28 Haziran 2014

AZAB-I MUKADDES PDF E-KİTAP NEYZEN TEVFİK





AZAB-I MUKADDES PDF E-KİTAP
-------------------
Felsefemdir kitab-ı imanım,  
Taparım kendi ruhumun sesine.  
Secde eyler hakikatim her ân,  
Kalbimin âteş-i mukaddesine. 
Neyzen Tevfik

YENİÇERİLER PDF E-KİTAP Reşad Ekrem Koçu





YENİÇERİLER PDF E-KİTAP 
Reşad Ekrem Koçu

TOPRAK ANA PDF E-KİTAP CENGİZ AYTMATOV




TOPRAK ANA PDF E-KİTAP CENGİZ AYTMATOV

YAHUDİLİK MASONLUK PDF E-KİTAP NECİP FAZIL KISAKÜREK





YAHUDİLİK MASONLUK PDF E-KİTAP
NECİP FAZIL KISAKÜREK

KENDİ GÖK KUBBEMİZ PDF E-KİTAP YAHYA KEMAL BEYATLI




KENDİ GÖK KUBBEMİZ PDF E-KİTAP 
YAHYA KEMAL BEYATLI

İSKENDERİYE DÖRTLÜSÜ 2 PDF E-KİTAP BALTHAZAR LAWRENCE DURRELL





İSKENDERİYE DÖRTLÜSÜ 2 PDF E-KİTAP 
BALTHAZAR LAWRENCE DURRELL

İSKENDERİYE DÖRTLÜSÜ 1 PDF E-KİTAP BALTHAZAR LAWRENCE DURRELL




İSKENDERİYE DÖRTLÜSÜ 1 PDF E-KİTAP  
BALTHAZAR LAWRENCE DURRELL

İMAN VE İSLAM HAKKINDA BİR SOHBET






İMAN VE İSLAM HAKKINDA BİR SOHBET
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz, insanlarla akılları derecesinde konuşulmasını emrediyor. Bir bedevi, (Bana İslamiyet'i anlat, aklıma yatarsa inanırım) deyince Resulullah Efendimiz ona, (Bu dinin temeli ikidir: Allahü teâlânın bütün emirlerine hürmet edip beğenmek ve Onun bütün mahlûklarına acımak, şefkat göstermektir) buyurdu.

Bir zat, bir Hristiyan şehrine gider. Orada bir müddet kalır. Bir süre sonra görüştüğü insanlardan 5-6 kişi gelir. Biri dehri yani ateist, diğerleri ise Hristiyan'dır. Bu zata derler ki:
— Biz seni çok sevdik. Sendeki bu güzel ahlakın, bu tatlı dil ve güler yüzün, dininden kaynaklandığına inanıyoruz. Şimdi bize İslamiyet'i anlat! Müslümanlığı senin ağzından duymak istiyoruz. Nedir bu Müslümanlık?

O zat onlara şu cevabı verir:
— İslamiyet, iman ve amel olmak üzere ikiye ayrılır. İman, Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhirete ve kadere inanmaktır. Bunlar, farklı da olsa, Hristiyanlıkta ve Yahudilikte vardır. Mesela biz, Musa aleyhisselamın veya İsa aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmazsak Müslüman olamayız.
— Niye? Onlar sizin peygamberiniz değil ki.
— Bütün peygamberler, Müslümanların da peygamberidir. Hepsinin hak olduğuna inanmayan Müslüman olamaz. Eğer siz de, bütün peygamberlere, Muhammed aleyhisselama ve onun getirdiği dine inanırsanız, hepiniz Müslümansınız.
— Nasıl olur bu? Biz domuz eti yiyoruz.
— O amel kısmına girer, haramdır. Haram işleyen Müslümanlıktan çıkmış olmaz.
— Şarap da içiyoruz.
— O da amel kısmına girer, haramdır. İçki içen Müslümanlar da vardır. İman amelden ayrı bir husustur. Önemli olan iman sahibi olmaktır.

Ateist, heyecanla ortaya atılıp der ki:
— Anlaşıldı, daha fazla anlatmana gerek kalmadı.
— Evet, işte bizim dinimiz bu kadar.
Hepsi şaşırır, birbirinin yüzüne bakarlar. O şaşkınlıkla dışarı çıkarlar. Az sonra ateist içeriye girer:
— Siz beni çok şaşırttınız, der.
— Neden şaşırdınız ki?
— Biz Müslümanlığı çok farklı biliyorduk. Siz bu dini bize tekrar anlatır mısınız?

O zat anlattıktan sonra ateist, kelime-i şehadeti harf harf yazar dışarı çıkar. 10-15 dakika sonra, diğer arkadaşlarını da alır tekrar o zatın yanına gelip der ki:
— Herkesin içinde söylüyorum. Ben de artık Müslüman oldum.
Sonra, (Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü) der, sonsuz mutluluğa adım atar.

MÜSLÜMAN KİMLERE DENİR






Müslüman kime Denir

Müslüman Allah c.c. hakıyla iman eden yani Allah c.c. rububiyetiyle uluhiyetiyle isim ve sıfatlarında tatil teşbih ve sapık teviler yapmadan birlemek . Bütün şirk ve şirk ehlinden beri olup onları redetmekle tağutları ve tağutu destekleyen onu ayakta tutan onu yüceltenleri tekfir etmekle 
Ve yalnız rasulullah s.a.s. ın takip etiği yolu ve metodu takip etmekle Müslüman olur. Allah c.c. bildirdiği yol kuran'da ve sunnette dinini açıklamıştır
Ve bu yollu Allah rasulu bize acık bir şekilde bırakmıştır 
Aslında günümüzde her kendine müslümanım diyen Müslüman mıdır?
Nuh aleyhisselam’dan Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e kadar insanların çoğu Allah-u Teâlâ'ya inandıklarını ve O’na ibadet ettiklerini iddia etmişlerdir. Fakat Allah onların ne ibadetlerini ne de imanlarını kabul etmiştir. Onların yaptıkları ibadetleri geçersiz saymış ve onlara gerçek imanı ve ibadeti öğretmek için rasuller göndermiştir.
İnsanların Allah katındaki değeri ibadetlerinin çokluğuyla değil de yaptıkları ibadetlerin Allah’ın razı olduğu ve istediği şekilde olmasıyla ölçülür.
Nitekim Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem zamanındaki ehli kitap Allah-u Teâlâ'ya çokça ibadet etmelerine ve O’na iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen Allah-u Teâlâ onların ne imanını ne de ibadetini kabul etti. Hatta onları müşrik ve kafir olarak isimlendirdi.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"De ki: "Ey kitap ehli! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz." (Maide: 68) 
Gerek Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem zamanındaki müşrikler, gerek Rasulullah’tan önceki müşrikler Allah’ın yaratıcı olduğunu, her şeyi yoktan varettiğini ve rızık verici olduğunu kabul ediyorlardı. Fakat Allah-u Teâlâ onların bu inançlarına rağmen müslüman olmadıklarını, bilakis müşrik olduklarını ve sonsuza kadar da cehennemde kalacaklarını bildirmiştir.
Allah-u Teâlâ ancak istediği şekilde olan imanı, istediği şekilde olan İslamı, istediği şekilde olan ibadeti kabul eder.
Allah c.c. iman etmek sadece sözle olacak bir şey değildir. Allah a iman etmek Allah c.c. emretiğini yapmak yasaklarından kaçmakla olur. 
Allah c.c. şirki kitabında şidetle yasaklamıştır ve şirk işleyenleri ebedi azaba uğrayacaklarını bildirmiştir. Her kim Allah c.c. bu emrini yerine getirmeyip Allah şirk koşarsa Allah iman etmiş sayılmaz ne kadar namaz kılsa oruç tutsa haca gitsede Allah c.c. onun bu amellerini boşa çıkaracaktır.
Günümüzdeki tağutlar Allah ait olan hak sıfat ve yetkileri kendilerine vererek kendilerini ilah ilan etmişlerdir herkim bu kimseleri destekler onlar yüceltir onlara Müslüman hükmünü verirse oda onları desteklediği ve müslüman hükmü verdiği için dolayısıyla müşrik olmuştur 
Günümüzde ki kendine ben Müslümanım diyenler namaz kılanlar oruç tutanlar hac edenler bu fiilleri işleyip yani şirk işledikleri için Müslüman olmayıp müşrüktürler. Bu insanları Müslüman görmek Allah c.c. hükmün kaldırıp kendi hükmünü uygulamaktır çünkü Allah c.c. kendisine şirk koşanları müşrik olduklarını bildirmiştir. Ve bu konu hakında sabit naslar mevcuttur.
Müslüman Allah emretiği şekilde iman eden yasakları şeylerden kacınan ve ibadete hiçbir şekilde ortak koşmayan kişidir. 

İSLAMİYET NEDİR



İSLAMİYET
İslam kelimesi sözlükte; teslim olmak, boyun eğmek, itaat etmek anlamlarına gelir. Allah Teala’nın emirlerine teslim olup itaat etmeğe dayanan bir din olması sebebiyle bu dine İslam denilmiştir.
Terim Anlamı
Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen, dünyada ve ahirette insanları mutluluğa ulaştıracak hayat şekli, itikadî ve amelî bir nizamdır. İslam, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahî bir kanundur.
İslam’ın Mahiyeti
İslam’ın manası, teslim olmaktır; Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslam olmaz. (bk. En’am, 162 ve Nisa, 65)

İnsan, Allah’ın yarattığı kuldur.
Allah, ilmiyle her şeyi kuşattığından ve hikmet sahibi olduğundan kulluğun gereği, O’na teslim olmaktır. Hayatın kanunları insanın Allah’a teslim olmasını gerektirir. Çünkü bu kanunları da, insanı da en iyi bilen, Allah’tır.
Bütün kâinat ve içindeki her şey o yaratıcının kanunlarına itaat etmektedir. O yüzden bütün kâinatın dini İslam’dır. Güneş, ay, yıldızlar hep Müslümandır. Dünya, hava, su, ışık, ağaçlar, taşlar ve hayvanlar da Müslümandır. İslam, Allah’a itaat edip teslim olmak demek olduğu için, bütün bu varlıkların isyan etmeden Allah’a itaat ettiklerini görmekteyiz. Yani teslim oluşlarına, Müslüman oluşlarına şahidiz.

“Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (Al-i İmran, 3/83)
Bu ayette gökte ve yerde olanların teslimiyeti insana örnek olarak gösteriliyor ve deniliyor ki “Ey insan, işte sen de böyle teslim olmalısın!” Hz. Ali (ra)’nin de dediği gibi “İslam teslimdir, teslimiyettir.” Allah’a teslim olmayan kimse, Müslüman sayılmaz. İnsan neye teslim olmuşsa ona kul olmuş demektir. İslam,imanın bir tezahürü, dışa yansımasıdır. İman etmeden teslimiyet, yani imansız İslam olur mu? Olsa bile makbul değildir. Münafıklar inanmadan teslimiyet gösteren insanlardır. Günümüzde de gerektiği şekilde iman etmediği, Allah’ın hükümlerini içine sindiremediği, başka ideolojileri (dinleri) benimsediği halde kendilerini “Müslüman” olarak tanıtan insanlar bu sınıfa girerler. İslamiyetin (teslimiyetin) geçerli olabilmesi için gönül rızasıyla, kayıtsız ve şartsız tam bir teslimiyetle Allah’ın şeriatına teslim olmak gerekir.
İnsan da kendi hür iradesi ve tercihiyle Allah’a teslim olursa, İslam’ı seçip Müslümanca yaşarsa, kâinatın boyun eğdiğine teslim olduğundan artık o, kâinatla barışıp uyum sağlar. Böylece bu insan, Allah Teala’nın dünyadaki halifesi, temsilcisi olur.
İslam dinini, kapsamlı olarak kısaca tanımlamak mümkün değildir. Onun kapsamlı tarifi ancak Kur’an ve sünnetin tamamıyla yapılabilir. Çünkü İslam’ın muhtevası ve sınırları Kur’an ve sünnetle çizilmiştir. İslam, Kur’an’dan ve sünnetten öğrenilebilir. Yüce Allah bu dini her yönden mükemmel ve kapsamlı kılmıştır. Öyle ki, İslam’da hükmü açıklanmamış hiç bir mesele yoktur. Bir mesele mubah mıdır, haram mıdır, mekruh veya sünnet midir, vacip veya farz mıdır; yapılan herhangi bir eylem veya inancın hükmü belirtilmiştir. İnanç, ibadet, siyaset, sosyal, ekonomi, savaş, barış, hukuk veya insanı ilgilendiren başka herhangi bir mesele olsun; onunla ilgili dinde mutlaka bir hüküm vardır veya müctehidler, hükmünü Kur’an ve sünnetten yola çıkarak tesbit ederler. Allah, Kur’an-ı Kerim’in özelliğini şöyle açıklar:

“Sana bu kitabı (Kur’an’ı) her şeyi beyan etmek, açıklamak için gönderdik.” (Nahl, 16/89 ve yine bk.Yusuf, 111)
Kur’an ve sünnette hükmü açıkça belirtilmeyen meseleler hakkındaki hükmü, İslam ümmetinin müctehid alimleri, kitap ve sünnete dayanarak çıkarırlar.
Peygamberimiz (s.a.v.) İslam’ı değişik şekillerde tanımlamışlardır. Bu tanımlardan biri şu şekildedir:

“İslam, beş esas üzerine bina edilmiştir (kurulmuştur). Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.v.) O’nun kulu ve rasülü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Beyt’i (Kâbe’yi) haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” (Buhari, İman 1; Müslim, İman 22; Nesai, İman 13; Tirmizi İman 3)
Yukarıdaki hadis, İslam binasının bu beş temel üzerinde kurulu olduğunu açıklamaktadır. Dikkat edilmesi gereken husus, bu beş esas, İslam’ın temelleridir ama, İslam’ın tamamı değildir. Bir evin sadece temellerden ibaret olduğu nasıl söylenemezse, İslam’ın bu beş temelden ibaret olduğunu iddia etmek de aynı şekilde yanlıştır. Kur’an-ı Kerim’i açıp okuyan görecektir ki, bu beş hususun dışında ahlaktan, iktisattan, sosyal meselelerden, siyasetten, barıştan, savaştan, hayırdan, şerden... söz edilmiştir. İslam, temel ve binadan meydana gelmiştir. Temel, bu beş rükundur. Bina ise, insan hayatıyla ilgili İslam’ın diğer hükümleridir. Müslümanın görevi, İslam’ı tümüyle tanımak ve tüm olarak ikame etmek, ayakta tutmaktır.
Bu meşhur hadis-i şerifin ışığı altında İslam’ın temellerini ikiye ayırabiliriz: Şehadet kelimeleriyle özetlenen iman ve önemine binaen dört amelin zikredilmesinden anlaşılan amel-i salih.. İslam, şehadet kelimesi ve imanın rükûnlarıyla ortaya çıkan inançtır. İslam; namaz, zekat, oruç ve hac ile ortaya çıkan ibadetlerdir. Bunlara İslam’ın rükûnları, temelleri denilir. İslam’ın geri kalanı ise, bu temeller üzerine kurulan binadır. Bu binayı meydana getiren unsurlar İslam’ın hayat sistemleri, nizamlarıdır: Siyasî nizam, ekonomik nizam, ahlakî nizam, askerî nizam, sosyal nizam, öğretim nizamı vs. İslam’ın hakimiyetini sağlaması için ayrıca müeyyideleri vardır. (Müeyyide: Kanun ve ahlakî emirlerin yerine getirilmesini temin eden kuvvet, yaptırımla ilgili kural demektir.) Bu müeyyideler; cihad, marufu emredip münkerden sakındırmak; fıtrî cezalar, Allah’ın dünya ve ahirette verdiği Rabbanî cezalardır. O halde İslam; inanç, ibadet, hayat sistemleri ve müeyyidelerdir.
İslam, insanın içi ve dışı, kalbi ve kalıbı, aklı ve vicdanı, arzusu ve nefreti, duygusu ve hassasiyetiyle Allah’a teslim olup boyun eğmesidir. Kalbini ve aklını, elini ve eteğini, içini ve dışını Allah’ın hükmü dışındaki her türlü etkiden kurtarmaktır. İslam, genel nizam, hayatın her cephesiyle ilgili kanun ve vahiyle emredilip, peygamberle tebliğ edilen, insan davranışlarının programıdır. Bu programa uyana sevap; uymayana ceza vardır. İslam, Allah Teala’nın indirdiği ahkam (hükümler), akide, ibadet, ahlak, muamelat, Kur’an ve sünnetteki haberlerin bütünüdür.
İslam’ın zıddı, cahiliyyedir. (Cahiliyye bir inanç ve yaşama biçimi olarak İslam’ın dışındaki her türlü küfrün ortak adıdır. Küfür demektir.) İslam’ın her parçasının karşısında mutlaka cahiliyye vardır. İslam tüm ayrıntılarıyla cahiliyyenin karşıtıdır. Çünkü İslam’dan her bir cüz, Allah’ın her şeyi içine alan ilminin eseridir. Ona karşı olan her düşünce ve hareket de, mutlaka cahiliyyedir. Çünkü o, sınırlı insan ilminin eseridir. Üstelik insanın heva ve arzuları kendisine galip gelebilir; güzeli çirkin, çirkini de güzel görebilir.

“Yoksa onlar cahiliyye idaresini mi istiyorlar? İyi anlayışlı bir toplum için, hüküm koyma yönünden Allah’dan daha güzel kim vardır?” (Maide, 5/50)
Bazı insanlar, cahiliyye yolunda gidenlerin bir kısmının hareket, yaşayış veya bazı sistemlerinde ortaya çıkan güzel ve olgunluğu görünce, şüpheye düşerler. Bunun sebebi, İslamiyet'ten olan bir şey, bazan cahiliyye ile karışır. İslam’dan olan o şey, orada da güzel görünür. Cahil kişi, İslam’ın hakikatını bilmediği için bu düzene bağlanır. Şayet bu insan hakkı bilseydi, o cahiliyye düzeninde gördüğü kısmî iyiliklerin İslam’a ait olduğunu anlayacak, kaynağa ve asla yönelecekti.
İnançlarda İslam ve cahiliyye vardır. İbadetlerde İslam ve cahiliyye vardır. Ahlakta, siyasette, öğretimde, savaş, barış ve sosyal meselelerde İslam ve cahiliyye vardır. İnsanla ilgili bütün meselelerde, bütün kanun ve kurallarda İslam ve cahiliyye vardır. İnanç ve ibadetlerdeki cahiliyye, cahiliyyelerin en tehlikelisidir. Onun için Allah Teala, sağlam itikatla beraber bazı cahiliyye hareketlerinde bulunanları affeder ama, inanç ve ibadetleri cahiliyye inanç ve ibadetleri olan kimseyi, İslam’ın tüm ahlakıyla ahlaklansa dahi kesinlikle affetmez.

“Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ama bunun dışında dilediğini affeder.” (Nisa, 4/48)
Allah Teala İslam’ı bir bütün olarak göndermiştir. Kim tümünü alırsa, işte o Müslümandır. Kim onun bir kısmını alır ve bir kısmını almazsa, İslam’la cahiliyyeyi birbirine karıştırmış olur.
“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası dünyada rezil ve rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 2/85)
Her Müslümanın, cahiliyyenin bütün âdet ve kurallarından arınmış olması ve İslam’ın bütününü alması gerekir.
İslam Dini’nin Gayesi
İslam’ın getirdiği hükümler, insanların mutluluğunu amaçlamaktadır. Bu hükümlere uygun hareket edenler, hem dünya hem de ahiret saadetini kazanacaktır. İslam, kişinin kalbini, aklî düşüncelerini ve amellerini ıslah ederek, onları yükselterek bu saadetlere ulaştırır. Toplumun saadeti de ferdin saadetine bağlı olduğundan, kişinin mutluluğu aynı zamanda cemiyetin de mutluluğudur. İslam, bu hedefi gerçekleştirmek için birtakım hükümler koymuştur. Bunlara şer’î hükümler denir.
İslam Dini’nin Hükümleri
İslam Dininin hükümleri dört kısımdır.
a) İman (İtikadi hükümler): İnsanın dinde kabul etmesi ve reddetmesi gereken hususlarla ilgili hükümlerdir. İnsana neleri kabul etmesi, neleri reddetmesi gerektiğini bu hükümler öğretir. İnsan, iman esaslarına inanmakla manevi gıdasını almış, kalbini yanlış inançlardan temizleyerek gerçek değerini kazanmış olur.
b) Amel: Amel, insanların yaptığı işlerdir. Yapılması veya yapılmaması gereken fiillerdir. Hangi amellerin, hangi şartlarla nasıl yapılacağını ve nasıl sahih olacağını açıklayan hükümlere, amelî hükümler denir. Dua etmek, zekat vermek, cihad etmek, ilim tahsil etmek gibi.
c) Ahlak: Hal ve hareketleri, davranışları, İslamî ve insanî ilişkileri açıklayan hükümlere denir. Ahlakın güzelleşmesine ve vicdanın terbiyesine ait bulunan hükümlerdir. Kötü söz ve yalan söylememe, kendisi için istediğini başkası için de isteme... gibi.
d) Hukuk (Muamelât, Ukubat): İman, ahlak ve şahsî amel gibi konuların dışında kalan, özellikle devlet yönetimini, toplum idaresini ve ekonomik durumları içeren konuları, evlenme, boşanma, miras dağıtımı, ticari ve siyasi işleri, kısaca İslam devletinin kanun ve kurallarını belirleyen bütün hükümlerdir.
İslam, insan hayatının vazgeçilmez de olsa bir parçası değil; her yönüyle insan hayatının bütünüdür. İslam, insanın günlük yirmi dört saatini ve doğumdan ölümüne her alandaki her yönünü kapsar ve belirler. Tuvalet âdâbından devlet yönetimine varıncaya kadar insanın tüm hayatını kuşatır. İslam, insan hayatının bütünüdür. İnancı, ibadeti, ahlakı ve hukukuyla bir bütündür. Parçalanmaz veya herhangi bir şeyle sentez yapılamaz. Atma ve katmaları, hurafe ve bid’atları kabul etmez. Allah tarafından tamamlanmış eksiksiz bir nizamdır.
İslam’ın Genel Özellikleri
1) Rabbanîlik: (Rabba ait olmak, ilahî olmak) İslam, hak ve ilahî dindir. Vahye dayanır. Hedef ve gayede Rabbanîdir. Allah’ın rızası bir Müslüman için her şeyde vaz geçilmez amaçtır. İslam’ın kaynağı ve metodu da Rabbanîdir.
2) İnsanîlik: (İnsan fıtratına uygunluk) Kur’an insanlara indirilmiş, peygamberler insanlar arasından seçilmiştir. İslam insana, insanın aklına büyük önem vermiş, fıtratına uygun hükümler koymuştur. İslam’a göre insan, yeryüzünde en güzel biçimde ve halife olarak yaratılmış, ruhi unsur ile seçkin kılınarak evren kendi hizmetine verilmiştir. İslam, insanın hiç bir güç ve enerji odağını ihmal etmez. Onların hepsini ıslaha, çalışmaya ve gelişmeye doğru yönlendirir. İnsan, taşıyabileceği ölçülerde yüklenen bu yükümlülükleri omuzlayarak barış, güven ve huzur içinde yoluna devam eder. Bu yükümlülükler insanın kendi fıtratıyla uyumludur. Gönlünün ve vicdanının sesiyle bütünleşir. Fıtratını ıslah etmeyi hedef alır. İslam’ın tüm hükümleri insanın dünya ve ahiret saadetine yöneliktir.
3) Kapsamlılık ve evrensellik: İslam, ebediyeti kapsayacak uzunlukta, bütün insanları kuşatacak genişlikte, dünya ve ahiret işlerini içerecek derinliktedir. Mesajı ve hükümleri bütün zamana, bütün dünyaya, bütün insanlığa yöneliktir. İnsan hayatının beşikten mezara tüm aşamalarını ve hayatın tüm alanlarını tanzim eder. İslam’ın öğretileri de kapsamlıdır. Bu kapsam, inançta, ibadette, tasavvurda, ahlak ve fazilette, düzenleme ve yasalarda kendini gösterir.
4) Vasatlık ve denge: İslam; denge, orta yol, adalet, ölçü gibi temel dinamikleri olan bir dindir. İfrat ve tefritten uzaktır. Aşırılıklar yoktur. İnsanı azdırmaz ve ezdirmez. İnsanın gücü böyle dengeli bir nizam kurmaya yeterli değerlidir. İnanç, ibadet, ahlak ve teşrîde vasat (adalet ve denge) unsurlarını kolaylıkla görebiliriz. Dünya - ahiret, madde - mana, zengin - fakir arasında denge vardır. İnsanın içi ve dışını, ruhu ve bedenini, birey ve toplumu, fert ve devleti, kadın ve erkeği, aile ve milleti dengeler. Her birinin birbirine karşı hak ve görevlerini düzenli, dengeli ve uyumlu bir biçimde belirler.
5) Açıklık ve netlik: İslam’ın inanç esasları, dini kavramlar sade ve açık seçiktir. Anlaşılması, anlatılması ve kabulü kolaydır. Aklı, mantığı zorlamaz.
6) Halis din: Analiz ve sentez, atma ve katma kabul etmeyen, kaynağı sağlam ve değiştirlemez olduğundan tahrif edilemeyecek bir dindir. Bid’at ve hurafelere kapılarını kapamıştır. Allah tarafından tamamlanmış ve razı olunmuş tek hak dindir.
7) Tevhid: İslam, her şeyden önce tevhid dinidir. En mükemmel Allah inancını yerleştirir. İslam’da Allah’ın sıfatları insanlara ve diğer varlıklara verilmez. Allah’ın hiç bir şeye benzemediği vurgulanır. İnsan ve başka yaratıklar tanrılaştırılamaz. Allah’dan başkasına tapınılmaz, dua edilmez.
8) Tüm peygamberleri tasdik: Allah tarafından gönderilen bütün peygamberlere inanılır. Peygamberler arasında ayrım yapılmaz. Tanrılaştırma ve yakışık almayan isnatlar gibi aşırılıklardan uzak olarak, Allah’ın elçisi ve kulu oldukları kabul edilir.
9) Egemenlik Allah’ın: Yasa, hukuk ve prensip belirleme, kanun koyma işi sadece Allah’a aittir. İslam; hüküm, hakimiyet, egemenlik ve otoritenin Allah’a verildiği, ezen ve ezilenin, kula kulluk yapanın olmadığı bir toplum oluşturur.
10) Sağlam kaynak: İslam’ın temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, kıyamete kadar tahrif edilemeyecek bir kitaptır. Dünyanın her tarafındaki Kur’an nüshaları aynıdır.
11) Evrenle uyum: Evren ve içindeki varlıkların tümü Allah’a teslim olup itaat ettiklerinden Müslüman sayılırlar. İslam’ı seçip teslim olan insan da kainatla uyum içinde, aynı yasalara itaat etmiş olur. Böylece insanın emeği ve enerjisi evrenin imkanlarıyla bütünleşir. İslam, insanı evrendeki doğal güçlerle çatışmaya ve boğuşmaya sokmaz.
12) Tek toplum (ümmet) oluşturur: İslam, uyumlu, tutkun ve dayanışma içinde hareket eden bir toplum (ümmet) oluşturur. Akide bağıyla bir araya gelen, ırk, renk, vatan, ülke ve sınıf ayrımı yapmayan bu toplumun temel dinamikleri (harekete geçiren özellikleri) kardeşlik, yardımlaşma, eşitlik, adalet, hakkı ve sabrı tavsiye etme, iyiliği yayma, kötülüğe karşı mücadele etmedir. Zina, fuhuş, hırsızlık, haksızlık, faiz... gibi kötü ahlak ve çirkin geleneklerin ortadan kaldırıldığı, insanların yeme içme, barınma ve cinsel oburluklarının engellendiği erdemli, iffetli bir toplum oluşturur. Küfrün tek millet olduğu gibi; bütün Müslümanlar da, birbirlerini ancak kardeş kabul eden tek bir millettir.
13) Kolaylık ve müjde: İslam; dili, ırkı, mazisi ne olursa olsun kelime-i şehadet getirip buna uygun yaşayan herkesi Müslüman sayar. Eşitlik ve adalet esasına dayanır. Kimsenin zorla Müslüman yapılmasını kabul etmez. Kalpleri fethederek yayılmayı esas alır. Hükümleri yaşanılacak kolaylıktadır. İbadetlerin yapılmasında gücümüz dikkate alınarak birçok kolaylıklar gösterilmiştir. Gücün yetirilemeyeceği zorluklar emredilmez. İslam’ın rahmet, af ve müjde tarafı ağır basar. İslam,insanın ruhî ve bedenî tüm ihtiyaçlarını hoşgörüyle karşılayıp, kolaylıkla ve basit biçimde çözüm getirir. Ama bütün bu kolaylıklara rağmen, tembellik ve dünyaya aşırı meyilden dolayı kulluğunu ihmal edenler Allah’ın azabıyla ikaz edilirler.
14) Akla ve ilme önem verir: İslam vahiy dini olmasıyla birlikte, akla büyük önem verir. Akla hitap eder, akıllıyı sorumlu tutar. Bilime de üstün değer vermiş, ilim öğrenmenin her Müslümana farz olduğunu bildirmiş, çalışma, öğrenme ve düşünce gibi konulara gereken yeri vermiştir. Yalnız unutmamak lazım ki, İslam akılcı değil, akıllların dinidir.
15) İnsan hakları: Hiç bir düzende (dinde) görülemeyecek kadar insan haklarını gözeten İslam, insanın şu haklarını korumaya alır:
     a. Din emniyeti: İslam, din hakkını ve dini yaşama hürriyetini güvence altına alır.
     b. Nefis (can) emniyeti: İslam, yaşama hakkını temin eder.
     c. Akıl emniyeti: İlim ve tefekkürü emreden İslam, içki ve uyuşturucu gibi akla zarar verecek şeyleri yasaklar ve aklı her türlü arızalardan koruyucu tedbirler alır.
     d. Nesil emniyeti: Irzın, şeref ve namusun korunmasını ve sağlıklı nesiller yetiştirilmesini temin için İslam gerekli her türlü ortamı hazırlar.
     e. Mal emniyeti: İslam malı korumak için, hırsızlık vb. suçlara giden yolları tıkadığı gibi, insanlara yeterli geçim kaynaklarına sahip olma hakkını ve imkanını tanır.
Özetle İslam, her insanın onurunu, namusunu, özgürlüğünü, dinini, malını, canını, geçimini ve işini garanti altına alır.
İslam, insan hakları konusunda hala ulaşılamaz durumdadır. İnsani kardeşlik prensibine yer verir. Irkçılığı ve takvanın dışında üstünlük anlayışlarını reddeder. İslam’ın emir ve yasakları, hükümleri, ibadetleri, ceza anlayışı... eşitliği isbat etmektedir. Diğer düzenlerde bu denli eşitlik teoride bile yoktur. Eşitlik adına adaletsizliğe de göz yummaz. Kadın - erkek eşitliği diyerek cinsel farklılıkların gözardı edilip istismar edilmesine, insanların sömürülerek zulmedilmesine yol açacak aşırılıklara da geçit vermez.
İslam’ın, Önceki Peygamberlerin Şeriatlarıyla İlişkisi
a) İslam bütün peygamberlere gelen dinlerin adıdır (bk. Bakara, 130 - 133). İnsanlık dünyaya peygamberle (Hz. Adem’le) gelmiştir. Zamanın şartlarına ve insanlığın ihtiyaçlarına göre Allah Teala peygamberleri değişik şeriatlarla (hukuklarla) göndermesine rağmen; itikat (inanç) her peygamberde aynı olmuştur.
b) Önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dinler bir kavme gönderilmişti. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gelen İslam, evrensel bir dindir. Yani tüm evrene ve bütün insanlığa Allah (c.c.) tarafından sunulmuş, kıyamete kadar geçerli olacak bir hayat şeklidir.
c) Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tebliğ ettiği İslam Dini, önceki peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin hükümlerini (şeriatlarını) nesh edip ortadan kaldırmıştır.Yani şu anda geçerli olan şeriat Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şeriatıdır.
d) İslam dini, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önce Allah (c.c.) tarafından gönderilen tüm kitapları ve peygamberleri tasdik eder.
İslâm Hakkında Birkaç Ayet

“Allah katında gerçek din islam’dır.” (Al-i İmran, 3/19)
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.” (Al-i İmran, 3/85)
“Kim nefsini (tümüyle) Allah’a, O’nu görür gibi teslim ederse muhakkak ki o, en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu ancak Allah’a dayanır.” (Lokman, 31/22)
“ Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı verip ondan razı oldum...” (Maide, 5/3)
İslam’ın Rükûnları
İslam’ın rükûnları (temelleri) beştir:

 Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasülü olduğuna şehadet etmek, namazı ikame etmek, zekat vermek, Beyti haccetmek, Ramazan orucu tutmak...
Peygamberimiz’in İslam’ı tarif ettiği Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte ve konunun başında zikrettiğimiz İslam’ın beş temel üzere bina edildiğini bildiren hadiste (cahil halkın yanlış olarak İslam’ın beş şartı dediği) bu beş temelin sayıldığını biliyoruz. Şehadet veya tevhid kelimeleri dediğimiz imanın rükûnlarını (temel ilkelerini) ileride tevhid konusunu işlerken ayrıntılarıyla göreceğiz. Burada, bu ibadetlerin önemine binaen prototip örnekler olarak belirtilen ve diğerleriyle birlikte amel-i salih olarak etrafını câmi olarak tanımlayabileceğimiz rükûnlardan kısaca ve akaidi ilgilendirdiği yönleriyle bahsedeceğiz. Bu amellerin nasıl yapılması gerektiği fıkıh, ilmihal kitaplarında ve fıkıh derslerinde konu edinilmektedir.
Amel-i salih nedir? Salih amel, Allah katında razı olunan amellerdir. Bu amel (davranış) iki özellik taşır: Biri, İslam şeriatına uygun olması, ikincisi; niyyetinin Allah rızası için ve O’na ibadet için olmasıdır. Bir amel, bu iki özelliği veya bunlardan birini taşımazsa Allah katında râzı olunan amellerden, yani amel-i salihten olmaz. Böyle bir amelin ecri ve sevabı da yoktur. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:

“Kim Rabbine kavuşmayı ümid ederse, salih amel işlesin, Rabbine ibadette hiç bir kimseyi ortak koşmasın...” (Kehf, 18/110)
Amel-i salihin İslam’daki yeri cidden pek büyüktür. Çünkü bu ameller Allah’a, ahiret gününe iman etmenin meyvesidir. Kelime-i şehadetin (tevhidin) manası, amel-i salih işlemek ve bu yola girmekle meydana çıkar. İslam kelimesinin teslimiyet anlamına geldiğini ve bu teslimiyetin de Allah’ın emirlerine itaat edip teslim olma demek olduğunu hatırladığımızda amelsiz, itaatsız, ibadetsiz İslam’ın olamayacağı ortaya çıkar. Amel-i salihin İslam’daki öneminden dolayı birçok ayetler onu övmektedir. Bu ayetlerin bazısı onu imana yaklaştırır, bazısı güzel mükafatını açıklar, bazısı da özellikle ahiret hayatında vereceği faydadan bahseder.
“Andolsun asra ki, muhakkak insan ziyandadır (zarar görecektir). Ancak iman edip amel-i salih işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.” (Asr, 103/1-3)
Diğer örnek ayetler için mesela bk. Maide, 9 ; Ra’d, 29 ; Nahl, 97 ; Kehf, 30; Meryem, 76; Ankebut, 7, 9.
Amelin kabulü için İslam’ı benimsemek şarttır. Bundan dolayı Allah, iman ile amel-i salihi beraber zikretmiştir. Bir kimse, Allah rızası niyyetiyle ve İslam şeriatına uygun bir amel de İşlese, eğer o kişi Kur’an’da belirtilen gerçek İslam’ı tümüyle kabullenip benimsemedikçe o ameli Allah onun yüzüne çarpacaktır. Böyle bir amel için ne bir sevap, ne de bir mükafat vardır. (bk. Al-i İmran, 3/85)
Amel-i salih çok çeşitlidir. İbadet olsun, muamelat olsun, Cenab-ı Hakk’ın emrettiği şeylerin hepsidir. Müslüman, Rabbına itaatı, şeriata boyun eğmeyi ve Allah’ın rızasını taleb etmeyi düşünerek bir amel işlediği zaman, amel-i salih ehlinden olur.
Bu amel-i salihin başında (dar anlamıyla) ibadetler gelir. İbadetlerin de başındanamaz, oruç, hac ve zekat gelir. Bunlar İslam’ın temelleridir. Bu ibadetlerde ihmal veya önemini küçümseme kesinlikle caiz değildir. Bunun için İslam’ı tanımlayan meşhur hadiste açıkça bildirilmiştir.
İslam’da ibadetlerin önemi büyüktür. İbadetler, kişinin Rabbıyla olan ilişkisini düzenler ve belli bir şekilde Allah’a karşı kulluğunu ortaya koyar. İbadetler, Allah’ın kulları üzerindeki özel hakkıdır. Bu ibadetlere özen göstermek ve başkalarını önce imani esaslara, sonra ibadetlere davet etmek gerekir. İbadetler eksik olduğu halde, insanın imanının kuvvetlenmesi ve kalbinde kök salması mümkün değildir. Hatta küfrün egemenliğinin çevre şartlarının tümüne uzandığı günümüzde namaz başta olmak üzere, ibadetlere gevşeklik gösteren insanların imanları çok büyük tehlikelere girer. Yani kişinin namaz ve diğer ibadetleri hakkıyla yerine getirmeden mü’min kalması çok zordur. Bunlar, balık için su, insan için hava mesabesindedir.
Bu ibadetler içinde namazın akaid açısından daha büyük önemi vardır. İslam; namazı, Müslüman ve kâfir arasını ayırt edici bir alamet olarak açıklamıştır.Ne yolculuk, ne savaş, ne hastalık halinde namazda ihmal caiz değildir. Onu terk etmek ve bu konuda tembellik göstermek münafıkların âdetidir. Kul, Rabbine döndüğü zaman kendisine ilk sorulacak şey namazdır. Namaz, Allah’a olan kulluğunu ve kelime-i tevhidin manasını kişiye devamlı hatırlatan bir ibadettir. Namaz, sahibini her türlü çirkinliklerden, fuhşiyattan ve kötülüklerden meneder. Namazın önemi konusunda Kur’an’daki ayetlerden bazılarının sure ve numaralarını verelim: Rum, 31; Bakara, 1-3, 153 ve 238; Nisa, 103; 142; Ankebut, 45 Müslüman, namaza “Allahü Ekber” ile çağrılır; onunla namaza başlar, namaz süresince sık sık onu tekrarlar. Çünkü Allah, her büyükten daha büyük, her kuvvet ve kudret sahibinden daha yücedir. Kul, her şeyden daha büyük ve aziz olan Allah’a bağlandıkça, O’ndan başka hiç bir kimseden korkmaz. Başkasına kulluk etmekten sakınır.Oruç, hac, zekat ve diğer bütün ibadetler, imanı takviye eder, nefsi kötülüklerden arındırır, kulu Rabbine bağlar. Oruçta, Allah sevgisini bedenin isteklerine tercih etme hali vardır. Müslümanı, ihlas, irade ve sabır hallerine alıştırma özelliklerini taşır. Zekat, Müslüman için cimrilik ve hasislik hastalığından temizlenmeyi sağlayan mali bir ibadettir. Malın esas sahibinin Allah olduğu, kendisinin ise bir emanetçiden başka biri olmadığını insan zekatla daha iyi kavrar. Zekat, mal sevgisine, Allah rızasını ve sevgisini tercih etmektir. Toplumun muhtaç kesimine hisse ayırmak, böylece sosyal adaletin sağlanmasına hizmet etmektir. Hac ise, Müslümanın ameli eğitimidir. Hac ibadetiyle Müslümanın fiilen açık ve muayyen bir şekilde kulluğunu ortaya koyduğunu görüyoruz. İlim, cihad, iyiliği emir, kötülükleri yasaklamak, sabır, tevekkül, takva, Allah sevgisi ve O’nun azabından korkmak... gibi emirler, Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu salih amellerin başında gelir.

İslam’ın Tebliği
İnsanlık tarihi devam ettiği müddetçe, İslam, herkese tebliğ edilmelidir. Bu davet ve tebliğin asıl gayesi, insanları kula kulluktan kurtarıp sadece tek olan Allah’a bağlamaktır. Bu görevi yapacak insanlar mutlaka olmalıdır.

“İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir cemaat bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 3/104)
ayet-i kerimesi bu durumu te’yid etmektedir. İslam, herkese, ama özellikle Müslüman geçinenlere götürülmelidir. Çünkü onların İslam bildikleri şeyler İslam değildir. Bu durum mutlaka düzeltilip onlara hakikat gösterilmelidir.
İslamî davetin gayelerinden biri de, İslam’ı tekeline alıp ona kimseyi ulaştırmayanların elinden İslam’ı alıp herkesin ona ulaşmasını sağlamaktır. İslam, hiç bir gücün tekelinde olamaz. Hiç bir güç İslam’ın bazı ibadetlerini elinin altına alıp zorlaştıramaz. Bunu yapanlar, ister İslam adına yapsınlar, isterse cahiliye adına yapsınlar; her iki durum da Allah’a karşı büyük bir edepsizliktir. Çünkü Allah Teala, kendisine ulaşma yolunda ne kadar engeller varsa kaldırılmasını ister. Hatta o engellere karşı cihadı her Müslümana farz kılmıştır. Ta ki, insanlar saf ve berrak olan İslam’ı kendi istekleriyle tanısınlar, öğrensinler ve onu kabullensinler. İnsanları, insanların hakimiyet ve sultasından, değer verdikleri ağalardan, ağabeylerden, atalardan, babalardan, efendilerden ve bağlanıp kaldıkları âdetlerden kurtarıp, hayatın her safhasında Allah’ın nizam ve hakimiyeti olan İslam’a ulaştırmak... İşte, İslam budur ve bütün peygamberler de bunun için gönderilmişlerdir.
İslam’ı Hayata Hâkim Kılmak
İnsanlık tarihi boyunca, İslam’ın esas dayanağı olan temel ilke “La ilahe illallah” kaidesidir. Yani uluhiyeti, rububiyeti, saltanat ve hakimiyetisadece Allah’ a tahsis etmek kuralı. Bu kaide gönülde ve kalpte inaç; duygu ve hareketlerde ibadet; hayat sahasında da kanun ve nizam olarak tezahür etmelidir. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, böyle kamil bir şekilde olmadıkça Allah’a ve İslam’a saygısızlık yapılmış olur.
Bu kaidenin tatbiki insan hayatının bütünüyle Allah’a yönelmesidir. Böylece insanoğlu bütün işlerinde ve hayatın her safhasında Allah’ın hükmüne müracaat ederek buna tabi olur ve Allah’ın hükmünü kendi düşünce ve görüşüne tercih eder.
Allah’ın hükümlerini insanlara ulaştırıp tebliğ eden Rasülullah (s.a.v.)’dır. Bu kaide ise İslam’ın ilk şartı olan şehadet kelimesinin ikinci rüknünü temsil eder.

“Şüphesiz Muhammed (s.a.v.) Allah’ın rasülüdür.” (Fetih, 48/29)
İşte İslam’ın dayandığı ve temsil ettiği temel ilkenin ikincisi. Bu kaide bütün yönleriyle hayata tatbik edildiği zaman, en mütekamil bir nizam ortaya çıkar. İşte Allah’ın razı olduğu nizam budur.
İslam’ın hedefi, cahiyyeyi ortadan kaldırmaktır. Bunun için de yeni ve faal bir kadronun oluşturulması lazımdır. Bu kadro, yaşama tarzıyla, düşünce yapısıyla, sosyal düzeniyle, değer yargısı ve kaynağıyla, kısaca her şeyiyle İslam metoduna uygun hareket eden bir cemaattir. İşte, böyle bir kadro ancak yeniden İslam ümmetini oluşturur ve Allah’ın şu beyanatına mazhar olur:

“Siz, insanlar içinden seçilip çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Çünkü iyiliği emreder, kötülüğe karşı çıkar ve Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran, 3/110).
“İşte böylece sizleri mutedil bir ümmet kıldık. İnsanlara şahid (örnek) olasınız ve Peygamber de size örnek olsun diye...” (Bakara, 2/143)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

MÜSLÜMAN KİME DENİR-MÜMİN KİME DENİR



ALLAH ve AHİRETE İNANAN HERKES MÜSLÜMANDIR
MÜSLÜMAN KİME DENİR
Müslüman; ”Allah’a teslim olmaya söz veren” demektir. 
Savaşta teslim olan kişi ne yapar? 
Teslim alanın bütün şartlarını kabul ettiğini beyan eder. 
Kişinin Allah ile savaş yapması söz konusu değil. 
Buradaki teslim oluş; iradî bir teslim oluştur. 
Kişi şöyle ifade eder: 
“Hiçbir baskı altında olmaksızın, kendi iradem ile Allah’ın bütün şartlarını kabul ediyorum”. Bu kabul edişe müslüman oluş denilir.
MÜMİN KİME DENİR
Sözünde duran demektir.Allah’ın bütün şartlarını yerine getirmeye söz veren kişi, hayatının sonuna dek, sözünde durur ise, mümin sayılır.

ALLAH ve AHİRETE İNANAN HERKES MÜSLÜMANDIR
islâm âlimlerinin önemli bir yanılgısı da, Allah ve ahirete inansalar da, diğer din mensuplarının müslüman olmadığıdır. Halbuki; aşağıda vereceğimiz ayetten, Kur’an’ın, Allah ve ahirete inananları müslüman olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.
“İbrahim demişti ki: Rabbim, bu şehri güvenli bir şehir yap, halkından ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İNANANLARI çeşitli ürünlerle besle!
(Rabb’i) buyurdu; İNKÂR EDENİ dahi az bir süre geçindirir; sonra onu cehennem azabına (girmeğe) zorlarım, ne kötü varılacak yerdir orası!” (2/126 S. Ateş çev.)
Ayetten, inanmanın öncelikli ve temel şartının Allah ve ahiret inancı olduğu, kişi, Allah ve ahireti inkâr etmedikçe inananlardan sayıldığı anlaşılmaktadır.
Dikkat edilirse,Hz.İbrahim hiç bir ayrıntıya girmeden ve hiç bir ayırım gözetmeden Allah ve ahirete inananlara dua etmektedir.Ayetin ikinci bölümünden de,cehenneme girmeye zorlanacak kişilerin Allah ve ahireti inkar eden kişiler olacağı anlaşılmaktadır.
Aşağıda vereceğimiz ayetten de, Kur’an’ın, cami, kilise, havra ve manastırlar gibi müesseseler arasında da bir ayırım yapmadığı anlaşılmaktadır.
“Onlar, sırf ‘Rabb’imiz Allah’tır’, dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde. 
ALLAH’IN İSMİ ÇOK ANILAN manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. (Fakat Allah, bazı insanları güçlendirerek, onlar vasıtasıyla, mümin kullarını savunur. Kendisine inananlar ile, isminin anıldığı mabetleri korur.) Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gaalibdir.” (22/40 S. Ateş çev.)
Görüldüğü gibi Kur’an, söz konusu müesseseler arasında ayırım yapmadan, “Allah’ın ismi çok anılan” yerler olarak nitelendirmektedir.
İçinde Allah ve ahiret inancını barındıran bütün inanç sahiplerinin, iyi işler yaptıkları takdirde üzülmeyecekleri, yani cennete gidecekleri, dolayısıyla müslüman oldukları, aşağıdaki ayetten daha açık anlaşılmaktadır.
“Şüphesiz inananlar, yahudiler, hıristiyanlar ve sâbiiler(den) Allah’a ve ahiret gününe inanan ve iyi işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”
 (2/62 S. Ateş çev.)
Ayet, inananlar derken, bütün peygamber ve ilâhi kitapları tasdik edenleri, ayet, yahudiler derken, Tevrat ve Hz. Musa’ya inananları, ayet hıristiyanlar derken, İncil ve Hz. İsa’ya inananları, ayet sâbiiler derken, herhangi bir şekilde Allah ve ahirete inanan,kabile,yöre veya ilkel dinleri vurgulamaktadır.
En önemlisi, aşağıda vereceğimiz ayetten de, yanlış veya dogmalarla da olsa, iyi niyetle, Allah’a yönelenenlerin inananlardan, yani müslümanlardan olduğu anlaşılmaktadır.
“... İcad ettikleri ruhbanlığı, biz onlara yazmamıştık, yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için kendiliklerinden uyguladılar ama ona gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan İNANANLARA mükâfatlarını vereceğiz. Fakat onlardan bir çoğu da yoldan çıkmıştır.” (57/27 S. Ateş çev.)
“ Biz de onlardan inananlara mükâfatlarını vereceğiz.” Ayetin bu ifade ile dikkat çektiği inananlar, peygamberlerden neden sonra, din adamlarının bilerek veya bilmeyerek din adına koydukları kural veya kayıtların doğru olduğunu zannedip, samimiyetle uygulamaya çalışan, Allah ve ahiret inancına sahip, herhangi bir dine, mezhebe mensup insanlardır.
Buraya kadar verdiğimiz ayet ve Kur’an’daki diğer benzer ayetlerden, kişinin müslüman veya İslâm addedilmesi için, Allah ve ahirete inanmasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Esas olan da budur. Bunun dışında kalan, inanç veya uygulamalardaki farklılıklar, kişi veya inançlar arası DERECE farklarını vurgulamaktadır. Bu tesbitimizi aşağıdaki ayetler de doğrulamaktadır.
“O(insa)nlar, Allah katında derece derecedirler, Allah onların yaptıklarını görmektedir.” (3/163 S. Ateş çev.)
“Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabb’ın, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (6/132 S. Ateş çev.)
Hal böyle iken, İslâm âlimlerinin, diğer din veya mezheplere mensup insanları müslüman addetmemesinin sebebi, buraya kadar verdiğimiz ayetlerle, ilk bakışta çelişir gibi görünen aşağıda vereceğimiz ayet ve benzeri diğer ayetlerden kaynaklanmaktadır.
“And olsun, ‘Allah ancak Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler elbette kâfir olmuşlardır...” (5/72 S. Ateş çev.)
“‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler elbette KÂFİR olmuşlardır. Oysa yalnız bir tek Tanrı vardır, başka Tanrı yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan İNKÂR (nankörlük) edenlere acı bir azap dokunacaktır.” (5/73 S. Ateş çev.)
İslâm âlimleri, bu ve buna benzer ayetlerde geçen kâfir kelimesini, müslüman olmayan veya sadece müslümanlıktan tamamen çıkan kimseleri vurgulayan bir kelime sanmışlardır. Halbuki; bu ve buna benzer insani sıfatları vurgulayan Kur’an’daki bütün kelimeler, asgari ve azami dereceleri olan kelimelerdir.Yani Kur'an'ın dikkat çektiği müşrik,fasık,kafir,facir,mümin,müslim,muttaki ve müslüman gibi artı ve eksi değerli sıfatlar,statik değil,dinamik sıfatlardır. Örneğin: Bir kişi, Allah’a karşı nankörlük ettiği veya Allah’a ortak koştuğu anlar da kâfir veya müşrik sıfatına bürünür. Allah’a şükrettiği ve sadece Allah’a yöneldiği anlar da da, müslim veya müslüman sıfatına bürünür.
Aşağıda vereceğimiz ayetlerden de anlaşılacağı gibi, kişi Allah veya ahireti inkâr etmedikçe, nankörlükte veya Allah’a ortak koşma da zirveye çıkmış olmaz, yani Yüce Allah’ın cenneti ebediyen haram kıldığı, tescilli kâfir veya tescilli müşrik asla olmaz. Yani bir insan hem kâfir olur, hem mümin, hem müşrik olur, hem müslüman. Ben, peygamberler dışında, yani sıradan bir insanın yüzde yüz müslüman olabileceğini düşünmüyorum. Ancak, bir insanın yüzde yüz müslümanlığa (ideal İslâm'a) yaklaşabileceğine inanıyorum.
“Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan inanmazlar.” (12/106 S. Ateş çev.)
Konu başında verdiğimiz ayetle, inanmanın asgari şartının, Allah ve ahiret inancı olduğunu belirtmiştik. Yukarda verdiğimiz ayetin dikkat çektiği kişilerin de, Allah’a ortak koşarak, Allah’a ve ahirete inanan kişiler olduğu, yani nankör (kafir) müslümanlar olduğu anlaşılmaktadır.
“Onun (İblis), onlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktu. Ancak AHİRETE İNANANI ondan KUŞKULANANDAN (ayırd edip) bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabb’in her şeyi korumaktadır.” (34/21 S. Ateş çev.)
“... Biz kemikler ve ufalanmış toprak haline geldikten sonra mı, BİZ Mİ YENİ BİR YARATILIŞLA DİRİLTİLECEĞİZ? dediler.” (17/98 S. Ateş çev.)
“Bunlar mallarını insanlara gösteriş için verirler. ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İNANMAZLAR. Kimin arkadaşı şeytan ise, o(nun) ne kötü bir arkada(şı var)dır!
Onlara ne olurdu sanki ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İNANSALARDI ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan Allah yolunda harcasalardı! Allah onları biliyordu.” (4/38-39 S. Ateş çev.)
Asgari inanmanın şartının Allah ve ahiret inancı olduğu yukarda verdiğimiz ayet ve benzeri bir çok ayetten de anlaşılıyor. Aşağıda vereceğimiz ayet ve benzeri bir çok ayet de inanmanın derecelerine dikkat çekip, inançların derece derece olduğunu vurguluyor.
“Onlar cennet içinde soruyorlar: Suçluların durumunu:

Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?
(Onlar da) dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık.”
“Yoksula da yedirmezdik.”
“Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık.”
CEZA GÜNÜNÜ YALANLARDIK.” (74/40-47 S. Ateş çev.)

Dikkat edilirse, ayet cehennemliklerin 4 vasfına dikkat çekiyor ve dördüncü vasıflarının ahireti inkâr etmek olduğunu vurguluyor. Ayetten bir insan, namaz kılmasa, yoksula yedirmese, boş şeylere dalanlarla dalsa da Allah’a ve ahiret gününe inandığı sürece, müslüman kalacağı, yani ebedi cehennemlik insanlardan olmayacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca, ayetten, bir insan Allah’a ve ahirete, sadece inanmakla kalmayıp, namaz da kılsa veya ayetin dikkat çektiği diğer işleri de yapsa, müslümanlık derecesi, yaptığı işlerle orantılı olarak artacağı da anlaşılmaktadır.
Bu durum da: Biraz önce dikkatinize sunduğumuz ayetlerin vurguladığı, Hz. İsa’yı, Allah’ın oğlu veya Allah’ı, üçün üçüncüsü olarak zanneden insanların, “Allah’a ve ahiret gününe” inanmadığı düşünülebilir mi? Allah ve ahiret inancı olmayan bir insanın, Hz. İsa’nın, Allah’ın oğlu olduğunu düşünmesi psikolojik olarak mümkün müdür? Bir insan, bir Allah’ın olduğuna kesinlikle inanmadan, Allah’ın oğlu olabileceğine inanabilir mi?
Ne yazık ki: İslâm âlimleri, Kur’an’ın dikkat çektiği insanı sıfatların,dinamik ve derece derece olduğunu tesbit edemedikleri için, insanlık tarihini sık sık kana bulayan din veya mezhep savaşlarına engel olunamadı. İslâm âlimleri, aynı gerekçeden dolayı, inananların evlenmesi yasaklanan müşriklerin (2/221) kimler olduğunu da anlayamadı.
Halbuki; ayetin dikkat çektiği ve inananlara evlenmeyi yasakladığı müşrikler, Allah’ın veya ahiretin olmadığını açıkça iddia ederek, bir nevi ilâhlık iddiasında bulunan, yani Allah’ı dışlayarak kendisini veya insanı merkeze alarak, kendini Allah’ın yerine koyan, yani kendini Allah’a ortak koşan insanlar (ateistler) dir. 5/ Maide Sûresi 5. ayetin evlenmeye izin verdiği kişiler ise, Allah’a ve ahirete inanan, hristiyan, yahudi veya Allah ve ahiret inancına sahip herhangi bir din veya meshep mensuplarıdır.
Kur’an’ın, inananlara evlenmeyi yasakladığı müşrikler, Allah ve ahireti inkâr eden müşriklerdir.Çünkü Kur'an,Allah ve ahireti inkar eden kişileri de, Allah'a ortak koşarak inanan kişileri de müşrik diye nitelendirmektedir.
“Onlara şu iki adamı misal olarak anlat: İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrafını hurmalarla çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik.
Her iki bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şeyi eksik etmemişti. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık.
O (adam)ın (başka) ürünü de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona: “Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm.” dedi. (Herhalde adam bahçeye giderken arkadaşına rastladı. Böyle konuşa konuşa bahçeye vardılar.)
(Böylece) kendisine yazık ederek bağına girdi. “Bunun hiç yok olacağını sanmam” dedi.
“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabb’ime döndürülsem bile (orada) bundan daha güzel bir sonuç (daha güzel bir yer) bulurum.
Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra da seni bir adam biçimine koyan Rabb’ine NANKÖRLÜK(kefere)mü ettin?
Fakat O Allah benim Rabb’imdir, ben Rabb’ime hiç kimseyi ORTAK KOŞMAM .
“Derken (o inkarcı kişinin bütün) ürünü yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan (bağ)ın karşısında, ona sarfettiklerine acımak suretiyle ellerini uğuşturmağa başladı: Ah n’olaydı ben Rabb’ime kimseyi ORTAK KOŞMAMIŞ olaydım! diyordu.” (18/32-42 S. Ateş çev.)
Kıssada geçen konuşmalar dikkatle düşünülürse, Allah’ı ve ahireti inkâr eden kişiye, muhatabı, “ben Rabb’ime hiç kimseyi ortak koşmam” demek suretiyle, arkadaşının Allah’ı ve Ahireti inkâr etmekle, Allah’a ortak koştuğunu vurgulamaktadır.
Kıssanın son bölümünde de, söz konusu inkârcı kişinin yaptığı işin Allah’a ortak koşmak olduğunu,bizzat itiraf etmesinden de, Kur’an’ın, Allah ve ahireti inkâr etmeyi, hem kafirlik, hem de müşriklik olarak nitelendirdiği anlaşılmaktadır
KİTAP EHLİ ve İSRAİL OĞULLARI
İslâm âlimlerinin düşüncesinde açıklığa kavuşmamış bir konu da, Kitap Ehli ve İsrail oğullarının kimler olduğu konusudur.
Muhkem: Ademoğlu ve Kitap ehli

Müteşabih: İsrailoğlu ve Zikir ehli
Yukarıda verdiğimiz kelimeler, Kur’an kelimelerinin sistematik yapısı içinde yer alan, birbirinin benzeri ve yedeği dörtlü bir kelime grubudur. Kelimeler, Kur’an’daki bütün kelime grupları gibi, küçük nüanslarla birbirinden ayrılan, mikro ve makro anlamlar içeren bir grup kelimedir.
Ademoğulları: Bu ifade, mikro anlamda, dünya hayatı öncesi, gökteki cennette bulunan insanları vurgular. Makroda: Gökte ve yerdeki, yani dünya, cennet ve cehennemlerdeki tüm insanları vurgular.
İsrailoğulları: Bu ifade, mikro da: Hz. İbrahim ve Hz. İbrahim’in zürriyetinden gelen, Hz. İbrahim sonrası tüm peygamberleri vurgular.

 Zaten: İsrail, Hz. İbrahim’in ikinci özel ismidir. 
(bak: Yegane 19 Peygamber ve Dünyanın Uzaydaki İkizi, adlı kitap)
 Makro da: Hz. Nuh ve Tufan sonrası, tüm insanlığı vurgular.

İslâm âlimleri, Kur’an’ın, özellikle sık sık dikkat çektiği İsrailoğullarının, Hz. Musa ve Tevrat’a inanan Yahudi ırkı olduğunu zannetmişlerdir.
“Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kılmış olduğumu hatırlayın.” (2/122 S. Ateş çev.)
Bu ve buna benzer, İsrailoğullarını öven veya yeren ayetlerin, Yahudi ırkına veya herhangi bir ırka dikkat çektiğini düşünmek, aşağıda vereceğimiz ayetle, dolayısıyla Kur’an ile çelişir.
“Ey inananlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. ALLAH YANINDA EN ÜSTÜN OLANINIZ, EN ÇOK KORUNANINIZDIR. Allah bilendir, haber alandır.” (49/13 S. Ateş çev.)
Kitap ehli: Kitap ehli ifadesi, Adem oğlu ifadesi ile müteşabih bir ifadedir. Yani ifade, mikro da: Dünya öncesi, gökteki cennette bulunan insanları vurgular. Makro da: Gökte ve yerdeki, ilahi kitaplara muhatap, akıl baliğ, sağlıklı, inanan veya inanmayan tüm insanları vurgular. Kitap ehli, zannedildiği gibi, sadece yahudi veya hıristiyanlar değildir.
“Eğer Kitap ehli inanıp (Allah’ın azabından) korunsalardı, onların kötülüklerinden geçerdik ve onları nimeti bol cennetlere sokardık.” (5/65 S. Ateş çev.)
Dikkat edilirse; ayetin dikkat çektiği Kitap ehlinin, inanmayan, yani Allah’ı ve ahireti inkâr eden insanlar olduğu anlaşılıyor.
“Kitap ehlinden inkâr eden müşrikler, sürekli olarak cehennem ateşindedirler. Onlar halkın en şerlisidir.” (98/6 S. Ateş çev.)
Bu ayet, Kur’an’ın, Allah’ı ve ahireti inkâr ederek, Allah’a ortak koşan insanları da, Kitap ehli diye nitelendirdiğini, yani Kur’an’ın, Kitap ehli derken, akıl baliğ, sağlıklı her insana dikkat çektiğini daha açık vurgulamaktadır. Aşağıda vereceğimiz ve İslâm âlimlerinin makul bir anlam veremediği ayet de, Kitap ehli ifadesinin mikro anlamını, yani gökteki cennette bulunan dünya öncesi insanları vurgulamaktadır.
“Hayır, Allah onu (Hz. İsa) kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
And olsun KİTAP EHLİNDEN hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de O (İsa), onların aleyhine tanık olacaktır.” (4/158-159 S. Ateş çev.)
Ayetin dikkat çektiği ve İslâm âlimlerinin bir anlam veremediği Kitap ehli, dünya öncesi, gökteki cennette bulunan ve Hz. İsa’dan sonra dünya da doğan tüm insanlardır.
Ayetin dikkat çektiği ölüm, “Reenkarnasyon Yanılgısı” başlıklı bölümde açıkladığımız iki ölümlerden ilkidir.
Zikir ehli: Zikir ehli ifadesi, mikro anlamda, bütün peygamberleri vurgular, Makro anlamda ise, Allah’a ve ahirete inanan, Allah’ın ve ahiretin varlığını hatırlatmaya çalışan tüm insanları vurgular. ( yeniyorumlar ) 

    “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz. “
    ( Uğur Mumcu )

    “İnsanlara en büyük iyilik, akıllarını kullanmayı öğretmektir.”
     ( Mollıere )

    “Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler ise kişileri konuşur.
    ”( Rıckover )

    Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...