15 Mayıs 2015

TEŞKİLAT-I MAHSUSA


TEŞKİLAT-I MAHSUSA


Osmanlı İmparatorluğu'nun son on yılına imza atan örgüt, Teşkilat-ı Mahsusa'dır. Enver Paşa'nın emriyle İttihat ve Terakki'nin seçkin eylemcileri tarafından kurulan örgüt, Meşrutiyet'in ilanında önemli bir rol oynamakla kalmadı, İtalyanlar tarafından işgal edilen Libya'da, daha sonra Balkanlarda, Birinci Dünya Savaşı'nda ve Kuva-yı Milliye'de önemli rol oynadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun son on yılına imza atan örgütlerden biri Teşkilat-ı Mahsusa'dır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin en seçkin fedai ve eylemcileri tarafından kurulan gizli örgüt, Meşrutiyet'in ilanında önemli bir rol oynamakla kalmadı, aynı zamanda İtalyanlar tarafından işgal edilen Libya'da, Balkanlarda ve Birinci Dünya Savaşı'nda inanılmaz bir direniş ve kahramanlık örneği sergiledi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yer altı faaliyetlerinde pişmiş olan eylemcilerden teşkil edilen "Özel Teşkilat" 1913'deki Babıali Baskını'nda da önemli rol oynadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidar olmasıyla resmileşen ve uluslar arası nitelik de kazanan Teşkilat-ı Mahsusa, Hind kıtasından Afrika'ya, Orta Doğu'dan Balkanlara, Arap Yarımadası'ndan Orta Asya'ya uzanan İslam dünyasını Osmanlı etrafında birleştirmeyi amaçlıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa'cılara göre Teşkilat, tanıdık bildik bir gizli servis, bir ajanlar topluluğu değildi. Onlar bir dava etrafında biraraya gelen, güçlerini ve yeteneklerini bu çerçevede birleştiren idealist-lerdi. Onların tek gayesi imparatorluğu ayakta tutmaktı. Hangi etnik kökene ve dine mensup olursa olsun, imparatorluk sınırları içinde herkese yer vardı. Sömürge altında yaşayan Müslüman halklar kendi istiklallerini kazanmalı ve kardeş ülkelerle dayanışma içinde olmalıydı. 

ÖRTÜLÜ ÖDENEKTEN BESLENDİ 
 Gizli Teşkilat'ın giderleri Harbiye Nezareti'nden ve örtülü ödenekten karşılanıyordu. Teşkilat'ın adı resmi olarak Umur-ı Şarkiye Dairesi'dir. Merkezi, Nuri Osmaniye Caddesi, Şeref Sokak'ta, Tasvir-i Efkar gazetesinin karşısındaki bir binadaydı. Harbiye Nezareti'ne bağlı olarak kurulan teşkilat, İttihat ve Terakki'-nin Meşrutiyet öncesi yer altı çalış-malarının bir ürünü, hatta deva-mıydı. Kara Kemal'den Yenibahçeli Nail'e, Kuşçubaşı Eşref'ten Süleyman Askeri'ye, Yakup Cemil'den Ömer Naci'ye kadar, Cemiyet'in pek çok ünlü fedaisi daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa'da yer aldı.

 30 BİN ELEMANI VARDI 
Teşkilat-ı Mahsusa üzerine çok önemli bir çalışma yapan Amerikalı araştırmacı Dr. Philip Stoddard'un elde ettiği bilgilere göre, Teşkilat'ın Hilal olarak adlandırılan İslam dünyasının her yerinde faaliyet gösteren 30 bini aşan mensubu vardı. Resmi yazışmalarda "Hafi Teşkilat" olarak da zikredilen Teşkilat-ı Mahsusa'nı en dikkat çekici yanlarından biri de ideolojik söylemleriydi. İttihat ve Terakki, Trablusgarp Harbi'nden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını önleyecek tek çare olarak İttihad-ı İslam projesini devreye soktu. Bu proje kapsamında, başta İngiltere olmak üzere Fransız, Hollanda, Rus ve İtalyan sömürgesi altında yaşayan Müslüman ülkelerde İslam İhtilal Komiteleri kuruluyordu. Teşkilat-ı Mahsusa içinde çeşitli etnik köken-lere sahip idealist subayların yanı sıra yüzlerce aydın, şeyh ve din adamı yer alıyordu. 

Bedi-üzzaman Said Nursi'den Mehmet Akif'e, Dürzi prens Emir Şekip Arslan'dan Mısırlı Şeyh Abdulaziz Çaviş'e, Tunuslu Şeyh Salih Şerif et-Tunusi'den Libyalı Şeyh Ahmet es-Sunusi'-ye, Hintli Muhammed Bereketullah Efendi'den Ebul Kelam Azad'a, Pakistan'ın ilk devlet başkanı Muhammed Ali'den kardeşi Şevket Ali'ye, İbnürreşid'den Şeyh Mehdi'ye pek çok ünlü isim Teşkilat'la bir şekilde ilişkiliydi. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu Teşkilat-ı Mahsusa'nın efsanevi şefleinden Eşref Bey, işin en başından beri içindeydi. Teşkilat zaten büyük ölçüde Eşref Bey'in deneyimlerinden yararlandı. Kendisi Teşkilat-ı Mahsusacı'ların ruh yapısını ise şöyle anlatır: "Birer eski tüfekti bu adamlar-kendilerini vazifeye, vatan hizmetine adamış, ucuz kahramanlıklara, süslü lakırdılara ve sahte tavırlara yüz vermeyen samimi, gerçek vatanseverlerdi. Onların vatanseverliği derin ve içten yaşanan bir duyguydu.(..) Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu. Davamızın haklı bir dava olduğuna inanmıştık. Sonunda kazanamayacak oluşumuzu göz ardı etmek gayreti içindeydik. Etrafımızdaki dünya yıkılıp gitmeden hiç olmazsa birkaç tane daha küçük zafer elde edebiliriz diye düşünüyorduk." Enver Paşa'nın talimatıyla kuruldu Teşkilat-ı Mahsusa resmi olarak 1913'te Enver Paşa tarafından kuruldu. İlk başkanı Süleyman Askeri, İkinci Başkanı Ali Başhampa, son başkanı Hüsamettin Ertürk'tür. Esasında Teşkilat, büyük ölçüde Kuşcubaşı Eşref'in eseriydi. 

Teşkilat-ı Mahsusa ismini öneren Veteriner Rasim Bey'di. Kuşçubaşı Eşref'in de katıldığı bir toplantıda Rasim Bey, "Bu hareket, kendisine has bir teşkilata dayanıyor. Gayesi kadar, ona katılabilmenin şartları da belirli vasıflar ister. Öyle ki başka düşünce ve fikirde olanların bu düzen içinde barınabilmeleri imkansızdır. Bu laalettayin bir hürriyet mücadelesi de değildir. En tehlikeli sahalarda ve anlarda icab eden tedbirleri kendi şuuru ile benimseyen, mutlak müsavatın hakim olduğu, politikadan uzak bir vatan hareketidir. Bence ona en uygun isim Teşkilat-ı Mahsusa'dır" diyordu, Teşkilat kısa sürede benimsendi. 

Cemal Kutay'ın "Lavrense Karşı Kuşcubaşı" adlı kitabında yer aldığına göre Şam'da kolağası olan Mustafa Kemal, Kuşcubaşı Selim Sami'yi sahte bir mürur tezkeresi ile Teşkilat yapmak için İzmir'e gönderirken, yazdığı tavsiye mektubunda "Bizim Teşkilat-ı Mahsusa için.." diyordu. Gizli görevle Libya'ya giden Atatürk halı tüccarı kılığındaydı Halı tüccarı kılığında Mısır'a giden Mustafa Kemal'in ve diğer gerillacıların sahte kimlik ve pasaportlarının temin edilmesinden, ünlü Teşkilat-ı Mahsusacı Kara Kemal sorumluydu. İttihat ve Terakki'yi İttihad-ı İslam projesine teşvik eden Trablusgarp'ın İtalyanlar tarafından işgal edilmesiydi. İttihat ve Terakki, iktidarın dizginlerini ele geçirdiklerinde bu projeye bel bağladı. İttihatçı eylemciler Libya'da kazandıkları tecrübeden Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında da yararlanacaklardı. Enver Paşa'nın liderliğindeki Özel Teşkilat, Libya'da silah, cephane ve profesyonel asker kıtlığına rağmen, mükemmel bir gerilla harbini örgütleyerek, 200 bin kadar İtalyan askerini sahil şeridine kilitlemeyi başarıyordu. Trablusgarp'ta, sonradan çoğu Teşkilat-ı Mahsusa'cı olan ünlü isimler gerillacılık yaptı. Bunların başında Mustafa Kemal Paşa, Nuri ve Halil Paşalar, Ali Fethi Okyar, Kuşçubaşı Eşref ve Hacı Selim Sami, Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Süleyman Askeri, Fuat Bulca, Yakup Cemil, Nuri Conker, Rauf Orbay gibi isimler yer alıyordu. Ünlü Masonlardan Ord.Prof. Mim Kemal Öke de yüzbaşı rütbesinde Derne cephesindeydi. Prof. Ayhan Songar'ın babası Nazmi Bey ve ünlü seyyah Abdurreşit İbrahim de Libya'ya giden gönüllü mücahitler arasında yer alıyorlardı. 

"FUAT, TRABLUSGARP'E GİDİYORUZ, SEN DE GELİYORSUN" 
Trablusgarp direnişi için Özel Teşkilat, Enver Paşa tarafından gerçekleştirildi. Enver Paşa ve Ali Fethi Okyar binbaşı, Mustafa Kemal Paşa Kolağası rütbesindedir. Özel Teşkilat'ın kuruluşunu Atatürk'ün akrabası Fuat Bulca, Cemal Kutay'ın yayınladığı "Trablusgarp'te Bir Avuç İnsan" adlı anılarında anlatır. Bulca, Mustafa Kemal'in muavinidir. Mustafa Kemal'in Bulca'ya ilk sözü şuydu: "Trablusgarp'e gidiyoruz, sen de geleceksin" olur. Mustafa Kemal, şöyle diyordu: "Enver'in planı şu: Bizler kendi arzumuzla ve hususi bir teşkilat olarak müdafaayı ele alacağız. Harbiye Nezareti de bizi istifa etmiş sayacak. Orada teşkilat yapacağız. Biliyorsun ki ben daha evvel de Trablusgarp'te bulundum. Haleti ruhiyeyi bilirim. Eğer ciddi olarak müdafaaya girişirsek başta Sunusiler olmak üzere halk bize yardım eder. Enver Urbanı teşkilatlandıracak, onların dillerini ve adetlerini bilen arkadaşları beraberimize alacağını söyledi. Eşref bey de geliyor. Mıntıkaları harita üzerinde taksim dahi ettik. Sen benim muavinim olacaksın. Bu akşam Beşiktaş'ta Enver'in evinde toplanacağız. Mahrem tut. Hiç kimse birşey bilmiyor. Mahmut Şevket Paşa'yla Enver temas ediyor. Ali Fethi de Cezayir'e geçecek, oradan deniz vasıtasıyla münakele imkanlarını araştıracak." Enver Paşa'nın Almanya'da bir hanım arkadaşına yazdığı mektuplardan 9 Ekim 1911 (İstanbul) Trablus zavallı memleket. Kaybetti şimdilik. 

Kimbilir belki de ebediyen... Peki o zaman niye gidiyorum? İslam dünyasının bizden beklediği bir ahlaki görevi yerine getirmek için. Bu satırları ayrılmamdan kısa bir süre önce yazıyorum. Bunlar en gizli sırlarımdır. Ne kadar zor ve nankör görevlerin beni beklediğini ancak birkaç kişi biliyor. (İskenderiye'den) 21 Ekim 1911 Yarın nihayet gitmeye hazır olacağım, dostunuzun gireceği kılık hakikaten hoşunuza gidecek: uzun mavi elbise, başımda beyaz başörtüsü, beyaz maşlak, altın işlemeli kordon. İşte tam bir Arap şeyhi kıyafeti. 11 Kasım 1911 Dün akşam 13 saatlik bir gece yürüyüşünden sonra geldim ve aşiret reisleri sonuna kadar İtalyanlara karşı savaşmaya devam etmek için yemin ettiler. Bir yıllık erzak temin edildi, cephane bol, zafer de yeterince var. (Kendi Mektuplarında Enver Paşa, M. Şükrü Hanioğlu, Der Yayınları) Trablusgarp'ın kapıları Askeri'ye nasıl açıldı? Mısır'ın liman kenti İskenderiye, Trablusgarp'e geçişin kilidi idi. Özel Teşkilat'ın subayları İskenderiye'den hududa, oradan da Trablusgarp'e geçeceklerdi. Teşkilat mensupları subay olduklarını gizlemek zorunda olduklarından sahte kimliklerle yolculuğa çıkacaklardı. Mustafa Kemal halı tüccarı, Süleyman Askeri genç bir molla kılığına bürünmüştü. 1915'te Teşkilat'ın Osmancık Gönüllü Taburu'nun başında Irak'ta şehit düşen Kısıklılı Yüzbaşı Cemil hoca kılığındaydı. Mustafa Kemal yolcuğa çıkmadan önce Fuat Bulca'ya şöyle diyordu: "Hükümet acziyet içinde. Bunu Harbiye Nazırı elem ve üzüntüyle itiraf etti. İstanbul'dan hiçbir yardım göreceğimizi zannetmiyorum. Enver de aynı kanaatte... Evvela o gitmek istiyor. Eşref beyin Mısır'daki muhitinden ve dostlarından istifade edeceğiz. Sevkiyatın tehlikesiz oraya varması için Mısır'ın muhtelif yerlerinde teşkilat yapacak. Takma adlarımızla bu unvanlara uygun mesleklerimizin listesi hazırlanıyor." 

 SAHTE PASAPORTLAR KARA KEMAL'DEN 
Kara Kemal, Özel Teşkilat'ın İstanbul'daki işleriyle ilgilenecekti. Özel Teşkilat'a seçilecek subayların iaşeleri, yolculukta kullanacakları kıyafetler, sahte kimlik ve pasaportların tanzim edilmesi onun işiydi. Hazırlıklar gizli tutuldu. Özel Teşkilat'ın Hükümetle, İttihat-Terakki merkezi ile irtibatından da Kara Kemal ve Şükrü Bey sorumluydu. Kara Kemal Bey'in Karagümrük'teki evi, Özel Teşkilat'ın güvenli eviydi. (Kara Kemal, 1926'da Atatürk'e suikast davasından aranırken intihar etti. Maarif eski nazırı Şükrü Bey de aynı davadan idam edildi.) Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin sevkiyat sorumlusuydu Enver Bey'in evinde yapılan gizli toplantıda Mustafa Kemal, Ali Fethi Okyar, Kuşcubaşı Eşref, Mümtaz Bey, Süleyman Askeri, Fuat Bulca ve birkaç subay vardır. Toplantıda büyük bir harita başında çalışılıyordu. Teşkilat, Mısır üzerinden Libya'ya sızacaktı. İngiliz kontrolü altındaki Mısır'dan geçişler tehlikeliydi. Başka bir çare de yoktu. Mısır'da Eşref Bey'in çevresi işe dahil edilicekti. Mısır'ı iyi tanıyan biri daha vardı: Ömer Fevzi Mardin. Fevzi Bey, Özel Teşkilat'ın İskenderiye'deki sevkiyat ve ikmal sorumlusu tayin edildi. Teşkilat, Trablusgarp'e karadan ve denizden bağlanan yollar üzerindeki merkezlerde güvenilir elemanlar görevlendirecekti. Özel Teşkilat herkese açık olmayacaktı. Profesyonel çeteciler ve idare etme niteliğine sahip güvenilir subaylar yer alacaktı. Enver Paşa, hazırlık için Eşref Bey'in önceden gitmesini istedi. Enver Paşa'nın son sözleri şöyleydi: "Hepimiz yekdiğerini tebrike layıkız. Nizam ve disiplini muhafaza etmek için mutehalli olduğumuz şuura azami riayet içinde, tam bir kardeşlik ve uhuvvet havasını temsil edeceğiz. Allah bizimle beraberdir." İtalyanları kuş gibi avladı Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Bey Libya'da keskin nişancılığı ile ün saldı. Pusuya yatan Nuri Paşa'nın, tek başına 100'den fazla İtalyan askerini öldürdüğü dilden dile dolaştı. 

Kuşcubaşı Eşref de "Uçan Şeyh" ünvanını Libya'da kazanıyordu. Tunus, Cezayir ve Sudan'dan gönüllüler akıyordu. Cezayir'li Emir Abdulkadir'in oğlu Emir Ali Paşa ile Tunuslu Şeyh Salih Şerif Tunusi de Eşref Beyin davetiyle Trablusgarp'e geldi. Lavrens'i öldürmek onu kahraman yapmak olurdu Şerif Hüseyin isyanını hazırlayan İngiliz casusu Lavrens, Osmanlı'nın dikkatini 1914 yılı başlarında çekti. Yemen'de görevli bir Teşkilat-ı Mahsusa ajanı, Bedevi kılığında dolaşan Lavrens'i tesbit etti. Bugünkü Suud-i Arabistan sınırları içinde başlayan Şerif Hüseyin İsyanı'nı hazırlayan İngiliz casusu Edward Thomas Lawrence'ydi, Lavrens, Teşkilat-ı Mahsusa'nın dikkatini ilk defa ne zaman çekmişti? Kuşçubaşı Eşref, bu sorunun cevabını Cemal Kutay'ın neşrettiği anılarında veriyordu. Lavrens'i ilk ifşa eden Yemen'de görevli bir nüfus memuru olan Ahmet Hamdi Bey'di. Hamdi Bey Teşkilat-ı Mahsusa ajanıydı. Teşkilat, Yemen'de Müslüman kisvesine bürünmüş İngiliz muhtedisi iki ajanı tespit etmişti. Ahmet Bey'in görevi bu iki ajanın ilişki kurduğu kişileri belirlemekti. Ahmet Hamdi, Hacı Ali ve Abdullah Mansur adındaki iki ajanın ziyaretçileri arasında ilginç bir kişiyi tespit etti. Şeyh kılığı içinde, Arapça konuşan, çelimsiz biri olan bu İngiliz, civardaki bazı aşiret reislerini ziyaret etmişti. Eşref Bey, Ahmet Hamdi'den bu kişiyi takibe almasını istedi. Şam'da görevli teşkilat ajanı Eczacı Nejat Bey de İngilizle bizzat temas edecekti. Çok iyi İngilizce ve Fransızca konuşan Nejat Bey, İngiliz'in adını tespit etti. Arkeolog kisvesinde dolaşan bu adam Lavrens idi. 

LAVRENS OLTAYA DÜŞTÜ 
Lavrens'in Balebek'te olduğunu öğrenen Nejat Bey, Balebek harabelerinde araştırma yapan Müze-i Hümayun görevlisi kimliğine girdi. Lavrens'in dikkatini çekmek için annesi Türk Yahudisi olan Alman ajanı Hans Gürzoch'la dostluk kurdu. Gürzoch'tan bilgi sızdırmak için Lavrens, Nejat Bey'e yanaştı. Nejat Bey, Lavrens'e zararsız bilgiler verdi. Lavrens'in birlikte çalışma teklifini geri çevirmeyerek onunla birlikte bazı gezilere katıldı. Bu arada Lavrens'in resminin de içinde olduğu dosyayı İstanbul'a göndermişti. Lavrens'in Nejat Bey'den öğrenmek istediği en önemli konu, hilafetin Türk milleti üzerindeki tesiri idi. Nejat Bey İstanbul'a geldiğinde Lavrens'in şeceresini bile çıkarmıştı. 1914 başlarıydı. Lavrence adı henüz duyulmamıştı. 
ATİNA'DA BİLE İZLEDİLER
 Eşref Bey, Lavrens'in ileride oynayacağı rolü yeterince anlayamadığını itiraf edecekti. Kahire'deki Hizbül Vatani örgütüne mensup bir Teşkilatı Mahsusa elemanından Lavrens'in Mareşal Lord Kitchener ile görüştüğünü ve Atina'ya hareket edeceğini öğrenmişti. Lavrens, İskenderiye'de bir gemiye bindi. Yandaki kamaraya bir teşkilat ajanı yerleşmişti. Lavrens'in ilk durağı, Atina'daki İngiliz Elçiliği idi. Elçi, Lavrens'in şerefine bir akşam yemeği verdi. Eşref Bey, silik bir İngilizin, elçiden gördüğü ilgiyi merak etti. Atina'daki bir gayr-i müslim dostunu devreye soktu. Gelen bilgilere göre Lavrens, Arabistan bölgesindeki Rum-Yunan şirketleriyle yakın mesaiye girmek istiyordu. Bu yüzden İngiliz sefirini devreye sokmuştu. 

LAVRENS'İN PEŞİNE DÜŞTÜ 
Lavrens'in Balebek'te olduğunu öğrenen Eşref bey, bir bedevi şeyhi kılığına girdi. önce Balebek harabeleri çevresindeki Yahudiler dikkatini çekti. Eşref Bey, anılarında şöyle anlatıyordu: "Balebek 7 sene öncesine göre tanınmaz haldeydi. Harabelerin etrafında bir çok Yahudi müstameresi peyda olmuştu. Bunlar, çoğu casus olan topluluğun sadece parasını mı almak için gelmişlerdi? Biz, Teşkilat-ı Mahsusa olarak, Rum, Ermeni, Arap ayrılıkçı hareketleri içinde Yahudiliğin de nasıl gizli çalışmalar yaptığını biliyorduk. Nitekim Filistin cephesinin sükutu ile bu gizli hazırlık, diğerleri gibi arkamızdan vurdu"

 HAREBELERDE BULDU 
Eşref Bey, Balebek'te Musa El Atraş adında çok taraflı bir muhbiri sıkıştırdı. Atraş'ı Merzifon Amerikan Koleji'nden bir muallimle görüşürken yakalamıştı. Atraş, Eşref Bey'e çeşitli fotoğraflar gösterdi. Resimlerden birine gözü takıldı. "Bu kimdir?" dedi. Atraş, "Aradığınız adamın bu olduğunu bilmiyor muyum? Ya Bek, itimadınız yoksa, neden istihza ediyorsunuz?" dedi. Eşref Bey, dikkatlice baktı, Nejat Bey'in gönderdiği resimdeki adamdı. Atraş, Lavrens'in Araplar arasında dostça karşılandığını ve Çereş'e geleceğini söyledi. Eşref Bey ve ajanları Çereş'teki casus kaynayan Britanya Şark Enstitüsü'ün Müsteşrikler Toplantısı'na katıldı. Atraş, Lavrens'in yanına gidecek, böylece Eşref Bey de onu tanıyacaktı. 

ŞEYH KILIĞINDA SOHBET ETTİ 
Çereş harebeleri civarında Atraş, kıyafeti Yukarı Hicazlı bedevilerinkine benzeyen, çelimsiz, soluk renkli, zayıf birisine doğru ilerledi. Lavrens'ti. Eşref Bey bu anı anlatırken, "Lavrens karşımda idi. Nejat Bey'in ilettiği fotoğrafa tıpatıp benziyordu. İlk uyandırdığı intiba, hasta, mariz, dertli, renksiz, şahsiyetsiz, gelişmemiş bir kişi ile karşı karşıya oturduğumuz duygusu idi" diyor. Lavrens ile tanışan Eşref Bey onu bir bedevi şeyhi olduğuna inandırdı. Lavrens'i öldürmeye gerek duymamıştı. Lavrens tehlikeli bir casus olarak anılmaya başladığında bile bu nu düşünmedi. Niyeti, Lavrens'i tuzağıa düşürüp, savaş sonuna kadar Anadolu'da hapsetmekti. Nejat Bey'in yakalanması planı akamete uğrattı. 

PİŞMAN DEĞİLİM 
Eşref Bey, Lavrens'i öldürmediği için pişman mıydı? Şöyle diyordu: "Öldürmeyi, düşünmüyordum: Daima en sona bıraktığım bu tedibi, Lavrens için o anda düşünmeğe sebep de yoktu. Hadiseler, benim hata ettiğimi gösterdi ama, o gün kolaylıkla yapabileceğim bu işi, kanlı bir şekilde bitirmediğime pişman değilim. Bu, yarı şarlatan bir adamı kahraman yapmak olurdu. Eşref Bey,1917'de Hayber'deki cenkte esir düştüğünde Lavrens onu ziyaret etti. Bedeviler arasında adı efsane gibi dolaşan Eşref Bey'i merak etmişti. Karşısındaki kişi, yıllar önce Çereş'te sohbet ettiği bedevi idi. İngiliz casusları Sudan ve Libya'ya nüfuz edemedi Lavrens'in nüfuz edemediği iki bölge, Trablusgarp ve Sudan'dı. Lavrens anılarında şöyle diyordu: "Türklerin buralardaki nüfuz ve itibarının asıl sebeplerini anlayabilmek için bir ömrün bu çöller içinde gömülmüş olması kafi gelmez. Şeyh Sünnusi'ni dini nüfuz mıntıkası içinde olan bu yerlerde Osmanlı Türklerine ait anlatılan hikayeler hakikatle ilgisi olmasa bile, asırlardır nesillerin birbirlerine söylediklerini hafızalardan silebilmek mümkün değildir. Tarihin kendilerine 'Sizin sonunuz geldi' diye haykırmasına rağmen direnen bu bir avuç mecnun Trablusgarb'ı elde etmek isteyen İtalyanları nasıl durdurmuşlar ve ancak, Balkan Hıristiyanlığının el birliği ile üzerlerine atılarak onları Konstantinopol kapılarına kadar kovalamasından sonra buralardan ayrılmışlarsa, ilk fırsatta gizlice ve çoğu Alman denizaltılarıyla sahillere çıktılar, harbin sonuna kadar da hiçbir yabancı kuvveti sokmadılar"

 Lavrens: Kuşçubaşı Eşref, çöllerin eşine rastlamadığı müthiş bir haydut Vaktiyle Hicaz Valisi ve Sultan Hamid'in en sevgili paşasının oğlunu, iki tabur asker arasından alıp dağa kaldıran bu haydudun en cüretkar hareketi, Hicaz kuvvetlerinin içinden sıyrılıp çölün en zor yerinden aşıp Yemen'e gitmek teşebbüsü idi. Eşref Bey, kendisi için aksi bir tesadüfle ve bizim haberimiz üzerine Şerif Abdullah'la çarpıştı. Türkler, teslim olmayı adetleri üzerine reddettiler ve bir sıcak su gölüne atılmış şeker parçaları gibi eridiler. Eşref'in planı Hicaz'da, Filistin zaferimize imkan veren bu isyanı bastıracak son Osmanlı teşebbüsü idi. Bu çok cesur ve bedeviler arasında 'Uçan Şeyh' unvanıyla tanınan korkunç adam, İbn-i Reşid'in ve İmam Yahya'nın dostu idi. O sırada İbn-i Suud bize düşmanca vaziyet aldığında, Eşref'in telkinleri ile Mekke ve Medine'yi isyancı Hicaz kuvvetlerine bırakmamak isteyebilir, bu, neticede Türk planının zaferi olurdu. Bu tehlikeli adamın yaralı olarak Hayber'de ele geçmesi, neticelere doğrudan doğruya tesir etti. Kuşçubaşı Eşref: Lavrens kurnaz riyakar, aşağılık biriydi Lavrens cesur muydu? Hayır. Pervasızdı. Zeki mi idi? Hayır. Kurnazdı. Atak, utanmaz, sırasına göre riyakar ve iki büklüm, fakat başarılarının ana sebebi olarak sabit fikri olan, çalışkan bir insandı. Bazen kendisini , mücadeleye layık olmayan ve karşılaşmaya değmeyen biçare, zavallı, manyak bir hüviyete bürütürdü. Ne için, kimin için çalışıyordu? Buna sarih olarak cevap vermek güçtür. (..)

Peygamberimiz'den 1285 sene sonra, yine O'nun yolundan, O'ndan oldukları iddiası içinde , O'ndan ayrılmış olanların da katıldığı düşman bir dünya safına karşı yapılan Hayber şahlanışını takip eden devrede Lavrens, en kesif faaliyetini gösterdi. Türk esirlerine zulme vesile olması, Hayber cenginden sonradır. (..)Eline geçen fırsatta Lavrens, ne kadar gaddar olduğunu isbat etti. Sadece Türklere karşı değil, bütün insanlara karşı nefret beslerdi. Kendisinin bir piç ve cinsi sapık olmasında zulüm duygusunun büyük tesiri olduğunu söyleyebilirim. Beş adam Rusları dehşete düşürdü Teşkilat-ı Mahsusa'dan Kuşcubaşı Hacı Sami ve dört arkadaşı Keşmir üzerinden Pamir dağlarını aşarak Batı Türkistan'a sızdı. 1916'daki, Ruslara büyük kayıplar verdiren Yedi-Su İsyanları'nda önemli rol oynadılar Hind ihtilalini hazırlamak için Hindistan'a giden altı kişilik ekibin başında Kuşcubaşı Eşref vardı. Ekibin elemanları Hacı Selim Sami, Emrullah Barkan, Adil Hikmet, İbrahim Haklıer ve Tatar Hüseyin 'di. Ekip Bombay'a giderken savaş patlak verdi. Enver Paşa, Eşref Beyi geri çağırdı. İngilizler, ekibin peşindeydi. Yol haritası değişmişti. Eşref Bey, dostu Maskat Emirine uğrayıp İstanbul'a, diğerleri ise Orta Asya'ya RUSLARLA MÜZAKERE Hacı Sami ve arkadaşları Keşmir üzerinden Pamir dağlarını aşarak Doğu Türkistan'a girdi. 1916'daki Ruslara büyük kayıplar verdiren Yedi-Su İsyanları'nda önemli rol oynadılar. Yusuf Gedikli'nin hazırladığı "Asyada beş adam" adlı hatıratında Adil Hikmet şöyle anlatıyor:"Çok defa yırtık bir potini rüyalarımızda bile görmedik. Çok defa boş midelerimizin şikayetini durdurmak üzere yumruklarımızı karnımıza bastık. Pamirden Taklamakan çöllerinden ve her türlü vasıtalara malik seyyah kütlelerinin geçmeye cesaret edemedikleri yerlerden yalnız başımıza yürüyerek geçtik. Kırgızları ayaklandırarak, mukden meydan muharebesinde Japonlara mağlup, fakat Türkistan ihtilallerini kanlı bir surette bastırmağa muvaffak olduğundan dolayı çarın sarayında büyük bir mevkiyi haiz olan meşhur meşhur general Kuropatkin ile muntazaman muharebeler yaptık. 

ÇİN CUMHURBAŞKANI GÖREV TEKLİF ETTİ 
Bu muharebelerde gah mağlup olduk, gah galip geldik. O meşhur generalin araya koyduğu Çinli general ile bir devlet gibi mütareke akdettik. Rus gazeteleri sütunlarını bizim hakkımızdaki havadislerle doldurdu. Japon matbuatı en mutena sahifelerine bizim resimlerimizi bastı. İşte ben bu vakaları tespit ediyorum." Beş eylemci, Haziran 1919'da Şanghay'a ulaştı. Çin Cumhuriyeti'ni kuran Dr. Sun Yat -Sen, Teşkilat'çılara ilginç bir teklifte bulundu. Çin ikiye bölünmüştü, iç savaş vardı. Bir adamını onlara göndererek Çin ihtilal ordusunda görev almalarını ya da Çin dahilinde teşkilat yapmalarını istedi. Teklifte bulunan sadece Çinliler değildi. Adil Hikmet şöyle diyordu: "Kore Hariciye nazırlığına namzet olan ihtilal reisi mister Kim ziyarete geldi. Kore ihtilalini idare etmemizi rica etti. Bunu reddettik. Korelilerin Türk olduklarını, ırkdaşlarımıza yardıma koşmamızı istedi. Kore ihtilalinin misyoner tahrikleriyle alevlendiğini ve ABD'nin menafiğini istihdaf ettiğini ve bizim, ırkımız için cinayet yapamayacağımızı izah ettik." 

ÖKSÜZ DEĞİLSİN 
Adil Hikmet, 1921'de İstanbul'a geldi. Başkent işgal altındaydı. 1914'de yola çıkarken altı aylık evliydi. Bir çocuğu dünyaya gelmişti. İstanbul sularına girdiğinde hisleri şöyleydi: "Henüz duvağıyla bıraktığım hayat ortağım ne halde? Kızım bana sarılacak mı? Ben bu heyecanı şimdi daha şiddetli hissediyorum. (..) İçeriye adım attığım dakikada velvele koptu. Herkes biribirini kucaklıyordu. Şu köşede benim altı buçuk seneden beri hayalimde yaşattığım kadın gözlerine mendil tutmuş, hıçkırıyor. Şu ufak yavru kim? Siyah gözlerini bana dikmiş, çekingen tavırlarla bakıyor. Eliyle çenesini okşuyarak bir ayağını ileri geri oynatıyor. Kayınpederim torununu kucakladı, bana doğru gelerek: İşte baban kızım, dedi, artık öksüz değilsin." Necip Fazıl'ın şeyhine 'teşkilat'tan teşekkür İslam Milis Teşkilatı'nın kumandanlarından biri Teşkilatı Mahsusa'dan meşhur komitacı Ömer Naci'ydi. Teşkilatı Mahsusa'nın Şark cephesi "Kafkasya İhtilal Cemiyeti" namıyla hareket ediyordu. Cemiyetin şubeleri Erzurum, Trabzon ve Van'dı. Erzurum'un idaresinden Dr. Bahattin Şakir, Hilmi Bey, Vali Tahsin Uzer sorumluydu. (Tahsin Bey Van Valisi iken Bediüzzaman'ınçok yakın dostuydu. Medresetüz-Zehra'nın açılması için defalarca İstanbul'a yazı yazdı. Neticede üniversitenin temeli atıldı. Kuva-yı Milliye döneminde Atatürk ve Fevzi Çakmak'ın Ankara'ya davet ettiği Bediüzzaman,Tahsin Bey'in araya girmesiyle davete icabet ediyordu.) Ömer Naci ise Van'da kalarak, Rusya ve İran dahilinde istihbarat ve teşkilatla meşgul oluyor, çeteler teşkil ediyordu. Ömer Naci'nin Teşkilat merkezine çektiği telgraflara göre Van'da milis fırkası teşkilinde beklediklerinin çok üstünde netice alınmıştı. 

ÇETECİLERLE SAVAŞTI 
Ömer Naci'nin sözünü ettiği milis fırkalarında Necip Fazıl'ın şeyhi Abdulhakim Arvasi, Seyyid Taha, Seyyid Hacı Baba Şeyh, Van ve Gevaş Müftüleri ile Bediüzzaman da vardı. Şeyhler ve Hocaefendiler müritlerinden çeteler teşkil ederek Ruslara ve Ermeni çetelerine karşı savaştılar. Bediüzzaman'ın katibi Molla Habib İran cephesinde Teşkilat-ı Mahsusa'nın ünlü isimlerinden Halil Paşa'yla mühim bir haberleşmeden sonra şehit düştü. Milis Albayı Bediüzzaman ise Bitlis'te Ruslara esir düştü. Esaretten kurtulup İstanbul'a geldi. Enver Paşa, Nursi'nin İşaretül İcaz adlı eserinin kağıt parasını karşıladı. Nursi, İstanbulun işgalinde Hutuvat-ı Sitte'yi yazarak tavrını ortaya koydu Kadir Mısıroğlu'nun "Kurtuluş Savaşı'nda Sarıklı Mücahitler" kitabındaki belgelere göre bölgedeki milislerin kumandanı Ömer Naci, Şeyhülislam'a telgraf çekerek Seyyid Abdulhakim Arvasi ve kardeşi Hacı Baba Şeyh'in İran'da mücahede-i İslamiyeleriyle temayüz ettiklerini, manevi nüfuzlarıyla mukaddes cihada bilfiil hizmetlerde bulunduğunu bildirerek birer rütbe-i aliye ile taltif edilmelerini istiyordu. Mevlevileri ve Bektaşileri de milis yaptılar Teşkilat-ı Mahsusa'nın topladığı gönüllüler arasında tarikatler ve aşiretler de vardı. Mevlevi Mücahit Alayı'nın başında Veled Çelebi, Bektaşi Mücahit Taburu'nun başında Cemaleddin Çelebi vardı. Kadiri, Nakşi, Rufailer Mevlevi Alayı bünyesinde idiler. Yenikapı Mevlevi Şeyhi Abdulbaki Efendi ile Erzincan Mevlevi Şeyhi İbrahim Hakkı Efendi de dervişleriyle Şam'daki Mevlevi Alayı'na dahil oldu. 

DERSİMLİ MÜCAHİTLER ALAYI 
Vatan Özgül'ün "Balabanlılar" kitabındaki belgelere göre Erzincan ve Dersim'de mukim Balabanlı alevi aşireti reisi Gül Ağa ve Şadıllı aşireti reisi Kırmo Yusuf'un, Teşkilat'la sıkı ilişkisi vardı. İlginç bir not: İttihad-i İslam, alevi aşiretler arasında da kabul gördü. Balabanlı milislerden "Gül Ağa'nın Mücahitleri" diye söz ediliyordu. 

SITKI BABA YÜZBAŞI
 Bektaşi Şeyhi Cemalettin Çelebi, Dersim'deki Alevi ocaklarını ziyaret ederek, Teşkilat-ı Mahsusa'ya gönüllü topladı. Bu gönüllülere Mücahidin-i Bektaşiye adı veriliyordu. Erzurum'da Bektaşi Alayı Kumandanı Cemalettin Efendi'nin askeri danışmanı Yüzbaşı Nuri Dersimi idi. Dersimi daha sonra ayrılıkçı isyanlarda yer aldı. Bazı iddialara göre Dersimi, Teşkilat'ın isyancıların içine sızmış başarılı bir elemanıydı. Bektaşı Mücahit Taburları'nın Erzincan şubesinin başında yüzbaşı rütbesiyle Alevi Babası ve ozanı Sıtkı Baba vardı. Nurşin Şeyhleri Milis Teşkilatı kurdular Bitlis'teki Nurşin Şeyhleri de Cihan harbinde müritleriyle milis fırkaları kurdu. Bunların ikisi, Molla Sadrettin Yüksel'in kayınpederi Şeyh Masum ve amcası Şeyh Muhammed Ziyaüddin idi. Şeyh Ziyaüddin'in iki kardeşi şehit oldu, kendisi kolunu kaybetti. Atatürk, Kuva-yı Milliye döneminde yazdığı, "Nurşinli Meşayih-i İzam'dan Şeyh Ziyaüddin Efendi Hazretlerine" başlıklı mektubunda "zat-ı fazilanelerinizin Harb-i Umumi'nin imtidadınca Osmanlı ordusuna ifa eylemiş olduğunuz hıdemat-ı bergüzidelerine ve Makam-ı Mualla-yı Hilafet ve Saltanata göstermiş olduğunuz revabıt-ı kalbiyelerine yakından muttali bulunuyorum. Bu sebeple zat-ı alinize kalben pek büyük hürmetim vardır" diyordu. Kaynak:Yeni Şafak Yazı Dizisi... Osmanlının son fedaileri Teşkilat-ı Mahsusa derin bir milletin asırlardır taşıdığı dünya görüşüne dayanıyor, teslimiyetin karşısına dikilen iradeyi temsil ediyordu. O kahramanlar, milletlerinin tarihi misyonuna uygun bir mücadeleyi vermek için hiç bir fedakârlıktan kaçınmadılar. Buna rağmen onları maceracı diye yaftalayan insanlar ortaya çıktı. Bunlar kendi değersizliklerinin farkında oldukları için gerçek değerleri kıskandılar ve yok saymaya kalktılar. “Teşkilât-ı Mahsusa: Osmanlının son fedaileri” Kasım ayında Yeni Şafak gazetesinde Abdullah Muradoğlu imzasıyla yayınlanan yazı dizisinin adıdır. Sahte ve sanal gündemlerin yağmuru altındayken seyrek de olsa böyle kalıcı ve sahici işleri görmek ümitlerimizi tazeliyor.

 Kuşçubaşı Eşref’ten Süleyman Askeri’ye, Atatürk’ten Enver Paşa’ya ve isimleri unutulmuş büyük kahramanların hikâyesini bize anlatan Abdullah Muradoğlu, Teşkilat-ı Mahsusa’nın vasfını “Osmanlı’nın son döneminde, yeniden varolmak için ortaya çıktılar. Osmanlı coğrafyasının dört bir yanında, tarihi yeniden yazmak için kanlarıyla canlarıyla savaştılar. Hindistan’dan Mağrip’e kadar uzanan İslam dünyasını Osmanlı etrafında birleştirmeyi amaçlayan teşkilat, sıradan bir ‘ajanlar topluluğu’ değil, bir idealistler ordusuydu.” sözleriyle anlatıyor. Teşkilat-ı Mahsusa derin bir milletin asırlardır taşıdığı dünya görüşüne dayanıyor, teslimiyetin karşısına dikilen iradeyi temsil ediyordu. O kahramanlar, milletlerinin tarihi misyonuna uygun bir mücadeleyi vermek için hiç bir fedakârlıktan kaçınmadılar. Buna rağmen onları maceracı diye yaftalayan insanlar ortaya çıktı. Bunlar kendi değersizliklerinin farkında oldukları için gerçek değerleri kıskandılar ve yok saymaya kalktılar. Oysa Teşkilat-ı Mahsusa son demlerini yaşayan bir devletin savunmasını topraklarının dışına taşımayı başarmış, mazlum milletleri organize etmişti. Teşkilat-ı Mahsusa, Birinci Dünya savaşının Osmanlı devletini parçalamak ve petrolü paylaşmak için çıkacağının farkındaydı. Onlar geleceği görüyor, düşmanın nihai hedefinin Anadolu’yu paylaşmak olduğunu da biliyorlardı. 

Bu yüzden daha 1913-14’lerde Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde silah ve mermi depolamışlardı. Birinci dünya savaşı boyunca mücadeleyi değişik coğrafyalara yayarak, küçük çaplı kuvvetlerle uzun direnişler sergileyerek, düşmanın Anadolu’ya olabildiğince yorgun gelmesi için herşeyleriyle savaştılar. Biz nefsimize hoş gelecek bir neticesi yoksa iki adımlık yere gitmeye üşenirken, nerede tehlike varsa oraya koşan her anı ölümle burun buruna yaşamaktan çekinmeyen insanları tanımıyoruz. Haydi uzak tarihi bir kenara bırakalım, 1910’lardan başlayarak 1923’lere kadar devam eden ölüm-kalım mücadelesini yeterince biliyor muyuz? Kahramanlarımızı tanıyor muyuz? Peki biz bugün bütün bir toplum olarak örnek insan ihtiyacı duymuyor muyuz? Evet Türkiye’deki kültürel iktidar, geçmişten bugüne gittikçe sulanan bir solun şimdilerde dünyadaki aktif hegemonyanın sözcülüğünü üstlenmesine dayanmaktadır. Bugün dünyaya büyük ölçüde hakim olan medya düzeninin işlevi kontrol ve kolonizasyondur. Türkiye’nin şu anda toplum ve devlet olarak batılılaşma projesinin tesiriyle kendi hedeflerini, iddialarını ve ideallerini besleyemeyecek ve üretemeyecek durumda olması ülkedeki kültürel zemini giderek daha da kaygan hale getirmektedir. Kaygan zeminin en belirgin hissedildiği yer iletişim araçlarıdır, medyadır. Aslında iletişim araçları sadece vasıtadır/yansıtıcıdır. Olmayan ilim geleneğini ve düşünce birikimini sadece bir yayın organına sahip olmakla veremezsiniz. 

Gündemi takip etmek demek kitabı ve kitaplığı unutup, günlük gazetelere kilitlenmek değildir. Dünyaya ortalama insandan farklı bir bakış açısıyla ve fikirle yaklaştığını iddia edenlerin gündemi takip etmeleri basit bir takipten öte bir şey olmak gerekir. Bu takip kitle insanı gibi genel medyanın yönlendirmesiyle ve biçimlendirmesiyle dönüşen ve kendisine ait tercihleri oluşturamayan bir tarzda da olamaz. Farklılığın en belirgin ifadesi, olup bitenleri kendine has fikri donanımla yorumlayabilecek ölçüde dünya görüşünde derinleşmektir. Kitabıyatıyla ilgisini sakatlamış, kaynaklarını belirsizleştirmiş bir “fikir hareketi” günbegün aşınır ve sonuçta “slogan hareketine” dönüşür. Türkiye’nin ihtiyacı, pek bir realist yaklaşımlarıyla “küresel hegemonya”nın dayattığı realitelere teslim olanlara değil, hakikate olan inanç ve bağlılıklarını kaygan zeminlerde dahi gösteren ve “her şeye rağmen mutlaka yapılabilecek bir şeyler vardır” diyenleredir. Kaynak:http://www.ufukotesi.com Cumhuriyeti Teskilat-i Mahsusa kurdu M. ALI EREN 50'li yillar... 

Türkiye'nin genel görüntüsü, Tek Parti Dönemi'ne nazaran daha bir güllük gülistanlik. Demokrat Parti'nin ülkeye getirdigi demokrasi ve özgürlük havasi, devlet ile halk arasindaki gerilimi oldukça azaltmis. CHP döneminin Disisleri Bakani Hasan Saka'nin öncülügünde baslayan Türk-Amerikan iliskileri, "Marshall Yardimi" ile biraz daha rayina oturmus gözüküyor. Gelisen iliskilerin aslinda, Amerika'nin isine yaradigi da su götürmez bir gerçek. Yüklü bir Osmanli mirasina sahip Türkiye'de, Amerika'nin yararlanabilecegi çok sey var. Türkiye'nin yeniden yapilandigi bu yillarda esrarengiz bir Amerikali, Ford Foundation'in da destegiyle Washington-Ankara-Istanbul ve Washington-Misir arasinda mekik dokuyor. Türkiye ve Misir'da eski bir gizli örgütün üyeleri ile sik sik görüsmeler yapiyordu. Yerli arastirmacilara kapali tutulan bazi gizli kapilar, Türk-Amerikan iliskilerinin yüzü suyu hürmetine, bu kisiye ardina kadar açiliyordu. Philip H. Stoddard adli bu esrarengiz Amerikali, bunca zahmete Osmanli'nin istihbarat örgütü teligindeki Teskilat-i Mahsusa hakkinda aynntili bilgi edinebilmek amaciyla katlaniyordu. Trablusgarp Savasi sonunda kurulan Teskilat-i Mahsusa'nin birçok görevlisi hayattaydi o yillarda. Bunlardan en önemlisi hiç kuskusuz Esref Kusçubasi idi. Aziz el-Misri, Zübeyde Sapli, Ahmet Salih Harb, Hilmi Musallimi, Satvet Lütfi Tozan ve Hamza Osman Erkan gibi, her biri adeta "yasayan tarih" niteligindeki Teskilat-i Mahsusa üyeleriyle Türkiye ve Misir'da defalarca biraraya gelen "Esrarengiz Amerikali" Stoddard, hayatinin hazinesini bulmustu. Elde ettigi çok önemli bilgileri, 11 Mayis 1963 tarihinde Princeton Üniversitesi'nde doktora tezi olarak sundu. Çalismada 1911-1918 yillari arasinda Osmanli hükümetleri ile Araplar'in münasebetleri inceleniyor, Teskilat-i Mahsusa'nin Ortadogu ve Kuzey Afrika'daki faaliyetleri arastiriliyordu. Stoddard'in bu kapsamli çalismasi sonunda, örgüt ve faaliyetleri hakkindaki bütün bilgiler Amerika'nin eline geçmis oldu. 

CIA IÇlN BlR KAYNAK: TESKlLATl MAHSUSA 
Teskilat-i Mahsusa gibi bir gizli örgüt, genis ufuklu ve büyük devlet felsefesi ile düsünen Osmanli devlet adamlari için ne kadar önem tasiyorsa, tipki Osmanli gibi "büyük oynayan" Amerika için de o denli önem tasiyordu. En azindan, dünya hakimiyetinin pekistirilmesi bakimindan bir gizli örgütün dünya ölçeginde nasil çalismasi gerektigine dair önemli dersler veriyordu Teskilat-i Mahsusa. Stoddard'in Teskilat-i Mahsusa hakkinda elde ettigi bilgiler CIA'nin ufkunu bir hayli genisletmis ve isine oldukça yaramis olmali. Isin ilginç yani, Teskilat-i Mahsusa'nin birikiminden Türkiye'nin bir türlü yararlanamamasi. Çünkü Misaki Milli sinirlari içerisine sikisip kalmis "dar ufuklu" bir Türkiye, o begenmedigi Osmanli kadar bile büyük düsünemiyor. Stoddard'in Teskilat-i Mahsusa hakkindaki çalismalari 1963'te tamamlandi. Ama Türk kamuoyuna Teskilat-i Mahsusa'yi tanimak Amerika'dan tam 30 yil sonra, yani 1993 yilinda nasib oldu. Çalisma 1993 yilinda ARBA Yayinlari'nin girisimleri sonucu Türkçe'ye çevrildi ve ayni adla yayinlandi: "Teskilat-i Mahsusa: Istanbul'un Dogusunda Bitmeyen Oyun". Kitabin bu tarihte piyasaya çikmasinin özel bir anlami var Mahir Kaynak'a göre. "Bu kitabin yayinlanmasi" diyor Kaynak, "AmerikaAvrupa güç dengesi arasinda bir tercih yapmak noktasina gelmis olan Türkiye'deki Alman lobisinin zayiflatilmasi amacina yönelik." Bu arada Stoddard'in sözkonusu çalismasini yayinlayan ARBA Yayinlari, önümüzdeki birkaç ay içinde, Teskilat-i Mahsusa'nin en önde gelen ismi Esref Kusçubasi'nin bugüne kadar hiçbir yerde yayinlanmamis hatiralarini Türkçe ve Ingilizce olarak yayinlamayi düsünüyor. 

ARBA yetkilileri bu hatirati, "dostumuz" Philip H. Stoddard'dan almis. Teskilat-i Mahsusa, kimi çevrelerce "Kizil Sultan" diye adlandinlan Sultan II. Abdülhamid'in Islamcilik düsüncesini bütün dünyaya yayma isteginin bir ürünü olarak tezahür etmis kabul ediliyor. Yeri gelmisken söylemekte yarar var; bu gizli örgüt, Abdülhamid'i tahtindan eden Ittihat Terakki Partisi mensuplarinca kurulmus. Iktidara gelinceye kadar oldukça liberal ve özgürlükçü bir siyasal tavir sergiliyor gözüken Ittihat Terakki'nin ayaklari, iktidari zorla ele geçirdikten sonra suya degdi. Ülkenin içinde bulundugu durumu ve dünya konjonktürünü daha yakindan görme firsati bulan Ittihatçilar, devletin kurtulusunun Abdülhamid'in politikalarina dönmekle mümkün olacagini anladilar. Ama artik olan olmus, ati alan Üsküdar'i çoktan geçmisti. Ittihat Terakki'nin Islamci ve Türkçü bir politika belirlemesi, Talat Pasa'nin 1910 yilinda Selanik'te yapilan gizli bir toplantida Müslümanlar'la gayri müslimlerin esit olmadigini söylemesi ve Balkan Harbi sonunda gayri müslimlerin Osmanli'dan ayrilmasiyla baslar. 

Ittihatçilar, Abdülhamid'in ektigi Islamcilik tohumlarinin biçilme vaktinin geldigine inaniyorlardi artik. Abdülhamid, Islam dünyasini halifelik etrafinda birlestirmek, ümmet suuru ve Islam kardesliginin olusmasini saglamak amacindaydi. Ancak Ittihat Terakki'nin darbesi sonucu iktidari elinden alinan Abdülhamid'in bu düsüncesi, bir "ütopya"dan öteye geçmedi. Son yillarda yayinladigi önemli arastirma kitaplari ile dikkat çeken Orhan Kologlu, bu faaliyetleri Panislamizm olarak degerlendirmenin yanlis olacagini belirtiyor. Çünkü Abdülhamid döneminde Ittihad-i Islam hareketi, fikri ve sahsi gayretlerin ötesine geçebilmis degildi. Oysa bir hareketin "Pan" niteligini kazanabilmesi için bir örgütünün ve siyasi hedefinin olmasi gerekiyor. Nitekim, Abdülhamid'in dünyanin dört bir yanina gönderdigi "misyoner" ruhlu kisilerin Osmanli Devleti içinde öyle söylenildigi gibi bir teskilatlari yoktu. Bu kisiler padisaha bagli olarak görev yapan gönüllü kimselerdi. Ittihatçilara göre ise, emperyalistlere karsi ciddi bir mücadele verebilmek, bütün Islam dünyasini harekete geçirmekle mümkündü. Bunu gerçeklestirmek için de bir örgüte ihtiyaçlari vardi Ittihatçilarin. Ayrica politikacilari güvenilir bulmayan Ittihatçi kurmaylara göre bu örgüt, gizli bir örgüt olmaliydi.

 TESKlLAT-I MAHSUSA: Ilk GlZLl ÖRGÜT 
Harbiye Naziri Enver Pasa'ya bagli olarak 1913 yilinda kurulan Teskilat-i Mahsusa'nin daire baskani, Süleyman Askeri Bey idi. Dr. Philip H. Stoddard'a göre 1916 yilinda personel sayisi 30 bin kisiye ulasan örgüt ajanlarinin büyük bir kismi, uzmanlardan olusmaktaydi. Örgütte doktorlar, mühendisler, gazeteciler, politikacilar ve subaylarin yanisira, geçmisi oldukça karanlik ama sadakatlerinden kusku duyulmayan gerilla savasi uzmanlari da yer aliyordu. Böylesine zengin bir "ajan kadrosu" na sahip olmasina ragmen Türkçe ve yabanci dillerde yayinlanan kitaplarda Teskilat-i Mahsusa'dan pek sözedilmemesi, sözedenlerin de yeterince bilgi vermemesi, Stoddard'a göre teskilatin faaliyet alani ve personel sayisini gizli tutmakla yükümlü olan Osmanli devlet adamlarinin bir taktik basarisiydi. Bu asrin ilk çeyreginde faaliyet gösteren Teskilat-i Mahsusa, o yillarda dünyanin en güçlü ve en etkin örgütlerinden biriydi. Ortadogu ve Kuzey Afrika basta olmak üzere üç kitada örgütlenen Teskilat-i Mahsusa ajanlarmm pek azi örgüt mensubu olarak taniniyordu. Resmi üyelik listeleri bulunmamakla birlikte Kusçubasi Esrefe göre böyle bir listenin yayinlanmasi, Ortadogu'daki birçok devlet adamini rahatsiz edecekti. Casusluk ve karsi casusluk faaliyetleri tarih boyunca olagelmisti ama, dogrusu bunun Batili anlamda müesseselesmesi ilk olarak Teskilat-i Mahsusa ile gerçeklesti. 

Abdülhamid dönemi de dahil, bundan önceki dönemlerdeki casusluk faaliyetleri padisahin sahsina bagli olarak yapildigi için, saglikli bir örgüt yapisi olusturmak da pek mümkün degildi. Eylem stratejisi Ittihatçilarin ittifaklari dogrultusunda Teskilat-i Mahsusa, Almanya ile hem finans, hem de teoripratik eylem birligi içindeydi. Kafkasya, îran, Ortadogu, Hindistan ve Afganistan bölgelerinde önceleri Almanlar'la birliktelik saglanmis, ancak daha sonralari basgösteren bazi sorunlar nedeniyle bu dayanisma çözülmeye baslamisti. Almanlar maddi gücü, Teskilat-i Mahsusa ise milis ajanlari sayesinde bölge halkinin destegini saglamislardi. Genel planlama Enver Pasa'nin Alman Genelkurmayi ile koordinasyonu sonucu gerçeklestirilmisti. Uygulama alaninda ise Esref Sencer'in baskanliginda Zübeyde Sapli, Ahmet Salih Harb, Hilmi Musallimi, ve Hamza Osman Erkan gibi serdengeçtiler yer aliyordu. Teskilat'in gayesi özetle, Islam dünyasini ve Müslüman Türkler'i bir bayrak altinda toplamak, yani genis imparatorluk cografyasinda yerine göre Panislamizm, yerine göre de Pantürkizm yapmakti. Ancak Ittihatçi kurmaylarin sanildigi kadar ütopist olmadiklarini da söylemek gerek. Bu ideolojilere sahip olmalarina ragmen gerçeklesmeyecek bir rüyanin pesinde olduklarinin da farkindaydilar. Herseyden önce, genel konjonktür tümüyle aleyhteydi. 

Buna karsi onlarin Teskilat-i Mahsusa'dan bekledikleri sey, Islam ülkelerine saldiran Ruslar'a ve îngilizler'e karsi besinci kol faaliyetlerini sürdürebilmekti. Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri Birinci Dünya Savasi'nda yogunluk kazandi. Teskilat, savas boyunca savas ilanini duyurmanin yaninda; karsi casusluk, Ingiliz istihbarat ve kesif kollarina karsi istihbarata karsi koyma harekati da gerçeklestirdi. Bu arada teskilatin askeri operasyonlar yaptigi da bilinen bir gerçek. Örgütün ilk çalisma alani Bati Trakya oldu. îlk baskan Süleyman Askeri'nin basinda bulundugu Teskilat-i Mahsusa, özel bir tim ile, 1913 Istanbul Anlasmasi sonucu Bulgarlar'a terk edilen Bati Trakya'da, Osmanli Devleti'nden ayri bagimsiz bir Bati Trakya Türk Devleti de kurdu. 1914 yilinin sicak bir agustos gününde, daha harp baslamadan Enver Pasa Rauf Orbay'i îran, Afganistan, Hindistan sahasinda ajitasyon ve anti îngiliz eylemler yapmakla görevlendirmisti.

 Istanbul Harbiye Nezareti Sark Subesi Baskani Ömer Fevzi Bey araciligi ile yürütülen hazirliklar sonucunda 20 kisilik asker kökenli özel tim, göreve baslamisti. Ekipte bir ara Çerkes Ethem de görev almis, ancak bölge halkinin kayitsizligi ve Almanlar'in ikilik çikarmasi sebebiyle eylem takriben bir yil sonra, Eylül 1915'te sona ermis ve tim dagilmisti. Afrika'da Trablusgarb, Misir, Çad, Habesistan ve Sudan'a kadar ajanlar gönderilmisti. Meshur Seyh Ahmed El Sunusi'nin Trablusgarp'tan bir denizalti ile Istanbul'a kaçirilmasi, teskilatin bölgedeki en basarili eylemi. Ayrica Enver Pasa'nin Türkistan seferi ve Cemal Pasa'nin Afganistan'a geçirilmesi, en kötü zamaninda bile örgütün hareket kabiliyetini göstermesi bakimindan önem tasiyor. Bu arada Dünya Savasi sirasinda Nil Nehri üzerindeki su depolarini ve barajlari havaya uçurmak, hatta nehrin Sudan ve Habesistan'daki yataklarini degistirmek gibi görevler üstlenen Teskilat-i Mahsusa'nin bu faaliyetlerine dair belgeler, yillardir arastirmacilara kapali tutulan Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Baskanligi Arsivi'nde saklaniyor. Bu arsivde arastirmacilardan sürekli gizlenen belge sayisinin, gayri resmi rakamlara göre 30 bini buldugunu yeri gelmisken hatirlatmakta fayda var.

 ENTELEKTÜEL ENFORMATlK FAALIYETLER
 Anadolu-Iran-Hindistan çizgisinde mezhep ayriliklarina karsi politika olusturmak üzere özel bir çalisma baslatan Teskilat-i Mahsusa, bir taraftan da emekli yüzbasi Baha Said Bey'in idaresinde sosyolojik arastirmalar yapiyordu. Ayrica Hindistan'a Sürini imamlar gönderilmek suretiyle, Kara Vasifin baskanliginda Islam Ihtilal Komitesi olusturulmustu. Baha Said, Rusça dahil bes yabanci dil bilen ve birikimi hayli fazla bir entelektüel olarak önemli görevler üstlenen bir Teskilat-i Mahsusa mensubu olarak bilinir. Hicaz seyhlerinin çocuklarinin özel olarak egitilmek üzere Galatasaray Lisesi'ne getirilmesi ve bunun yanisira Misir'dan bir grup din adaminin Mugla'da bir çiftlikte misafir edilmeleri de teskilatm faaliyetleri arasinda yer aliyordu. Ittihat Terakki bir yandan Teskilat-i Mahsusa gibi faaliyet alani alabildigine genis bir istihbarat örgütü kurarken, öte yandan Islam dünyasinda Ittihati Islam fikrinin olusmasi için egitim ve yayin faaliyetleri de yapmaktan geri kalmiyordu. Bugüne kadar yapilan arastirmalarda belge bulmak mümkün olmadigindan, bu konudaki çalismalar tarihçiler tarafmdan atlanmisti. Doç.Dr. Zekeriya Kursun'un arsivde buldugu el degmemis belgeler sayesinde Ittihatçilar'in, Teskilat-i Mahsusa'ya paralel bir sivil örgüt kurdugu beliriendi. Cemiyeti Hayriyei Islamiye adiyla olusturulan bu sivil cemiyet Medine'de bir Islam Üniversitesi kurmayi bile basarmisti. Teskilatin en önemli prensiplerinden biri de, sivil ve askeri örgütlerin birbiri ile koordineli bir sekilde çalismalarmi saglamakti. 

FAALIYETLERlN SONUÇLARI 
1911-1918 yillari arasinda Orta Dogu-Orta Asya, Güney Asya, Kuzey ve Orta Afrika'da casusluk, karsi casusluk, propaganda ve çesitli operasyonlar yapan Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri, Osmanli Devleti'nin yenilmesiyle resmen sona erdi. Teskilat için çalisan pek çok Arap Osmanli vatandasi isgal altindaki kendi ülkelerine dagildilar. Bütün bu gelismelerden sonra faaliyetler, örgüte bagli kalmaksizin, bir sekilde devam etti Türk-Arap iliskileri üzerine önemli çalismalar yapan Doç. Dr. Zekeriya Kursun'un arastirmalari sonucunda vardigi neticeye göre, Kuzey Afrika'daki bagimsizlik mücadelelerinde Teskilat-i Mahsusa'nin bir hayli etkili oldugu görülüyor. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yayarken Sadik El-Husri, Arap Birligi'nin fikir babaligini yapiyordu ve bu kimselerin teskilat ile iliskileri vardi. Teskilat-i Mahsusa batmakta olan bir devletin askeri istihbarat örgütü niteligini tasiyordu. Bu niteliginden dolayi da parlak basarilar elde etmesi nerdeyse imkansizdi. Orhan Kologlu devletin içinde bulundugu sosyo ekonomik durumun örgütü iflasa sürükledigini söylerken, Dr. Haluk Dursun bu çöküsü teskilatin rakiplerinin gücüne ve dünyanin en iyileri olmasina bagliyor. Dursun "Teskilat-i Mahsusa amatör bir ruhla ve çok genis bir cografyada yüksek performansi ile faaliyet göstermistir. Devlet tecrübesi ve felsefesinden dogmus bir strateji yerine pratik eylem ve militanlik ruhundan kaynaklanan bir hareketti Teskilat-i Mahsusa. En büyük handikap ve dezavantajlari ise karsilarinda rakip olarak bu konuda dünyanin en iyisi îngiliz Entelijans servisi ve E.T. Lawrence'in bulunmasiydi" diyor. Ancak Zekeriya Kursun, teskilatin karsi casusluk faaliyetlerinde küçümsenmeyecek basarilar elde ettigini, Serif Hüseyin isyaninin diger Arap bölgelerine yayilmasinin, teskilatin çalismalari sayesinde önlendigini ve Arabistan'da îbn Resid, Yemen'de ise îmam Yahya'nin savasin sonuna kadar Osmanli Devleti'ne bagli kaldigini hatirlatiyor. 

MlLLl MÜCADELE VE TESKlLAT-I MAHSUSA 
Bütün olumsuzluklara ragmen Mütareke Devri Istanbul'unda ve Anadolu'sunda Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri durmak bilmedi. Zamana ve zemine çok çabuk adapte olup faaliyete geçebilen bu örgüt mensuplari Istanbul'da Milli Kongre olarak bilinen cemiyeti de olusturdular. Tarihçi Dr. Haluk Dursun "Mütareke Devri Istanbul'unda Milli Kongre çatisi altinda birlesen ve milli direnisi destekleyen eski Teskilat-i Mahsusaci; bilim, fikir adamlari, sanatçilar, doktorlar, gazeteciler yani imparatorluk entelektüelleri özellikle yabanci dilde gazete, kitap çikararak milli tezleri dünya kamuoyunda savunmuslardir. Ayrica o sartlarda Cenevre, Paris, Budapeste, Londra gibi merkezlerde kitap, gazete yayinlamak imparatorluk kadrosunun vizyon ve misyon bakimindan seviyesini gösterir" diyor. 1918'de resmen sona eren Teskilat-i Mahsusa faaliyetleri devam eder. Kara Kemal, Kara Vasif, Baha Said öncülügünde Karakol Cemiyeti kurulmus ve Milli Mücadele'nin temeli atilmisti. Bunlar hem Anadolu'ya silah ve asker geçirilmesini saglamislar hem de Mustafa Kemal'in faaliyet ve kongresinde bunlar olusturdu. Adeta Enver Pasa'nin kurup harekete geçirdigi Teskilat-i Mahsusa'dan asil Mustafa Kemal ürün aldi. Yrd. Doç. Dr. Süleyman Beyoglu, Milli Mücadele'yi Teskilat-i Mahsusa'nin teskilatlandirdigini bütün gizli örgütlerin bu teskilatta çalisarak tecrübe kazanmis kisilerce kuruldugunu belirterek "însan ve silah kaçirmaktan propaganda ve casusluk hizmetlerine kadar ciddi hizmetler yaptilar. 

Mustafa Kemal bu örgütlerin farkindaydi" diyor. Mustafa Kemal bir süre beraber çalismayi uygun gördügü bu etkin gizli teskilatlarla daha sonra hesaplasma yoluna gitti. Bu çatisma tarihçilere göre kaçinilmazdi. Philip H. Stoddard'in Esref Kusçubasi'ndan aldigi teskilat listesinde de görüldügü gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal'in de teskalatla iliskisi olmustu. Mustafa Kemal teskilatla iliskisi Trablusgarp Savasi'nda mahalli milisleri örgütlemekle baslamisti. Mustafa Kemal daha sonra Enver Pasa ile olan ihtilafi nedeniyle teskilata biraz mesafeli durmayi tercih ediyor. Orhan Kologlu'nun belirttigine göre de Enver Pasa Trablusgarp'ta Bedevi Araplar'la bir Islam imparatorlugu kurabilecegini raporlarina yazarken Mustafa Kemal dönemin genelkurmayina bedevilerle hiç bir is yapilamayacagina dair bir rapor gönderiyordu. O dönemde teskilat henüz kurulmamasina ragmen fiili olarak görev yapiyordu. Gerek Istiklal Savasi'nda gerekse cumhuriyet sonrasinda önemli roller oynayan Rauf Orbay, îstiklal Mahkemeleri'ne baskanlik eden Ali Çetinkaya, Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden Ali Fethi Okyar, T.C'ye bakanlik ve basbakanlik yapan Dr. Refik Saydam, Atatürk'ün yaveri piyade subayi Rasuhi, THK Baskanligi yapan Fuat Bulca, îstiklal Marsi'nin yazari ve Kurtulus Savasi'nin manevi dinamiklerinden Mehmet Akif Ersoy da teskilatta çalismisti. Kaynak: Aksiyon dergisi, sayi: 49, 1995 Doç. Dr. Zekenya KURSUN: Teskilat-i Mahsusa K.Afrika'da istiklal fikrini yaydi Ittihat Terakki 2. Mesrutiyeti ilan ettirdikten sonra imparatorlukta sahte kaynasma yasandi. Ama hemen ardindan 1909'da imparatorlukta yasayan muhtelif unsurlarda 'milli hedefler' ortaya çikti. Balkan Harbi sonrasinda artik Ittihatçilarin politikasi Osmanliciliktan Islamciliga kaydi. Tenkit ettikleri Abdülhamit politikalarini ülke ve dünya sartlari onlara adeta dikte ettirdi. Emperyalistlere karsi bülün Müslümanlari harekete geçirmek için sivil örgütler kuruluyor. Bunlardan birisi Cemiyeti Hayriye-i Islamiye kuruluyor amaci da egitimi yayginlastirarak Müslümanlar arasindaki dayanismayi artirmak olarak tesbit ediliyor. 

Bu gaye ile Medine'de bir Islam Üniversitesi kuruluyor. Bununla Abdülhamit'in Hicaz Demiryolu Projesi ile olusturmak istedigi Ittihat-i Islam fikrini, Islami dayanismayi tesis etmeye çalisiyorlardi. Fikri altyapi olusturulurken ittihatçilar istihbarat ihtiyaci için Emniyet-i Umumiye içinde Heyeti Istihbariye teskil ediliyor. Devlet bünyesindeki subelerle bilgi toplaniyor. Trablusgarp Savasi'ndan sonra Teskilat-i Mahsusa kuruluyor ve hem bilgiyi degerlendirme hem de gerektiginde askeri operasyon yapiyor. Arsivde buldugum bir belge teskilatin çalismasi hakkinda fikir vermektedir; Osmanli askeri Katar'dan çekilirken Teskilat-i Mahsusa görevlisi Ömer Fevzi Bey, Enver Pasa'ya yazdigi mektupta "Anlasma üzerine askerlerimizi çekiyoruz; ama halkin durumu müsait. Libya'daki gibi milisleri organize ederek mi çikalim?" diye soruyordu. 

Osmanli sonrasinda Kuzey Afrika'da verilen bagimsizlik mücadelesinde Teskilat-i Mahsusa'nin etkisi vardir. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yaymistir, Sati' El Husri Arap Birligi fikrinin babasidir ve teskilattandi. Gerek manda yönetimi altinda gerekse bagimsizligini kazandiktan sonra Arap devletlerinin yöneticileri Osmanli okullarindan mezun idiler ve Teskilat-i Mahsusa ile alakalari olabilir. Bunlari mahalli arsivlerin tetkiki ile anlayabilecegiz. Dogu ve Kuzey Afrika Bedeviler arasinda yapilan sözlü tarih arastirmalarinda hala, îngiliz istihbarat örgütleri ve kesif kollarina karsi, istihbarata karsi koyma harekati gerçeklestiren basta Esref Kuççubasi ve Teskilat-i Mahsusa örgütünün kahramanliklarinin anlatildigi tesbit edilmistir."

ER-RÂHMAN




ER-RÂHMAN 
Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinden ve sıfatlarından biri. 
Rikkat, ihsan, bağışlama, acıyıp esirgeme anlamlarına gelen rahmet kelimesinden türemiş olan Rahmân, mübalağa sigalarından olduğundan rahmetin en yüce derecesiyle muttasıf olan demektir. Rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri ihsan hususunda rahmetini mahlukatından (yaratıklarından) hiç esirgemeyen anlamında olan Rahman, Rahîm isminden daha geniş kapsamlı bir mana ifade eder. Kur'an'ın ilk ayeti olan Besmeledeki Rahmân ve Rahîm sıfatları arasındaki fark, Allah Teâlâ, Dünyanın Rahmanı ve Ahiretin Rahimidir, cümlesinde veciz bir şekilde dile getirilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de daima eliflamlı olarak (belirli) Er-Rahmân şeklinde geçen bu ilâhî sıfat Allah'ın ikinci bir ismi durumunda kullanılmıştır. er-Rahmân vasfı gereği Cenab-ı Hakk, dünyada bütün canlılara, mümin-kâfir ayırımı yapmaksızın bütün insanlara, şefkat ve merhametle davranmayı kendi nefsine farz kılmıştır. Kur'an'da insanlar için hiç kullanılmayan er-Râhmân ismi, ilahî kelâmın elli yedi yerinde geçmektedir. Kur'an'da bu isimle bir de sure vardır: er-Rahmân Suresi. Bu surede Allah Teâlâ; İnsanlar, Cinler ve Hayvanlar için rahmet olarak yarattığı nimetleri saymakta, İns ve Cinnin, bunların kıymetlerini bilip nankörlük etmemelerini defaatle vurgulamaktadır 
ER-RAHMAN, ER-RAHİM 
 Rabbimizin “Rahman” ismi Kur'an-ı Kerim'de 57 defa tekrarlanmıştır. “Rahim” ismi ise 115 defa tekrarlanmıştır. Yalnız Tevbe suresinin 128 inci ayetindeki “Rahim” Peygamberimizin sıfatı olarak verilmiştir. “Rahman” ismi kullarından hiç birine verilmez. “Rahim” ise insanlara isim olarak verilebilir. “Rahman”: İyilere de, kötülere de rahmet eden. Yani yarattıklarının hepsine merhamet eden manasına­dır. “Rahim” ise: “ahirette yalnız mü’minlere merhamet edendir” manasındadır. “Allah mü’minlere karşı çok merhametlidir”buyu­rur [19] Bakara 249'da bir sadaka için yedi yüz kat sevap vereceğini vad'ediyor. İşte bu, Rabbimizin bize rahmetidir. Rahman olan Rabbimiz bu dünyada Mü’mine de, kafire de rahmetiyle muamele ediyor. İkisinin de toprağa attığı buğdaya on, yirmi, otuz, elli kat fazlasıyla buğday veriyor ama Mü’minlerden ihtiyaç sa­hiplerine yardım için verdiği bir iyiliği yedi yüz kat yapıyor. Her Müslüman günde birçok defa “Bismillahirrahmanirrahim'derken Allah, Rahman ve Rahim isimle­riyle zikir ve dua etmiş olur. Rahmana iman eden bir Mü’min yaratılanlara karşı merhametli olmak durumun­dadır. Eğer; Allah, Rahman, Rahim isimleri rahmet dam­laları gibi kişinin kalbini yumuş atamıyorsa o zikirden faydalanmıyor demektir. İman bir rahmettir. Mü’min insan, Allah'ın bütün kullarının iman edip cehennemde yanmaması için çırpmmalıdır. Evden kaçan yavrusuna yanan anne yüreği gibi yanarak imana gelmesi için yal varmalıdır. Aç insan veya hayvan gördüğünde kendi karnıymış gibi onu doyurmak. Ciğer taşıyan her canlının derdine deva olmalıdır. İnsanların imana giden yolunu kesen, onları cehen­neme atmak için kurumlaşan, imansız eşkıya güruhuna karşı verdiği mücadele de merhametin eseridir. Kendini yakmak için üzerine benzin döken kişiyi kurtarmak için yalvaran ve kurtarmaya çahşan polis veya itfaiye erinden daha fazla yanan yürekle imansızların imana gelmesi için gayret göstereceğiz. Rahmanın öğrettiği Kur'an'ı, insanlığa öğretmemiz Rahman'a imanımızın eseridir. er-Rahman suresini okuyalım.[20]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...