27 Nisan 2016

Hz. Ömer'in Şehit Edilişi



Hz. Ömer'in Şehit Edilişi

Said b. Müseyyeb anlatıyor: Hz. Ömer (son haccmda) Mina'dan ay­rıldıktan sonra Mekke'deki EI-Ebtah denen yerde devesini çökertip oradaki çakılları toplayıp istif yaptı, sonra sırtını yaslayıp ellerini se­maya kaldırarak "Allah'ım yaşım ilerledi, gözüm azaldı, tebaam yer­yüzüne dağıldı. Daha fazla yoyulmadan, terk edilmeden beni huzuruna al!" diye dua etmişti. Daha Zilhicce ayı çıkmamıştı ki vurularak şehit oldu.[945]
Ebu Salih es-Semmân anlatıyor: Ka'bu'l-Ahbar, Hz. Ömer'e: Ben seni Tevratta "şehid olarak öldürülecek" şeklinde buluyorum, dedi. Ömer (r.a.)da: Ben Arap yarımadasında oturuyorum -savaş olan yer­lerde değil- bana şehitlik nereden nasib olacak, dedi.[946]
Eşlem de, Ömer'in: "Allah'ım bana senin yolunda şehitlik ver, ölü­mümü Peygamberinin beldesinde nasib et."dediğini, Bu haberi Buhari nakleder.[947]

Ma'dân b. Ebu Talha el-Ya'murî der ki: Hz. Ömer Cuma günü hut­beye çıktı. Peygamber (s.a.v.)'i ve Ebu Bekr'i andı sonra da: Rüyamda sanki bir horozun beni bir ya da iki defa gagaladığını görür gibi ol­dum. Ben bu rüyayı ecelimin geldiğine yorumluyorum. Bir kısım in­sanlar benden yerime halife atamamı istiyorlar. Allah dinini ve hilafe­tini zayi edecek değildir. Eğer bana ölüm acele gelecek olursa hilafet işi, şu Peygamberin ölürken kendilerinden razı olduğu altı kişilik gru­bun şûra yapmasıyla belirlenecek. (Ben kesinlikle biliyorum ki, ben­den sonra bazı kimseler bu işe karşı geleceklerdir. Ben onları şu elimle İslâm üzerine dövmüştüm. Eğer böyle yaparlarsa bunlar Allah düş­manı sapıklardır.

 Sonra ben. bana göre Kelâle (çocuğu babası olmayan kimsenin ölümündeki mirashk)'den daha önemli bir mesele bırakma­dım. Bu konuda hiçbir meselede, bununla kadar ısrarla Peygambere gidip gelmedim. Hatta Peygamber parmağım karnıma dürtüp: "Sana Nisa süresindeki son ayetler yeter." buyurdu. Yaşarsam bu konudaki hükmü öyle bir belirleyeceğim ki, Kuran'ı okuyan da okuyamayan da onunla hüküm verebilecek. Sonra Hz. Ömer şöyle devam etti: "Al­lah'ım şehirlerdeki valilerine seni şahit tutarım. Zira ben onları bu gö­reve sadece, insanlara dinlerini, Peygamberin sünnetini öğretip, halka adaletle davranıp, ganimeti aralarında pay etsinler, kendilerine zor gelen işleri bana havale etsinler, diye getirdim.)[948]

Zühri der ki: Hz. Ömer müşrik esirlerinden buluğ çağına gelenlerin Medine'ye girmesine izin vermezdi. Bu iş ta Muğira b. Şu'be'nin Küfe valisi iken Hz. Ömer'e bir mektup yazarak onda birçok sanatı bulunan bir köleyi anlatarak Medine'ye girmesi için izin isteyinceye kadar sürdü. Muğira mektupta "Bu gençte çok işler var ki, insanlar bundan çok yararlanır. Zira o demircidir, süslemecidir, oymacıdır ve maran­gozdur." diyordu. Hz. Ömer de izin verip göndermesini istedi. Muğira b. Şu'be ona her ay yüz dirhem vergi vermesi şartını koymuştu. 

Medi­ne'de Hz. Ömer'e bu haracın ağırlığını şikayete geldi. (Hz. Ömer ona ne iş yaptığını sorup o da sanatlarını söyleyince) işine göre bu vergi çok değil", deyince, öfkeyle homurdanarak geri döndü.
Bir kaç gün sonra köle yine uğradı. Hz. Ömer onu yanına çağırıp, senin "Ben dilesem, yel ile dönen bir değirmen bile yaparım", dediğini duymadım mı? deyince köle asık bir suratla Ömer'e bakıp "Ben sana öyle bir değirmen yapacağım ki hep insanlar onu konuşacak." dedi. Köle gidince Ömer yanındakilere: "Az önce köle beni tehdit etti!" dedi. Bir kaç gün sonra bu Ebu Lü'lü denen köle kabzası ortada, iki uçlu bir hançeri kuşandı. Sonra seher vakti mescidin bir köşesinde gizlendi.[949]

Amr b. Meymun el-Evdî anlatıyor: Bu Ebu Lü'lü denen kişi Muğİra b. Şu'benin kölesi olup, yanında taşıdığı iki uçlu bir hançerle Hz. Ömer'i yaralayıp, onunla beraber namaza gelen on İki kişiyi daha ya­ralamıştı. Onların altısı bu yaradan öldüler. Irak halkından biri, kaç­maya çalışan katilin üzerine bir bornuz attı. Etrafı sarıldığını gören köle kendini de öldürdü.[950]

Abdullah b. Zübeyr'in torunu Âmir, babası Abdullah'tan rivayet ediyor: Ömer bana dayanarak çarşıdan gelmişti. Ebu Lü'lü'e yanımıza uğradı. Ömer'e öyle çirkin bir bakışla baktı ki, eğer ben orada olma­sam ona saldıracak sandım. Daha sonra şafak vakti mescide geldim. Ben uykuyla uyanıklık arası bir haldeyken bir de Ömer'in "Köpek! Beni öldürdü." dediğini duydum. İnsanlar bir müddet dalgalanıp dur­dular. Daha sonra bir de Abdurrahman b. Avf in sabah namazmdaki okuyuşunu duyduk. [951]

Sabit el-Bünanî anlatıyor: Ebu Rafı der ki: Ebu Lü'lü'e denen köle Muğira'nın kölesi olup değirmen yapardı. Muğira ondan her gün dört dirhem elde ediyordu. Köle Hz. Ömer'e rastladı ve: "Ya Emira'l-Mu'minin, Muğira bana çok ağır vergi koydu, onunla konuşsan!" dedi. Hz. Ömer'in niyeti konuyu Muğira ile konuşmak idi. Ona "Sen Efen­dine iyi davran!" dedi. Köle öfkelendi ve "Adaleti benden hariç bütün insanlara yetiyor" deyip, içinden Hz. Ömer'i öldürmeye karar verip bir hançer satın alarak onu bileğledi ve zehir içirdi. Ömer tekbir almadan önce cemaata "saflarınızı düzeltin" diyordu. Ebu Lü'lü'e gelip safta tam karşısına durdu ve hançeri hem omuzuna hem de böğrüne sapladı.

Ömer (r.a.) yere yığıldı. Adam Ömer'in yanındakilerden on üç kişiyi daha bıçakladı. Onların altısı öldü. Ömer hemen ailesinin yanına götü­rüldü, neredeyse gün doğacaktı. Sabah namazını iki kısa sûre ile Abdurrahman b. Avf (r.a.) kıldırdı. Hz. Ömer'e hurma şerbeti getirip içirdiler. Onu içti. Nebiz onun yarasından dışarı çıktı ama tam anlaşı lamadı. Sonra süt içirdiler. O da yaradan çıktı. Kendisine "Yaran o ka­dar kötü değil" dediler. Hz. Ömer de: "Eğer katil de bir sakınca varsa işte ben öldürüldüm." dedi. 

Etrafındakiler ona övgüler yapmaya baş­layıp: "Sen şöyle idin, sen böyle idin!" dediler. Bunun üzerine o da: "Ama vallah ben bu işten ne lehime ne aleyhime, bana yetecek kadar kurtulabilmeyi ne kadar isterdim. Zira Rasulullah'ın sohbeti benim için daha selametliydi." dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas da onu överek "Sen vallahi bu işten sadece kendine yetecek kadar çıkma­yacaksın sen Peygambere en iyi arkadaşlık yapıp şu şu işleri yaptın. O senden razı olarak öldü. Sonra Ebu Bekr'le arkadaşlığı aynen öyle sür­dürdün. Sonra bu işi omuzladın öyle güzel şeyler yaptın ki...." diye konuştu. Hz. Ömer onun bu sözleriyle biraz rahatladı da "Bir daha tek­rar et!" dedi. Sonra Ömer (r.a.):

-Yeryüzünün her tarafı benim için altın olsaydı kıyamet gününün (herkesin seyrettiği) o dehşetli görünümünden kurtulmak için onu kurtuluş fidyesi olarak verirdim. Neyse ben hilafet işini, şu Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman ve Sa'd'a havale ettim danışacaklar. Sonra Suheybe insanlara namaz kıldırmasını emretti. Bu altı danış­mana da üç gün süre verdi.[952]

Amr b. Meymun Ömer (r.a.)'tan nakleder: (Hz. Ömer'i ilk ziyarete gelen İbni Abbas olmuştu. Ona: "Git de, bana kimin hançer vurdu­ğunu bir öğren gel!" dedi. O da gidip bunu tesbit ederek geriye geldi ve Muğira'nın sanatkar kölesi." dedi. Hz. Ömer "Allah onu kahretsin ona ne olmuş, oysa ben onun işine yarayacak olan iyiliği emretmiş­tim." deyip sonra da) "Benim ölümümü müslüman olduğunu iddia eden birinin eline vermeyen Allah'a hamd olsun." dedi. 

Sonra Abdul­lah b. Abbas'a "Sen ve baban Abbas bu acem kafirlerinin Medine'de çoğalmasını çok istiyordunuz." dedi. (Abbas içlerinde bunlara en yu­muşak davrananı idi.) Sonra öleceğini anlayınca "Ya Abdullah! Bak bakayım ne kadar borcum var?" dedi. Hesaplanınca seksen altı bin dirhem olduğu anlaşıldı. "Eğer Ömer'in malı yeterse borcu bu maldan kapat. Yetmezse Adiy oğullarından iste. Yine yetmezse Kureyş'ten olanlardan iste.

 Ama başkalarına gitme, sonra Hz. Aişe'ye var ve "Ömer iki dostuyla beraber defnedilmek için senden izin istiyor!" de" dedi. Abdullah ona vardı ve "Ömer'in sana selamı var...." diye izin is­tedi. Hz. Aişe "Ben o yeri kendim için istiyordum. Ama artık bugün onu kendime tercih ediyorum." dedi. Abdullah gelip "sana izin verdi" dedi. Ömer de Allah'a hamdu sena etti.

(Sonra kızı Ümmu'l-mü1 minin Hafsa (r.a.) geldi. Kadınlar çevre­sinde ona sütre oluyorlardı. Biz onu görünce Ömer'in yanından ayrıl­dık. Hafsa bir süre yanında kaldı. Sonra adamlar giriş izni istediler de Hafsa öte odaya girdi, sonra ağlayışını duyduk.)[953]

Hz. Ömer'e: Ya Emira'l-Mu'minin bize tavsiyeni yap ve halifeyi ta­yin et!" denildi. O da: "Ben bu işe adam tayin etmeye Rasulullah'ın kendilerinden razı olarak öldüğü şu gruptan daha hak sahibi birini gö­remiyorum." deyip, Ali, Talha, Osman, Zübeyr, Abdurrahman ve Sa'd adını saydı. Abdullah b. Ömer de onlara şahid sıfatıyla katılacak ama bu işte onun hiçbir yetkisi olmayacak. Sanki taziyeci gibi orda olacak. Eğer başkanlık Sa'd'a verilirse ne alâ, o öyle olur. Yoksa içlerinden hangisi seçilirse, ona yardım edilsin. Zira artık ben onu acizlikten ya da hainlikten dolayı görevden azledemem." dedi.

Sonra Ömer (r.a.): Benden sonra halife olacaklara: "Allah'tan korkmalarını, muhacirlere Ensarın hak ve hürmetlerine riayeti, diğer şehir halklarına hayırla davranmalarını tavsiye ederim. Zira onlar İs­lâm destekçileri, verginin tahsildarları, düşmana yönelen öfkedir. Arapların aslı olan bedevilere de iyi davranın, zira onlar İslâm'ın ilk maddesidir. Mallarının fazlalarından alınıp yine onların fakirlerine ve­rin. Allah ve Rasulünün zimmetinde bulunan, içinizdeki gayri müslim zimmilere verdiğiniz sözünüzü tutun. Hududlarından ötedeki düş­manlarıyla savaşın. Zimmilere güçlerinin üstünde vergi teklifinde bu­lunmayın." derim, dedi.

Hz. Ömer ölünce cenazesini çıkarıp yürümeye başladık. Hz. Aişe'nin hücresine gelince Abdullah b. Ömer, Hz. Aişe'ye selam verdi ve "Ömer müsaade istiyor! dedi. Aişe de: "İçeriye alın!" deyince ce­naze içeri alınıp iki dostuyla beraber gömüldü.

Defin tamamlanınca döndüler. Şûra grubu derhal toplandı. Abdurrahman b. Avf bu işi aranızdan üç kişiye indirin, tavsiyesinde bulundu. Zübeyr, ben yerimi Ali'ye verdim, dedi. Sa'd da: Ben yerimi Abdurrahman'a verdim, dedi. Talha da: Ben de Osman'a verdim, dedi. Üçü baş başa kalınca Abdurrahman: "Ben bunu istemiyorum ama hanginiz bu işten teberri edip de kendi yerini bana verecek. Böyle ya­parsanız ben daha faziletli ve mûslümanlara daha hayırlı gelecek ola­nınızı ötekine değişmeyeceğime Allah için söz veririm." dedi. Ali de Osman da bir şey demediler. Abdurrahman: "Peki ben çıkıyorum, ama bu işin çözümünü bana bırakırsanız ben de hayırlı olanınızı tercih ede­ceğime Allah için söz veririm!" dedi. Bu kere ikisi de "olur" dediler.

Bu kere Abdurrahman, Ali (r.a.)'la baş başa bir görüşme yaptı ve Ali'ye: Senin de bildiğin gibi, senin İslama girişteki kıdemliliğin ve Peygamber (s.a.v.)'e olan akrabalığın tartışılmaz. Allah adına sana söylüyorum, ben şimdi seni halife tayin edecek olsam, insanlara ada­letli davranacak mısın, eğer Osman'ı tayin edersem ona itaat edip sö­zünü dinleyecek misin?" dedi. Hz. Ali de "evet" dedi. Sonra Osman'la baş başa kaldı, ona da: aynı sözleri tekrarladı. O da "evet" dedi. Abdurrahman ikisinden de söz alınca, Osman'a dönüp "Uzat elini" de­yip, Osman'ın elinden ona biat etti. Hz. Ali de biat edince diğer in­sanlar da biat etti.[954]

Misver b. Mahreme anlatıyor: Hz. Ömer hançerlendiğinde bayılmışti. Sabah olunca oradakilerden "Eğer Ömer daha yaşıyorsa, siz onu namaz için avutabileceğiniz gibi başka bir şey diyerek ayıltamazsi-nız." diyenler oldu. Bunun üzerine: "Ya Emira'-Mu'minin, namaz, namaz kılındı!" dediler. Ömer hemen gözlerini açıp "Hay Allah, haydi öyleyse, Namaz terk eden kişinin müslümanlıkta nasibi yok!" dedi ve yarasından kanlar akarken namazını kıldı.[955]

Nadr b. Şümeyl der ki: Bize Ebu Amir el-Hazzâz İbnu Ebi Müleyke aracılığıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini haber verdi: Hz. Ömer hançerlendiği zaman Ka'b geldi ve: "Vallahi müzminlerin emiri dua edecek olsaydı, Allah onu hayatta bırakacak ve onu bu üm­metin görmesi için yükseltecek şöyle şöyle yapacak" diye hatta müna­fıkların adını da bu meyanda saydı. Ben Ka'b'a "Bu söylediğini Ömer'e ulaştırayım mı?" dedim de o "Zaten ben seni ona söylesin diye bunları söyledim." dedi. 

Ben insanları aşarak başııcuna gelip oturdum ve "Ya. Emira'I-Mu'minin!" dedim. Babam başını kaldırdı. Ben de "Ka'b Allah'a yemin ederek, eğer mü'mihlerin Emiri dua edecek olsa, Allah onu hayatta bırakacak ve onu bu ümmete arz edece..." diyor." dedim. "Ka'b'ı çağırın!" dedi. Onu çağırdılar. Gelince "Sen ne diyor­sun?" dedi. O da "Şöyle şöyle diyorum!" dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.): Hayır! Vallahi böyle bir dua yapmam. Lakin eğer Allah af et­mezse Ömer işte o zaman mutsuzdur." dedi. Derken Suheyb geldi ve vâh Safıyyâh, vah halîlâh, vâh Ömerûh (vay dost, vay canın vay Ömer!) diye ağlamaya başlayınca, Hz. Ömer: Yavaş ya Suheyb, sana Peygamberin "kendisine ağıt yapılan kişi, ehlinin kendisi için yaptığı ağıt sebebiyle azab görecektir." haberi yoksa sana ulaşmadı mı?" dedi.[956]

îbnu Abbas (r.a.)'ın "Ebu Lü'lü'e mecusi dininden idi." dediği söy­lenir.[957]
Zeyd b. Eşlem, babası Eslem'in şöyle dediğini anlatır: -Abdullah b. Ömer babasına: "Kendini biraz zorlayıp da müslümanlara bir halife tayin etseydin sana bir şey mi olacaktı?" dedi. Hz. Ömer: "Beni oturtun!" dedi. Abdullah der ki: "Beni oturtun." de­diğini duyunca korkumdan, 'keşke Ömer'le aramızda Medine eninde bir mesafe olaydı' dedim. Sonra bana: "Siz kendi ağzınıza göre kimi tayin ettiniz!" dedi. Ben, falancayı!" dedim. 

O "Onu seçerseniz o sizin ak saçlınızdır." deyip sonra Abdullah'ın üzerine yönelerek "Vay anası yitiresice vay, sen bebeklere bakman mı, bebek bebekle büyür, onunla orta yaşa gelir. Sen onun, kendini yaratanı bildiğini sanıyor musun?" deyince Abdullah "evet ya emiral-mu'minin" dedi. Hz. Ömer de: "İşte ben de Allah'a; bana 'onlara kimi emir tayin ettiğim' hakkında soru sorarsa, ben de: "falancayı emir yaptım diyecek değilim. Ben onun hakkında neler neler biliyorum. Hayır, vallahi ilk önce bana bu işi yükleyenlere şimdi ben geri vereceğim -ne yaparlarsa yapsınlar- bu işe benden daha hayırlı- Allah'ın bana verdiği şeylerden hiç birisini ek­siltmeyecek birinin, bu işin başına gelmesini ne kadar isterdim!" dedi.[958]

Salim b. Abdullah, babası, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini an­latıyor: Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Sa'd, Hz. Ömer'in yanına girdi. Talha o sıra yoktu. Ömer (r.a.) onlara baktı ve "Sizin bu insanların idaresi hakkınızdaki durumunu araştırdım ve insanların bu konuda hiç bir ihtilafları olmadığını gör­düm. İhtilaf olursa ancak sizin aranızda olur." dedi. Sonra da şunu ek­ledi: "Ey üç kişi sizin oymaklarınız her halde sizden birinizi emir seç­tirecek. 

Ya Osman! Eğer insanların idareciliğini omuzlayacaksan Ebu Muayt oğullarım insanların omuzuna yükleme. Ya Abdurrahman, eğer sen bu işin başına geçersen akrabalarını insanlara yükleme. Ya Ali, eğer sen idareciliği alırsan Haşimoğullarım insanlara yükleme, (yani idare işlerine hep onları atama). Haydi şimdi kalkın, birbirinizle mü­şavere edin. Birinizi emir seçin" dedi. Onlar da konuyu görüşmek üzere dağıldılar.

İbnu Ömer (r.a.) der ki: Konuyu görüşmeye başladıklarında, Osman bir iki defa çağırıp benim hilafet işine girmemi istedi. Halbuki Ömer benim adımı bunlar arasına vermemişti.

Hayır, vallahi ben sonuçta kesinlikle babamın dediği olacağını bil­diğim için onlarla olmayı asla istemedim. Vallahi onun dudaklarını birşey söylemek üzere hareket ettirip de sonra o dediğinin gerçek çık­madığı bir sözü çok az işittim. Osman daveti sıklaştinnca, onlara: "Yahu siz düşünemiyor musunuz, siz mü'minlerin emiri sağ iken emir seçiyorsunuz!" dedim. 

Vallahi sanki onları (İbni Sa'd ve îbnu Asakir'deki ibareye göre Ömer'i) uykudan uyandırdım. Ömer "Siz acele davranmayın. Bana bir şey olursa size Suheyb üç gün namaz kıldırsın. Üçüncü gün insanların eşraflanyla ordu komutanlarını topla­yın birimizi emir seçsin. Kim müslümanların müşaveresi olmadan, başkanlığı zorla almaya kalkarsa (kim olursa olsun) onun boynunu vu­run." dedi.[959]

İbnu Ömer der ki: Ömer'in başı göğsümdeydi. Bana yanağımı yere koy." dedi. Ben koyunca: "Rabbbim bana merhamet etmezse bana da yazık anama da!" dedi.[960]

Ebu'I-Huveyris der ki: Hz. Ömer ölüp de namazı kılınması için mu­sallaya konunca; "Cenaze namazını hangimiz kıldıracağız diye Ali ile Osman münakaşa etti. fîbnu Sa'd'ın aynı rivayetinde Ali ile Osman el ele tutuşarak geldiler.) Abdurrahman b. Avf: İşte bu yaptığınız emir olma hırsınızı gösterir. Siz de biliyorsunuz ki bu size ait bir iş değil. Zira bu işe başkası görevlendirildi." deyip "Ya Suheyb öne geç ve namazı kıldır!" dedi. O da namazı kıldırdı.[961]

Ebu Mi'şar, Nafı yoluyla Abdullah b. Ömer'den naklediyor: Ömer'in cenazesi Efendimizin minberi ile kabri arasına konuldu. Hz. Ali gelip safların ortasında durdu ve: "Allah sana rahmet eylesin. Amel defte-riyle -Peygamberin defteri hariç- Allah'a kavuşmayı istediğim şu elbi­sesine bürülü yatan bir başka yaratık yok." dedi. Bunun benzeri bir çok yoldan Hz. Ali'ye isnadla nakledilmiştir.[962]
 

[945] İbnu Sa'd 3/334, 335; Hakim 3/92; Belazuri, Ensabu'I-Eşraf 10/411; 412; Tarihi Dınlışk 44/396; Üsdü'1-Ğabe 3/671; Yine İbni Asakir 600'üncü sayfada bunu Zühri'den nakleder.

[946] İbnu Sa'd 3/331; 1. A.T.Dımışk 44/403; Belazuri, Ensab 10/419 

[947] Buhari, Cihad ve Siyer 56/3 muallak olarak verir ama bunu Fazailu'l-Medine'de (29/12 lı.no) I890'-nolu hadis olarak verir. Ayrıca Zeyd b. Eslem'in annesi aracılı­ğıyla, Hz. Hafsa'dan verir. Aynı haberleri İbni Sa'd daisnadlanyla nakleder 3/331; Muvatta, Cihad 34; Ebu Davud, Salat 61; Belazuri, Ensab 10/409; İ.A.T. Dımışk 44/405

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/386-387

[948] Müslim Mesacid 567 ve Feraiz  1617; Nesai no 709; Müsned   1/15, 27, 48; Humeydi29; İbni Mace 1014, 2726; Ebu Ya'la, Müsned 185 ve 256

[949] İbnu Sa'd, Tabakat 3/345;  Belazuri,  Ensabu'l-Eşraf 10/423;  İ. A. T. Dımışk 44/413. Kıssanın devamı epey uzun. Fakat Zelıebi bunları kısaltıyor. Hadiseyi çeşitli rivayetlerden naklederken mümkün mertebe birinde geçen bir olayla yetinip ikinci rivayette de aynısını tekrarlamıyor. Bu onun zekasındandır. Allah bizi onlardan fay­dalananlardan eylesin.

[950] İbnu Sa'd, Tabakat 3/337; Belazuri, Ensab 10/414; Ebu Ya'la bu Amr b. Meyimin hadisin 205 no ile nakleder. Ama burada olmayan bilgileri, zira o da her hadis alimi gibi kendine önemli geleni alır ki, bu bilgiler iki üst kaynaktaki Ma'dan hadisinde-kilerdir. İbnu Asakir, T. Dımışk 44/408 ve 415

[951] Tarihi Dımışk 44/409

[952] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/410, 411, 412, 413; Hakim, Müstedrek 3/91; Heysemi, Mecme'uz-Zevaid 9/76, 77; Heysem i bir de "Bu haberi Ebıı Ya'la da ri­vayet eder. Onun ricali (Buharı) Sahih'in ricalidir." -Der. Oysa o bu haber değil üstte geçen Madan hadisidir. Dr. Abdusselam Tedmurî de haberi ibni Sa'd (37353) ve Heysem i'ye havale etmiş ki, bu fihristle yetinmeden kaynaklansa gerek. Belazııri 10/426 ve 421 konunun birazına İbni Abbas'la konuşmasını verir. Konu parça parça İbni Sa'd, Belazuri ve İbnİ Abdi'1-Berr tarafından nakledilir.

[953] Parantez arası ilave sadece İbnu Asakir'de var.

[954] İbni Sa'd 3/337-339; Belazuri, Ensabu'I-Eşraf 10/414-416; İbnu A. Tarihi Dimi; 44/415-418

[955] Tarihi Dımışk 44/419 ve 441; İbni Sa'd 3/351; Belazuri 10/426; Taberi 2/560

[956] İbni Sa'd olayı Sııheyb'e kadar olan kısmını İbni Abbas'tan 3/361. Sonrakini de Enes'ten 3/362 verirken, İbnu Asakir bunu aynen böyle verir 44/422. Bu hadise de ğişik olarak çok çeşitli rivayet edilir. Yine İbni Sa'd Zühri'den naklettiği (3/345, 346) bu haberde "Hz Ömer'in, ağlamayın, ağlayacak olan dışarı çıksın, siz Peygam­berin [Ailesinin ağlamasından dolayı ölü azab çekecektir] hadisini duymadınız mı? dedi. Bu yüzden İbnu Ömer, kendi çocuklarından biri ölünce kendi yanında ağla­mayı kabul etmemişti." İfadeleri yer almaktadır. Buhari bu haberin Suheyb'le olan kısmını Cenaiz 32 1283 ve 1287 nolu hadiste şöyle alır: İbni Abbas der ki: Mekke'den Ömer'le ayrılıp, Beyda'ya gelince gölgelenen bir kervan görüp, beni kim olduklarını sormaya yolladı. 

Suheyb olduğunu haber verince git çağır dedi. Ça­ğırdım o da geldi. Sonra Ömer vurulunca Suheyb ağlayarak geidi ve "Vay kardeş vay dost!" diye dönünce Ömer (r.a.) "Ya Suheyb bana ağlıyor musun? Diyerek yu­karıdaki hadisi okudu. İbni Abbas der ki: Bu olay Hz Aişe'ye söylendi de: "Allah Ömer'e rahmet etsin. Rasulullah böyle değil, ama: "Ailesi ona ağlarken Allah da ka­fire azabını artırmaktadır." Şeklinde söyledi. Size Kuran'daki (Enam 164) "Hiçbir suçlu başkasının suçu ile suçlanmaz" ayeti yeter dedi. İbni Abbas tam burada "Güldüren de o Allah, ağlatan da" dedi. Ravi İbnu Ebi Müleyke der ki: Vallahi İbnu Ömer buna hiçbir şey demedi. 

[957] İbn'i Asakir 44/423; Taberani Kebir 1/71 no:77

[958] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/436

Bu hadise Hz Ömer'in vurulduktan sonra geçen konuşmalar arasında olup olmadığı kesin değildir. Zehebi ve İbni Asakir konu münasebetiyle bunu buraya dahil etmiş­lerdir. Gerçi burda Hz Ömer'in "Beni oturtun!" sözünden, bu son olay olduğu kana­ati doğmaktadır. Lakin Abdullah b. Ömer'in babasının yerine halife tayin etmeyece­ğini bir seferde duyduğu ve gelince konuştuğu, yine Hafsa'nın onu bu konuda ikaz ettiği de İbni Asakir ve diğerlerinin rivayetleri arasında geçmektedir. Doğrusunu Allah bilir. Çok kere tarih kitaplarında beş altı rivayet birleştirilerek münasebet ku­rularak verilir. Hele bu rivayetler aynı şahsın ayrı ayrı ravilerden nakledilen haber­leri olursa.

[959] İbni Sa'd, Tabakat 3/344; T. Dımışk 44/438; Taberi 2/580 ile 586 sabiteleri ara­sında bu şura olayındaki rivayetleri cem ederek gayet mufassal olarak verir.

[960] İ. Sa'd, Tabakat 3/360, 361; İ. A. T. Dımışk 44/444, 445; Belazuri, EnsabıTl-Eşıaf 10/429

[961] İ. Sa'd 3/367; Hakim 3/92; İbnu Asakir 44/450; Belazuri bunu Abdullah b. Faid ve İbnu Ca'debe'den erir.

[962] Hakim 3/94; İ. Sa'd 3/369, 370; Müsned 1/109 no 865; İbnu Asakir 44/451; Fesevi, El-Ma'rife. 2/745, İbnu Asakir Zehebi'nin belirttiği çeşitleri 44/452, 453, 454'te verir.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/388-399

Hz.Ömer'in Vefatı/şehadeti Hazret-i Ömer’in son sözleri




Hz.Ömer'in Vefatı/şehadeti 
Hazret-i Ömer’in son sözleri 


Hz Ömer, 645 yılının son ayında Ebû Lü’lü Firuz adında Yahudi bir köle tarafından namaz kılarken şehid edildi Bu köle Hz Ömer’e gelip efendisinden alınan verginin çok olduğunu iddia etti. Hz Ömer, “Senden alınan miktar fazla değildir” dedi 

Hz Ömer’in bu sözüne razı olmayıp, düşmanlık gösteren Firuz, Hz Ömer’e kastetmeyi plânladı Görünüşteki sebep böyle görünmekle beraber işin esası böyle değildi İran casusu olarak aldığı emri yerine getiriyordu Hz Ömer bir gün esnaf teftişinde iken, Firuz’a, “ Duydum ki, senin değirmen yapmanda üzerine yokmuş” deyince, “ Şayet sağ kalırsam,sana öğle bir değirmen yapacağım ki, doğuda ve batıda herkeks ondan bahsedecek” demişti. Hz Ömer ‘de, “ Vallahi bu beni tehdit etti” buyurmuştu Buna rağmen açıkca suç teşekkül etmediği için cezalandırmamıştı. 

Hz Ömer ile vergi tartışmasından bir gün sonra elbisesi içine bir hançer saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide girdi Beklemeye başladı Hz Ömer safları düzeltip tekbir alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden fırlayıp Hz Ömer’e arka arkaya altı darbe vurdu Darbelerden biri karnına isabet etti Firuz bir kişiyi daha yaralayıp kaçtı ve yakalanmadan önce intihar etti Hz Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra ayılıp “Katilim kimdir? diye sordu Ebû Lü’lü Firuz olduğu söylenince “Allah’a şükürler olsun ki bir Müslüman tarafından vurulmadım” dedi 

Ağır öldürücü bir darbe alan Hz Ömer’e kendisinden sonra oğlu Abdullah bin Ömer’i halife tayin etmesi istenince, “Bir aileden bir kurban yeter!” buyurdu Kendinden sonra halife olacak kimsenin tayini için Eshâb-ı kirâmdan, Cennet ile müjdelenenlerden altı kişiyi seçti 

Bundan sonra oğlu Abdullah’a “Mü’minlerin annesi Hz Âişe’ye git ve O’na Ömer İbni Hattab’ın selâmını söyle, müminlerin emiri deme, ben bugün müminlerin emiri değilim. O’na Ömer, sahibinin yanına defnedilmek için izin istiyor de!” buyurdu 

Hz Âişe, izin verince “Bu benim en büyük dileğimdi” buyurarak çok memnun oldu. Vefat ederken oğluna, “Başımı yastıktan al da yere koy, umulur ki, Cenab-ı Hak, beni bu halimden dolayı merhamet edip affeder!” Yaralandıktan yirmidört saat sonra kelime-i şehadet getirerek vefat etti 



“Nimetin kıymetini bilin!” 

Hz Ömer, kuru arpa ekmeği yer, kalın kumaşlardan elbise giyerdi Zamanında çok fetihler oldu O’nun zamanında sekiz bin câmide Cum’a namazı kılınıyordu Her nereye asker gönderse, zafer bulup, sağ salim olarak ganimetle dönerdi Ordusunun mağlup olduğu görülmemiştir. Çünkü çok hazırlıklı, tedbirli ve adâletli hareket ederdi 

Kuvveti, adâleti, askerleri üç kıtayı titreten İslâm halifesini görmeye gelenleri hayrette bırakmıştı Kudüse geldiğinde orada bir hutbe okudu ve buyurdu ki: 

“Allahü teâlâ, bizi İslâm dini ile şerefli kıldı Muhammed Aleyhisselâm ile doğru yolu gösterdi Bizden dalâleti, sapıklığı kaldırdı Buğz ve adavetten, ayrılık ve tefrikadan uzaklaştırdı 

Ey müslümanlar, bu büyük nimete hamd ediniz Zirâ böyle yapmamız, nimetin artmasına sebep olur Allahü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmde buyuruyor ki: “Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim” Sizlere kendisinden başka her şey fâni olan, kendisi Bâki olan, Allahü teâlâdan korkmanızı tavsiye ederim. O’na itaat eden evliyasından olur O’na isyan edenin ahireti yok olur 

Ey insanlar, mallarınızın zekâtını veriniz, böylece kalblerinizi ve nefislerinizi temizlersiniz Allah’tan başka hiçbir mahluktan karşılık ve teşekkür beklemeyiniz Öğütlerimi iyi anlayınız Akıllı olan dinini muhafaza eder Saîd olan başkasının nasihat ve öğüdünü kabul eder İslâmiyete, Resûlullah’ın sünnetine yapışınız. Kur’ân-ı kerîm’in emirlerine uyunuz Zira O’nda dertlere deva ve sevâb vardır” 

Peygamberlerden sonra insanların en üstünü Hz Ebû Bekir’dir. Ondan sonra Hz Ömer’dir Hadîs-i şerifte buyuruldi ki: “Cebrâil bana gelip dedi ki: “Ömer’in ölümü üzerine bütün İslâm âlemi ağlayacaktır” 

Hz.Ömer’in nasihatı: “Sâdık arkadaşlar bulun ve onların arasında yaşayın Dürüst ve samimi arkadaşlar, darlıkta yardımcı, genişlikte süs ve zinetdirler Dostunun sana düşen işini güzel bir şekilde gör ki, lüzumunda, sana daha güzeli ile karşılıkta bulunsun Düşmanlarından uzaklaş, her dosta bel bağlama, ancak emin olanları seç Emin olanlar, Allahü teâlâdan korkanlardır 



“İzzeti, şerefi başka yerde aramayız!” 

Hz Ömer’in güzel sözleri: 

“Hz Ömer bir defasında Şam’a gitmişti. Orada giydiği eski elbiselerden dolayı söz edildiğini duyunca “Biz İslâmiyet ile izzet bulduk, izzeti, şerefi başka yerde aramayız” buyurdu Yolu bir mezbeleden geçse, orada durur ve: “İşte hırsla sarıldığımız dünya” derdi. Dul kadınlara, yetimlere sırtında un taşırdı Bu halini gören biri: Bırakın biz taşıyalım deyince, Hazreti Ömer: “Ya kıyamet günü günahımı kim taşır” buyurdu 

“Allah’a itaat eden büyük zatların sözlerine dikkat edin Çünkü onlara Allah tarafından gerçekler tecelli eder ve onu konuşurlar” 

“Çok gülenin heybeti azalır Çok şaka yapan eğlenceye alınır Bir şeyi çok yapan onunla tanınır Çok konuşan çok yanılır, hataya düşer Böyle kimsenin hayâsı azalır Hayâsı azalan şüpheli şeylerden az kaçınır Şüpheli şeylerden az kaçınanın kalbi ölür” 

“Hakkımda hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemediğim için darlık (fakirlik) ve bolluk (zenginlik) günlerimin hiçbirine aldırış etmedim” 

“Amellerin efdali farzları yapıp haramlardan kaçınmak ve Allah katında sâdık niyyetdir” 

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin Amelleriniz tartılmadan önce tartınız” 

“Âhiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz Böylesi sizin için daha hayırlıdır” 

“Tevbe edenlerle oturun, onların kalbleri yumuşak olur.” 

“Tevazunun başı, bir müslüman ile yolda karşılaşırsan ilk önce selamı senin vermen, bir mecliste en geride oturmaya razı olman ve şöhretten uzak durmandır.” 

“İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.” 

“Allahü teâlâ başkasına acımayana acımaz, affetmeyin affetmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez.” 

“Tevbe’den maksad günahı bilip yapmamaktır. Amel-i salihte bulunmaktan maksad, kendini beğenmemektir. Şükürden maksad, aczini itiraf edip kulluğu bilmektir.” 

“Mescidde oturan kimse, Allahü teâlâ’nın huzurunda bulunuyor demektir.” 

“Helâlin onda dokuzunu harama düşmek korkusu ile terk ederdik.” 

“Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse Allahü teâlânın merhametine kavuşsun.” 



“Adâleti zirvesine ulaştırdın” 

Amr bin Meymun anlatıyor: Hz. Ömer sû’-i kasde uğradığı vakit, onunla aramızda Abdullah bin Abbâs vardı. Hz. Ömer namazı kıldıracağı zaman saflar arasına durur, safları düzeltir ve bu iş tamam olduktan sonra tekbir alarak namaza dururdu. Cemâatın yetişmesi için çoğunlukla sabah namazının ilk rek’atında Yûsuf, En-Nahl ve benzeri uzun sûreleri okurdu. 

O sabah da tam safları düzeltip tekbir aldığı sırada Mugîre bin Şûbe’nin mecûsî olan kölesi Ebû Lü’lü’ onu bıçağı ile yaraladı. Hz. Ömer, Abdurrahman bin Avf’ı imamlığa geçirdi. Benim gibi, Ömer’e yakın olanlar durumu müşâhede edebiliyordu. Fakat arak saflarda olanlar durumu göremiyor ancak Hz. Ömer’in sesini duymadıkları için, “Sübhânellah, sübhânellah” deyip duruyorlardı. 

Abdurrahman namazı kısa surelerle kıldırdıktan sonra, Hz.Ömer Abdurrahman’a: “Bak bakalım, beni kim bıçakladı?” diye sordu. Abdurrahman da Muğîre’nin kölesinin bıçakladığını öğrendi ve Hz. Ömer’e haber verdi. Hz. Ömer de: “Allah müstehakını versin, ona ben iyilik yapmıştım” dedi ve devamla: “Allah’a hamdolsun ki beni bir müslüman değil de, müslüman olmayan öldürmüştür” dedi ve devamla: “Sen ve baban bu gayr-ı müslimleri Medine’de çoğaltmamızı isterdiniz. Onlara en çok acıyanı da Abbâs idi” dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs, “Emredersen hepsini öldürelim” dedi. Hz. Ömer: 

“Dilinizi konuşup, dîninizi kabûl edip, kıblenize döndükten ve Haccınızı yaptıktan sonra böyle şey olur mu?” dedi. Hz. Ömer’i evine götürdüler. Biz de beraber gittik. İnsanlar sanki böyle bir felâketle daha karşılaşmamış gibi şaşkına döndüler. Bir kısmı yarası önemli değil, bir kısmı ise tehlikelidir, deyip duruyordu. Sonra doktor bir hurma suyu getirtti, içirdiler, fakat su karnından çıktı.Süt içirdiler o da aynı şekilde çıktı. Bunun üzerine herkes öleceğini anladı. Bu arada genç bir delikanlı: “Ey mü’minlerin emiri, sana müjde olsun ki, sen, Resûl-i Ekrem’in sohbetinde bulunmuş, ilk müslümanlardan olup İslâmiyet uğrunda çalışmış bahtiyar bir insansın. Sonra idâreyi eline alarak adâleti zirvesine ulaştırdın ve en sonunda şehâdet mevkiine ulaştın” dedi. 

Delikanlı bunları söyleyip oradan ayrılmak üzere geri dönünce, kibir alameti sayılan eteklerinin yerlere süründüğünü görüldü. Hz. Ömer: “Delikanlıyı bana çağırın” dedi. Delikanlı geldi. Hz. Ömer: “Yeğenim, eteklerini yerlere sürdürme onları topla. Hem elbisen daha çok dayanır, hem de kibirden uzaklaşmakla Rabbine karşı daha saygılı olursun” dedi. Ölüm halinde bile emri marufu bırakmadı. 



“Herkese iyi davranmasını vasiyet ederim!” 

Hazret-i Ömer ölüm döşeğinde iken, emri üzerine borcunu hesâb ettiler, seksen altı bin dirhem civarında borcu çıktı ve Hz. Ömer: “Çocuklarımın serveti buna kâfi gelirse borcumu ödesinler. Şâyet yetişmezse Adiy kabilesine mürcâat edin. Şâyet bu da yetişmezse Kureyş’den bu borcu te’mîn edin ve başkalarına baş vurmayın” dedi. 

Hz. Ömere: “Ey mü’minlerin emiri, bize vasiyet et, dedik. Hz. Ömer, “Benden sonra halife olacak zâta tavsiylerimden birisi, ilk muhacirlere hürmet edip saygı göstermesidir. Ayrıca ilk îmânı kabûl edip servetlerini muhâcirlere bölüşen Ensar’a karşı iyi davranmasını iyiliklerini takdirle karşılayıp, kusurlarını bağışlamasını tavsiye ederim. 

Bütün şehir halkına karşı iyi davranmasını tavsiye ederim. Zira onlar İslâmiyetin yardımcıları ve orduyu ayakta tutan servet kaynakları ve aynı düşmanın kızdıkları kimselerdir. Onlardan ancak kendi rızaları ile mallarının fazlasını almalıdırlar. 

Ayrıca Bedevîlere de iyi muâmelede bulunmasını tavsiye ederim. Onların mallarından aldıkları zekât ve sadakaları, onların yoksullarına dağıtmalıdır. Ayrıca zimmîlere (Gayri müslimlere) karşı da iyi davranmasını, onlara karşı verdiği sözde durmasını, güçlerinin yetmiyeceği ağırlığı onlara yüklememesini tavsiye ederim” dedi. 

Her fânî gibi o da ruhunu teslim edince, gerekli işlem yapıldıktan sonra cenâzeyi alarak Hz. Âişe validemizin kapısına geldik. Oğlu Abdullah izin istedi. Hz. Âişe müsaade etti ve biri Resûl-i Ekrem, diğeri de Sıddîk-ı a’zam olan iki arkadaşının yanına defnedildi. 

Abdullah İbn Abbâs’ın anlattığına göre Hz. Ömer bir musalla üzerine kondu. Oradan kaldırılmadan cemâat namazını kıldı ve kendisine duâ ettiler. Ben de o arada bulunuyordum. Benimle kimse ilgilenmiyodu. Bu arada Hz. Ali’yi gördüm. Hz. Ömer’in tabutuna üzüntü içinde bakıyordu. Kendi kendine şunları söylüyordu: “Senin amelin gibi amel ile Allah’a mülâki olacak kimseyi geride bırakmadın. Senin, o iki arkadaşınla beraber olacağına kat’î kanaatım vardır. Çünkü ben çok def’a Resûl-i Ekrem’in, “Ben, Ebû Bekir ve Ömer gittik. Ben, Ebû Bekir ve Ömer çıktık. Ben, Ebû Bekir ve Ömer girdik” dediğini, yâni her ikisini daima bir arada andığını duyardım. Ümid ederim ki Allahü Teâlâ seni de onların arasına alacaktır” 

NAMAZ NAMAZ NEDİR?


  NAMAZ  NAMAZ NEDİR?

  Namaz dinin direği, ibadetlerin en üstünüdür. Yüce Allah'a karşı en önemli ibadet görevimiz günde beş defa kıldığımız namazlarımızdır. Erginlik çağına gelen, akıllı her müslümana günde beş vakit namaz kılmak farzdır.
    Namaz, bizi yaratan, yaşatan, sayısız nimetleri veren yüce Allah'a karşı bir kulluk görevimizdir.
    Namaz kılanlar, Allah'ın emrini yerine getirmiş, kulluk borçlarını ödemiş ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış, dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmuş olurlar.

    NAMAZIN ÇEŞİTLERİ
    Namazın Farz, Vacib ve Nafile çeşitleri vardır.
1. Farz Namazlar: Beş vakit namaz ve cuma namazıdır.
2. Vacip Namazlar: Vitir ve bayram namazları, adanan na-mazlar, bozulan nafile namazların kazasıdır.
3. Nafile Namazlar: Farz ve vacip namazlardan başka kılınan diğer namazlardır.

  NAMAZ VAKİTLERİ
    Her işin belirli bir zamanı vardır. Günde beş defa kılınan farz namazların kılınması için yüce Allah belli vakitler tesbit etmiştir. Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı günde beş defa kılınan namazların vakitleridir.

    Sabah Namazının Vakti: Sabaha karşı tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin doğmasına kadar olan zamandır.
    Öğle Namazının vakti : Güneş tam tepemize gelip, gölge, doğu tarafına uzanmaya başladığı vakitten itibaren -güneş tepe noktasında iken var olan gölge müstesna- herşeyin gölgesinin bir veya iki misli oluncaya kadar devam eden zamandır.

    İkindi Namazının Vakti: Öğle namazı vaktinin bitiminden güneş batıncaya kadar olan zamandır.

    Akşam Namazının Vakti: Güneş battıktan sonra başlayıp güneşin battığı yerde meydana gelen kızıllık kayboluncaya kadar olan zamandır.

   Yatsı Namazının Vakti: Akşam namazının vakti çıktıktan sonra başlayıp sabah namazının vakti girinceye kadar devam eden zamandır.

   Vitir Namazının Vakti: Vitir namazının vakti de yatsı namazının vaktidir. Ancak vitir namazı, yatsı kılındıktan sonra kılınır.

    Cuma Namazının Vakti: Öğle namazının vaktidir.
    Teravih Namazının Vakti: Yatsı namazının vaktidir.

    Bayram Namazının Vakti: Bayram günleri sabahleyin güneşin doğuşundan yaklaşık 50 dakika geçtikten sonra başlayıp güneşin tepe noktasına gelmesine kadar devam eden zamandır.

    Her namaz, kendi vakti girdikten sonra kılınır. Vakti girmeyen namaz kılınmaz. Her namazın kılınma vakti, kendi vakti girdikten sonra başlar, bir sonraki namazın giriş vaktine kadar devam eder. En iyisi her namazı vaktin ilk giriş zamanında kılmaktır.

   Güneş doğarken, tepe noktasında iken, batarken hiç bir namaz kılınmaz.
    Beş vakit namazın fazları ile sünnetlerinin kaçar rekat olduğu aşağıda gösterilmiştir.
   
    NAMAZ REKATLERİ

NAMAZIN VAKTİSÜNNET FARZDAN ÖNCEFARZSÜNNET FARZDAN SONRAVİTİRTOPLAM
SABAH22--4
ÖĞLE442-10
İKİNDİ44--8
AKŞAM-32-5
YATSI442313

    NAMAZIN FARZLARI

    Namazın farzları 12'dir. Bunlardan altısı namazın dışındadır, bunlara "Namazın Şartları" denir. Altısı da namazın içindedir. Bunlara da "Namazın Rükünleri" denir.
    Namazın sahih olabilmesi için oniki farzın eksiksiz olarak yerine getirilmesi gerekir.


    Namazın Şartları:

1) Hadesten Taharet: Hades denilen manevî kirin giderilmesi için, abdest almak, gerekli hallerde gusül yapmaktır.
2) Necasetten Taharet: Namaz kılacak kişinin, bedeninde, üzerindeki elbisede ve namaz kılacağı yerde pislik varsa bunları temizlemektir.
3) Setr-i Avret: Namaz kılacak kişinin vücudunda örtünmesi gereken yerleri örtmesi demektir.
Erkeklerin: Göbek ile diz kapağı arasını (dizkapağı dahil),
Kadınların: Yüz, el ve ayaklardan başka vücudunun her tarafını örtmeleri gerekir.
4) İstikbal-i Kıble: Namazı kıbleye dönerek kılmaktır. Kıble, Mekke şehrindeki kutsal bina olan Kâbe yönüdür. Kâbe, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından yapılmıştır.
5) Vakit: Namazları kendi vakitleri içinde kılmaktır.Vakti gelmeden bir namazı kılmak caiz değildir.
6) Niyet: Hangi namazı kıldığını bilmek ve kalbinde hatırlamaktır. Niyetin dil ile söylenmesi sünnettir.


    Namazın Rukünleri:

1) İftitah Tekbiri: Namaza başlarken tekbir almak demektir.
2) Kıyam: Namazda ayakta durmak demektir.
3) Kıraat: Namazda ayakta iken biraz Kur'an okumaktır.
4) Rükû': Namazda eller diz kapağına erişecek kadar eğilmektir.
5) Sücûd: Rükû'dan sonra ayaklar, dizler ve ellerle beraber alnı yere koymaktır.
6) Ka'de-i Ahîre: Namazın sonunda "Ettehiyyatü" okuyacak kadar oturmak demektir.


    Namazın Vacibleri

1) Namaza "Allahu Ekber"sözü ile başlamak.
2) Farz namazların ilk iki rek'atında, nafile namazların her rek'atında Fatiha suresini okumak.
3) Farz namazlarının ilk iki rek'atında, vitir ve nafile namazların her rek'atında Fatihadan sonra sûre veya ayet okumak.
4) Fatihayı sureden önce okumak.
5) Secdede alın ile beraber burnu da yere koymak.
6) Üç ve dört rek'atlı namazların ikinci rek'atında oturmak (Buna ka'de-i ûlâ=birinci oturuş
7) Namazlardaki birinci oturuş ile son oturuşlarda ettehiyyatü'yü okumak.
8) Cemaatle kılındığı zaman sabah, cuma, bayram, teravih ve vitir namazlarının her rek'atında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek'atında imamın fatiha ve sureyi açıktan, öğle ve ikindi namazlarında ise, gizlice okuması.
9) İmama uyan cemaatin fatiha ve sureyi okumayıp susması.
10) Vitir namazında kunut tekbiri almak ve kunut dualarını okumak.
11) Bayram namazlarında alınan ilâve tekbirler.
12) Ta'dili erkân, yâni ayakta iken dosdoğru, rükûda dümdüz olmak (Kadınlar biraz meyilli dururlar), rükûdan kalkınca iyice doğrulmak, iki secde arasında tam oturmak.
13) Namazın sonunda sağa ve sola selâm vermek.
14) Namazda yanılma olursa sehiv secdesi yapmak.


    Namazın Sünnetleri

1) Beş vakit namaz ile Cuma Namazı için ezan ve kamet getirmek
2) İftitah tekbirini alırken elleri yukarıya kaldırmak
3) Sübhaneke ve Eûzu-Besmele'yi sessizce okumak
4) Sağ eli sol el üzerine koymak
5) Fatiha'dan sonra gizlice 'amin' demek
6) Rükû ve secdeye eğilip kalkarken alınan tekbirler
7) Rüku ve secde tesbihleri. ( Rukû'da üç defa "SÜBHANE RABBİYE'L AZÎM" ve her iki secdede üçer defa SÜBHANE RABBİYE'L ÂLÂ" demek.)
8) Rukü'dan doğrulunca "SEMİALLAHU LİMEN HAMİDEH" ve hemen arkasından "RABBENA LEKE'L HAMD" demek.
9) Kıyamda bir özür bulunmadığı takdirde iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak.
10) Rukü'da parmaklar açıK olarak dizleri tutmak, dizleri, dirsekleri dik ve sırtı baş ile dümdüz halde bulundurmak.
11) Secdeye varırken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü vere koymak. Secdeden kalkarken önce yüzü, sonra elleri, sonra dizleri kaldırmak.
12) Tahiyyatı sessizce okumak
13) Selama sağdan başlamak
14) Sütre edinmek (Önü açık yerde namaz kılarken önüne sütre koymak)


    Namazı Bozan Şeyler

1) Namazda konuşmak.
2) Birşey yemek veya içmek.
3) Kendi işiteceği kadar gülmek (yanındakilerin işiteceği kadar gülerse abdesti de bozulur.)
4) Birine selâm vermek veya verilen selâmı almak.
5) Göğsünü kıbleden çevirmek.
6) Dünyaya âit bir şeyden veya bir ağrıdan dolayı ağlamak "ah" demek. (Allah korkusundan dolayı ağlamak namazı bozmaz.)
7) Öksürüğü yok iken öksürmeye çalışmak. (Elde olmayarak normal gelen öksürük namazı bozmaz.)8) Namazda bir iş yapmaya çalışmak.
9) Bir şeye üflemek.
10) Kur'an'ı, manası bozulacak şekilde yanlış okumak.
11) Ayeti mushaf'a bakarak (yüzünden) okumak.
12) Namazda abdesti bozulmak.
13) Teyemmüm eden kimsenin namazda suyu görmesi, mesh müddetinin namazda bitmesi
14) Sabah namazını kılarken güneşin doğması.
15) Cemaatle namazda kadınlarla erkeklerin arada bir perde olmadan yanyana bir safta kılması.
16) Namazda örtünmesi gereken yerlerin açılması ve bu açılmanın bir rükûn yapacak kadar süre devam etmesi.
17) Bayılmak, çıldırmak...

    Namazın Mekruhları
1) Sıkışık abdestle namaz kılmak
2) Namazda elbise veya bir başka yerle oynamak
3) Namazda bir yere dayanmak
4) Gerinmek veya esnemek
5) Parmakları çıtlatmak
6) Özürsüz bağdaş kurmak
7) İnsan yüzüne karşı kılmak
8) Başı açık kılmak
9) Kıraatta, Kur'an-ı Kerimdeki sıraya uyulmaması. Bir sure atlamak
10) Erkeklerin secde ederken kollarını tamamıyla yere döşemeleri
11) Tek ayak üzerinde durmak veya bir ayağı yerden kesmek ve diğerine dayanmak
12) Namazda daha selam vermeden terleri veya yüze dokunmuş olan toprakları silmek
13) Namaz içinde, verilen selamı el veya baş işaretleriyle almak
14) İkinci rekatta birinci rekata göre daha uzun okumak
15) Yanmakta olan ateşe doğru namaz kılmak....

İMAM HÜSEYİN VE KERBELA OLAYI


 

İMAM HÜSEYİN VE KERBELA OLAYI

 İmam Hüseyin Peygamberin torunu ve İmam Ali ile Hz. Fatıma’nın ikinci çocuğu idi. O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu adı ona Hz. Muhammed vermiş idi. Bazı kaynaklarda Hüseyin doğduğu zaman Hz. Muhammed’in kulağına “O cennet çocuklarının efendisi (Seyyid)dir.” diye seslendiği yazılıdır. Peygamber İmam Hasan ile İmam Hüseyin’i çok severdi.

Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev.” dediği birçok kaynakta yazılıdır.

 Tarihi kaynaklarda ve halk arasında Kerbela’daki şehadeti nedeniyle Şehid, Seyyid-uş-şuheda, Şah-ı Şehidan gibi lakablarla da anılmaktadır.  
 
 İmam Hüseyin’in çocukluğu Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini yani Hz. Muhammed’i; ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma’yı kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkilediği muhakkaktır. Daha çocukken birgün İkinci halife Ömer minberde hutbe okurken İmam Hüseyin’in Ömer’in yanına giderek:

Babamın minberinden in ve babanın minberine git.” diye çıkıştığı da kaynaklarda yazılıdır.

Üçüncü halife Osman’a karşı gerçekleşen isyanda Hz. Ali onu ve abisi İmam Hasan’ı halifenin evine göndererek eve kimseyi sokmamalarını emretti (656). İsyancılar buradan içeri giremediler, ancak başka bir evden geçerek Osman’ı öldürmeyi başardılar. Bunun üzerine İmam Ali oğullarını sert bir şekilde azarladı. Hz. Hüseyin babasının halife olmasıyla birlikte Kûfe’ye gitti ve onunla bütün seferlere katıldı.

İmam Ali’nin şehadeti sonrasında abisi İmam Hasan’a itaat etmeyi yeğledi. Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Abisinin ölümünden sonra Muaviye’nin iktidarını tanımamasına rağmen onun sağlığında siyasi gelişmelere dahil olmamayı yeğledi. Ancak abisinin Muaviye’nin hileleriyle zehirletilerek şehid edilmesinden sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu değiştirdi. Yezid’e biat etmemekteki kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini gösteriyordu.

Daha önce de söz ettiğimiz gibi, Muaviye ölmeden önce çeşitli hile ve tehditlerle halkı oğlu Yezid’e biat ettirmiş; İmam Hüseyin ve bazı ileri gelenler biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak üzere, Velid’e yolladığı mektupta “her ne suretle olursa olsun İmam Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer’in biatlerinin sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine gönderilmesini” istiyordu. İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı Emeviler’in yapamayacakları iş yoktu. Babası Muaviye’nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi başını kesmeye, Ehli Beyt’e zulüm etmeye kararlıydı.

Doğal olarak İmam Hüseyin, Yezid’e biat etmedi ve Velid’in çabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte Mekke’ye gitti. Ayrıca bu sırada İmam Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de İmam Hüseyin’e elçiler göndererek, mektuplar yazarak Kûfe’ye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır olduklarını bildirdiler.

KUFELİLERİN İMAM HÜSEYİN’E YAZDIKLARI MEKTUPLAR

 Muaviye’nin ölümü ve bunun ardından İmam Hüseyin’in Mekke’ye doğru yola çıktığını öğrenen Kûfe’nin ileri gelenleri bir araya gelerek ona mektuplar yazmaya karar verdiler. Daha sonra bu mektupları Mekke’ye ulaşan İmam Hüseyin’e teslim ediyorlardı.
 Kufeliler’in İmam Hüseyin’e elçiler aracılığıyla yazdıkları mektuplardan bazılarını Ebu Mihnef aktarmaktadır. Bu mektuplarda Kûfeliler Yezid’in valileri ve iktidarından duydukları memnuniyetsizlikleri dile getirerek, İmam Hüseyin’i imam ve önder olarak gördüklerini ifade etmektedirler:
 “…Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla
 Süleyman b. Surad, Museyyib b. Necbe, Rufaa b. Şeddad, Habip b. Muzahir ve Kufe’nin mümin ve Müslüman olan Şiilerinden Hüseyin b. Ali’ye (a.s.) Allah’ın selamı üzerine olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a hamdımızı sana sunuyoruz. Hamd, senin inatçı ve zorba düşmanının belini kıran Allah’a mahsustur. O düşman ki, sürekli bu ümmete kötülük etti, onları aldattı, ganimetlerini gasp etti, istemedikleri halde onların yöneticiliğini yaptı, ardından onların seçilmiş insanlarını öldürdü, kötülerini ise sağ bıraktı, Allah’ın malını azgınların ve zenginlerin elinde dolaştırıp durdu. Ona lanet olsun, Semud kavmine lanet olduğu gibi.
 Bizim imam ve önderimiz yok. Bizim yanımıza gel. Şayet Allah bizleri senin elinle hak üzere bir araya getirir. Numan b. Beşir hükümet konağından bizlere hükümet ediyor. Ama biz onunla Cuma namazında bir araya gelmiyor ve bayram namazı için onunla birlikte şehrin dışına çıkmıyoruz. Eğer senin bizim yanımıza geleceğin haberi bize ulaşırsa, onu Kûfe’den çıkarır ve Şam’a geri göndeririz; inşaallah. Allah’ın selamı ve rahmeti senin üzerine olsun…” (Harezmi’den aktaran Ebu Mihnef, 2012: 40-42)
 Başka mektuplardan bazıları da şu şekildedir:
 “…Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla.
 Şiilerinden Hüseyin b. Ali’ye (a.s.)
 Acele et, insanlar seni bekliyor, senden başkasını da düşünmüyorlar. Allah’ın selamı senin üzerine olsun…”
 “…Bağ ve bostan yeşerdi; meyveler yetişti; nehirler akıyor. O halde istersen, senin için hazırlanmış orduya katıl.Allah’ın selamı senin üzerine olsun…” (Ebu Mihnef, 2012: 40-42)

İmam Hüseyin’in Kufe ve Basralılara Mektupları

 İmam Hüseyin de kendisine gönderilen mektuplara karşı Kûfelilere ve Basralılara mektuplar yazmıştır. Bunlardan Kufelilere yazdığı ve Hani b. Hani ve Said b. Abdullah ile gönderdiği mektup şu şekildedir:
 “…Bismillahirrahmanir-rahim.
 Ali’nin oğlu Hüseyin’den Kûfe’de taraftarı ve dostlarından bu mektubun ulaştığı herkese! Allah’ın selamı üzerinize olsun. Bana gönderdiğiniz mektuplar geldi. Sizlere gelmemi istediğiniz yolunda söylediklerinizi anladım. Ben size kardeşim, amcamın oğlu ve ailemden güvendiğim kişi Müslim b. Akil’i gönderiyorum. Kendisi sizin durumunuzun içyüzünü öğrenip, toplantılarınızdan ortaya çıkan sonucu bana bir mektupla bildirecek. Eğer durumunuz mektuplarınızda bildirdiğiniz ve elçilerinizle haber verdiğiniz gibi ise en kısa zamanda inşallah size geleceğim. Allah’ın selamı üzerinize olsun.(Ebu Hanife Dineveri, 2007: 282)
 İmam Hüseyin’in Basra’lılara yazdığı mektup ise şu şekildedir:
 “…Şüphesiz Allah, Muhammed’i (s.a.a) yaratıkları için seçti; onu peygamberlikle yüce kıldı ve onu elçiliği için seçti. Sonra onu kendi yanına aldı. Peygamber (s.a.a.) Allah’ın kullarına nasihatte bulundu ve ulaştırması gereken mesajı onlara ulaştırdı. Biz onun Ehlibeyt’i, yakınları, vasileri ve varisleriyiz. İnsanların içerisinde onun makamına en çok layık olan da biziz. Ama kavmimiz o makamı kendisine mahsus kıldı. Biz de bu duruma razı olduk, ayrılık çıkmasını istemedik, barışı ve esenliği tercih ettik. Oysa biz her zaman biliyorduk ki biz başa gelenlerden bu makama daha layığız…
 Şimdi, bu mektubu elçimle size gönderdim. Sizi Allah’ın kitabına ve Peygamber’in (s.a.a.) sünnetine davet ediyorum. Çünkü sünnet öldürülmüş, bidat ise dirilmiştir. Eğer sözümü dinlerseniz ve emrime itaat ederseniz, sizi doğru yola hidayet ederim. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun…” (Ebu Mihnef, 2012: 50)

AMCASININ OĞLU MÜSLİM’İ KÛFE’YE GÖNDERMESİ

 Bütün bu gelişmeler üzerine İmam Hüseyin de amca oğlu Müslim b. Akıyl’i oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kûfe’ye gönderdi. Önceleri Müslim Kûfe’deki çalışmalarında başarılı oldu İmam Hüseyin’e yazdığı mektubunda Kûfelilerden on sekiz bin kişinin ona biat ettiğini, acele gelmesi gerektiğini, bütün halkın onunla birlikte olduğunu ve Ebu Süfyan hanedanını istemediklerini yazdı. Bu olumlu bilgiler üzerine İmam Hüseyin de Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıkmaya karar verdi.
 Hz. Hüseyin kendisini Kûfe’ye gitmekten alıkoymaya yönelik girişimlere “Rüyasında dedesi Hz. Muhammed’i gördüğünü ve başladığı iş ister lehine ister aleyhine olsun, dönmeyeceğini” söylüyordu.
 Bu arada Müslim’in faaliyetleri Yezid tarafından haber alınınca, Kûfe Valiliğine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi. Ubeydullah’ın Kûfe valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı. Çünkü o Muaviye’nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih’in oğluydu. Zalimlikte babasından aşağı değildi. Ubeydullah’ın Kûfe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin’i davet eden onbinler korku ve tehditle sindirildi.
 Ubeydullah, Basra’lıları Ulu Cami’de toplayarak onlara adeta ültimatom niteliğinde bir konuşma yaptı. “Müminlerin Emiri” olarak nitelediği Yezid’in kendisini Basra ile birlikte Kûfe’ye de vali olarak atadığını ve yerine vekil olarak kardeşi Osman b. Ziyad’ı bırakarak Kûfe’ye hareket edeceğini söyledikten sonra ekledi:
 “…Herhangi birinizin ona muhalefet ettiğinizi veya yalan haber verdiğinizi işitirsem, kendisinden başka Tanrı olmayan Allah’a andolsun ki onu da, onun velisini de öldürür, sizi yola getirinceye kadar, yakın uzak, sıhhatli sıhhatsiz demeyip yakalar, hesaba çekerim…” Bu tehditlerin ardından Ziyad minberden inerek camiden ayrıldı. (Köksal, ty: 175)

İMAM HÜSEYİN’İN KÛFE’YE DOĞRU YOLA ÇIKIŞI

 İmam Hüseyin, Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığında amcasının oğlu Müslim Yezid’in adamlarınca öldürülmüştü. İmam Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaşıldı. İmam Hüseyin ondan Kûfe’deki durumu sorunca, Ferezdak (640-733),
 “Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Ümeyye (Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler.” dedi.
 İmam Hüseyin de “Doğru söyledin, Allahın dediği olur.” dedi ve yola devam edildi.
 İmam Hüseyin Müslim’in Yezid’in adamlarınca acımasızca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça üzüldü. Kûfelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslim’e oynanan oyun herşeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için başkoyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekke’den yola çıkan ailesi ve fedakâr dostlarıyla, yola devam etmekten çekinmedi. Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında bulunanlar “hayatlarını kurtarmak için onu terketmek alçaklığını yapmayacaklarını ifade ettiler. İmam Hüseyin ya başarıya ulaşacak, müslümanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak, Yezid’in saltanatına son verecek ya da bu yolda boyun eğmeden şehid olacaktı. İşte İmam Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak adım adım Kerbela’ya, her neye malolursa olsun gidecekti.
 Burada anahatlarıyla ele alacağımız bu olay, sadece islam tarihinin değil insanlık tarihinin de en kara ve acıklı sayfalarını oluşturur. Ancak Peygamberin cennetin efendileri olduklarını söylediği iki sevgili torunundan Hz. Hüseyin’in acımasızca şehid edildiği bu olayı Emevi yandaşı zavallıların açıklarken nasıl kılıktan kılığa büründüklerini ibret ve hayretle görmekten dolayı da üzülüyoruz.

 UBEYDULLAH’IN EMRİYLE HZ. HÜSEYİN VE YANINDAKİLERİN SUSUZ BIRAKILMASI

 İbni Ziyad mektup yazarak İmam Hüseyin ve yanındakileri izleyen Hurr’e susuz, taşsız, ağaçsızi otsuz bir bozkırda durdurulmasını emretti. Yine Ömer b. Sad’a yolladığı bir başka mektupta da aynın şekilde İmam Hüseyin ve yanındakilere bir yudum su dahi tattırılmamasını emretti. Bunun üzerine beşyüz kişilik bir süvari İmam Hüseyin ve yanındakilerin suya ulaşmalarını engellemek için görevlendirildi. (Köksal, ty: 190)
 İmam Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun Kûfe Valisi zalim Ubeydullah, İmam Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya İslam sınırlarından herhangi birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek yani İmam Hüseyin’i şehid etmekti. Çünkü biliyordu ki, İmam Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu.
 Şimdi sözde müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammed’in her yönden üstün yaratılış ve niteliğine sahip torununa ve ve onun ailesine saldırıyor, öldürmeye çabalıyordu. Karşılarındaki bir avuç insan ise günlerdir susuzdu,.hararetten insanların dudakları çatlamış, dilleri kurumuş, bağırları yanmıştı. Fakat karşılarındaki paralı askerlerde insaf yoktu, acıma bilmiyorlardı, kana susamışlardı, şan ve şöhretin esiriydiler. Meğer insanoğlu, servet, şöhret ve makam için sırasında ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu.

İMAM HÜSEYİN’İN YEZİD ASKERİNE HİTABI

 Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü İmam Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak onlara hitab etmek istedi. Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi. İmam Hüseyin’in bu sözlerinin edebi bakımdan da ayrı bir değeri vardır. Allah’a hamd ve sena, Hz. Muhammed’e, meleklere ve nebilere salattan sonra şöyle diyordu:
 “Peygamberimizin kızının oğlu, vasisinin oğlu, amcasının oğlu ben değil miyim? Şehidlerin efendisi Hamza babamın amcası değil midir; şehit Cafer Tayyar amcam değil midir? Tanrı elçisinin benim için ve kardeşim için, cennet halkı çocuklarının seyyidleridir ve sünnet ehlinin gözbebekleridir, sürurlarıdır, dediğini duymadınız mı?”

24 25
 “İmdi benim soyumu araştırınız ve benim kim olduğumu görünüz. Sonra kendi vicdanlarınıza eğiliniz, onları ayıplayınız ve beni öldürmenin haram ve yasaklanmış olan kanımı dökmenin sizin için helal olup olmadığını düşününüz.!…” Bu konuşma bir başka kaynakta ise şöyle nakledilir: “ Hz. Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve Yezid’in ordusuna hitaben: “Ey Kûfe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu değil miyim? Benim katlim size helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O, bizler için –Siz ehlibeytin seyyitlerisiniz- diye buyurmuştu. Bunu bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu, vasisi ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim? Şayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne istiyorsunuz? Medine’de Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke’de itikafa çekilmeme müsade etmediniz. Davetnameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasbettim? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekarlıktır….”
 Ahmet Cevdet Paşa ise bu konuşmayı şöyle aktarıyor:
 “…Hazret-i Hüseyin, devesine binip meydana çıktı. Düşmanlara hitâben: ‘Ey nâs! Benim kim olduğumu düşününüz, sonra da vicdanınıza rücû ediniz. Bakınız ki benim katlim ve hetk-i hurmetim [haysiyet ve şerefimin parçalanması] sizehelâl olur mu? Ben sizin Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim, vasîsi ve ammizâdesi olan zâtın oğlu değil miyim? Resûlüllah sallâhü aleyhi ve selem hazretlerinin hadîs-i şerîfi size vâsıl olmadı mı ki birâderim ile benim için, siz şebâb-ı Ehl-i Beytin seyyidlerisiniz [Ehl-i Beyt gençlerinin efendilerisiniz] ve ehl-i sünnetin server-dîdesisiniz [gözbebeğisiniz] diye buyurmuştu. Eğer inanmaz iseniz içinizde bunu habar verecek zâtlar vardır. Câbir ibni Abdullah’a ve Ebu Saîd’e ve Zeyd ibni Erkam’a sorunuz. Onlar Resûl-i Ekrem’den bu hadîs-i şerîfi işittiklerini size haber verirler. Benden ne istiyorsunuz. İçinizden birini katlettim mi, yahûd emvâlinizi gasbettim mi? Eğer beniistemiyorsanız bırakınız, geri dönüp mahallime gideyim’dedi ve Kays ibni eş’as: ‘Siz, İbni Ziyâd’ın hükmü üzerine teslim olsanız olmaz mı ?’ dedikte: ‘Hayır, vallahi olmaz. Size züll ve meskenet ile kendimi teslim edemem’ deyip devesinden indi…” (Ahmet Cevdet Paşa, 1981: 644)
 Hz. Hüseyin’in bu hitabı sonrasındaki gelişmeleri Fuzuli şöyle nakleder:
 “Cemaat bir ağızdan yaptıklarını inkara kalkıştılar. Hazreti İmam, mektupları onların önüne koyup böylece inkâra mecal bırakmadıktan sonra mektupları ateşte yaktırdı.
 Taberi’de İmam Hüseyin’in Kûfelilerin bu ihanetlerine karşılık “…Yarab! Sen bilirsin ki bu kavm benimle bey’atte bulundu. Ve yine antlarını bozdular. İntikamını onlardan alıver…” (Taberi, c. VI, ty: 103) diye haykırmıştı.
 Daha sonra Ömer b. Sa’d gelip:
 - Ey Hüseyin! dedi, bu hikayelerden bir sonuç çıkmaz. Ya Yezid’e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın.!…

YEZİD’İN KOMUTANI ÖMER B. SAD’IN İMAM HÜSEYİN’E HİTABI

 Ömer b. Sad ise İmam Hüseyin’e karşı tabi ki efendisi Yezid’in halife olduğunu öne süren bir cevap verdi. Şöyle diyordu:
 -Peygamberimizin getirdiği Kur’an’da açık bir ayet vardır, anlamı şudur:
 “Allah’a, Allah’ın peygamberine ve Ülûl-emre itaat ediniz…” diye emrediyor. Bugün emir sahibi Muaviye’nin oğlu Yezid’dir. Sen ona itaat etmemekle Cenab-ı Hakkın ve onun Peygamberinin emirlerine muhalefet ediyorsun. Buna binaen asi ve bağiysin. Şurada ümmet huzurunda Yezid’e biat et.
 İmam Hüseyin şöyle cevap verdi:
 -Ya Ömer, sen Kur’an’ın o ayetinin manasını işine geldiği gibi yorumluyorsun. O ayet Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresi’nin 59. ayetidir… Ayetin anlamı şudur:
 “Ey iman edenler, Allah’a itaat ediniz. Allah’ın Resulüne itaat ediniz. Ancak Allah’ın ve Resulü’nün emirlerine itaat eden Ülûl-emre itaat ediniz.”
 Halbuki bugün sizin Ülûl-emr dediğiniz Yezid, Allah’ın emri şöyle dursun bilakis kitap ve sünneti ayaklar altında çiğniyor. Halka zulüm ediyor. Peygamberin kurduğu Müslüman cumhuriyetini yıkıp devirerek, onun yerine kendi keyfine, kendi zevkine, kendi arzusuna göre saltanat sürüyor. (Derman, 1975: 93)
 Bazı kaynaklarda da Ömer bin Sad’ın konuşmasından sonra eline bir ok alıp şöyle dediği ifade edilmektedir:
 - Ey Kûfe halkı, şahit olun ve Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da şahitlik edin ki, İmam Hüseyin’le savaşa tutuşan ilk defa ben oldum.
 Bunları söyleyerek o oku İmam Hüseyin’e doğru fırlattı. İmam Hüseyin sakalını eline alarak:
 - Ey kavim Allahın gazabı yahudilere “Aziz Allahın oğludur!” dedikleri zaman son şiddetini bulmuştu. Ve yine Tanrı’nın kahrı, Hıristiyan kavmine “Mesih, Allahın oğludur” dedikleri zaman, indi. Allahın gazabı bugün de size Al-i Resule (Ehli Beyt’e) kasdettiğiniz için erişmektedir. Bedeninizdeki her kıl, demirine su verilmiş bir hançer olsa “Allah sabırlıları sever…” emrinden dışarı çıkmam. Ve her biriniz ayrı ayrı bana kasdetmek için kin tutan askerlerden olsanız, “Allah sabırlıları sever!” buyruğunu bırakmam. Rivayet ederler ki, Yezid’in askerleri İbni Sa’d’ın gayretini gördüğünde ona uyup İmam Hüseyin’i öyle bir ok yağmuruna tuttular ki atılan oklardan güneş görünmez oldu. İmam Hüseyin bu hücum karşısında süvarilerine dönüp yanındakilere şunları söyledi:
 - Ey vefakâr arkadaşlar ve benim için canlarını ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazırlayın ki, kanların döküleceği zamandır. ”
 Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu.
 O sırada hasta olan ve İmam Hüseyin tarafından savaşa girilmesine izin verilmeyen İmam Zeynelabidin’den başka kimse kalmayınca kadın ve çocukları kızkardeşi Zeynep ile İmam Zeynelabidin’e emanet bırakarak,
Hakk Yolu’nda ölmek, yük altına girmekten üstündür …
 diyerek savaş meydanına girdi.
 Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek, atından düşürüldü ve İmam Hüseyin şehid edildi. Peygamberin torunu İmam Hüseyin’in vücudunda otuzüç ok, otuz dört kılıç ve kargı yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680).
 Yine Taberi’den nakledildiğine göre Yezid’in kendisi gibi zalim ve insanlıktan nasiplenmemiş komutanı Ömer b. Sad on süvari görevlendirerek
 “…Hz. Hüseyin’in cesedini göğsü ve arkası ufanıncaya, topraklar içinde belirsiz oluncaya kadar atlarına çiğnettiler.” (Taberi’den aktaran Köksal, ty: 204)
  Hz. Hüseyin’in şehadetini Kastamonulu Şazi eserinde şöyle dile getiriyor:
 Yüzü üstüne bıraktı Seyidi
Kesti başını hemandem o lain
Kanı yere çün döküldü ol zaman
Zelzele düştü yere-ü darügir
Gulgula kıldı melayik ağladı
Yer gök oldu karagû ol zaman
Çaldı pıçağı işit kim neyledi
Hem şehit oldu Hüseyn-ü pâk din
Düştü kavga aleme oldu figan
Göğe değin çıktı feryad-ü nefir
Ay güneş nurunu ol dem bağladı
Yaradılmış cümlesi kıldı figan

Bir başka Maktel yazarı Kâzım Paşa’nın ise ünlü beyiti şöyledir:
 Düştü Hüseyn atından Sahrayı Kerbelâ’ya
Cibril var haber ver Sultanı Enbiyaya

 Hz. Hüseyin’in şehadeti ardından kadınlar feryada başladılar. Aczî’nin ifadesiyle:
 Bir taraftan ahü feryadü figan-ı Ehli Beyt
Bir taraftan nara vü cuş ü huruş-ı eşkiya

Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarılarak saklanmıştı. İmam Hüseyin’in şehid edilmesi sonrasında çadıra koşan Şimr “Hüseyin’in bir oğlu daha olacak o nerede?” diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu. Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr’e hücum ederek Zeynel Abidin’i bu caninin elinden kurtardılar. Bu çirkin şavaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. İmam Hüseyin’in yanındakilerden şehid olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezid ordusunun komutanı Ömer b. Sad, bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydullah’a gönderdi. Zalimlikte sınır tanımayan Yezid’in bu zalim kulları, kesilen başları mızraklara geçirerek, farklı Arap aşiretlerinden süvariler Kûfe’ye Ubeydullah’a götürdüler.
 Ayrıca İmam Hüseyin’in kızları, kızkardeşleri ve çocuklar da Kûfe’ye Ubeydullah’ın huzuruna getirildiler. Ubeydullah’ın Peygamberin soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin’i öldürmek dahi istedi. İnsanların camiye toplanmalarını emrederek, minbere çıkıp, utanmadan “…Hakkı ve hak ehlini ortaya çıkartan onları galip kılan müminlerin emiri Yezid’i ve taraftarlarını muzaffer kılan yalancı oğlu yalancı Hüseyin İbn Ali’yi ve taraftarlarını öldüren Allah’a hamdolsun!” Bu zulüm ve alçaklığa orada bulunanlardan karşı çıkan Abdullah’ın “…Ey Mercane’nin oğlu (Ubeydullah) şunu iyi bil ki yalancı oğlu yalancı sensin ve senin babandır. Seni tayin eden kimsedir ve onun da babasıdır. Sizler Rasulullah’ın çocuklarını öldürüyor ve sonra da İslami bir tavıra bürünüyorsunuz!” demesi üzerine onun öldürülmesini ve mescide astırılmasını sağlamıştır. (Ağırakça, 2011: 177-178)
 Ubeydullah, İmam Hüseyin’in kesik başını bir sopaya taktırıp Kufe sokaklarında teşhir etme cüretkarlığını da göstermiş, bundan sonra İmam Zeynel Abidin’in ellerini bağlatıp, Kerbela’da öldürülenlerin kesilmiş başlarını, çoluk çocuğu Şam’a Halife Yezid’in yanına yollamıştı. Şam’a vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezid’in yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının ayrıntılarını anlatmıştı.
 Hz. Hüseyin’in ailesini getiren kafile Yezid’in sarayına getirilmişti. Kısa süre sonra ehlibeyt kadınlarını Yezid’in huzuruna çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyin’in kesik başını Yezid’in önünde görünce feryad ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezid’in huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezid’in yanında bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi.

GÜLZAR-I HASANEYN’DEN: HZ. HÜSEYİN’E VE SOYUNA YEZİD’İN SAYGISIZLIĞI

 İmam Hüseyin’in mübarek başı Zalim Yezid’in huzuruna getirilince Yezid elindeki sopayla Hz Hüseyin’in dudaklarına dokunarak: Bugün Bedir gününe karşılık… diye mırıldandı. Orada bulunan sahabelerden biri buna tepki göstererek, Peygamberin İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in dudaklarından öperek “Siz ikiniz Cennet gençlerinin ulularısınız, Allah sizinle savaşanlarla savaşsın.” dediğini duydum deyince Yezid’in emriyle dışarı çıkarıldı.
 Sonra İmam Zeynel Abidin’e dönerek:
 -Ey Hüseyin’in oğlu dedi, baban, benim hakkımı tanımadı, benim gücüme meydan okudu ve Allah da ona gördüğünü yaptı, dedi.
 İmam Zeynel Abidin:
 -“Yeryüzünde ve bedenlerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki daha önce takdir edilmemiş olsun, gerçekten de bu, Allah’a pek kolaydır. Bu da, kaybettiklerinize acımamanız, size gelenlere ferahlanmamanız içindir ve Allah, övünen, böbürlenenlerin hiçbirini sevmez, ayetlerini okudu. Yine İmam Zeynel Abidin:
 -Ey Muaviye’nin, Hind’in oğlu, sen doğmadan benim babalarımda atalarımda, peygamberlik ve velayet mevcuttu ve and olsun ki atam Ebu Talip oğlu Ali’nin, Bedir ve Uhud’da elinde Peygamberin sancağı vardı, senin babanla ceddinin elinde ise kafirlerin bayrakları vardı. Vay sana ey Yezid, eğer yaptığını bir bilseydin, babama, ehli Beyte, kardeşime, amcalarıma yaptıklarını bir idrak etseydin dağlara kaçardın, helak olmayı dilerdin. Babam, Fatıma ve Ali’nin oğlu Hüseyin’in başı, şehrinizin kapısında mızrağa dikili duruyor, halbuki o, Resulullah’ın emanetiydi size…
 Yezid, Hz. Hüseyin’in dudaklarına elindeki sopayla dokununca, “Keşke Bedir’deki atalarım bugünü görselerdi, sevinirler de, elin çolak olmasın ey Yezid derlerdi. Kavmin ulularını öldürdük, Bedir’in öcünü aldık, bugün o güne bedel.” diye sevindi.
 Bu sırada Hz. Zeynep dayanamayarak kalktı ve şöyle seslendi:
 -Hamd Alemlerin Rabbi Allah’a, rahmet elçisine ve bütün soyuna, ne de doğru söylemiştir. Allah’ın ayetlerini yalanlayıp onlarla alay ederek kötülükte bulunanların sonuçları ne de kötü olmuştur. Sanır mısın ki ey Yezid, bize üst oldun. Esirler gibi bizi şehirden şehre dolaştırdın da biz, Allah karşısında aşağılandık, sen de yüceldin? Aksine Allah’ın azabına uğradın, günaha girdin…
 Gülzar-ı Hasaneyn bu hüzünlü ortamı böyle aktarıyor. Yezid Hz. Hüseyin’i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı. Şimdi Ehli beyte yalandan da olsa saygılı davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidin’in zincirlerini çözdürdü. Yezid’in kadınları da Ehli beyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için Ehli Beyt’e iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Beşir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine’ye kadar götürdü.
 Yezid, İmam Zeynel Abidin’i uğurlarken şu yalanı bile uydurabiliyordu:
 “Allah, İbni Mercame’ye lanet eylesin. Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin kaderi İlahi böyleymiş ne yapalım!…”1 Oysa Yezid, kendisini ziyarete gelen Irak Valisi Ubeydullah b. Ziyad ile şarap içerek birlikte eğlenmişler adeta Kerbela’daki insanlık dışı katliamı kutlamaktan geri durmamışlardı. (Ağırakça, 2011: 191)
 Yine eğer Yezid, samimiyetsiz söylediği sözlerde olduğu ve bazı kaynakların aktardığı gibi, Valisi Ubeydullah’dan İmam Hüseyin’in şehadetinden dolayı rahatsız olsaydı, onu daha da güçlendirmez, başka yerleri de onun sorumluluğuna katmazdı. Eğer memnun olmasaydı daha önce elinden alınan bölgelerin kontrolü de onun valiliğine verilir miydi?
 Taberi bu konuda şu bilgileri veriyor:
 “…Hz. Hüseyin’i öldürdüğü için Ziyad oğlu Ubeydullah’a Kûfe’yi ve Irak’ı verdi. Ve Horasan da, Sistan da Muaviye zamanında Ubeydullah bin Ziyad’ın elindeydi. Sonra onun elinden Yezid almıştı…” (Taberi, c. IV, ty: 114)
 Bu konu Ebu Hanife Dineveri tarafından ise şöyle aktarılıyor: “…Tarihçiler şöyle anlatırlar: Sonra İbn Ziyad, Ali b. El-Hüseyin2 ve onunla birlikte bulunan kadınları hazırladı., onları Zuhr b. Kays, Mihkan b. Sa’lebe ve Şimr b. Zi’l-Cevşen’le birlikte Muaviye’nin oğlu Yezid’in yanına gönderdi. Adı geçenler yola çıktılar ve yürüdüler. Şam’a varınca orada Yezid’in huzuruna girdiler. Onlarla birlikte Hz. Hüseyin’in başı da içeri alındı ve Yezid’in önüne atıldı. Ardından Şimr b. Zi’l-Cevşen şöyle bir konuşma yaptı: Ey müminlerin emiri! Bu adam kendi ailesinden on sekiz ve taraftarlarından altmış kişiyle birlikte üzerimize geldi. Biz de onların üzerine yürüdük. Emirimiz Ubeydullah b. Ziyad’ın hükmüne boyun eğmelerini veya tercih etmelerini söyledik. Güneş doğarken hücum ettik. Onları dört bir taraftan kuşattık. Kendilerini kılıçtan geçirmeye başlayınca güvercinlerin kartaldan sığınması gibi, boşuna sığınmaya çalıştılar. Bir devenin boğazlanması veya öğlen uykusuna yatan bir kişinin uyuması kadar bir zaman geçmeden bunların sonunu getirdik. İşte ruhsuz cesetleri önünde elbiseleri kuma bulanmış, yanakları toz toprak içinde kalmış, rüzgarlar kendilerini toza boğmuş, ziyaretçileri kartallar ve gelip gidenler akbabalar olmuş…” (Ebu Hanife Dineveri, 2007: 307)
 Ne Allah’tan korkuları vardı, ne de Peygamberden çekinmeleri vardı, ne de utanma biliyorlardı. Şu da muhakkak ki, yeryüzünde Yezid gibi ahlak yönünden düşük insana az rastlanabilir. Onun bu işleri yapan eli Ubeydullah ise kötülük ve ahlaksızlıkta, zalimlikte efendisi ile yarış halindeydi. Şunu da bilmek lazımdır ki, Kerbela’da hak yolunda kendisinin yüz katı bir orduya karşı duran İmam Hüseyin’in bu kahramanlığına da rastlamak imkânsızdır. Sonuç olarak Kerbela Olayı yüzyıllara damgasını vurmuş hüzünlü bir destandır. Öyle ki yabancı araştırmacı Gibbon “Yıllar sonra bile insanlar nerede olurlarsa olsunlar Hüseyin’in bu trajik ölümü en soğukkanlı okuyucuyu bile üzecektir…” demektedir.
 İmam Hüseyin’in ve yanındakilerin Kerbela’da böyle feci şekilde katledilmeleri ve Peygamber sülalesinin akla gelmedik şekilde ihanete cüretleri halkı o kadar etkiledi ki, adeta Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Olay İran ve Hicaz'’a duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin ve ayaklanma istekleri başladı. Bu durum karşısında da Yezid’in paralı kulları büsbütün kudurdu. Zulüm yolunda hiç çekinmez oldular.

KUTSAL ŞEHİRLERİ YIKAN YEZİD

 Medine’lilerden oluşan ve Yezid iktidarına karşı olan bir heyet Şam’a giderek, olanı biteni yerinde görmek istemişler, Yezid’in sarayında ağırlanmışlar, kendilerine hediyeler ve para takdim edilmişti. Bu kişiler Medine’ye döndükten sonra gördüklerini halka anlatıyorlardı:
 “…Bizler hiçbir İslami hayatı olmayan bir adamın yanından geldik. Bu adam müminlerin halifesi sıfatını kullanıyor; fakat şarap içiyor, tanbur çalıyor, huzurunda cariyeler şarkı söylüyor, köpeklerle uğraşıyor ve geceleyin de ülkenin haydutlarıyla bir araya gelip sohbet ediyor. Şahit olunuz ki biz daha önce kendisine yaptığımız bey’ati geri aldık ve onu hilafet makamından azlettik…” (Ağırakça, 2011: 191)
 Medine halkı fasık ve günahkar olarak gördüğü Yezid ve iktidarına karşı ayaklanarak, valiyi şehir dışına atmış yerine Abdullah’ı valiliğe getirmişlerdi. Yezid bu durumu haber alınca Akabe oğlu Müslim adlı zalimi onikibin askerle hemen Medine’ye gönderdi ve şu talimatı verdi: “Şehir halkına üç gün süre ver. İsyandan vazgeçmezlerse, onlarla savaş. Zafer kazanıldıktan sonra da bütün şehri yağma et.” İslam’ın bu kutsal şehrinde sözde halife Yezid’in arzuları doğrultusunda İmam Zuhri’nin bildirdiğine göre on binden fazla insan öldürüldü. Evlere saldıran askerler, ellerine geçirdikleri malları almakla yetinmediler, masum bini aşkın kadına da tecavüz etmekten de kaçınmadılar.
 Tarihçi H. M. Balyuzi bu olayı şu şekilde anlatıyor:
 “…Medine düştüğü zaman Hz. Muhammed’in geride kalan dostlarından seksen kişi ve yediyüz hafız öldü. Peygamberin şehri yağmacılara teslim edildi; yapılan barbarlık ve tecavüz inanılır gibi değildi. Peygamberin mescidi dahi kurtarılamadı. Etrafı ahır alanı oldu. Medine sınırları içinde daha pek çok insan kılıçtan geçirildi, kalanı da şehri terketti. Ölümden yakasını kurtaranlar Yezide yalnız halife olduğu için değil aynı zamanda onların efendisi ve amiri olarak itaat etmek zorunda bırakıldılar. Karşı çıkanlar ise kızgın demirle dağlanırlardı….” Oysa ki Hz. Muhammed, “Medine halkını, zulmetmek suretiyle korkutanlar, Allah’ı korkutmuş gibidir. Allah’ın, meleklerin ve bütün halkın laneti onların üzerinedir.” demişti. İbn-i Kesir’in yazdığına göre, alimlerin büyük bölümü bu hadise istinaden “Yezid’e lanet etmeyi” uygun görmüşlerdir. 26 Ağustos 683’te gerçekleşen bu Medine’ye Yezid’in saldırması olayı, Harre Olayı veya savaşı olarak bilinir.
 Medine’yi kanlı bir şekilde susturan Yezid Ordusu daha sonra Mekke’ye yöneldi. Tepeler üzerine yerleştirilen mancınıklarla şehir taş yağmuruna tutuldu. Kuşatma iki ay kadar sürdü ve Kâbe’ye de mancınıkla taş atıldığı gibi, şehirde yer yer yangınlar çıktı. Bu kuşatma Yezid’in öldüğü haberinin Mekke’ye ulaşmasına kadar sürdü. Böylece Yezid, Kâbe’ye saldırma şerefini (!) de elde etmiş oldu. Yezid 11 Kasım 683’te kötü bir nam bırakarak öldü. Kendisi hükümdarlığını , devlet işleri ve adaletli bir idareden çok, şaraba, müziğe, eğlenceye ve kendisine rakip olarak gördüğü insanları, Peygamberin ailesi de olsa, katletmeye hasretmişti.
 Namık Kemal “Büyük İslam Tarihi” adlı kitabında, Yezid ve onun halifelik dönemine ilişkin, “…Hazreti Hüseyin’e yaptıkları ve Hazreti Ali taraftarlarına karşı davranışı, Medine ve Mekke’yi tahribi İslam tarihinin en acıklı sahifelerini…” oluşturur demektedir. (Namık Kemal, 1975: 186)

EMEVİLERİN SONU

 Yezid’in, İmam Hüseyin’e, Hz. Ali soyuna ve yandaşlarına yaptıkları, Mekke ve Medine’ye saldırması İslam tarihinin en kara sayfalarını oluşturur. Yezid, hilafetin haksız varisi, Hz. Hüseyin’in katledilmesinin ve mukaddes şehirlerin kirletilmesinin baş sorumlusu olarak müslümanların hafızasında kötü bir isim bırakmıştır. Emevi zalimleri Hakkı tanımamışlar, azgınlaşmışlar ve Peygamber’in Ehli Beytine olmadık şeyler yapmışlardır. Bütün bunlar sonrasında Emevi saltanatı kökünden sarsıldı ve yıkıldı. İslam alemi yüzyıllardır Peygamber torunlarına yapılan bu zulmü unutmadı. Kısa zaman sonra bu durum Emevilere karşı büyük bir intikam duygusu yarattı. Başta Ubeydullah b. Ziyad olmak üzere İmam Hüseyin’in şehid edilmesinde rol oynayanlardan hesap sormak üzere yola çıkan İbrahim b. Eşter, askerlerine karşı şu konuşmayı yapmıştı. “…Ey din yardımcıları ve hak taraftarları olan Allah askerleri! Resulullah’ın kızı Fatıma’nın oğlu Hüseyin b. Ali’nin katili olan; Hüseyin ile kızları, kadınları ve taraftarları arasına gerilen; onlarla içecekleri Fırat suyu arasına gerilerek onları Fırat suyuna bakıp durduran; onun amcasının oğlu Yezid’e gitmesine ve onunla anlaşmasına da engel olan; evine ve ev halkına dönmesine veya Allah’ın geniş yerlerine gitmesine imkan vermeyen; onu ve onun ev halkını şehit eden Mercane’nin oğlu Ubeydullah işte karşınızdadır!
 Vallahi, bu Mercane’nin oğlunun Allah tarafından günah kirlerinden temizlenmiş, korunmuş olan Resulullah Aleyhislamın Ehl-i Beytine yapmış olduğunu, Firavun bile İsrail oğullarının temsilcilerine yapmamıştır! Allah onu sizinle, sizi onunla karşı karşıya getirmiştir. Vallahi, sanıyorum ki; Allah onun kanını ancak sizin ellerinizle döküp kalplerinize şifa vermek için bu harp meydanında sizi onlarla bir araya getirmiştir. Allah biliyor ki; siz ancak Peygamberinizin Ehl-i Beytine yapılanlara kızarak yola çıktınız!...” (Köksal, ty.: 382-383)
 Nihayet bir gün Muhtar isimli bir kahraman arkadaşları ile birlikte ayaklandı. Kûfe şehrindeki Ömer bin Sa’d ile Kerbela Olayı’na katılanlardan 210 kişi kılıçtan geçirildi. Bu karışıklıklar sırasında kaçmaya çalışan Hz. Hüseyin’in katili Şimr de yakalandı ve katledildi. 750 yılında Emevi Hanedanı’nı deviren Abbasiler, onlardan öyle bir öc aldılar ki, ölülerinin kemiklerini bile mezarlarından çıkarıp yaktılar. Böylece Muaviye’nin hile ve para üzerinde kurduğu Emevi zulümü sona erdi. Ancak ne yazık ki bu kez de Abbasilerin zulmü başlıyordu. Peygamberin ve İmam Ali’nin amcazadeleri olmalarına karşın, bırakınız başka insanları onların soyuna karşı çok büyük baskı ve katliamlardan çekinmediler.
 1  Dineveri’de burası adeta Yezid’i aklamak için şöyle aktarılıyor: “Şimr’in konuşması sonrasında Yezid gözyaşlarına boğulmuş ve “Yazıklar olsun size! Ben Hüseyin’i katletmeden itaat etmenizi istiyordum. İbn Mercan’a Allah lanet eylesin. Vallahi onun arkadaşı olsaydım, onu affederdim. Allah Ebu Abdullah’a rahmet eylesin…” (Ebu Hanife Dineveri, 2007: 308) Bu yalanları söylemek için olduğu kadar, aktarmak için de biraz vicdansız olmak gerekmez mi? Yazıklar olsun size.
2  İmam Zeynel Abidin

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...