17 Eylül 2012

SEVEBİLMEK


Sevebilmek


Sevmek, tek taraflı bir duygudur. Yani, seven o sevginin eksi ve artı değerleri içerisinde bir dünyada yaşayabilir. Fakat sevilen çok kere bu sevgiden habersizdir veya sevginin değerini ölçemez. Ben kati olarak inanıyorum ki, Kays isimli Mecnun, Leyla;nın kendisini sevdiğini bilemiyordu, bilemezdi de. Çünkü Mecnun;un elinde Leyla;nın sevgisini ölçecek bir şey yok. Hatta Leyla beni seviyormuş diye dudak büker. Böylece Mecnunun aşkı Mecnun;da kalır. 
Bana göre gerçek manada sevmek veya aşk, Allahı sevmektir. Allahı sevenleri sevmektir, Allahın sevdiklerini sevmektir. Böylece aşkımız bütün boyutlarıyla ortaya çıkar. 

Her sevgi insanı mutlaka harekete geçirir. Bu hareket sevgimizin ışığı altında olmalıdır. Yani, hareketimiz sevgimize muhalif düşmemelidir. Allahı sevebilmenin, her mümine nasip olmadığını defalarca gördüm. Allahı seviyorum demek kolaydır. Hatta bu sevgiyi ileriye götürüp Allaha kurban olayım diyene de çok şahit oldum. O insanlar Allah için günahlarını teker teker terk edemiyorsa, günahları terk etmenin organik rahatsızlığıyla kıvranmıyorsa, sevgilisi için yanmıyor demektir. 

Mesela; şehevi duyguların bedenimizi istila ettiği bir zamanda bu yolda karşımıza çıkan fırsatı Allah aşkı için kullanmayıp kıvranarak, yanarak helal dahilinde kalmak, Allah aşkının açık bir ispatıdır. 

Kalp doyar, ruh sakinleşir. Senin için Rabbim diyerek büyük günahlardan çekilmek Allah aşkının en açık alametidir. Burada seven, sevgilisine itaat ederek aşkını ispatlamıştır. Sevgi tamamen manevidir, ruha aittir. Sevginin alametini organlarda görsek de, organlar ruh kadar sağlam bir esasa dayanmaz. Organlar mevsimden mevsime girerken, aşk en soğuk günlerde bile insanı yakar. Her duygu gibi aşkı da yönlendirmek insanın beynine düşer. Beyin kendi aşkını kendi idare etmezse o insan Mecnun olur. Âşık bir renk gibi diğer renge karışıp, yepyeni bir dekor ortaya koymak ister. Aşkın dereceleri vardır. Aşk öğrenilmez, yaşanır. 

Allah sevgisini anladığım gün Ya Rab beni affet diye yalvardım. dedim ki Allahım sana layık bir kul olamamışım, beni affet! O anda kazasını kılacağım namazlar, ruhumda yara gibi sızladı. Çünkü bu aşkın sahibi namazını kazaya bırakamaz. Namaza hayatta gerçek manasını verir. Namaz kılanı gören birisi, bu şahıs şuurlu Müslüman diyebilmeli. Ruh; bedenin, hayatın mimarı olmalı. Ruh doğrudan doğruya Allahın hayat sıfatıyla irtibatlanabilir. İşte gerçek vuslat budur. 

Bu makalede yazdığım gibi bir Müslüman olmak isterdim. Ruhumu tamamen Allahın emrine vermek isterdim. Bedenim taş kesilse de Ona itaatle meşgul olmalıydı. Gözyaşlarım gizli gizli Onun sevdasıyla akmalıydı. Görenler ne derse desin ben Ona âşık olmalıydım. Aşk ağaçtaki hayattır. Aşk yıldızlardaki harekettir. Aşk kainattaki harekettir. 

Allahım, seni sevdiğim için her günah beni divane etti. Mutlaka sana itaat etmeliyim, itaatimden zevk almalıyım. Her ibadetim vuslat olmalı, sevgiliye kavuşmanın neşesini tatmalıyım. 

Hangi sevgi Allahın sevgisinin yanında ben de varım diyebilir? Hangi sevgi Allahın sevgisine sırtını dönebilir? 

Herhalde bir dertli sizlere bu kadar mırıldanabilir. Keşke gelip her birinizin elini tek tek öpüp, gözyaşlarımı ellerinize bıraksaydım, belki aşkımdan bir sır sizin aynanıza düşerdi... 

HEKİMOĞLU İSMAİL

Ben Aslında...

Ben Aslında...
Kırgın durduğuma bakma, aslında bende herşey aynı. Hüzünlere olan bu bağlılığım, eskiden kalma. Hüzünler biraz daha sanki bana benziyor. 
"Hiç değişmeyeceksin" diyor bir dostum. Bu söz , tarifi imkansız bir mutluluk veriyor bana. Aslında yeni bir başlangıç için; yaşım ve rüzgar müsait. Ama gerekli dermanı dizlerimde ve yüreğimde bulamıyorum. Yokuşları çıkarken yaşıma yakışmayan bir daralma oluyor nefesimde. Bu darlıkta neyi değiştirebilirim ki? Yaşım daha küçük yüreğimden. 
Ben aslında rüzgar olsam, hep doğudan eserdim. 
Ben aslında, hayatın sayfalarına ölüme dair dipnotlar hiç düşmedim. 
Ben aslında, bir gün kapımın umuttan yana çalınacağına emindim. 
Ben aslında, hayat ile hayali hep birbirine karıştırırdım. 
Ben aslında anladım, yaralarıma uzanacak ellerin çok uzak olduğunu. 
Ben aslında anladım, cami avlusuna terkedilen kundaklık bir çocuktan bir farkım olmadığını. 
Ben aslında anladım, hayatımın hep yamalardan ibaret olduğunu. 
Ben aslında, cürmüm kadar yer yakardım. 
'Neyse' deyip toparlanmalıydım artık. Dökülen cümlelerimi, kırılan gençliğimi, darmadağın olan hayatımı onarmalıydım ve yeniden kalkabilmeliydim düştüğüm yerden. Bu kadar hassas olmanın vakti değildi artık. Küçük yaralarımla uğraşarak kaybedecek vaktim yoktu. Zira hayatın tutunacak dalları vardı. Asılmalıydım ben de zayıf kollarımla hayata; sabrı öğrenmeliydim. Sıkıca tutmalıydım bana uzanan elleri. 
Değişmem zor aslında. Acılar hep aynı çünkü. Acılarım hep aynı... 
Yine de değişmeliyim, ey rüzgarlı hüznüm. Ne tarafa eseceğin belli değil, biliyorum. Biliyorum, denizi özlemem de kar etmez. Kimbilir belki masal olsaydı yaşadıklarım, bir umut olurdu hep Kafdağı'nın ardında. Ama masal değil yaşadığım, biliyorum. Belki de oturup ağlayarak başlamalıyım değişmeye... Oturup ağlamalıyım halime. 
Belki tebessümlerimin bereketsizliği de terkeder beni böylece, kimbilir... 

Alıntı...

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...