02 Ağustos 2018

KURAN’I ÜFÜRÜK KİTABI YAPANLAR



KURAN’I ÜFÜRÜK KİTABI YAPANLAR 

 Kitabımızda Kuran dışı kaynakların neden dinin kaynağı olamayacağını anlatma gayretindeyiz. Bunu yaparken özellikle mezhepler ve hadisler aracılığıyla yapılan tahribatı belgelemeye çalışıyoruz. Bu bölümde, farklı olarak mezhep ve hadislerde bile yer almamasına rağmen, kimi cahillerce din sanılabilen hurafeleri ve bu hurafeleri “dindar” kılıklı adam veya yayınevlerinin sahiplenmesiyle, halkın zihninde yapılan tahrifatı göstermeye çalışacağız. 

Ağaca Çaput Bağlamak
Resim : Ağaca Çaput Bağlamak 

EVLİYALARDAN MEDET UMMAK
 “Evliya” diye bilinen kimselerin mezarlarında ip bağlamak, mum yakmak, tel çekmek en sık rastlanan hurafelerdendir. Bir yazar şahit olduğu trajikomik olayı şöyle anlatır: “Bir Bursa gezisinde, Osman Gazi türbesinin ve itfaiye kulesinin bulunduğu tepeye çıkmıştım. Etrafı demir korkuluklarla çepeçevre sarılı tepede bir bankın üzerine oturmuş, şehrin o güzelim manzarasını seyrediyordum. 
Bir ara korkulukların yanında kümelenmiş bir grup kadının yamaçtan yükselen ağaçların dallarına bezler ve ipler bağladığına tanık oldum. O kubbeli mubbeli türbeleri bırakıp da neden bu ağaca dadandıklarını merak ederken, söz konusu ağacın el yetişmesi mümkün olmayan, hatta kuşların bile zor konacağı dallarının üzerinde birtakım bez parçaları bulunduğunu görünce hayretler içinde kaldım. Merakla sağa sola sordum. Bir bilen çıkmadı. Yamaçtaki ağaçların zirvesine o bezlerin nasıl takıldığını kimse açıklayamadı. Sonunda o bölgenin yerlilerinden biri doğru açıklamayı yaptı. Meğer eskiden iftar ve sahur zamanlarını bildirmek için otuz metre ötedeki itfaiye topları kullanılırmış. Bu topların ağzına sıkıştırılan bez parçalarının bir kısmı yamaçtaki ağaçların dallarına çarpıp takılırmış. Böylece türbeleri ziyarete gelen kadınlar tarafından evliya türbesi olduğu zannedilmiş ve ip bağlanmaya başlanmış. Şimdi buraya gelen kadınlar, burada büyük bir evliyanın yattığına ve duaların kabul edildiğine inanıyorlarmış!” Ne yazık ki günümüzde böyle garip adetli, mumlu, bezli türbe ziyaretlerini yapanlar kendilerini “inançlı” diye adlandırıyorlar. Halkın bir kısmı da bu tarz İslam’a zıt davranışlar sergileyenlerin “inançlı kişi” olduğuna inanıyor. Oysa bu inançlar, her neyse, Kuran’ın sunduğu inançlar değildir. Bu tarz fiilleri sergileyenler, Kuran’ı üfürük kitabı gibi değerlendirirken; bazıları ıslık çalmama veya gece aynaya bakmama tipindeki “yasakları” ise dini bir hüküm, dinin bir gereği sanmaktadırlar.

Gece aynaya bakmama tipindeki “yasaklar” dini bir hüküm değildir.

Resim : Gece aynaya bakmama tipindeki “yasaklar” dini bir hüküm değildir. Dine sokulan ve dinin bir parçası olarak gösterilen bu hurafeleri, bunları savunan kaynaklardan öğrenmek istiyorsanız size örnek olarak Pamuk Yayınevi’nin “Kuran-ı Kerim’in Havas ve Esrarı” kitabı ile Kudret Şandra’nın derlediği “Dert Sizde, Derman Bende, Şifa Reçeteleri” kitabını önerebiliriz. Gerek yayınevi, gerek kitabın ismi, gerek yazarın kimliği, kitapların “dini kitap” gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Zaten binlerce hurafe ile dinin zorlaştırıldığı yetmiyormuş gibi, “dini özel bilgiler” gibi takdim edilen ilave hurafeler, Kuran’ın güzel dinini tanımayanların, dini; saçma, mantıksız, uydurmalarla dolu sanmalarına sebep olmuştur ve olmaktadır. Yüzlerce hurafeyi sayamayacağımız için bu iki kitaptan yedi örnek hurafeyi yazmakla yetineceğiz. 
Bu hurafelerde Allah’ın mübarek kelamı, rehberimiz Kuran’ın surelerinin nasıl kullanıldığı bir ibret vakasıdır: 

1. Örnek Hurafe: Sancıdan kıvranan bir hasta üzerine Mücadele Suresi okunursa sancısı geçer ve tatlı tatlı uykuya dalar. Gece ve gündüz bu sureyi okumaya devam eden kimse hırsızlara karşı korunur. Surenin tamamı bir kâğıt üzerine yazılıp herhangi bir mahsul üzerine atılırsa, o mahsul her türlü haşerenin tahribatından kurtulur, bolluk ve bereket meydana gelir.

 2. Örnek Hurafe: Bir kimse Maun Suresi’ni ev eşyası üzerine okuyup üfürse, o eşya kırılmaktan ve kaybolmaktan kurtarılmış olur. Bu surenin okunmasını alışkanlık haline getiren kimsenin sözü her yerde geçerli olur. Hiç kimse bir dediğini iki edemez. 

 3. Örnek Hurafe: Sık sık hamamcı olan kimseler, bir şap üzerine Tarık Suresi’ni okuyup, yastığın altına koyar ve bu şekilde uyursa hamamcı olmaktan kurtulur. 
 4. Örnek Hurafe: Basur hastalığına yakalanan kimse, namazların sonunda Ala Suresi’ni yedişer defa okursa hastalığı geçer. Cuma ezanında yazdırıp üzerine alan kıskançlık, nazar ve sihre karşı kendini korur. 

5. Örnek Hurafe: Bir çirişe 7 ilmik atılır. Birinci ilmiğe ve yedinci ilmiğe Sure-i Kevser okunur. Her düğümde şöyle denir: “Yarabbi filanın şehvetini, cinsel organını, aklını fikrini 360 beden azası ile 72 endamı ile bağladım ve düğümledim.” Bu çiriş rüzgara karşı asılır. İcap ettiğinde çözmek için kaybolmaması da şarttır. 

6. Örnek Hurafe: İçinde 17 Mim harfi bulunan Ayetel Kürsi’yi yine bir çiriş alıp bakire bir kıza 17 kez düğümlenecek şekilde ilmik attırılır. Her ilmiğe 10 adet Ayetel Kürsi okunur… Kimin için niyetleniyor, ne için isteniyorsa; 
""Ya Rabbi falanın şehvetini, dilini ya da yolunu bağlıyorum. Ayetel Kürsi’deki İsmi Azam’ın ve Esma-i İlahiye’nin yüzü hürmetine düğümledim"" diyerek, bakire kıza bir düğüm attırılıp, işaretle hiç konuşmadan 17 ilmik böylece düğümlenir ve 170 adet Ayetel Kürsi okunmuş olur. 
Bu okunmuş çiriş karanlık bir yerde ağır bir taş altına konarak muhafaza edilir. 
7. Örnek Hurafe: Erkekliği bağlı bir şahsın çözülmesi için temiz bir kâğıda Ayetel Kürsi, diğer bir kâğıda da Sure-i Haşr’ın son dört ayeti ile Amener Resuli ayeti, kelime olarak ayrı harf harf yazılır. Ayetel Kürsi sağ kola, diğer yazılı Amener Resulü ve Haşr Suresi sol kola bağlanır. 
Sonra hiç kullanılmamış bir baltanın deliğinden bağlı erkeklik uzvunu geçirip küçük tuvaletini yapar. 

 KURAN ÜFÜRÜK KİTABI DEĞİLDİR

Kur'an
Resim : Kur’an Kuran’ın bu istismar edilişini 

Edip Yüksel “İlginç Sorular” kitabında benzer örneklerle anlatır ve devamında Kuran’ın şu sıfatlarına dikkat çeker:

 Kuran Bizleri doğruya ulaştıran bir rehber (Huda) 
Yolumuzu aydınlatıcı bir ışık (Nur) 
Doğruyu yanlıştan ayıran bir ölçü (Furkan) 
 İhtilaf içinde bocalayanlara bir delil (İlim) 
 Tüm insanlık için bir mucize (Ayet) 
Kalplerinde manevi hastalık bulunanlara bir ilaç (Şifa) 
Sıkıntıdaki müminlere bir müjde (Büşra) 
 Tüm insanlara bir öğüt ve hatırlatma (Zikr) 
Her şeyi detaylı olarak açıklayan bir yasa (Mufassal) Düşünenlere bir bilgelik kaynağı (Hikmet) 
Her şeyi açıklayan bir kitap (Tıbyan) 
Haklıyı belirleyen bir kanıt (Beyyine) 
Müminler için bir bağış (Rahmet) 
Geride kalmayıp ilerlemek isteyenler için bir uyarı (Zikra) 
Akleden müminler için apaçık bir kitap (Kitabul Mümin) 
Adalet arayan toplumlar için evrensel bir yasa (Hüküm) 
Peygamber’in risaletini devam ettiren ölümsüz bir elçi (Resul) 
Birbirine düşmüş insanları birleştirici bir ip (Hablullah) 
Müslümanlar için kıyamete dek yaşayan bir önder(İmam) 
Dirileri uyarsın diye gönderilen bir kitaptır. (Kuranun Mübin) 

İşte böyle niteliklere sahip olan Kuran’ın tüm bu niteliklerini gizlemek ve onu amacı dışında kullanmak için insanlardan ve cinlerden olan şeytanlar el ele vermişler ve ne yazık ki bu şeytani tuzaklarına insanların çoğunu düşürmüşlerdir. 
İnsanları ortak koşuculuğun ve zulmün karanlığından Allah’a imana ve adaletin aydınlığına çıkaracak bir rehber olan Allah’ın Kitabı’nı, yüzyıllardır sahtekârlar ve cahiller bir aspirin veya bir merhem gibi değerlendirmiş ve mikroplu üfürükleriyle istismar etmişlerdir. 
Allah’ın yüce kelamını basur, ishal, kabızlık gibi hastalıkları iyileştirmede büyüvari yöntemlerle kullanarak Kuran’a ihanet eden ve uydurdukları yalanları Allah adına halka yutturan üfürükçüler ve muskacılar, toplumumuza çok büyük zararlar vermişlerdir. 
1- De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. 
2- Yarattıklarının kötülüğünden 
3- Çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden 
 4- Düğümlere üfürenlerin kötülüğünden 
5- Ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden. 
113-Felak Suresi 1-5 Allah düğümlere üfürenlerin kötülüğünden, bu tip büyüvari hareketlerin kötülüğünden kendisine sığınmamızı Kuran’da söylerken, Kuran’ı üfürme gibi yollarda kullanmak ne büyük bir çelişkidir! Surelerin Arapça harfler kullanılarak yazıldığı muskalara, tılsımlara ve efsunlara kudsi, mübarek, dini bir obje havası verilmiş ve din namına özellikle halkın cahil kesimleri yüzyıllardır kandırılmıştır. Kuran’ın musikisi yerine manası, üfürülmesi yerine okunması, ölülere hitabı yerine canlılara hitabı asıl olmadıkça bu kaos, bu rezalet ne yazık ki devam edecektir. 
EVLİYA ALDATMACASI

Evliya Aldatmacası

Resim : Evliya Aldatmacası 
 2- Bu kitap onunla uyarman için ve inananlara hatırlatıcı olarak indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. 
3- Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaya (dostlara) uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz? 
7-Araf Suresi 2-3 Allah Kuran’a uymamızı ister. O’ndan başka “evliyaya” uymamamızı söyler. 
Oysa günümüzde hurafelerle dolu birçok kitabın yazarı, Kuran’da kullanılan “evliya” kelimesiyle isimlendirilip, kitapları tasavvuf kitabı diye, ilmihal kitabı diye, hadis tefsir, mezhep kitabı diye satılmaktadır. 
Kuran’ın, insanların uyduğu yanlış adres olarak “evliya”yı göstermesi ve günümüzde Kuran yerine bazı insanlara uyanların, bu insanları Kuran’da geçen aynı kelimeyle isimlendirmeleri ilginçtir.
 (“Evliya” Arapçadaki “veli” kelimesinin çoğulu olup “dostlar” demektir.) Mezhepçi ve tarikatçı zihniyetteki birçok kişi, kendi mezhep ve tarikat büyüklerinin “evliyalık” delillerini göstererek onların eserlerinin ve sözlerinin de dinin kaynağı olduğunu ispatlamaya gayret eder. 
(Geleneksel literatürde “evliya” kelimesi insanüstü, adeta süpermen kişi manasında kullanılır.) 
 Para için önüne geleni basan yayınevleri, aklından her geçeni yazan yazarlar, bunları rekortmen yapan cahil alıcılar, Kuran’ı rehber yerine üfürük uygulamalarında araç yapanlar oldukça halimiz bakalım ne olacak! 
Hele bir de bu üfürükçüleri “Din adamı” sananlar yok mu! 
Bu üfürükçülere gidip muskasına, bazen de göbeğine efsunlu dualardan yazdırıp medet umanlar… 
Bunlara paraları verip şifa isteyenler fakat Allah yolunda zekata geldi mi üfürüğe harcadığının yarısını harcamayanlar… 
Bu tip insanlara gitmeye üşenmeyip, namaz söz konusu olduğunda üşenenler… 
Kuran’ı kırk bohça içinde duvarda tutan fakat eline alıp manasını anlamak ve hayatın rehberi yapmak için okumayanlar

TARİKATLAR

TARİKATLAR 
Tarikatlar
Resim : Tarikatlar
Kuran’ın anlattığı din ile uydurulan dini ayırt ederken mutlaka değinilmesi gereken bir diğer önemli konu da tarikatlardır. Yüzlerce tarikat olmasına ve bunların, Kuran’ın anlattığı İslam’dan sapışları farklı noktalarda olmasına rağmen çalışmamızın hedeflenen boyutunu dikkate alarak sadece şeyhlerin aşırı yüceltilmesi ve tartışılmaz kabul edilmesi gibi, birçoğunda ortak ve temel olan noktalara değinmekle yetineceğiz.
TEKKELERİN DEJENERASYONU
Peygamberimiz’in tek mürşit olduğu, dini konularda tartışılmaz tek otorite olduğu dönemde İslam’ın tek kurumu cami idi. İbadetler, eğitim ve hizmet tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu faaliyetlerin merkezi camiydi. Peygamber’in sağlığında, hatta dört halife döneminde cami dışında tekke, dergâh, zaviye gibi başka kurumların oluşturulmadığı bu tekke ve dergâhların üyeleri tarafından bile kabul edilir. İlk tekkenin hicri 150 -miladi 760- yılları civarında Şam yakınlarında kurulduğu kabul edilir. Fakat tekkelerin yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. Pek çok tekkenin ilimler akademisi, askeri hizmet, hatta hastaların tedavisi gibi birçok güzel hizmette kullanıldığı; Müslümanların Allah sevgisinin gelişmesi ve iyi ahlaklı kâmil Müslümanlar olmaları için önemli katkılarının bulunduğu da bir gerçektir. Fakat bu geleneğin içinden gelen önemli bir isim olan Kuşadalı İbrahim’in deyimiyle; gün gelip de kimi tekkelerin “kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü”, Kuran’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce tören ve uygulamanın din adına bu tekkelerde gerçekleştirildiği de ayrı bir gerçektir. Tüm bu olumsuzlukları tespit eden Kuşadalı, yanan tekkesinin yerine yenisini yaptırmamış ve asırlarca yaşayan tekkelerin kapanması gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir tekke gibi kullanılıp, Peygamberimiz zamanındaki gibi cami dışında bir dini kurumun bırakılmamasını, Kuran dışındaki virdlerin ve tarikatların özel dualarının yerini Kuran’a ve Kuran’da geçen dualara bırakmasını savunmuştur.
Tekkelerin ortaya çıkışı hicri 150’ler olarak kabul edilse de, bugünkü manasıyla bildiğimiz tarikatların kurumsal yapılar olarak ortaya çıkışı hicri 600’ler civarındadır. Kurumsal karaktere sahip olduğu kabul edilen ilk tarikat Kadiriliktir, kurucusu Abdülkadir Geylani, hicri 562’de vefat etmiştir. Diğer birkaç örnek şöyledir: Rifailik, Ahmed er Rifai, vefatı hicri 578; Bektaşiye, Hacı Bektaş Veli, vefatı hicri 669; Mevleviyye, Mevlana Celaleddin Rumi, vefatı hicri 672; Halvetiyye, Ekmelüddin el Halveti, vefatı hicri 750; Nakşibendiyye, Bahauddin Nakşibend, vefatı hicri 791.
ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?
“Tarik” Arapça “yol” manasına gelmektedir. Bu kelimeden türetilen “tarikat” ise “yol, yöntem, usul, tarz” manalarına gelir. “Tarikatlar, Allah’a gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir” şeklinde yumuşak izahlarla tarikat bağlılığını tarif eden tarikatçılar vardır. Fakat birçok tarikat bağlısı “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” şeklindeki uydurma hadisten hareketle; tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe ve kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadırlar. Sormak lazım; yüzlerce yıl tarikatların yokluğunda, Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı yaşadılar? Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanların mürşidi şeytan mıydı? Kuran’ın izahları bu yıllara kadar Müslümanların manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç duyuldu? Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır. Peygamberimiz ise Kuran’ın uymamız konusunda kefil olduğu tek insandır. Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şahıslara uymak dinin önemli bir şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların birçok liderinin “asrın müceddidi” veya “Mehdi” veya “İsa” ilan edilmesi, sadece geçmişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir. (Mehdi ve İsa’nın gelişi ile ilgili inançlar için 20. bölümü okuyunuz.) Hemen hemen her şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabilirsiniz. Bunların önemli bir bölümü sahip olduğu gücü istismar eden; insanların hem ruh dünyasını, hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla, bunların önemli bir kısmı, Kuran’ın eleştirdiği Musevi ve Hıristiyan din adamlarının dinimizdeki karşılığıdır.
Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. 9-Tevbe Suresi 34
ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT
Tarikatların en önemli kurallarından biri, müridin kendisini şeyhine, “ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi” teslim etmesidir. Kuran’ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine, akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, bu yolda akılla gidilemeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye, şeyhin müceddidliğinin veya Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılmasından ve şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğuna iknadan sonra kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üstelik kişi, aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra, üniversite bitiren okumuş müritle cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler, tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır. Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas olunca; tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü kişiler bile “Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti” gibi izahlarla, şeyhin en saçma izahlarını bile kabullenmektedirler. Trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz: Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü, şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı. İkinci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi. Üçüncü şeyh ise “nefislerinizi terbiye edeceğim” diyerek, müritlerine cinsel organını öptürüyordu. Elbette samimi Müslüman olan, kendi bağlılarına İslam’ın güzelliklerini anlatmak için çaba sarf eden ve bulunduğu konumu istismar etmeyen tarikat şeyhleri olmuştur/vardır. Fakat buradaki asıl sorunun körü körüne itaati gerektiren sistem olduğunu görmek ve bahsedilen sorunların, şeyhi değiştirmekle değil, sistemi değiştirmekle çözülebileceğini kavramak önemlidir.
Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlerin, eğitimli ve kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamaları oldukça zordur. Fakat eğer tarikata girenlerin, baştan akıllarını kenara bırakıp, önemli bir kısmı psikolojik sorunlu şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa, bu tutumların nedeni de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatın müritlerine verdiği uygulanması mecburi listedeki yedi maddeyi görelim:
1-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden üstün bilmemek.
2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.
3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.
4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5-) Malını ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.
6-) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.
7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.
Tarikat mantığını düşündüğümüzde, yukarıdaki listedeki ikinci maddeyi anlamakta zorluk olabilir. Hep aklı kenara bırakıp, şeyhe tabi olunmasını isteyen tarikatlar, neden acaba müritlerinden zeka ve idrak kabiliyetine sahip olmalarını istiyorlar? Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok elde edilmesi için kullanılacak zeka kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa mürit ne kadar kazanırsa, o kadar faydalı olabilir!
Muhammed İkbal bu manzaraya “şeyhperestlik” manasına gelen “pirizm” adını takmıştır. Bununla “Allah ne istiyor? Kuran’da ne geçiyor?” mantığı yerine “Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim tarikatımızda nasıl açıklandı”yı geçiren zihniyete dikkat çekmektedir. İkbal’in diğer bir izahı ise şöyledir: “Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkânı kalmamıştır. Bu rutubetli alev, kıvılcım saçmaz.”
Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl karşı olduğumuz tarikatlardaki genel zihniyettir. Kuran’da, bilmediğimiz bir şeyin ardınca gitmememiz çünkü bundan sorumlu tutulacağımız ifade edilir (17-İsra Suresi 36). Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyhlerine tabi olurlar ve tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır. İnsanlar bilginin değil, taklidin uygulayıcıları olurlar. Tarikatlardaki bağlıları olumlu yönlere yöneltmek ve onların zamanını, malını Allah yolunda kullanmaları için çabalayan şeyhler mutlaka olmuştur ve vardır. Fakat bu olumlu ve iyi niyetli uygulamalar bile istismara olanak veren tarikat sistemi içinde gerçekleşmektedir. Yöntem, aklı bir kenara bırakmak ve şeyhe sorgusuz itaat olunca, saydığımız kötü örneklerin ortaya çıkışı hiç de sürpriz değildir.
TARİKATLARDAKİ MASALLAR
“Şeyhe kayıtsız şartsız itaat” tarikatın en önemli şartı olduğundan, bunun sağlanması için müritlere hikâyeler anlatılır. Örnek bir hikâye kısaca şöyledir: “Bir şeyh bir müridine ‘Git babanın kafasını kopar bana getir’ der. Mürit de görünürde çok garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı ‘Bir hikmeti vardır’ diyerek yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle yatarken kopardığı baş babasının değil. Annesiyle zina yapan başka birine ait. Demek ki şeyh, uzaktan kerameti sonucu bu olayı görmüş ve müridini denemek için hikmetini açıklamadan böyle bir emir vermiş.” Bu örnek hikâyede görüldüğü gibi şeyh, müride haramı emretse bile onun emrine itaat edilmesi çünkü bunun muhakkak bir hikmeti olacağı telkin edilir. Oysa bir Müslüman’ın böyle bir şey iddia eden kişiye “Ben böyle bir haramı niye işleyeyim? Allah cana kıymayı haram etmişken benden böyle bir şeyi nasıl istersin?” demesi gerekir. Oysa tarikatlarda, şeyhe bu şekilde karşı çıkışlar; normal olmanın değil, imanı zayıf bir kimse olmanın belirtisi sayılır. Hikâyelerle müridi şeyhin robotu yapma, tarikatlarda çok sık kullanılan bir yöntem olduğu için meşhur bir hikâyeyi daha örnek verelim: “Bir gün Hacı Bayram Veli’nin çok müridi olmasından rahatsız olan devrin yöneticileri Hacı Bayram’a gelip bu rahatsızlıklarını, müritlerinin çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bayram da ‘Rahatsız olmayın, benim sadece bir buçuk müridim var’ demiş. Gelenlere bunu ispat için içeride bir koyun kesen Hacı Bayram, kanını da dışarı akıtmış. Müritlerini ise dışarıda toplamış ve tüm müritlerini kesmesi gerektiğini ve sırayla gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes kaçmış. Erkek bir, kadın yarım sayıldığı için gerçek müritler işte bu bir buçukmuş…” Özetlediğimiz bu hikâye anlatılıp, müritlerden bu “bir buçuk gerçek müritler” gibi olup, şeyhleri öldürecek olsa bile kendilerini teslim etmeleri gerektiği öğretilir. Aklı bir kenara bırakan, şeyhi haram olan bir şeyi istese bile “vardır bir hikmeti” deyip boyun eğmesi gereken kişiler olarak yetiştirilen müritler, artık şeyhleri nasıl Müslüman olmalarını isterse öyle Müslüman olabilmektedirler. Bu tip durumlar sonucunda şeyhler aşırı yüceltilerek, aşağıdaki ayette dikkat çekilen Hıristiyanlık ve Musevilikteki sapmaların bir benzeri, İslam’a inandığını söyleyen kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir:
Allah’ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da Rabler edindiler.
9-Tevbe Suresi 31
Kuran yerine şeyhe tabi olanlar, Kuran’ı ancak ölülerin arkasından üstelik bilmedikleri bir dilde okuyanlar, Kuran’ın manası yerine melodisine önem verenler, ne yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran’ı rehber kitap olarak değil, ölülerin arkasından okunan bir okuma kitabı olarak görmektedirler.
RABITANIN SAÇMALIĞI
Tarikatlardaki en garip uygulamalardan biri ise şeyhle yapılan rabıtadır. Türkiyemiz’de en yaygın tarikat olan Nakşibendiliğin de en önemli uygulamalarından biri olan rabıta şu şekilde yapılır: Mürit, abdestli olarak ve kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalinde canlandırarak Allah’ı zikreder. Rabıtayla, şeyh ile mürit arasındaki sürekli beraberlik sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı fotoğrafa bakıp yapan “modern Nakşibendiler” de mevcuttur. Bu uygulama kadar acayip olan bir izah ise şöyledir: “Rabıtasız zikir yerine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve rabıtadan birini terk etmek zorunda kalırsak zikri terk etmek daha uygundur. Çünkü zikirsiz rabıta erdirir fakat rabıtasız zikir erdirmez.” Bu uygulama, tarikatlar konusunu niye ayrı bir başlıkla incelediğimizin sebeplerinden birisidir. En kibar ifadeyle “saçmalık” olarak değerlendirdiğimiz bu uygulama, Kuran’ın diniyle de mantıkla da hiçbir şekilde bağdaşmaz. Her ne kadar tarikatların birçoğu Sünnilik ile kendi görüşleri arasında bir sentez yapmış olsalar da, Sünni din bilginlerinin bir kısmı da bu tip tarikat uygulamalarını çok ağır bir dille eleştirmişlerdir.
Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran’daki kullanılışlarına baktığımızda, aradaki büyük farkı ve alakasızlığı fark ederiz. Örneğin “şeyh” kelimesi Kuran’da “ihtiyar adam” manasında kullanılmıştır (Bakınız: 11-Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas Suresi 23, 40-Mümin Suresi 67). Kuran’da “veli” kelimesi ise “dost, yakın” gibi manalarda kullanılır. “Evliya” ifadesiyse, bu kelimenin çoğuludur. Kuran’a göre; her Müslüman Allah’ın velisidir, Allah da onların velisidir (Bakınız: 2-Bakara Suresi 257, 3-Ali İmran Suresi 68, 5-Maide Suresi 55, 7-Araf Suresi 196, 9-Tevbe Suresi 71). Kafirler ise şeytanın velisidir, tüm kafirler de birbirinin velisidirler (Bakınız: 4-Nisa Suresi 119, 4-Nisa Suresi 76, 7-Araf Suresi 27, 16-Nahl Suresi 16). Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah’tır. Tüm dostlar ona nispetledir. O halde ondan başka gerçek veli yoktur (Bakınız: 2-Bakara Suresi 107, 9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan Suresi 18, 39-Zümer Suresi 3, 42-Şuara Suresi 9). Görüldüğü gibi Kuran’da 80’den fazla yerde geçen “veli” veya “evliya” kelimeleri, hiçbir yerde günümüzde halka takdim edilen süpermen insanlar manasında kullanılmamıştır. Bu evliyaların, şeyhlerin gösterdiği olağanüstü haller manasında “keramet” kelimesinin kullanılmasına da Kuran’da rastlamıyoruz. Bu kelimeyle aynı “KRM” kökünden birçok fiil Kuran’da geçer ve bu kelimelerle Allah’ın cömertliği, verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama “süper adamların süper olağanüstülükleri” anlatılmaz (Bakınız: 27-Neml Suresi 40, 8-Enfal Suresi 4, 17-İsra Suresi 70, 36-Yasin Suresi 11).
Tarikatlardaki dönmelerin, semanın, musikinin; dinin bir parçası olduğu iddia edilmediği sürece hiçbir zararı olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Yeter ki bu uygulamalar ibadet olarak takdim edilmesin. Fakat ne yazıktır ki birçok tarikatta bu tarz uygulamaların adeta dini bir gereklilik gibi tanıtıldığına tanık olmaktayız. Bizim karşı olduğumuz budur. Yoksa Müslümanlar elbette ki vakıflar, dernekler gibi kurumsal yapılar kurabildikleri gibi dini içerikli toplantıları için dergâhlar da kurabilirler ve bunların içinde bir hiyerarşi oluşturabilirler. Tüm bu kuruluşlarda şiir okunması, müzik dinlenmesi, sema, sanat, toplantı, gösteri yapılması da normaldir. Fakat anormal olan, tarikatlarda, bazı insanların tartışılmaz ilan edilmesi, ister iyi ister kötü olsun Kuran’da yer almayan uygulamaların dinin bir parçası gibi gösterilmesidir.
Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi tanıtmaları olmuştur. Hindu anlatımlarını ve Hindu tarikatlarını andıran suni çilelerle, müritleri terbiye edeceğini söyleyen tarikatlar; insanları karanlık odalarda uzun süre aç ve susuz bırakıp, onlara acı çektirip, birçok kişinin ruh dengesini bozmuşlardır. Ruh dengesi bozulan bu insanların gördüğü halüsinasyonlar ise bu kimselerin üstünlüğüne, “evliya” olduklarına yorumlanmıştır. Oysa Kuran’da hiçbir Peygamber’in ya da inananın, kendisine böyle suni çileler çektirip, kendi kendine işkenceler ettiği görülmez. Kuran’a göre Allah, gerekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa olsun Müslüman buna sabreder. Fakat bu zorluklar hayatın doğal akışında insanın karşısına çıkar yoksa çile olsun diye, zorluk olsun diye insanın kendilerine işkence etmesinin dinimizin tek kaynağı olan Kuran’da hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.

EFENDİLERİN SAPTIRMASI VE TASAVVUF
Ve derler ki: “Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”33-Ahzab Suresi 67
Geleneksel dinin uygulayıcıları, atalarından miras kalan mezheplerine hiçbir akılsal kritere dayanmadan uyarlar. Mezhebin bu tabileri, mezhep büyüklerinin ne kadar zeki, ne kadar üstün ahlaklı olduklarına dair hikâyeler anlatarak bağlılıklarını meşrulaştırmaya çalışırlar. Bu şahıslara göre büyükleri (mezhep imamları) her şeyi düşünmüştür. Onlara uymak yeterlidir; onların karar verdiği bir konuda düşünmek, tartışmak, sorgulamak edepsizliktir. Geleneksel yaklaşımı benimseyenlerin dini doğrudan öğrendiği bir kaynak tarikatlardaki şeyhlerdir. Tarikatlardaki bu şeyhlere de çoğu zaman “efendi” ve “efendi hazretleri” gibi ünvanlar yakıştırılır. Vefat etmiş mezhep imamlarına karşın bu “efendiler” yaşayan dini kaynaklardır. Bu “büyükler”e ve “efendiler”e uymaktaki temel mantık aynıdır; Kuran dâhil hiçbir süzgeçten geçirmeden teslimiyet, düşünmeden tabi olmak, sorgulamamak, aklı çalıştırmadan onların aklına güvenmek. Oysa Kuran’ın alıntıladığımız ayetinde görüldüğü üzere, birçok insanın doğru yoldan sapmasının sebebi “büyükleri”ne, “efendileri”ne körü körüne bağlanmalarıdır. Aklı çalıştırmanın yerine taklidi ön plana çıkartmanın, atalara uyarak ya da çoğunluğun tercihine bakarak ve efendilere, büyüklere teslim olarak yol bulmanın hiçbirini Kuran kabul etmemektedir. Kuran dinin kaynağı olarak kendisinden başka ne bir efendiyi, ne bir mezhebi, ne bir hadisi, ne de herhangi bir tarikatı gündeme getirmiştir. Kuran’a göre doğruya ulaşma, aklı dışlamayla değil, aklı kullanma ve düşünme faaliyetiyle gerçekleşir:
Kuran’ı okuyup düşünmüyorlar mı?
4-Nisa Suresi 82
Ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
38-Sad Suresi 29
… Size ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.
3-Ali İmran Suresi 118
Diğer önemli bir sorun, tarikatların birçoğunun tasavvuf düşüncesini benimsemeleri; bu düşünce adına ortaya konan birçok güzel şeyle beraber, İslam’ın ruhuyla hiç bağdaşmayacak izahları da, bu düşüncenin ünlü isimlerinin hatırına kabul etmeleridir. Tasavvuf düşüncesinin en ünlü ve en etkili olmuş kişisi Muhyiddin İbn Arabi’dir. Bakın İbn Arabi şöyle diyor: “Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona. Bir halde ben Onu ikrar ederim, eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkar ederim” (Fususul Hikem). İbn Arabi, buna benzer ifadelerinin olduğu kitabının kendisine Peygamberimiz tarafından verildiğini ifade etmiştir. Birçok tarikat bağlısı, kendi anlayışları dışındakileri kolayca “kâfir” ilan ederler; İslami anlayış açısından asla kabul edilemeyecek İbn Arabi’nin ve diğer tarikat ile tasavvuf önde gelenlerinin alıntıladığımıza benzer sözlerini ise yorumlayarak kurtarmaya çalışırlar ve bu sözleri eleştirenleri “anlayışı kıt” olmakla ve bu şahısların derinliğini kavrayamamakla eleştirirler. Ne yazık ki tarikat ve tasavvuf bağlılığı, anlayışları bu kadar köreltmiştir. Kuran adına bahsedilene benzer sözleri eleştirmesi gerekenler, bu şahısların hatırına, bu sözleri İslami anlayışın bir parçası gibi göstererek Kuran’ın sunduğu berrak İslami anlayışı bulandırmaktadırlar.
ŞEYHLERİ UÇURAN MÜRİTLER
Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler; bez bağlamalar, eğilmeler ve secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin birçoğunun ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına, kardeşine bırakması; genelde, manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız garipliklerin bir halkasıdır. Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere bile layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikâyeler anlatılır ki Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler kadar olağanüstü olmadığı görülür. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” deyimiyle, halkın arasında ifade edilen olgu, ayrı tarikatların müritlerinin birbirlerine karşı hava atma mekanizmasıdır. En çok ve en büyük kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak, bu yarışı karşılıklı devam ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler… Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle çarpar; üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşuyla âlemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine düşer şeyhe itiraz etmek, şeyhin lafını tartışmak, aklını kullanmak! Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır.
Birçok tarikatın etki alanı içinde olanlar, ne yazık ki araştırma ve akletme yerine taklidi ve tabi olmayı gerektiren bu tarikatların düşünceye vurduğu zincirlerden kurtulamamaktadırlar. Körü körüne itaat, hayatın zevklerinden kendini soyutlama, az gülme, aklı az kullanma gibi özellikler birçok tarikatın yerleştirdiği zihniyetin sonuçlarıdır. Hatta tahminimizce bir araştırma yapılsa, bugün İslam ülkelerindeki halkın, belli liderleri tartışılmaz önderler olarak kabul etmelerinin kökenindeki sebeplerinden biri olarak da İslam coğrafyasında uzun ve derin etkisi olan tarikatlara ve onların şeyhlerine körü körüne uymayı buluruz. “Karı gibi gülmek” gibi hayattan gülerek zevk almayı ve neşeli olmayı hoş karşılamayan deyimlerin çıkış sebeplerinde de yıllarca etki etmiş tarikat terbiyesini bulabiliriz. Kanaatimizce tarikatların verdiği terbiye geleneğe dönüşerek, günümüzde tarikatlarla alakası olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen derin etkiler bırakmıştır. Çilede medet ummayı ve bir insanı aşırı yüceltip, körü körüne o insana bağlanmayı gerektiren tarikatlar Kuran’ın istediği aklını çalıştıran insan modelinin önünde önemli engellerdir. Kuran’a gidip, Kuran dışında tüm dini kaynakları, hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dinini Kuran’ın önünden süpürmek, nasıl Kuran’ın anlattığı dinin ortaya çıkmasının bir şartıysa, aynı şekilde tarikatlar da Kuran’ın anlattığı dinin ortaya çıkıp, dini, şeyhlerin tekelinden kurtarmak için, süpürülmesi gerekenler listesine dâhil edilmelidirler. Böylece dinimizin bağlıları, Peygamberimiz’in ve daha sonra dört halifenin döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı olmayan, cami dışında tekke gibi alternatif kutsal kurumları olmayan, şeyh gibi Allah’la kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı tanımayan, Allah dışında hiçbir varlığa teslim olmayan, kalple beraber aklını da çalıştıran; yalnız Allah’a kul olan kullar olacaklardır.
Haberin olsun, halis din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başkalarını evliyalar (dostlar) edinerek “Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz” diyenlere gelince; Allah tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah yalancı, inkarcı kişiyi doğru yola iletmez.
39-Zümer Suresi 3
Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaların (dostların) ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.
7- Araf Suresi
3

Var Biraz Da Sen Oyalan

var biraz da sen oyalan yunus emre ile ilgili görsel sonucu

VAR BİRAZDA SEN OYALAN 
Aylağıyım dünyamın, aylağıyım öteden. Çocukken yürürdüm sabah ezan sesleriyle, akşam kuş ve köpek; ve ellerim mutlaka ceplerimde. Şimdi yürüyorum sabah otobüslerin boşalan firen sesleriyle, insanların; akşamları kör karanlıkta bile, hiç durmayacakmış gibi devam eden hatta dalga seslerini bile bastıran; kahkahaları ile, yerli yersiz küfürleriyle, bağırtıları ile, türlü türlü lâkırdıları ile ve ellerim mutlaka ceplerimde.Beride insanlar var, kalabalıklar; diğer tarafta deniz. Ufukta gemiler ya var ya yoklar. Hava aydınlık, güneş tepemizden yeni gitmiş. Derken bir sestir beynimi kemiriyor. Bir küçük sinek mi desem yoksa bir vızıltı? Anlamaya çalışıyorum, bir soru soruyor: para sorun olmasaydı diyor, yaşayacağın hayat nasıl olurdu?
Bir anka gölgesi çöküyor üzerime. Suratım düşüyor. Kalakalıyorum olduğum yerde. Süregiden yaşamak savaşımızda para o kadar çok öznemiz olmuş ki ey okur; bu soru ile, eline silah tutuşturulup bir savaşın orta yerinde kendisinden bir şeyler yapması beklenen askerler gibi hem bir şey yapmak zorunda hissediyorum hem o bir şeyi bulamıyorum.
Mesela şöyle boğaza nazır bir yalı olmalı diyorum ve o yalının biraz küf, biraz korku, biraz tenhalık ama en çok da ben kokan bir çatı katı. O çatı katının denize bakan tarafında, eni boyu bir, orta boy ve tamamen açılan bir pencere; bir kahve masası, masanın altında okuduğum gazete ve kitapları koyabileceğim bir bölme ve masanın iki yanında da sallanan sandalyeler... Odada kitaplarım için ahşap raflar istiyorum. Bir köşeyi fotoğraf köşesi yapıyorum, en sevdiklerim yukarda rastgele asılmış olacaklar diğerleri altta albümlerimde duracaklar. Arada sırada benim gibi aksilik yapacak, yarı yolda sıkılıp geri dönecek, ama mutlaka Amerikan olacak, eski model bir de araba... 
Sonra vazgeçiyorum bu değil diyorum.
Doğduğum toprakları özlüyorum. Karşımda memleketimin dağları olmalı ve güneş görse pencerem kafi diyorum. Kitaplarımı çalışma odamda saklıyorum. Ve ziyaret etmemeye bahane bulamasın diye sevdiklerim, yüksekte olmasın evim. Sonra bundan da vazgeçiyorum. 
Belki de sadece anılarımda kalmalı geçmiş, hayata yeniden başlamalıyım diyorum. Mesela hiç tanımadığım bir memlekette uyanmalıyım. Dillerini bile konuşamadığım bu memlekette belki bir göl kıyısında olur evim. Küçük bir bahçem ve çiçeklerim...
Türlü türlü düşler görüyorum ey okur, sancılanıyorum, onu istiyorum bunu istiyorum ama düşlerimin mutlulukla da olsa acıyla da olsa eninde sonunda bir yokluğa sürüklendiğini gördükçe hepsinden sıkılıyorum. 
Hangi düşü görüyorsam önce neşeyle seviyor, aşkla büyütüyor sonra kederle öldürüyorum, vazgeçiyor ve istemiyorum. 

"Mal sahibi mülk sahibi/ hani bunun ilk sahibi" diyorum. " O da yalan bu da yalan / var biraz da sen oyalan"* diyorum.

*Yunus Emre

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...