısdır) demekdedir. Seferîlik mesâfesi, bu serhe göre de, 16 fersah,
ya’nî 48 mîl olmakda ve bir mîl, dört bin zrâ’ olmakdadır. (Mir’ât-i Medîne)nin besyüzyirmiüçüncü
sahîfesinde diyor ki, (Kitâbımızda zrâ’ dedigimiz uzunluk, insan
kolu olup, Mısr ve Hicâzda simdi kullanılan demir ölçünün sekizde yedisidir.
Takrîben iki karısdır). Bu demir ölçü birimi, hanefî fıkh kitâblarında yazılı olan
zrâ’ olup, 24 parmak genisligindedir. 48 santimetredir. Bunun sekizde yedisi 42 santimetredir.
Görülüyor ki, Sâfi’îde bir mîl dörtbin zrâ’dır. Bu da 1680 metredir. 48
mîl de 80 kilometre 640 metredir. Sefer mesâfesinin, tam bu kadar kilometre olması
sart degildir. Meshûr olan veyâ zann-ı gâlib ile anlasılan mesâfe kâfîdir.
Denizde, orta rüzgârlı havâda giden yelkenlinin hızı esâsdır. Istanbuldan Mudanyaya
giden, seferî olmaz. Bursaya giden, seferî olur. Tayyâre ile giden, altında
bulunan yoldan veyâ denizden gitmis gibidir. Istanbulda, Fâtihden otobüs ile
sefere çıkan, bugün için, Edirne-kapı kabristânını geçince, Aksaraydan çıkan,
Topkapı kabristânını, sâhil yolundan ise, Yedikule kapısını geçince, Üsküdardan
çıkan, Selimiyye kıslası ile Karaca Ahmed kabristânı arasından geçince, Istanbuldan
Anadoluda 104 kilometreye gitmege niyyet edenlerin hepsi, bugazın karsı
sâhiline geçince seferî olurlar. Seferî olan kimsenin, dört rek’at olan farz nemâzları
iki rek’at kılması hanefîde vâcib, mâlikîde sünnet-i müekkede, sâfi’îde efdaldir.
Mukîm olan imâma uyması hanefîde, edâ ederken câiz, sâfi’îde hem edâ,
hem kazâ ederken câiz, mâlikîde ikisinde de mekrûhdur. Müsâfire uyan mukîmin
nasıl kılacagı, 64. cü maddede bildirilmisdir. Mest üzerine, üç gün üç gece mesh edebilir.
Orucunu bozabilir. Kurban kesmesi vâcib olmaz. Müsâfir râhat ise, orucunu
bozmamalıdır. Günâh için sefere çıkan, yalnız hanefî mezhebinde müsâfir
olur. 59. cu maddeye bakınız!
Mukîm olsun, müsâfir [ya’nî yolcu] olsun, özrlü olsun, özrsüz olsun, herkes, sehr
ve köy dısında, hayvan üstünde otururken nâfile nemâz kılabilir. Hayvan yürürken
de, dururken de kılınabilir. Bes vakt farz nemâzlardan önce ve sonra olan sünnetler
de nâfile nemâz demekdir. Yalnız, sabâh nemâzının sünneti nâfile degildir.
Fâtiha ve sûre okurken, sag eli sol el üstüne baglayıp göbek altına koymak iyi ise
de, elleri uylukları üstüne koymak da olur. Her dürlü oturmak câizdir. Kendi yürürken
nemâz kılmak, kimseye câiz degildir. Çünki yürümek nemâzı bozar [Cevhere].
Altmısdokuzuncu maddeye bakınız! Yolda rast geldigi sehrlerden geçerken
de böyle kılabilir. Kendi sehrinde kılması mekrûhdur. Îmâ ile rükü’a ve secdeye
egilir. Basını birsey üzerine koymaz. Nemâza baslarken ve kılarken kıbleye dönmek
lâzım degildir. Hayvanın yürüdügü tarafa dogru kılması lâzımdır. Hayvanın
veyâ yularının veyâ egerinin üzerinde çok necs [pislik] bulunsa da, nemâz câiz olur.
Fekat, necsli yerin üzerinde oturursa câiz olmaz. Necs ayakkabıyı da çıkarmak lâzımdır.
Ayagı ile dürterek, yuları çekerek, az hareketle hayvanı idâre etmesi nemâzı
bozmaz. Hayvan üzerinde nâfile nemâza baslıyan kimse, hızla yere inerek,
yerde temâmlaması câizdir. Yerde baslayıp, hayvan üstünde temâmlamak câiz degildir.
Farzları ve vâcibleri, zarûret olmadıkca hayvan üzerinde kılmak câiz degildir.
(Halebî)de, (Farzları hayvan üzerinde kılmak, sünnetleri kılmak gibi olup, ancak
teyemmüm yapmak için bildirdigimiz özrler ile câizdir) diyor. Farzların da mukîm
iken ve seferî iken, sehr dısında hayvan üzerinde zarûret olunca kılınacagı anlasılmakdadır.
Malının, canının, hayvanının tehlükede olması, inince hayvanın veyâ
hayvandaki veyâ yanındaki malın çalınması, yırtıcı hayvan, düsman, yerde çamur
olması, yagmur olması, hastanın, inerken, binerken, iyi olmasının gecikmesi
veyâ hastalıgının artması, arkadaslarının beklemeyip tehlükede kalması, indikden
sonra, hayvana yardımcısız binememek, hep zarûret olan özrdür. Az çamur özr de-
– 222 –
gildir. Yüzü, içine girerek gayb olursa, özr olur. Hayvanı olmıyan kimse, böyle çamurda
ayakda ve îmâ ile kılar. Hayvana binemiyenin yardımcısı olursa, imâmeyn
özr olmaz dedi. Farz veyâ vâcib kılarken, hayvanı kıbleye karsı durdurmalıdır. Durduramazsa,
mümkin oldugu kadar durdurmalıdır.
Müsâfir, vaktin sonuna dogru özrün bitecegini ümmîd etse, bekleyip, yerde kılması
iyi ise de, hemen hayvan üstünde kılması da câizdir. Bunun gibi, su bulmak
ümmîdi olanın, vaktin basında, teyemmüm ile kılması câizdir. Hayvan üstündeki
(Mahmil) denilen iki sandıkda kılmak, hayvan üstünde kılmak gibidir. Inebilen kimse,
farzları mahmilde kılamaz. Mahmilin ayakları topraga indirilirse, sedir [kanepe]
gibi olur ve burada farzları ayakda kılması câiz olur. Oturarak kılamaz.
Iki tekerlekli araba, hayvana baglanmadıkca, yerde düz duramıyacagından yürürken
de, dururken de hayvan gibidir. Üç, dört tekerlekli olup da hayvana
baglanmadan yerde düz duran araba, [otobüs, tren] yürümüyor ise, sedir gibidir.
Içinde farz nemâz ayakda câiz olur. Araba gidiyor ise, hayvan gibidir. Içinde özrsüz
farz kılmak câiz olmaz. Durdurup kıbleye karsı ve ayakda kılmalıdır. [Durduramazsa,
ücretli olan vâsıtadan inerek nemâzı kılmalıdır; vâsıta giderse, arkadan
gelen veyâ o kasabadan kalkacak olan baska vâsıta ile gitmelidir. Birinci vâsıtaya
binerken, buna göre pazarlık yapmalıdır. Buna da imkân olmazsa, nemâzda
oturur gibi yere oturarak ve imkân oldugu kadar kıbleye dönerek kılması câiz
olur.]
Hastanın ve seferde olanın farzları, sedirde, sandalyada, ayaklarını sarkıtarak
oturup, îmâ ile kılmaları câiz degildir. Hasta, yerde veyâ uzunlugu kıble istikâmetinde
olan sedirin üstünde, kıbleye karsı oturarak kılar. Birinci kısm, 74. cü maddeye
bakınız! Seferî olanın, diger üç mezhebi taklîd ederek, vâsıta yolda durdugu
zemân, ögle ile ikindiyi ve aksam ile yatsıyı birlesdirerek kıbleye karsı, ayakda kılması
dahâ iyi olur. Mâlikî ve sâfi’î mezheblerinde, günâh olmıyan seferde, ya’nî 80
kilometreden ziyâde süren seferde, ikindiyi ögle nemâzı vaktinde ve yatsıyı aksam
nemâzı vaktinde takdîm ederek veyâ ögleyi ikindi vaktinde ve aksamı yatsı vaktinde
te’hîr ederek iki nemâzı bir arada kılmak câizdir. Yola çıkmadan nemâz kasr
ve cem’ edilemez. Dört günden az kalmak niyyet etdigi yer (seferî yer) olur. Bu yerde
kasr eder ve harac olunca, cem’ edebilir. Yagmur sebebi ile câmi’de cemâ’at ile
cem’i takdîm câiz ise de yedi sartı vardır. Hastanın cem’ etmesi ihtilâflıdır. [Baska
bir mezhebi taklîd etmek, mezheb degisdirmek demek degildir. Imâm-ı Sâfi’îyi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” taklîd eden bir hanefî, mezhebinden çıkmaz.] Yola çıkmadan
ve yolculuk bitdikden sonra dört rek’at olan farzların iki rek’at kılınamıyacagı
ve iki vaktin nemâzının birlikde kılınamıyacagı, Sâfi’î âlimlerinden Semsüddîn
Muhammed Remlî fetvâsında ve (I’ânet-ut-tâlibîn alâ-hall-i elfâz-ı Feth-ilmu’în)
de bildirilmekdedir. Bu fetvâ, (Fetâvâ-yı Kübrâ) kenârında basılmısdır.
Ayrı ayrı hayvanlar üzerinde olarak cemâ’at ile kılınmaz. Bir mahmilde, bir araba
veyâ otobüsde, dururken, odada kılar gibi cemâ’at ile kılınabilir.
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Semsül Eimme Halvânî buyurdu ki, hayvan üzerinde
kıbleye karsı durup, nemâzda iken, hayvan kıbleden dönerse, farz nemâz kabûl
olmaz. Bir rükn kadar kıbleden ayrılmamalıdır. [Araba, tren de böyledir.]
Giden gemide farzları, özrsüz oturarak kılmak, iki imâma göre câiz degildir. Bas
dönmesi özrdür. Imâm-ı a’zam “rahmetullahi aleyh”, ayakda kılması iyi olur buyurdu.
Imkânı varsa, gemiden çıkınca, toprakda kılmak dahâ iyidir. Deniz ortasında
demirli gemi, rüzgârla çok sallanıyorsa, giden gemi gibidir. Çok sallanmıyorsa
veyâ sâhile yanasmıs ise, farz nemâzları oturarak kılmak câiz olmaz. Yanasmıs gemide,
karaya oturmus ise, ayakda olarak her zemân câizdir. Karaya oturmamıs ise,
âlimlerin çoguna göre, dısarı çıkmak mümkin ise, bu gemide farz kılmak câiz olmaz.
Böyle gemi, hayvan gibidir. Karaya oturan gemi [ve deniz dibine direk, zincirle
baglı iskele, köprü] ise, toprak üzerindeki sedir, masa gibidir. Giden gemide,
– 223 –
nemâza baslarken kıbleye karsı durmak ve gemi dönünce, nemâz içinde kıbleye
dönmek lâzımdır. Çünki, gemilerde kıbleye dönmek, odadaki gibidir. Rükü’ ve secdeleri
yapabilen kimsenin, gemide nâfile nemâzları da îmâ ile kılması câiz olmaz).
(Merâkıl-felâh)da diyor ki, (Nâfileleri özrsüz oturarak kılmak câizdir. Yalnız sabâh
nemâzının sünnetini ayakda kılar. Nâfileleri oturarak kılana, sevâbın yarısı verilir.
Rükü’ için egilir. Secde için, basını yere koyar. Yâhud, rükü’ için ayaga kalkar
ve sonra rükü’a egilir. Ayakda kılamıyan, oturarak kılar. Rükü’ için egilir. Secde
için, basını yere koyar. Secde için, basını yere koyamıyan kimse, îmâ ile kılar).
(Hidâye) ve (Nihâye)de, (Yanasmıs gemide farz kılmak câizdir. Dısarı çıkıp karada
kılmak iyi olur) diyor. (Behce)de diyor ki, (Istanbuldan kayıkla Üsküdara giderken,
ögle vakti çıkacak olsa, ögleyi oturarak kılması câiz olur). Seferî olmadıgı
için, sâfi’îyi taklîd ile, ögleyi ikindi ile birlikde kılamaz.
Mi’râc gecesi, aksam nemâzı üç rek’at, öteki nemâzlar iki rek’at farz oldu. Medîne-
i münevverede ikinci emrle sabâh ve aksamdan baskası dört rek’ate çıkarıldı.
Hicretin dördüncü yılında bunlar, müsâfir için, yine ikiye indirildi. Müsâfirin
bunları dört kılması hanefîde günâh olur (Dürr-ül-muhtâr).
Müsâfir farzı dört rek’at kılarsa, son iki rek’atı nâfile olur. Emri dinlemedigi için
ve nâfilenin iftitâh tekbîrini terk etdigi için ve farzın selâmını terk etdigi için ve nâfileyi
farz ile karısdırdıgı için, günâh olur. Tevbe etmezse Cehenneme gidebilir.
Unutarak dört rek’at kılan kimse secde-i sehv yapar. Müsâfir olan imâm, yanılarak
dört rek’at kılarsa, buna uymus olan mukîmin nemâzı fâsid olur. Ikinci rek’atde
oturmazsa, farzı kabûl olmaz. Üçüncü rek’atin secdesini yapmadan, o sehrde
onbes gün kalmaga niyyet ederse, o farzı dört rek’at kılması lâzım olur. Fekat, üçüncü
rek’atin kıyâmını ve rükü’unu tekrârlaması lâzım olur. Çünki, bu ikisini nâfile
olarak yapmısdı. Nâfile olarak yapılan ibâdet farz yerine geçemez. [Nâfilelerin,
sünnetlerin, kazâya kalmıs farzlar yerine geçemiyecegi, buradan da anlasılmakdadır.]
Yetmisdördüncü maddenin sonuna bakınız! Müsâfir sûreleri kısa okur. Tesbîhleri
üçden az yapmaz. Yolda iken, ya’nî sıkıntılı zemânında, sabâh nemâzından
baska sünnetleri terk edebilir. Sünnetleri özr ile terk etmek câizdir. [Sünnetleri kazâ
nemâzı niyyeti ile kılmak lâzım oldugu, buradan da anlasılmakdadır.]
Üç günlük yol gitmeden, geri dönmege niyyet ederse, o anda müsâfirlikden çıkar.
Mukîm olur. Üç günlük yola gitmege niyyet edip sehrden çıkan bir kimse, üç
günlük yoldan dahâ az veyâ dahâ çok gitdikden sonra, kendi sehrine girince veyâ
baska bir yerde onbes gün kalmaga niyyet ederse, yine mukîm olur. Onbes günden
az kalmaga niyyet ederse veyâ hiç niyyet etmeden yıllarca kalsa, müsâfir
olur. Asker, dâr-ül-harbde, bir yerde onbes gün kalmaga niyyet etse de, mukîm olmaz.
Denizdeki gemide veyâ hayât, ev olmıyan adada, onbes gün kalmaga niyyet
eden müsâfir, mukîm olmaz. Gemicilerin malı, çoluk çocugu da gemide olsa, yine
mukîm olmaz. Gemi vatan degildir. Mekke, Minâ ve Arafât gibi baska baska
yerlerde topdan onbes gün kalmaga niyyet eden de, mukîm olmaz. Kadın, talebe,
asker, me’mur, isçi ve çocuk gibi emr altında olanlar, kendi niyyetleri ile degil, zevcinin
veyâ mahreminin, hocasının, kumandanının, is verenin emrini alınca, emre
göre hareket ederler. Âmirleri onbes gün kalmaga niyyet etse, bunlar emri isitinceye
kadar müsâfir olur. Isitince mukîm olurlar. Düsman memleketine giren veyâ
bir kal’ayı karadan, denizden saran askerler, onbes güne niyyet etseler bile, müsâfir
olurlar. Düsman memleketine harb için gitmiyen, niyyetine göre müsâfir veyâ
mukîm olur. (Dâr-ül-harb)de yeni müslimân olana eziyyet edilmiyorsa, mukîm
olur. Çadırda yasıyanlar çölde onbes gün kalmaga niyyet edince, mukîm olurlar.
Baskaları olmaz.
Nemâz vaktinin sonunda sefere çıkan, bu nemâzı kılmamıs ise, iki rek’at kılar.
Vaktin sonunda vatanına gelen, bu vaktin nemâzını kılmamıs ise, dört kılar.
Insanın mukîm oldugu, yerlesdigi yere (Vatan) denir. Hanefî mezhebinde, üç dür-
– 224 –
lü vatan vardır. (Vatan-ı aslî) asl yer, insanın dogdugu veyâ evlendigi veyâ baska
yere yerlesmemek, orada hep kalmak niyyeti ile yerlesdigi yerdir. Senelerce oturup
da sonra çıkmagı veyâ düsündügü birsey hâsıl olunca çıkmagı niyyet ederse,
burada senelerce otursa bile, yerlesmis olmaz. Bir kimse, bir yerde, onbes gün kalmaga
niyyet etmeden bile evlense, o yer, vatan-ı aslî olur. Orada mukîm olur. Iki
yerde zevcesi olan, o sehrlerin herbirine gidince, o yer, vatan-ı aslî olur. Oralarda
mukîm olur. Zevcesi ölse, orada evleri, topragı olsa bile, orası (asl yeri) olmakdan
çıkar. Evlenmedigi bir yere gidip yerlesmege niyyet edince, orası (asl yeri) olur.
Bâlig bir çocugun ana babasının bulundugu yer, dogdugu yer bile olsa, buradan ayrılıp
baska yerde, çıkmamak üzere niyyet edip yerlesse veyâ evlense, orası (Asl yeri)
olur. Ana babasının yanına gidince, yerlesmege niyyet etmedikce, burası, çocugun
asl yeri olmaz. Onun asl yeri, evlendigi veyâ son yerlesdigi yerdir. Bir yere
yerlesince, araları üç günden az olsa ve sefer niyyeti ile çıkmamıs olsa bile, önce
yerlesmis oldugu ve dogdugu vatan-ı aslîleri bâtıl olur. Baska yere yerlesmek
için asl yerinden ayrılan kimse, dahâ baska yere yerlesmek için yolunu degisdirse,
birinci yerinden geçerken nemâzlarını dört kılar. Çünki, baska vatan edinmemisdir.
Zevcesini bir yerde yerlesdirip, sonra kendisi baska yere yerlesse, ikisi de
vatan-ı aslîsi olur. Bir kimse, vatan-ı aslîye girince mukîm olur. Onbes gün kalmaga
niyyet etmesi lâzım olmaz.
Ikinci vatan, (Vatan-ı ikâmet) geçici vatandır. Giris ve çıkıs günlerinden baska
hanefîde onbes, sâfi’î ve mâlikîde dört gün veyâ çok devâmlı kalıp, sonra çıkmaga
niyyet edilen yere (Geçici vatan) denir. Bir yerde bu mikdâr kalmaga niyyet ederken,
bu müddet içinde, baska yere gidip kalmaga ve yine buraya dönmege de niyyet
edilirse, burası geçici vatan olmaz. Geceleri burada, gündüzleri baska yerde kalmaga
niyyet ederse, burası vatan-ı ikâmet olur. Okumak için veyâ vazîfe yapmak
için bir yerde senelerce kalmaga ve sonra buradan çıkmaga niyyet ederse, burası
(Vatan-ı ikâmet) olur. Burada, çıkmamak niyyeti ile yerlesseydi, vatan-ı aslî olurdu.
Vatan-ı ikâmet üç seyle bozulur: Baska bir vatan-ı ikâmete gidince, sefer niyyeti
ile çıkmamıs olsa ve aralarındaki uzaklık üç günlük yoldan az olsa bile, önceki
vatan-ı ikâmet bozulur. Vatan-ı aslîye gidince de bozulur. Bir hanefî, Mekke-i
mükerremede onbes gün oturup sonra, Minâya gidip evlenirse, Minâ vatan-ı aslî
olur. Mekke-i mükerreme vatan-ı ikâmet olmakdan çıkar. Üçüncü sebeb, sefere
niyyet ederek çıkmakdır. Ya’nî vatan-ı ikâmetden üç gün üç gece uzaga gitmege
niyyet ederek ayrılınca, burası vatan-ı ikâmet olmakdan çıkar. Dahâ az yola niyyet
ile gidip gelseydi, geçici vatanı bozulmazdı. Vatan-ı ikâmetden niyyetsiz çıkıp,
baska yerde üç günlük yola gitmek için niyyet ederse, üç günlük yol yürümeden
önce, vatan-ı ikâmete girerse, seferî olması bozulur. Mukîm olur. Niyyet etdikden
baslıyarak üç günlük yol gitdikden sonra, buraya girerse veyâ buradan hiç geçmezse,
mukîm olmaz. Sâfi’îde bir yerdeki isinin dört günden önce bitmiyecegini bilirse,
niyyet etmese de, oraya girince mukîm olur. Müddetini iyi bilmezse, onsekiz
gün sonra mukîm olur.
Istanbuldan Bagdâda ve Mekke-i mükerremeden Kûfeye onbes gün kalmak niyyeti
ile giden birer hanefî, bu vatan-ı ikâmetlerinden çıkarak, Kasr denilen yere gelseler,
her ikisi de Kasra giderken müsâfir olmaz. Çünki, Kasr denilen yer, Bagdâd
ile Kûfe arasındadır. Her ikisinden iki günlük yol uzakdır. Kasrda onbes gün kalmaga
niyyet ederlerse, Bagdâd ve Kûfe, vatan-ı ikâmet olmakdan çıkar. Çünki Kasr
sehri, yeni vatan-ı ikâmetleri olur. Onbes gün sonra Kasrdan Kûfeye gelseler, müsâfir
olmazlar. Kûfeden bir gün sonra çıkıp Bagdâda gitseler, yolda Kasrdan geçseler,
yolda hep müsâfir olmazlar. Çünki, Kasr, ikisi için de vatan-ı ikâmet idi. Üç
günlük yola niyyet etmeden çıkıp gelince, müsâfir olmazlar. Bunlar Bagdâddan ve
Kûfeden ilk çıkıslarında dört günlük yola niyyet etselerdi ve Kasrda karsılasıp, her
ikisi de Kûfeye gidip, bir gün kalıp, sonra Bagdâda gitselerdi, hep müsâfir olurlar-
– 225 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:15
dı. Çünki, üç gün sefer niyyet etmislerdir. Istanbullu, bu yolu yürümüsdür. Mekke-
i mükerremeli ise, sefere çıkınca, Kûfe, vatan-ı ikâmet olmakdan çıkmısdır. Kasr
sehri, vatanları olmadıgı için, buradan geçmeleri, mukîm olmalarına sebeb olmaz.
Istanbuldan gelen, Kûfede onbes gün kaldıkdan sonra, Mekkeye gitmek niyyeti ile
yola çıksaydı, üç günlük yol gitmeden, bir is için, yine Kûfeye dönseydi, mukîm olmazdı.
Çünki, üç günlük yola gitmek niyyeti ile çıkınca, Kûfe sehri vatan-ı ikâmet
olmakdan çıkmısdır. Kûfe, Bagdâdın ve Kerbelânın cenûbundadır.
Üçüncü vatan, (Vatan-ı süknâ) ugradıgı yer olup, onbes günden az kalmak
için niyyet edilen yâhud yarın çıkarım diyerek, senelerle oturulan yerdir. Müsâfir
vatan-ı süknâda farzları hep iki rek’at kılar. Bir köye, bir sehre gelince, on gün
kalmaga niyyet edip, on gün sonra, bir hafta dahâ kalmaga niyyet ederse mukîm
olmaz.
Vatan-ı ikâmetde veyâ vatan-ı süknâda bulunmak, vatan-ı aslînin bozulmasına
sebeb olmaz. Sefere çıkmak da, vatan-ı aslîyi bozmaz. Vatan-ı süknâda bulunmak
vatan-ı ikâmeti bozmaz. Birinci vatan-ı süknâyı bozar.
Seferî olan kimse, vatan-ı süknâda iken, mukîm sayılmaz. Seferî olmıyan, vatan-
ı süknâ yapdıgı yerde, mukîm sayılır. Sefer mesâfesi kadar uzak olmıyan bir
köye gitmek için sehrinden çıkan, bu köyde onbes günden az kalsa, burası (Vatan-
ı süknâ) olur. Burada müsâfir olmaz. Farzları temâm kılar. Sonra, bu köyden,
sefer niyyet etmeden çıksa, sehrine veyâ baska bir vatan-ı süknâya girmeden, yolda
sefere niyyet etse, yolda farzları iki rek’at kılar. Bu köye girerse, mukîm olur.
Çünki, vatan-ı aslîye veyâ vatan-ı süknâya girmedigi için ve sefer niyyeti ile çıkmadıgı
için, vatan-ı süknâsı bozulmamısdır. Görülüyor ki, vatan-ı süknânın bozulması,
vatan-ı ikâmet gibi oluyor. Vatan-ı süknâda mukîm olmak için, bunun ile
vatan-ı aslî veyâ vatan-ı ikâmet arası sefer müddetinden [üç günden] az olmalıdır.
Meselâ:
Bir kimse Kûfeden Kadsiyeye gidiyor. Ikisi arası üç günlük yoldan azdır. Kadsiyeden
Hîreye dogru yola çıkıyor. Ikisi arası da üç günden azdır. Hîreye gelmeden,
Kadsiyeye dönüyor. Unutdugunu alıp, Sâma gidecekdir. Kûfeye ugramıyor,
Kadsiyede, nemâzı temâm kılar. Çünki, buradan ayrılırken sefere niyyet etmedigi
ve Hîreye girmedigi için, Kadsiye vatanlıkdan çıkmadı. Hîre, Kûfenin bes kilometre
cenûb-i sarkındadır. Kadsiye, biraz dahâ cenûbdadır.
Üç günlük yola sefer niyyeti ile çıkan kimse, üç günlük yol gitmeden önce, bir
köyde onbes günden az kalsa, sonra buradan çıksa, buraya tekrâr gelirse, mukîm
olmaz. Çünki, ilk geldiginde de müsâfir idi. Yanında zevci veyâ mahremi bulunmayan
hayzlı kadının sefer niyyeti ile yola çıkması kıymetsizdir. Temizlendikden
sonra üç gün dahâ gitmeden önce kaldıgı yerde müsâfir olmaz.
(Berîka) ve (Hadîka) kitâblarında diyor ki, (Hür kadının, zevci veyâ ebedî
mahrem akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veyâ baska kadınlarla
yâhud âkıl, bâlig ve sâlih olmıyan mahremi ile üç günlük yola gitmesi [üç mezhebde]
harâmdır. Sâfi’î mezhebinde, kadınlar ile mahremsiz olarak, farz olan hacca gidebilir.
Bir veyâ iki erkegin sefere gitmesi mekrûhdur. Üç erkegin gitmesi mekrûh
olmaz. Dört erkegin gitmesi ve içlerinden birini emîr (Baskan) seçmeleri sünnetdir).
(Hindiyye)de nafaka bahsinde ve (Tahtâvî), (Dürr-ül-muhtâr) ve (Dürr-ülmüntekâ)
da hac bahsinde diyor ki, (Kadın, mürâhık olan, ya’nî bülûga yaklasmıs,
oniki yasındaki mahremi ile sefere gidebilir). (Kâdîhân)da diyor ki, (Kadın, sâlih
cemâ’at ile sefere gidebilir). [Bu iki kavl, zarûret hâlinde câiz olur.] (Mecelle)de
dokuzyüzseksen altıncı maddede diyor ki, (Sinn-i bülûgun mebdei, erkekde on-
– 226 –
iki ve kızda dokuz yasları doldurmakdır. Müntehâsı, ikisinin de onbes yasdır.
Onbes yasını ikmâl edince bâlig sayılırlar.
Oniki ve dokuz yaslarını doldurup da, bâlig olmamıs çocuga (Mürâhık) denir.)
iki ve kızda dokuz yasları doldurmakdır. Müntehâsı, ikisinin de onbes yasdır.
Onbes yasını ikmâl edince bâlig sayılırlar.
Oniki ve dokuz yaslarını doldurup da, bâlig olmamıs çocuga (Mürâhık) denir.)