28 Haziran 2014

MÜSLÜMAN KİME DENİR-MÜMİN KİME DENİR



ALLAH ve AHİRETE İNANAN HERKES MÜSLÜMANDIR
MÜSLÜMAN KİME DENİR
Müslüman; ”Allah’a teslim olmaya söz veren” demektir. 
Savaşta teslim olan kişi ne yapar? 
Teslim alanın bütün şartlarını kabul ettiğini beyan eder. 
Kişinin Allah ile savaş yapması söz konusu değil. 
Buradaki teslim oluş; iradî bir teslim oluştur. 
Kişi şöyle ifade eder: 
“Hiçbir baskı altında olmaksızın, kendi iradem ile Allah’ın bütün şartlarını kabul ediyorum”. Bu kabul edişe müslüman oluş denilir.
MÜMİN KİME DENİR
Sözünde duran demektir.Allah’ın bütün şartlarını yerine getirmeye söz veren kişi, hayatının sonuna dek, sözünde durur ise, mümin sayılır.

ALLAH ve AHİRETE İNANAN HERKES MÜSLÜMANDIR
islâm âlimlerinin önemli bir yanılgısı da, Allah ve ahirete inansalar da, diğer din mensuplarının müslüman olmadığıdır. Halbuki; aşağıda vereceğimiz ayetten, Kur’an’ın, Allah ve ahirete inananları müslüman olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.
“İbrahim demişti ki: Rabbim, bu şehri güvenli bir şehir yap, halkından ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İNANANLARI çeşitli ürünlerle besle!
(Rabb’i) buyurdu; İNKÂR EDENİ dahi az bir süre geçindirir; sonra onu cehennem azabına (girmeğe) zorlarım, ne kötü varılacak yerdir orası!” (2/126 S. Ateş çev.)
Ayetten, inanmanın öncelikli ve temel şartının Allah ve ahiret inancı olduğu, kişi, Allah ve ahireti inkâr etmedikçe inananlardan sayıldığı anlaşılmaktadır.
Dikkat edilirse,Hz.İbrahim hiç bir ayrıntıya girmeden ve hiç bir ayırım gözetmeden Allah ve ahirete inananlara dua etmektedir.Ayetin ikinci bölümünden de,cehenneme girmeye zorlanacak kişilerin Allah ve ahireti inkar eden kişiler olacağı anlaşılmaktadır.
Aşağıda vereceğimiz ayetten de, Kur’an’ın, cami, kilise, havra ve manastırlar gibi müesseseler arasında da bir ayırım yapmadığı anlaşılmaktadır.
“Onlar, sırf ‘Rabb’imiz Allah’tır’, dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde. 
ALLAH’IN İSMİ ÇOK ANILAN manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. (Fakat Allah, bazı insanları güçlendirerek, onlar vasıtasıyla, mümin kullarını savunur. Kendisine inananlar ile, isminin anıldığı mabetleri korur.) Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gaalibdir.” (22/40 S. Ateş çev.)
Görüldüğü gibi Kur’an, söz konusu müesseseler arasında ayırım yapmadan, “Allah’ın ismi çok anılan” yerler olarak nitelendirmektedir.
İçinde Allah ve ahiret inancını barındıran bütün inanç sahiplerinin, iyi işler yaptıkları takdirde üzülmeyecekleri, yani cennete gidecekleri, dolayısıyla müslüman oldukları, aşağıdaki ayetten daha açık anlaşılmaktadır.
“Şüphesiz inananlar, yahudiler, hıristiyanlar ve sâbiiler(den) Allah’a ve ahiret gününe inanan ve iyi işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”
 (2/62 S. Ateş çev.)
Ayet, inananlar derken, bütün peygamber ve ilâhi kitapları tasdik edenleri, ayet, yahudiler derken, Tevrat ve Hz. Musa’ya inananları, ayet hıristiyanlar derken, İncil ve Hz. İsa’ya inananları, ayet sâbiiler derken, herhangi bir şekilde Allah ve ahirete inanan,kabile,yöre veya ilkel dinleri vurgulamaktadır.
En önemlisi, aşağıda vereceğimiz ayetten de, yanlış veya dogmalarla da olsa, iyi niyetle, Allah’a yönelenenlerin inananlardan, yani müslümanlardan olduğu anlaşılmaktadır.
“... İcad ettikleri ruhbanlığı, biz onlara yazmamıştık, yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için kendiliklerinden uyguladılar ama ona gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan İNANANLARA mükâfatlarını vereceğiz. Fakat onlardan bir çoğu da yoldan çıkmıştır.” (57/27 S. Ateş çev.)
“ Biz de onlardan inananlara mükâfatlarını vereceğiz.” Ayetin bu ifade ile dikkat çektiği inananlar, peygamberlerden neden sonra, din adamlarının bilerek veya bilmeyerek din adına koydukları kural veya kayıtların doğru olduğunu zannedip, samimiyetle uygulamaya çalışan, Allah ve ahiret inancına sahip, herhangi bir dine, mezhebe mensup insanlardır.
Buraya kadar verdiğimiz ayet ve Kur’an’daki diğer benzer ayetlerden, kişinin müslüman veya İslâm addedilmesi için, Allah ve ahirete inanmasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Esas olan da budur. Bunun dışında kalan, inanç veya uygulamalardaki farklılıklar, kişi veya inançlar arası DERECE farklarını vurgulamaktadır. Bu tesbitimizi aşağıdaki ayetler de doğrulamaktadır.
“O(insa)nlar, Allah katında derece derecedirler, Allah onların yaptıklarını görmektedir.” (3/163 S. Ateş çev.)
“Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabb’ın, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (6/132 S. Ateş çev.)
Hal böyle iken, İslâm âlimlerinin, diğer din veya mezheplere mensup insanları müslüman addetmemesinin sebebi, buraya kadar verdiğimiz ayetlerle, ilk bakışta çelişir gibi görünen aşağıda vereceğimiz ayet ve benzeri diğer ayetlerden kaynaklanmaktadır.
“And olsun, ‘Allah ancak Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler elbette kâfir olmuşlardır...” (5/72 S. Ateş çev.)
“‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler elbette KÂFİR olmuşlardır. Oysa yalnız bir tek Tanrı vardır, başka Tanrı yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan İNKÂR (nankörlük) edenlere acı bir azap dokunacaktır.” (5/73 S. Ateş çev.)
İslâm âlimleri, bu ve buna benzer ayetlerde geçen kâfir kelimesini, müslüman olmayan veya sadece müslümanlıktan tamamen çıkan kimseleri vurgulayan bir kelime sanmışlardır. Halbuki; bu ve buna benzer insani sıfatları vurgulayan Kur’an’daki bütün kelimeler, asgari ve azami dereceleri olan kelimelerdir.Yani Kur'an'ın dikkat çektiği müşrik,fasık,kafir,facir,mümin,müslim,muttaki ve müslüman gibi artı ve eksi değerli sıfatlar,statik değil,dinamik sıfatlardır. Örneğin: Bir kişi, Allah’a karşı nankörlük ettiği veya Allah’a ortak koştuğu anlar da kâfir veya müşrik sıfatına bürünür. Allah’a şükrettiği ve sadece Allah’a yöneldiği anlar da da, müslim veya müslüman sıfatına bürünür.
Aşağıda vereceğimiz ayetlerden de anlaşılacağı gibi, kişi Allah veya ahireti inkâr etmedikçe, nankörlükte veya Allah’a ortak koşma da zirveye çıkmış olmaz, yani Yüce Allah’ın cenneti ebediyen haram kıldığı, tescilli kâfir veya tescilli müşrik asla olmaz. Yani bir insan hem kâfir olur, hem mümin, hem müşrik olur, hem müslüman. Ben, peygamberler dışında, yani sıradan bir insanın yüzde yüz müslüman olabileceğini düşünmüyorum. Ancak, bir insanın yüzde yüz müslümanlığa (ideal İslâm'a) yaklaşabileceğine inanıyorum.
“Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan inanmazlar.” (12/106 S. Ateş çev.)
Konu başında verdiğimiz ayetle, inanmanın asgari şartının, Allah ve ahiret inancı olduğunu belirtmiştik. Yukarda verdiğimiz ayetin dikkat çektiği kişilerin de, Allah’a ortak koşarak, Allah’a ve ahirete inanan kişiler olduğu, yani nankör (kafir) müslümanlar olduğu anlaşılmaktadır.
“Onun (İblis), onlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktu. Ancak AHİRETE İNANANI ondan KUŞKULANANDAN (ayırd edip) bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabb’in her şeyi korumaktadır.” (34/21 S. Ateş çev.)
“... Biz kemikler ve ufalanmış toprak haline geldikten sonra mı, BİZ Mİ YENİ BİR YARATILIŞLA DİRİLTİLECEĞİZ? dediler.” (17/98 S. Ateş çev.)
“Bunlar mallarını insanlara gösteriş için verirler. ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İNANMAZLAR. Kimin arkadaşı şeytan ise, o(nun) ne kötü bir arkada(şı var)dır!
Onlara ne olurdu sanki ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İNANSALARDI ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan Allah yolunda harcasalardı! Allah onları biliyordu.” (4/38-39 S. Ateş çev.)
Asgari inanmanın şartının Allah ve ahiret inancı olduğu yukarda verdiğimiz ayet ve benzeri bir çok ayetten de anlaşılıyor. Aşağıda vereceğimiz ayet ve benzeri bir çok ayet de inanmanın derecelerine dikkat çekip, inançların derece derece olduğunu vurguluyor.
“Onlar cennet içinde soruyorlar: Suçluların durumunu:

Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?
(Onlar da) dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık.”
“Yoksula da yedirmezdik.”
“Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık.”
CEZA GÜNÜNÜ YALANLARDIK.” (74/40-47 S. Ateş çev.)

Dikkat edilirse, ayet cehennemliklerin 4 vasfına dikkat çekiyor ve dördüncü vasıflarının ahireti inkâr etmek olduğunu vurguluyor. Ayetten bir insan, namaz kılmasa, yoksula yedirmese, boş şeylere dalanlarla dalsa da Allah’a ve ahiret gününe inandığı sürece, müslüman kalacağı, yani ebedi cehennemlik insanlardan olmayacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca, ayetten, bir insan Allah’a ve ahirete, sadece inanmakla kalmayıp, namaz da kılsa veya ayetin dikkat çektiği diğer işleri de yapsa, müslümanlık derecesi, yaptığı işlerle orantılı olarak artacağı da anlaşılmaktadır.
Bu durum da: Biraz önce dikkatinize sunduğumuz ayetlerin vurguladığı, Hz. İsa’yı, Allah’ın oğlu veya Allah’ı, üçün üçüncüsü olarak zanneden insanların, “Allah’a ve ahiret gününe” inanmadığı düşünülebilir mi? Allah ve ahiret inancı olmayan bir insanın, Hz. İsa’nın, Allah’ın oğlu olduğunu düşünmesi psikolojik olarak mümkün müdür? Bir insan, bir Allah’ın olduğuna kesinlikle inanmadan, Allah’ın oğlu olabileceğine inanabilir mi?
Ne yazık ki: İslâm âlimleri, Kur’an’ın dikkat çektiği insanı sıfatların,dinamik ve derece derece olduğunu tesbit edemedikleri için, insanlık tarihini sık sık kana bulayan din veya mezhep savaşlarına engel olunamadı. İslâm âlimleri, aynı gerekçeden dolayı, inananların evlenmesi yasaklanan müşriklerin (2/221) kimler olduğunu da anlayamadı.
Halbuki; ayetin dikkat çektiği ve inananlara evlenmeyi yasakladığı müşrikler, Allah’ın veya ahiretin olmadığını açıkça iddia ederek, bir nevi ilâhlık iddiasında bulunan, yani Allah’ı dışlayarak kendisini veya insanı merkeze alarak, kendini Allah’ın yerine koyan, yani kendini Allah’a ortak koşan insanlar (ateistler) dir. 5/ Maide Sûresi 5. ayetin evlenmeye izin verdiği kişiler ise, Allah’a ve ahirete inanan, hristiyan, yahudi veya Allah ve ahiret inancına sahip herhangi bir din veya meshep mensuplarıdır.
Kur’an’ın, inananlara evlenmeyi yasakladığı müşrikler, Allah ve ahireti inkâr eden müşriklerdir.Çünkü Kur'an,Allah ve ahireti inkar eden kişileri de, Allah'a ortak koşarak inanan kişileri de müşrik diye nitelendirmektedir.
“Onlara şu iki adamı misal olarak anlat: İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrafını hurmalarla çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik.
Her iki bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şeyi eksik etmemişti. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık.
O (adam)ın (başka) ürünü de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona: “Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm.” dedi. (Herhalde adam bahçeye giderken arkadaşına rastladı. Böyle konuşa konuşa bahçeye vardılar.)
(Böylece) kendisine yazık ederek bağına girdi. “Bunun hiç yok olacağını sanmam” dedi.
“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabb’ime döndürülsem bile (orada) bundan daha güzel bir sonuç (daha güzel bir yer) bulurum.
Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra da seni bir adam biçimine koyan Rabb’ine NANKÖRLÜK(kefere)mü ettin?
Fakat O Allah benim Rabb’imdir, ben Rabb’ime hiç kimseyi ORTAK KOŞMAM .
“Derken (o inkarcı kişinin bütün) ürünü yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan (bağ)ın karşısında, ona sarfettiklerine acımak suretiyle ellerini uğuşturmağa başladı: Ah n’olaydı ben Rabb’ime kimseyi ORTAK KOŞMAMIŞ olaydım! diyordu.” (18/32-42 S. Ateş çev.)
Kıssada geçen konuşmalar dikkatle düşünülürse, Allah’ı ve ahireti inkâr eden kişiye, muhatabı, “ben Rabb’ime hiç kimseyi ortak koşmam” demek suretiyle, arkadaşının Allah’ı ve Ahireti inkâr etmekle, Allah’a ortak koştuğunu vurgulamaktadır.
Kıssanın son bölümünde de, söz konusu inkârcı kişinin yaptığı işin Allah’a ortak koşmak olduğunu,bizzat itiraf etmesinden de, Kur’an’ın, Allah ve ahireti inkâr etmeyi, hem kafirlik, hem de müşriklik olarak nitelendirdiği anlaşılmaktadır
KİTAP EHLİ ve İSRAİL OĞULLARI
İslâm âlimlerinin düşüncesinde açıklığa kavuşmamış bir konu da, Kitap Ehli ve İsrail oğullarının kimler olduğu konusudur.
Muhkem: Ademoğlu ve Kitap ehli

Müteşabih: İsrailoğlu ve Zikir ehli
Yukarıda verdiğimiz kelimeler, Kur’an kelimelerinin sistematik yapısı içinde yer alan, birbirinin benzeri ve yedeği dörtlü bir kelime grubudur. Kelimeler, Kur’an’daki bütün kelime grupları gibi, küçük nüanslarla birbirinden ayrılan, mikro ve makro anlamlar içeren bir grup kelimedir.
Ademoğulları: Bu ifade, mikro anlamda, dünya hayatı öncesi, gökteki cennette bulunan insanları vurgular. Makroda: Gökte ve yerdeki, yani dünya, cennet ve cehennemlerdeki tüm insanları vurgular.
İsrailoğulları: Bu ifade, mikro da: Hz. İbrahim ve Hz. İbrahim’in zürriyetinden gelen, Hz. İbrahim sonrası tüm peygamberleri vurgular.

 Zaten: İsrail, Hz. İbrahim’in ikinci özel ismidir. 
(bak: Yegane 19 Peygamber ve Dünyanın Uzaydaki İkizi, adlı kitap)
 Makro da: Hz. Nuh ve Tufan sonrası, tüm insanlığı vurgular.

İslâm âlimleri, Kur’an’ın, özellikle sık sık dikkat çektiği İsrailoğullarının, Hz. Musa ve Tevrat’a inanan Yahudi ırkı olduğunu zannetmişlerdir.
“Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kılmış olduğumu hatırlayın.” (2/122 S. Ateş çev.)
Bu ve buna benzer, İsrailoğullarını öven veya yeren ayetlerin, Yahudi ırkına veya herhangi bir ırka dikkat çektiğini düşünmek, aşağıda vereceğimiz ayetle, dolayısıyla Kur’an ile çelişir.
“Ey inananlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. ALLAH YANINDA EN ÜSTÜN OLANINIZ, EN ÇOK KORUNANINIZDIR. Allah bilendir, haber alandır.” (49/13 S. Ateş çev.)
Kitap ehli: Kitap ehli ifadesi, Adem oğlu ifadesi ile müteşabih bir ifadedir. Yani ifade, mikro da: Dünya öncesi, gökteki cennette bulunan insanları vurgular. Makro da: Gökte ve yerdeki, ilahi kitaplara muhatap, akıl baliğ, sağlıklı, inanan veya inanmayan tüm insanları vurgular. Kitap ehli, zannedildiği gibi, sadece yahudi veya hıristiyanlar değildir.
“Eğer Kitap ehli inanıp (Allah’ın azabından) korunsalardı, onların kötülüklerinden geçerdik ve onları nimeti bol cennetlere sokardık.” (5/65 S. Ateş çev.)
Dikkat edilirse; ayetin dikkat çektiği Kitap ehlinin, inanmayan, yani Allah’ı ve ahireti inkâr eden insanlar olduğu anlaşılıyor.
“Kitap ehlinden inkâr eden müşrikler, sürekli olarak cehennem ateşindedirler. Onlar halkın en şerlisidir.” (98/6 S. Ateş çev.)
Bu ayet, Kur’an’ın, Allah’ı ve ahireti inkâr ederek, Allah’a ortak koşan insanları da, Kitap ehli diye nitelendirdiğini, yani Kur’an’ın, Kitap ehli derken, akıl baliğ, sağlıklı her insana dikkat çektiğini daha açık vurgulamaktadır. Aşağıda vereceğimiz ve İslâm âlimlerinin makul bir anlam veremediği ayet de, Kitap ehli ifadesinin mikro anlamını, yani gökteki cennette bulunan dünya öncesi insanları vurgulamaktadır.
“Hayır, Allah onu (Hz. İsa) kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
And olsun KİTAP EHLİNDEN hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de O (İsa), onların aleyhine tanık olacaktır.” (4/158-159 S. Ateş çev.)
Ayetin dikkat çektiği ve İslâm âlimlerinin bir anlam veremediği Kitap ehli, dünya öncesi, gökteki cennette bulunan ve Hz. İsa’dan sonra dünya da doğan tüm insanlardır.
Ayetin dikkat çektiği ölüm, “Reenkarnasyon Yanılgısı” başlıklı bölümde açıkladığımız iki ölümlerden ilkidir.
Zikir ehli: Zikir ehli ifadesi, mikro anlamda, bütün peygamberleri vurgular, Makro anlamda ise, Allah’a ve ahirete inanan, Allah’ın ve ahiretin varlığını hatırlatmaya çalışan tüm insanları vurgular. ( yeniyorumlar ) 

    “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz. “
    ( Uğur Mumcu )

    “İnsanlara en büyük iyilik, akıllarını kullanmayı öğretmektir.”
     ( Mollıere )

    “Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler ise kişileri konuşur.
    ”( Rıckover )

    Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...