06 Aralık 2014

Sende Asker Yok Mudur?!



Sende Asker Yok Mudur?!
IV Murad
Sultan IV. Murad devri sadrazamlarından  Hâfız Ahmed Paşa iki kez Bağdatseferiyle görevlendirilir. 1625 senesindeki ikinci seferinde Safevi hükümdarı Şah Abbas’ın Şat Suyu’ndan Osmanlı askerine getirilen erzak yolunu kesmesi üzerine orduda bir dağılma ve  infiâl baş gösterir. Sefer kumandanı olan ve şairliği ile de bilinen Hâfız Ahmed Paşa, Muradî mahlasıyla şiirler yazan Sultan IV. Murad’dan manzum bir mektupla yardım talep eder.
            Aldı etrâfı adû imdâda asker yok mudur
Din yolunda baş verir bir merd-i server yok mudur
mısralarıyla başlayan mektuba henüz 13-14 yaşlarında olan IV. Murad aynı vezin ve kâfiyede ve her mısraya denk gelecek bir şekilde mukabelede bulunur. Paşa’nın yardım mektubunun tamamını ve padişahın karşılık olarak verdiği sert ve menfi cevap bu yazımızın konusu olacaktır…
..…..
Hâfız Bir Paşa…
cami bahçesi
Fatih semtindeki Hâfız Ahmed Paşa Camii avlusu
Hâfız Ahmed Paşa 1564 senesinde Filibeli bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası müezzinlik yaptığından “Müezzin-zâde” lakabıyla da anılan Ahmed Paşa, dinî bir muhitte büyüdüğü için küçük yaşta hâfız oldu. Genç yaşta İstanbul’a geldi ve saray akademisi olan Enderun’a alındı. Kısa sürede zekâsı ve kâbiliyeti ile devrin padişahı Sultan I. Ahmed’in dikkatini çekti. Van, Erzurum, Bağdad gibi vilayetlerde vâlilik yaptı. 1625’te Diyarbekir vâlisi olan Çerkes Mehmed Paşa’nın vefatı üzerine onun yerine sadrazam tayin edildi ve Bağdat seferiyle görevlendirildi.

-
Aldı Etrâfı Adû (Düşman)  …
Sultan II. Abdülhamid döneminde Bağdat'taki İmam-ı Azam türbesi
Sultan II. Abdülhamid döneminde Bağdat’taki İmam-ı Azam türbesi
Çerkes Mehmed Paşa’nın vefatıyla baş vezir olan Hâfız Ahmed Paşa, İran seferine serdar-ı ekrem (baş kumandan) sıfatıyla nezaret etti. Fakat işler istediği gibi gelişmedi. Bağdat ilk defa Kanuni Sultan Süleyman zamanında Irakeyn seferiyle Osmanlıların eline geçmişti. Fakat geçen zaman içinde Safeviler bölge havalisine ve halkına sıkıntı vermekten geri kalmadı. Bu ikinci seferde Safevilerin baskı ve taarruzlarına ilâveten bir de ordunun erzak ve iâşesi sıkıntıya uğrayınca Ahmed Paşa kumandasındaki Osmanlı askeri büyük bir dağılma ile karşı karşıya kaldı. Hâfız Ahmed Paşa söz konusu keyfiyeti ve müzâyakayı şiir şeklinde hazırladığı bir mektupla padişaha şu şekilde arz etti:
.
            Aldı etrâfı adû imdâda asker yok mudu
Din yolunda baş verir bir merd-i server yok mudur
Hasmı geşt ile oyunda ruh-be-ruh şeh mât eder
Cenkde bir at oynadur ferzâne bir er yok mudur
Bir aceb girdâba düştük çâresiz kaldık meded
Âşinâlar zümresinden bir şinâver yok mudur
Cenkde hem-pâmız olup baş verip baş almağa
Arsa-i âlemde bir merd-i hünerver yok mudur
Def’-i bî-dâda tekâsülden garaz ne bilmezüz
Derd-i mazlûmdan suâl olmaz mı mahşer yok mudur
Âteş-i sûzân-ı a’dâya bizimle girmeğe
Dehr içinde imtihân olmuş semender yok mudur
Dergeh-i Sultân Murâd’a nâmemiz irsâline
Bâd-ı sarsar gibi bir çâbük-kebûter yok mudur
(Etrafı düşmanlar sardı, yardıma yetişecek asker yok mudur? Din yolunda başını verecek cesur askerler nerede! Savaşta iyi at süren ve yüz yüze düşmanı şah-mat edecek bilgili bir asker de mi kalmadı? Tehlikeli bir akıntıya düştük ve çaresiz kaldık. Bizi bu sıkıntıdan kurtaracak tecrübeli bir dalgıç yok mudur? Cenkte yoldaşımız olup, baş verip ve almak için dünya arsasında hüner sahibi bir asker yok mudur? Zulmü def etmede gevşek davranmanın kastının ne olduğunu bilmeyiz. Zulme uğramış bir mazlumdan sual edecek bir mahşer de mi yoktur? Bizimle düşmanın yakıcı ateşine girmek için ateşte yanmadığına inanılan semender gibi asker kalmadı mı? Sultan Murad’ın dergâhına mektubumuzu ulaştıracak şiddetli rüzgar gibi süratli bir güvercin de mi yoktur?)
Sende Asker Yok Mudur?
Hâfız Ahmed Paşa’nın bu talebine karşı, padişahın cevabı şu şekilde olacaktır:
Hâfızâ Bağdâd’a imdâd etmeğe er yok mudur
Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur
Düşmeni mât etmeğe ferzâneyim ben der idin
Hasma karşı şimdi at oynatmağa er yok mudur
Gerçi lâf urmakda yokdur sana hem-pâ bilürüz
Lîk senden dâd alur bir dâd-güster yok mudur
Merdlik da’vâ ederken bu muhanneslik neden
Havf edersin bâri yânında dilâver yok mudur
Râfizîler aldı Bağdâd’ı tekâsül eyledin
Sana hasm olmaz mı Hazret rûz-ı mahşer yok mudur
Bû-Hanîfe şehrin ihmâlinle vîrân etdiler
Sende âyâ gayret-i dîn ü peyamber yok mudur
Bî-haberken saltanat ihsân eden Perverdigâr
Yine Bağdâd’ı eder ihsân mukadder yok mudur
Rüşvet ile cünd-i İslâm’ı perîşân eyledin
İşidilmez mi sanursun bu haberler yok mudur
Avn-i Hak’la intikâm almağa a’dâdan meğer
Bende-i dîrîn vezîr-i dîn-perver yok mudur
Bir Alî-sîret vezîri şimdi serdâr eylerim
Hazret-i Peygamber mu’în olmaz mı rehber yok mudur
Şimdi hâlî mi kıyâs eylersin âyâ âlemi
Ey Murâdî pâdişâh-ı heft-kişver yok mudur
IV. Murad'ın kılıçları
IV. Murad’ın kılıçları
(Ey Hâfız! Bağdat’a imdat etmek için sende asker yok mudur? Bizden yardım dilersin, senin yanında asker kalmadı mı? Düşmanı mat etmek için “ben hünerliyim” derdin. Şimdi düşmana karşı at oynatacak bir asker de mi yoktur? Laf söylemekte sana yoldaş bulunmaz, biliriz. Fakat senden hakkını alacak bir adalet dağıtıcı yok mu sanırsın? Erkeklik davasında iken bu kadınsı  hareketler neden? Korkmaktasın, fakat hiç olmazsa yanında erkek de mi yoktur? Gevşeklik göstererek Bağdat’ı Şiilere bıraktın. Bundan dolayı yarın mahşer gününün sahibi sana düşman olmaz mı? Senin ihmalinle sebebiyle Ebû Hanife hazretlerinin şehrini vîrân ettiler; acaba sende hiç din ve peygamber gayreti kalmadı mı? Vakitsiz bir şekilde saltanat ve devlet ihsan eden Allah, yine bize Bağdat şehrini geri verir. Rüşvet ile İslam askerini perişan eyledin. Bu haberler bizim kulağımıza gelmez mi sanırsın? Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla düşmandan intikam almak için dinini seven sâdık bir vezirim yok mu zannedersin? Şimdi Hazret-i Ali gibi cengâver bir veziri kumandan tayin ederim. Ona Hazret-i Peygamberin yardımcı olmayacağını mı zannediyorsun? Hâfız! Acaba sen âlemi başı boş bırakılmış mı sandın? Ey Murad! Yedi iklimin padişahı sen değil misin!)
Sultanın tuğrası
Sultanın tuğrası
.
Bu mektuplaşmadan her ne kadar Hâfız Ahmed Paşa’nın Bağdat Seferi başarısız bir şekilde sonuçlanmış gibi gözükse de Paşa, Şah Abbas’ın hücumunu muvaffakiyetle püskürtecek ve kışı Halep’te geçirecektir. Ahmed Paşa ilerleyen günlerde sultan tarafından gelen bir fermanla gayretlerinden dolayı takdir edilecekse de bir yıl sonra (1 Aralık 1626) sadrazamlıktan alınarak İstanbul’a çağırılacaktır. Önce ikinci daha sonra üçüncü vezirliğe kadar tenzil ettirildikten sonra 1631 senesinde tekrar ikinci kez sadrazamlığa yükselecektir.  Paşanın ölümüne gelince, bunun ise müstakil bir yazının mevzuu olacak kadar hüzünlü ve 

İmparatorluğumuzu Kumarda Kaybettik



İmparatorluğumuzu Kumarda Kaybettik

B
izden Belgrat’ı aldıkları vakit düşman delegeleri Niş’i de istemişti, Osmanlı delegesi ayağa kalkarak:

Ne hacet, dedi, İstanbul’u da size verelim…
Dedelerimiz için Niş, İstanbul kadar yakındı. Bizim nesillerin Avrupa’sı Edirne’de Meriç’te bitiyor !..
Devr-i Hamidî’den:
Abdülhamid’i devirdik. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik diyerek. O zaman bu nidâlar hürriyet, müsavat, uhuvvet kelimeleri ile terennüm ediliyordu. Bu nidâlar arasında düştü Sultan Hamid. Genç subaylar İttihat ve Terakki’nin şahsında yeni bir sayfa açmıştı İmparatorluk Türkiyesinde. Güya semirecektik…
Abdülhamid giderken “Devlet-i Aliyye’yi 10 sene idare edebilirseniz 1 asır etmiş kadar sevinin” demişti. Öyle de oldu. En sağlam sütunlar üstünde kurulduğu sanılan bir devir,  kartondan kaleler gibi yıkıldı…
İttihatçılar Sultan’ın dağıttığı mavi boncukları bir bir topladı. İpe geçirip boynuna astı. Baktı ki olmuyor tavuk yemler gibi etrafa saçtı. Çöldeki bedeviye, dağdaki maruniye ! Bir zamanın kuma düştü vakit  sesten başka yerşeyi veren metâsı pul oldu. İtibar…
Kanun nedir ? Ben yaptım ben bozarım:
Enver ve Cemal Paşalar
İstibdat, İstibdat gulguleleri üzerinde hürriyet vaatleri ile iktidara gelenler, telgrafla kanun çıkarır oldular. Bu Enver’in bir sözünü hatırlatır; ” Yok Kanun, yap kanun!”, ” Yaparım olur, bozarım olmaz.”
Kumaş bile böyle ısmarlanmazdı ! Ama kanun diyerek kanunsuzluk gayet yapılır oldu. Devr-i Hamîdi’nin en kötü kanunu bile bu  en iyi kanunsuzluktan yeğdir…
Bir Damla Elmas:
İttihat ve Terakki’nin ne hazar nede sefer devirlerinde ya anarşinin yada şahsi istibdadın çilelerini çektik. Hiç bir vakit fikrin, sözün, hüküm ve nüfuzun ne olduğunu onlarda görmedik.
Büyük harpte 4. ordu kumandanı Cemal Paşa Başkumandan’a murassa bir nişan verildiğini duymuş kendisinin unutulduğuna kızmıştı. Başkumandan Enver kalktı geldi. Kızgın çöl gecesi mehtabın ışıltıları altında Cemal’in göğsüne murassa bir nişan takıtı. Barıştılar !
Gazze’den derin derin top sesleri geliyor, İngiliz gülle ve bombaları Osmanlı İmparatorluğunun tacını parçalıyordu. İttihatçılar bir dalma elmasın kavgasındaydılar…
Büyük Harbe Girerken İmparatorluk Türkiyesi
Büyük Harp:
Alman yumruğunun bir vuruşta Fransayı devireceğine inan Enver,  Marn yenilgisinden sonra bile Kara Kartal’ın zaferine yetişebilmek için soluk soluğa savaşa girdi. Böylece Dünya savaşına’da iştirak ettik.
Alman denizinden Türk denizine doğru bir yıkılışın, büyük bir yıkılışın rüzgarları esiyordu. Bizi belimize kadar gömen heylanın altında iken başlarımızı zor doğrultmuş kendimizi aldatıp avutmaya uğraşıyorduk. İmparator Wilhelm, İmparator Karl ve İmparator Mehmed sırmalar içinde 3 tahta manken gibi duruyorlardı. Tuna yukarısında 2 imparatorluk, Akdeniz kıyısında 1 imparatorluk ve Tuna kenarında 1 krallık devrilmek üzere idi.
Fakat İttihatçıların İmparatorluğa imanı elan kuvvetliydi. Turan uğruna dövüşmek için 90 bin luzumsuz Türk bulunmuştu bile. Dövüşemeden hepsini buza yedirdik. Tıpkı Alman uğruna dövüşen askerimizi kum’un skorpit’in tifüs’in yediği gibi.
Almanlar “Türkei” dedikleri İmparatorluğa Dünya harbinde artık kendi teğmenlerinin ismini koydumuşlardı. Enverland !
Ayak Oyunları:
Bir taraftan Abdulhamid’e “ayak oyunları” ithamını yafta ederken diğer yandan bunun şeddelisini kendine klavuz yapmışlardı. Cemal Paşa koltuğunun altında  Alman planları ile kanal harekatına çıkarken Haydarpaşa’da “Eğer Mısır’ı Almadan dönersem” diye başlayan nutkunu çekiyor, onu bu işe sevk eden Talat ise; ” Mısır’ın fethi mümkün olmazsa Cemal ya şehit olur yada berbat ve perişan olunca beynine bir tabanca sıkarak bizi kendinden kurtarır” diyordu. Tepeden tırnağa husumet. İşte böyle savaşa girdik.
Bozgun:
Talat Paşa
Ve bir sabah Kudüs düştü. Güneşi hiç sönmeyecek, akşam gölgesi hiç düşmeyecek gibi duran Lut çukuru bütün imparatorluğu içine çeken bir mezar gibi genişleyip derinleşirken; Beyrut’a Şam’a Halep’e de gözyaşlarını hazırlamak gerekiyordu…
Zabit Cemal Paşa’ya sordu :
- Paşam biz bu harbe niye girdik ?
Paşa içinde bütün savaş boyunca biriktirdiği nefesi ohlarak bekledi:

-Aylık vermek için! ve ilave etti ; para bulabilmek için ya bir tarafla birleşmeyi ya ötekine boyun eğmeliydik.
Şan ve şevket imparatorluğunun tarihi böyle bedbaht ellerde bitiyordu…

Kumarda Kaybettik:
Filistin cehpesi çözülünce Cemal Paşa Anadolu’ya; bir “hiç” uğruna yüzbinlerle çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğü bu anaya bakarak İstanbul’a geçti..
Cemal Paşa
“İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
– Benim Ahmed’i gördünüz mü? diyor. Benim Ahmed’i

Hangi Ahmed’i ? Yüz bin Ahmed’in hangisini ? Kadın yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
– Bu tarafa gitmişti, bu tarafa diyor.
O taraf nere ? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı? Nere ?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs mü yedi ?…

Hayır … Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. (…)
İmparatorlukta batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor.
Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, memesinden koparılan oğlunu arıyor.

İttihat ve terakkinin 3 tepe ismi -Trinomvira (3’lü idare Cemal Talat Enver Paşa’lar )
Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor.
Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed.
Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!”Almanlarla girdiğimiz bir İttihatçı kumarında…

…. …. ….
Artık, Sultan Hamid devri ardından İttihat ve Terakki devride kapanıyordu. O sağlam sütunlar üzerine kurulduğu  sanılan devir, iskambil kağıtları gibi bozgunun rüzgarında savruldu. Keşke devr-i hamîdi’yi hiç bitirmeseydik. Dünya harbine girmezdik. girmezdik de batmazdık !
NOT:  Bu yazı Beylikdüzü İdeal Yaşam gazetesi 7. sayıda yayınlanmıştır.
Bibliyografya:

Zeytindağı, F.Rıfkı Atay (Roman) Pozitif yay.2008 (uyarlanarak alıntılar yapılmıştır)
Jön Türkler ve İttihat ve Terrakki, Sina Akşin, İmge Kitabevi yay., İst 2009,s.93-115

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...