27 Haziran 2012

SORUMSUZLUK,İHMAL,MAZERET,BAHANE,BENCİLLİK,SOYUTLANMA VE TÖVBE


SORUMSUZLUK,İHMAL,MAZERE,BAHAN,
BENCİLLİK,SOYUTLANMA VE TÖVBE
KA’B BİN MALİK
TEBÜK SEFERİ: “ZORLUK ORDUSU”, ÇOKTAN AŞIP GİTTİ ÇÖL YOLUNU
Ka’b bin Malik, ağırlıklı olarak, Tebük seferiyle birlikte anılan, bu savaştaki konumuyla ilgili olarak gündeme gelen bir sahabidir. Onun portresindeki ibretlik durumları anlamamız için bu sefere değinmek ve çıkarımlarımızı bu eksende yapmamız gerekmektedir. İhmal, gevşeklik, dışlanma, boykot, pişmanlık, azap, sabır, yakarma ve bağışlanma gibi kavram ve olguları çağrıştıran bir portredir bu.
Tebük Seferi’nin İslam tarihinde ayrı bir yeri, önemi vardır kuşkusuz.
Şam’da toplanan kırk bin kişilik Bizans ordusuna karşı, hicretin dokuzuncu yılında Hz. Peygamber tarafından düzenlenen en son ve en güçlü askerî hareket olma özelliği taşıyan bu sefere Kur’an ayetleriyle de işaret edilmiş ve İslam toplumundaki kimi sonuçları üzerinde durulmuştur.
Bu seferin arka planıyla ilgili olarak çeşitli kaynaklarda aktarılan bilgiler şu şekilde özetlenebilir: Hz. Muhammed’in öldüğünü, Müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını iddia eden Suriyeli Hıristiyanlar Bizans imparatoru Heraklius’a bir mektup yazmış ve üzerlerine gidilirse Müslümanların hezimete uğratılacağını bildirmişlerdir. Heraklius, silahlandırdığı kırk bin kişilik bir orduyu Kubad’ın komutasında yola çıkarmıştır. Allah’ın elçisi durumdan haberdar olmuş; Gassan, Cüzam, Lahm ve Âmile kabilelerinin de Rumlarla birlikte hareket edecekleri bilgisine ulaşmıştır. Bunun üzerine Medine’de “genel seferberlik” ilan edilmiştir. Diğer gazvelerde seferin nereye düzenleneceği gizli tutulurken bu kez hedef açıkça belirtilmiştir. Zira gidilecek yer uzaktır. Müthiş bir sıcak ve kuraklık vardır. Düşman güçlüdür. Mekke’den ve diğer Arap kabilelerden asker toplamaları için ulaklar görevlendirilmiştir.
Sıcak, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve güçlü düşman unsurları birlikte düşünüldüğü için bu sefere “zorlu bir sefer” denmiştir. Seferin rastladığı zamana Kur’an-ı Kerim’de “saatü’l usre / güçlük zamanı” denmiş, bu sefere de Kur’an dilinden alınarak “gazvetü’l usre / zorluk gazâsı” adı verilmiştir. Sefere katılan ordu da “zorluk ordusu” olarak anılmıştır.
Hz. Peygamber savaş için hazırlık yapılmasını emrettiği zaman mevsimin olumsuzlukları, hasat zamanı oluşu ve insanların yazın sıcağında ağaç gölgesinde oturmayı sevmeleri yüzünden, böyle sıkıntılı bir yolculuğa çıkma noktasında bir isteksizlik göze çarpmıştır. Tevbe suresindeki şu ayetlerin, bazı Müslümanların işi ağırdan almaları üzerine Allah Teala tarafından bir uyarı olarak indiği kabul edilmektedir:
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda cihada çıkın dendiği zaman yerinizde ağırlaşıp kaldınız. Yoksa ahireti bırakıp sadece dünya hayatına razı mı oldunuz? Halbuki dünya hayatının yararı ahirettekine göre pek az ve değersizdir. Eğer kuşanıp savaşa çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azapla azaplandıracak ve yerinize başka bir topluluğu getirecektir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.” (9 / Tevbe: 38 – 39)
Devamındaki ayetlerde, İslam toplumunun topluca cihada çağrıldığı görülmektedir: “Güçlünüz zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (9 / Tevbe: 41)
Bu uyarılar ve Medine’deki kolektif çabalar etkili olmuş ve birçok Müslüman İslam ordusunun hazırlanması için malını mülkünü bağışlamış, etkileyici fedakârlık örneklikleri görünürlük kazanmıştır.
Durumu iyi olmayanlar bile küçük de olsa bir katkıda bulunabilmek için çırpınmışlardır. Kaynaklarda bu konuyla ilgili olarak aktarılan ayrıntılar, hem sefere verilen önemi göstermekte hem de imrenilecek bir iç dayanışmanın ve Müslüman imecesinin güzel tezahürlerini yansıtmaktadır. Hz. Peygamber “Kim bugün bir sadaka verirse sadakası kıyamet günü Allah katında onun lehine şahitlikte bulunacaktır.” buyurunca, bir adam başına sardığı sarığı vermiş, üstü başı dökülen bir yoksul da çok güzel bir deveyi bağışlayıp gitmiştir. Ebû Ukayl adlı bir Müslüman, iki ölçek hurma karşılığında sabaha kadar su çekmiş, bir ölçeğini ev ihtiyacı için ayırmış, bir ölçeğini de orduya bağışlamıştır. Başka bir yoksul Ulbe b. Zeyd ise malı, mülkü, biniti olmadığı için cihada hiçbir katkısı olamayışından ötürü çok üzülmüş ve kendini helâk edecek bir duruma gelmiştir. Gece namazından sonra Allah’a niyazda bulunmuş, imkânlarının olmayışından yakınmıştır. Ertesi gün sıkılarak, alay edilmeyi göze alarak çok az bir meta ile Hz. Peygamber’e gelmiş, bu da sadakalara eklenmiştir. Hz. Peygamber az bir sadaka veren bu yoksulu yanına çağırmış ve onun için dua etmiştir.
Kadınlar da ellerinden gelen yardımı yapmaktan geri durmamışlardır. Ümmü Sinan el-Eslemiyye’nin ağzından şunlar aktarılmaktadır: “Hz. Âişe’nin evinde Rasulullah’ın önüne serilmiş bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler, bazubentler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak birtakım kayışlarla kadınlar tarafından gönderilen ve savaşta işe yarayabileceği umulan başka eşyalar bulunuyordu.”
Bütün bunlar yapılırken münafıklar da boş durmamış, her zaman yaptıkları gibi bozgunculuğa devam etmişlerdir. Münafıkların başı olarak kabul edilen Abdullah b. Ubey b. Selül “Muhammed, Rum devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashabıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum.” diyerek halka korku ve ümitsizlik vermeye çalışmıştır. Özür beyan ederek savaşa katılmayacaklarını söyleyen münafıkların bu ve benzeri tutumlarına işaret eden ayetler, kınayıcı ve sert bir anlatıma sahiptir:
“Allah’ın elçisine muhalif olarak savaştan geri kalanlar oturup kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek ‘Bu sıcakta savaşa çıkmayın!’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.’ Keşke bilselerdi.” (9 / Tevbe: 81)
İhtiyaçlarını kendi olanaklarıyla gideremeyen mücahitler varlıklı sahabilerin yardımıyla techiz edilmiş; fakat sayı çok fazla olduğu için bu konuda sıkıntı çekilmiştir. İslâm tarihinde “ağlayanlar” diye anılan yedi kişi Rasulullah’a gelerek, bu gazveye katılmak istediklerini, fakat binit ve yiyeceklerinin bulunmadığını bildirmişlerdir. Hz. Peygamber’in kendilerine binit kalmadığını söylemesi üzerine bu yedi kahraman ağlayarak geri dönmüşlerdir. Çeşitli kaynaklarda onların kim oldukları da belirtilmektedir. Onların bu hali Kur’an-ı Kerim’de de şöyle haber verilmektedir:
“Cihada çıkabilmek amacıyla binek vermen için sana her gelişlerinde ‘Size verecek bir binit bulamıyorum.’ dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp üzüntülerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur.” (9 / Tevbe: 92)
Hz. Peygamber, Tebük gazasına Medine’den hicretin 9. yılı Recep ayında perşembe günü çıkmıştı. Bu, Rasulullah’ın sonuncu gazası oldu.
Mümin oldukları halde ihmalleri yüzünden sefere katılamayanlar da olmuştur. Bunlar Mirâre b. Rabi, Hilâl b. Ümeyye ve Ka’b b. Malik idi.
KA’B ANLATIYOR
Hiçbir gazada Rasulullah’tan geri kalmamıştım. Bedir gazasından geri kaldım. Ama bu gazadan geri kalanların hiçbirini, Allah da Rasulü de yermemişti. Bu, Bedir gazasında Rasulullah’ın, Kureyş’in kervanını talep ederek hareket etmesindendi. Fakat Allah, aralarında önceden bir yer ve zaman tayini olmamışken onunla düşmanını bir araya getirdi.
Rasulullah ile birlikte Akabe’de bulundum ve İslâm üzere sözleştiğimiz anı müşahede ettim. İnsanlar arasında Bedir’den daha çok söz edilmesine rağmen, Bedir’de bulunma beni Akabe’de bulunmaktan fazla sevindirmez.
Tebük gazasının yapılacağından haberdar oluşuma ve o güne kadar elde edemediğim güç ve imkâna sahip olmama rağmen Rasulullah’la sefere çıkmamıştım. Vallahi, o zamana kadar bir araya getiremediğim iki binit devesine sahip idim.
Rasulullah bu gazaya kadar, bir yere gaza yapacağı zaman hedefini gizlerdi. Ancak bu sefer, aşırı sıcak bir havada gazaya çıkacaktı. Uzun bir sefere, büyük bir düşmana yönelecekti. İşte bu yüzden halka durumu açıklamıştı. Gerekli olan hazırlığın yapılması emrini insanlara ulaştırmıştı. Bu nedenle Rasulullah’a sefer için tabi olanlar pek çoktu. Onları kapsamlı bir kitap bile bir araya getiremez.
Pek az kişi, gazaya çıkmama hususunda Allah’tan bir vahiy gelmediği sürece kendisini Rasulullah’tan gizleyebileceğini sanıyordu. Rasulullah, meyvelerin olgunlaştığı, gölgelerden hoşlanıldığı ve insanların bunlara yöneldiği bir zamanda bu gazaya çıktı. Rasulullah ve beraberindeki Müslümanlar kuşanıp hazırlandılar. Sabahleyin onlarla birlikte hazırlanmak üzere kalkıyor fakat akşama hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime; istediğim zaman buna güç yetirebilirim, diyordum. Bu hal, bende insanların ciddi ciddi kollarını sıvadıkları vakte değin sürdü. Rasulullah ve beraberindeki Müslümanlar yola çıktıkları halde, ben henüz hiçbir hazırlık yapmamıştım. Ve ondan sonra bir veya iki gün içinde hazırlanır, sonra da onlara katılırım, dedim. Onlar ayrıldıktan sonra hemen ertesi sabah hazırlanmaya giriştim; ama yine hiçbir şey yapmadan eve geri döndüm. Yine ertesi gün oldu ve ben yine hiçbir şey yapmadan eve geri döndüm. Bu hal bende, onların hazırlanıp uzaklaşmalarına ve gazayı kaçırmama dek sürdü. Yola çıkıp onlara yetişmeye gayret ettim. Keşke bunu yapsaydım! Bunu da yapmadım.
Rasulullah’ın çıkışından sonra halkın arasına girmek üzere sokaklara çıktım ve dolaştım. Yalnız, nifak üzere olduğu için yerilen bir adamdan ve zayıf olup Allah’ın özürlü kıldığı bir kişiden başka kimseleri göremeyişim beni üzdü.
Rasulullah, Tebük’e varana kadar benden söz etmemiş. Tebük’te etrafındakilerle oturmuşken “Ka’b bin Malik ne yaptı?” diye sormuş. Selime oğullarından biri “Ya Rasulullah! Onu, hurmalığı ve kendisine olan güveni alıkoydu.” demiş. Muaz bin Cebel “Ne çirkin konuştun! Vallahi, ey Allah’ın Rasulü, hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz.” demiş. Bunun üzerine Rasulullah susmuş.
Rasulullah’ın Tebük seferinden dönüş haberi bana ulaşınca beni bir üzüntü tuttu. Ardından yalan bahane bulmak için düşünmeye, yarın Rasulullah’ın bana olan hoşnutsuzluğundan nasıl kurtulurum, demeye başladım. Aile fertlerimden görüş sahiplerinin hepsinden yardım istedim. Rasulullah’ın gelmek üzere olduğu söylenince, benden bu kötü düşünce gitti. Ondan sadece doğruluk ile kurtulacağımı kavradım. Doğruyu söylemek üzere toparlandım.
Rasulullah sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden döndüğünde mescide girer, iki rekat namaz kılar, sonra halkın arasına otururdu. Yine böyle yaptıktan sonra, geride kalanlar gelip yeminler ederek özür dilemeye başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idi. Rasulullah da söylediklerini ve yeminlerini kabul edip onlar için bağışlanma diliyor ve gizli hallerini Allah’a havale ediyordu. Nihayet ben de gelip kendisine selam verdim. Kızmış adamın gülümseyişi ile gülümseyerek “Gel!” dedi. Hızlanarak gidip huzurunda oturdum. Bana “Neden geride kaldın? Kendine deve almamış mıydın?” diye sordu. Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Vallahi eğer ben, senden başka dünya ehlinden herhangi biriyle otursaydım, bir özürle onun memnuniyetsizliğinden kurtulur ve ona bir delil de getirirdim. Evet, Allah’a yemin olsun ki eğer bugün sana yalan söz söylesem benden memnun kalacaksın; fakat hemen ardından Allah seni bana karşı gazaba getirecektir. Şayet ben içinde bulunduğum hal üzere doğruyu söylersem, Allah’tan sonumun hayır olacağını diliyorum. Hayır, vallahi hiçbir mazeretim yok. Vallahi senden geride kaldığım vakit, hiçbir zaman bu denli güçlü ve imkân sahibi olmamıştım.”
Rasulullah, “İşte bunu doğru söyledin. Kalk, Allah’ın hakkında hüküm vereceği anı bekle.” dedi. Ben de kalktım. Selime oğullarından birkaç adam da benimle beraber davrandılar. Ardıma düşüp şöyle dediler: “Vallahi senden hiçbir şey anlamadık. Bundan önce hiç günah işledin mi? Geride kalanların Rasulullah’tan özür dileyişleri gibi özür dilemekten âciz kaldın. Rasulullah’ın günahın için istiğfar etmesi sana yeterliydi.” O kadar söylendiler ki Rasulullah’a dönüp yalan söylemeyi bile istedim. Sonra onlara: “Benden başka kimse bu durumla karşılaştı mı?” diye sordum. “Evet, iki kişi daha senin dediğini söyledi. Onlara da sana söylenilenlere benzer şeyler söylendi.” dediler. “Onlar kim?” dedim. “Amr bin Avf oğullarından Mirara bin Rabi el-Amri ve Hilal bin Ebi Ümeyye el-Vakıfi.” dediler.
Ardından Rasulullah, seferden geri kalanlar arasından bu üç kişiyle konuşmaktan halkı nehyetti. Halk bizden uzak durmaya başladı. Bizden yüz çevirdiler. Öyle ki bana yeryüzü dar gelmeye ve içim sıkılmaya başladı. Bu yerler artık bildiğim yerler değildi.
Bunun üzerine elli gece bekledik. İki arkadaşım evlerinde oturup kaldılar. Ama ben onların en genci ve en dinç olanı idim. Çıkıyor, namazları müslümanlarla birlikte kılıyor, sokakları dolaşıyordum. Ne var ki kimse benimle konuşmuyordu. Rasulullah’a geliyor, namazdan sonra halk arasında oturmuşken onu selamlıyor, kendi kendime: “Acaba selamımı iade etmek için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?” diyor, sonra ona yakın yerde namazımı kılıyor ve gizlice ona bakıyordum. Ben namazda iken bana bakıyor ve ona yöneldiğimi görünce hemen benden yüz çeviriyordu. Bu durum, müslümanların ezalarıyla birlikte uzun süre devam etti. Dayanamayıp amcam oğlu olan Ebu Katade’nin duvarına tırmandım. O, insanlar arasında en çok sevdiğim kişiydi. Ona selam verdim. Fakat vallahi selamıma cevap vermedi. Ona “Ebu Katade, Allah adına yeminle söyle. Allah ve Rasulünü sevdiğimi biliyorsun.” dedim. O sustu. Sözümü tekrarladım, ona yemin ettirdim. Bunun üzerine şöyle dedi: “Allah ve Rasulü daha iyi bilir.” İki gözümden yaşlar boşandı. Sıçrayıp duvarı aştım. Sonra çarşıya doğru gittim. Çarşıya doğru yürüdüğüm sırada baktım; Suriye Nebatilerinden Medine’ye satmak üzere buğday getirmiş olan bir adam beni soruyor ve “Ka’b bin Malik’i bana gösterecek kimse yok mu?” diyor. Halk ona beni işaret etmeye başladı. Sonunda bana gelerek Gassan melikinden bir mektup verdi. Melik bir ipek parçasına mektup yazmıştı. Girişten sonra şöyle diyordu: “Bize arkadaşının sana eziyet ettiğinin haberi ulaştı. Allah seni sıkıntı ve eziyet çekmen için yaratmadı. Bize gel, seni gözetiriz.” Bunu okuduğumda “Bu da bir başka bela. Uğradığım bu bela yetmiyormuşçasına bir müşrik bana ilgi gösteriyor.” dedim ve mektubu tandıra atıp yaktım.
Bu hal üzere elli gecenin henüz kırkı geçmişken Allah Rasulünün elçisi gelerek: “Rasulullah, hanımından uzak durmanı emrediyor.” dedi. “Onunla boşanalım mı yoksa?” diye sordum. “Hayır, uzak dur, ona yaklaşma!” dedi. İki arkadaşıma da aynı şekilde elçi gönderdi. Hanımıma: “Ailene git, Allah’ın bu konuda hükmünü vereceği vakte kadar orda kal.” dedim. Benim gibi cezalandırılan Hilal bin Ümeyye’nin hanımı Rasulullah’a vararak: “Ya Rasulullah, Hilal bin Ümeyye yaşlı, zayıf, hizmetçisiz biridir. Ona yardım etmekten beni men mi ediyorsun?” diye sormuş. O: “Hayır, fakat sana yaklaşmasın.” dedi. Kadın “Vallahi ya Rasulullah ondan, benden yana hiçbir hareket kalmamıştır. O günden bugüne hep ağlıyor. Gözlerini kaybetmesinden korkuyorum.” demiş.
Ailemden bazıları bana “Keşke sen de hanımın için Rasulullah’tan izin alsaydın. Bak Hilal bin Ümeyye hanımının kendisine bakması için izin aldı.” dediler. Onlara “Vallahi ben bu hususta ondan izin istemem. Ben genç bir adamken hanımım için ondan izin istersem Rasulullah bunun için bana ne der?” diye cevap verdim.
Bundan sonra on gece daha bekledik. Rasulullah’ın Müslümanları bizimle konuşmaktan men edişinden sonra elli gece geçti. Sonra evlerimizden birinin üstünde sabah namazını Allah’ın dilediği gibi kıldım. Genişliğine rağmen yer bize dar geldi. Nefesim daraldı. Dağda bir vadide bir çadır kurmuştum. Vadinin üzerinde bağıran kişinin sesini duyduğumda, ben buradaydım. En yüksek sedasıyla şöyle diyordu: “Ka’b bin Malik! Müjde!..” Hemen secdeye kapaklandım. Kurtuluşun geldiğini anladım.
Rasulullah, o gün sabah namazını kıldıktan sonra halka Allah’ın bizi bağışladığını bildirmiş.
 (DOĞRUSU ALLAH, ONUN TÖVBESİNİN KABUL EDİLEBİLİR DÜZEYDE OLDUĞUNU YİNE O KİŞİNİN SERGİLEDİĞİ DAVRANIŞLARLA(9/105) BİLİNEBİLECEĞİNİ BİLDİRMİŞTİR. BU İNSANLAR DA, HAYATA KÜSMEMİŞ, PES ETMEMİŞ, İNANDIKLARI DOĞRULARI YAŞAMAYA VE BU UĞURDA MÜCADELE VERMEYE DEVAM ETMİŞLERDİR. OLASIDIR Kİ SAVAŞA GİTME GİBİ PEK ÇOK RİSKLİ KONUDA ÜSTÜN PERFORMANS ORTAYA KOYMUŞLARDIR. ONLARIN TUTUM VE DAVRANIŞLARIYLA, ELDEKİ SONUÇLARLA ONLARIN GERÇEKTEN DE YÜREKTEN PİŞMAN OLDUKLARININ HEMEN HERKES FARKINA VARMIŞTIR. BÖYLELİKLE TEKRAR TÖVBE ETSİNLER DİYE ALLAH TÖVBELERİNİ KABUL EDEREK MÜSLÜMANLARA BENZER TUTUMLARDA KAPI ARALAMALARINA İZİN VERMİŞTİR.)
 Bunun ardından insanlar, hemen bizi müjdelemeye koşmuşlar. Müjdecim bana geldiğinde üzerimdeki iki parça elbisemi soyunup ona giydirdim. Vallahi o gün, iki parça elbise emanet alıp giyerek aşk ile Rasulullah’a koştum. Ben mescide girene değin halk, beni affedilişim ile müjdeleyerek karşılıyor ve “Allah’ın seni bağışlaması sana mübarek olsun!” diyorlardı. Rasulullah, oturuyordu. Talha bin Ubeydullah kalktı ve beni kutladı. Selam verdim. Rasulullah’ın yüzü sevinçten parlayarak: “Seni, ananın doğurduğu günden bu yana en hayırlı bir günle müjdeliyorum.” dedi. Yüzü ay parçası gibiydi. Ona dönüp konuştum: “Ey Allah’ın Rasulü! Tövbemin Allah tarafından kabulünden dolayı bütün malımı Allah ve Rasulü yoluna sadaka olarak vermek istiyorum.”
PEYGAMBER ŞAİRİ
Ka’b bin Malik, ailesinin tek oğlu olup hâli vakti yerinde bir insandı. Genç yaşından itibaren, Arabistan’ın ileri gelen şairlerinden biri olarak kabul edilmişti. İslâmiyet’in Medine’de hızla yayılmasından sonra yapılan ikinci Akabe biatına katılmış ve orada Müslüman olmuştu. Bunu kendisi şöyle anlatmaktadır:
“Kavmimizden müşrik olan bazı kimselerle beraber, Kâbe’yi ziyaret için Medine’den yola çıktık. Büyüğümüz ve yöneticimiz olan Berâ bin Ma’rûr da yanımızda idi. Mekke’ye gelince Berâ, bana dedi ki:
- Bizi Rasulullah’a götür.
Birlikte Rasulullah’ı arayıp sormaya başladık. Ebtâh denilen yerde Mekkeli bir adama onu sorduk. Adam bize:
- Mescid-i Harâm’a gidin! Aradığınız kişi şu an amcası Abbas ile birlikte orada oturuyor, dedi.
Biz, tüccar olduğu için Abbas’ı tanıyorduk. Mescid-i Harâm’a girdiğimizde Rasulullah’ı amcası Abbas ile oturuyor gördük. Selâm verdikten sonra biz de yanlarına oturduk. Rasulullah, Abbas’a sordu:
- Bu kişileri tanıyor musun?
- Evet, tanıyorum. Şu kavminin seyyidi Berâ bin Ma’rûr’dur. Diğeri de Ka’b bin Mâlik’tir.
- Şu şair olan Ka’b mı?
Abbas da “Evet.” dedi. Vallahi Rasulullah’ın bu sözünü hayatım boyunca unutmadım.”
Ka’b bin Mâlik ikinci Akabe biatının gerisini şöyle anlatmaktadır:
“Biz kararlaştırdığımız gibi vadide toplandık. Rasulullah’ı bekliyorduk. Sonra Rasulullah amcası Abbas ile birlikte geldi. Yapılan konuşmalardan sonra orada bulunan yetmiş kişi, Rasulullah’ı her türlü tehlikeye karşı koruyacağımıza ve İslâmiyet’i yayacağımıza söz verdik.”
Akabe biatinden sonra Medine’ye dönen Ka’b bin Mâlik’in, kabilesinin Müslüman olmasında büyük emeği geçtiği çeşitli kaynaklarda dile getirilmektedir.
“Peygamber şairi” olarak da nitelendirilen Ka’b bin Malik, hicretin 50. yılında, Muaviye zamanında 77 yaşındayken vefat etmiştir.
Tevbe suresi 118. ayette Ka’b bin Malik ve diğer iki arkadaşının konumu ibret verici bir şekilde gözler önüne serilmektedir. İhmal ve gevşeklik sonucu içine düştükleri duruma işaret eden bu ayetten günümüze değgin çıkarımlarda bulunmak da mümkündür. Söz konusu ayet-i kerime, içerdiği uyarıların yanı sıra “sabır” ve “tevbe”nin önemini de vurgulamaktadır:
“Savaştan geri kalan üç kişiyi de bağışladı. Öyle ki bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti. Nefisleri de kendilerine dar gelmişti ve Allah’tan başka bir sığınakları olmadığını iyice anladılar. Sonra onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, yalnızca O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.”

NİYET VE BAHANE(TUTARSIZ GEREKÇELER-MAZERETLER) ALDATMACASI VE ISLAH

NİYET VE BAHANE ALDATMACASI VE ISLAH
9 Tevbe suresi, 
115-“Allah, bir halkı hidayete erdirdikten sonra, nelerden sakınacaklarını(takvalı davranacakları) kendilerine iyice açıklamadıkça sapkınlığa düşürmez. 
Gerçek şu ki, Allah her şeyi bilir.”
57Hadid/14-“O gün (münafıklar) onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. (Müminler) derler ki: Evet, ama siz kendinizi fitnelediniz (başınızı belaya soktunuz: ilahi buyrukları çiğnediniz; kural ihlali yaptınız); gözleyip beklediniz (her konuda beklemede kaldınız, ileri adım atmadınız); şüpheye düştünüz (sözlerin ve yapılanların doğruluğundan veya yanlışlığından emin olamadınız) ve kuruntular (bahaneleriniz, sizin anlaşılamadığınız, size haksızlık yapıldığı gibi duygular) sizi aldattı (oyaladı/ zaman kaybettirdi/ doğru olduğunuz vehmine kaptırdı). O aldatıcı, Allah (bazı konularda doğru işler yaptınız veya bazı konularda yanlış işler yapmadınız diye) ile sizi aldattı (oyaladı). Nihayet Allah’ın emri gelip çattı!”
4Nisa/119-“Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara (hayallerin, niyetlerin, bahanelerin, kurtuluş yeterli olmayan gerekçelerin arkasına sığınmaya) sürükleyeceğim…”

Niyetler üzerinden hesaplaşmak ne kadar gerçekçi?

Kronik yanlış yapan ve doğru yapan kişinin niyetini açığa vurması olumlu karşılanabilir bir durum değildir. Yanlış yapan kişi niyetini dile getirmekle yaptığı işin üstünü örtmeyi, böylelikle muhatabını aklı sıra kandırmayı düşünmektedir. Doğru yapan kişi de niyetini dile getirmekle işi şova dönüştürmekte, kendini ön plana çıkarmaya çalışmaktadır. Allah ve kişi dışında kimsenin kesin olarak bilemeyeceği niyetin ne olduğunun, ne düşünüldüğünün, nelere inanıldığının anlatılmasına gerek var mı? Bazen de kendi düşüncelerinin yanı sıra bizim ne düşünmüş olabileceğimiz söylenmektedir. Kendi içinden neler geçtiğinin yanı sıra, bizim içimizden de şunların ve bunların geçtiğine inandığının kehanetinde bulunmaktadır. Kısaca o, insanın bildiği gözlem alanıyla değil görünmeyen gayp alanıyla ilgilenmektedir. Niyetler üzerinden hesaplaşmadır bu. Her kötülük yapanın kendisine sığınabileceği masum bir bahanesi, niyeti vardır. Bir Türk filminde İlyas Salman, nişanlısıyla hem de kendisine nöbet tutturarak aldatan Şener Şen’in üzerine hiddetle gidince, Şener Şen: “Evet, yaptım! Ama bir sor bakalım neden yaptım. Neden yaptığını sorunca, o ve nişanlısı, İlyas Salman’ı neredeyse ikna edecek güya masum bir gerekçe öne sürmüşlerdi.
Niyetler delil olarak kullanılır mı?
Niyeti dile getirmek kişiye güvenilmediğinin de bir göstergesidir. Bununla kendisine güvenilmesini istemektedir. Bu durumda niyet bir çeşit yemindir. 5/89 Çünkü buna karar verilmiş, kalp bunu kazanmıştır. Aksi takdirde içten geçirilen herhangi bir istektir, bunun gibi onlarca istek daha olabilir. Hangisinin daha güçlü istek olduğunun ölçümünü yapamadığımız gibi bununla kişi hakkında bir sonuca da varamayız.
Biz insanların niyetlerini kesin olarak hiçbir zaman bilemeyiz. Niyetlerini kendileri ve Allah bilir. Bizim hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir alanla karar vermemiz doğru olmaz. Diğer taraftan insanların niyetlerini yanlışlarına gerekçe olarak getirmeleri onlara güvenmemizi gerektirmez. Çünkü bu geçen süreç içinde konuyla ilgili kişi onlarca niyet ve karar sahibi olabilir. Diğer taraftan niyet, daha önceden açığa vurulmadı veya kayda geçirilmedi ise, zor durumda onu açığa vurulan niyetin gerçek niyet ve karar olduğundan emin olamayız. Niyetler bir çeşit kararlılık girişimleridir.
Yaptığı yanlışı göremeyen o yanlıştan nasıl kurtulur?
Yanlış yapma durumunda olması gereken mazeret getirmek değil yapılan yanlışı görmektir. Bu yanlışın, kendisine neleri kaybettirdiği veya kaybettirebileceği görülmelidir. Yanlış yaptığına inanan bundan rahatsızlık duyar. Bu konumdaki insan eğer doğru işler yapmış olsaydı neleri kazanabileceğini de düşünebilir. Hatta bu konuda kendisini değiştirmenin yanı sıra çevresindeki insanları bu tip sorunlar karşısında bilinçlendirmeye çalışmalı ve onlara karşı duyarlı ve sorumlu davranmalıdır.
Gerçekdışı gerekçeleri ve bahaneleri savunmak yerine onları yargılamak
Kişiyi içinde bulunduğu duruma sokan nedenlerin neler olduğunu tespit etmesi aynı yanlışı tekrarlamaması için önemlidir. Ancak bu tespit, getirdiği gerekçeleri savunmak için değil onları veya kendisini yargılamak için olmalıdır. Bu nedenleri bahane olarak kendisi tercih ettiğine göre bu anlamsız, tutarsız, saçma sapan gerekçelerin de savunulacak bir yönü olamaz. Mazeret getiren biri ise bunların hiçbirini yapmaz. Ondan daha sonra benzer veya daha büyük yanlışlar yapması beklenir. Sonuçta bu insan kuruntularla kendi oluşturduğu basit akvaryumunda yaşam sürer. Tüm dünyayı oradan ibaret sanır. Dış dünyayı gözlemediği gibi ona kulak da vermez. Bu yüzden kişi ortaya çıkacak yanlışlarla “dostunu kaybetme korkusu yaşamak yerine, onu nasıl kazanabilirim” ilkesini esas almalıdır. İstekler ve beklentiler açık olduğuna göre yaşanmış bir olayla ilgili savunma mekanizmaları geliştirmek yerine eksiklerini tamamlamanın, istek ve beklentileri karşılamanın yollarını aramalıdır.
Niyetin geçerli olabileceği alanlar sınırlıdır
Kazara yapılan bir hatada insanın niyetinin bir anlamı olabilir; ama bu durumda bile onu bütünüyle temize çıkaracak bir bağlayıcılığı olmaz. Yine mutlak yanlış veya doğru olarak nitelenemeyen eylemlerde de niyet bir anlam ifade edebilir. Bu durumda iyi insanlar hakkında olumlu bir zan beslenir. Hata yapan iyi insan hakkında da iyi duygular beslenir. Ancak onun hatası üzerinde durmak yerine niyet ve mazeret öne sürmesi, kendisi hakkında iyi duygular beslenilmesine gölge düşürür.
Niyetleri kimler delil olarak kullanır?
Kur’an’da; niyetleriyle yaptıkları yanlışlarının üstünü örtenlerin, temize çıkmaya çalışanların, yanlışlarını sürdürmek isteyen ikiyüzlülerin davranışıyla benzeştikleri dile getirilir. 2Bakara/204 4Nisa/62 9Tevbe/107 63Münafıkun/2
Peygamberler ve örnek insanlar, hatalı durumlarda nasıl bir tavır sergilemişlerdir?
Âdem ve eşi yanlış yapınca, Allah neden yaptıklarını sordu. Onlar ne niyet ne de bahaneler öne sürmediler. 7A’raf/19-23 2Bakara/37-38
Adem ile eşi: 7A’raf/23-“Dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
Sebe kraliçesi: 27Neml/44-“De di ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleymanla beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.”
Musa: 28Kasas/16-“Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O’dur.”
Yunus: 21Yunus/87-“Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti.”
Bahçe sahibi: 37Saffat/56-57-“Yemin ederim ki, sen az daha beni de helâk edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, şimdi ben de (cehenneme) getirilenlerden olurdum» dedi.”
Musa: 7A’raf/143-“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.”
Niyet ve bahane ifadeleri
Şu niyetle, bu amaçla, bu gayeyle, şunu isteyerek, bu arzuyla, şunu düşünerek, buna inanarak, şunu tasarlayarak, şunun mantığıyla, bu sebeple, şu nedenle, şunun için, ötürü, bahanesiyle, mazeretiyle, gerekçesiyle, dürtüsüyle
Kronik olarak benzer yanlışları yapan kişiye: Ne ve niçin yaptın? İnan ki/gerçekten ben şu veya bu niyetle/amaçla/gayeyle/sebeple yapmadım. İnan ki ben şunu ve bunu yapmadım.
Aslında benim niyetim/gayem/amacım/isteğim şuydu. Bunu şu niyetle yaptım. Ben bunu, şunu ve şunu düşünerek /tasarlayarak/şuna ve şuna inanarak/şu sebeple/ gerekçeyle yaptım. Ben bunu şunun için yaptım.
Telefondaki kişi, “Aslında ben de seni aramayı düşünüyordum, ben de seni arayacaktım.” Oysa bu sözü çoğu insan inandırıcı bulmaz.
Ben aslında şunu yapacaktım, bunu edecektim, şunu yiyecektim/içecektim. Aslında ben onu yapmayacaktım, bunu etmeyecektim, şunu tasarlamıştım.
Konuyla ilgili bazı ayetler:
Bahane getirenler ikiyüzlülerle aynı kategoride değerlendirilmiştir. 7/164 9/66,90,94,94 30/57 40/52 66/7 75/15 77/36
 Bahane(mazeret) getirmek insanı kurtarmamaktadır-66/7 9/94
O gün mazeret yarar sağlamaz-30/57 40/52 66/7 75/5-15
Dalıp alay edenlerin özür dilemesi işe yaramayabilir-9/65-66
İzin isteyen bedevilerden mazeret getirenler yalan söyleyerek oturup kaldılar-9/90
Peygambere eziyet edenler var. Oysa o inananlara inanır. Bizi memnun etmek için yemin ederler. Oysa Allah ve Elçisi memnun edilmeye daha layıktır-9/61-62
 Döndüğünüzde size mazeret getirirler. De ki: “Mazeret getirmeyin, size inanmayacağız. Alah sizin haberlerinizi bize verdi. Allah ve Elçisi davranışınızı görecektir. Onlardan vazgeçesiniz diye döndüğünüzde yemin ederler. Onlar iğrençtir. Sen memnun(razı) olsan bile Allah onlardan memnun(razı) olmaz-9/94-97
 Bahanelere sığınarak tartışmak/ kanıtı varmış gibi tartışmak(muhacce) asla doğru değildir -2/76,139,258 3/20,61,65-66,66,73 6/80,80 42/16
Biz insanları ancak, Allah’ın bize gösterdiği onların eylem ve söylemleri, tutum ve davranışları, yüz ifadeleriyle tanırız. 4/105 Kur’an’da niyet beyanları: 2/204 4/62 9/107 63/2

İLETİŞİM ÇATIŞMASINA YOL AÇMAYAN ÖRNEKLER

İLETİŞİM ÇATIŞMASINA YOL AÇMAYAN ÖRNEKLER

1. Bir insan, üç günde cevap verilebilecek bir mesaja bir haftada, on beş günde veya bir ayda yanıt verebilir. Bir insan, bir ay, bir yıl, hatta birkaç yıl sonra görüşme olanağı bulabilir. Taraflar gecikme nedenini tartışabilir, durumu anlayabilir, durumu beğenmeyebilirler; ama bu durum, karşı tarafı iğnelemedikçe, suçlamadıkça çatışma nedeni olamaz.
2. Bir insan, bireysel görevlerini aksatabilir veya ihmal edebilir ya da tamamen terk edebilir. Dostlar bu durumu tartışabilir, durumu anlayabilir, durumu beğenmeyebilirler; ama bu durum, hiçbir şey yokmuş gibi davranılmadıkça, konu başka şeylerle telafi edilerek konunun kapandığı izlenimi verilmedikçe, sorumluluklar ve yükümlülükler yerine getirilmediği halde kendisine sorumlu ve yükümlü gibi davranma beklentisi içine girilmedikçe iletişimde çatışmaya neden olamaz.
3. Bir insan, yanlış yaptığı halde yanlışının bilincinde ise onun bu durumu iletişimde çatışmaya neden olamaz.
4. Bir insan, yanlış yaptığı halde bunun doğruluğunu savunmuyorsa, yanlışını bahanelerle olumlamıyorsa ve yaptığı bu yanlış başkalarına zarar vermiyorsa, bu durum iletişimde çatışmaya neden olamaz. Örneğin, içki veya sigara içmek.
5. Bir insan, karşısındakini uyarabilir, ondan rahatsız olduğu davranışlarını değiştirmesini isteyebilir. Kişi bu durumu, kendisini savunma, kendi hatalarının üstünü örtme aracı olarak kullanmadıkça ve karşısındakini uyarırken onun kişiliğine saldırmadıkça, sözlerini çarpıtmadıkça, ona yalan söylemedikçe, iletişimde çatışmaya neden olamaz.
6. Her dostun, kendi dostunu yanlışını gördüğü zaman her zaman uyarma hakkı vardır. Ancak bu uyarma hakkını, kendisinin uyarılmasının akabinde yapması, intikam duygusu uyandırır.
7. Sık sık uyarılanlardan olmak veya uyarılardan rahatsızlık duymak, durumumuzu ciddiyetle gözden geçirmemizi gerektirir. Böylesi durumlar, kişinin uçurumun eşiğinde olduğu anlamına gelir.
8. Dostunuz, kardeşiniz bir yanlış yapıyorsa, onu uyarırsınız. Eğer gerçek bir dost iseniz, uyarma amacınız, onun ileride karşılaşacağı olumsuz sonuçlardan dolayıdır. Çünkü siz dostunuzun ne bugün ne de ileride üzülmesini asla istemezsiniz. Bu durum sürerse, ya siz onu veya o sizi kaybedecektir. Özellikle siz, onu kaybetmek istemediğiniz için, daha bugünden olası sonuçları, -bir mod olarak değil- gerçekten içinizde yaşarsınız. Onu uyardığınız halde, hâlâ hatasında ısrar ediyorsa, bu durum, sizi daha da yıpratır. Onunla ilgili umutlarınız zayıflamaya başlar. Oysa o, bu sürece bir anda gelmediği için, içindeki durumu kabullenmiştir. Ona göre, ortada ciddi bir sorun yoktur. Kirliliğin kokusuna, rengine, bulanıklığına, gürültüsüne, karanlığına, çirkefliğine zaten alışmıştır. Duyarsız olan bu dostunuzun durumundan dolayı rahatsızlık duymakta elbette hakkınız vardır. Siz bu rahatsızlık içindeyken, arkadaşınız sizden iltifat beklemektedir. Demek ki ikiniz de birbirinizden kopmuş, ayrı ayrı dünyaların insanları olmuşsunuz. Birbirinize baktığınızda eski günleri yâd ederek, neden eskisi gibi değiliz diye bir özlem içindesiniz. Oysa aranıza yüksek rakımlı dağlar girmiştir. İki taraf da rahatsızdır. İki tarafın rahatsızlığın nedeni de, bir dostun kaybı üzerinedir. Birisine göre, kaybın nedeni, yapılan yanlışlara rağmen bunun gerçek anlamda bilincinde olmayan ve durumunu değiştirmeyen bir kişilik sorunudur. Diğerine göre ise, kaybın nedeni, karşı tarafın anlayışsızlığı, kusursuz insan arayışı, olayları büyütmesi, yakınlık, sıcaklık ve iltifat eksikliği, beklentileri karşılayamaması, vb.dir. Birinci tarafın rahatsız olması son derece ahlakî ve erdemli bir davranıştır. Ya ikinci tarafın durumu? Gelişmemiş, çocuksu, ilkel, karşı tarafa bir şey vermekten yoksun ve çıkarcıdır; oyalayıcı-geriletici bir tutum içinde olanlara yakınlık duyarken, geliştirici-ilerletici bir duruş içinde olanlardan rahatsızlık duymaktadır. Kimin kimi izlemesi gerektiği konusunda yapılan hatayı somutlaştırırsak, konunun yanıtı kendiliğinden ortaya çıkar. Örneğin, uyuşturucuya alışmış, yalancılığı bir davranış biçimine dönüştürmüş, haksızlığı doğal bir davranış olarak algılayan bir kişilikle ilgili yaşanan sorunlar. Gelişme ve geliştirmeye odaklanmış insanla, böyle bir insanı çizgi dışı görenlere özenti içinde olan bir insanın sıkı bir dostluk içinde yaşaması olanaklı mı? İşverenine sık sık problem olan bir hizmetliyle, erdemli yaşamanın mücadelesini veren bir insanın sıkı bir dostluk içinde yaşaması olanaklı mı? Arkadaş olur, arkadaşlıklarını, belki dostluklarını sürdürebilirler. Asla sıkı dost olamazlar. Oysa bu sorunların en ağırını yaşayan kişi bile, eğer isterse, ilkelerine bağlılıkta kararlı olursa, sıkı dost olmalarında ne engel olabilir ki!

İLETİŞİMİ GELİŞTİRMENİN YOLLARI

İLETİŞİMİ GELİŞTİRME YOLLARI

1- Açık olacaksın; söylemek istediğini, rahatsızlığını doğrudan net bir şekilde söyleyeceksin.
2- İçinden geldiği gibi, içinden geldiği kadar konuşacaksın.
3- Girişken olacaksın; söylemek istediğin doğru bir şeyi küçük düşerim korkusuyla söylemekten çekinmeyeceksin.
4- Karşındaki insanı fiziksel görünümüyle, mevki ve makamıyla, çevrenin ona bakışıyla değil dürüstlüğüyle, söylediklerinin içeriğiyle değerlendireceksin.
5- Karşındakini yargılamayacaksın. ‘Bunu (bana) nasıl yaparsın’ gibi kendine veya muhatabına insanüstü bir güç sahibiymiş gibi davranmayacaksın. Yanlışını görmesini sağlayacak, çözümler bulmasında yardım edeceksin.
6- İletişimde kendinle karşı tarafı eşit düzlemde göreceksin.
7- Vaktini ve fırsatları doğru ve verimli değerlendireceksin.
8- İletişimde idare edici değil, geliştirici ve ilerletici olacaksın.  Dostluk, gelişip geliştirmekten geçer.
9- İletişimde hem iyi bir alıcı hem de iyi bir verici olacaksın.
10 Empati kurmadığın birinden sempati, saygı göstermediğin birinden sevgi beklemeyeceksin.
11- Pedagojik olarak; farkına vardırma eğitimde en öncelikli iletişim biçimidir. Sergilenen davranışın kişiyi nereye taşıyacağı; geliştireceği mi, yoksa gerileteceği mi konusu işlenmelidir. Sonra iltifat ve eleştiri gelir. Gerçekten farkına vardırılan, uyandırılan kişinin, daha sonra olumlu davranışları iltifat, olumsuz davranışları yapıcı eleştiriyle karşılanır. İltifat bekliyorsan, eleştirileri dikkate alacaksın. Eleştiriye tahammül edemeyenler, hiçbir zaman iltifatı hak edemezler. Eleştiriler sonucu kendilerini geliştirenler, iltifatı hak eder ve yaşarlar. Sizi geliştirmeyi amaçlayan, size sahip çıkan her türlü eleştiri, yapıcı eleştirilerdir. Sizi geriletici, sizi dışlayıcı her türlü iltifat, birer uyuşturucudur. Hak edilmeyen her iltifat, birer uyuşturucu görevi görür. İltifat ve eleştiriyi, ödüllendirme ve bedel ödeme izler. Gerçekten de kendisini bu düzeyde geliştirmiş insan, ne elde ettiği ödülle, ne de ödediği bedelle sarhoş olur.

İLETİŞİMDE ÇATIŞMA NEDENLERİ

 İLETİŞİMDE ÇATIŞMA NEDENLERİ

1. İğnelemeyeceksin: Başarısızlığının, mutsuzluğunun ve içine düştüğün çıkmazların sorumlusu olarak başkasını görmeyeceksin; bu konuda başkalarını suçlamayacaksın.
2. İnanmadığını konuşmayacaksın; kandırmayacaksın: Başkasına kendini olumlu göstermek veya bazı çıkarlar edinmek için yaşamında yer almayan, emin olmadığın ve sence mutlak gerekli olmayan şeyleri kesin doğruymuş gibi lanse etmeyeceksin. Abartılı bir tutum ve davranış içinde olmayacaksın.
3. Yapmadığın veya yapılamayacak şeyi söylemeyeceksin (slogancılıkla gerçekçilikten uzaklaşmayacaksın):
4. Ortada sorun olduğu halde hak etmediğin bir beklenti içine girmeyeceksin.
5. Kuşku yaymayacaksın: Eğer insanların sahip olduğu inançları hakkında bir kuşkun veya bir iddian varsa, bunu sağlam kanıtlarla ortaya koyacaksın. Bu yöntemle toplumun temellerinin altını oymayacaksın.
6. Ciddi olarak yapılan işleri hafife almayacaksın: Başka insanların ciddi problemleri savsaklamaları veya görmezden gelmeleri gibi bir davranış içinde olmayacak ve sorunu ciddiye alanlara bunu empoze etmeye çalışmayacaksın.
7. Yanlış bir şeyin doğruluğunda veya doğru bir şeyin yanlışlığında ısrar etmeyeceksin.
8. Görevini yapmadığın zaman bahane getirmeyeceksin.
9. Ortada sorun varken sorunları geçerek yeni konu üzerinde dostluk kurmaya çalışmayacak ve ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranmayacaksın.
10. Kendini olumlamak veya temize çıkarmak amacıyla karşındakini gereksiz ayrıntılara boğarak, ona çıkar sağlayarak, sıcak mesajlar vererek veya rüşvet vererek ya da vaktini çarçur ederek saygısız bir yol izleyerek sahte yöntemlere başvurmayacaksın.

İLETİŞİM NEDİR


Aşağıdaki yazıda, kusursuz insan arayışının değil,

 insanca ilişkilerin sürdürülebilir olması için, 

olmazsa olmaz koşulların ve ilkelerin üzerinde durulmuştur. 

Unutmayınız ki dürüst insanlar, doğru iletişim dili kullanırlar.

İLETİŞİM NEDİR

İletişim kavramının farklı alanlarda birbirinden farklı anlamlarda kullanılmasına ilişkin yapılan bir araştırmada, 15 ayrı anlamda kullanıldığı belirlenmekle birlikte iletişim sözünün konumuz bağlamında ilk çağrışımı, insanlar arasında duygu, düşünce ve bilgilerin her türlü yolla başkalarına bildirimi olmaktadır.Tüm yaşamı boyunca, psikolojik olarak insanın, varlığını bildirmek ve varlığının farkındalığının kendisine bildirilmesi ihtiyacı vardır.Bu ihtiyaç içindeki insan, sözlü veya sözsüz çeşitli iletişim yollarına kaçınılmaz olarak başvurur. Her türlü iletişim insanın psikolojik gereksinmelerinin sonucudur. Kendisini tanıması, tanıtması ve dönüt alarak kendini değerlendirmesinde bu iletişim süreçleri önemli rol oynar. Kişiler arası iletişimle ilgili olarak yapılan tanımların buluştuğu nokta bu iletişimin psikolojik nitelikli bir bilgi alışverişi olduğu yolundadır(Capelle 1987). Evrim merdiveninin en üst basamağını işgal eden, en evrimli hayvan olarak tanıdığımız insan jest ve mimikleri en iyi kullanan, gelişmiş refleks ve içgüdülerinin yanında dili de içine alan çok karmaşık öğrenilmiş davranışlarla iletişim yapan yegane varlıktır.Ancak düşünürken, konuşurken, yazarken, dinlerken sürekli olarak, sembollerden oluşan dili kullanmaktayız.
1.1. Sözel İletişim
İleti alışverişi canlı dünyasının ortak bir özelliği olmakla birlikte, yalnız insanlar arasında insanın simgeleştirme yetisi sayesinde simgeler aracılığıyla duygu, düşünce ve bilgi aktarımı söz konusudur.İnsan iletişiminin temeli dil, özellikle de konuşmadır.İnsan simge yaratabilme özelliği ile duygusal dilden önerme diline geçebilmiştir. Dili kullanarak gerçekleştirdiğimiz adlandırma, sınıflama, soyutlama ile yaşantımızı bir düzen içinde yürütürüz.Dil ve konuşma yalnızca bundan ibaret olmayıp, anlam yaratma ve onu paylaşma ile ilgili simgesel bir etkinliktir aynı zamanda. Kaynak, hedeflediği kişiye erişmek için, öncelikle iletişimin taşıyacağı duygu, düşünce ve bilgiyi dil dediğimiz simgesel sistem aracılığıyla kodlar.Özünü ve biçimini koruyacak doğru kodlama yapılmadığı zaman, duygu ya da bilgi yerine farklılaşarak ulaşacak ya da ulaşamayacaktır. İletinin kodlanması çok kısa, çarpıcı, dikkat çekici, kolay akılda kalıcı olmalıdır.Böyle olmayan iletiler hedef kitleye ulaşabilse bile, onun tarafından algılanmayacak; yarım yamalak algılanarak taşıdığı anlamsal içerik tam bir biçimde iletilmediğinde ise, bizim kodlarken amaçladığımız ileti çarpıtılarak algılanmış olacaktır. Sözlü iletişim“dil” ve “dil ötesi” olmak üzere iki alt sınıfa ayrılmaktadır.İnsanların karşılıklı konuşmalarını ve yazışmalarını dille iletişim kabul edebiliriz.Dille iletişimde kişiler ürettikleri bilgileri birbirlerine ileterek anlamlandırırlar. Dil ötesi iletişim sesin niteliği ile ilgilidir; ses tonu, sesin hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar ve benzeri özellikler, dil ötesi iletişim sayılır.Dille iletişimde kişilerin“ne söyledikleri”, dil ötesi iletişimde ise “nasıl söyledikleri” önemlidir. Bu ayrımı sözel ve sözsüz iletişim terimleriyle de adlandırabiliriz.Sözel iletişim daha çok düşüncelerin, sözsüz iletişim de duyguların aktarımında önemli işleve sahiptir. İnsanları diğer canlılardan üstün kılan düşünceleri söze dökülmediğinde, insanlara ulaşamadığında bir anlam ifade etmeyecektir.Akıl ve düşünce gücümüze işlerlik kazandıran, onu üretken hâle dönüştüren güçtür konuşma. Her türlü teknolojik gelişmeye karşın, yüzyıllardır bireysel ve toplumsal ilişkiler alanında vazgeçilmez yerini korumuştur.Sözlü iletişimin bu gücü çalışmamızın konusu olan ders ortamındaki iletişim çatışmalarında da; özellikle etkin dinlemenin yansıması olan tümcelerle, sen-ben dili aktaran tümceler bağlamında önem kazanmaktadır. Sözlü iletişimin bu gücüne karşılık insan iletişimi yalnız sözcüklerle sınırlı değildir. İletişimin bir de sözel olmayan boyutu vardır.Sözsüz iletişim beden dili ve ses, bütün ögeleri (tonlama, vurgu vb.) aracılığıyla gerçekleşir. Sözsüz iletişimin iki ana işlevinden birincisi doğrudan anlam -özellikle duygularla ilgili- iletmek; diğeri de sözlü iletişimin içeriğini belirlemek, onu desteklemektir.Aynı sözler farklıtonlarda ya da farklı jest ve mimiklerle farklı anlamlar kazanır.
1.2. İletişimin Etkinliği
İletişimin etkinliğinin ölçütü, bir iletişim sürecinde karşımızdakine ya da hedef kitleye yönelttiğimiz bildirinin karşılığında, amaçladığımız sonucun alınıp alınmamasıdır.Bu etkinin sağlanabilmesinin:
1. İletinin alıcının dikkatini çekecek biçimde kodlanması ve açık olması
2. İletiyi kodlayan simgeler konusunda alıcı ve vericinin ortak bilgisinin bulunması
3. İletinin alıcının gereksinmesine yanıt verecek nitelikte olması
4. Alıcının temel değerlerinin, tutumlarının tanınması
gibi bazı koşulları vardır.
Karşımızdaki insanla iyi ilişkiler içinde olduğumuz oranda onu etkileme, eğitme ve birlikte çalışma konusunda daha başarılı olma şansına sahip oluruz.Bu durumda, iletişimin taraflarından olan alıcılar zamanlarının çoğunu kendilerini korumak ve karşısındakini atlatmak için kullanmazken; kaynak durumundaki ögenin de rolden role geçmesine, sert davranmasına ve insan üstükişiliklere bürünmesine gerek kalmaz.İdeal bir öğretici rol yapmayı bırakıp olduğu gibi davranan, daha erişilebilir olandır.Okul ortamında öğretmen-öğrenci arasında etkin iletişimin kurulması bu iki kişi arasında özel bir ilişkinin, güvene dayalı sağlam bir bağın kurulmasına bağlıdır. Bu ilişki içinde her iki taraf birbirlerinin bireyselliğine, gereksinmelerine saygı gösterir; birbirlerinin yaratıcılığına ve gelişmesine fırsat tanır.
1.2.1. Sınıf İçi Etkin İletişim
Sınıf içi iletişim her şeyden önce öğretme-öğrenme ve bilgilendirmeyi temel alan amaçlı bir iletişimdir.Öğrenci her öğretim düzeyinde ve her zaman gönüllü taraf olmayabilir.Öğretim-öğrenim sürecini gönüllü, dolayısıyla verimli kılacak olan öğretici-öğrenci arasında kurulacak özel bağdır ki bu da öğretimin amacına ulaşmasında öğretim felsefesi ve yöntemleri kadar önemli bir diğer araç olan bazı temel iletişim becerilerinin bilinmesini ve uygulanmasını gerektirir. Bu becerilerin temeli de konuşmaya dayanmaktadır.Konuşma, yapıcı veya yıkıcı olma özellikleri ile öğretmen öğrenci ilişkilerinin niteliğine ve düzeyine önemli katkıda bulunur.
Sınıf ortamında çok yönlü bir iletişim söz konusudur. Bazen bir öğrenciye gönderilen mesaj bir başka öğrenci üzerinde daha etkili olabilir.Ayrıca öğrenci-öğrenci iletişimi de çok yoğundur ve bu aynı anda birçok duygu ve düşünceyi harekete geçirdiği için dersin akışını etkiler. Kuşkusuz her zaman mesajlar gönderildiği gibi anlaşılmaz.Sık sık yanlış anlamalar ortaya çıkabilir.Örneğin öğretmenin, görüşünü almak ya da konuşma fırsatı vermek için soru yönelttiği bir öğrenci, öğretmenin kendisini küçük düşürmek için soru sorduğunu düşünebilir.Bu durum kaynağın duygu ve düşüncelerini uygun iletişim biçimine çevirememesi, doğal davranmaması, alıcının gönderilen mesajı çözümleyememesi vb. nedenlerden kaynaklanıyor olabilir.Bu, tarafların etkili iletişim becerilerinden yoksun olması demektir.
Öğreticinin etkililiği insan psikolojisinin ve insan ilişkilerinin genel kuramı üzerine kurulabilir.Her öğretici ile her grup ve yaştan öğrenci her şeyden önce insandır. Benzer duyguları ve tepkileri vardır.Dinlenilme, anlaşılma, beğenilme, güvenilme, başarılı olma gibi bir çok duygu ve değerler paydasında buluşurlar.Ve bu duygu ve değerlerin oluşması, korunması sözel iletişimbağlamında ağırlıklı olarak “etkin dinleme” ve “ben iletisi becerisi”nde odaklanmaktadır.
2. Sınıf İçi Etkili Sözel İletişim
Öğrencilerin bazı derslere karşı geliştirdikleri tutumlarının dersin öğreticisi ile geliştirdikleri ilişkiyle ne kadar doğru orantılı olduğuna sıkça tanık oluruz.Öğretmen-öğrenci ilişkisinin niteliği, öğrenmeyi etkileyen temel etkendir.Bu olgu öğretici açısından ciddî bir sorumluluğu beraberinde getirmektedir.Öğrenme kolaylığı, öğrenmeyi eğlenceli hâle getirme ve azami verimi sağlama öğreticinin etkili iletişim becerilerine sahip olmasını gerektirmektedir.Ana babalar gibi çoğu öğreticiler de -eğitimli oldukları hâlde- çocukları ve gençleri istemeyerek de olsa nasıl incitebileceklerinin, onların özsaygılarına ve özgüvenlerine nasıl zarar verebileceklerinin, yaratıcılıklarını nasıl yok edebileceklerinin farkında olmak durumundadırlar.Oysa mevcut eğitim sistemi içerisinde bir çok öğretici öğrencilerine; sorumluluk alma, kendini yönetme ve yönlendirme; kendini tanıma, gerçekleştirme, denetleme ve değerlendirme yetilerini kazandıracak bilgi ve becerilerden yoksun görünmektedir.Ayrıca, etkili iletişim becerilerinden yoksun öğreticiler bu eksikliklerinden kendileri de olumsuz etkilenecek; gençlerin tutum ve davranışlarına biçim vermek, onların gelişimine katkıda bulunmak gibi yüce ve zevkli bir uğraşın ızdıraba dönüşmesine tanık olacaklar ve öğretme coşkusunu yitireceklerdir. Öğreticiyi zorlayan en önemli etken öğrencilerin kabul edilemez davranışlarından kaynaklanan disiplin sorunudur.Eğitim-öğretimle geçirmeyi plânladığı zamanın çoğunu, sınıf içinde düzeni sağlamaya ayırmak zorunda kalan öğretmenlerin, disiplini sağlamak içinsıkça başvurdukları yöntemler; yargılama, suçlama; alay etme, utandırma ve disiplin cezası veya not ile tehdit etme şeklindedir.Oysa baskıcı ve otoriteye dayanan yöntemler reddetmeyi, başkaldırmayı ve savunucu tutumu körükler. Öğretmenin bu konudaki yaklaşımı onun öğrenci davranışlarını kabul edilebilir görme konusundaki esneklik ve hoşgörü sınırıyla; yaşanacak sorunun boyutu da takındığı tutum ve sorun çözmede izleyeceği yöntemle; yani etkili sözel iletişim becerileriyle yakından ilgilidir.
2.1. Kabul Edilebilir/Edilemez Davranışlar
Öğrenci davranışlarıyla ilgili kabul edilebilirlik yelpazesi öğretmenlerin bilgisi, deneyimi, bakış açısı hatta o anki duygusal durumu ile bağlantılı olarak değişiklik gösterebilir.
2.2. Sorun Kimin?
Sorunun kime ait olduğunun belirlenmesi sorunun çözümünde ilk basamaktır.Kabul edilemez davranışlar alanı öğretmenin gereksinmelerine, onayına ters düşen alandır ve öğretmen için sorun oluşturur. Kabul çizgisinin altında bulunan bir davranışın anında çözülmesi ile ancak öğretim devam edebilecektir.Yani sorun öğretmene aittir.Sorunun kime ait olduğunu belirlemek için öğretmen“Bu davranışın benim üzerimde somut bir etkisi var mı?” sorusunu kendisine yöneltir.
2.2.1. Sorun Öğretmeninse
2.2.1.1. Yararsız İletiler(İletişim Engelleri)
Öğrencinin ders esnasında cep telefonunu açık bırakarak mesaj sesinin duyulmasına izin verdiğini varsayalım.Öğrenci öğretmenin ve diğer öğrencilerin dikkatini dağıtmış, öğrenmene sorun yaratmıştır. Böyle bir durumda öğretmenin göndereceği yararsız iletiler şunlardır:
1-Çözüm İletileri
a)Emir vermek, yönlendirmek:
“Telefonu derhal kapat ve çantana koy!”
b)Uyarmak, gözdağı vermek:
“Telefonunu kapatmazsan elinden alırım.”
c)Ahlâk dersi vermek:
“Bir üniversite öğrencisi derste ne yapılıp yapılmayacağını bilir.”
d)Öğretmek, mantık yürütmek:
“Telefon dikkat dağıtmak için icad edilmedi.”
e)Öğüt vermek, çözüm getirmek:
“Dersin düzenini bozmaya hakkın yok, yerinde olsam o telefonu kaldırırdım.”
Çözüm iletileri öğretmenin gereksinimlerini yansıtmadığı için öğrencide olumsuz etki bırakmaktan öte gidemez.“Sınıfta otorite benim, benim dediğim olur” iletisi içerir.
2-Bastırıcı İletileri
a)Yargılamak, eleştirmek, suçlamak:
“Her derste sorun yaratmasan olmaz sanki.”
b)Ad takmak, alay etmek:
“Sınıfın şarlatanı olmak zorunda mısın?”
c)Yorumlamak, tanı koymak:
“Dikkat çekmek için yapıyorsun.”
d)Övmek, olumlu değerlendirme yapmak:
“Bu yaptığın senin gibi akıllı bir öğrenciyle bağdaşmıyor.”
e)Güven vermek, desteklemek, duygularını paylaşmak:
“Anlıyorum alacağın mesaj şu an seni dersten daha çok ilgilendirdiğine göre önemli olmalı.”
f)Sınamak, sorguya çekmek:
“İlgini bütünüyle derse vermedikçe dersi nasıl anlayacaksın?”
Bastırıcı iletiler de çözüm iletileri gibi sorun hakkında bilgi iletmediği ve öğrencide utanma ve yetersizlik duyguları yaratacağı içinsorunu çözmeye katkıda ulunamaz.“Sorun öğretmenin kendisinde” iletisi içerir.
3.Dolaylı İletiler
Dolaylı iletiler alay etme, iğneleme ve utandırmayı amaçlar.Aynı örnek durumda: “Oyuncağınla evde oynarsın.”
Çözüm iletileri ve bastırıcı iletiler kadar doğrudan olmadığı için daha az incitici olduğu kanısıyla kullanılan bu iletiler öğretmenin sinsi ve güvenilmez olduğu iletisine neden olur.
Sorun öğretmenin olduğunda, “İletişimEngelleri” de denilen bu yararsız iletiler seçenek ne olmalıdır?
2.2.1.2. Sen Dili-Ben Dili
Kabul edilmezlik alanında yer alan bir sorun karşısında duygularımızı açıklamadan oluşturacağımız tümceler“sen” ikinci kişi adılıyla biçimlenen tümceler olacaktır.Örn:“Terbiyesizlik ediyorsun.” Duygularımızı dile getirerek oluşturacağımız tümceler ise birinci kişi adılı, yani ben’li tümceler olacaktır.
“Örn ; Dikkatim dağıldı, rahatsız oldum.”
Sen’li tümcelerde sorun, öğretmenin engelleme duygusunun sorumluluğunu almayıp, öğrenciyi suçlaması, yargılamasıdır.Bu tür tümceler kullanıldığında karşı tarafa genellikle olumsuz, savunmacı bir tutum oluşur.Yargılayıcı, denetleyici, üstünlük bildiren bu tutum karşısında öğrenci iç dünyasını kapatır.

Sen dili:
1. Suçlayıcıdır. 2. Davranıştan çok kişiliğe yöneliktir. 3. Kişiye anlaşılmadığını hissettirir. 4.Yeniden konuşma isteğini engelleyicidir. 5. Neye kızıldığının anlaşılmamasına neden olur. 6. Kişiyi incitir, kırar. 7. Kişinin direnmesine, yani savunucu iletişime neden olur. Savunucu iletişim ise iletişimin içerik düzeyinden ilişki düzeyine geçmesine, ilişkinin bir savaş, bir kazanma sorununa dönüşmesine neden olacağı için öğretimin asıl amacına ulaşmasını engelleyecektir.Örnekler:
“Yeterince açık konuşmuyorsun.”
“Derse hep geç giriyorsun.”
“Çok fazla gürültü ediyorsun.”
“Dikkatini derse vermiyorsun.”
“Arkadaşlarına haksızlık ediyorsun.”
Ben dili ise özellikle olumsuz duyguların yaşandığı durumlarda, sorun karşısında duygularımızı dile getiren iletilerdir.Etkili olabilmesi için sırayla:
1. Olumsuz duyguların yaşandığı kişiye davranış veya durum tanıtılmalı:
“Ben ders anlatırken sözüm kesilince ......”
Bu tür tümceler bizi kaygılandıran durumları içerir.
2. Birinci bölümde tanımı yapılan davranışın öğretmen üzerindeki somut etkisi belirtilmeli:
“Ben ders anlatırken sözüm kesilince tekrarlamak zorunda kalıyorum ......”
İnsanların davranışlarını değiştirmesi amacıyla davranışının somut etkileri olduğuna inandırılmasını sağlar.
3. Duygular dile getirilmelidir:
“Ben ders anlatırken sözüm kesilince tekrarlamak zorunda kalıyorum.Bu da benim canımı sıkıyor.”
Ben dili:
1.Savunmaya itmez. 2. Suçluluk hissettirmez.3.Duygunun nedeni anlaşıldığı için iletişim sağlıklı olur. 4. Ben iletisi alan kişi başkalarını düşünmeyi de öğrenir. 5.Yakınlaşmayı sağlar. 6. Anlaşmazlıkları azaltır. 7. Konuşan kişiyi rahatlatır.
Bir başka örnek:
1. Yüksek sesle konuştuğunuz zaman(davranışın yargılamadan tanımlanması) dikkatim dağılıyor (davranışın somut etkisi).Böyle olunca da gerginleşiyorum(duygunun ifadesi).
2.2.2. Sorun Öğrencininse
Yararsız iletiler bölümünde yer alan 12 ileti kabul edilmezlik iletileridir.Sorunlu olmanın sorun olduğunu ileten bu iletiler kişilere yardımda etkisiz, hatta olumsuz etkiye sahiptir. Bunun yerine karşımızdakini olduğu gibi kabul etmek ilişkileri kuvvetlendirir.Kabul edildiğini hissetmekse sevildiğini hissetmek demektir.
Sorunları olan bireylerle etkili iletişim kurmayı kolaylaştıran dört temel dinleme süreci vardır.
a)Edilgin sessizlik:
Kabul etmeyi gösteren sözsüz bir iletidir.Daha fazla duygu düşünce paylaşmayı sağlar.Karşıdakine konuşma ve kendini anlatma şansı tanır.
b)Kabul edildiğini gösteren tepkiler:
Dikkatle dinlediğini göstermek için kullanılan baş sallamak, gülümsemek, kaş kaldırmak gibi jest ve mimikler ile “hı hı” “evet” gibi kısa, sözlü belirtilerdir.
c)Kapı aralayıcılar ve konuşmaya çağrı:
Konuşmayı başlatmak, derinleştirmek ve daha çok konuşturmayı sağlamak için kullanılan tümcelerdir.
“Bu konuda konuşmak ister misin?”
“İlginç, devam etmek ister misin?”
“Yaa, anlıyorum, sonra?”
d)Etkin dinleme:
İlk üç temel dinleme sürecinde etkin olan konuşucudur.Konuşan dinlendiğini bilir ama anlaşılıp anlaşılmadığını bilmez.Etkin dinlemede etkileşim daha fazladır.Konuşucuya dinleyenin yalnız duyduğunu değil, aynı zamanda doğru olarak anladığını da gösterir.
Etkin dinleme savunmayı azaltan, öz güveni zedelemeyen bir iletişim tekniğidir.Aynı zamanda duygusal olarak gerilimi azaltır.Etkin dinleyici olmak; karşıdakinin duygularını anlayabilmek, tanımlayabilmek, onlara zamanında yanıt verebilmek ve onları kendi sözcükleriyle takrarlayarak konuşanın onayını almaktır. Duyguların yansıtılması kişinin duygularının açıklığa kavuşturulmasına, belirginleştirilmesine yardımcı olur. Etkili dinleyici olmak için özetle; dikkati vermek, önyargısız olmak, konuşmaktan çok dinlemek, ilgi ve sabır ile dinlemek, anlamak için dinlemek gerekir.

Örnek1: Konuşucu :Bu hoca bana gıcık gidiyor.Derste beni azarlamak için fırsat kolluyor.Ne yapsam suç.
EtkinDinleyici; Seni sevmediğini hissediyorsun, nasıl davranacağını bilemiyorsun.
Örnek 2: Konuşucu :Bu gün size korkarak geldim. Sizden önceki öğretmenim yaptığı bir çalışmada yazdıklarınız gizli kalacak dediği hâlde yazdıklarımızı ailelerimize anlattı.Bu nedenle ailemle ilişkilerim bozuldu.Şu an size açılmakta kararsızım.

EtkinDinleyici :Öğretmenin davranışından dolayı güvenin sarsıldı. Aynı şeylerin tekrar başına gelmesinden korkuyorsun.
Konuşucu :Evet korkuyorum.Ama şu anda da çok fazla sıkıntım var.Anlatma ihtiyacı içindeyim.
EtkinDinleyici :Kendini bunalmış hissediyorsun, güvenecek birine ihtiyaç duyuyorsun.
Etkin dinleme gerçekleştirirken, konuşan kişinin konuşmasında yer alan anahtar sözcüklerin tekrarlanmasıyla kişi konuşmaya sevk edilir. Sorulan sorular gelişigüzel olmamalıdır.İyi soru sormak da bir iletişim becerisidir.Yargılayıcı, hesap sorucu bir izlenim yarattığı için“neden” “niçin” soru sözcükleri yerine “ne” “nasıl” soru sözcükleri kullanılmalıdır.Ayrıca konuşmanın sürmesini sağlamak için soruların açık uçlu olması gerekir.
2.2.3. Kaybeden Yok Yöntemi
İletişimde birinin davranışları diğerinin ihtiyaçlarına ters düşüyor, onu engelliyor ya da değerleri birbirine uymuyorsa, bu kişiler arasında çıkan sürtüşmeye “çatışma” denir. Çatışma durumunda sorun her iki tarafa aittir.Çatışmaların çözümünde en ideal yol, her iki taraf için kabul edilebilecek ve hiç birinin kaybetmeden kazanacağı bir çözüm üretme yöntemi olan“kaybeden yok yöntemi”dir.
“Kaybeden Yok” yöntemi bir süreçtir.Taraflar olumlu sonuca ulaşıncaya kadar pek çok iletişim içine girerler.Çatışmalarda her iki taraf soruna çözüm getirebilmek için baş başa verip çeşitli çözümler üretir ve içlerinden her iki tarafın gereksinimine yanıt verecek biri seçilir.
3. Sonuç
Sonuç olarak öğretimin etkili olmasında iletişim başat rolü oynamaktadır. Bunun için öğretmenlerin etkili iletişim becerilerine sahip olması ve bunları öğrencilere da kazandırmaya çalışması gerekmektedir.
İnsan“EtkinDinleme” becerileriyle karşılarındaki kişilerin sorunlarını çözmelerine yardımcı olacak; “Ben Dili”ni kullanarak kendilerine yaratılan sorunu çözecek; “Kaybeden Yok” yöntemiyle de çatışmalara iyi bir çözüm bularak etkili bir iletişim kuracaklardır.

DÜRÜSTLÜK

DÜRÜSTLÜK
Dürüstlük ahlaktır; dinin özüdür. Eğer dürüstlük yok ise din; estetik şekiller, kalıplar ve seslerden öteye geçmez.
Dürüstlük; her yerde, her zaman ve her konuda, kendi aleyhimize de sevdiklerimizin aleyhine de olsa, sadece doğruların ve dürüstlerin yanında, yanlışların ve yanlış yapanların karşısında yer almaktır. 4Nisa/135
En yakının bile olsa adam kayırma, şahitliğini dürüstçe yap:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa suresi, 135
En düşmanın bile olsa, asla haksızlık yapma:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Maide suresi, 8
Allah, en dürüst, en ahlaklı ve en adil olandır:
“Allah’tır O, ilah yoktur O’ndan başka. Hakkında hiçbir kuşku bulunmayan kıyamet gününde, hepinizi muhakkak bir araya toplayacaktır. Hadis/söz bakımından, Allah’tan daha dürüst(sadık) kim olabilir?” 4Nisa suresi, 87
“Ama imana erip yararlı ve doğru işler yapanları içlerinden ırmaklar akan hasbahçelere koyacağız, orada sonsuza kadar kalacaklar. Bu, Allahın gerçek vaadidir. Söz söyleme bakımından Allah’tan daha dürüst(sadık) kim olabilir?” 4Nisa suresi, 122
“De ki: “Allah, daima dürüst olmuştur(doğru söylemiştir). Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” 3Al-i İmran suresi, 95 (3Al-i İmran suresi, 152)
“Sonra onlara verdiğimiz söze sadık kaldık. Kendilerini ve uygun gördüğümüz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik.” 21Enbiya suresi, 9
“Mü’minler, birlikleri görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü daima dürüst olmuşlardır(doğruyu söylemişlerdir)” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.” 33Ahzab suresi, 22
“Onlar şöyle derler: “Hamd, bize olan vaadine sadık kalan ve bizi cennetten dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah’a mahsustur. Salih amel işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!” 39Zümer suresi, 74
Dürüstlük ilkeseldir, inançla ilgilidir:
“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelerek dürüst olun ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” 41Fussilet suresi, 6
İnsanların kurtuluşu dürüstlüğe bağlıdır:
“Allah dedi ki: “Bu, dürüst insanlara, dürüst olmalarının yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” 5Maide suresi, 119
“Kendi içlerinden birine, “Bütün insanlığı uyar; imana erişenlere, her bakımdan içtenlikli ve dürüst olmakla Rablerinin katında öteki herkesten ileri geçtiklerini müjdele” diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti? (Yalnızca) hakkı inkar edenler, “Bakın, bu (adam) düpedüz bir büyücü!” derler.” 10Yunus suresi, 2
“Bunun böyle olması Allah’ın, dürüstleri, dürüstlükleri sebebiyle ödüllendirmesi, uygun görürse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 33Ahzab suresi, 24
Dürüstlük, sorgulanır ve ancak denemelerle ortaya çıkar:
“Allah, seni affetsin! Gerçekten dürüst olanlar(sadıklar) sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?” 9Tevbe suresi, 43
“Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, gerçekten dürüst olanları(sadıklar) da mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” 29Ankebut suresi, 3
“O, dürüstlerin dürüstlüklerini sorgulasın diye. Ve O, hakikati inkar edenlerin tümü için acı bir azap hazırlamıştır!” 33Ahzab suresi, 8
Kur’an’ın özü dürüstlük ve adalettir:
“Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk(dürüstlük-sadakat) ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” 6En’am suresi, 115
“O, âlemler için, içinizden dürüst olmak(istikamet) isteyenler için, ancak bir öğüttür.” 81Tekvir suresi, 28
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol(istikamet). Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” 11Hud suresi, 112
En güzel dua: Bir yere kabul edilme ve reddedilme gerekçesinin dürüstlük olmasıdır:
“De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) dürüstlük ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni dürüstlük ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” 17İsra suresi, 80
“Allah da, “Her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin(istikamet) ve sakın bilmeyenlerin yolunda gitmeyin” dedi.” 10Yunus suresi, 89
Gerçek takva(içdisiplin-özdenetim-otokontrol veya dindarlık), dürüstlükten geçer:
“Dürüstlüğü(doğruyu) getiren ve onu onaylayanlar var ya, gerçek takva sahipleri onlardır.” 39 Zümer suresi, 33
Dürüstlük, yalnızca lafla değil onu destekleyen eylemlerle gerçekleşir:
“Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Günü’ne, melekler, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (mali) yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır dürüst olanlar(sadakatlerini gösterenler) ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.” 2Bakara suresi, 177
“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar dürüst(sâdıklar) kimselerin ta kendileridir.” 49Hucurat suresi, 15
“(Böylece, bu ganimetlerin bir kısmı) zulüm ve kötülük diyarını terk etmiş olanlar arasındaki yoksullar(a verilecektir.) Yurtlarından ve mülklerinden sürülmüş, Allah’ın lütfunu ve rızasını arayan ve Allah’a ve Elçisi(nin davası)na yardım edenler, dürüstler(sâdıklar) işte onlardır!” 59Haşr suresi, 8
Dürüstlük, zor zamanlarda belli olur:
“İtaat ve güzel bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah’a verdikleri söze sadık kalsalardı(dürüst kalsalardı), elbette kendileri için daha iyi olurdu.” 47Muhammed suresi, 21
“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar(dürüst yaşadılar). İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” 33Ahzab suresi, 23
Dürüstlük bir yol ayrımıdır:
“Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dürüst/dosdoğru ol(istikamet). Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.” 42Şura suresi, 15
Gerçekten de dürüstlük, Kur’an merkezlilikten de Allah odaklılıktan da önce zaten olması gereken insanî ve ahlakî bir duruştur.
***
DÜRÜSTLÜK VE DOĞRULUK ADINA YAŞANANLAR
1.Dürüstlük güvenilirliktir.
2.Dürüstlük, daima hakkın ve haklının yanında, haksızlık ve haksızın karşısında yer almaktır. (hak: doğru, yararlı, güzel, iyi, geliştirici, ilerletici, mutluluk ve huzur verici)
3.Dürüstlük; yalanın, sahteliğin ve ikiyüzlülüğün her türünden uzak durmaktır.
4.Dürüstlük; erdemdir, erdemli yaşamdır.
5.Dürüstlük; doğruluktur, haktır, adalettir.
6.Dürüstlük, gerçekçi ve inandırıcı olmaktır.
7.Dürüstlük özü sözü bir olmaktır.
8.Dürüstlük, bulunduğun ortamlarda insanlık adına asıl söylenmesi gerekeni söylemen ve asıl yapılması gerekeni yapmandır.
9.Dürüstlük, doğru kimden gelirse gelsin onunla huzur bulmak, mutlu olmak ve ona sahip çıkmaktır.
10.Dürüstlük, sorumlu davranmaktır.
11.Dürüstlük, temizliktir, arınmışlıktır.
12.Dürüstlük, kazandıklarımızla uyumlu ve doyumlu olabilmektir.
13.Dürüstlük vefalı olmaktır; emeğe saygıdır, dostlarına, değerlerine bağlılıktır.
14.Dürüstlük açık sözlülüktür, açık yürekliliktir, ilkeliliktir, tutarlılıktır.
15.Dürüstlük yarını düşünmektir.
16.Dürüstlük tek kişilik değildir. Kişisel çıkara dayanmaz. Tüm insanlığı bir aile olarak görebilmektir.
17.Dürüstlük dostlarının acısını paylaşabilmek, dindirebilmektir.
18.Dürüstlük her türlü kompleksli ve kaprisli davranışlardan uzak durmaktır.
19.Dürüstlük, emanetlere(sahip olduğun her şeye) sahip çıkmaktır.
20.Dürüstlük insan olmaktır.
21.Dürüstlük doğallıktır. Vücudun ahengidir, tüm organlarıdır uyumudur. Sen gülerken tüm organlarının; gözlerinin de gülmesidir. Sen ağlarken tüm organlarının; gözlerinin de buna katılmasıdır.
22.Dürüstlük sağlam karakter ve güçlü kişilik ister.
23.Dürüstlük, hakka ve hakikate ve de söze bağlılıktır.
24.Dürüstlük doğallık ve içtenliktir.
25.Dürüstlük, her türlü abartıdan uzak durmaktır.
26.Dürüstlük saygıyı ve özsaygıyı getirir.
27.Dürüstlük özdenetim ve özeleştiri getirir.
28.Dürüstlük özveridir. Yalnızca kendini düşünmek değildir.
29.Dürüstlük, sabır ister, özdirenç ister.
30.Dürüstlük, ileri görüşlülüğü gerektirir.
31.Dürüstlük, değerlerimizden ödün vermezliktir.
32.Dürüstlük, uyanık bilince sahip olmaktır.
33.Dürüstlük, şahitlik gerektiren durumlarda gereğini yapmaktır.
34.Dürüstlük, olması gerekendir, aradığındır.
35.Dürüstlük, hak yememektir.
36.Dürüstlük, tükettiğimiz kadarını, hatta daha fazlasını üretmek gerektiğinin bilincine sahip olmaktır.
37.Dürüstlük, miş gibi yaşamamaktır.
38.Dürüstlük kandırmamaktır, aldatmamaktır, aldanmamaktır.
39.Dürüstlük, adam gibi yaşamaktır, yaşatmaktır.
40.Dürüstlük rol yapmak, maske takmak, sahte, yapay ve yapmacık davranmak değildir.
41.Dürüstlük haksızlık yapmamak ve haksızlığa izin vermemektir.
42.Dürüstlük, her türlü sömürüye karşı durmaktır.
43.Dürüstlük, doğruluk adına öğrendiklerimizi çiğnememek, terk etmemektir.
44.Dürüstlük, acılara sessiz kalmak değildir.
45.Dürüstlük, gerçekleri göz ardı etmemektir.
46.Dürüstlük, sorunlardan kaçmak veya onları görmezlikten gelmek değildir.
47.Dürüstlük, sahip olduğumuz birtakım özelliklerden dolayı kibirlenmek veya kendimizden utanç duymak değildir.
48.Dürüstlük, ırk, renk, sınıf ve cinsiyet ayrımı yapmamaktır.
49.Dürüstlük, kısa vadede sana kaybettirecek, uzun vadede ise kazandıracak devrimci ve reformist gayretlerdir.
50.Dürüstlük; tüm bunların toplamıdır ya da kişisel çıkar gütmeden aradığın her türlü davranışın ve duygunun adıdır. 
DÜRÜST OLMAK:
§ Doğrunun değil en doğrunun tarafı olmaktır.
§ Özü-sözü bir olmaktır.
§ Adaletli olmaktır.
§ Açık sözlü olmaktır.
§ Açık yürekli olmaktır.
§ Tutarlı olmaktır.
§ İlkeli olmaktır.
§ Gerçekçi olmaktır.
§ Empati kurmaktır.
§ Direkt olmaktır.
§ Samimi olmaktır.
§ Sorumlu olmaktır.
§ Değerbilir olmaktır.
§ Hak-bilir olmaktır.
§ Kararlı olmaktır.
§ Saygılı olmaktır.
§ Ölçülü olmaktır.
§ Özeleştiri yapabilmektir.
§ Abartılardan uzak durmaktır.
§ Otokontrol sahibi olmaktır.
YOKSA DÜRÜST OLMAK:
§ İğnelemek değildir.
§ Dokundurmak değildir.
§ Kem küm etmek değildir.
§ Lafı evelemek gevelemek değildir.
§ Dolaylı olmak değildir.
§ Kaçak güreşmek değildir.
§ Bahanelerin arkasına sığınmak değildir.
§ Kompleksli ve kaprisli hava estirmek değildir.
§ Mış gibi davranmak değildir.
§ Entrikalar çevirmek değildir.
§ Kişisel çıkarları öne çıkarmak değildir.
§ İlkel yöntemlerle iletişim kurmak değildir.
§ Kendi bütünlüğü içinde çelişkilerle iç içe olmak değildir.
§ Başkasından istediklerimizi kendimizden uzaklaştırmak değildir.
§ Bir taraftan baltalarken, tırpanlarken diğer taraftan orakla temizlik yapıyormuş görüntüsü vermek hiç değildir.
Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluk bilincinden uzaklaşmayın ve özü-sözü bir (sâdıklar) kişilerle beraber olun.” Tevbe suresi/119
DÜRÜST İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ
Düşüncede ve inançta, sözlerde, davranışlarda ve duygularda aşağıdaki ölçütlere(paradigma) sahiptirler:
1. Doğru(her yerde, her zaman, herkese karşı yararlı, güzel, iyi, geliştirici, ilerletici, mutluluk ve huzur verici düşünce sahibi, bu özellikteki kişilerin ve düşüncelerin yanında)
2. İlkeli(inandığı ilkelerden ödün vermez),
3. Özgüvenli(kendine güvenen, alkışlarla değil, yaptığı işle güç kazanan),
4. Güvenilir(özü sözü bir, her türlü sahtelikten uzak, yanında ve uzağında kendimizi güvende hissettiğimiz),
5. Kişilikli(kopya ve öykünme(taklit)lerle değil, kendi değerleriyle ayakta duran),
6. Samimi(içten ve candan)
7. Gerçekçi ve inandırıcı(ayakları yere basan, söylemleri uygulama olanağı bulan),
8. Komplekssiz(aşağılık karmaşası yaşamayan, kendisini küçük görmeyen)
9. Kaprissiz(üstünlük saplantısı olmayan, kendisini beğenmişlikten kurtulmuş),
10. Sahtelikten(maskeli, yapay, yapmacık, oynayıcı, rol yapıcı her türlü söz, davranış ve tutumdan) uzak,
11. Tutarlı(kişisel bütünlük sahibi/söyledikleriyle yaptıkları uyumlu),
12. Sağlam ve güçlü karakterli(düşünce ve inançları, söyledikleri ve yaptıkları bilinçlice, sağlam bir temele dayanan, söyledikleriyle yaptıklarının arkasında duran),
13. Açık sözlü(dobra: başkalarıyla ilgili konularda açık),
14. Açık yürekli(art niyetsiz/şeffaf ve içten: kendisiyle ilgili konularda açık)
15. Özdenetimli(yanlışlara ve kötülüklere karşı kendini frenleyebilen/otokontrol sahibi),
16. Doğal(abartısız),
17. Sözüne bağlı(sözüne ve kendini adadığı ilkelere bağlı),
18. Özeleştiri yapabilen(Kendi eksiklerini ve yanlışlarını görüp eleştirel yaklaşabilen)
19. Yalancılık karşıtı(açık ve örtülü her türlü yalana karşı),
20. Sorumluluk sahibi(sorumluluk alan ve sorumluluklarını yerine getiren),
21. Nitelikli(kaliteli: kendisini geliştirip ilerleten),
22. Saygılı ve özsaygılı(onurlu, ne ezen ne ezilen, ne sömüren ne de sömürülmeye izin veren, başkalarına saygılı ve kendisine saygısızlığa izin vermeyen/içbarış ve içhuzuru olan/Ne kendini ne de başkasını küçük gören/Herkesi insan olarak eşit gören),
23. İleri görüşlü(Öngörülü, her türlü olumlu ve olumsuzlukları sezip önlemini alan),
24. Özdirençli(baskılara ve zorluklara göğüs geren, sabırlı, kararlı ve azimli),
25. Adaletli(herkese hakkını veren; ama sadece dürüst insanlara hak veren/Haktanır),
26. Doğruları benimseyici ve sahiplenici(doğruları lafta değil, yürekten benimseyen),
27. Uyumlu(çatışma ve kavga yerine alternatif çözümler sunan, yozlaşmadan uzlaşabilen) ve doyumlu(elindeki olanaklarla idare etmesini bilen/Sürekli sızlanmacı ve şikâyetçi olma yerine, isteklerine kavuşmak için kendisini ve çevresini geliştirmeye kilitlenen),
28. Ödün vermez(temel ilkelerde taviz vermediği halde, ayrıntılarda esneklik gösterebilen),
29. Denetleyici(uyanık, farkına varıcı ve uyarıcı bir bilinç sahibi/Dalmayan, farkındalık sahibi) 
Dürüst olmayan bir insan, bizimle aynı düşüncede ve aynı inançta olduğunu söylüyorsa, ya biz dürüst değiliz, ya da onunla aynı düşünce ve inançta değiliz.
KUR’AN ‘DA İNSAN TİPLEMESİ: İDEAL İNSAN VE KALİTELİ YAŞAM
Her türlü dinsel istismarcıdan soyutlanmış tanrısal temel kaynak kitaplar(Kur’an, Tevrat ve İncîl); kaliteyi, en ideali ve erdemli yaşamı ilke edinir:
a)En ideali söyle:
17İsra/53-Tambağlanımlılarıma de:” En ideal olanı söylesinler.”
b)En ideal şeye uy:
39Zümer/18-Onlar, söylenilenleri tamdinlerler, sonuçta en idealine uyarlar. İşte onlar, Allah ‘ın doğru yola eriştirdiği kişilerdir. İşte onlar, gerçeğin özünü sahiplenenlerdir.
c)En kaliteliden yararlan:
18Kehf/19-… Bu arada şu paranızla, birinizi şehre gönderin de gözlemlesin. Hangisi en kaliteli yiyecekse, ondan size azık getirsin…”
d)En ideal üslubu kullan:
29Ankebut/46-Onlardan erdemsel değerlere ihanet etmiş kişiler hariç, temel kaynak kitap işbilirleriyle en ideal üsluptan başka türlü tartışmaya girmemelisiniz…”
e)Tanrı sözü, en ideal sözdür:
39Zümer/23-Allah, en ideal sözü temel kaynak bir kitap olarak indirip sundu…
39Zümer/18-Onlar, söylenilenleri tamdinlerler, sonuçta en idealine uyarlar…
(Turgut Çiftçi)
DÜRÜSTLÜK BİR YAŞAM BİÇİMİ
İnsan neden konuşur, neden yazar? Niçindir bu kadar uğraş? Git onunla uğraş, gel bununla. Git ona bir şey ver, gel buna. Biri kompleksli, diğeri kaprisli. Etrafta onlarca ‘mış gibi davranan’ insan var! Kayıtsızlar, kayıtlıymış ve kayıtsızmış gibi davrananlar… Anlık, günübirlik başarılarıyla, varlıklı oldukları sanısıyla kendilerini özel görenler, markalılar, maskeliler, bunlara özenenler… Dünya ölçeğinde düşünemeyenler… Sahip olduğunuz özelliklerle dünya listelerinde acaba kaça girerdiniz? Girseydiniz bile, hangi kaprisi hak ederdiniz ki! Kime ne verdiniz ki kimden ne istiyorsunuz!
Evet, bu da bir yaşam biçimi! Kendim için, kendi mutluluğum için, başkaları için. Eşimin, çocuğumun, annemin, babamın, kardeşlerimin, akrabalarımın, komşularımın, akrabalarımın akrabalarının mutluluğu için, ülkem insanının mutluluğu için, evet, içinde yaşadığım ülkenin, içinde yaşadığım dünyanın mutluluğu için ciddi bir uğraş… Konuşma, okuma ve yazın etkinliği.
İyi yetişmiş, bilinçli, dürüst, sorumluluk sahibi bir çevrede yaşamanın ne kadar harika olduğunu düşünebiliyor musunuz! Bilincini donattığınız insan, benim, senin ya da çevremizdeki insanların komşusu, yakını. Orada, her an karşımıza çıkan bakkal, manav, kasap, terzi, öğrenci, öğretmen, tamirci, çırak, garson, asker, doktor, mühendis, sanatçı veya başka bir meslek sahibi.
Ben, bilinci donatılmış bir çevrede yaşamak istiyorum. Çevresine çiçek diken çiçek, çöplüğe çeviren de çöplük buluyor. Her zaman kavga, gürültü ve savaşların olduğu bir dünya mı, yoksa barış ve dostluğun egemen olduğu bir dünyayı mı tercih ederdiniz?
İnsan bir şeyleri söylemekten değil, ancak doğru ifade edememek ve anlaşılamamaktan endişe etmeli!
Tüm çalışmalar komplekssiz ve kaprissiz bir yaşam için… Bugünümüzün mutlu ve huzurlu geçmesi umuduyla… Bugünlerimizi karanlığa gömerek, geleceğimizi aydınlatamayız. Bugünü dolu dolu yaşayan, dünü unutmayan, yarınını düşünüp planlayan bir toplum için.
Buradaki yazılar, okuyanı bilinçlendirdiği, varolan bilincini geliştirdiği, bilinç düzeyini yükselttiği, bilincini erdemsel değerlerle donattığı ölçüde anlamlı ve değerlidir. (02.02.03)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...