28 Şubat 2012

GECE AYAZLARDA KALEMİ KANA BULAMA VAKTİDİR


GECE AYAZLARDA KALEMİ KANA BULAMA VAKTİDİR
Gece!
Katran karası ellerini çek üzerimden!
Değme!
İniltilerini sus!
Sus gece!
Sıra bende!..
Ayazlarda kalemi kana bulama vaktidir.
İçimi parçalarcasına,İçimin sızısına çığlık çığlığa susmalı şimdi!
Gece melâlinde yâr…
Ahım sığmazken içime
Söyle!
Sen hangi yastıklarda susturursun ağlamalarını ?
İçinin sızısını hangi duayla dindirirsin?
Canın yaprak yaprak dökülür bilirim,
güneş görsede suretin..
Sesine ayrılık kaçtığından beri susmak en asil sözdü senin lügatinde.
Bense dökülendim ardına..
Ardında dağıttığın harfleri toplayandım, bir usta çabukluğunda..
Yokluğunda, hepsi  cılız sesli bir avuntuydu, dinleyip inandığım…
Tutunup kalktığım, asıldığım bir avuç duaydı..
Sustun!
Sevinçleri düşürdüm yırtılan ceplerimden..
Yaşamaktan çevirdim yüzümü,
İnine çekildi deli düşlerim
Bu şehre yüzümü döktüm pencerelerden..
Kimseler görmedi..
Susarak ağladım en çok!…
Ve ellerimi kanatırcasına yazdım!…
Sen yoktun
Sızımı savurdum rüzgarlara..
Koyu bir hüzne dağıttım saçlarımı,
Toplayamadım..
Usul usul salındı hüzün
Ellerini gözlerimde gezdirdi..
ve yokluğunda adıma en çok HÜZÜN dendi !
Ellerim vardı kırılgan,kanlı,ürkek ellerim!
Ahu efgânlarımda bir onlar yoldaştı bana bir de sesim..
Tutunamadım göğüne!
Uzanamadım!..
Asılı kaldım uçurumlarında..
Çıkmazlarında yollarımı şaşırdım..Bak ellerime!
Parmak uçlarımda tadımlık sevinçlerim..
Kulaklarımı tırmalarcasına sâlâsını duyuyorum benliğimin…
Bilir misin ki kaç SEN geceyle dilimlendi içim?
Yâr! bilebilir misin?
Ömrümce kaç zindanla doldu gözlerim?
Kaç sızı oturdu gamzelerine yüreğin?
Seslenmek ırağına,
bir yudum söz beklemek alfabenden,
faydasız artık bilirim!
Bilirim,
Yine kendime döner çığlık çığlığa sesim…
Belki de harfleri yutmalıyım dudağımda..
Yakmalıyım şiirleri,
Ateşe vermeliyim!..
Gel o zaman, gülüşünü al rüzgardan artık deli yâr!..Sızıma değmesin!..
Ben geceden döndüm yüzümü..
El verdim suskuya ve duaya..
Söyle geceye, ne olur..
Ne olur ardım sıra gelmesin!
Yoruldum artık! Yeter!…
Bana Aşk’tan söyletmesin..!
İçime konuşma vaktidir şimdi…
Bozguna uğrasın harfler..
En ırağıma gitsin….

YOKLUĞUNDA ÜŞÜYORUM ŞİMDİ

 
YOKLUĞUNDA ÜŞÜYORUM ŞİMDİ
 Hani yoksunya artık,,
Bana bıraktığın yokluğunla tanışıyorum şimdi....
Yüreğim vardıya hani senin için yanan,,
Yokluğunda ona yanmaya devam etmesi için yalvarıyorum şimdi...
Daha gece doğmadan kararırmı gün,,
Yokluğunda kararıyor günlerim şimdi,,
Kararan günlerimin acımasız geclerinde,,kayboluyorum şimdi....
Yatağa her girdiğimde hayalinle ısınırdı tenim,,
Kaharolası gururum müsade etmiyor hayaline dokunamıyorum şimdi....
Ve ben öyle üşüyorumki yokluğunda şimdi,,
Üşümekten başka başka acılarla uyuya kalıyorum şimdi....
Varlığında yaşamak isterken,,yokluğunda ölüyorum şimdi..!
Seni sevmekle başladı her şey.
Yüreğimdeki depremler...
Nefessiz kalışlarım..
Her şey seni sevmekle başladı..
Erkekler aglamaz derler..
Sevdanla bir nehir misali...
Göz yaşı olup aktın yüreğime..
Çırpınırken battım derinlere..
İflah olurmuyum bilmem ama..
Ben seni yüreğimle adam gibi sevdim.
Seni sevmekle başladı..
Uykusuz geceler de seni dilenen..
Kördüğüm kalbimin tutkusu...
Seni sevmekle başladı..
Yüreğimde ki sönmeyen yangınlar..
Seni sevmekle başladı..
Acılarım hüzünlerim...
Seni sevmekle başladı..
İki kişilik sancılarım...
Seni sevmekle başladı..
Yarınsız sızılarım..
Seni sevmekle başladı..
Yüreğimdeki fırtınalar..
Seni..
Seni sevmekle başladı her şey...
Kördüğüm tutkunun ne sen farkındaydın ne ben..
Ansızın ayrılığın esaretine düştük...
Rüzgarda savurulan bir sandal misali..
En amansız dalgalarda sevdim seni..
Seni sevmekle başladı her şey..
Kalbime döşediğin hüzn mayınları..
İnfilak etmeden eylül mağduru sevdam..
Kana bulaşmadan..
Bana bendeki sevdanı ver...
Bana bendeki seni ver...
Kalbim_kördüğüm...

HER ŞEY SENİ SEVMEKLE BAŞLADI

Her şey seni sevmekle başladı
Bir asırlık uykudan
Seni sevmekle uyandı yüreğim...

Gökyüzünden düşen
Her yağmur tanesine seni yükledim
Sırılsıklam sen olmak için...
Seni üfledim rüzgarlara
Çiçeklere gülere seni aşıladım
Her nefesimde seni solumak ve koklamak için...
Sol ayağıma seni, sağ ayağıma beni yazdım
Yürüdüğüm her yerde her köşede
Sen ve Ben olmak için...

Birtanem, Yüreğimin Aşkı,
Gözlerim Aşk ile bakabilmeyi senden öğrendi...
Delicesine bir sevda bu,
Bende ne bir tarifi nede kelimelere sığdırabileceğim bi anlamı var..
Sonsuzluk gibi evren gibi, nefes gibi...
Tek bildiğim, son kez aşık olduğum...

Aşkım seni senden daha çok seviyorum...
Aramızda dağlar olsada kalbimdeki ben hep yanında...

herşey seni sevmekle başladı...
Herşey Seni Sevmekle Başladı...
Hayat bazen herşeyden vazgeçmek oldu bazen bir senden vazgeçememek...
Tek zaafım sen oldun hayatta bir sana dönemedim sırtımı ve çekip
hızlıca gitmek hiç aklıma gelmedi! gelmeyecekte...
Herşey seni sevmekle başladı...

Dünya asla bir toz bulutu olmamıştı zaten.
Sevmek diye bir şey varmış ve sevince iliklerine kadar hissediyormuş insan
varlığını tüm acıları ve sevinçleri bir anda yaşayıp tüketiyormuş.
Varlığın ve yokluğun... ikiside bazen öyle zor ki!
Keşke biraz olsun anlatabilsem sana paylaşabilsem acılarımı seninle
kıyamam ki...

Hiç susma istiyorum yanımdayken aklından geçen herşeyi bilmek istiyorum
hayallerini korkularını sakladığın kendini ve kendinden bile kıskandığın
sevdanı anlat istiyorum.
Zannederim ben seni seveli asırlar oluyor.
Ben bunu yeni anlıyorum...
Unutma sevdiğim unutma hiçbir direnişimi.
Şimdi sana cevabını veriyorum aklındaki bütün sorularının...
Her ayrıntım sende gizli benim... Sana verdiğimden başka ben yok ki bende...
seni sevmekle başladı her şey.
yüreğimdeki depremler...
nefessiz kalışlarım..
her şey seni sevmekle başladı..
erkekler aglamaz derler..
sevdanla bir nehir misali...
göz yaşı olup aktın yüreğime..
çırpınırken battım derinlere..
iflah olurmuyum bilmem ama..
ben seni yüreğimle adam gibi sevdim.

seni sevmekle başladı..
uykusuz geceler de seni dilenen..
kördüğüm kalbimin tutkusu...
seni sevmekle başladı..
yüreğimde ki sönmeyen yangınlar..
seni sevmekle başladı..
acılarım hüzünlerim...
seni sevmekle başladı..
iki kişilik sancılarım...
seni sevmekle başladı..
yarınsız sızılarım..
seni sevmekle başladı..
yüreğimdeki fırtınalar..
seni..
seni sevmekle başladı her şey...
kördüğüm tutkunun ne sen farkındaydın ne ben..
ansızın ayrılığın esaretine düştük...
rüzgarda savurulan bir sandal misali..
en amansız dalgalarda sevdim seni..

seni sevmekle başladı her şey..
kalbime döşediğin hüzn mayınları..
infilak etmeden eylül mağduru sevdam..
kana bulaşmadan..
bana bendeki sevdanı ver...
bana bendeki seni ver...
kalbim_kördüğüm...kdz.

DÜŞTÜM BATTIM DERİNLERE


DÜŞTÜM BATTIM DERİNLERE
Bu gece; kırılgan düşlerimin koynunda sabahlayacağım…
Tenimde susuzluktan kurumuş,elbiseleri yırtılmış,
öfke kanamalı Aşk sözcükleri kazılı…
Yine gri karanlıkların mürekkebine düştü kalemim…
Denize kıyısız durgun ırmaklar akıyor gözlerimden…

*BEN BÜTÜN YARALARIMI MUTLULUĞUN İÇİNDEN GEÇERKEN ALDIM…*
Soğuk rüzgarlar,yüzümün ağrısını içimin Maltalarına savururken;
Tutuklu adımlarla voltalıyorum,yargısız hüküm giydiğim karanlıkları…
Ardımda kanlı cam kırıkları ve ıslak hüzünlerde büyütülmüş
o kadar ayrılığım var ki,Suskunluğuma kilitlediğim…
Üstü çizilmemiş iri puntolu hafler duruyor gözümün önünde, onarılmayı bekleyen…


ONARIYORUM…
Neresi zordu ki sevmenin;
Eğer duyulmasaydı kalbimin atışları…
Çatlarken sevimsizliğin ardamarı,acemi bir işkenceci kesiliyor hayat…
Oysa yıkılması zor değildi,yüreğime ördüğüm duvarın…


*Kİ O DUVAR EN ÇOK KENDİ İÇİNDE YIKILMIŞTIR*
Şimdi ;
Her okuduğumda kırık-dökük güncemi ,en çok beni vuruyor,
Büyük yıkımlardan devşirdiğim,içe zalim-dışa can cümlelerim…
Hangi sularda yüzdürsem kağıttan gemilerimi, soğuk bir rüzgara yenik düşüyor düşlemler…


“DÜŞTÜM BATTIM DERİNLERE”
Dipteyim…
Yunus’un karnında,Yusufi sancılarla,sabır tesbihleri çekiyorum…
Duaya açılıyor mücrim ellerim,
Gecenin yarısı,duvarlarında küfür yazılı odamda…
İhbar ediyorum sevda kaçakçısı duygularımı,
Durmadan üşüyorum geçmişin karanlıklarında…
Usul usul dolaşıyorum düştüğüm duvarların gerisinde…
İzi duran yaralarımdan biriktirdiğim bir başkaldırının,hesapsızca çöreklendiği,kıştan kalma bir ayazım şimdi,üşüten…


“ZATEN BEN HİÇ BAŞEDEMEDİM Kİ,
OLUMSUZ SATIRLARIN,

BOŞLUĞA DÜŞÜREN ÜNLEM İŞARETLERİYLE…”
Her parantez bir yanılışım,
Her satır başı bir umut ve her nokta bir ölüm oldu ,
gecenin çıldırtan sessizliğinde…
Oysa ben seni,her gece duvara astığım acılarımdan süzüp bağrıma aldım…
Hüzün büyüğü gözlerine yaslanmanın,ne büyük bir onur olduğunu bilmedin…
Artık içimin ağıtlarına dokunma ey kelepçesi hükümlü rüzgar !..
Kaç ölüm düştü tutsak günceme…
Geçmişine sövülmüş bir hükmün infazında ertelendi gülüşlerim…
Şimdi her gülüşümde yüzüm kirli…
Koşarken yırtıldım işte;

AĞLAMA GÖNLÜM...

 
AĞLAMA GÖNLÜM
Yaraladı kalbimi duygular paramparça
Çaresiz onmaz kederlere saldı da beni.
Açılır sızılar gün batıp akşam olunca...
Kaybederim yalnızlık kucağında kendimi.

Gökte yıldızlar geceye muhtaç sana da ben
Bu diyarlar da yıldızlar; hep solgun parlıyor.
Sarılmışım sevda denen bir yılana da ben...
Ne yıldız'a gönlüm, nede sana ulaşmıyor.

Her gece düşlerim, alır seni uzaklardan
Sanma ki şu divane gönlümde unutuldun.
Hasretini anarken o eski zamanlardan
Geçmiş hatıralarla kalbimde avutuldun.

Bir sessiz vedadır bu bendeki sevgiliye
Ağlama gönlüm:daha ne günler göreceksin.
Yanma! nice insafsız mateme düştün diye...
Arsızdır o duygular, daha çok seveceksin.

Bir tuhaf vedadır ve en derin hislerimle
Ne demek bilmiyorum, sensizliği yaşamak.
Uzaklardan görün vedalaşta gözlerinle...
Sızlasın;yansın için, öğren neymiş ağlamak.

Bir akşam vakti, gezerken hüznün bahçesinde
Duydum derinlerden kalbinin inlemesini.
Süzdün bakışlarını bir aşkın hücresinde
Duymadın kalbimin sana çarpan nağmesini.

O insafsız vurgunlara alıştı bu gönlüm.
Bir kara basan gibi çöktünde üzerime.
Akıttın içime zehrini sunarak ölüm...
Sızıpta bir yılan gibi vurdun yüreğime.

O sevda türkülerini söyleyip içimden
Sensizlik bir yamandı,tezden ölüm diledim.
Bir nefret için nefrete değen gönlümden
Issız biçare karanlıklara diş biledim.

Besleyip nicedir bir sevdanın ülküsünü
Matemini tutar her gece, sensiz haneler.
Söylerim gönlümün terhis eden türküsünü
Rüyalarım senden yana,gönlüm başka söyler.

Seni her gece dizip bir efkarlı kurşuna
Anlamsız duyguların öznesidir ayrılık.
Divane gönül ümit besler boşu boşuna
Yalandan sevmelerin yüzdesidir ayrılık.

Her karanlığın ardında olsa da aydınlık
Bulunur yanık bir nağme, bu ruhu inleten.
Sıkılmıştır bir kere kurşun: adı ayrılık
Adı dilimde har'dır bu ruhumu titreten.

İçim acıyor dururken karşımda hayalin
Şimdi rüzgarlar da savrulan bir derbederim.
Kaybolmadı rüyalarımda dün gibi halin
Seviyormuşum hala seni, yemin ederim.
................
K.Kurultay

KEPEZ SESLİ ŞİİR DİNLEYİN VE OKUYUN


Kepez
Ansızın bir karasu iner
Deniz fenerinin gözlerine
Fener kör olur
Ve ağır ağır uyanmaya başlar
Deniz dibinin devleri
Koç sürüsü dalgalar toslaşır gerine gerine
Ötede yıkkın bir balıkçı köyünün çiçeksiz evleri
Evler ki denizlerde olup bitenleri bilmez
Bense bu kaderi iyi bilirim
Benim adım Kepez

Yıldızlar olmadı mı, dolunay olmadı mı
Gökyüzü de kördür
Yüreğindeki kara bulutlar
Durmadan yıldırımlar kusar
Yorgun bir gemi oturur kayalara
Karışır birbirine dua ve küfür
Korkuysa şapkasını her zaman
Kapkara bir dala asar
Bir yosun tarlasında dinlenirken
Gördüm ölümü kaç kez
Selam verip geçti gülümseyerek
Ben korkusuz Kepez

Kaç sünger ve inci avcısının
Kanına girdi bu denizler
Kaç taze gelin ihtiyarladı
Bu ufuklara baka baka
Her sabah
Neşeli bir ıslık aydınlığına
Evden çıkıp gidenler
Ya döndüler ya da hiç dönmediler
Yaralı akşamlara
Yalnız kalmayınca aç kalmayınca
Oğlak, kuzu melemez
Ben ne dramlar yaşamamışımdır bu kıyıda
Ben Kepez

Mutlu insanlarda gördüm
Gelip kollarımın arasında sevişen
Ama uzun sürmedi
Şıngır mıngır kristal ömürleri
Ne çığlıklar işittim rüzgarlardan
Mevsim mevsim değişen
Hele de yitik ekmekler gibi ayrılık türküleri
Tedirgin martıların
Kanatları vururken gez
Ben dilsiz bir görgü tanığıyım
Benim adım Kepez

Gün kısalır,
Bir gece de değişir renk renk haritam
Gün uzar,
Sızlayan süslü bir göğüstür Tarih-i Kadim
Sırdır, ayıptır
Gördüklerimin hepsini anlatamam
Gemiler gelip geçerken
Kaç dilden hüzünlü şarkılar dinledim
Gül yanaklı, lale dudaklı
Ne güzeller gördüm gitti gelmez
Ben hep aynı yerde beklerim
Benim adım Kepez

Bazen denize küserde
Gökteki yıldızlarla konuşurum
Bazen gidemediğim yerleri okşamak isterim
Bulamam ellerimi
Ay doğarken başlar
En uzun süren sarhoşluğum
Asırlar kemirse de
Koparamazlar zincirlerimi
Kimse kirli ayaklarıyla
Üzerimi tepeleyemez
Ben beş vakit
Sabrın gül suyuyla yıkanırım
Benim adım Kepez

Şiir : Bahaettin Karakoç
Albüm : Sır

NE KİTAPLAR YAZIYOR NE DE SÖZLÜKLERDE ÖYLE İÇİMDESİN Kİ..

Ne kitaplar yazıyor,ne de sözlüklerde

Öyle İçimdesin ki

Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var.
Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.
Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu, diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?
Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.
Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.
Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.
Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başında içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.
Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.
"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum.
Neler yazmışım diye merakımdan.
Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

TARİH VE DİL İHANETİ






TARİH VE DİL İHANETİ

Şimdi bazı kişiler çıkıp "TÜRK ile SÜMER adı arasında hiç bir benzerlik yok. Zaten TÜRK adı ilk GÖKTÜRKLER (M.S.552) ile duyuldu, ve TÜRKLER ANADOLU'ya 1071'de geldi," diyebilirler...
İşte bu Batı yönlendirmesi ile şartlanmış, millî benliğini kaybetmiş bir TARİH eğitiminin sonucudur!
Sami Akad kralı Naram Sin'e (M.Ö.2320-2284) karşı ittifaka giren 17 hükümdar arasında TOURKİ kralının da olduğunu, yurdumuzda pek az kimse bilir!
Yine Kürt ayırımcıların sahip çıktığı GUTİ krallığı hükümdarlarının adlarının "EL ULUMUŞ, İNİNE BAKAŞ, YARLAGAN, TİRİGEN, ŞARLAK" gibi TÜRKÇE ile münasebettar kelimeler olduğundan çok az insan haberdardır.
Öte yandan arkeolog ve tarihçilerimiz bile KUZEY MEZOPOTAMYA kil tabletlerinde geçen TURUKKU kavmi üzerinde durmazlar!
Ne zamanki bunlar, bizim tarihimiz içinde yer alır, o zaman TÜRK milleti gerçek benliğini bulur!
Aslında ATATÜRK üstün basiret ve ferasetiyle gerçeği kavramış ve TÜRK TARİH TEZİ üzerinde çalışmaları başlatmıştı. Hatalar ve bazı aşırılıklar zaman içinde giderilebilirdi.
Ancak Milli Şef İnönü döneminden itibaren geçmişimizden uzaklaşmış, SELÇUKLU ve OSMANLI'yı adeta tarihimizden silmiş, ve köksüz kalmışızdır.
ATATÜRK'ü bu kadar dışlayan sözde aydınlarımız, aynı dönemde sözde Atatürkçülük yaparak, GAZİ'nin vazgeçtiği uydurma Türkçe'ye hız vermişler, büyük bir hızla dilimize giren Batı kelimelerini görmezlikten gelip tarihimizin, edebiyatımızın bir parçası olan ve bizi Asya'daki kardeşlerimize bağlayan kelimeleri "Osmanlıca" diyerek ayıklamışlar, bizi 3-5 bin kelimeyle konuşmaya mahkûm etmişlerdir.
BU DURUM MUTLAKA DEĞİŞMELİDİR!..
TÜRK, ANADOLU, MEZOPOTAMYA, EGE, ASYA tarih ve kültürü ile ilgili dünyanın bütün kütüphanelerinde mevcut kitap, tez ve araştırmaların birer kopyası mutlaka elde edilmeli ve muhtelif heyetler oluşturularak dönem dönem, bölge bölge bunlar incelenmeli, gerçekler ortaya çıkarılmalı ve yayınlanmalıdır. İnsanımız buna göre eğitilmelidir!
Öte yandan dil konusunda her türlü bağnazlığa son verilmelidir. İngilizce'yi zengin eden başka dillerden aldığı ve benimsediği kelimelerdir. Bu bakımdan hangi devirde olursa olsun, her TÜRK'ün kullandığı kelimeler, TÜRKÇE'nin bir parçasını oluşturmaktadır.
Öyleyse ilk çağlardan başlıyarak bu kelimeleri bir BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK'te toplamak gerekir. Bu sözlüğü hem ülkemizde, hem de diğer TÜRK cumhuriyetlerinde dağıtmak gerekir. Ayrıca bir de TÜRK lehçelerini tanıtan, birbirleriyle farkını olduğu gibi, benzerliklerini de gösteren bir rehber kitap hazırlanmalıdır.
Tarih eğitimi öyle "Selçuklu Tarihi" , "Osmanlı Tarihi" , "Cumhuriyet Tarihi" diye ayrılarak değil; TÜRK TARİHİ olarak, OK ve ON PROTO-TÜRKLERİ'nden başlayarak, ve bir bütün halinde, her boy ve soydan bahsederek öreatilmelidir!
Bizim Cumhuriyet tarihimiz SELÇUKLU ve OSMANLI TARİHİ'nden kopuk değildir! TÜRKİYE CUMHURİYETİ bu topraklarda SELÇUKLU'nun ve OSMANLI'nın mirasçısıdır, onların devamıdır!.. Gökten zembille inmiş gibi 1923'de kurulmuş bir devletten bahsetmek, hem bize, hem ecdadımıza, hem de ATATÜRK'e hakarettir!..

GÜNEYDOĞU ANADOLU'NUN KISA TARİHİ

GÜNEYDOĞU ANADOLU'NUN KISA TARİHİ

Tevrat'ta "Yahve'nin (ALLAH'ın) itaat etmiyen İbranileri cezalandırmak için İÇ ASYA'dan gelen, ateşten okları olan ve evreni cezalandırmak için yaratılan bir toplumdan ve onların göçleri"nden bahsedilmektedir. Tarih Milâttan önce 100 yıllarına kadar uzanır. Söz konusu olan topluluk İSKİT TÜRKLERİ'dir. İSKİTLER M.Ö. 7. yüzyılda Hazar üzerinden inerek Doğu Anadolu'yu ele geçirmişler, MEDLER'i 28 yıl egemenliklerine almışlardır. Daha sonra da küçük gruplar halinde Anadolu'da varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Suriye-Irak sınırına yakın bir yerde DURA-EUROPOS diye bilinen bir yazıt bulunmuştur. Bu yazıtta HUN TÜRKLERİ'nin M.S. 3. yüzyılın ortalarında KAPGAN, TOPÇAK, TARKAN BEY, KUBRAT ve KURTAK gibi komutanların önderliğinde DOĞU ANADOLU'ya indikleri belirtilmektedir. HUNLAR'ın bölgeye ikinci seferi M.S. 395 yılında olmuştur. 451 yılında AZERBEYCAN'ın güneyine yerleşmişler, DOĞU ANADOLU'ya sürekli girip çıkmışlardır. Bu gerçeği bölgedeki köy adlarından anlıyoruz. Erzincan-Lardusu'daki HUNLAR, Elazığ-Palu'daki HUİN, Bingöl-Solhan'daki HUN, Muş merkezdeki HUNAN KÖYLERİ GİBİ...
M.S.. 466'da Avrupa Hunları'nın bir kolu olan AĞAÇERİ TÜRKLERİ Azerbeycan yoluyla DOĞU ANADOLU'ya girmişlerdir. Bunu da köy isimlerinden tesbit ediyoruz. Tunceli-Malazgirt'in HAÇERİ (AĞAÇERİ), HAÇERİ SUFLA, HAÇERİ ÜLYA köyleri gibi...
Yakubi'ye göre HAZARLAR 488-531 arasında Van bölgesini işgal etmişlerdir... Tarihçi Theophone ve Cedredus HAZARLAR'ın TÜRK olduğunu belirtir ki, gerçek te budur. Bizans İmparatorunun muhafız alayı HAZARLAR'dan oluşuyordu.
İmparator Heraklius kızını HAZAR Hakanına vermişti. 2. Jüstinyen de tahtan indirildiğinde HAZARLAR'a iltica etmiş, ve Kağan'ın kız kardeşi ile evlenmişti. Kostantin Kopromin de bir HAZAR prensesi ile evlenmiş ve oğlu 4. Leon, HAZARLI LEON olarak tahta çıkmıştı. HAZARLAR bu olaylar sırasında Bizans ve Arap etkisine direnebilmek için bunlarınkinden ayrı bir dine, Karaizm denilen bir Musevi mezhebine bağlanmışlardı.
Bu devirde Büyük KIPÇAK (KUMAN) Devleti de Kafkasya, Güney Rusya ve Balkanlar'a yayıldı...
558 yılında bu sefer HAZAR TÜRKLERİ'nin SABİR (SİBİR, SUVAR, SAVAR) kolu, yine Azerbeycan üzerinden DOĞU ANADOLU'ya gelmişlerdir. Bunlara ilâveten KUMAN, KIPÇAK, İLAN (YILAN), BAŞKURT TÜRKLERİ de gelmiştir. Varlıklarını gene köy adlarında görüyoruz. Bitlis merkez SUVAR, Van-Erciş'te ZUVAR, Erzurum-Oltu'da ZUVAR, Adıyaman-Besni'de ZUVAR, Muş-Geç'de ZAVERA, Elâzığ-Palu'da ZIVIR, Diyarbakır-Osmaniye'de SEVİR, Doğubeyazı'ta KAZAR, Tunceli-Çemişkezek'te HAZARI, Elâzığ-Maden'de HAZARI, HAZAR köyleri gibi.... Ayrıca Diyarbakır-Silvan'da GOMAN, Elazığ-Malazgirt'te KOMAN, Siirt-Garzan'da COMANI, Erzincan-Kığı'da KUMAN köyleri vardır. Erzurum merkezde BAŞKURT DERE, pek çok ilde olduğu gibi Tunceli-Pertek'te İLANLI, Gaziantep-Kilis'te YILANLI köylerine rastlanır.
Anadolu'nun son olarak Ortaçağ'da Türkleşmesi, Batılıların iddia ettiği gibi 1071'de değil, 7. asırdan itibarendir!. İslam ordularının ilerleyişi üzerine Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans), Rumlar'ı batıya çekmiş, bölgeye Balkanlar'dan gelen hıristiyan KUMAN, UZ ve PEÇENEK TÜRKLERİ'ni yerleştirmiştir. Bu TÜRKLER, Malazgirt savaşında Bizans ordusunda yer almış, ancak ALPARSLAN'ın ordusunda kendi bayraklarını, tuğlarını görünce, onun safına geçmişlerdir. İşte Kürt bölücülerin "biz yardım etmeseydik, Anadolu'ya giremezdiniz," iddialarının ardındaki gerçek te budur!.. Daha sonra SELÇUKLU Sultanı Sencer, müslüman olmayan bu TÜRK topluluğunun Anadolu'ya yerleşmesine izin vermemiştir.
Vatikan (Batı Roma) 4. Asırdan itibaren bölgeye misyoner göndermiş, bu uygulamayı daha sonra İstanbul (Doğu Roma) da sürdürmüştü. 4. Asırda Sub-Hare-Maren adlı misyoner Güneydoğu halkını hıristiyanlaştırmaya çalışıyordu. Ayrıca daha sonraları bölge 700-900 arasında Araplar ve Bizans arasında el değiştirdikçe, müslümanlığı kabul etmiş olanlar zorla hıristiyanlaştırılıyordu.
Paris'teki Coğrafya Enstitüsü, Millî Arşivlerinden (Archives Nationales - Institut de Geographie)alınan ve

 Justinyen dönemi(M.S.527-565) Doğu Roma İmparatorluğu (bizans) topraklarını gösteren harita ile bunun büyütülmüş hali ile


Doğu Anadolu'yu gösteren haritada "Kürdistan" diye bir bölgeye veya "Kürtler" diye bir topluluğa rastlanmamaktadır.
Bu haritada "kürdistan" yoktur ama, bizim Lazlar'ın anavatanı LAZiKE ile, İspanya ile Portekiz'in bulunduğu yarımadaya adlarını veren İBER TÜRKLERİ'nin anavatanı İBERYA vardır. Lazike'nin biraz yukarında ise şimdiki Arnavutluk'a (Albanya) adını veren ALBAN TÜRKLERİ'nin anavatanı ALBANYA vardır. Tıpkı Horasan'dan göçedenlerin Erzurum yakınlarında bir Horasan şehri kurmaları, Kırgızistan'daki Talas'tan gelenlerin Kayseri'deki Talas kazasına adını vermeleri gibi, onlar da gittikleri diyarlara eski yurtlarının adını vermişlerdir.
Aynı Enstitü'nün

640 YILINDA ASYA başlıklı haritasında ise Orta Asya'da koca bir Türk İmparatorluğu, Hazar Türkleri görülmekte, fakat ne Anadolu'da, ne de Horasan'da Kürtler'e rastlanmamaktadır. Bu da "Horasan Kimin Yurdu" diye uyduruk bir kitap yazıp GUR TÜRKLERİ'ni "kürt" yapmaya çalışan Fuat Bulut'a ithaf olunur.
Bu haritalarda Ermeni bölgeleri vardır ama, asla bağımsız bir Ermeni devleti yoktur... 1., 2.,, 3., 4. Ermenistan diye gösterilen bölgeler, aslında Türk akınlarına ve daha sonra müslümanlara karşı dursun diye Bizanslılar tarafından oradan oraya sürülen Ermenilerin yaşadığı geçici iskân yerleridir.
Bölge 640'larda bu sefer Araplar ile Bizanslılar arasında paylaşıldı. Topraklar sürekli el değiştirdi..
Nihayet 661'de Araplar bölgeyi fethettiler. Bu arada HAZAR TÜRKLERİ de bölgeyi istila etti. Halife Muaviye Anadolu'ya sürekli akınlar yaptı. Hatta bir seferinde İstanbul kapılarına dayandı. (661-680)
Bu dönemde Ermeniler Bizanslılar'a karşı Araplar'ın safında yer almışlardır.
683-685 arasında HAZAR TÜRKLERİ Kafkasları aşarak yöreyi girdiler ve Arap emirlerini yok ettiler. 693'de Bizanslılar ile birleşerek Arap ordusunu tamamen ezdiler. Bunun üzerine Halife Abdülmelik bir ordu daha göndererek HAZARLAR'ı dağıttı. Emir Cerrah HAZAR topraklarını istila etti. Ancak HAZARLAR 730'da yine saldırdılar ve Arap emiri Cerrah'ı öldürdüler. 731'de İmparator 2. Mişel HAZARLAR'a ülkeyi terketmeleri için para teklif etti.
Nihayet 737'de HAZAR Kağanı yenildi ve İslamiyet'i kabul etti. 818'de HAZAR Hakanı eski Şaman dinine döndü, Halife Memun onu yine İslamiyet'i kabul etmesi için zorladı.
Vahram Şapuh adlı Ermeni derebeyi, İran şahı Keyhüsrev'e karşı ayaklandığında, ordusu TÜRKLER'den oluşuyordu.
Bizans İmparatoru Teofil (829-842) de, VARDAR TÜRKLERİ'ni Selaniğe yerleştirmiştir... Arap yazar Harun bin Yahya 800'lerde İstanbul'da onbin TÜRK asker ve ailesinden oluşan bir koloni olduğunu yazar... 722'de Suriye'den 30.000 TÜRK getirtilerek Ermeni isyancılara karşı kullanılmıştır.
Halife Memun (813-823) TÜRKLER'i kitle halinde HORASAN'dan getirterek Güneydoğu Anadolu illerine yerleştirmiştir. Bugünün Zazaları diye bilinen kişiler bu dönemde gelen HORASANLILAR ve 1200'lerde aynı bölgeden CELALEDDİN HARZEMŞAH ile birlikte gelen HARZEM TÜRKLERİ'dir.
Eski tarihli yabancı menşeli haritalar incelendiğinde Doğu'da hiç bir dönemde ne bir Kürt devleti, ne de Kürdistan diye bir yer görülmektedir...


960-980 YILLARINDA ASYA adlı haritada gene koca bir İslam (Abbasi) İmparatorluğu vardır, Türkler vardır, ama "kürtler" yoktur!.. Yalnız Doğu Anadolu'da Bagratuni (Pagratide) adlı bir devlet gösterilmiştir... Gerçekten de 885 yılında Ermeni derebeylerinden Aşot Bagratuni kaypak bir politika güderek hüküm sürmekte idi. O tarihte Bizans ile Araplar arasında amansız bir mücadele cereyan ediyordu. Her iki devlet te bu kişiye bir krallık tacı gönderdiler. Ancak Halife El Muhamit, Aşot'a taç gönderirken ne özerklik sağlamış, ne de aldığı vergiyi azaltmıştı. Haritada görülen devlet aslında İslam devletine tabi Armaniak vilayetidir.

(Bölgenin büyütülmüş hali için bakınız: DOĞU ANADOLU)

Kürt adı altında toplanmak istenen zümrelerin Kardu, Karduk, Kaldi, Kırti gibi Mezopotamya ve Anadolu kavimlerine dayandırma gayreti, tamamen gayrı ilmidir. Ayrıca bu insanların Ermeni, Arap ve İranlı olduğu iddiaları da ideolojik olmaktan öteye gitmez. (Güneydoğu Anadolu'nun Tarihi Kültürel, Ekonomik, Jeopolitik ve Sosyal Durumu, Türk Ocakları Merkez Heyeti) Kaldı ki, pek çok yabancı kaynak Ermeniler'i YAFETİK sayar. Yani onlar da TÜRKLER gibi Hz. NUH'un YAFES adlı oğlundan gelmedir... Tek fark, Ermeniler'in de Bulgarlar gibi hıristiyan olmasıdır.
Müslüman Arap orduları, bu bölgede Kürt denilebilecek kayda değer bir grupla karşılaşmamışlardır. Bölge tarihiyle ilgili İslam, Nasturi, Yakubi, Süryani, Rum ve Ermeni kaynaklarında bölgede yaşıyan topluluklar sayılırken, Kürt denen bir topluluk hiç geçmez. Anadolu'da Arapların kurduğu Sugur (Uç Beyliği) ve şehirlerinde görev alan komutanlar arasında TÜRKLER sayılırken, bir tane bile Kürt komutan veya Kürt düşmanın adı yoktur.
Batılı yazarlar Yezidiler'i Asurlar'a, Araplar'a ve Ermeniler'e dayandırırlar... Her Yezidi'nin, hıristiyanlıkta olduğu gibi 2 ahiret kardeşi (Parain-Maraine) vardır. Doğan çocuklarını vaftiz ederler. Asıl tanrıları güneştir. Güneş doğarken yere yatıp güneşe karşı ellerini uzatarak dua ederler... Bizce hepsi, bu eski GÖK dinine bağlı TÜRKLER'in önce hıristiyan olmalarından dolayıdır. Daha sonra Haşhaşilerin etkisinde kalmış ve Şeyh Adiy'nin Yezidi mezhebini dejenere etmişlerdir.
Rus ekolü Kürtçüler, "bu dinin Kürt dini olduğunu, Mezopotamya'dan geldiğini" iddia ederler. Kürtleri Fars kavmi dedikleri Medlere bağlarlar, Marr, Yezidi sözünün eski Farsça İzed (Tanrı) kelimesinden geldiğini öne sürer. Çamcıyan, Aboviyan gibi Ermeni yazarlara göre, Yezidiler Ermeni kilisesinden ayrılan Eretiklerdir. (Kaşgarlı sf.42)
Tarihte Ekrad (Kürtler) ifadesi, ilk defa Mesudi'nin 912'de tamamladığı "Mürüc-üz Zeheb" adlı eserinde geçmektedir. Arkasından Taberi'nin 915'de tamamladığı Tarih'inde bir tarife rastlanır.
Gerek bu kişiler, gerekse çağdaşları Hamza Isfahani, İbn Rüşd, İbn Havkal Kürt kelimesini "bir ırkı veya etnik grubu belirlemek" için kullanmamışlardır... Mesela Taberi Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın "Kürtler, Farsların göçebe Araplarıdır" dediği rivayetini nakleder!... Yani İbn Ömer "Kürtler bizim bedevilere benzerler," demek istemiş, yani bu zümrenin dağınık, etkisiz göçebe bir topluluk olduğunu belirtmiştir.
Aynı anlayış, daha sonraki TÜRK imparatorluklarında da sürmüştür. Nasıl ki Orta Asya'da merkezi otorite altına alınamıyan göçebe ve dağlı kabilelere KAZAK denmişse; Ön Asya'da bunlara KARA ULUS, BOZ ULUS, KÜRT, TÜRKMEN, YÜRÜK denmiştir.
Kürt adı DAĞLI göçebe TÜRKLER'e, TÜRKMEN ve YÜRÜK ise OVA göçebelerine verilmiştir. Bu yüzden Kürt ayırımcıların "resmi görüş bize DAĞLI TÜRK diyor," iddiası ile, bu terimin Cumhuriyet döneminde çıktığını ima etmesi, yanlıştır... Bu kavram ve deyim 1000 yıllıktır!..
Bölgeye İslamın gelmesinden kurulan TÜRK Atabeylikler yüzlerce eser vermişlerdir... Bunlardan hiç birinin herhangi bir Kürt ile ilişkisi olmadığı gibi, Kürt sanatına mal edilen bir tek eser bile yoktur... Mardin, Diyarbakır, Van, Erzincan, Elazığ civarındaki bütün eserler TÜRK kültürünün izlerini taşırlar.
Kürt Tarihi olarak lanse edilen Tarih-i Şeref Han (Şerefname), genel bir tarih kitabıdır. Daha çok TÜRKLER'den bahseder. Kürtlerden söz eden kısımları, Firdevsi'nin Şehnâmesi'nden alınan efsanelerden ibarettir.


1200 YILINDA ASYA adlı haritada Selçuklular, Kırgızlar, Kerait, Nayman, Kuman Türkleri vardır, ama gene "kürtler" yoktur. Aynı şekilde



 1280 YILINDA ASYA adlı haritada Cengiz'in İmparatorluğu, Çin'de Moğollar, Orta-Asya'da Moğol-Türk Hanlığı, Afganistan ve Hindistan'da Türk-Afgan Sultanlığı vardır, ama "kürtler" ve "kürdistan" yer almaz!
Geldik Timur dönemine...


1400 YILLARINDA ASYA adlı haritada Osmanlılar, Timur'un Türk İmparatorluğu vardır, Fransızlar'ın Moğol dediği Çağatay Türk Hanlığı vardır, güneyde Türk Memluk (Kölemenler) Devleti, kuzeyde Moğol-Kıpçak Hanlığı vardır ama gene "kürtler" ve "kürdistan" yoktur!..
Kürdistan kelimesi ise ilk olarak SELÇUKLU Sultanı Sancar zamanında yani 1150'lerde, ülkesinin "Zağros Dağları'nın Basra körfezine uzanan kısmı" için kullanılmıştır. "Yoğun karlarla kaplı dağlık bölge" anlamındadır. Çünkü Kürt kelimesi pek çok TÜRK lehçesinde "kalın kar yığını" anlamına gelir. Hiç bir zaman o meşhur "kürdistan" haritalarında Hazar Denizi'nden İskenderun'a uzanan mıntıkayı kastetmez. Daha sonra 1400'lerde İran'ın ortalarına doğru olan bölgede bir grup göçebenin yerleştiği yere bu ad verilmiştir. Fars asıllı olan Şah Rıza, buradaki tamamen Türkçe olan yer adlarını 1920'lerde Farsça'ya çevirmiştir.
Kelimeyi Yavuz Sultan Selim de aynı anlamda kullanmıştır... Yani kendilerine bir takım imtiyazlar tanıdığı göçebe dağlı aşiretlerin bulunduğu mıntıkaya özelliklerinden dolayı Kürdistan denilmiş, ve burada dolaşanlara da kürt-ekrat tabir edilmiştir. Kürdistan adının ve Kürt tabirinin resmiyet kazanıp Osmanlı arşivlerine girmesi böyle olmuştur. Yoksa orada "3000 yıldır yaşıyan, Türkler gelmeden önce oraların sahibi olan bir Kürt topluluğu" asla mevcut değildir.
Bunun dışında bütün Batılı kaynaklarda, 19. asra kadar (yani Kürtleri bize karşı kışkırtmaya karar verdikleri tarihe kadar) yer alan bütün haritalar, Kızılırmak'ın batısında kalan bölgelere TÜRKİYE, doğusunda kalan bölgelere de TÜRKMENYA adını kullanırlar.
Kürt adı verilen topluluklar, daima TÜRKLER birlikte görülmüş, TÜRKMENLER ile içiçe yaşamışlardır. Bunlar hiç bir zaman Arap veya Farslar ile kaynaşmamışlardır.
Bölgenin tarihine devam edelim... 1121 yılında Bizans İmparatoru Yuannes, PEÇENEK ve KIPÇAKLAR ile savaşarak onları yenmiş, böylece bu TÜRK topluluğunun müslüman olma ihtimali ortadan kalkmıştır.
Yuannes KIPÇAKLAR'ın bir kısmını SELÇUKLU ilerlemesine karşı İzmit bölgesine yerleştirmiş, bir kısmını da Bizans ordusuna almıştır... 1122'de KIPÇAKLAR Kafkaslar'ı aşarak Gürcistan, Azerbeycan ve Doğu Anadolu'yu istila etmişlerdir. Zamanla daha doğudaki KIPÇAKLAR müslüman olmuş; ancak Gürcistan, Güney Rusya ve Balkanlar'da yaşıyan KIPÇAKLAR hıristiyanlaşmıştır. Bu gelişme sonucunda Code Commanicus adlı TÜRKÇE-Latince adlı kaynak eser meydana gelmiştir.
Bu KIPÇAK veya KUMAN TÜRKLERİ, sonradan KIRMANÇ diye bilinen ve "kürt" sayılan grubu meydana getirmişlerdir.
İşte o yüzden,

1200 YILLARINDA ASYA'yı gösteren haritada yine Kürt ve Ermeniler yer almaz


 Ama Doğu Anadolu'ya göçerilenlerin yanısıra, Karadeniz'in kuzeyinde Rusların POLOVİTS dedikleri KIPÇAKLAR (KUMANLAR) büyük gruplar halinde yaşamaktadır.
Bu da şimdiki UKRAYNALILAR'ın tıpkı BULGARLAR gibi hıristiyanlığı kabul etmiş TÜRK boylarından başkası olmadığının delilidir. Müslüman KIPÇAKLAR ise daha sonraları kurulan ALTUNORDU Devleti'nin başlıca insan ögesini oluşturmuşlardır.
TÜRKLER Anadolu'yu Bizans hariç hiç bir devleti yıkarak ele geçirmemişlerdir. Zaten bölgede ta SÜMERLER zamanından beri, yani 5500 yıldır çeşitli adlar altında (SÜMER, ELÂM, TOURKİ, TURUKKU, HURRİ, URARTU, SAKA, İSKİT, KİMMER, v.b.) yaşamaktadırlar.


1280 TARİHLİ HARİTA'da yine Kürtler ve Ermeniler yoktur.


MOĞOLLAR Anadolu'ya hakimdirler. Müslümanlara karşı koysun diye 600'lerde güneye kaydırılmış Ermeniler'e, Haçlı seferleri sırasında Kilikya'da (Adana bölgesi) geçici bir Ermeni beyliği kurulmuş ve Kıbrıs beyliği ile akrabalık ilişkileri olmuştur. Krallık olarak adlandırılan bu beyliğe ve bu ilişkilere dayanarak Fransızlar ile akrabalık iddia eder, ve onlardan destek bekler!..
Fransız Devlet Arşivi'nden elde edilen bu haritalar bölgede ne bir Kürt, ne de Ermeni Devleti'ni göstermektedir. Kürtler de, Ermeniler de OSMANLI idaresinde devlete sadakat içinde yaşamışlardır. Ta ki, Batılılar onları Şark Meselesi'nden dolayı 1870'lerden itibaren kışkırtıncaya kadar...
Bu yüzden bölgenin Kürdistan veya Ermenistan diye adlandırılması sun'idir, zorlamadır!..
Lübnan Kürdoloji temsilcisi Papaz Thomas Bois, "Alo Kecherehe du Peuple Kurde" adlı eserinde "kolaylık olsun diye yöreye Kürdistan diyoruz," diye gerçeği itiraf etmektedir. (Kaşgarlı, sf.27)
________________________________________
YABANCI MENŞELİ HARİTALAR LİSTESİ

ERMENİ VE KÜRT SİTELERİ




ERMENİ VE KÜRT SİTELERİ
Bu sayfada hem kürtçülük güden, Ermeni soykırımı olduğunu iddia eden sayfaları bulacaksınız, hem de bunlara karşı çıkanları.
1 - HISTORY OF INDO-EUROPEAN LANGUAGES


2 - KURDIST REGIONAL GOVERNMENT Sözde Kürt Hükûmeti


3 - ORTADOĞU VE KÜRTLER


4 - TULP Sözde Türkoloji Sitesi


5 - SÖZDE KÜRT TARİHİ Okudukça küçük dilinizi yutacaksınız. 5000 yıldır Kürtler ne devletler kurmuşlar, ne işler yapmışlar bir bilseniz!.. Ama her nedense yel üfürmüş, sel götürmüş, hiç bir eser kalmamış!.. Bir tek Kürtçe yazılı mezar taşı bile!...


6 - YAHUDİLER VE KÜRTLER Yahudiler'e yaranmaya çalışan, belki de Yahudi Kürdü birinin hazırladığı site


7 - FALSIFIED GENOCIDE Ermeni soykırım palavrası ... Aslen Türk bir aileden gelen bir Amerikalı'nın bu yalanın her yönünü ortaya koyan sitesi... ÇOK ÖNEMLİ!


8 - KURDS AND KURDISTAN Sözde Kürdistan gerçekleri, temelsiz bilgiler, dayanaksız rakamlar


9 - KURDISTAN DEMOCRATIC PARTY Gene sözde Kürdistan


10 - KURDS AND KURDISTAN Çeşitli "kürdistan" siteleri


11 - PATRIOTIC UNION OF KURDISTAN Aşiret reisi Talabani'nin sitesi


12 - ABOUT THE KURDS AND KURDISTAN İngilizce bir "kürdistan" sitesi Kürtler'in40 milyon olduğunu iddia ediyor! Ama Kuzey Irak'ta bile doğru dürüst bir sayım yapılmasına yanaşmıyorlar!.. Nedense!..


13 - KURDISTAN İNGİLİZCE HABER SİTESİ


14 - INSTITUT KURDE DE PARIS Fransa'daki Kürt enstitüsü... YALÇIN KÜÇÜK'ün dediğine göre hiç Kürt öğrencisi yokmuş!


15 - OSMANLI ARŞİVLERİ'NDE ERMENİLER Bizimkilerin hazırladığı bir site ... ÇOK ÖNEMLİ BİR SİTE.. SAYFA SAYFA TARANMASI GEREK!


16 - ERMENİ SİTELERİ LİSTESİ


17 - ARMENIAN GENOCIDE İngilizce site... Soykırım unutulmamalıymış!!!!


18 - ARMENIANS İngilizce Ermeni tarihi... Ne kadarı gerçek, orasını ALLAH bilir!


19 - GEENOCIDE IN THE 20TH CENTURY Gene İhgilizce tarih ve soykırım... Bir buçuk milyonmuş ölen Ermeniler!... Halbuki 1925 yılında PARİS'te bizzat Ermeni temsilci BOGOS NUBAR PAŞA, 250.000 DİYE YAZILI BELGE VERMİŞTİ!


20 - Türkler, Kürtler ve Osmanlılar


21 - Irak ve Kürtler: Kerkük'te tırmanan gerginlik


22 - The history of Kurds and Kurdistan


23 - İsmail Beşikçi ile söyleşi: "Kürtler Yaşamak İstiyor" SANKİ İSYANDAN ÖNCE YAŞAMIYORLARDI!..


24 - Kürtler etnik temizlik yapıyor


25 - Yavuz Sultan Selim ve Kürtler


26 - BİR SÖZDE KÜRT TARİHİ DAHA!.. Hele Şeyh Said'in torunu Abdülmelik Fırat'ın "KÜRTÇE'DE 100.000 KELİME VAR," demesi bizi çok güldürdü!


27 - KÜRT ULUSUNUN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI Site Kürtler'e bağımsız devlet ve "Kürtçeye Tam Özgürlük" istiyor!.. Yani resmî dil olacak!.. İyi de, hangi "kürtçe"?.. Kırmançi mi, Zazaki mi, Sorânî mi, Gorânî mi? Dımıllı mı? Lulu mu?, Mahmudi mi, Şirvani mi, Çekvani mi, Harirî mi yoksa Rojiki mi?.. Bunların elli küsur ağzından hangisi?..


28 - Türkiyenin En Büyük Kürtçe Forum Sitesi Bizim yalanımız dolanımız olmadığı için korkumuz da yok! Kürt bölücülerin "en büyük" sitesini bile vermekten çekinmeyiz! İsteyen oradaki "bilgi"leri bize karşı kullanabilir! Baksanıza, Kürt Tarihi, Kürt dili Kürt Edebiyatı, Kürt Coğrafyası, Kürt Krallıkları... Yok yok!


29 - 'Masallar Kürt edebiyatının damarıdır' Sitenin adını "Kızıl Bayrak" olarak görünce, "hah, komünist bir site" diyorsunuz, ama hayal kırıklığına uğruyorsunuz! Bütün solcu-sosyalist-komünist- enternasyonalist-narsist-nursist siteler gibi sadece "kürdist"!.. Diğer sayfalardaki konular da palavra!


30 - BEYAZ KÜRTLER Daha doğrusu Yahudi Kürtler ve Amerikanlaşmış Kürtler


31 - Savaş ve Kürt Sorunu Üzerine Bu da "marksist" bir Kürtçü-Bölücü site


32 - KÜRT EDEBİYATI Sayfada geçen "Ezidi" kelimesi, bizim Yezidî diye bildiğimiz halkı ve inancı kastetmektedir. Kürt bölücüler Yezid kelimesini kullanmak istemiyor. çünkü Yezidiler'i de Kürt sayıyorlar ve Alevî Kürtler'in onlara tepki duymasından endişe ediyorlar. Zaten bin parçaya bölünmüşler, bir de Yezidî-Alevî ayırımı çıkmasın istiyorlar. Unuttukları husus, Türkiye'de "Alevi Kürt" diye bilinenlerin çoğu gizli Ermeni!.. Onların ne İslâm'la ne de Yezid'le ilgisi yok! Tıpkı Artin Apo gibi!..


33 - İRAN'DAKİ YAHUDİ KÜRTLER Bu site Kürtler'in aslının Yahudi olduğunu iddia ediyor!


34 - TPE JEWS OF KURDISTAN


35 - Comparing DNA Patterns of Sephardi, Ashkenazi & Kurdish jews Bu site Aşkenaz, Seferad yahudileri ile Kürtler'in DNA'larını karşılaştırıyor!


36 - JEWISH KURDS IN ISRAEL


37 - THE ARMENIAN GENOCIDE MUSEUM Sözde "Ermeni Soykırımı" Müzesi


38 - KÜRTÇÜLÜK FORUMU


39 - SÖZDE 5000 YILLIK KÜRT TARİHİ Ksenofon'u bir de Kürt bölücülerin ağzından dinleyin.


40 - SÂSÂNÎ (ZAZA) HÂNEDÂNI Sâsânîler'i Zaza, ama Kürt yapan, ama hiç bir delil göstermeyen bir site.


41 - KÜRTLER VE ZAZALAR Çeşitli yazarlardan "kürt" diye bilinen halk hakkında değerlendirmeler var.


42 - ANTİK SÖZCÜKLER Mahiye Morgül'ün enteresan bir çalışması


43 - UYDURUK KÜRT KIRALLIKLARI


44 - UYDURUK KÜRT KIRALLIKLARI - 2 Başka sayfada aynı yazı... Bu yazıyı birileri alıp "kes-yapıştır" metoduyla onlarca benzer sayfa yapmış!..


45 - UYDURUK KÜRT KIRALLIKLARI - 3 Bir başka yazı... Bu sayfalarda "kürt kırallığı" diye belirtilen devletlerin ne olduğunu sayfalarımızda teferruatıyla açıkladık.


46 - UYDURUK KÜRT KIRALLIKLARI - 4 Bir "5000 yıllık" Kürt Tarihi daha!..


47 - 10.000 Yıllık Kürt Tarihi (!)


48 - ZAZA VE KURMANÇLAR TÜRK'TÜR!


49 - İKİ TÜRK BOYU : ZAZA VE KURMANÇLAR


50 - ZAZALAR


51 -DERSİM

TÜRKMEN KÖKENLİ EHL-İ HAKLAR VE ŞEBEKLER



TÜRKMEN KÖKENLİ EHL-İ HAKLAR VE ŞEBEKLER
EHL-İ HAKLAR

"Hakikat ehli, Hakk’a yakın olanlar, Hakikat yolunu (gerçeği, doğruyu) seçenler, hakikata mensup olanlar" anlamında olan EHL-İ HAK'lar (Ahl-e Haklar), özellikle Irak’ın Süleymaniye, Kerkük bölgelerinde, İran’ın batısında Luristan, Kürdistan, Zohab, Kirin, Huram-abat, Kermanşah (Zagros Dağları çevresinde), kuzeye doğru Urumiye gölünden Maku’ya kadar olan dağlık bölgelerde, Tebriz’de, Hazar-denizi’nin güney kıyılarında (Elburz dağları çevresinde), Heştgerd’te, kısmen Tahran, Hemedan, Mâzenderan, Fars vilayetleri ve Horasan’da yaşamaktadırlar. Bilhassa TÜRKMENLER ve Kürtler, kısmen Farslar,ve Araplar arasında yayılan EHL-İ HAK mezhebi; tasavvufa, bilgi kuramına (gnostisizme) ve bâtıniliğe (esoterik yoruma) dayanan bir inanç sistemidir. Maalesef bu topluluk ta kürtçüler, bölücüler tarafından istismar edilir.
Minorsky, konuyla ilgili bir makalesinde, EHL-İ HAK tarikatının sadece GURANLAR (GORÂNÎ lehçesiyle konuşanlar... Bunlar "kürt" olarak bilinir... Ancak TUR-TURAN gibi, GUR-GURAN da TÜRK demektir. Kökleri HORASAN'da, GURİSTAN'da yaşayan GUR TÜRKLERİ'ne dayanır.) arasında değil, özellikle İran / Azerbaycan bölgesinde, Maku çevresinde ve Güney Kafkasya’da Gonca havalisinde yaşayan bazı TÜRKMEN aşiretleri arasında da yaygın olduğunu ve EHL-İ HAK inancının KARAKOYUNLULAR döneminde TÜRKMEN aşiretleri arasında yayıldığını, Sünniler'e göre, koyu râfizî olan CİHAN ŞAH'ın (1437-1467), müridleri arasında “Sultan al-Ârifin" unvanı ile anıldığını ve ŞAH İSMAİL SAFEVÎ’nin şiirlerinin bu TÜRKMEN topluluklar arasında yaygın olduğunu belirtmektedir.
EHL-İ HAK mezhebinin kurucusu, kimi kaynaklara göre Hz. ALİ’nin ölümünden 366 yıl sonra 1025-1027 yıllarında Luristan’da doğan, “Baba Hoşin, Şah Hoşin” unvanıyla anılan Mübarek Şah’tır. İkinci dinî önder ise Şah Hoşin’den 244 yıl sonra 1270’te Berzence’de doğan ve 1400’de Hewraman’da HAKK’a yürüyen Sultan İshak (Sultan Sohak)’tır.
Sultan İshak döneminde Perdiwar’da doğan (Seyyid Ahmed) Baba Yadigar Banzerdeh, Sultan Ishak’ın ölümünden 400 yıl sonra Kermanşah bölgesindeki Tutşami (Dawal Dallan) köyünde doğan Seyyid Mensur’un oğlu Seyyid Barekkeh adıyla tanınan Seyyid Haydar (1790-1870) ve 36 dervişi (Çeheltan) EHL-İ HAK inancının yayılmasında önemli rol oynamışlardır.
EHL-İ HAK ögretisinin yayılmasında önemli hizmetler sunan diğer bazı dervişler ise şunlardır:
Ali Kalender (d. 1450),
Seyyid Akabir (d. 1456),
İlbeyi Caf (1497-1560),
Han Ateş Huristanî (17. yy),
Seyyid Farzi (18. yy),
Şeyh Emir Zulahi (öl. 1725).
Nurali Elahi (Nur Ali Şah)’ın "Burhan-ul Hak" adlı yapıtında verdiği bilgilere göre ise, Ehl-i Hak mezhebinin asıl kurucusu “Sahip-kerem, Şah, Yâr” unvanlarıyla da anılan ve ONİKİ İMAM'lardan 7. İMAM MUSA KÂZIM soyundan gelen Sultan İshak (Sultan Sohak)’tır. Sultan İshak’tan sonra da bu inanç sisteminin, Sultan Sohak’ın görevlendirdiği 11 Handedan (Mürşid, Seyyid, Ocak) tarafından yürütüldüğü belirtilmektedir. Bu 11 Hanedan şunlardır:
1. Şah İbrahim,
2. Ali Kalender,
3. Baba Yadigar,
4. Seyyid Xamuş (Ğamuş),
5. Mir Sur,
6. Seyyid Mustafa,
7. Hacı Baba İsa,
8. Baba Haydar,
9. Zolnur,
10. Ateş Beg,
11. Şah Hayyas.
Hz. ALİ’ye duyulan sevgi ve bağlılığın ilâhi düzeyde olması; Hz. ALİ’yi kutsamak, yücelleştirmek, hatta tanrısallaştırmak anlamında “Ali İlâhi” veya “Ali Allahiler”; Irak Kürdistan’ında, özellikle Süleymaniye ve Kerkük bölgesinde yaşayanların “büyük kardeş, abi, kimi bölgelerde baba anlamına” gelen, (Keke)’den veya Sultan İshak’ın bir defasında babasına "Kaka“ diye hitap etmesinden “Kakailer”; "Yâr" unvanıyla da anılan Sultan İshak’a bağlı olanlar anlamında “Yâresan” gibi farklı isimlerle adlandırılan bu inanç topluluğu arasında da farklı yorumlar yok değil.
Bu farklı yorumlar, bu inanç grupları üzerindeki siyasî ve dinî baskılardan, iletişim kopukluklarından ve yazılı kaynakların yetersizliğinden kaynaklansa gerektir.
Nurali Elahi’ye göre, EHL-İ HAK, ALİ İLÂHÎ’den farklı bir şeydir. Ali İlâhi mezhebi Hz. ALİ döneminde Abdullah bin Sabbah tarafından kurulmuştur; Ehl-i Hak mezhebi ise, Hz. Ali’den hemen hemen 509 yıl sonra, 1270’te Berzence’de doğan ve ALİ’nin ilâhi nurunu taşıyan Sultan İshak tarafından kurulmuştur. İkisi arasında ortak olan nokta, Hz. ALİ’nin hakikat sırrına ermesi, HAKK’ın Hz. Ali’de tecelli (zuhur) etmesidir. EHL-İ HAK'lar’a bu tecelli-görünme sadece ruhî; Ali İlâhiler'e göre ise hem ruhî, hem de bedenî boyutuyla olmuştur. Hz. ALİ, HAK ve hakikatın kendisidir.
Dr. Golmorad Moradî ise, “EHL-İ HAKk’ın Kutsal Kitabı; Zebur-e Hakikat” adlı makalesinde, Nurali Elahi’nin bu savlarının doğru olmadığını, EHL-İ HAK ile Ali İlahi’nin aynı olduğunu ve aynı kutsal kitaplara sahip olduklarını belirtmektedir. Golmoradî'ye göre, Protestanlar'ın Hıristiyan olmadığı iddiası ne kadar yanlışsa, Nur Ali İlahi’nin iddiası da o kadar yanlıştır... ve yazılarında Şah Hoşin’den şu alıntıyı yapar:
- "Fakih! Ma (biz) TANRI değiliz, ama biz TANRI'ylayız" ^
(Burhan El Hak, s. 649).
Orjinal metinde ise tam tersini okuyoruz:
- "‘Fakih, biz seni yarattık ve senin günahını gördük. Ama biz merhametliyiz ve seni bağışladık."
Ve devamla,
- "Biz sana rehberlere giden doğru yolu gösterdik. Biz başlangıçta TANRI'ydık ve sonsuza kadar TANRI kalacağız,"
diyor. (age, s. 1841-1842)…
Bugünkü EHL-İ HAK inancı, XI. yüzyıldan (Hicri 6. yüzyıl) beri mevcuttur. (MORADİ, G. 1996: 33-34).
İslâmın 7. yüzyıldaki doğuşundan, 15. yüzyıldaki Moğol istilâlarına kadar olan dönemde, Müslümanlar tüm karşıtlarını "zındık" veya "bâtınî" olarak suçlayıp en vahşi biçimde kılıçtan geçirdiler. Bu vahşetin sonucu olarak, bâtınîler de dahil, hemen hemen tüm gruplar inançlarını gizli tuttular. Bundan dolayı bu gruplar, gizli (gizemli) din taraftarı olarak tanınırlardı. Daha önce belirtildiği gibi EHL-İ HAK da gizli din olarak nitelenirdi.
Bâtınîlere göre, günlük ibadet (namaz) ve oruç sadece şekildir, dış görüntüdür, mânâya erenlerin, hakikatın merdivenlerini tırmananların bu şeklî ibadetlere, ihtiyacı yoktur. EHL-İ HAK mensupları da günlük ibadete karşıdırlar. Çünkü onlar da kendilerini "Hakikat Mertebesi"nde sayarlar.
EHL-İ HAK inancında TANRI’nın tecelli ettiği yedi ulu kişinin isimleri ise şöyledir:
1. Havandagâr,
2. Murtaza Ali,
3. Şah Hoşin,
4. Sultan Sohak (İshak),
5. Kırmızı (Şah Vays Kulı),
6. Mamad Beg,
7. Han Ataş.
Bu yedi ulu kişinin can dostları olan Hafttan, Haftân-ı Câvidân (Yediler) ise şu isimlerden oluşur:
1. Benyamin (iki cihanin piri),
2. Davud Kabudsavar (rüzgâr süvarisi, tüm müminlerin reh-beridir),
3. Pir Musi (Sultan Şohak’ın katibi ve veziri),
4. Pir Razbar (diğer adıyla Hatune Razbar, Sultan İshak’ın annesidir; hakikatın meleği, firişta ve sırrı),
5. Mustafa Davudan (ölüm meleği),
6. Şah İbrahim Buzasavar (buz süvarisi, Sultan Sohak’ın veliahdı ve vekili; o aynı zamanda Mâlik-i Tayyar: Kuşların sahibi ve Şahbaz,
7. Baba Yadegâr (HAKK’ın yâdigârı, mahşer gününün şefaatçısı).
EHL-İ HAK’da, dünyanın ve insanın gelişim süreci dörde ayrılır: ÂDEM’den Hz. MUHAMMED’in Peygamberliğine kadarki dönem dinî yasalara dayanan ŞERİAT dönemidir. Hz. ALİ’den EHL-İ HAK mezhebinin kurucusu Şah Hoşin’e kadarki dönem (661-1029) TARİKAT dönemidir. Şah Hoşin’den Sultan İshak’a kadar olan dönem (1270-1400) MÂRİFET dönemidir. Sultan İshak’tan günümüze kadar olan dönem de HAKİKAT dönemidir. EHL-İ HAK öğretisinin en üst aşaması olan HAKİKAT makamını, CAMÂ-Yİ HAKK (HAKK’ın tecessüdü-bedenlenmesi) ve Mukannin-i Kaanun-i Hakika (Hakikat Kanunun Vâzı) ünvanıyla da anılan Sultan İshak (Sohak) temsil eder.
Zengin bir halk kültürüne, folklora sahip olan EHL-İ HAK ve ALİ İLÂHÎ olanlar, konuksever ve mert kişilikleriyle tanınan bir topluluktur. İbadetlerini, Anadolu Alevilerinde olduğu gibi, bir Seyyid veya Mürşid’in (Post Dedesi) öncülügünde daha çok cemevlerinde (cemhanelerde) yaparlar. Zikir ve âyinler, tanbur, def ve kemançe eşliğinde nefesler okunarak yapılır. Müzik ve semah, ibadetin ayrılmaz bir parçasıdır. Kullanılan müzik âletleri genellikle üç tellidir. Âyin-i Cem törenlerinde sorgu, görgü, ikrar verme (şart-ı ikrar) âyinleri, yola girme törenleri önemli yer tutar. Cemin sonunda getirilen lokmalar, niyazlar eşit şekilde dağıtılıp birlikte yenilir.
EHL-İ HAKK’ın önemli törenlerinden biri de, Hıristiyanlığa benzer bir uygulama olan vaftiz geleneğidir (Ser-Sepurde). Sultan İshak tarafından vaftiz edilip hâtıra anlamına gelen Yâdigâr ismi verilen Baba Yâdigâr’dan kalma bu gelenekte, yeni doğan çocuk, doğumundan üç veya yedi gün sonra, evde veya cemevinde, Seyyid tarafından, vaftiz babası (kivre/kirve) ve törene katılan şahidler huzurunda vaftiz edilerek isim takılır. Seyyid, çocugu kucağına alıp ismini kulağına seslendikten sonra, törene getirilen Hindistan cevizi parçalanır, herkese eşit şekilde dağıtılır, daha sonra kovandan alınan bir tas su çocugun yüzüne ve başına serpilir ve böylece çocuk vaftiz edilmiş olur. Vaftiz işlemi bittikten sonra getirilen lokmalar, niyazlar dağıtılıp yenilir.
EHL-İ HAK olanlar, Aralık ayının ortasında yılda üç gün oruç tutarlar. "Ruzehaye Marnovi" veya "Havende Kar" adı verilen bu oruç, EHL-İ HAK dinî liderlerinden Sultan İshak ve üç Dervişi’in içinde kaldıkları "Marre-Nur" mağarasının, düşmanları tarafından kuşatılmasının anısına yapılır... Diğer bir inanışa göre, üç oruç günü, ÂDEM’in cennetten kovulduğu, Hz. YUNUS’un balık karnında geçirdiği, İMAM HÜSEYİN’in KERBELÂ’da şehid edildiği ve Sultan İshak’ın mağarada geçirdiği üç güne de yorumlanır... Oruçtan sonra da bayram yapılır.
EHL-İ HAKK'ın önemli bayramlarından biri de Hz. İBRAHİM’in oğlu İSHAK’ın anısına yapılan Ayde Kurban'dır. (Kurban Bayramı)
EHL-İ HAK inancının vaftiz olayıyla Hıristiyanlık’la, sünnette Yahudilik ve İslamiyet’le, güneş, ay, ateş gibi doğa unsurlarına verilen önem dolayısiyle Zerdüştlük'le, tenasüh (yeniden bedenlenme) inancıyla Budizm, Hinduizm, Manikeizm ve Nusayrilik'le; Hz. ALİ’ye ve ONİKİ İMAM'a verilen önem, hümanist dünya görüşleri, kadın-erkek eşitliği, ayrıca cem âyinlerindeki bazı ibadet şekilleriyle Anadolu Aleviliği ile benzer özellikleri vardır. Anlaşılan odur ki, İSLAM ile başlayan inanç, çevrenin etkisi ve göçler, göçebeler ile diğer inançlarla karışmıştır. Bu durum Alevilik'te, Yezidîlik'te, ve diğer dinlerin mezheplerinde de görülür.
EHL-İ HAK inanç ve ögretilerini açıklayan önemli yapıtlardan biri GORÂNÎ lehçesinde yazılmış ZEBUR-E HAKİKAT’tır. Ayrıca “DEFTER-E PErDİWÂRΔ adıyla yazılan, EHL-İ HAK mezhebinin önderlerinden Sultan İshak (1270-1400) tarafından Perdiwar/Hevreman’da ilân edilen metinler de dinî emirler niteliğini taşır. Ateş Beg’in KELÂM ve SERENCÂM metinleri; Dinaverli Hacı Nimat-Allah (Nimetullah, 1871-1920) tarafından yazılan FURKAN-UL AHBAR ve ŞAHNÂME-İ HAKİKAT; oğlu Nurali Elahi (Nur Ali Şah, Heştgert 1895-1974) tarafından yazılan BURHAN-UL HAKK ve FURFAKN-I KEŞF-UL HAKAYIK adlı mukaddime, ayrıca Afzali (Efdali) tarafından yazılan DEFTER-İ RUMUZ-I GENCİNE-Yİ SULTAN SOHÂK, EHL-İ HAK arasında yaygın olan yapıtlardır. EHL-İ HAK inancıyla ilgili bazı metinler de (kelâmlar), ÂZERÎ TÜRKÇESİ ile yazılmıştır.
Sultan İshak’ın (Sultan Sohak’ın) Hewraman’daki mezarı; Sananneh-Dallahu’da Baba Yâdigâr Banzerdeh’in mezarı; Kerkük Mubella mevkiinde İmam Ahmed’in, Irak’ın Gazal Rebab bölgesinde İmam Kasım Şah Heyas’ın makberi, Azerbaycan’da Heşturd’un (Sekiz ırmağın) birleştiği yerde Ateş Beg köyünde Ateş Han’ın mezarı, EHL-İ HAK olanların bazı kutsal ziyaret yerleridir.
1997’de Bonn’da kurulan, üyeleri genellikle Tahran yakınlarındaki Heştgerd’ten olan ve ismini Sultan İshak’ın annesi Hatune Razbar’dan alan Razbar müzik grubu, EHL-İ HAK olanların halk müziğini, folklorunu, geleneksel tasavvuf müziğini ve cem sermonisini batıda tanıtmak için güzel çalışmalar yürütmektedir. EHL-İ HAKK'ın inanç ve kültürünü korumak ve yaşatmak amacıyla yine aynı yıllarda VBA (Verein zur Bewahrung der Ahl-e Haqq Kultur: Ehl-i Hak Kültürünü Koruma Derneği) adı altında Bonn’da kurulmuş bir dernekleri bulunmaktadır.
maalesef, Alevîlik, Yezidîlik hatta Süryânilik gibi, EHL-İ HAK mezhebi de Kürtçülük ve bölücülük için araç olarak kullanılmaktadır. Bu mezhebe mensup olanlar neden TÜRKİYE'de değil de, Almanya'da dernek kurup faaliyet gösteriyorlar?Neden yabancıların elinde oyuncak oluyorlar? "Baskılardan dolayı" demeyin, her türlü bölücü faaliyet ülkede serbestçe yürütülürken, bir müzik faaliyeti mi, kültür faaliyeti mi baskıya uğrayacak?
Her neyse. Konuyu tatlıya bağlayalım. , EHL-İ HAK'a yakınlığıyla bilinen, kendi deyimiyle bir kalenderî, bir gönül eri olan tanınmış şâir ve düşünürlerden Baba Tahir üryan'ın (Hemedan/İran 938?-1010) şu anlamlı sözleriyle bağlayalım:
- “Ben bir sürahiye girmiş olan bir denizim, bir harfe girmiş olan bir noktayım."
- Hakiki bilgi, ilmelyakîn elde edildikten sonraki seziştir."
- "Cehaletin öldürdügü hiç yaşamamıştır; zikrin öldürdüğü hiç bir zaman ölmez."



Nâmerdin sofrasından el çek
Cömerde kurban olalım
Nâmerdin selâmın alma pek
Cömerde selâm yerine can verelim




*****
 
KUZEY IRAK'TAKİ ŞEBEKLER
Bu yazıda AKSİYON Dergisi'nde yayınlanmış aynı başlığı taşıyan bir araştırmadan yararlanılmıştır.
Hemen hemen tümü IRAK'ın kuzeyinde yaşayan ve ŞEBEK diye bilinen "kürt" addedilen topluluğun bölgeye nereden geldiği tam olarak bilinmiyor. Ancak ŞEBEKLER’i anlatan kaynaklar onları bir TÜRKMEN OYLMAĞI olarak niteliyor. Yine de bilgi ve belge azlığından dolayı bölbücü Kürtler ŞEBEKLER'e sahip çıkıyor.
ŞEBEKLER hakkında, kesin olmamakla birlikte, mantıklı ve uyumlu şöyle bir tarihî bilgi aktarılıyor:
BATI TÜRKİSTAN’da yaşayan ŞIBAN ÖZBEKLERİ 15. yüzyılda Sir-i Derya havzası kıyılarını ve HAREZM’i yavaş yavaş ele geçirmeye başladı. Bunların en beceriklisi ŞAYBAK (Şeybek) HAN idi. BEK-BEG, aslında BEĞ demektir. ORTAASYA'da TALAYBEK gibi adlara çok rastlanır. ŞEBEK adına en yakın isim olan ŞAYBAK(ŞEYBEK) HAN’ın bugün bilinen ŞEBEKLER’in atası olduğu akla yatkın geliyor. ŞEBEKLER'in ORTAASYA ve İRAN değil de ANADOLU’dan bölgeye geçtikleri de öne sürülüyor. Ancak ŞEBEKLER'le ilgili araştırma sayısı son derece az.
ŞEBEKLER hakkında en eski belgeler 16. yüzyıla dayanıyor. 1526 tarihli OSMANLI tapu defterlerinden, Musul bölgesindeki ŞEBEK cemaatinin 15 hane ve 2254 akçe varidata sahip bulunduklarını öğreniyoruz. III. Murat döneminde de ŞEBEKLER’le ilgili birtakım yazışmalar mevcut... En ilginç belge ise Sünniliği seçenlerle ilgili... Bu da ŞEBEKLER’in çok önceden Şii inancına mensup olduğunu gösteriyor.
OSMANLI arşiv belgelerinde 19. yüzyıl sonlarına doğru EHL-İ SÜNNET mezheblerini kabul eden SARILI ve ŞEBEK taifesi reislerinin ödüllendirilmesi hakkında, “Meclis-i Vükelâ” görüşmelerine mahsus tutanak olduğu tespit ediliyor. 16 Eylül 1892 tarihli tutanakta, itikadını düzeltmiş olan ŞEBEK reislerinden Hasan ve Hüseyin Ağalara, dördüncü rütbeden Mecîdî nişanı verilmesine dair karar alınıyor. Yine bu tarihlerde İslamiyet’i kabul eden YEZİDÎ ve Şİİ taifesi ile Şebek köylüleri için mescit ve mektep inşası ile hoca ve müderris tayini de gündeme alınıyor. 23 Eylül 1892 tarihli, Dahiliye Nezareti ve Maarif Nezareti'ne iletilmesi istenen padişah emrinde ise kendi istekleriyle İSLÂMİYET’i kabul ettiklerini bildiren Musul vilayetindeki ŞEBEKLER'e kolaylık sağlanması salık veriliyor. Padişah emrinde, İSLAM kaidelerini öğretmek maksadıyla, ŞEBEK köylerine mescit, mektep, abdesthane, hoca ve kapıcılar için birer oda inşası çocuklarına İSLAM'ın şartlarını lâyıkıyla öğretip, dinî terbiye verecek öğretmenler tayin edilmesi isteniyor.
Bu belgelerden anlıyoruz ki, BATI TÜRKİSTAN'dan gelmiş olan ÖZBEK kökenli ŞEBEK TÜRKMEN OYMAĞI, şimdiki ÖZBEKLER'in aksine, Şİİ-ALEVÎ inançlı imiş. Şamanizm'le karışık inançları OSMANLI tarafından makbûl addedilmediğinden, sonradan sünnileşenlere "İSLÂM'ın öğretilmesi" çabasına girişiliyor.
ŞEBEKLER'in önemli bir kısmı, yaşadıkları dağlık bölge şartları gereği kürtleşmiş bulunmaktadır. Yine de ŞEBEK halkında TÜRKİYE sevgisini görmek mümkün... 30 bin nüfusa sahip Bazi’de muhtar Hazım Casım Muhammed’in evinde İbrahim Tatlıses’in “Ayağında kundura” şarkısı çalıyor. Anlattığına göre kızları Tatlıses’i çok seviyormuş. Kendisi de TÜRKİYE’ye ve müziğine kayıtsız değil. Ancak kendisiyle görüşüldüğü tarihte TÜRKİYE'den uydu yayın yapılmadığı için Casım Muhammed sadece Arapça ve Kürtçe yayın yapan televizyonları izleyebildiklerini anlatıyor üzülerek:
- “TÜRK televizyonları olsa onları da izleriz. En azından müziklerini dinleriz. Kızlarım buna çok sevinirler. Uydu üzerinden TÜRKİYE bu imkânı sağlarsa güzel olur. TÜRKLER bizim kardeşlerimizdir,”
diyor... Neyse ki, dileği kabul olundu. Pek çok TÜRK kanalı uydularda TÜRKÇE yayın yapabiliyor artık. Bizim dileğimiz Hazım Casım Muhammed'in TRT-6'nin "kürtçe" yayını değil; TRT-AVAZ'ını seyretmesi!
TÜRKİYE de ŞEBEKLER’e kayıtsız değil. İnsanî yardım ve diyalog anlamında birtakım görüşmelerin yapıldığı belirtiliyor. Son dönemde Kuzey Irak’a yönelik hamleler içinde TÜRKİYE’nin bölgedeki diğer topluluklar ve aşiretlerle irtibata geçmesi de var. Aslında bu iletişim çeşitli kanallar üzerinden daha önceden başlatılmıştı. Bu noktada atılacak adımlar önümüzdeki dönemde hazırlanan programlara göre şekillenecek.
ŞEBEKLER’in IKDP’ye (Irak Kürdistan Demokratik Partisi) olan yakınlığı var. Musul’dan dışlandıkları için Erbil yönetimine yakın olmak, onların sigortası anlamına geliyor. O bölgede ŞEBEKLER yalnız ve sahipsiz olmak istemiyorlar. yine de bu durum ŞEBEKLER’in IKDP’ye kayıtsız şartsız bağlı olduğu anlamına da gelmiyor. Zira ŞEBEKLER’in başka ülkelerle de temasları sürüyor. İran’ın ŞEBEKLER’e yönelik politikası Şİİ damarı üzerinden devam ediyor. Ancak ŞEBEKLER’in gönlünde TÜRKİYE’nin yeri bir başka!.. Aslında IRAK KÜRTLERİ'nin bile gönlünde TÜRKİYE yatıyor!.. Bazı TÜRK temsilcilerle temas hâlinde olduklarını açıkça söylemeseler de, bu ilişkiyi çeşitli imalarla dile getirmekten çekinmiyorlar. ŞEBEKLER'den Halit Mahmut Veli, her şeyin Erbil üzerinden devam ettiğini söylüyor ve devam ediyor:
- “Biz TÜRKLER'i ve TÜRKİYE’yi seviyoruz. Görüşmelerimiz oldu. Bir şey yapmak için değil. Kardeşlik bağımızı güçlendirmek için. TÜRKİYE çok büyük bir ülke. Her zaman bizim için özel bir yeri var.”
Çoğunluğu Şii olan ŞEBEKLER’in Bektaşî Tarikatı’na bağlılıkları da söz konusu... Hatta ŞEBEKLER’in geçmişte kullandığı bir Bektaşi tekkesi binası hâlen Musul’da ayakta. Ancak Sünni Müslümanlığa geçen ŞEBEKLER’in dışındakilerin inanç biçimi hep tartışma konusu. Bu konuda kaynakların sınırlı olması değişik yorumlara yol açıyor. ŞEBEKLER’in inançlarıyla ilgili en detaylı çalışma Kemalettin Tai’ye ait Irak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1972 yılında Bağdat’ta yayımlanmış olan “Risaletün Fi’t Tevhidi vela Farkü’l Muasarata” isimli kitap. Kitabın bir kısmı Beyan Ortakçı Özata tarafından TÜRKÇE'ye çevrildi. Bu bile Şebekler’in inançlarını detaylı bir şekilde ortaya koymaya yetiyor aslında.
ŞEBEKLER'in inanç şekli Anadolu Alevileri'ninkine de çok yakın. Dualarında HACI BEKTAŞ-I VELİ ve ERDEBİL erenlerini açıkça kendi manevi yollarının kurucusu olarak gösterirler. Dinsel törenlerindeki şiirlerin bazıları ŞAH İSMAİL’e ve Anadolu Alevilerinin ozanı PİR SULTAN ABDAL’a atfedilir. ŞEBEKLER’in birçok şiir ve duada ifade edilen temel öğretilerinde “ALLAH-MUHAMMED-ALİ" üçlemesinde Hz. ALİ’nin yaratıcının hâkim tezahürü olarak göründüğüne inanılır.
ŞEBEKLER’in "Kitab-ı El Menâkıp" ya da "Buyruk" olarak bilinen kutsal kitapları iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Şeyh Safiyuddin ve oğlu Sadreddin arasında geçen tarikat üzerine bir soru cevap diyalogu... İkinci kısımda ise asıl "Buyruk" var. Bu ikinci kısım Anadolu Alevileri tarafından kutsal sayılan "Buyruk" ile tıpatıp olmasa da, benzerlik gösteriyor. Bu bölüm İMAM ALİ ve CAFER-İ SÂDIK ile bağlantılı çeşitli ders ve talimatları içeriyor.
Çoğu yazar ve bilim adamına göre Şebek toplumu Aleviler'e benzer bir ruhanî hiyerarşide yapılanmış. Her yetişkin, bir Pir’e bağlı... Dinî törenlerde 12 görevli hazır bulunuyor. ŞEBEKLER'de bu 12 görevlinin dışında “baba” olarak bilinen en yüksek ruhanî otorite mevcut... Şarap, ŞEBEKLER’de haram değil. Kadınlar ve erkekler şarap içebilir. En ilginci de, KUR'AN-I KERİM’in şarabı haram kılmadığını iddia etmeleri. Bunu da vaadedilen "KEVSER ŞARABI"'na bağlıyorlar.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...