05 Mayıs 2014
ATATTÜRK İLKE VE İNKİLAPLARI
ATATTÜRK İLKE VE İNKİLAPLARI
- 2. İÇİNDEKİLER Atatürk İlke ve İnkılapların Temel Dayana kları Atatürk İlkeleri Atatürk İlke ve İnkılaplarının Ortak Ama çları Atatürk İlke leri ve İlke lerin Benimsenmesi için Yapılan İnkılaplar Atatürk İnkılapları n İncelenmesi Ekonomi Alanındaki İnkılaplar Hukuk(Adalet) Alanındaki İnkılaplar Yönetim Alanındaki İnkılaplar 2
- 3. Neleri değiştirdim? Niçin değiştirdim? İnkılap: Bir toplumun düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için 3 yapılan köklü değişiklikler ve yeniliklerdir.
- 4. Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor. Efendiler, asırlardan beri Türkiye'yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye'yi. Atatürk neleri hedeflemiştir? 4
- 5. Atatürk İlkeleri Nelerdir? 5
- 6. Atatürkçülüğün temelini altı ilke oluşturur. Bunlar; > Cumhuriyetçilik > Milliyetçilik > Halkçılık > Devletçilik > Laiklik > İnkılapçılık •İlkelerin hepsinin ortak amacı, Türk milletini en kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır. 6
- 7. Atatürk İlke ve İnkılaplarının Ortak Amacı Nelerdir? 7
- 8. Atatürk ilke ve inkılaplarının dayandığı temel esaslar; •Amacı; Türk milletinin bugün ve gelecekte, her alanda geleceğe güvenle bakmasıdır. •Gerçekçi fikirlere dayanır. •Milletin ihtiyaç ve gerçeklerinde doğmuştur. •Türk milletine ve çağın ihtiyaçlarına uygun sosyal ve siyasal kurumları hedefler. 8 •İlerlemenin temelinde eğitim ve bilim olduğunu savunur.
- 9. Türk milletinin birlik ve beraberliğini koruyarak bağımsız ve güçlü bir şekilde yaşamasını sağlamak Laiklik Cumhuriyetçilik Devletçilik Milliyetçilik İnkılapçılık Türk milletini aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak Milli kültürü korumak ve geliştirmek Halkçılık Türk Milletini çağdaş, dünyaca kabul edilmiş sosyal ve kültürel değerlere kavuşturmak 9
- 10. Dünyada her şey için,medeniyet için,hayat için,başarı için en hakiki yol gösterici, ilimdir, fendir.İlim ve fennin dışında kılavuz arama gaflettir,bilgisizliktir,doğru yoldan sapmaktır. Atatürk İlkelerini ve İnkılaplarını İnceleyelim Atatürkçü düşünce sisteminin güncelliğini koruması onun hangi özelliği ile ilgilidir? 10
- 11. Laiklik Cumhuriyetçilik Milliyetçilik Devletçilik İnkılapçılık Halkçılık 11
- 12. Cumhuriyetçilik ilkesini açıklayınız? 12
- 13. Cumhuriyetçilik ilkesi, halkın yönetime katılmasını ve devletin cumhuriyet ile yönetilmesini öngörür Atatürk’ün cumhuriyetçilik ilkesinde ; Demokrasi ile yönetim esastır. Millet adına seçilmiş millet üyeleri görev yapar. Millet,devlet yönetiminde söz sahibidir. Herkes yasalar karşısında eşittir. Kişi hak ve özgürlükleri devlet tarafından güvence altındadır. Kişinin;dokunulmazlığı,özgürlük ve güvenliği,yerleşme ve seyehat özgürlüğü,din ve vicdan özgürlüğü,mülkiyet hakkı,düşünce özgürlüğü, özel hayatın gizliliği ve korunma esastır. 13
- 14. Cumhuriyetçilik ilkesinin benimsenmesi için hangi inkılaplar yapılmıştır?
- 15. TBMM’nin açılışı (23 Nisan 1920) 15
- 16. Saltanatın(padişahlık sistemi) kaldırılması (1 Kasım 1922) 16
- 17. Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923) 17
- 18. Milliyetçilik ilkesini açıklayınız? 18
- 19. Ülkemiz sınırları içinde yaşayan topluluğa millet denir. Milliyetçilik; kendini aynı milletin üyeleri sayan kişilerin o milleti yüceltme istekleridir. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına göre; Dini inançları,ırkı,dili ne olursa olsun kendini Türk sayan,ben Türk’üm diyen her insan Türk’tür. Ulusal birlik,beraberlik ve bağımsızlığı amaçlar. Milletini sevmek,ülkenin kalkınması ve çağdaşlaşması için çalışmak esastır. 19
- 20. Milliyetçilik ilkesinin yerleşmesi için hangi inkılaplar yapılmıştır? 20
- 21. Türk Tarih Kurumu’nun kurulması ( 15 Nisan 1931 ) Türk Dil Kurumu’nun kurulması ( 12 Temmuz 1932 ) 21
- 22. Harf İnkılabı ( 1 Kasım 1928 ) Tevhid – i Tedrisat Kanunu ( Eğitimin Birleştirilmesi) (3 Mart 1924) 22
- 23. Milli kültürün gelişmesi için çalışmalar Kabotaj Kanunu’nun 23 çıkartılması ( 1 Temmuz 1926 )
- 24. Halkçılık ilkesini açıklayınız? 24
- 25. Bir ülkede oturan ve o ülkeyi yurt bilen insanlara halk denir. Halkçılık; Halkımızın devlet yönetimine katılmasıdır. Devlet hizmetlerinin halkımıza götürülmesidir. Herkesin kanun önünde eşit olmasıdır. Halkçılık ilkesinde hiçbir kişiye,aileye,sınıfa ayrıcalık tanınamaz. 25
- 26. Halkçılık ilkesinin yerleşmesi için hangi inkılaplar yapılmıştır? 26
- 27. Medeni Kanunun çıkarılarak kadın-erkek eşitliğinin sağlanması(1926) Kadınlara seçme ve seçilme 27 hakkı verilmesi(1934)
- 28. Soyadı Kanunun çıkarılması Şapka Kanunu(1925) 28
- 29. Devletçilik ilkesini açıklayınız? 29
- 30. Devletçilik ilkesi; Atatürk’ün ekonomik alandaki görüşleridir. Ekonomik,sosyal ve kültürel alanda kalkınmayı amaçlar. Devletin ekonomik hayatımızı yönlendirmesi,planlamasıdır. Halkımızın yapamayacağı işlerin ( baraj , yol , köprü ) devlet tarafından yapılmasıdır. Özel teşebbüs serbestliği vardır. Kişileri üretime ve ticarete özendirir. Devletçilik ilkesinin uygulanması ile Türk ekonomisi hızlı bir şekilde kalkınmaya başlamıştır. 30
- 31. Devletçilik ilkesinin yerleşmesi için hangi inkılaplar yapılmıştır? 31
- 32. Karabük demir-çelik fabrikasının kurulması İzmir İktisat(ekonomi) Kongresi’nin yapılması 32
- 33. Sümerbank ve Etibank’ın kurulması Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nün açılması 33
- 34. Tarımda modern yöntemlerin uygulanması Demir yollarının devletleştirilmesi 34
- 35. Laiklik ilkesini açıklayınız? 35
- 36. Laiklik ; Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Din düşmanlığı değil,düşüne ve inanca saygıdır. Devlet düzeni ve hukuk kurallarının,dini etkilere göre değil,mantık ve bilime göre düzenlenmesidir. Herkesin vicdan,dini inanç ve kanaat özgürlüğüne sahip olmasıdır. 36
- 37. Laiklik ilkesinin benimsenmesi için hangi inkılaplar yapılmıştır? 37
- 38. Halifeliğin kaldırılması Medreselerin kapatılması 38
- 39. Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması 39
- 40. İnkılapçılık ilkesini açıklayınız? 40
- 41. İnkılapçılık ; Yenilenmeye açık olmak. Sürekli olarak çağdaşlaşmak, Uygar düşünmek ve uygar yaşamak, Atatürk’ün önderliğinde birçok inkılap yapılmıştır,bunların bazıları şunlardır; Cumhuriyetin ilanı , Türk Medeni Kanunu’nun kabulü , Kıyafette yapılan yenilikler , Yeni Türk alfabesinin kabulü , 41
- 42. Atatürk İnkılaplarından bildiklerinizi sayar mısınız? 42
- 43. Atatürk İnkılapları Osmanlı Devleti’nden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni geliştirmek, çağdaş medeniyetler seciyesine çıkarmak için Atatürk’ün önderliğinde; > devlet yönetimi > hukuk > eğitim > adalet > toplumsal yaşam gibi birçok alanda inkılaplar yapıldı. Kısa sürede hayata geçirilen bu inkılaplar, toplum hayatının çeşitli 43 alanlarını da etkiledi ve yenilikler getirdi.
- 44. Ekonomi Alanındaki İnkılaplar İzmir İktisat Kongresi yapıldı. Aşar Vergisi kaldırıldı. Tarımda makine kullanılmaya başlandı. Örnek çiftlikler kuruldu. Ziraat okulları açıldı. Sümerbank, Etibank kuruldu. Fabrikalar açıldı. Saniyiyi Teşvik Kanunu çıkartıldı. 5 yıllık kalkınma planları hazırlandı. Hukuk(Adalet) Alanındaki İnkılaplar Yeni bir anayasa yapıldı. Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Kadınlara seçme ve seçilme, miras gibi haklar verildi. 44
- 45. Yönetim Alanındaki İnkılaplar Saltanat(padişahlık) kaldırıldı. Cumhuriyet ilan edildi. Halifelik kaldırıldı. TBMM açıldı. Halk, seçme ve seçilme hakkına sahip oldu. Farklı siyasi partiler kuruldu. Eğitim Alanındaki İnkılaplar Tevhid – i Tedrisat (Eğitimin Birleştirilmesi) Kanunu ile bütün eğitim kurumları MEB’e bağlandı. Okullarda kız – erkek ayrımı kalktı, karma sınıflara geçildi. Medreseler, mahalle mektepleri kapatıldı. Harf inkılabı ile Arapça ve Osmanlıca harfler yerine Türk Alfabesi 45 kabul edildi.
- 46. Toplumsal Alanındaki İnkılaplar Soyadı Kanunu ile her aile kendi soyadı ile tanınmaya başladı. Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun (1925) çıkarıldı. Fes ve sarık yasaklandı. Hicri ve rumi takvim yerine miladi takvim kullanılmaya başlandı. Alaturka saat yerine milletler arası saat kabul edildi. Ağırlık ölçüsü olarak okka, batman gibi birimler yerine gram kullanılmaya başlandı. Uzunluk ölçüsü olarak endaze, arşın gibi birimler yerine metre kullanılmaya başlandı. NOT: Toplumsal alandaki yenilikler, özellikle batı ülkeleri ile uyum sağlanması için yapılmıştır.
CUMHURİYETE NASIL KAVUŞTUK
CUMHURİYETE NASIL KAVUŞTUK
- 1. Cumhuriyet’e Nasıl kavuştuk Hazırlayan: Umut Can Şişman
- 2. 30 Ağustos 1922Başkumandanlık meydan Muhaberesi kazanılması22 Haziran 1919Amasya Genelgesi4 Eylül 1919Sivas Kongresi10 Ocak 19211. İnonü savaşı19 Mayıs 1919Atatürk’ün Samsun’a Çıkışı23 Temmuz 1919Erzurum Kongresi23 Nisan 1920TBMM Açıldı1 Nisan 19212. İnonü savaşı26 Ağustos 1922Büyük Taaruz13 Eylül 1921Sakarya savaşı
- 3. 19 Mayıs 1919 Atatürk’ün Samsun’a Çıkışı Millî Mücadelenin Atatürk tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, "1919 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım" ile başlar. Diğer bir deyişle, 19 Mayıs 1919 Millî Mücadelenin fiilen başladığı tarihtir. 19 Mayıs bir başlangıçtır; fikir ve karar sahibi Atatürk'ün hedefine varan yolda ilk adımdır. Şevket Süreyya Aydemir'e göre, "Mustafa Kemal'in yeni hayatı, yeni âlemi, onun, 1919 Mayısının 19'uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun, hem kendi kaderine, hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal'in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır.
- 4. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi İlk kez ulusal egemenlikten bahsedilmiştir. Bir ihtilal bildirisi niteliği taşımaktadır. Çünkü İstanbul Hükümeti'ni hiçe saymakta, hükümetin düşman devletlerin esiri olduğunu söylemekte ve milleti yine milletin kendisinin azmi ve kararlılığının kurtaracağını söylemektedir. Maddenin yorumu Kurtuluş Savaşı'nın amacı ve yönetim şeklinin halk tarafından yapılması ve seçilmesidirMustafa Kemal kendisinin hazırladığı Amasya Tamimi'ni, 9. Ordu Müfettişi sıfatı ile imzalamıştır
- 5. 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi Erzurum Kongresi, AmasyaGenelgesi'yle duyurulan ve 23Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum'da toplanan kurultaydır. Kongreye çoğunluğu işgal altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van'dan gelen 62 delege katılmış; 2 hafta süren kongrede alınan kararlar Kurtuluş Mücadelesi'nde izlenen çizgide önemli ölçüde belirleyici olmuştur.
- 6. 23 Nisan 1920 TBMM Açıldı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Oluşumu 23 Nisan 1920Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Oluşumu 23 Nisan 1920Mustafa Kemal'in bildirisiyle işgal edilmemiş bölgelerde seçimler yapıldı.Seçimler sonrasında yeni seçilen milletvekillerine ek olarak 23 Nisan 1920de ilk TBMM açıldı.Önce en yaşlı üye sınıfıyla ŞERİF BEY geçici başkanlığa getirildi.Daha sonra yapılan seçimlerde Mustafa Kemal TBMM'nin ilk başkanıoldu.
- 7. 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi Sivas Kongresi, Mustafa Kemal'in Amasya Genelgesi'ni açıkladıktan sonra bir çağrı üzerine I. Dünya Savaşı'ndan sonra işgale uğrayan Türk topraklarını kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için çareler aramak amacıyla seçilmiş ulus temsilcilerinin Sivas'ta biraraya gelmesiyle, 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen ulusal kongredir.
- 8. 10 Ocak 1919 1. İnönü Savaşı 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal eden Yunanlılar, ileri hareketa devamla Milne Hattı olarak ifade edilen Ayvalık- Soma-Akhisar-Aydın hattına ulaştılar. 22 Haziran 1920'de iki koldan tekrar ileri harekata geçen Yunanlılar, Kuzey Grubu ile 30 Haziran 1920'de Balıkesir; 8 Temmuz 1920'de Bursa'yı işgal ettiler. Salihli- Afyon istikametinde ilerleyen Güney Grubu ise, 29 Ağustos 1920'da Uşak bölgesini ele geçirdi.6 Ocak 1921 tarihine kadar Uşak ve Bursa bölgesinde hazırlıklarını sürdüren Yunanlılar, Türk-Batı Cephesi birliklerinin Etem Kuvvetlerinin Tenkili harekatı ile meşgul olmasından da faydalanarak, İnönü-Eskişehir istikametinde taarruza başladılar.
- 9. 1 Nisan 1921 2. İnönü savaşıBu savaş, Türk Bağımsızlık Savaşı’nın ikinci önemli meydan savaşıdır. Birinci İnönü Savaşı’nda yenilerek geri çekilen Yunanlılar, Türk Ordusunun güçlenmesine olanak vermemek için saldırıya geçtiler. Yunan ordusu Bursa ve Uşak’ta olmak üzere iki grup halinde idi. Türk ordusu Batı Cephesiyle, Güney Cephesi ve Kocaeli Grubuna ayrılmıştı. Batı Cephesindeki kuvvetler Yenişehir, İnegöl hattıyla İnönü mevziine yerleşmişlerdi. Batı cephesindeki kuvvetlerimiz İsmet Paşa’nın kumandasında idi.
- 10. 13 Eylül 1921 Sakarya savaşı Sakarya Meydan Muharebesi Türk Milleti için bir ölüm kalım savaşı olmuştur. Bu muharebe ile Türk ordularının taktik geri çekilme manevrası sona ermiş; stratejik savunma konsepti kabul edilmiştir.
- 11. 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz Başkomutan Meydan Muharebesi ya da Dumlupınar Meydan Muharebesi, Kütahya'ya bağlı Dumlupınar yakınında 30 Ağustos 1922'de Türk ve Yunan orduları arasında meydana gelen savaş. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsen yönetildiği için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak anılır. Kurtuluş Savaşı'nın kesin bir Türk zaferiyle sonuçlanmasını sağlayan bu çarpışmanın yıldönümü Türkiye'de ulusal bayram olarak kutlanmaktadır.
- 12. 30 Ağustos 1922 Başkumandanlık meydan Muhaberesi kazanılması 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi, Batı ile en zayıf anımızda kazandığımız en büyük zaferlerden biridir. Bütün gençlerimiz bu zaferi ne şartlar altında ve hangi ruhla kazandığımızı çok iyi bilmeli Devletimizi, Cumhuriyetimizi ve varlığımızı bu zafere borçlu olduğumuzu asla unutmamalıdır.
CUMHURİYET'in DÜŞMANLARI
- 1. CUMHURİYET'in DÜŞMANLARI HAZIRLAYAN
- Hatay DEVRİM
- 2. Slaytımızın genel konusu
- Cumhuriyetimizin Düşmanları üzerine… Özel konusu ise Cumhuriyet Düşmanlığı nın vücut bulduğu Nakşibendilik üzerine…
- Ve okuyacaklarınız iki temel gerçek üzerine hazırlanmıştır…
- 1. Siyasi tarihin verileri…
- 2. Politik gerçekliklerin vurguları…
- 3. Türkiye’de Cumhuriyet Düşmanlığı yani “Gericilik” , Nakşibendilik ile kol kola yürümektedir. Slaytın daha sonraki bölümlerinde görüleceği üzere AKP ’nin tüm üst düzey kadroları birer Nakşibendi’dir. Tarihi hesaplaşmada bugün “Gericilik” Cumhuriyete yönelik düşmanlığını A tatürk K arşıtlarının P artisi üzerinden yürütmektedir.
- 4. Tüm Aydınlanma Tarihimizde iki ana çizgi görülür… Halkının bağımsızlığı için mücadele eden ilericiler ile Halkını kul ve köle gören gericiler … Bu ülkenin ilericileri güçlerini halktan alırlar; Pir Sultan gibi, Mustafa Kemal gibi.. Bu ülkenin gericileri güçlerini dışardan alırlar; Damat Ferit gibi, Vahdettin gibi ve günümüzde Fettullah Gülen gibi, Tayyip gibi… AYDINLIK ve KARANLIĞIN KAVGASI
- 5. Bu ülkenin gericilerinin temel karakteristiği, işbirlikçi olmalarıdır. Emperyalist efendilerine hizmet ederler… Fettullah Gülen gibi, Tayyip gibi Abdullah Gül gibi… Halkın manevi duygularını sömürerek “çıkar” elde ederler… Günümüzün AKP ’si gibi. Bu ülkenin gericilerinin boğazından helal lokma geçmez , Unakıtan ve onu “AK” layan hükümet ve bir kısım meclis üyeleri gibi… Bu gericiler emirlerini emperyalistlerden alırlar, günümüzde ABD ve AB bu emirleri verir, Tayyip ve Abdullah Gül gibiler uygular … Bu gericiler, dün söylediklerini bugün inkar ederler , Tayyip ve Gül gibi…
- 6. İşte slaytımızda bu gericilerin hikayesini bulacaksınız… 1919 ve 1923’ün “rövanşını” almak isteyenler var… Biz bunlara “karşı devrimci” diyoruz… Hikayemiz onların hikayesidir… Bir ucubenin dizlerinin dibine çökmüş bir başbakan… Bu adam ın edinmiş olduğu görevi, ABD ’nin bu adama vermiş olduğu görevi, ülkenin gericilik batağına saplanması için yaptıklarını “tarihsel ispatları” ile açıklayacağız… Duymayan, bilmeyen, görmeyen kimse kalmasın…
- 7. Bu bakış açısıyla ülkemizde Cumhuriyetimize ve Atatürkümüze yönelik gerçekleştirilen “Karşı Devrim” sürecinin, 1950 Demokrat Parti iktidarı ile başladığı bilinen bir gerçekliktir… Bu savlamanın çok ciddi kanıtları vardır… Adnan Menderes’in ülkede gizli örgütlenmeler ile varlığını sürdürmeye mahkum olan tarikatlar ile yapmış olduğu seçim pazarlığı, verilen tavizler, her şeyden önce, Cumhuriyet’in başbakanı olmuş Menderes’in bir tarikat şeyhi olan Said-i Nursi’nin elini eteğini öpmesi… ABD Emperyalizmine teslim bayrağını çekmesi… Ve tarihe denk düşecek biçimde… Tayyip’in Fettullah’ın eteğini öpmesi, Hikmetyar’ın dizinin dibine çökmesi, ABD Emperyalizminden icazet alarak ülkenin başına geçmesi… Karşı Devrim süreci işliyor…
- 8. ABD dünya üzerinde nasıl bu kadar hakim, nasıl bu kadar güçlü… Her ülke içinden kendine uşaklar bulmasa bu mümkün olabilir mi… Peki bizim ülkemizdeki uşaklar kim, kim bu işbirlikçiler …
- 9. AKP’nin ABD’ci bir parti olduğunu ispatlamak için çokça örnek gösterilebilir… Bilindiği gibi Türkiye’de bir DSP-MHP-ANAP hükümeti vardı. Bülent Ecevit ve Devlet Bahçeli , ABD ’nin Irak ’ı işgaline olur vermiyorlardı. Kıbrıs ’ı da vermiyorlardı. “ Kuzey Irak’taki Kürt Devletini savaş nedeni” sayacaklarını bağıra bağıra söylediler… Sonra ne oldu… DSP ikiye bölündü… Erken seçim kararı alındı… ve… AKP geldikten sonra tüm bu politikalar terk edildi… Yeşil Kuşağın Amerikancıları , Erbakan ’dan ayrılıp emperyalizme maşa olacak yeni partilerini kurdular… Türkiye’nin kucağındaki bu partinin babası bellidir… 1 mart tezkeresi öncesinde, Tayyip , milletvekillerini ikna etmek için üçerli beşerli görüşmelere aldı… Neye ikna edecekti onları: Türkiye’nin güneydoğusuna 65 bin ABD askerinin süresiz yerleşmesine … Tayyip tüm bu gayreti, diyet ödemek içen sarfetti…
- 10. TARİKATLAR NASIL DOĞMUŞTUR? TÜRKİYE ve SİYASETTEKİ İŞLEVLERİ NELERDİR? TARİKATLAR MADDİ KAYNAKLARINI NASIL ELDE ETMEKTEDİRLER?
- 11. TARİKATLAR ve GERÇEKLER Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini kendine göre anlama ve yaşama şeklidir. Dinlerin hemen hepsinin yoruma açık yönleri vardır ve farklı yorumlamalar dinlerin farklı uygulama biçimlerini ortaya koymuştur. Bu farklı yorumlama-uygulama anlayışlarından “Mezhep”ler doğmuştur. İslami tarikatlar “tasavvuf”tan doğmuştur. Kimi tasavvufçulara göre dinin açık (Arapça zahir) anlamları bilgisizler için dir. Oysa dinin bilgili ya da bilgiye yetenekli kişiler için gizli (Arapça batın) anlamları vardır. Ki bu gizli anlam, ancak büyük çapta bilgililerin yorumlarıyla açığa çıkarılabilir . Ruhban sınıfının, İslam’daki yeri, bu mantığa dayanarak ince ince işlenecektir…
- 12. Tarikatlarda bir de Rabıta denen bir kavram vardır. Peki rabıta nedir: «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktır» diye tanımlanabilir. Peki Nakşibendiliğin de savunduğu “Rabıta” kavramının özü nedir… Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlamaktır. Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır. Rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Tarikat şeyhinin, ibadet ve inanç sistemi içindeki son derece baskın yapısını ortaya çıkaran kavram da işte bu Rabıta’dır. Rabıta, Allah’a değil, şeyhe “kul” yetiştirmektedir.
- 13. Bu arada rabıta dışında, şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak onun «keşif ve kerametleri, manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında açıklamalar yapılır. Bu telkinler ve anlatımlar o kadar sürekli ve etkilidir ki sohbetler esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, bazıları acaip sesler çıkarır ; örneğin havlar, miyavlar ya da kişnerler; bazıları ise dam, teras ve balkonlardan kendilerini aşağı atarlar. Buna da tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir. Mürit uzun süre bu telkinler altında artık şeyhin bir kulu ve kölesi haline gelir.
- 14. Slaytımızın konusu değil ama tarikatların İslam dinindeki yeri açısından küçük bir açıklama yapmak çok faydalı olacaktır… Hz. Muhammed ’in hayatında çileler, ayinler, semanlar, zikir halkaları, “hu” çekmeler, enstrüman ve rakslar, rabıta ve meditasyonlar asla yoktur. Örneğin; sevinmiş, üzülmüş, öfkelenmiş, danışmış, verdiği karardan vazgeçebilmiş ve özetle mahrem olmayan hiçbir insani niteliğini gizlememiştir. O ’nun insani özellikleri çok belirgindir… Ama İslam dinini yorumluyoruz diye ortaya çıkan birçok şeyh, şıh ve hocaefendi gibi adamlar ise kendilerini ulaşılmaz yerlere koymuş, kendilerine biat edilmesini istemiş ve İslam’da hiç yeri olmayan bin türlü sahtekarlık ile masum insanları kandırabilmişlerdir… İşte slaytımızın da asıl konusu budur… Din üzerinden çıkar sağlama…
- 15. NAKŞİBENDİ TARİKATI NI TANIYALIM Nakşibendilik… İslam dininin yeryüzünde yaşayan en önemli tarikatlarından biridir… Bazı gerçek dışı iddialarda tarikatın kökeni, Hz. Ebubekir ’e dayandırılsa da genel olarak kabul edilen görüş, Hoca Ahmet Yesevi ’nin düşüncelerini yorumlayan Bahaeddin Nakşibend ’in tarikatın kurucusu olduğudur… Tarikat da ismini, Farsça “nakış yapan” anlamına gelen Nakşibend ’den alır… Daha sonra da şeyhlerinin birçoğunun ismini taşıyan kollara ayrılmıştır…
- 16. En önemli kollarından biri de Mevlana Halid Bağdadi ’nin ismini taşıyan “Halidiyye” koludur… Anadolu’ya Nakşi’lik Fatih Sultan Mehmet döneminde girmiş olsa da gerçek yapısını Halidiyye kolunun etkinliği ile 19. yüzyıldan sonra göstermeye başlayacaktır… Nakşibendiliğin 7 kolu vardır. Türkiye’de günümüze değin gelebilen ve gücünü koruyabilen sadece Nurculuk ve Süleymancılık tır. Nurculuk ile Süleymancılık da birçok kollara ayrılacaktır.
- 17. Nakşibendilik'in kollarından olan Nurculuk, Said-i Nursi “Bediüzzaman ya da Said-i Kürdi olarak da bilinir (1873-1960)” tarafından kurulmuştur. Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) tarafından kurulan Nakşi kökenli tarikatlardan Süleymancılık da Nurculuk gibi aynı süreci yaşar. Bugün Nakşilerin en etkin kollarından biri, Said-i Nursi Nurculuğunun bir uzantısı olan Fettullahçılıktır . Ayrıca “merkez” de yer alan Nakşi karakterinin en yobaz uzantısı , bugün Tayyip Erdoğan ’ın da müridi bulunduğu İskenderpaşa Dergahı ’dır.
- 18. NAKŞİBENDİLİĞİN CUMHURİYET DÜŞMANLIĞI
- 19. Anadolu’daki “bazı tarikatların” , “Aydınlığa yönelik düşmanlıkları” çok eskilere dayanır. Ama en belirgin düşmanlıklar, II. Abdülhamit ’in bu tarikatları “ilericiler” üstüne salmasıyla belirginleşir. Nakşibendiliğin, devletin içine sızması da bu süreçte olur. II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğu nu yapmışlardır.
- 20. Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen ve bu sömürü düzenini meşrulaştıran tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur… II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmalarıyla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolü nün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi Şeyh Sait’in isyanında ise, emperyalizmin işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır.
- 21. Kurtuluş Savaşımız devam ederken, daha sonra "Hilafet Ordusu" adını alacak olan işbirlikçi bir ordu örgütlenmesi Kuvva-i İnzibatiye ‘nin kurulmasına, yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder. Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşları kurtuluş çareleri ararken, tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislam'dan sivil ve askeri bürokrasiye, Galata Bankerleri'nden Sultan'a kadar bütün işbirlikçiler , Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile “işbirliği” yapmaktaydılar.
- 22. Onların yanısıra çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu'ya dağılıyordu. Bunlar, örgütlü bir şekilde, ulusal direnişe karşı halkı kışkırtmaya ve ayaklandırmaya çalışıyorlar, İşbirlikçi sultan ve din adamlarının ferman ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlardı. Emperyalistler açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi törpülemeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı 'na akmasını engellemeye çalışıyorlardı.
- 23. Yayınlanan fetvalar içinde en dikkat çekici olanı Hilafet Ordusu'nun kurulması döneminde çıkarılan 11 Nisan 1920 tarihli Şeyhülislam Dürrizade Abdullah 'a ait olandı. Tarihe "Dürrizade Fetvası" olarak geçen bu ihanet ve utanç belgesinde bağımsızlık savaşına katılan herkes "halifeye isyan" la suçlanıyordu. Ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu . Fetvada tüm inanmış Müslümanlara , Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu: "Asilerin katli caiz midir? El cevap vaciptir"... Bu fetvanın ülkenin dört bir yanında dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. "Dürrizade Fetvası", işbirlikçi sultana bağlı çevrelerde etki yaratsa da, halkın büyük bir çoğunluğu vatan hainlerinin bu çağrılarına cevap vermeyecektir...
- 24. İşbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci Bozkır, İkinci Bozkır, Konya, Birinci Anzavur, İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci Düzce, İkinci Düzce, Birinci Yozgat, İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmalarıdır. Özellikle de Nakşibendi Tarikatı , bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu . Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve "Bozkır Ayaklanmaları" olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. "Din elden gidiyor" diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar. Ayaklanmaların amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu'da başlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.
- 25. Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları ise şöyledir: *1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması (İngiliz kışkırtmasıyla ayaklanan Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir) *1925 Rize Ayaklanması (Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi tarikatı üyesidirler) *1930 Menemen Ayaklanması ( Kubilay ’ın başını kesip bir sırığa takıp dolaştıranlar Nakşi Derviş Mehmet ile birlikte ayaklanmışlardır ve şeriat isteklerini dile getirmişlerdir) *1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi İbrahim Türkçe Ezana karşı ayaklanmıştır) *1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmiş ve silahlı başkaldırıda bulunmuştur, çatışmalar bir yıl kadar sürmüştür. Bu soytarı Şeyh de Fransız koruması Suriye’ye kaçmıştır. *1935 Çorum İskilip İlçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerek ayaklanmıştır.
- 26. TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNDE SAĞA KAYMA (SAĞCILAŞMA) Ve MUSTAFA KEMAL DÜŞMANLIĞI
- 27. Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojilerin Emperyalizmden beslenerek güçlendikleri bilinen bir gerçektir… Bunun iki nedeni vardır… Birincisi; emperyalizm ile çıkar ilişkisi kuranların yüzlerini maskelemek ve yaptıklarını meşrulaştırmak… İkincisi; emperyalizme karşı gelişecek olan devrimci-bağımsızlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazır bir “vurucu güç” oluşturmak…
- 28. Biz, Türkiye’de, sağcıların liberal ekonomi politikalarından yana olduklarını ve uyguladıkları liberal politikaların tüm gelenekleri yıktığını , aile yapısını parçaladığını biliyoruz … Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu liberal ekonomik politikalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü üzerinde duruyor… 1950’den beri “manevi değerleri” savunduğunu söyleyen “sağ-muhafazakar” partiler tarafından yönetilen bu ülke, “Batı” nın öğretisi olan bu politikalarla tarihin en büyük “kültür erozyonlarından” birini yaşadı…
- 29. Bu muhafazakarlar; aileyi koruyacağız söylemlerini, liberal ekonomik politakalarıyla arka kapıdan dinamitlediler … Bunu halkın gözünden nasıl kaçırdılar… Bu ülke, son elli-elli beş yılınıda, kendisini sağ-muhafazakar-millimanevi değerlere saygılı-laikliği örseleyecek kadar dine saygılı olduğunu savlayanlar tarafından yönetildi ve bu insanlar, örneğin Atatürk'ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler… Ülke sanayisinin Atatürkçü ulusal politika ile sabırla gelişmesine tahammül etmeyip, montaj sanayisi ile dünya liberal sisteminin bir uydusu olmasına neden oldular, "bağımsız bir ülkeyi" bağımlı yaptılar... Bunların hepsinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de bir ilişkisi yoktu. Bu görülmesi zor bir olay değil. Ha Said-i Nursi'nin elini eteğini öpen Menderes, ha Hikmetyar'ın dizinin dibine çökmüş ve Fettullah'tan olur almış Tayyip... İkisi de emperyalizme peşkeş çekiyor ülkeyi...
- 30. Türkiye tarihinde “eş zamanlı” gelişen iki süreç vardır… Birincisi “sağa kaymak” ikincisi de “sömürülen bir ülke” haline gelmektir… Birbirini besleyen bu iki sürecin formülü şudur… Bağımsızlık savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında “emperyalizm ve işbirlikçileri” bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmiştir… Ama iki olgu “emperyalizm ve gericilik” birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır… Bu sürecin başlangıcı önce; DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI ADALET PARTİSİ İKTİDARI MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETLERİ ANAP İKTİDARI DYP İKTİDARI Ve bugün AKP iktidarı…. Sağa kayma ve sömürülen bir ülke haline gelmek… işte bu eş zamanlı gelişmenin birbirini besleyen iki boyutudur… Peki ABD, bu işbirlikçileri nasıl beslemektedir…
- 31. Suudi Araplar ABD Türkiye ÜÇGENİ
- 32. Bilindiği gibi Suudi Arabistan , ABD ’nin sömürgesi bir Müslüman ülkedir… ABD gözetimi ve Suud sülalesinin diktası tarafından yönetilen bu ülke petrolleri ABD tarafından sömürülmekte ve ülke halkı, tarihin en geri usulleri ile yönetilip yaşamlarını sürdürmektedir… Suudlar , ülkelerini “İslam” ülkesi olarak göstermekte ve Arap halkına ait olan ülke kaynaklarını “kendi çıkarları adına” Hristiyan ABD’ye satmakta ve Arap Birliği ni emperyalizme peşkeş çekmektedirler…
- 33. Suudlar, hiçbir zaman İsrail tarafından ezilen Filistin halkının yanında olmamışlardır… Suudlar, son zamanda yaşanan İsrail’in Lübnan’ı bombalamasına sessiz kalmıştır… Suudlar, Irak’ın işgaline yardım etmişlerdir… Suudlar, Irak’lı kadınlara ABD askerleri tecavüz ederken, beş yıldızlı otellerinde Hac ziyaretine gelen müslümanlara kebap ziyafeti çekmekle meşguldüler… Velhasıl Suudların, ABD’nin maşası olduğunu bilmeyen yoktur…
- 34. İşte bu Suudlar bakın Türkiye’deki ABD işbirlikçiliğini desteklemek için neler yapmışlardır… ARAMCO , bir petrol şirketidir… Arap ve ABD ortak şirketi… 1953’te kurulan ARAMCO aracılığıyla Amerikancı İslam akımlarına kaynak aktarımı başlar… 1962’de bu kurum görevini RABITA örgütüne devreder… RABITA’nın kuruluşunda Menderes’in milletvekili Ahmet Gürkan ile Sebilül Reşat dergisi sahibi Salih Özcan da vardı. Salih Özcan aynı zamanda Suud sermayeli Faysal Finans’ın önemli hissedarlarındandır . Ayrıca Faysal Finansın Özcan ile birlikteki diğer “Nakşi” Türk ortakları Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın ’dır. Türkiye’de özellikle Menderes Döneminde, Nakşiler ve onun kolları olan Süleymancılık ile Nurculuk bu beslenme ile palazlanmaya başlarlar…
- 35. Yine Suud sermayeli Al Baraka Grubu , Nakşi Korkut Özal ve Eymen Topbaş’ı Türk ortak olarak seçmiştir. “ Haramzade ” Kemal Unakıtan ve Talat İçöz de diğer Nakşibendi ortaklardır. İşte diğer tarikatların Türkiye’de niye gelişemediklerinin yanıtı buradadır… Emperyalizm onları beslememiştir de ondan… Bu isimler saymakla bitmez… ABD kuklası Suudi sermayesi görülmektedir ki, açıkça, Türkiye’deki Nakşileri palazlandırmakta ve onlar üzerinden ABD çıkarları organize olmaktadır. Tayyip ve tayfasının astarı yırtılmış yüzlerinin gerçek görüntüsü bu tabloda açık açık görünmektedir.
- 36. SİYASİ TARİHİMİZE DAİR BİR TAHLİL
- 37. 1946 , tartışmasız biçimde bir dönüm noktasıdır… Kemalist Devrim in hiçbir biçimde yüz vermediği tarikatlar, karşı devrimin evi Demokrat Parti de yuvalanacaklar ve oy pazarlığında saf tutacaklardır. Karşı Devrim ; 1950’de Demokrat Parti’nin tek başına iktidarı ile düşmanca siyasetini gütmeye başlar…
- 38. Projesini ABD’nin çizdiği 1980 darbesi ve 82 Anayasası Karşı Devrim sürecinin bir başka aşamasıdır… ABD ajanı Turgut ÖZAL İblis inin ülkeyi nereye getirdiği ortadadır. 1984 ise ABD destekli Suudi sermayesinin altın çağının miladıdır. Suudi sermayesi , Albaraka ve Faysal Finans , ekonominin artık meşrulaşan biçimiyle tarikatları şirketleştirecek ve “ yeşil sermaye deccalı” nı karşımıza çıkaracaktır. Yeşil sermaye, özellikle yurt dışındaki vatandaşlarımızı “din tacirliği ile dolandıracak”, bir sürü yolsuzluklara imzalarını atacaklardır… YİMPAŞ ve KOMBASSAN bunların en bilinen örnekleridir. Yine bu paraları toplayanlar Nakşi’lerdir.
- 39. 1994 ’te ise bir başka “dönüm noktası” yaşanır… Yerel seçimlerden ciddi bir zafer ile çıkan Refah Partisi ’nin, belediye kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmesiyle tarifi ve hesabı yapılamayan yolsuzluklar tarikatların kasalarını dolduracaktır… Ancak bir ayrıntıyı vurgulayalım… Din tacirlerinin yolsuzlukları dillere destandır bilirsiniz: Kayıp trilyon davası ndan dolayı Erbakan hüküm giyerken, Abdullah GÜL , dokunulmazlık zırhının arkasında kendisini güvenceye alacaktır…
- 40. Önce Demokrat Parti sonra da Adalet Partisi ’nde yuvalanan Nakşibendiler , dinci örgütlenmelerini ancak 1970 ‘te Milli Nizam Partisi ile hayata geçirirler... Bu parti, Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku'nun müridi Necmettin Erbakan , tarafından kurulur… Ancak Erbakan, diğer işbirlikçi müritlerden farklı olarak, çok az da olsa anti-emperyalisttir … Tam İşbirlikçi karakter ile yetişen müritler ise ileride emperyalistlerin kadrolarını oluşturacak Abdullah GÜL, Tayyip ve Unakıtan lardır... ABD bu Nakşi kimlikli parti yi, AKP ’yi kurdurarak “tam anlamıyla” ele geçirecek ve 2002 3 Kasım’ından sonra doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya başlayacaktır…
- 41. Sömürü düzeninin maskesi ince ince işlenecektir… Emperyalızmin işbirlikçi aktörleri, Anadolu Halkının masum vicdanını sömürmek için yine “din” kozunu kullanacaklardır… İşte Tayyip ve tayfasının gelişim serüveni nin anahtarı budur… Uluslararası bir komplo ile DSP-MHP-ANAP hükümeti düşürülür… Bir erken seçim ile AKP iktidara gelir… Seçim öncesi Tayyip efendi ABD’den icazeti alır . ABD, 80 darbesinde çizdiği hedefin “meyvalarını” toplamaya başlamıştır artık…
- 42. Takip eden yurttaşlarımız bilirler, AKP yetkililerinin ağzından , Türkiye’nin ABD ile stratejik ortak olduğu sürekli konuşulur durur… Ama tarih ne zaman yazmıştır ki; hangi stratejik ortak, diğer ortağının subaylarının kafasına çuval geçirmiştir… Yoksa AKP-ABD ortak , Türkiye ise bu ortaklıktan haberi olmayan bir ülke mi… Biliyorsunuz, bu stratejik ortak PKK ’nın “ortadan kaldırılmasına değil beslenmesine” çalışıyor… AKP ise ortaklıktan memnun… Condi ile Abdullah yakın zamanda yeni bir stratejik ortaklık üzerine “vizyon” belgesi imzaladılar. STRATEJİK ORTAK ABD
- 43. İŞBİRLİKÇİLERİN GERÇEK YÜZÜ Irak kan gölüne döndü… Bugüne kadar 670 bin Iraklının hayatını kaybettiği söyleniyor… Irak ABD askerlerince piçleştiriliyor… Kadınlara ve erkeklere tecavüz ediliyor… Tayyip ve Abdullah Gül, bunların olması için ABD ile milyar dolarlar üzerinden pazarlık yapmıştı… Yanıbaşlarında bunlar olurken, bugün Fettullah’ın müritleri “Zaman” gazetesinde , Hac ziyareti sırasında yedikleri kebabın lezzetini yazıyor köşelerinde. Fettullah da sahibinin sesine göre kişniyor okyanus ötesinde…
- 44. NASIL MİLLET OLDUK ?
- 45. “ Kuvay-ı Milliye” işgale karşı direnen “milli güç” demektir. “Müdafa-i Hukuk” bu direnişteki “hak” arayışıdır. İşte bu topraklarda yaşayan insanların bir “millet” olma sürecinin anahtarı budur. “ Millet” olma sürecimizin en belirgin başlangıcı ise Çanakkale Savaşlarıdır. Denizde ve karada yapılan savaşlar sonucunda, şimdi Çanakkale şehrimizin dağ sırtlarında yazılı olan “Çanakkale Geçilmez” yazısı, “tertemiz Anadolu Çocukları” nın kanları yla yazılmıştır. Bu “millet”i etnik kimliklerine ayrıştırarak bölmeye çalışanlar tarihten nasibini almamış Emperyalist uşaklar dır.
- 46. Tüm dünya insanlığına ait ne varsa, bir avuç zenginin açgözlülüğü uğruna yüzbinlerce insanın kanını döken kapitalist ihtiras , gözünü kana bulamış biçimiyle hala aramızda yaşamaktadır. Gözler yine boyanmaktadır. Satın alınan işbirlikçiler halklarına değil, sermayedar kapitalist efendilerine köle olmaktadır. Emperyalist devletler tarihte yemiş oldukları tokatların acısını unutmamışlardır. Dün olduğu gibi bugün de, emperyalistlerin işbirlikçileri vardır bu topraklarda.. ancak bilinmelidir ki; dün olduğu gibi bugün de, topraklarının bağımsızlığı için akıtılacak kanı olan evlatlar yaşamaktadır aramızda. İşbirlikçi medya ve siyaset adamlarının, halkın mağdur edilmiş yüzünü kara çıkartan “gaflet, dalalet ve hıyanet” dolu tutumlarının hesabı, dün olduğu gibi bugün de elbet sorulacaktır.
- 47. Tarihte kazandıklarımızı, Unakıtanlar Tayyipler Güller vermek istiyor…
- 48. SONUÇ Nakşibendilik en politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikattır. Cumhuriyetin ve Aydınlanma Felsefesinin gerçek düşmanlarıdır… Nakşibendilik Cumhuriyet Düşmanı bir tarikattır. AKP, Nakşibendi Tarikatının siyasal kuruluşudur ve maddi anlamda dolaylı, siyasi anlamda ise doğrudan ABD tarafından yönlendirilmektedir.
- 49. Nakşiler , Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ile bir yere varamayacaklarını anlamışlardır. Günümüzde yaptıkları; “beğenmedikleri” “demokrasi treni” ile devlete sızmak ve onu ele geçirmektir… ve eskiden para-silah yardımı yaparak tarikatları kışkırtan eperyalistler de taktik değiştirmiştir…
- 50. ABD, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler ile mücadele için, Ortadoğu ülkelerinde İslam Dini’ni kullanmıştır. ABD, İslam’ı bir “araç”a indirgemiştir. Bugün AKP’nin seçimlerde bu kadar yüksek oy alabilmesini sağlayan toplumsal yapının projesi ni ABD’nin hazırladığı bilinmektedir. Ilımlı İslam ve Yeşil Kuşak… Günümüz AKP’si çok ciddi maddi güçlere sahip, bu bilinen bir gerçek… Yukarda açıklandığı gibi AKP bu gücü 1960’lı yıllardan itibaren Suudi Sermayesinin desteğiyle kazandı… ve Suudların ABD’nin kapı kulu olduğunu bugün herkes biliyor…
- 51. AKP’li BAZI İSİMLERİN TARİKATLARI Recep Tayyip Nakşibendi İskenderpaşa Dergahı müridi Abdullah Gül Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu ekolünden geliyor. Necip Fazıl, Nakşibendi şeyhi Seyyid Abdülhakim Arvasi'nin dergâhının etkisiyle tarikat- cemaat ilişkilerine katıldı . Abdulkadir Aksu N akşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi M.Ali Şahin Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Beşir Atalay Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Ali Babacan Korkut Özal’ın yetiştirmesi. Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Vecdi Gönül İskenderpaşa Dergahına yakın
- 52. Ali Coşkun Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Kemal Unakıtan Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Recep Akdağ Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Binali Yıldırım Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Sami Güçlü Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Hilmi Güler Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Zeki Ergezen Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi Murat Başesgioğlu Said-i Nursi’nin öğrencilerinden. Bir ara ülkücü olarak da tanınmış. Hüseyin Çelik Nur tarikatı müridi Mehmet Aydın Nurcuların Fettullahçı kolundan Bülent Arınç Nur tarikatı müridi Abdüllatif Şener MİT ile ilişkisi var, tarikat kökeni belli değil…
- 53. Bir yurttaşlık sorumluluğu olarak gör… Bu slaytta gördüklerini anlat, Bilinmesini sağla… Ülken sana emanet…
YEHOVA ŞAHİTLERİ KİMDİR?
YEHOVA ŞAHİTLERİ KİMDİR?
- YEHOVA ŞAHİTLERİ KİMDİR?
- YEHOVA ŞAHİTLERİ KİMDİR? Önceleri Russel’ın tarikatı durumunda iken, 26 Temmuz 1931′den itibaren Yehova Şahitleri adı ile kendilerini tanıtmaya başlamışlardır. Yehovalar Hıristiyanların bir koludur. İncil’in içine kendilerine göre birtakım sözler sokmuşlardır ve çok sözleri de kendilerine göre açıklamışladır. Diğer hıristiyanlar bunlara çok kızmaktadırlar. Bu Yehovalar, Hz. İsa’dan 1931 sene kadar önce neredeydiler de isimlerini açıklamadılar? Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’i kendi yaptıkları yeni tercümede, metnin içine 200′den fazla Yehova adını katmışlardır. Hiç mukaddes sayılan bir kitaba, kullar tarafından ek yapılır mı? Demek ki bu kitap eksikmiş ki, içine 200 tane Yehova eklemişler. İçine sonradan ek yapılan bir kitap, nasıl, olur da mukaddes kitap olabilir? Yehova, Yahudilerde tanrının ismidir. Bizde ise Tanrının ismi, Allah’tır. İncil’in içine, 200 tane Yahudilerin tanrılarının ismini koymalarından, bunların Yahudiler tarafından Hıristiyanlığı bölmek için kurulan bir mezhep olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, her yerde Yahudileri desteklemektedirler. Yehova Şahitleri teşkilâtı yöneticilerinin düşüncelerini yansıtan yorumlar ve görüşler, 1917- 1928 yılları arasında 148 noktada değişiklik göstermiştir. Onların dünyevî krallıklarının kurulduğunu, kendi anlayış çerçeveleri içinde devletlerin ve hükümetlerin sonunun başladığını ilan ettikleri tarihler daima fiyasko ile neticelenmiştir.(261) İsa’nın kırallığının başladığı ve milletlerin, hükümetlerin sonu olduğunu iddia ettikleri tarihler, 1914-1918- 1925-1975 tarihleridir. Bu söyledikleri tarihlerde ne İsa’nın krallığı başladı, ne de diğer hükümetlerin sonu oldu. Hıristiyanlığın kutsal kitabı, 66 kitaptan ibarettir. Bunların 39′u aynı zamanda Yahudilerin de kutsal kitabıdır. Yahudiler 39 kitap dışında, hıristiyanlarca eklenen 27 kitabı kutsal saymazlar, reddederler. Onları uydurma olarak görürler. Bazı taraflarının yalan yanlış kendilerinden kopya edildiğini söylerler. Onların nazarında İsa ne Yehova’nın oğlu, ne de bir peygamberdir. Onu yalancılık ve sahtekârlıkla itham ederler. Bu 66 kitap Yehova Şahitlerinin de temel mukaddes kitaplarıdır. Bundan yaptıkları yorumla, ve eklemelerle ayrı bir akım, ayrı bir Hıristiyanlık mezhebi şeklinde görünürler. Bazı Hıristiyan mezhepleri İsa’yı ilâhlaştırırlar ve bilinen teslis (baba-oğul-ruhul kudüs) içinde görürler. Katolik, Ortodoks ve Protestanlık da böyledir. Yehova Şahitleri için ilâh Yehova olmakla beraber, onun yanında ilâha eşit olmayan fakat aynı zamanda onun oğlu olan insanüstü bir varlık yer almaktadır. Yehova Şahitlerine göre, İsa Yehova’nın sağında yer almıştır. Ve onun
- 2. oğludur. Bu şekilde bile, İsa’yı ilâh olmaktan çıkarış, Katolik, Ortodoks ve bazı Protestanları kızdırmıştır. Yehova Şahitleri İsa’nın ikinci gelişi için 1914 tarihini öne sürmektedirler. Bu defa onun gelişini “Russel Takipçileri” durumunda olan Yehova Şahitlerinin göreceklerini iddia ettiler. İsa’nın bu gelişinin maddî gözle değil, ruhen olacağını ve ruhanî gözle görüleceğini ileri sürdüler. Yehova Şahitleri bunda da yanılmışlardır. Zira vahiy kitabının 1:6-7 cümleleri onu her gözün görebileceğini, Yuhanna’da günahkarların bile onu görebileceği anlatılmaktadır. (262) Bu da gösteriyor ki, Yehova Şahitleri Hıristiyan olduklarını iddia ettikleri halde, şu andaki hıristiyanların mukaddes kitabının emirlerine ters inanışlar da taşımaktadırlar. Russel ve tarikatçılarına göre, zavallı İsa, dirildikten sonra hemen kral olmamıştır. O zaman krallık ehliyetini almış olduğu halde kral olabilmek için ta 1914′e kadar beklemeliydi. Nasıl ki zavallı fakir bir adam, şoförlük ehliyetini alır ama parası olmadığı için bir oto satın alamaz ve muayyen parayı kazanıncaya kadar ehliyet cebinde olduğu halde beklemelidir. İşte böylece de zavallı fakir (haşa Allah(!) İsa’ya krallık ehliyeti verdiği halde, krallığı yürütecek kudrette değildi, ta Yehova Şahitleri’nin kurulacakları zamana kadar beklemeliydi. İşte tam o zaman zenginleşen baba, İsa Mesih’i krallık ehliyetini kullanmak üzere tahta geçen kral yapmıştır! Eğer bu hususta “Allah Hak Olsun” adlı kitabın 17. bölümüne ve 13 ve 14. paragraflarına bakarsanız, bu çeşit bir saçma iddiayı şaşkınlıkla görürsünüz. Ama öbür taraftan, bu konuda Hıristiyanlığın kutsal kitabı ne diyor? Rab İsa, 1914′te mi krallığı aldı? O tarihte mi krallığı kullanmaya başladı? Yoksa mezara ve ölüme dirilişiyle bu zaferinden hemen sonra babasının (Hıristiyanlığa göre tanrının) sağına, göğe gider gitmez mi krallığını kullanmaya başladı (262- a) Yehova Şahitleri’nin bu konudaki yorumlarının, Hıristiyanlık kutsal kitabına uymadığı yine bu kitaptan deliller göstererek açıklamaya çalışılmakta ve Efesos 1.120-22, Matta, 28:18, Vahiy 17:14, Vahiy 19:16 ve diğer kitaplardan alınan cümlelerle Yehova Şahitleri bu noktada tekzip edilmektedir. (263) Yehova Şahitleri diğer Hıristiyan mezhep ve tarikatları gibi asli suç inancına sımsıkı sarılmışlar, onu bütün anlamıyla benimsemişlerdir. Onlara göre insan, Adem ve Havva’nın cennette işledikleri yasak meyveyi yeme, şeytana uyuş ve Tanrı’ya itaatsizlik yüzünden cennetten suçlu olarak kovulmuş ve bu sebeple ölüme mahkûm olmuştur. Böylece, soya çekimle bütün insanlar bu suçu taşımaktadırlar. İnsan kendi gücü ile bu suçtan kurtulamaz. Ancak Tanrı, yani onlara göre Yehova, oğlu İsa’yı, insanları bu suçtan kurtarmak için gönderir ve işkence ile yine insanlar tarafından haç şeklinde tahtaya çivilenir, ölür. Böylece kendisini insanlığı kurtarmak için güya fidye yapar. İnsanlar İsa’yı öldürdüğü halde, yani yeni bir suç işlediği halde önceki aslî suçundan bu fidye ile kurtulmuştur. Bu kadar saçmalık olur mu hiç? Nasıl olur da bir insanın suçunu bütün insanlar çekebilir? Yani Adem (a.s)’ın suçunu nasıl bütün insanlar çekebilir? Diğer insanların ne suçu var, bu bir haksızlık, adaletsizlik değil mi? Hiç Allah olan adaletsizlik yapar mı? İnsanlar günahkâr olarak dünyaya geliyormuş. Hiçbir şeye aklı ermeyen zavallı çocuğun ne
- 3. günahı olabilir de, günahkâr olarak dünyaya geliyor? Yoksa anasının karnında mı suç işledi? Diyelim ki soya çekimle Hz. Adem’in suçundan dolayı bütün insanlar suçlu olsun, bütün insanların suçunu affetmek için niçin bir kişiyi cezalandırsın? Bütün insanları cezalandırması gerekmez miydi? Asılanın suçu ne idi? Hem de Tanrı Yehova, oğlu İsa’yı çarmıha gerdiriyor, insanların suçunun keffareti için. Tanrının insanların suçunu affetmesi için mutlaka birini mi çarmıha germesi lâzımdı? Bütün insanları affettim demekle, affedemez miydi? İsa’yı aslî suçlu olarak kabul etmiyorlar. O zaman nasıl olur da asli suçu olmayanı Tanrı asabiliyor? Bu bir adaletsizlik değil mi? Nasıl olur da bir Tanrı, oğul evlat edinir? Ne ihtiyacı var ki evlada? Hiç bu kadar saçmalık, beyinsizlik olur mu Allah’ım? Tanrı çarmıha gerecek birini bulamamış da, günahsız olan oğlunu mu asmış? Oğlunun acı çekmesine niçin müsaade etmiş? Oğul edinmek isteyen bir tanrı, hemen bir oğul meydana getiremez miydi de, 9 ay aciz bir kadının karnında oğlunu tuttu? Aciz miydi ki hemen yaratamadı? Bu kadar büyük saçmalık olur mu? Üstelik bir kısım insanlar (onlara göre) İsa’yı çarmıha gererek işkence ile öldürmüşlerdir. Peki, Tanrı bu yeni suç ve cinayetle insanların aslî suçunu nasıl bağışlamış oluyor? Bu türlü dolaylı işlemlerin lüzumunu tahlil edip açıklamıyorlar, dolayısı ile çelişkiler içinde bocalamaktadırlar. Hıristiyanların kiliselerine karşı Yehova Şahitleri’nin de hem bethel, Tanrı evi, hem de krallık salonu vardır. Onlarda toplantılar dua ile başlar, dua ile sonuçlanır. Hatta kendilerine mahsus ilahileri, şarkıları da vardır. Müslümanlara inançlarını aşılamak isteyen Yehova Şahitleri, bu Hristiyan yönlerini gizler, kiliseye gidilmediğini söyler ve çok zaman Yehova yerine Müslümanlara cana yakın gelmesi için “Allah” ve diğer İslâmi terimleri kullanırlar. Yehova Şahitleri merkez teşkilatı, Hıristiyanlık kutsal kitabını (İncil’i) kendilerine göre yorumlarlar. İncillerinde cennet inancı olduğu ve orada evlilik, zürriyet, tenasül gibi hususlar olmadığı halde, onlar cennetin yeryüzünde (dünyada) olacağına İsa’nın orada krallığına ve 144 bin seçkin Yahudinin orada yönetileceğine, dünya cennetinde maddî, bedenî bir hayat yaşanacağına, çoluk çocuk sahibi olunacağına inanırlar. Ruhun varlığına ve ölmezliğine inanmazlar. Şimdi bunlar İncil’e inandıkları halde niçin İncil’in içindeki ayetlere karşı geliyorlar? Zaten İncil’lerin içindekilerin çoğu da doğru değil. Çünkü İncil doğru olsa idi, bir tane İncil olurdu. Halbuki dört tane İncil var. Onların da içindekiler birbirini tutmuyor (İleride buna da temas edeceğiz.) İndilerde cennet var diyor; bunlar cennet yoktur, ancak bu dünyada vardır diyorlar. Orada evlilik, çoluk çocuk yoktur deniyor, bunlar vardır diyorlar. Hıristiyansa bunlar nasıl Hristiyan ki İncil’in dediğine inanmıyor. Yok Hristiyan değil yeni bir din kurdularsa
- 4. peygamberleri kim bunların? Cennet bu dünyada olacakmış, hem de bu maddî bedenle. Bu kadar saçmalık ve dünya ilminden habersizlik olur mu? Çünkü, bütün dünya insanları kabul ediyorlar ki bu dünya fanidir. Bütün madde yok olmaktadır. Güneş enerjisi bitmektedir. Güneş dakikada binlerce ton parçalanıp, toz haline geldikten sonra yok olmaktadır. Yani, bu dünyanın mutlaka birgün yok olacağını herkes kabul ettiği halde, nasıl oluyor da bunlar, “Cennet bu dünyada olacak” diyorlar? Ruha inanmıyorlarmış. Acaba kendi varlıklarına inanıyorlar mı ki, bu kadar saçmalıkları söylüyorlar? Ruhun varlığının ispatını kitapta daha önce yapmıştık, oradan okuyun. Eski ve yeni Ahiti benimser göründükleri birçok yerde inançları için delilleri merkez teşkilatlarının yorumlarıyla getirdikleri, eski ve yeni Ahit kitaplarının Allah tarafından yazdırıldığını ileri sürdükleri halde, Tevrat’ta açık şekilde belirtilmiş pesah (mayasız ekmek) bayramını, sünnet olmayı, domuz eti yememeyi ve (on emirde yer alan) cumartesi gününü istirahatla geçirme gibi esasları benimsemezler. İsa bunları değiştirmiş midir? Neden? Nasıl? Bunlara cevap veremezler. Tevrat’taki cumartesi günü ateş yakmama buyruğuna uymazlar. Fakat kan nakline, kan vermeye engel olmak için yorumlara girişir, bunun yasaklandığını iddia ederler. Bazı Hıristiyan mezheplerinde olduğu gibi, mabette (ibadet edilecek yerde) resim, heykel, haç, mum yakma, tesbih, Tanrının resmini yapma adetlerine karşıdırlar. Kiliselerinin altınla, rahiplerin süslü elbiseler içinde olmasına da karşıdırlar. “İsa’nın ve havarilerin özel kıyafetleri yoktur” derler. Hıristiyanlık kutsal kitabından aldıkları bazı sözleri ve levhaları duvarlara asarlar. Yehova Şahitleri’nin ahlak ilkeleri, Musa’nın on emri ve Hıristiyanlık kutsal kitabının bazı cümlelerinden gelmektedir. Üçleme (teslis anlayışları), bazı Hıristiyan mezheplerinden farklı olmakla beraber tamamen reddetmemektedirler. İsa, Allah’ın sağında duran, onun ruh verdiği mümtaz oğludur. Allah’ın hiç sağı solu olur mu? Bu Allah’a mekan tayin etmektir. Halbuki, Allah mekândan münezzehtir. Mekan, sağ, sol, ancak yaratıklar için söz konusudur. Teslisleri Allah (baba) yaratıcı, İsa (oğul) kurtarıcı, kutsal ruh (takdis edici kuvvet) oluyor ve bu kutsal ruh insana, vaftizle Yehova’dan (tanrıdan) çıkıp geliyor. Vaftiz mayolarla ve yarı çıplak, topluca suya dua ile girmek demektir. Vaftiz, temel ayindir. Vaftiz, ölüm demektir. Suya batan insan, önceki hayatında ölüp yeni hayatına başlıyor. Bazı Hıristiyan ilahiyatçıları, “İnsanın hakiki ilahî hayatı o andan itibaren başlıyor” diyorlar. “Tevrat’ta, Tanah’ta poligami (çok evlilik) oluşuna Yehova müsaade etti” diyorlar. Fakat İsa müsaade etmiyor diyerek bir çelişmeye düşüp, İsa’nın tek evliliği istediğini ileri sürüyor ve evlenmeyi dini bir anlamda kabul ediyorlar” (264). Güya inandıkları kitabın, işine gelmeyen
- 5. yerlerini değiştiriyorlar. Yehova’nın (tanrının) müsaade ettiği bir emri nasıl olur da bir peygamber olan İsa kaldırabiliyor? Peygamber İsa (Yehova’nın oğlu), böylece Tanrıya (babasına) karşı gelmiş olmuyor mu? Ayrıca mukaddes dedikleri kitabın içindekileri nasıl değiştirebiliyorlar? Yehovalar ilmî hakikatlere karşı gelirler. İlmî hakikatleri kendilerine göre açıklamaya çalışırlar. İlmî hakikatlere karşı çıkanlara ne demeli? Bunlara, gerici yobaz, ahmak demek gerekmez mi? Zamanımızda faaliyetlerini arttıran Yehova Şahitleri bilhassa şu propaganda üzerinde durmaktadırlar. Yakında mutlaka İsa’nın meydana çıkışı ve Armagedon son savaşı vukuu bulacaktır. Bu savaşta İsa’ya, Hıristiyanlığa karşı olanların dünyevi güçleriyle, 1000 yıllık hükümetin hükümdarı (İsa) karşı karşıya gelecektir. Kim Yehova’ya olan inancını bildirip yayarsa, uzun zaman yaşamaya devam edecek ve.böylece bir kimse 1000 yıllık hükümetin imtihanını kazanırsa, bir insanî mükemmeliyet içinde ebedî hayata ve cennet olan dünyaya (Yeni dünyaya) girebilecektir. Yehova Şahitleri hali hazırda kurmuş oldukları örgüte (Yeni Dünya Derneği) dedikleri gibi ayrıca ilerideki kuruluşa da (Yeni Dünya Derneği) demektedirler. Yesus Kritus (İsa Mesih) dünyaya gelmiş. Tanrı Yehova onu ruhanî bakımdan tekrar diriltmiştir ve onu 1874-1914′den itibaren görünmez teokratik organizasyonun kralı, başkanı yapmıştır. İsa Mesih’in dünyaya geldiğini kim söyledi bunlara? Hıristiyanların diğer mezhepleri İsa Mesih’in şimdi indiğini acaba kabul etmekte midirler? Niçin görünmez bir devletin kralı, görünen bir devletin kralı olmuyor? Çünkü böyle bir şey yok da ondan. Acaba kendileri görüyorlar mı? Kendileri de görmüyorlarsa nasıl inanıyorlar? Kendi inançlarına göre İsa çarmıha gerilirken görünüyordu da niçin şimdi gözükmüyor? (İslâm dininde İsa (a.s) çarmıha gerilmemiştir. İsa’ya benzeyen birini çarmıha germişlerdir. İsa’yı (a.s) Allah Teala göğe çekmiştir. Yehova Şahitleri peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v) yalancılıkla ve Kur’an’ı batıl, asılsız olarak itham ederler. “İncil’de ne eksiklik var da Kur’an gelmiştir” derler. Biz de onlara: “Zebur’da ne eksiklik vardı da Tevrat geldi, Tevrat’ta ne eksiklik vardı da İncil geldi?” dersek, acaba ne cevap vereceklerdir? Elbette süt dökmüş kedi gibi susacaklar veya kendilerine göre saçma sapan açıklamalar yapacaklardır. “Yehova Şahitleri kitap, dergi ve broşürlerinde İsrail’i, Yahudiliği överek onun yedi şamdanını (menora) tekrar tekrar resimleriyle ele alması ve bu siyon adını teşkilatın ve derginin ilk günlerinde başlık olarak kullanması ve sık sık kapak arkalarında renkli İsrail haritaları vermesi ve İsrail’i tarih ve ülkesiyle övmeye ve ona saygılı davranmaya sevketmesi, Yehova Şahitleri merkez teşkilatının arkasında Yahudi desteği, etkisi ve malî yardımı olduğuna dair şüpheler uyandırmıştır. Yıllıklarında başbakan yardımcılarının İsrail’i, Arap memleketlerinin
- 6. yenilgisinden sonra ziyareti ve İsrail’in muzaffer durumunu övmesi, üzerinde ibretle düşünmeyi gerektirir.” (265) Ahmet Kahraman, “Dinler Tarihi” adlı kitabında bu düşünceyi şöyle belirtiyor: “Hıristiyanlık ve Yahudilik”, “Yehova Şahitleri” adı altında bugün faaliyet göstermektedirler. Kendilerini Hz. İsa’ya nisbet edilen İncil’in telkin ettiği saf Hıristiyanlığın müdafii olarak takdim eden ve çeşitli kombinezonlarla gençleri, bilhasa din yönünden aydınlatılmamış nesilleri kandırma yollarını arayarak, Yahudi zihniyetine hizmet ettirme gayesini güden bu mezhep, Yahudi teşkilatından başka bir şey değildir… En geniş faaliyet sahalarından bir tanesi de Türkiye’dir. (261) Yehova Şahitleri - Doç. Dr. Hikmet Tanyu. (262) Aynı Eser. (262-a) Aynı eser. (263)/Aynı Eser. (264) Aynı Eser. (266-a) (265) Aynı Eser. Yehova ŞAHİTLERİNİN PSİKOLOJİK USULLERİ VE TELKİN METODU: 1 — Dünyadan ve insanlıktan ümitsizliğe uğratmak, savaş, yer sarsıntısı, sel baskını, kıtlık, hastalık, hatta hava kirlenmesi üzerinde durarak, insanın bunlarla cezalandırıldığı veya insanın bunları düzenleyemeyeceği telkinini yapmak, kendileri dışında mevcut dinleri, manevî idealleri, partileri, hukukî nizamı kötüleyerek, manevî bir buhran, zihnî bir bezginlik, ümitsizlik telkin etmek. 2 — Korku içinde bırakmak. Yakında ölüneceği, Yehova Şahidi olmayanlar için ise kıyamet ve felaket geleceği- 3 — Biricik kurtuluş ümidinin ve gerçek yönün kendilerinde olduğunu telkin. 4 — Avlanan insanları grup, kitle psikolojisinden faydalanmak üzere, kızlı, kadınlı dinî toplantılara götürüp, konuşmaların, tanışmaların manevî havasından faydalanmak. 5 — Devamlı, sürekli konuşma, telkin. Ses tonunu değiştirme (sesi alçaltıp, yükseltme). Birkaç dakika birisinin konuşması, sonra diğerinin devam etmesi. 6 — Devamlı, sürekli okutma, aynı inançla ilgili yeni yayınların arkasını kesmeden vermek ve onları okutmaya çalışma. Böylece hem sözlü, hem okumalı telkine tâbi tutma. (266-a) Ahmet Kahraman - Dinler Tarihi.
- 7. 7 — Hıristiyanlık kutsal kitabını mantıkî tahlil ve muhakeme. Ondaki tutmazlık ve çelişmeleri göstermeden, çok zaman teviller ve onun pürüzlerinden sapmalarla işi değiştirme ve diğer dinleri ciddi bir inceleme okuma ve mukayese etme faaliyeti, emeği olmadan tek taraflı bir ezbercilik faaliyetine sevketme. 8 — Dünya çapında bir kuvvete ve çokluğa, örgüte dayanma ve mensubiyetle övünme, güvenme, kendine önem verme, verdirme ve bu gibi durumlar. 9 — Aktif, aksiyoner veya eylemci bir hale, bir robot haline gelme ve getirilme, vaiz öncü yapılma. 10 — Yabancı memleketlere seyahat ve temas imkânları. Kongrelerin, toplantıların havasından telkin altında kalış. 11 — Yehova Şahidi kadınlarla evlendirme metodu veya kadınları Yehova Şahidi erkeklerle evledirme usulü. 12 — İş ve menfaat sağlama, aylık alma vesair imkânlarla kendilerine çekme. 13 — Bir çevre temini veya tesisi, yeni dostluklar, arkadaşlar edinme psikolojisi. 14 — Maddî, cinsî menfaat, bu türlü arkadaşlıklar kurma ve örgüte girme suretiyle zevk temin etmek. 15 — Bilhassa Türkiye’de İslâmî bilgisi olmayan, imanı, inancı zayıf, geniş tahsili bulunmayan insanlar üzerinde çalışma, onlara ciddi ve gerçekmiş gibi, hayatlarında roman ve hikâyeden, gazete ve resimli romanlardan başka birşey okumamış olanlara önem vererek kendi telkinlerini, verdikleri kitapları, dergileri hazmettirme. Onları hipnotize edilmiş bir hale getirme. Yehova Şahitlerinin vaizleri, öncüleri ve daha ileri mevkideki adamları bu konuşma ve tartışmalarda sakin kalmak, sinirlenmemek, kızmamak gibi alışkanlıklarla yetiştirilirler. Görüştükleri kimse onları kovsa bile, kavgaya mahal vermeden uzaklaşmak hususunda emir aldıkları için ses çıkarmazlar ve kendilerini istemeyenlere “keçiler” diyerek, onları inatçılıkla (içlerinde ve kendi aralarında) küçümserler. Yehova Şahidi örgütünün propagandacıları, kendisinden kitap ve dergi almak isteyenlere hatta bunları, kendilerini incelemek için olsa bile aldırış etmezler, yeter ki kendileriyle konuşulsun ve yayınlarından alınsın. Onlar er-geç kendi telkin kabiliyetlerine ve bu telkin metodunun başarı kazanacağına inanırlar. Yehova Şahitleri’nin öncüleri, müjdecileri ve vaazla, daha doğrusu propaganda ile görevlileri çok metodlu, planlı çalışmaktadırlar. Ellerinde geniş bölge haritaları ve vaazda, telkinde bulunacakları kimselerin adları yazılı liste vardır. O günkü konuşmanın planını hazırlamak ilk işleridir. Bunu ufak bir pusula üzerinde
- 8. yaparlar. Vaaz verirken arada bir durup karşıdaki şahsı inceler, bazan ona konuşma, soru sorma fırsatı vererek yine kendi bildikleri konuya dönerek vaaza devam ederler. Kıyafetleri, giyimleri, temiz ve tertiplidir. Bununla da karşıdakine tesire çalışırlar. Vaazlarını denetleyen müfettişlerin veya bir üst dereceli dernek mensuplarının ellerinde matbu veya teksir makinesinde yazılmış veya daktilo makinasıyla düzenlenmiş, öğrenci karnesi gibi kağıtlara konuşma, telkin ve diğer hususlarda iyi, orta gibi notlar verirler. Kurnaz, işini bilir bir propagandacı olarak adamlarını yetiştirmeye çalışırlar. Bilhassa genç kız ve kadınların yardımından faydalanırlar. Umumiyetle bir kadın ve bir erkek veya iki kadın birlikte giderek propaganda yaparlar, tekrar görüşmek için - umumiyetle bir hatfa sonra- söz almaya çalışırlar. (266) Yehova Şahitleri’nin kurucusu Charles Taze Russel’in (1852-1916) ahlakî karakteri: Maria Francis, 1879′da evlendiği Russel’i kendini beğenmişlik, bencillik ve kadınlara düşkünlük, ahlâksızlık iddiasıyla mahkemeye verdi ve Russel, mahkeme önünde evlatlık kızı Roz Boll ile olan cinsî münasebetlerini alenen itiraf etti. Russel mahkûm oldu. Fakat mahkeme kararına uymayarak karısına nafaka ödemediğinden, tekrar muhakeme edilerek aleyhte bir hüküm giydi. Russel ahlâksız olduğu kadar büyük bir yalancı idi. Kendisini etrafındakilere, “Çok saygı değer çoban” olarak tanıttığını gören Protestan Baptist kilisesi üyesi, söylevci C. Ross, Russel’in sahte bir çoban olduğunu ileri sürerek, “Some facts about the selfstyled Pastor Charles T. Russel”, “Kendisine vaiz süsü vermek isteyen Russel hakkında bazı gerçekler” adlı broşürünü yayınladı. Russel buna karşı çıkarak, C. Ross’u mahkemeye verdi. Mahkemede avukatın bir sorusuna karşılık Russel, Yunanca bildiğini ileri sürerek yemin edince, avukat kendisine Yunanca bir İncil uzatarak okumasını söyledi, fakat okuyamayınca mahkemece “yalan yere yemin eden biri” olarak ilan edildi. Daha sonra, kendisinin başka din adamları tarafından takdis edilmiş, “çok saygı değer çoban” olduğunu söyleyince isbatı istenmiş, zor durumda kaldığından, kendisinin hiçbir din adamı tarafından takdis edilmemiş olduğunu itiraf etmeye mecbur olmuş, böylece mahkeme onun bir “yalancı” olduğuna dair hüküm vermiştir.” (Bak. Martin and Klann adlı eserin 18-22. sayfalarına). Russel, yine satışa çıkardığı bir buğdayın az miktarının bile çok fazla ürün vereceğini, bu buğdayın mucizeli olduğunu ilan etti. Buğdayın içindeki büyük mucizeye inanan safdil, bilgisiz kimseler bunun bir avucunu 60 dolara satın alarak ektiler. Fakat, doğru dürüst bir mahsul alınmayınca dolandırıldığını anlayan halk tarafından mahkemeye verildi Mucizevî olduğu reklam edilen buğdayın diğer buğdaydan hiç bir farkı olmadığını mahkeme huzurunda itiraf etti ve tekrar mahkum oldu. (Bu olay ansiklopedilere de geçmiştir.) Yine Çin ve Japonya’ya yaptığı seyahat sonunda oralarda ilk misyoner teşkilatını kurduğunu söylediğinden, kiliseler ve diğer ilgililer tarafından tekrar mahkemeye verildi. “Yalan yere propaganda eden” bir kişi olarak bu davada tescili yapıldı.
- 9. 31 Ekim 1916′da ölen Russel daima kullandığı, “Şimdi yaşayan milyonlarca kişi hiçbir zaman ölümü görmeyecektir” sloganına rağmen, ölümü görmüş ve cehennemin gayyasına yuvarlanmış gitmiştir. Şimdi Hıristiyanların amentüsüne bir göz atalım: Müslümanların amentüsünün Hz. Peygamber tarafından öğretilmesine rağmen, Hıristiyanların amentüsü Hz. İsa tarafından değil, çok daha sonra gelen Hıristiyan din alimleri tarafından meydana getirilmiştir. Nasıl olur da bir dinin amentüsünü peygamber değil de, insanlar hazırlayabilir? Peygamber İsa niçin hazırlamamış? Gelelim amentülerine: 1 — Ben, yeri ve göğü yaratan herşeye kadir, baba Tanrıya inanırım. Tanrı için kullanılan “baba” tabiri çok alçaltıcıdır. Zira, insan cemiyetinde, kötü hatıra bırakan aile babaları vardır. Aynı zamanda baba terimi (sözü) cinsel ilişkileri hatırlatır. Baba da öleceği için ölümü düşündürür; yani Tanrı’nın öleceğini düşündürür. Mirası düşündürür. 2 — Ve efendimiz olan, onun biricik oğlu İsa’ya inanırım. Mecazî ve temsilî manada bile olsa, hem eski Ahid ve hem de yeni Ahid’de (Ahid, kitapların ismi) İsa’dan başka insanlar için “Tanrı’nın oğlu” tabiri kullanılmıştır. Bu ise “Biricik oğul” tabiri ile tezat halindedir. Luka’ya göre (3/38), Adem (a.s) Tanrının oğludur. “Seignur” kelimesinden, İsa’nın Tanrı oğlu, yani ulûhiyyete iştirak ettiği anlaşılıyor ki bu da Allah’ın birliğine zıt düşmektedir.(268) 3 — Ruhu-1 Kudüs’ten gebe kalınana inanırım. Ruhu-1 Kudüs’ün gösterdiği fonksiyondan, onun Tanrı için bir alet olduğu görünümü çıkıyor. Amil ile alet aynı şey olamaz. Bu ruhu ulûhiyyete ortak koşmak, ilahî birliğe ters düşer. Kur’an-ı Kerim (17-85) “ruh” kelimesinin emir manasına geldiğini beyan eder. Allah kendi emriyle, İsa’yı babasız yarattı. Bu durum fevkaladedir. Ve ilahî bir mucizedir. Diğer taraftan, Hz. Adem’in yaratılışında bir anne de söz konusu değildir. Onun ulûhiyyete ortak olmaksızın, fevkalade yaratılışı daha da üstün bir mucize idi. 4 — Ve bakire Meryem’den doğana inanırım. Şayet Tanrı bir bakireden bir çocuk doğurtursa, bu çocuğa değil, bizzat Tanrı’ya tapınılma gereğini ortaya koyar. 5-6 — Onun Pontus Pilatus’tan zulüm gördüğüne inanırım. Doğum, işkence, ölüm ve defnedilmek insanla ilgili özelliklerdir. Tanrı’nın özellikleri değildir. Şayet Hz. İsa’nın, aynı anda ilahî ve insanî olmak üzere iki hüviyete sahip olduğu ve onun insanî hüviyetiyle öldüğü söylenirse, bu dahi anlaşmazlıklara sebep olur. 7 — Cehennemlere indiğine inanırım. Cehennem günahkârların yeridir. Acaba İsa oraya niçin gitti ve bize oradaki acaip olaylar hakkında niçin bilgi verdi? Bir cezadan kurtarmak için mi? Allah suçluları affetmesi için bir masumu (günahsızı) cezalandırmaz. Günahkârları çıkarmak için, Hz. İsa niçin üç gün cehennemde kalsın? Hapishanenin kapısını açmak yeterli idi. Kaldı ki, İsa’nın oradan ayrılışından sonra gelecek günahkârların durumu ne olacaktı?
- 10. 8 — Üçüncü gün tekrar canlandığına inanırım. Herhangi birşeyi yapmaya muktedir olmadan cehennemlere ölü olarak inişi, hiçbir işe yaramayacaktı. 9 — Göklere çıkıp, kadir olan baba Tanrı’nın sağına oturduğuna inanırım. Bu maddeye göre İsa, Tanrı’nın sağına oturduğu için, o (İsa) Tanrı’dan farklıdır. Zira birisinin, kendi kendisinin sağına oturması mümkün değildir. Şayet İsa, yeryüzünde insan olup, gökte de insan kalırsa o halde ne zaman Tanrı oluyor? 10 — Oradan gelip ölüleri ve dirileri hesaba çekeceğine inanırım. Şüphesiz ölüler, tekrar dirildikten sonra muhakeme edilirler. Fakat, yaşayanları hesaba çekmek acelecilik olmuyor mu? Zira onların hayatı henüz bitmediğinden, çok sayıda iyi veya kötü hareketlerde bulunma imkanına sahiptirler. 11 — Ruhu-1 Kudüs’e inanırım. 12 — Mukaddes Katolik kilisesine inanırım. Tarih, kilisenin temel noktalarda bile görüş değiştirdiğini göstermiştir. Bu nedenle kilise dahi kesin ve mükemmel değildir. 13 — Azizlerin cemaatine inanırım Azizler günahkârları kurtarmazlar. Allah istediğini cezalandırma veya affetme konusunda kesinlikle hürdür. Şayet “communition” “uluhiyyete iştirak” düşüncesiyle, biraz şarap içmek ve biraz ekmek yemek ameliyesine ihtiyaç duyuluyorsa, bu ilahi birliğin hiç bir şekilde müsamaha etmeyeceği bir şirk koşma çeşididir. 14 — Günahların affedileceğine inanırım. Günahların affı, tövbe ve ilahî rahmet neticesinde olur. Bir masumun cezalandırılmasından değil. Velev ki Tanrı’nın oğlu olsun. Hıristiyan amentüsü metninin dışında İsa, Yeni Ahid’in hiçbir yerinde “Ben tanrıyım” demiyor. Bilakis tam zıddını söylüyor. Meselâ, Matta 12, 18′de şöyle diyor: “İşte benim seçtiğim kulum”. Tanrının bu sözünü söyleyerek bunu kendisine tatbik eden İsa, Tanrı’nın kulu ve kölesi ol maktan gurur duymaktadır. Yine Matta 24/36 ve Markos 13,32′ye göre, dünyanın sonu ne zaman gelecek sorusuna, İsa şöyle cevap verir. “Fakat o gün saat hakkında ne göklerin melekleri, ne de oğul, yalnız Babadan başka kimse bir şey bilmez.” Aynı şekilde Yuhanna 5/19′a şöyle denmektedir: “Doğrusu ve doğrusu size derim: Babanın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka, oğul kendiliğinden birşey yapamaz, Çünkü, o ne yaparsa, oğul da onları öylece yapar.” İsa Tanrı olmadığını, fakat onda fenafîllah olduğunu, açıkça söylemektedir. (269) Ayrıca, aşağıdaki İncil ayetlerinde İsa için, “Ebul insan” denilmektedir. Matta İncili Bab 8 Ayet 20 ” ” 9 ” 6 ” “.”‘ 13 ” 37 ” ” 16 ” 27-28 ” ” 17 “21 ” ” 18 ” 11 269)Aynı Eser ” ” 19 ” 28
- 11. „ M 20 „ 18 ” ” 24 ” 28,30,37,40,45 ” ” 25 ” 13,31 ” ” 26 ” 21,24 Markos ” 8 ” 32,38 ‘’ ” 9 ” 9, 112,31 (270) 15 —Vücudun tekrar canlanacağına inanırım. 16 — Ebedî hayata inanırım. İNCİL’İN DİLİ Hz. İsa Yahudi milletine peygamber olarak gelmiştir ve dolayısıyla kendisi de bu millete mensuptu. İncil’i yazan şakirtleri de elbette bu millete mensuptu. Her peygamberin kendi zamanında revaçta olan ilimin cinsine göre mucizelerle gönderildiği gibi, her peygamberin kendi kavminin lisanı ile yazılmış ve herkesin anlayabileceği bir şekilde kitap da gönderilmiştir. Halbuki, elde bulunan bugünkü en eski İnciller halk Yunancası ile yazılmıştır. İçinde bazı Aramice kelimeler vardır. (271) İnsan bunu okuyunca, neredeyse İsa (a.s)’ı Yunanlı kabul etmesi geliyor içinden. Ama ne Hz. İsa Yunanlı, ne de onun konuştuğu lisan Yunanca idi. O, ancak peygamber yatağı diyebileceğimiz Asya kıtasında doğmuş ve kendisine burada vazife verilmiştir. Meram ve isteklerini kavmine bildirmesi de ancak kavminin konuştuğu lisanla konuşması ile mümkün olabilir. Yoksa onlara anlatmak imkansızlaşır. Renan’ın da bildirdiği gibi, küçük bir kasaba olan ve memleketinin dışında pek fazla bir yer görmeyen Nasıra halkına, Allah’ın Yunanca hitap etmesi, Hakkari dağlarındaki bir çobana Japonca hitap etmek kadar abes ve çirkindir. Biz, Allah’ı böyle bir küçüklükten uzak görürüz. Keza, bu kitaplarda Aramice birkaç cümlenin bulunması bu kitapların Yunanca değil de, Hz. İsa’nın konuştuğu lisan üzere olduklarını gösterir. Fakat bugün elde bu lisanda bir İncil’in bulunmaması insanı düşündürüyor ve ister istemez bu kitabın aslının kaybolduğu kanaatine vardırıyor. Bugünkü İnciller’in bu kusurunu örtbas etmek için mutaassıp Hıristiyan yazarlar, İsa zamanında Yunancanın umumi olarak kullanıldığını ileri sürerler. Fakat bunun birçok bakımdan hatalı olduğunu izah etmeden önce şunu söyleyelim ki, Hıristiyan yazar ve aynı zamanda eski bir papaz olan E. Renan bu fikir hakkında şöyle der: Yahudiler Yunanca konuşmuyordu, konuşanı da ayıpladıkları gibi ondan domuzdan kaçar gibi kaçarlardı. Yahudilikte domuzun haram olduğunu göz önüne alırsak, Yahudilerin bunlara karşı nasıl hareket ettiği kolayca ortaya çıkar. Tarihte önemli mevkileri olan milletler dillerinden vazgeçmezler. Yahudiler gerçekten çok önemli bir kavimdir. Hangi durum ve şart altında
- 12. olursa olsun Yahudi daima kendisini efendi, başka milletlere mensup olan kimseleri de aşağılık görür. Zira bu dinlerinin bir icabıdır. Kur’an’da ismi zikredilen peygamberlerden bir çoğu Beni İsrail’e gönderilmiş olan peygamberlerdir. Bu bakımdan yahudilerin önemli bir millet olduğu aşikardır. Hatta kendilerinden uzun uzadıya bahsedilmektedir. Allah’ın Firavun’a karşı nasıl onları galip getirdiği bilinen bir gerçektir. Bu yüzden Yahudilerin kendi dillerini kısa bir zaman içinde unutmayacakları belli olduğu gibi Yahudilerin kendi dinlerine çok sıkı bir şekilde bağlı oldukları da bilinmektedir. Dinlerinin ve din kitapları İbranice yazılan Yahudilerin, dillerinden kolaylıkla fedakârlık etmeyecekleri bilinen bir gerçektir. Bilhassa bunun için yahudiler kendi dillerini feda etmezlerdi. Tabul-ul Ahd’ın yere düşmemesi için canından fedakarlık eden yahudi, mukaddes kitabının yazıldığı dilden herhalde kolay kolay vazgeçmese gerek. Medeniyet ve incelik bakımından yahudiler kendilerini Romalılardan aşağı görmezlerdi; bilakis üstün görürlerdi. Bu durum herhalde onları kendi dilleri ile öğünmemeye ve ondan vazgeçmemeye sevk etmiş olmalıydı. Tarihte.yüksek bir medeniyete sahip olan bir millet başkasının boyunduruğu altına kısa bir zaman için girmiştir. Fakat yüksek medeniyetleri sayesinde müstevli milletleri potasında eritebilmiştir. Medeniyet bakımından kendilerini Romalılardan üstün gören yahudilerin durumu bununla izah edilebilir mi? Yahudiler siyasî kudretlerini birgün elde edeceklerini umuyorlardı. Bir millet istikbalinden tamamen ümidini keserek kötümser olabilir, dili ile öğünme yeteneğini kaybedebilir. Fakat İsa zamanındaki yahudiler, yahudi idaresini tekrar kuracak olan bir yahudi kralın çıkacağım bekliyorlardı. Yahudilerin İsa ile olan münakaşalarında bir çok kimse bu ümidi istismar bile etmiştir. Böyle ilerisi için beklemekte olan bir milletin kendi dilini unutacağı imkân dahilinde olmayan bir şeydir. Siyasî kudretlerinin tekrar avdet edeceğine inanan bir milletin başbakanı olan Levi Eşkol’un, “İki bin senelik rüyamız gerçekleşti” demesi bile bunun açık bir delilidir. Kaldı ki, İsa zamanındaki yahudilerin durumu bundan altmış, yetmiş sene önceki yahudilerin durumundan daha iyiydi. O devrin yahudi yazarları kendi dilleri veya o dilin bozuk bir şivesi ile yazarlardı Dilleri değişmiş olsaydı, o devirde Yahudiceden başka bir dil ile yazdıkları kitapların elimizde bulunması gerekirdi. O devre ait kitaplar içinde Yahudiceden başka kitapların olmaması bize yine bir hakikati açıklar niteliktedir. O hakikat İncil’in ilk orijinal nüshasının Yunanca değil, Yahudice olmasıdır. Yeni Ahid’in en eski nüshalarının Yunanca olduğunu söylemiştik. Fakat Hz. İsa zamanında Roma İmparatorluğu henüz ikiye ayrılmamıştı; İmparatorluğun merkezi hâlâ Roma şehri idi. Latince ve Yunancanın çok zor birer lisan oldukları da göz önüne alınınca bunun imkânsız olduğu kendiliğinden anlaşılır. Roma tesiri Yahudi hayatına tesir etmiş olsaydı, İbrani diline
- 13. Yunanca değil, Latince kelimelerin girmesi gerekirdi. Halbuki en eski Yeni Ahid yazmaları hep Yunancadır. Bu da ispat ediyor ki, Yeni Ahid kitapları Roma İmparatorluğunun ikiye bölündüğü ve şarktaki topraklarının Rum-Bizans İmparatorluğu idaresi altına girdiği bir zamanda yazılmıştı ve bu yüzden Yunanca, Hıristiyanlık dini ve edebiyatı üzerinde geniş bir tesir icra etmeye başlamıştı. Elde bulunan en önemli delillerden bir tanesi de İncillerdeki ifadelerdir. Bu ifade tarzları, bu kadar tahrifata uğramamasına rağmen hâlâ İncil’de mevcuttur. Orjinal şekillerini muhafaza etmektedirler. Bu ibarelerden birkaçı şöyledir: a — “Osenna” (Matta, 21:9) b — “Eli, eli, lama sabaktini.” (Matta, 27:46) c — “Rabbi” (Yunanna, 3:2) d — “Talita kumi” (Markos 5:41) Yukarıdaki ifadelerden de İncil’in Yunanca değil, yahudilerin kendi lisanı üzere olduğu anlaşılmaktadır. Resulllerin işlerinden de (2:4/13) anlaşıldığına göre, İsa çarmıha gerildikten sonra bile (bu Hıristiyan inancına göredir. Kur’an-ı Kerim’in Hz. İsa’nın durumu hakkındaki ayeti açıktır. Bir müslümanın inancı, bu ayetin karşısında değil yanındadır), Yahudiler İbranice konuşuyorlardı: “Hepsi Ruhu-1 Kudüs’le doldu ve kendilerine ruhun verdiği söyleyişe göre başka başka dillerde söylemeye başladılar. Gök altındaki her milletten yahudiler, dindar adamlar, Kudüs’te oturmakta idiler. Ve bu ses gelince, halk bir araya toplanda ve çok şaşırdılar. Çünkü her biri onların kendi dili ile söylediğini işitiyordu. Hayran oldular ve şaşırıp dediler: “İşte söyleyen bu adamlar hep Galile’li değil mi? Ve nasıl biz, herbirimiz kendi ana dilimizi işitiyoruz? Biz Partlar, Medler, Elamlılar ve Mezopotamya’da, Yahudiye’de hem de Kapadokya’da ve Pontus ve Asya’da Frikya, hem de Pamfilya’da, Mısır ve Libya ülkelerinde, Birine çevresinde, oturanlar, gerek Yahudi ve gerek mühtedi Romalı misafirler, Giritliler ve Araplar, kendi dillerimizde Allah’ın büyük işlerini söylediklerini işitiyoruz. Ve hepsi hayran olup birbirlerine: “Bu ne olsa gerek?” diye tereddüt ediyorlardı. Fakat başkaları eğlenip dediler: “Onlar yeni şarapla dolmuşlar.” O zaman değil yahudilerin Yunanca konuşması, bütün bilinen ve yahudilere komşu olan diğer milletlerin kendi lisanları üzere anlaşılmaktadır. Bunun için, yahudilerin Yunanca konuştuklarını ileri sürmek suretiyle bu meseleyi örtbas etmek isteyen kimselerin sözlerinin gerçekle bir ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır. (272). Bu durum gösteriyor ki, İncil’in aslı Yunanca değil, Aramice olması lâzımdır. Fakat elde bulunan en eski İncil Yunancadır. Bu da gösteriyor ki, İncil değiştirilmiştir.
- 14. Hıristiyan aleminin elinde bulunan ve kutsal olarak kabul edilen bugünkü İndilerin kutsal olarak kabul edilmesi ancak İsa (a.s)’dan 325 sene sonra olmuştur. Bu tarihten önce altmıştan fazla İncil mevcuttur. Herkes elindekinin kutsal kitap olduğunu, diğerlerinin uydurulmuş birer kitaptan öteye geçemeyeceğini ileri sürüyordu. İsa (a.s) doğumundan 325 sene sonra İznik’te bin kişilik bir heyet halinde Hıristiyan ruhani meclisi putperest, fakat bazı siyasî sebeplerle Hristiyan görünmek zorunda kalan imparator Konstantin’in emri ve başkanlığı altında toplanır. Altmıştan fazla ve her biri diğerini kafirlikle itham edecek kadar aralarında ayrılık bulunan İnciller heyete sunulur. Yine imparatorun emri ile 318 gibi azınlık reyi ile bugün teslisi (üçlü ilah sistemi) savunan kitaplar kutsal ilan edilmiştir. İznik Ayasofya kilisesi içinde mezarı ve mezarının içinde de biraz kemiği bulunan Mısır heyetinin başkanı Aius, bu toplantıdan çoğunluğun sözcüsü olarak, zorla kabul ettirilen üçlü ilah sistemine karşı çıktığı için mecliste bir tokata maruz kaldığı gibi sonra da imparator tarafından hapsettirilerek çeşitli işkencelere tâbi tutulmuştur. Nihayet, bu şiddetli işkenceye tahammül edemeyen bu zât hapishanede ölmüştür. Bunca işkenceye tâbi tutulması putperest ve hıristiyanların bugünkü İndilerini kabul etmemesi yüzündendir. Arius ve diğer arkadaşlarının fikri, İslâm’ın kendisinden gerçek Hristiyanlık diye bahsettiği ve Hz. İsa’ya inen safiyetini muhafaza eden Hristiyanlık olduğu şeklindeydi. Şu halde dört İncil, yirmi bir mektup, bir Yuhanna vahyinden ibaret olan Ahd-i Cedid 325 senesinde İznik’te toplanan azınlığın fikri ve imparatorun desteği ile kutsal ilan edilmiştir. Daha önceleri ne böyle bir kitap herkes tarafından kabul ediliyor ve ne de sayısı bu kadar azdı. Bir kimsenin kabul gören bir Hristiyan olabilmesi için elde mevcut olan bu kitapları olduğu gibi kabul etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde ona Hıristiyan denmediği gibi papazların para ile sattığı cennete de giremez. Fakat insanın aklına şöyle bir soru sormak geliyor: 325 tarihine kadar Hıristiyanlık aleminin elinde altmıştan fazla kitap bulunuyordu ve bunların arasındaki tezatlar çok büyüktü. Bir diğerini sapıklıkla itham edecek kadar birbirinden ayrı idiler. Adı geçen tarihe kadar pek az kimse bu kutsal olanlara inanıyordu. Şu halde, kendisine inanmak suretiyle Hıristiyan olunan bugünkü İndilere daha önce inanmayanların dinsiz olarak ilan edilmesi gerekmez mi? Birçok Hıristiyan azizin bu tarihten önce yaşadığı nazarı itibara alınırsa, hiçbir Hıristiyan bunu kabul edemez. Şu halde, söylenecek bir söz kalıyor. O da, Hıristiyanlık aleminin 325 sene kitapsız kaldığıdır. Öyle ya kutsallıkları ancak bu tarihte kabul edilen bu kitabın bu tarihten önce kutsal olması imkânsızdır. Bir hıristiyanın buna nasıl cevap vereceği pek bilinemez. (266) Yehova Şahitleri - Doç. Dr. Hikmet Tanyu. (267) Aynı Eser. (268) İslâmiyet ve Hristiyanlık - Doç. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Tercüme. (270) İmanî Suallere Cevaplar - ismail Fenni Ertuğrul. (271) Kur’an ve Garb Kaynaklarına Göre Hristiyanlık - Ziya Korur.
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...