13 Nisan 2015

PROPOGANDA VI




PROPOGANDA VI

Arkadaşlar son yazımızla beraber son yorumlarımızı yaparak propagandayı bitirelim artık. Uzun bir yazı dizisi olmakla beraber ilgi göstermenizi istemiştim. Ha bu arada kaynak kitaplar ve notlar olarak ana hatlarıyla Doç.Dr. Sezer AKARCALI hocamıza ilk sırada teşekkür ederken internetin değişik bölümlerden faydalandığımı da belirteyim.
A.B.D.
Halk yapılan propagandayı kabul etmiyor genel anlamda. Çünkü avrupadaki nazi, kamünist, faşist akımların etkilerinde olduklarını bildiklerinden fazla bu işlere girmiyorlar. Bu olay 1940’lara kadar böyle gidiyor.
1917 yılında bir komite oluşturulsa da savaş bitince bir çok kongre üyesinin bastırması sonucu kapatılmıştı. Amerikalılar I.Dünya Savaşı sonunda imzalanan Versailles anlaşmasının barıştan ziyade saldırgan totaliter devletlerin ortaya çıkmasını sağladığını düşünüyorlardı. Bu sebeple her iki tarafı da suçlayıp avrupaya karışmamayı yeğlediler. 1917 yılında propagandadan dolayı savaşı desteklemişlerdi bu sefer öyle savaşa girmeye niyetleri yoktu. 1939 yılında başkan Franklin D. Roosevelt tarafsız kalacaklarını açıkladı.
Savaşa girmek istemeyenler başkanı ve savaştan kar elde edecekleri ekonomik çıkar sağlamak ile eleştirip suçluyorlardı. Almanya toplum yapısından dolayı Amerikanın kendi safında savaşmayacağını biliyor ve tarafsız kalmasını yeğliyordu.
Pearl Harbor
Amerika hükümeti ise (tahmin edeceğiniz üzere) savaşa girmek istiyordu yani. Bu sebeple propagandaya başvurdular elbette. 1940’larda avrupaya giden albay Donovan ilk birimleri kurdu. Radyolarda avrupalı insanlara yardım etmek gerektiği, savaşın sonlandırılması gerektiği, eğer İngiltere kaybeder ise savaşın Güney Amerikaya sıçrayacağı vs. tarzı haberler yapmaya başladılar.
İşte bu propagandalara için The Office of War Depart. ve Office of Strat. Service birimleri kuruldu. Başkanın kendisi çok iyi bir konuşmacıydı. Bir radyo programı vardı ve sürekli bu savaştan bahsetmeye başlamıştı. Amerika halkı savaşa girme potansiyeli sebebiyle daha çok çalışmalı, üretmeli ve üremeliydi. Elbette savaş için amerikan sineması (Holywood) kullanılmıştı. 1943 yılından itibaren her 10 filmin 3’ü savaş ile ilgiliydi.
Amerika baktı olmuyor bana göre kendisine bilerek yani yapılan saldırıyı engellemeyerek savaşa girmiştir. Pearl Harpor faciası olarak geçen Japon saldırısının bahanesiyle Japonya’ya ve dostlarına savaş ilan etmiştir. Kapilizm’in kendisine saldırı örnekleriyle halkın desteğini alma yöntemi daha sonra tekrarlanacaktır (kendine saldırıp bahane etmek)
Son Düzlükte
Evet arkadaşlar çok uzun bir yazı dizisini bitirmiş bulunmaktayız. Genel hatlarıyla ele aldığımız propaganda ilkeleri ve prensipleri doğrultusunda anlatmaya çalıştığımız bu olayın önemini kavramış olmalısınız. En önemlisi de bundan 60-70 yıl evvel yapılan ve kitle hareketlerine yol açan şeylerin hala yapıldığı ve yapılmaya devam edileceğini görmek olmalı sanırım.
Nasıl olmuştu da Hitler’in veya Mussolini’nin peşinden kitleler böyle hipnoz olmuşçasına gitmişti? Baskı ile eziyet çekmiş, genelde fakir ve alt tabakadan olan insanlardan alınan bu gücün temeli toplum yapısı ve doğru zaman olmalı. Eğer doğru yerde ve doğru zamanda o toplumu yakalayabilirseniz propagandayla peşinizden sürüklediğiniz büyük bir kitleniz oluveriyor.
Elbette demokratik sistemler, düşünce özgürlüğü, sanat ve edebiyat, bağımsız medya tarzı oluşumlar yaratılmak ve yönetilmek istenen bu yapıya karşı ilk savunma hattını oluşturuyorlar. Sanatçılarını, yazarlarını susturan, gazetelerini iş adamlarına satan ve sonra onları kontrol eden, düşünce özgürlüğüne ve farklılığa karşı görünürde saygılı olan fakat her fırsatta saldıran sözde demokratik sistemler belli bir zamana kadar bu insanlara karşı koyabilirler. Zamanla haksızlıkları dile getirenleri susturan, susturdukça seslendiği kitleye hedefler gösterenlere karşı hepimiz sesimizi çıkartmalıyız.
Anlattığımız bu propaganda terimleri ve sözcükleri için “olm yalan ya yok propaganda falan” demek yanlıştır. Ama bazı insanlar gibi de her şeyi propagandanın içine almakta doğru değildir. Bu sadece aklımızın bir köşesinde durması gereken bir şeydir. Bundan korunmanın en önemli yolu iletişim araçlarımızın bağımsızlığını sağlamak olmalıdır. Çünkü basın özgürlüğü anayasal bir haktır. Demokrasilerde fikirlerin özgürce ifade edilebilmesi ve gerçeklerin serbest akışı için siyasal sistem tarafından serbestlik sağlanmıştır. Bu vatandaşların entellektüel hareketinde temel ve aynı zamanda bir sosyal emniyet sübabıdır. Gazeteciler günümüzde gerçekleri mümkün olduğu kadar doğru, yansız ve çıkarsız haber haline getirmekten sorumludurlar. Bunu kendisine ve işine saygılı olan her gazetecinin yapması beklenir.
Onurlu bir gazeteci bu şekilde propagandaya alet olmayı kabul etmemelidir. Ancak gerçek doğruya ve bilgiye bu şekilde ulaşabiliriz. Gazeteciler, yazarlar, şairler, ressamlar, heykel traşlar, bilim adamları daha doğrusu bütün entellektüeller bu baskılara boğun eğmemeli ve doğruyu söylemelidir. Topluma karşı asıl görevleri bu olmalıdır. Yoksa ilerleyen yıllar kimin hangi olaylara karşı ne söylediğini iyi hatırlayacaktır.
Londra Bombalaması Sonrası Bir Çocuk
Ve biz buradan ne yazarsak yazalım okuması gerekenlerin okumayacağını kabul etmek gerekiyor. Yapılması gerekenlerden birisi yine alt tabakanın bağımsız bir şekilde düşünmesini sağlayacak eğitim sisteminin sağlanmasıdır. Nasıl olur, nasıl düzelir bilmiyorum ama çok zor görünüyor. O değilde ülkesindeki vatandaşları aslında korumak ve yaşatmak ile yükümlü olan devlet yapısını ele geçirmiş bu beş para etmez şerefsizler yüzünden ölen insanları düşünmek gerçekten çok tuhaf bir şey. Neden savaştığını bilmeyen, sadece kendisinden kendi çıkarları doğrultusunda savaş zamanı ölmesi, barış zamanı üreyip çalışması istenen bu insanlar.. Hepsi için yaşanmış iki dünya savaşı geçmişimizde. Ölen bir alman gencin veya rusun veya fransızın bir farkı olabilir mi? Aileleri, sevdikleri ve belki geride bıraktıkları karısı çocukları. Muhtemelen cesetleri bile bulunamayan, parçalara ayrılmış asker cesetlerinin sebeplerinin bu adamlar olması ne bileyim garip geliyor.
Ethal Gabain Bombalamadan Sonra Resim Yaparken
Hangi partiye üye iseniz veya hangi dindeyseniz veya ırktaysanız pek bir farkı yok sadece uyanık olun birazcık. Tepedeki adam söylediği için birisine eziyet etmeyin, öldürmeyin, vurmayın artık. Kendi manyaklıklarının kötülüklerinin farkına varın, sorgulayın ve mutlaka bağımsız haberleri ve yazıları takip edin. Ve okuyun mutlaka arkadaşlar. Burada yazılanları eleştirin, yazın, araştırın. Evet kapitalist dediğimiz ülkeler belki başkalarını sömürerek gelişmişlerdir, belki hala devam da ediyorlar. Ama unutmayın kendilerinin sömürülmesini ve kandırılmasını eğitim devrimleriyle aşmışlardır. Kendimizi ve geleceğimiz kandırmaktan vazgeçmek dileğiyle..
Bombalamadan Sonra “Londranın Tarihi” İsimli Bir Kitabı Okuyan Çocuk

PROPOGANDA V





PROPOGANDA V
FRANSA
Fransa bildiğiniz gibi Almanya’nın saldırısına uğrayarak hızlı bir yenilgi almıştır. Bunda ani yapılan Alman saldırısının etkisi büyüktür. Almanlar daha önceden de yazdığımız gibi Fransa’ya ilk önce dost görünmüş sonra da saldırmıştır. Almanlar İngilizler ile aralarını açmak için onları sürekli kötülüyor tarihlerine atıfta bulunuyordu.
Lakin hem Fransız toplum yapısından dolayı hem de Nasyonal Sosyalizmin çağ dışı ırk üstünlüğünü dayatmasından Fransa’da çok etkili bir destek kitlesi bulamadı. Hitler Fransa halkına alçak gönüllü, askerlerin zor anlarında yanında olan, gözü yaşlı ve çocukları seven bir lider olarak tanıtılıyordu. Ama Fransız toplumu bunu yemedi :)
Hitler Paris’te
İşgale karşı olan Fransız direnişçileri duvarlara/etrafta sıkça gördüğünüz “V” harfini yazıyorlardı. Bu alman işgalin karşı bir direniş simgesi haline gelmişti ve başka ülkelerde bile kullanılmaya başlanmıştı. Günümüzde de ırkçılığa, faşizme, ayrımcılığa, baskıya vs. karşı “V” direniş simgesi kullanılmaktadır. Ünlü V For Vandetta filmi mükemmel bir şekilde bu mücadelelerden birisini anlatmaktadır. Mutlaka izleyin. Bir çok sahnesiyle beraber Tv’yi ele geçirdiği sahnede konuşma gerçekten unutulmazdır.
Ve Beethoven’ın 5.Senfonisi bu devrimin yine simgesel müziği olmuştur. Almanlar ilk başlarda bu durumu önemsemese de gittikçe bu duruma sinirlenmeye başlıyorlar. Yapılan müdahaleler, engellemeler fayda etmiyor. Halk her fırsatta tepkilerini dile getirmenin yollarını arayıp buluyormuş. Metroya binenler biletlerini “V” şeklinde kıvırıp aşağıya atıyorlarmış.
Hitler bakmış başedemiyor bari demiş simgeyi ben benimseyeyim. Sadece bu bölgelerde kendi simgelerine V harfini ekleyiverdiler. Almanya’nın Londra bombalamalarında kullandığı V1 ve V2 roketlerinin anlamı da buradan geliyordu. Fransızlar afiş basamamışlar ama Alman afişleri buldukları yerde yırtmışlardır.
Fransa ve Belçika’da işgale karşı vatandaşlarını cesaretlendirmek için gizli gazeteler ortaya çıkmıştı.
S.S.C.B.
Burada da işte Stalin benzer propaganda faaliyetleriyle halkı peşine takmıştır. Gençler erken yaşta etki altına alınmaya çalışılıyor, sloganlar üretiliyor, burjuva ve zengin sınıf vs. anlatılıyor sürekli. Yurt dışından gelen haberlerin hemen hemen hepsi sansürleniyor.
Stalin, Nazilerin söylemlerinin aksine kendisini barış adamı olarak görüyor. Mussolini gibi askeri üniformayı değil takım elbiseli ve şapkalı çıkıyor insanların karşısına (hepsi fakrlı görünüşte aynı yapıda insanları yönetiyorlar ama dikkat!)
Joseph Stalin Genç Bir Teğmenken
Sovyet Rusya’da Lenin propagandanın önemini erken yıllarda 1902’de kavrıyor ve propaganda bürosu kurduruyor. Bakü’de ki başarılı bir genç teğmen olan Joseph STALİN 1910 yılına kadar kurulan propaganda bürosunu yönetiyor. (ilginç değil mi yöneticisi). Lenin propagandanın farklı yorumlanması gerektiğini düşünüyor. Halkı yönetmek ve etkilemek için kullanılan yöntemlerde ajitasyon; cahillere göre olan, sürekli tekrarlanan, tek ve basit fikirlerden oluşan şeylerdi. Propaganda ise; daha kompleks olduğundan çok az kişi tarafından anlaşılabilen karıştırılmış ajitasyondu. Bu nedenle ajitatör konuşma dilini, propagandacı ise yazıya sarılmaktaydı. (yani konuşmayla gaza getirilenlerin bundan hemen gaza gelen armutlar olduğunu, bir kısmın ise ancak diğer yöntemler ile armutlaştırılabileceğini belirtiyor arkadaşlar)
1920’lere de her yere eğitim kurumları kurularak halka rus çarlarının günahları, bolşevik sistemin faydaları anlatılmaya başlandı. Propagandanın amacına ulaşması için sinema filmleri kullanıldı. Zaten 1920’lerde komple devletleştirildi. Mitinglerde ise büyük hatalar yapıldı. “Din halkların afyonudur” terimi beklenen etkinin tersine işi zorlaştırdı. Dinsiz militanlar birliği törenler yapmış, peygamber simgeleri, meryem, papaz vs ne var ise yakmışlar veya asmışlardır. Din adamları içki düşkünü ve açgözlü olarak gösterildi. Kilise malları ve binalarına el konuldu.
Sanıldığı gibi Rusya toplumu “haydi hoop dinsizliğe” dememiştir. Sosyalist rejimin asıl muhatabı olan işçi ve köylüler bu olayları büyük bir şokla karşılamışlardır. Anti din politikası beklenildiğinin aksi bir tepki doğurmuştu. Zamanla bu sert tepkilerin yerini ılıman hareketlere bırakması daha desteklenir sonuçlar doğurdu.
23 Ağustos 1939’de Almanya ile dostluk ve saldırmazlık anlaşması imzalanmıştır. 1 hafta sonrada Almanya Polonya’ya dalmıştır.
İNGİLTERE
İngiltere diğer ülkelerden evvel propagandayı fark etti. İlk defa 1917’de Alfred Harmsorth ve Lord Northcliffe önderliğinde propaganda bürosu kuruldu. Birinci dünya savaşı için kurulan bu büro savaşın bu bölümünden sonra gazetelerde Almanları insafsız, tecavüzcü, kadavraları yağa dönüştüren caniler şeklinde anlattı. Savaş bitimiyle beraber bu propaganda bürosu hemen dağıtıldı.
I.Dünya savaşı sonunda yardım alacaklarını umut eden Alman sosyal demokratları verilen sözler tutulmayınca İngilizler’e çok kızmışlardı. Almanlar ağır savaş tazminatına ve savaş suçlusu pozisyonuna getirilmişti. (Versailles anlaşması yani) İşte bu ağır maddeleri bahane eden Hitler iktidara gelecek ve II.Dünya savaşını başlatacaktı.
Londra
Lord Northcliffe savaştan sonra ne kadar ayıplanacak yöntem var ise kullanmış birde bunun ile övünmüştü. Bunun sonucunda beklemediği bir tepki almıştı. İngiliz halkı kendilerine yapılan bu propagandaya tepki göstermiş ve olumsuz bir tavır takınmıştı. Okuyan halk yapılan propagandaları anlıyor ve tam tersi tepkiler veriyordu. Ancak 1938’de Winston Churchill propaganda için hükümetten bir fon oluşturabildi.
İlk olarak askeri kanadın gücü şişirilirken alınan mağlubiyetler ile bu olay ters tepmeye başladı. Bu sebeple bundan hızla vazgeçildi. winston churchill zaten propagandaya çok inanmıyor ve önemsiz bir şey olduğunu düşünüyordu. Fakat zafer kazandıkça diğer ülkelere yapılacak propagandanın ne kadar hayati olduğunu fark etmeye başladılar. Birinci dünya savaşında A.B.D’yi savaşa çekmek için propaganda kullanılmıştı. Bu tekrar denendi elbette.
Alman radyosu gibi görünen %90’ı gerçek olan bir ingiliz radyosu kuruldu. Ölen Alman askerlerinin kimlikleri tespit ediliyor ve ailelerine aslında askerin ölmediğini anlatan mektuplar atılıyordu. Bu mektuplar çeşitli şekillerde yazılmakla beraber askerin bir arkadaşı gibi yazılmış bu mektuplar ölmediğini yada son kalan eşyasının partiye veya orduya verildiğini anlatıyordu. Yaralılara bakılmadığından zehirlenerek öldürüldüğü de söyleniyordu. Aileler umutla partilere veya orduya giderek eşyaları istiyor yalan söylenildiğini düşünüyorlardı. Çoğu alman aile mektuplara inanıyordu :(
 Yine Ruslar’a Amerikalıların verdiği çeliği delebilen bir fosforlu bombanın olduğu söylentisini yaymışlardır. Çoğu Alman bu propagandaya inanmış, hatta bir alman general olan Von Schieben artık teslim olması için gönderilen yazıya karşılık “elinizdeki fosforlu bombayı atın onurumuzla teslim olalım” diyerek ne kadar inandığının göstergesi olmuştur.
İngilizler karikatürler ile bu savaşta yer almışlardır. Ünlü karikatürist David Low savaşılan diktatörleri eli kanlı olarak değil (çünkü bu onları yüceltir demiştir) şaklaban, sakar ve beceriksizce resmetmiştir.
Her ne kadar İngiltere propagandaya savaşın son zamanlarında ağırlık verse de kendi ülkesinin toplum yapısı gereği fazla yayın yapamamıştır. Demokrasi ve kamu oyunun gerçekleri öğrenmek istediği hep daha ağır basmıştır.

PROPOGANDA IV




PROPOGANDA IV
Arkadaşlar devam ediyoruz son ülkeler artık;
FRANSA
Fransa bildiğiniz gibi Almanya’nın saldırısına uğrayarak hızlı bir yenilgi almıştır. Bunda ani yapılan Alman saldırısının etkisi büyüktür. Almanlar daha önceden de yazdığımız gibi Fransa’ya ilk önce dost görünmüş sonra da saldırmıştır. Almanlar İngilizler ile aralarını açmak için onları sürekli kötülüyor tarihlerine atıfta bulunuyordu.
Lakin hem Fransız toplum yapısından dolayı hem de Nasyonal Sosyalizmin çağ dışı ırk üstünlüğünü dayatmasından Fransa’da çok etkili bir destek kitlesi bulamadı. Hitler Fransa halkına alçak gönüllü, askerlerin zor anlarında yanında olan, gözü yaşlı ve çocukları seven bir lider olarak tanıtılıyordu. Ama Fransız toplumu bunu yemedi :)
Hitler Paris’te
İşgale karşı olan Fransız direnişçileri duvarlara/etrafta sıkça gördüğünüz “V” harfini yazıyorlardı. Bu alman işgalin karşı bir direniş simgesi haline gelmişti ve başka ülkelerde bile kullanılmaya başlanmıştı. Günümüzde de ırkçılığa, faşizme, ayrımcılığa, baskıya vs. karşı “V” direniş simgesi kullanılmaktadır. Ünlü V For Vandetta filmi mükemmel bir şekilde bu mücadelelerden birisini anlatmaktadır. Mutlaka izleyin. Bir çok sahnesiyle beraber Tv’yi ele geçirdiği sahnede konuşma gerçekten unutulmazdır.
Ve Beethoven’ın 5.Senfonisi bu devrimin yine simgesel müziği olmuştur. Almanlar ilk başlarda bu durumu önemsemese de gittikçe bu duruma sinirlenmeye başlıyorlar. Yapılan müdahaleler, engellemeler fayda etmiyor. Halk her fırsatta tepkilerini dile getirmenin yollarını arayıp buluyormuş. Metroya binenler biletlerini “V” şeklinde kıvırıp aşağıya atıyorlarmış.
Hitler bakmış başedemiyor bari demiş simgeyi ben benimseyeyim. Sadece bu bölgelerde kendi simgelerine V harfini ekleyiverdiler. Almanya’nın Londra bombalamalarında kullandığı V1 ve V2 roketlerinin anlamı da buradan geliyordu. Fransızlar afiş basamamışlar ama Alman afişleri buldukları yerde yırtmışlardır.
Fransa ve Belçika’da işgale karşı vatandaşlarını cesaretlendirmek için gizli gazeteler ortaya çıkmıştı.
S.S.C.B.
Burada da işte Stalin benzer propaganda faaliyetleriyle halkı peşine takmıştır. Gençler erken yaşta etki altına alınmaya çalışılıyor, sloganlar üretiliyor, burjuva ve zengin sınıf vs. anlatılıyor sürekli. Yurt dışından gelen haberlerin hemen hemen hepsi sansürleniyor.
Stalin, Nazilerin söylemlerinin aksine kendisini barış adamı olarak görüyor. Mussolini gibi askeri üniformayı değil takım elbiseli ve şapkalı çıkıyor insanların karşısına (hepsi fakrlı görünüşte aynı yapıda insanları yönetiyorlar ama dikkat!)
Joseph Stalin Genç Bir Teğmenken
Sovyet Rusya’da Lenin propagandanın önemini erken yıllarda 1902’de kavrıyor ve propaganda bürosu kurduruyor. Bakü’de ki başarılı bir genç teğmen olan Joseph STALİN 1910 yılına kadar kurulan propaganda bürosunu yönetiyor. (ilginç değil mi yöneticisi). Lenin propagandanın farklı yorumlanması gerektiğini düşünüyor. Halkı yönetmek ve etkilemek için kullanılan yöntemlerde ajitasyon; cahillere göre olan, sürekli tekrarlanan, tek ve basit fikirlerden oluşan şeylerdi. Propaganda ise; daha kompleks olduğundan çok az kişi tarafından anlaşılabilen karıştırılmış ajitasyondu. Bu nedenle ajitatör konuşma dilini, propagandacı ise yazıya sarılmaktaydı. (yani konuşmayla gaza getirilenlerin bundan hemen gaza gelen armutlar olduğunu, bir kısmın ise ancak diğer yöntemler ile armutlaştırılabileceğini belirtiyor arkadaşlar)
1920’lere de her yere eğitim kurumları kurularak halka rus çarlarının günahları, bolşevik sistemin faydaları anlatılmaya başlandı. Propagandanın amacına ulaşması için sinema filmleri kullanıldı. Zaten 1920’lerde komple devletleştirildi. Mitinglerde ise büyük hatalar yapıldı. “Din halkların afyonudur” terimi beklenen etkinin tersine işi zorlaştırdı. Dinsiz militanlar birliği törenler yapmış, peygamber simgeleri, meryem, papaz vs ne var ise yakmışlar veya asmışlardır. Din adamları içki düşkünü ve açgözlü olarak gösterildi. Kilise malları ve binalarına el konuldu.
Sanıldığı gibi Rusya toplumu “haydi hoop dinsizliğe” dememiştir. Sosyalist rejimin asıl muhatabı olan işçi ve köylüler bu olayları büyük bir şokla karşılamışlardır. Anti din politikası beklenildiğinin aksi bir tepki doğurmuştu. Zamanla bu sert tepkilerin yerini ılıman hareketlere bırakması daha desteklenir sonuçlar doğurdu.
23 Ağustos 1939’de Almanya ile dostluk ve saldırmazlık anlaşması imzalanmıştır. 1 hafta sonrada Almanya Polonya’ya dalmıştır.
İNGİLTERE
İngiltere diğer ülkelerden evvel propagandayı fark etti. İlk defa 1917’de Alfred Harmsorth ve Lord Northcliffe önderliğinde propaganda bürosu kuruldu. Birinci dünya savaşı için kurulan bu büro savaşın bu bölümünden sonra gazetelerde Almanları insafsız, tecavüzcü, kadavraları yağa dönüştüren caniler şeklinde anlattı. Savaş bitimiyle beraber bu propaganda bürosu hemen dağıtıldı.
I.Dünya savaşı sonunda yardım alacaklarını umut eden Alman sosyal demokratları verilen sözler tutulmayınca İngilizler’e çok kızmışlardı. Almanlar ağır savaş tazminatına ve savaş suçlusu pozisyonuna getirilmişti. (Versailles anlaşması yani) İşte bu ağır maddeleri bahane eden Hitler iktidara gelecek ve II.Dünya savaşını başlatacaktı.
Londra
Lord Northcliffe savaştan sonra ne kadar ayıplanacak yöntem var ise kullanmış birde bunun ile övünmüştü. Bunun sonucunda beklemediği bir tepki almıştı. İngiliz halkı kendilerine yapılan bu propagandaya tepki göstermiş ve olumsuz bir tavır takınmıştı. Okuyan halk yapılan propagandaları anlıyor ve tam tersi tepkiler veriyordu. Ancak 1938’de Winston Churchill propaganda için hükümetten bir fon oluşturabildi.
İlk olarak askeri kanadın gücü şişirilirken alınan mağlubiyetler ile bu olay ters tepmeye başladı. Bu sebeple bundan hızla vazgeçildi. winston churchill zaten propagandaya çok inanmıyor ve önemsiz bir şey olduğunu düşünüyordu. Fakat zafer kazandıkça diğer ülkelere yapılacak propagandanın ne kadar hayati olduğunu fark etmeye başladılar. Birinci dünya savaşında A.B.D’yi savaşa çekmek için propaganda kullanılmıştı. Bu tekrar denendi elbette.
Alman radyosu gibi görünen %90’ı gerçek olan bir ingiliz radyosu kuruldu. Ölen Alman askerlerinin kimlikleri tespit ediliyor ve ailelerine aslında askerin ölmediğini anlatan mektuplar atılıyordu. Bu mektuplar çeşitli şekillerde yazılmakla beraber askerin bir arkadaşı gibi yazılmış bu mektuplar ölmediğini yada son kalan eşyasının partiye veya orduya verildiğini anlatıyordu. Yaralılara bakılmadığından zehirlenerek öldürüldüğü de söyleniyordu. Aileler umutla partilere veya orduya giderek eşyaları istiyor yalan söylenildiğini düşünüyorlardı. Çoğu alman aile mektuplara inanıyordu :(
 Yine Ruslar’a Amerikalıların verdiği çeliği delebilen bir fosforlu bombanın olduğu söylentisini yaymışlardır. Çoğu Alman bu propagandaya inanmış, hatta bir alman general olan Von Schieben artık teslim olması için gönderilen yazıya karşılık “elinizdeki fosforlu bombayı atın onurumuzla teslim olalım” diyerek ne kadar inandığının göstergesi olmuştur.
İngilizler karikatürler ile bu savaşta yer almışlardır. Ünlü karikatürist David Low savaşılan diktatörleri eli kanlı olarak değil (çünkü bu onları yüceltir demiştir) şaklaban, sakar ve beceriksizce resmetmiştir.
Her ne kadar İngiltere propagandaya savaşın son zamanlarında ağırlık verse de kendi ülkesinin toplum yapısı gereği fazla yayın yapamamıştır. Demokrasi ve kamu oyunun gerçekleri öğrenmek istediği hep daha ağır basmıştır.4

PROPOGANDA III



PROPOGANDA III
Bir önceki yazımızın temel alındığı propaganda ilkelerinin ülkeler tarafından nasıl icra edildiğini anlatacağız şimdi. Aslında tam olarak sadece Almanya uygulamakla beraber diğerleri de ucundan kıyısından bir şeyler yapmaya çalışmışlardır. İkinci dünya savaşından sonra ise propagandanın uzmanları Amerika ve Rusya olmuştur.
Almanya’da Kullanılan İletişim Araçları
a) Fotoğraf:
Televizyon olmadığından gazatecilik, afişler ve diğer fotoluk görsellerin yayınlanmasına özellikle dikkat edilmiştir. Örneklerle anlatırsak gazetelerde kullanılan haberlerin yanında kullanılan fotoğrafların özellikle dikkatle seçilmesi gerektiğini düşünmüşler. Aşağıdaki bazı haberleri yazıyorum;
* Halkın zor anlarını bilen, zamanı olmasa da bunlar için zaman ayıran ve onlarla görüşmeyi başarıp çok yoğun olan işine dönen lider.
* Halkına onların en ümitsiz zamanlarında düşüncesinin derinliklerini ayıran gerçek bir sanatçı, mimar ve ressamdı. (Daha önce prensiplerde belirttiğim gibi liderin şair, mimar veya ressam olmasına kültürlü görünmesini istedikleri için dikkat edilirdi)
Hitlerin Resimlerinden Birisi
* Gözleri parlak ve yüce alnı asil ve cesur. Hafifçe gümüşi rengini andıran saçları, çalışarak ve endişe içinde geçirdiği günlerin, uyanık ve yalnız olduğu gecelerin bir işaretiydi. Ağzından hiç bir zaman yalan ve adilikle ilgili bir kelime çıkmamıştır. (gördüğünüz gibi hitlerin yalnız, çok çalışan ama bu kederle yaşayan yakışıklı bir adam izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Alman kadınları Hitlerin oldukça yakışıklı bir insan olduğunu, hatta erkekliğin sembolü olduğunu düşünüyorlardı)
*Hitler başarılarının hesabını vermek için Tanrının yüksek huzurunda mihraba çıkan kişiydi. O sabah Köln’de pek çok zorluğun üstesinden gelebilecek çetin ve güçlü insanların gözlerinden Führer’in kapanış konuşması sırasında yaşlar boşandığını gördük. Bunun nedeni inançtı… (Hitler’in aynı zamanda dindar bir insan olarak görünmesi de oldukça önemliydi elbette)
Hitler önceki yazımızda belirttiğimiz başarısız Birahane darbesinden sonra kendine destek olmayacak ordunun en büyük ayak bağı olacağını gördüğünü söylemiştik. İlk fırsatta ordudan birçok kişiyi sonradan vatana ihanet ile suçlamış (150 kişi öldürülmüştür) ve yerlerine kendi hesabına çalışan adamları getirtmiştir. Peşi sıra tepkilere karşı şu tip yazılar yazılmıştır;
*Hitler ordunun yönetimini devralmak için gizli planlar yaptıklarından şüphelendiği 150 eski arkadaşının katledilmesinin organize etti ve bu organizasyonu da özel olarak denetledi.
Goebbels katliamın ertesi sabahı Führer’in yüzündeki trajik yalnızlığı vurgulayan bir fotoğraf yayınladı. Bu olayla Führer, Almanya’nın varlığını sürdürebilmesi için kan dökmek zorunda olan kişiydi. Yüzündeki ifade kendi ülkesine komplo kuran eski arkadaşlarının infaz kararını vermekten duyduğu üzüntü ve keder doluydu. Fakat Hitler Almanya’yı korumak ve halkını kollamak zorundaydı yapacağı bir şey yoktu. Sadece o insanları yahudilerin ve komünistlerin şerrinden ülkeyi koruyabilirdi.
Yine Avusturya ziyaretinde fakir halk ile konuşup nasıl gözyaşlarını tutamadığı anlatılmıştır. (ahhh Bülent Arınç ahh sen olaymışın ya orada)
b) Miting;
Mitingler propagandanın en büyük silahlarından birisiydi. Yapılabilecek en büyük alanlarda, en kalabalık, ışıklı ve gürültülü mitingler yapılmaya çalışılıyordu. Bu sayede kişisel psikolojiye değil, kitle (sürü) psikolojisine geçilmesi sağlanıyordu. Kalabalıklar konuşmalar ile çoşturuluyor ve birbirlerine temas etmesi sağlanıyordu. Psikolojik olarak bireylerin tek başlarına cesaret edemeyecekleri şeylerin, kitle haline geldiklerinde yapabilecekleri biliniyor ve bu kullanılıyordu (toplu tecavüzler, taşkınlıklar, toplu kavga vs. örneklemek gerekirse)
Jestleriyle Hitler (Saatlerce Hareketlerini Çalışırken)
Hitler toplanan kalabalığı şehvetli bir kadına benzetiyor sürekli. Kadınlar çocuklarına baba olması için sayısız mektup göndermişler o zamanlar.
c) Sinema;
Yine sinema özel ilgi alanlarından bir tanesidir. Bunun için bir fil şirketi birle kuruyorlar. 1932’lerde filmler kontrol edilmeye ve ele geçirilmeye başlanıyor. Elbette filmlerin konusu istedikleri doğrultuda yapılıyor. Vatan sevgisi ve fedakarlık, bireyin değil vatanın için yaşamak, alman ırkının üstünlükleri, aşağılık yahudiler vs. tarzı filmler izletiliyor.
Bu filmleri okullarda bile izlettiriyorlar. 1934’ten itibaren okullarda 227 film izletilmiş.
Hitler Almanya’nın imajı için büyük organizasyonları kovalıyor. 1936’da Berlin yaz olimpiyatları yapılıyor. Elbette yabancıların ağırlanmasına ve almanya imajına dikkat ediliyor. Dükkan ve duvarlardan yahudilikle ilgili pankartlar kaldırılıyor. Beyazların üstünlüğü ile ilgili demeçler veren Hitler’i dönemin büyük sprinteri Jesse Owens adete göt ederek olimpiyatlara damga vuruyor. Yarış tamamlanmadan Hitler’in stattan ayrıldığını da ekleyelim.
Jesse Owens
d) Eğitim Ve Gençlik;
Hitler fikrinin ve beyin yıkamasının inceliklerini gençken öğrenilmesi önemliydi. Bu sebeple “Hitler Gençlik Kolları” kurulmuştur. Bu kollara üye olanlara burs, iş ve kariyer fırsatları verilip toplumda örnek vatandaş olarak gösterilmesi sağlanıyordu. Diğer gençlik kolları 1936’da tamamen yasaklandı.
e) Afiş;
İnsanlar yapılan bu propaganda faaliyetlerine rağmen bu propagandanın içine dahil olamayabilirlerdi. Yani örneğin gazete okumaz, sinemaya gitmez veya radyo dinlemez iseniz yırtıyordunuz. Goebbels “ne yapsakta ördeği yakalasak allahım?” diye düşünürken işte bunları buldu; Afişler…
Afişlerden ve duvar posterlerinden kaçış yoktu. Sokağa çıktığınız anda her yere Hitler’in resmi yerleştirildi. Nazizm ve Hitler’den kaçış yoktu yani. Afişler ve duvar yazılarında “işte kahraman Alman erkeği Hitler” şeklinde yazılar yazılıyordu.
f) Resim,Heykel ve Posta Pulları;
Sanatsal olarakta propaganda önemliydi. Posta pulları ve resimler hızla değiştirildi. Diğer hükümetlerce yapılan soyut ve ekstrem ne kadar kötü sanat eseri varsa müzelerde halka bedava gösterildi. Halka “ödenen vergilerin buralara gittiği, paraları da yahudilerin aldığı” söyleniyordu. Nazi Art denilen bir sanat akımı bunların yerini almaya başladı. Bunlar genel olarak sarı saçlı çocuklar, kahramanlık hikayeleri, üniformalı askerler vs. konularını içeriyordu.
Burada daha çok duvar eserlerine yönelmişlerdi. Soyutsal ve sanatsal değil, içerik ve hedefe yönelik sanat yapılmalıydı. Diğer sanatsal değerler aşağılanır kendi sanatları yüceltilirdi.
g) Radyo;
Günümüze göre tv kadar önemliydi. Avrupa’da ki en ucuz radyo alıcısı üretildi ve her yerde radyo olması sağlandı. Yerel radyolar merkeze bağlantı yaparak yayın yapmaya başladılar (merkezi propaganda amacıyla). Bu alet o kadar önemliydi ki para yardımları yapılıyor, toplu radyo dinletilerine gidilme teşvik ediliyordu. Führer konuşma yaptığında halk işlerini bırakıp onu dinlemek zorundaydı (yuh). Radyo bekçileri denilen ajanlar radyo dinletilerinde kimlerin nasıl tepki verdiğini merkeze rapor ediyorlardı.
Radyoda çalan Lili Marleen‘nin şarkısı çok sevilmiş o zamanlar. Hatta bütün herkes sevmiş ve kendi dillerinde bu şarkıyı radyolarında çalmışlar. Şarkıyı dinleyen askerleri düşünüyor insan yazık bir sürü ölüm.. ne için üç beş orspu çocuğu için ölmüşler işte.
Lili Marlene
h) Gazete;
Goebbels halka karşı direkt konuşmanın çok daha etkili olduğunu biliyordu. Bu sebeple gazeteler günlük konuşma veya hitap tarzında veya sürekli slogan kelimeler verilerek çıkartılmaya başlandı. Gazeteler bedava dağıtılıyor (zaman gazetesi mesela) ve zorla okutuluyordu. Zamanla gazeteler tek kalemden yazılmış gibi çıkmaya ve sadece devletin öven bir afişe daha doğrusu bir devlet kuruluşu gibi olmaya başladı. 4500 gazete var iken savaşa doğru bu sayı hemen hemen hepsi taraflı olarak 1000’e kadar düştü.
Gazetecilik sadece denilenin yazıldığı ve sürekli hükümeti öven bir kuruma dönüştürüldüğünden olsa gerek Goebbels notlarında (1944 yılında) “İçinde en ufak bir onur kıvılcımı kalan bir insanın, gelecekte bir gazeteci olmamaya dikkat edeceğini sanıyorum” demiştir.
Basın ve yayında ki bu “alo Fatih” hattının temeli eskiye dayanmakta ve oldukça da geçerli sebebi olmaktadır yani.
ı) Tiyatro ve Edebiyat;
Edebi eserler fazla okunmadığı için pek dikkate alınmadı. Almanlar pek kitap okumazdı. Nazi yazar Schunzel “Biz Almanlar pek kitap okumayız. Yüzeriz, güreşiriz, halter kaldırırız” diyerek edebiyatta gelinen noktayı göstermiştir zaten. Ama yinede bu baskılardan bunalan yazar ve sanatçılar tek tek ülkeyi terk etmeye başladılar.
Gerçek bilim adamları ve sanatçılar ülkeyi terk ettiğinden satın alınamayanların dışında kendilerine ait ısmarlama sanatçılar ve yazarlar çıkartıldı. Elbette ısmarlama edebi eser yazılamayacağından o günlere ait doğru düzgün bir edebiyatçıda yetiştiremediler. Ayrıca kendi istekleri doğrultusunda kullanabilecekleri tanınmış kişilerin otobiyografilerini çarptırarak yazıyorlardı. Burada amaç tarihe atıf yaparak kendilerine pay çıkartmak ve doğru yolda oldukları izlenimini vermekti.
Ünlü humanist yazarların bütün kitapları ilk önce yasaklanmış sonrada topluca yakılmıştı.
Kitap Yakma Töreni
Çünkü teokratik ve baskıcı düzende sanat ve bilim ya bulduğu çatlaklardan adeta fışkırır yada yeşerebileceği yerlere göç eder. Nazi Almanya’sındaki baskının sonucu ise kaçış olmaktaydı.
Genel Değerlendirme
Artık toparlarsak Almanya için işte yazılarda yazdığımız propaganda araçları ile halkın beyni yıkanmıştı. Bunlar ile beraber hükümetin yaptığı hamleleri özetlersek;
* Düşman olunacak ülkeye dost olunur sonra saldırı düzenlenirdi (bknz. Aziz YILDIRIM)
– 1939 Ağustos SSCB “İnsanlık Düşmanı Bir Ülkedir”
-1939 Ağustos 24 SSCB “Şüphesiz ki müttefikimiz ve dostumuzdur”
-1941’de SSCB işgal edilmiştir..
* Halka savaş düşüncesi, ırksal üstünlük, yahudi düşmanlığı, Hitlerin büyük bir lider olduğu vs. sürekli pompalanmıştır. Savaşa girerken de “aslında savaşın istenmediği mecbur kalındığı” düşüncesi yerleştirilmeye çalışılmış.
* Almanyanın aslında savunma yaptığı söyleniyor (aslında saldıran kendisiydi). Fakat propagandadan dolayı halk bunu sorgulayamıyordu artık
* Yapılan savaşlarda aslında “İngiliz Halkına” değil, “İngiliz Hükümetine” savaş ilan edildiği söyleniyor. Halk ile bir sorunları yoktu!! (yalanlarınızı ..m emi)
* Karşı tarafa örneğin Fransız’ların satın alınan radyolarında savaşa giden Fransızların karıları ve kızlarıyla İngilizlerin alem yaptığı söyleniyor, broşürler atılıyor.
* İngiltere’de ise İrlanda ve İskoçların kendi özgürlükleri için savaşması gerektiği anlatılıyor.
* Sovyet toprakları işgal edilirken Sovyet radyolarında “Hitlerin aslında bir Leninisttir” diye yayınlar yapılmıştır.
* Dış ülkelere yapılan anti yahudi kampanyası ise toplum yapıları farklı olduğundan ters tepmiştir.
* İngiltere başbakanı Winston Churchill için ayyaş, alkolik, iktidarsız!!, başarısız vs. olduğu yazılmıştır. İngiltere halkına çektikleri acının sorumlusu olarak o gösterilmiştir.
Winston Churchill
* Askeri kampanyalarda satın aldıkları sanatçıları propaganda aracı olarak kullanıyorlar.
* Yenilgilerden sonra tekrar coşkuyu yakalamak için miting içlerine önceden ayarlanmış kişiler yerleştiriliyordu. Onların gazıyla halk tekrar coşturuluyordu.
*Yenilgiler çok artınca ordunun V ve U tipi gizli silahları devreye sokacağı söylentisi yayıldı. Amaç ümit vermeye devam etmekti.
Efendim Almanya defterini artık kapatıyoruz. Ne diyelim eden bulurmuş. 30 Nisan 1945’te Hitler, peşinden de “Nazi olmayan bir Almanya’da yaşayamam” diyen Goebbels önce altı küçük çocuğunu zehirlemiş sonra karısını ve kendisini vurarak intihar etmiştir.
Goebbels ve Ailesi
Baya özet yazsam da uzun yazılar oldu biliyorum. Artık okuyanlara birazcık yapılan propagandayı anlatabildiysem ne mutlu bana. Bir matematik hocamız vardı Erşan hoca. Ders biterken genelde iki avucunu açarak tahta kalemini eline alır sınıfın ortasında dikilir ve bize dönerek “anlatmaya çalıştık, anlatabildiysek ne mutlu bize. Anlayabildiyseniz ne mutlu size. Göstermeye çalıştık, gösterebildiysek ne mutlu bize, görebildiyseniz ne mutlu size… Vermeye çalıştık, verebildiysek ne mutlu bize. Alabildiyseniz ne mutlu size…” diye süren bir konuşma yapardı. İyi hocaydı ya Erşan hoca bi ara lise yıllarını da yazayım lan komik olur ben eğlenceli adamdın ne gülerdik ya. Neyse arkadaşlar verebildiysek ne mutlu bize alabildiyseniz ne mutlu size. Yok alamadıysanız yapacak bir şey yok heh heh.
Bazı arkadaşlar “olm ibnelik yapmışsın (eşcinselleri tenzih ederim) hep AKP’ye yardırmışsın sen” diye düşünüyor olabilir. Arkadaşım ben bir şeye yardırmadım. Zaten olay ortada duruyordu onu anlattım. Benzetmeleri elbette başka liderler, başka yıllar içinde yapabilirsiniz. Lakin yaparken bu ilkelerin yukarıda ki adamdan sonra yaratıldığını dikkate almanız gerek ki buda 1945’li yıllara denk gelecektir. Yani bizim için yakın tarihe göz atıp bunları yapan adamları bulabilirsiniz. Artık gerisi sizin beyinsel fonksiyonlarınıza kalmış.
Tabi bitmedi yazı. Sadece Hitler değildir mesele. O yıllardaki diğer ülkeleri de hafiften yazacağım devamında. O da dördüncü bölümü oluşturacak. Aynı şeylerin bir Goebbels olmadan yapılması daha zor tabi ama gelişme sağlıyorlar zaman geçtikçe. İyi akşamlar arkadaşlar…

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...