10 Şubat 2015

FED in SAHİBİ KİM?




FED'in sahibi kim?
FED göründüğü gibi tipik bir merkezi bankası değil. 
Acayip bir kurum. Masum Amerikan halkı Fed'in sahibinin devlet olduğunu zannediyor. Halbuki...
Federal Reserve (Fed) göründüğü gibi tipik bir merkezi bankası değil. Acayip bir kurum. Masum Amerikan halkı Fed'in sahibinin devlet olduğunu zannediyor. Halbuki Fed'in internet sitesi bile Fed'in sahibi olmadığını söylüyor. Fed'i oluşturan 12 bölgesel Federal Reserve Bankası özel bir banka gibi yapılandırılmış. Hissedarları o bölge bankacılığı sisteminde yer alan üye bankalar. 

Ama bu hisselerin oy hakkı yok. Başka kimsenin de oy hakkı yok. Fed, feci bağımsız bir kurum. Kendi başına kapalı kapılar ardında karar veriyor. Bu kararlar ne White House ne de kongre tarafından onaylanmak zorunda. Fed, vergi ödemiyor. Para yaratıyor. Yurt dışında banka açabiliyor, para gönderebiliyor, kendi devletine borç verebiliyor, para arzını, faizleri, enflasyonu, resesyonu, depresyonu kontrol edebiliyor. Kimseye hesap vermek zorunda değil.

Hissedarları, bankacılık sektörü. Fed başkanını cumhurbaşkanı atıyor ve senato onaylıyor ama senatörleri kim seçiyor ki? Yine bankacılık sektörü. Bu sektör seçim kampanyalarına milyar dolar yardım yapıyor. Washington lobilerine yılda 300 milyon dolar akıtıyor. Fed, bankacılık hanedanlarından başka kime hizmet edebilir ki.

Tarih de zaten bu düzeni teyit ediyor. ABD kurulana dek ingiliz sömürüsüne karşı savaş vermiş. Egemenliklerine kavuşana dek kendi paralarını basmalarına, kendi halkını vergilendirmelerine izin verilmemiş. Ama Birleşik Devletler kurulup egemenlik kazanıldıktan sonra bile İngiliz monarşisinin boyunduruğundan kurtulup kurtulmadıkları tartışılır.
1913 yılında olanlar ABD'yi belki de ömür boyu İngiliz monarşisinin hakimiyeti altına soktu. 

1907 yılında başlayan ve süregelen finansal panikler bir bankacılık ve kur politikası düzenlemesine olan ihtiyacı ortaya çıkardı. Kongre, bu görevi senatör Aldrich'e verdi. Aldrich, Banker JP Morgan'ın kankasıydı ve kızını da Rockefeller ile evlendirmişti. Aldrich 1910 yılında JP Morgan'ın Georgia'daki özel Jekyll adasındaki av köşkünde o zamanlar dünyanın servetinin dörtte birine sahip olan bir grup bankerle gizlice toplandı.

O adada konuşulanlar, 23 aralık 1913'te herkes noel tatilindeyken alel acele kongreden geçirildi ve şimşek hızıyla bir saat sonra Başkan Wilson tarafından imzalanarak yasalaştı. Bu yasayla özel bankaların ve belki de avrupanın Rothschild hanedanının kontrolünde Federal Reserve kurulmuştu. Bu yasayla Amerikan Kongresi para basma yetkisini, sahibi olmadığı bir merkez bankasına devretmiş oldu. Bankacılar istediklerini elde etmişlerdi. Artık ülkeyi istedikleri gibi yönetebileceklerdi. Zaten Rothschild ailesinin en büyük oğlu Anselm "bana bir ülkede para basma yetkisini verin, yasaları artık beni ilgilendirmez" dememiş miydi.

O gün o adada bulunanlar ve kankaları Fed'in kurucu hissedarları oldular. Kimler mi? Rockefeller'ın işlerini gören JP Morgan. İngiltere ve Fransa'nın bankacılık hanedanı olan Rothschild'in temsilcisi Warburg (Warburg un bir kardeşi Almanya ve Hollanda'nın bankacılık konsorsiyumunun başkanı diğeri Kaiser'in danışmanı ve Alman Merkez Bankası'nın başkanıydı. Bu banka birkaç yıl sonra o muhteşem hiper enflasyonu yaratacak ve Alman orta sınıfının kökünü hepten kazıyacaktı). 

Adada başka kimler mi vardı? Rothscilhdgillerın evinde doğan Kuhn-Loeb şirketinin başı Schiff (Kuhn-Loeb 20 milyon dolar vererek Bolşevik devrimini finanse etmişti). Diğer ortaklar? Paris'in Lazard Brothers'ı; İtalya'nın Israel Moses Sieff Bankası; Lehman; Goldman Sachs; Rockefellergillerin sahip olduğu Chase Manhattan Bankası. Tam bir Amerikan vatanseverler mangası!

İşte Fed böyle hayata geçti. Artık ülke bankacıların ve Avrupa Rothschild ve Warburg hanedanlarının hakimiyeti altına girdi. Ve güya 1907'deki gibi panikler hiç olmayacaktı. Ama birkaç yıl sonra 1929 yılında tarihin en büyük krizi çıktı. Ekonomist Miılton Friedman, Galbraıtih ve hatta Bernanke bile krize Fed'in hatalarının yol açtığını söylüyorlar.

Egemenlikten önce İngilizlerin finansal hegamonyasına ilk baş kaldıran, Başkan Lincoln olmuştu. İç savaşta paraya ihtiyacı vardı ve bankacılar %36 faiz istiyorlardı. Kendi parasını bastı (Greenback) ve savaşı faizsiz finanse etti ama savaştan hemen sonra da öldürüldü. Amerika'nın kendi ekonomisini bedava finanse etmesi Avrupa ve İngiliz bankacılık hanedanlarınca kabul edilemezdi ve Greenback akabinde tedavülden kaldırıldı. 

Bu kez 1963 yılında Başkan Kennedy Fed'in hükümete faizle kredi vermesini yasakladı ve hazinenin gümüş sertifikaları basmasını emretti. Beş ay sonra o da öldürüldü ve yine akabinde sertifikalar tedavülden kaldırıldı. O günden bu güne hiçbir başkan bir daha Fed'in bu ayrıcalıklarını sorgulamaya cesaret edemedi.

Zaten ülkeleri diz çökerten bu borçluluk değil mi? Borcunu bitiren ülke hedef alınıyor. Biraz terörizm, biraz iç savaş. Savaşın finanse edilmesi gerek. Yine borçlanma. Bankacılık hanedanlarının gıdası savaş. Hem Vietnam savaşının mimarı McNamara'nın hem de Irak işgalinin mimarı Wolfowitz'in daha sonra Dünya Bankası'nın başına getirilmeleri acaba bir tesadüf mü?

Greenspan'e 2002'de Kraliçe tarafından şövalye unvanı verilmesi bir tesadüf mü? Fed'in gizliliğini korumadaki mahareti Rothschildgiller tarafından alkışlanmayıp da kim tarafından takdir edilsin. Greenspan 2004 yılında şöyle demişti: "Biz yaptığımız her şeyi anlatır, halkı bu işe dahil edersek sadece bizim anladığımız bir sürecin kontrolünü kaybederiz." Yâni diyor ki, "bu işi bir tek biz biliriz, siz şurayı imzalayın ve işimize karışmayın". İşi ne? Kapılar ardında, halka ve kongreye sorumlu olmadan bankacılık hanedanlarının amaçlarına hizmet etmek.

Hanedanlar sadece Fed'i kontrol etmiyor. Derecelendirme örgütlenmesi de onların olabilir. S&P'nin sahibi McGraw Hill'in, Fitch Sigorta'nın sahibi Fransız Fimalac'ın ve Moody's'in de Rothschild hanedanının İngiliz holding şirketinin egemenliğinde olduğu söyleniyor. Her yıl Clinton, Kissinger, Buffett, Gates, Soros, Albright, ve diğer kritik isimler Bilderberg grubu toplantılarında şu veya bu türlü bu hanedana sadakatlerini teyit etmiyorlar mı?
Fed 97 yıllık ömründe hiç denetlenmemiş! Amerikan senatosunda bazı senatörler Fed'in audit edilmesi (yani denetime tabi tutulması) için bir yasa çıkartmaya çalışıyorlardı. Hanedana hizmet eden senatörlere karşı. Fed de karşı lobi yapıyor, kampanya yürütüyordu. Kampanyanın başına kimi seçtiler biliyor musunuz? Dünyanın en saygın şirketi Enron'un (!) Washington lobicisi Linda Robertson'u.

Hanedan baskı çıktı. Yasa uzlaşmayla sulandırıldı. Denetleme olacak ama denetçi Fed'in yabancı bankalarla yaptıkları işleri; para politikası karar ve işlemlerini; açık piyasa işlemlerini, Fed'in satın aldığı toksik varlıkları; ve döviz swap işlemlerini inceleyemeyecek. Ne kaldı inceleyecek? Her gün kravat takıp takmadıkları mı?

Henry Ford "Allahtan Amerikan halkı, para politikasının nasıl yönetildiğini anlamıyor. Anlasalardı sabah olmadan devrim olurdu" demiş.
Komplo teoristleri Fed'i sadece elit bir zümreye çalışan gizli kapaklı bir dönme dolap olmakla eleştiriyor. Püritanlar ise Fed'in koca bir ülkenin ve dolayısıyla dünyanın para politikasına yön veren yasaların üzerinde bir yıldızlar topluluğu olduğunu söylüyor. Aradaki farkı ben anlamadım.
Dünya

YARDIMSEVER AMERİKA?



YARDIMSEVER AMERİKA? 

 Amerikan halkı Amerika'nın dünyayı beslediğine inandırılmıştır. Kitle iletişim araçlarında en çok duyulan teranelerden biri de şu ülkeye yardım, bu ülkeye yardımdır. Buna bazı Amerikalılar çok kızarlar. Bu kızgınlıklarını da şöyle belirtirler: Dünyanın sefillerinden biz sorumlu değiliz. Tembelliği bırakıp, çalışsınlar, kazanıp yesinler. Bizim kendi dertlerimiz var. Şehirlerdeki fakirliği, açlığı, evsizliği, dilenciliği, sokakta yatanları görenlerden bazıları ise "başka ülkeleri beslemeyi bırakıp kendi düşkünlerimizi besleyelim" diye çıkışırlar. Amerikan halkı, çalışmadan kendine bir kuruş bile vermeyen, kendini sömürerek, sıkıp suyunu çıkararak zengin olan bir sistemin sahiplerinin "başkalarına yardım" edip etmeyeceğini, yardım ederlerse bunun ne demek olduğunu kavrayamazlar. Bugünlerde (1993) Amerikan halkının gündeminde olan yardım Ruslara ve Rusya'ya yardım konusudur. 

Büyük Amerika büyüklüğünü gösterip, zavallı ve ihtiyaç içindeki Rusya'ya elinden gelen her yardımı yaparak insanlık görevini yerine getirmektedir. (Buna karşılık da nankör Ruslar tutmuş 1,5 milyon dolar vererek CIA'nin Rus casusluk bölümünün başındaki baş-casusu satın almışlar. Şubat 1994'de yakaladılar.) insanların ne denli kafasızlaştırıldığını bundan da anla: Kapitalist bir kuruşunu bile beş kuruş getirmezse vermez. Kapitalist sistem Rusya'ya yardım ve benzeri mavallarda, eğer gerçekte Amerikan halkından topladığı vergilerden bir kısmını bu yolda harcıyorsa, bunun tek amacı kaz gelecek yerden ördeği sakınmayarak kapitalist firmalar için sosyal, kültürel ve siyasal alt-yapı yatırımıdır.

 Amerikan halkına yutturulan bu yardım mavalının ne olduğuna ve çeşitlerine bir göz atalım. Amerikan devleti "yardım" kılıfı altında dev Amerikan firmalarının yabancı ülkelerdeki yatırımlarını, sanki yaptıkları süper kar yetmiyormuş gibi, finanse eder ve destek-yardım-parası verir. Bu amaçla her yıl milyarlar harcanır. Devlet, aynı zamanda, bu yatırımları bu ülkelerdeki devrimci hareketlere veya halkın direnmesine karşı garanti altına almak için, askeri gücünü ülkelerin etrafında tehdit olarak ve gerektiğinde de ülkelerin işbirliği yaptıkları egemen düzenlerine yardım için tutar. Yabancı ülkelere yardımın anlamı ve neticeleri: 

 (a) Artık modası geçmiş, kullanılmayan, eski ürünleri diğer ülkelere vererek bir taşta birkaç kuş vurulur: Hem çöpe atma derdinden, zahmetinden ve giderinden kurtulunur hem de gelir sağlanır. böylece yardım adı altında Amerika'daki surplus-ürünler başka ülkelere kakalanır. Atmaktan çok daha ucuz ve çok daha karlı! 
 (b) Şirketler ya Amerikan devletinden ya sattıkları ülkeden yada her ikisinden para alarak büyük kar yapar. 
 (c) Bu ülkeleri Amerika'ya borçlu yaparak ekonomik ve siyasal bakımdan bu ülkelerin kendisine bağımlı olmasını sağlar. 
 (d) Eğer yardım para yardımıysa, büyük çoğunlukla bu para asla Amerikayı terketmez, çünkü alan ülkenin ya borcunun faizinden silinir, ya da Amerikan endüstri ürünlerini satın almada kullanılır. Yardım denen para gerçekte Amerikan halkının cebinden çıkar ve tıpış tıpış gidip Amerikan firmalarının cebine girer. Bu arada, tabi, yardım edilen ülkenin de büyükbaşları memnun edilir: Onların da Amerikan ve\veya Isviçre bankalarındaki hesaplarına "ek yardımlar" yapılır. 
 (e) Marshall planı gibi yardımlar Avrupa kapitalistlerini dar girdaptan çıkartıp kapitalist pazar olarak kalmalarını sağlar. 
 (f) Komünizmden dünyayı koruma iddiasıyla "yardım" adı altında ülkeler arasında askeri birlikler kurarak (NATO gibi) ve diğer ülkelerde askeri birlikler bulundurarak ekonomik çıkarlarını koruyan bir yapı oluşturur. 
 (g) Devlet yardım ve destek yoluyla gerçekte Amerikan firmalarının, özellikle silah firmalarının, ihracat yapmalarını sağlar, onları destekler, halkın vergilerini onların ceplerine doldurur. 
 (h) Diğer ülkeleri kendine gebe bırakarak, borçlandırarak, siyasal ve ekonomik şantaja boyun eğmeye yatkın bir duruma getirir. (i) Yardım yoluyla ilişkiyi ve bağı güçlendirdiği ülkelerde Avrupalı kapitalistlerin ellerinden pazarları kapar.
 (j) Amerikan firmalarına yatırım yapmaları için alt yapıyı hazırlar.
 (k) Yardım yoluyla ve şantajıyla diğer ülkelerde askeri üsler ve dinleme ve radar istasyonları kurar. (l) Yardım adıyla yardım edilen ülkeleri faizini bile ödeyemeyecekleri derecede borçlandırarak sadece bağımlılık yaratmaz, aynı zamanda geri kalmalarını teminat altına alır. Kısaca yardım üçkağıtçılığı imperyalizmin en etken silahlarından biridir. 

 Yurt içindeki fukaralara yardım gibi, dış yardım da az gelişmiş ülkeleri az gelişmiş bıraktı, zenginle fakir arasındaki uçurumu daha da açtı. Amerikan firmaları milyonluk yatırımlar yapıp milyarlık karlar elde ederler. Yaptıkları, ülkenin üretim (ve tüketim) biçimini ve alanlarını milletlerarası sermayenin ve onların işbirlikçilerinin çıkarı yönünde şekillendirerek, ülkeyi insafsız bir şekilde sömürmektir. 

 A. ASKERİ YARDIM 
 Yabancı yardımın gerçekte büyük bir kısmı askeri yardımdır. Askeri yardımın en önde gelen iki nedeni: (1) Silah endüstrisinde bağımlılık yaratarak Amerikan silah tüccarlarına ve dev firmalarına güvenilir pazar ysağlamak ve (2) ülkenin içinde egemen düzenin ve milletlerarası sermayenin soygununa karşı başkaldıranların başını ezerek düzenin kalıcılığını sağlayacak orduyu donatmak. 

Tabi Amerikan propagandası bunu dünyada demokrasi ve özgürlüğü koruma olarak sunar. Gerçekte Amerika dünyada halkların kendi geleceklerini kendilerinin tayini için uğraşlarına ve demokratik rejimlerin kurulmasına engel olmak için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Amerikanın dünyada yardım ettiği ülkelerin çoğunluğunu anti-demokratik ülkeler oluşturmuştur ve oluşturmaktadır. İnsan hakları çığırtkanlığını yaparken insan haklarının i'sine bile hürmet göstermeyen kanlı rejimlere yardım etmiştir ve etmektedir. 

 Amerikan silah endüstrisi ürettiği silahların en gelişmişlerini kendi ülkesine satar ve köhnemiş ve kendisine karşı kullanıldığında kolayca üstesinden gelebileceği silahları da "müttefiklerine" ve az gelişmiş ülkelere satar veya "yardım" adı altında kakalar. Yardım adı altında satılan silahların hemen hepsi stratejik yerel savaşta, özellikle azınlıklara karşı iç savaşta, kullanılmak için yapılmıştır. [11] Ülkelerarası savunma ve saldırı silahları bu ülkelerin topraklarında yerleşmiş veya yakınındaki Amerikan üsleri tarafından kontrol edilir. 

 Bu yardım nasıl işler? Bir türü şöyledir: Zaten Amerika'ya milyarlarca borcunun faizini bile zor ödeyen ülkelere bu silahlar tahrip edilme yerine hibe edilir. Hibe ederken de, parası Amerikan halkının cebinden çıkar. Çünkü bu silahları üreten firmalara ödemeyi Amerikan halkı yapar. Para yapan silah tüccarıdır, veren ise ne olup bittiğinin farkında bile olmayan halktır. Askeri yardım karşılıksız olmaz elbette. yardım alan ülke zorunlu olarak Amerikan firmalarının o ülkede at oynatması için gebe bırakılır. Zaten bu kaçıncı gebelik diyeceksin! Bu tür yardım kanununa uydurularak yapılandır. 

Bir de el altından "yardım adı altında" sürülen ve Amerikan halkına daha da pahalıya patlayan yardımlar vardır. Bu yardımlar çoğunlukla, örneğin Central Amerika'daki Nicaragua, El Salvador gibi ülkelerde faşist gerillaları, polisi ve vurucu sivil ve gizli teşkilatları beslemek için yapılır. (Bizde özel ordu adı altında devlet terrörünü artıracak karşı-gerilla güçleri kurulacak. Buna teknik, bilgi ve para yardımını kim yapacak dersiniz? Amerika mı? İftira etme! Arjantindeki gibi insanları toz edip kaybedecek "yakma fırınları" Türkiye'de kurulmadı mı? Üzülmeyin kurulur er geç!) 

Bu tür yardım nedeniyle, örneğin İran ve Nicaragua meselelerinde Amerikan hükümet üyeleri suçlanmış ve soruşturma altına alınmışlardır. Bu gizli yardım da çoğunlukla Savunma bakanlığı (Pentagon) ve CIA tarafından yürütülür

(Örneğin, N.Y. times, May 18,1984). 1989'da Amerikan askeri yardım 4.828 milyar dolardı. Bunun 4.418 milyar doları "bağış" olarak, ve 410 milyonu ise "borç" olarak verildi. Türkiye'ye 1988'de 493 ve 1989'da ise 504 milyon dolar askeri yardım yapıldı. 
Türkiye silah almak için 1988'de 775 milyon dolar harcadı. 1984-1988 arası Türkiye'nin harcadığı total 3.2 milyar dolardı. Bu silahları Türkiye kimden aldı? Amerika'dan (2.0 milyar dolar), (komünist) Çin'den (650 milyon dolar), Almanya'dan (470 milyon) ve Fransa'dan (20 milyon). Amerika her katil rejimi savaş aletleriyle donatır. Ölüm tüccarları için büyük gelirli bir iş!. Bu yardımı alan ülkeler büyük sevinçle vatan, millet nutukları atarlar ve içte katliamlara devam ederken, dış düşmanlara karşı ne kadar güçlü oldukları martavalıyla övünürler. 

Gerçekte, Amerikan yardımı ve silahlarıyla donatılmış bu ülkelerden hiçbiri kendisini modern-saldırgan-savaş makinesiyle donatmış Amerika'ya veya endüstrileşmiş Avrupa'ya karşı asla koruyamaz. Buna tek istisna modern saldırgan silahlarla donatılmış İsrael devletidir. Diğer ülkelere Amerikanın verdiği ve sattığı silahlar gerçekte ülkenin içinde ülkenin insanlarına karşı etken olarak kullanılmaya yarar: İşçi grevlerinde, kitle gösterilerinde, şehir ve kır gerillalarına karşı, bağımsızlık veya haklar isteyen azınlıkları susturmada kullanılır. 

Bu silahlar zırhlı araçları, makineli tüfekleri, gözyaşı bombalarını, evleri uçurmak için bazookaları, askeri jeepleri, hızlı uçan bir kuşu bile vuramayan modası geçmiş uçaksavar silahları, yöreden yöreye, köyden köye, dağdan dağa askerleri taşıyan ve gerillaların arkasını kesebilen helikopterleri, ve sorguya çekmede tutsağı konuşturmak için yapılmış tırnak sökme aleti, göğsü delmek için göğüs delgisi, bacak demiri, elektronik "Şok batons" gibi modern işkence aletlerini içerir. İşkence aletlerine "demokratik" bir isim de verilir, işkence aleti denilir mi hiç! İşkence aleti denilirse çok kaba, vahşi ve uygunsuz olur.

 Burjuvazi gaddarlığa ve kabalığa asla dayanamaz! Burjuvazi çok kibardır, ince ruhludur. Kabalıktan ve vahşetten hoşlanmaz. Kan görsün, tiksintiden üç gün yemek yiyemez. Bu nedenle, işkence aletlerine "crime kontrol ve detection equipment" adı verilir. Bu "suç kontrolu ve keşfi aletlerini" devlet organlarının işkencecileri, affedersiniz yanlış söyledim, soruşturmacıları, devlet adına suç işlemek için, pardon gene yanlış söyledim, demokrasiyi korumak için, kullanırlar. Genç çocukların gögüslerini zevkle delerler. Fukara sınıf ne fark eder ki!

 B. EĞİTİM VE ÖĞRETİM YARDIMI 
 Verilen silahların ve işkence aletlerinin nasıl kullanılacağı, Amerikalıların bu yöndeki tecrübeleri, Amerikalı profesyoneller tarafından diğer ülkelerin askeri-eğitim personeline, polisine, gizli-teşkilat mensuplarına hem Amerika'da hem de kendi ülkelerinde öğretilir. Polise, gizli teşkilata, karşı-devrimci gerillalara, gericilere, sağcı-vigilante guruplarına İşkence, provakosyan ve infiltrasyon metodları ve patlayıcı madde kullanımı eğitimi verilir. Tabi bu "yardım" adı altında yapılıyorsa, bu da Amerikan halkının cebinden çıkar. Yardım silahlarını ve bilgisini alıp da kendi ülkesinin insanına karşı kullanmayan tek bir ülke yoktur. Örnekler sayısız. Kullanılması şarttır. Kullanılmazsa olmaz. Tüketim olsun ki ticaret canlansın. Önce savaş araçlarını sat, sonra git herifleri bombala. Ticaret tutumlu tüketiciden hoşlanmaz. Felaket, sağlık ve eğitim gibi alanlardaki yardımlar ise bütün yardımların yüzde birini bile tutmaz. Bu yardımları da alan ülkenin sahtekar bürokratları kendi arzu ettikleri yönde kötüye kullanırlar. Bu bürokratlar aşağılık düzende o denli aşağılaşmışlardır ki depremde falan zavallı insanlara dış ülkelerden gönderilen yardımı bile çalarlar. Soğuktan donan insanlara gönderilen çadırlar o insanlara ulaşmaz, leş kargaları tarafından paylaşılır: O yaz sayfiye yerlerinde görürsün o çadırları. Veya pazarlarda satılır.

 C. DÜNYAYI BESLEYEN AMERİKA? 
 Amerikan televizyonu kendi ülkesindeki açları ve sefilleri bırakıp, sürekli diğer ülkeleri, özellikle çocukları açlıktan ölen ülkeleri gösterir. Hemen her gün görürsün. Tanınmış aktörler ve aktristler, gözleri yaşlı, bazen kucaklarında kuru kemikli açlıktan tükenmiş Afrikalı bir çocuk, Amerikan halkına bu aç çocuklara, bu aç halka yardım etmeleri için yalvarırlar. Göndereceğin birkaç dolarla bir çocuğun karnının doyurulacağını, durumun acil olduğunu açlıktan sadece bir deri ve bir kemik kalmış insanları ve çocukları göstererek anlatırlar. "Amerika'da biz ne kadar şanslıyız, ne kadar Tanrı tarafından korunmuşuz, ne kadar bahtlıyız" derler veya böyle ima ederler. "Biz dünyanın en zengin insanlarıyız, lütfen birkaç dolar gönderin!" Bu artist ve aktristlerin hiçbirinin aklından "bu insanlar açlıktan ölüyorlar, bu ülke fakir, o halde bu milletler arası firmalar ne yapıyor burda?" diye sormak geçmez. Tam aksine, onu ve girişimini destekleyen dev-firmaya teşekkür eder. 

Yüzlerce yıl Avrupa Afrika'nın kanını sülük gibi emdi. Bu emmeye sonradan Amerika da katıldı. Dünya monopoli pazarının kurbanı olan bu aç insanlara Amerika'lılar aynen Amerika'da yaptıkları gibi yardım etmekteler: oldukları gibi kalmalarını sağlamaya çalışmaktalar. Amerikan egemen iletişim araçlarının bu dünyanın açlıktan ölen çocuklarına ve insanlarına yardım kampanyaları Amerikan sistemi için önemli bir görev görür: 
(a) Diğer ülkelerin fakir olduğunu ve bazılarının insanlarının açlıktan öldüğünü, endüstrileri olmadığını, milletin işsiz olduğunu, evleri, arabaları, yolları, içecek suları bile olmadığını ve 
(b) Amerikanın zengin, rahat olduğunu, Amerikalıların ne kadar şanslı olduğunu vurgulayarak, "biz birinciyiz" diyerek sistemin şahaneliğini savunur. 

 Fakir ülkeler gerçekte fakir mi? Eğer fakirse Amerikanın ve diğer kapitalist ülkelerin binlerce firması bu ülkelere yardım mı ediyor yoksa yerli-ortaklarla birlikte ülkelerin mal varlığını ve kanını mı emiyor? Zengin kaynaklarla dolu bu ülkeler nasıl oluyor da geri ve kalkınmamış durumdalar, açlar ve sefiller? Tembelliklerinden ve geriliklerinden mi, yoksa dünyada hakim olan haraç ve soygun düzeninden mi? 

Neden CBS, NBC, ABC kendi binalarının önlerinde sabahlayan aç insanları görmemezlikten geliyor? Bu iletişim araçlarının yöneticileri, yapımcıları ve yönetmenleri her gün işe gelirken "ekmek parası, n'olur" diye yalvaranları görmüyorlar mı? Hem de nasıl görüyorlar. Fakat onların gördüğü çok farklı bir görme. Her göz aynı değildir. 

 D. DÜNYAYA YARDIM: İNSANLARI ZEHİRLEYEREK Mİ?
 Amerikan firmaları dış ülkelere ihracatı genellikle iki yolla yaparlar: (1) Yardım adıyla ihraç edilen ve devlet örgütlerinden parası alınan satışlar ve (2) hepimizin bildiği ticaret yolları. Her iki yolla Amerikan firmaları 1950'lerden beri dünya'ya kendi zehirini satmaktadır. Konumuz yardım olduğu için bu tür "yardım satışına" eğilelim: Meşhur Agency of International Development (AID)[12] 1950'lerde başlayarak az gelişmiş ülkelere Amerika'da kullanılması yasaklanmış, etkisi bilinmeyen, incelenmemiş, böcek öldürme ilaçlarının gönderilmesini şiddetle savunmuştur ve bu ülkelere bu zehirleri göndermiştir.

 AID 1969 ile 1974 arasında her yıl 17 milyar dolarlık tehlikeli böcek-öldürme ilaçlarını diğer ülkelere gönderdi. AID 1975'de çevreyi koruyan guruplar tarafından mahkemeye verildi. Mahkeme sonucu AID bu sorumsuz politikasını değiştirmeye söz verdi ve kimyasal-olmayan böcek kontrolu metodları üzerinde ağırlık vereceğini belirtti. 1976'da Amerikan firmaları 550 milyon pounds (yaklaşık 300 milyon kilo) böcek-öldürme ilacı ihraç etti. Bunun üçte biri Amerika'da kayıtlı değildi, ve çoğunun kayıdı ellerinden alınmış veya red edilmişti. Bir çoğu da hiçbir kontroldan geçmemiş ve ne olduğu bilinmeyen kimyasal maddelerdi. Eh, Amerika'da satamazlarsa, dünya ne güne duruyor! Birleşmiş Milletler'de halkının sağlığını ve geleceğini düşünen birkaç ülkenin sözcüleri Amerikan firmalarının dünya halklarını "deneme tahtası" veya "guine pigs" olarak kullanmasına sürekli karşı çıkar. Fakat dinleyen kim: İt ürür kervan yürür misali! Alınan kararlara da enderen riayet edilir. 

Bırak dioxin ve diğerlerini, ta 1972'de Amerika'da yasaklanmasına rağmen, DDT bile Amerika'da her yıl 44 milyon pound (bir pound 454 gramdır) kadar üretilmekte ve az gelişmiş ülkelere "al zehrimi ver paranı" der gibi satılmaktadır. Leptophos, diğer adıyla Phosvel, Amerika'da tehlikeli bulundu ve yasaklandı. Örneğin bunu üreten Velsicol Chemical Company'nin işçilerinin bazıları kısmen-paraliz oldu (örneğin ayaklarına felç geldi), gözleri dumanlı görmeye başladı, baş dönmesi hissettiler, deprasyon, amnesia ve diğer sinir-sistemini tahriş eden hastalık belirtileri gösterdiler. Yasaklandıktan sonra bu tehlikeli madde de diğer ülkelere satıldı. Mısır'da birçok camızın ölmesine sebeb oldu.

 Birçok insanın da hastalanmasına. Gerçi birçok madde 1970'lerde yasaklandı. Fakat yasaklanmadan önce halk bu maddeleri vücutlarına aldılar. Bugün Amerikalıların herhangibir vücut yağında (fat tissue) kansere sebep olan kimyasal maddeler genellikle bulunmaktadır: DDT, aldrin, chlordane, dieldrin, dioxin, benzene hexachloride, endrin, heptachlor, mirex, PCP. Bu maddelerin hepside bugün yasaklanmış maddelerdir. Bunlar anne sütüne kolayca karışır (memede fat tissue çoktur) ve bebeğe de geçer. Tabi kanserin ne zaman vuracağı belli olmaz. Bu tehlikeli kimyasal maddeleri, böcek öldürme ilaçları, bitki öldürme ilaçları, asit yağmuruna neden olan Sulfur dioxide'ı üreten firmalar, ufak üçkağıtçı firmalar olmalı, değil mi? Değil. 

Bu firmaların çoğunluğu dünyanın dev firmalarıdır: American Cyanamid, Allied Chemicals, Bayer, Dow, Ciba-Geigy, Hercules, Dupont, Hooker, Pfizer, Shell, Union Carbide gibi. (Eczacıbaşı bu firmalarla işbirliğinde üretim ve dağıtım yapmıyor mu dersiniz? Yok canım, öyle şey yapar mı!) "Tris" denilen kimyasal madde Amerika'da yasaklandıktan sonra, kansere sebep olan iki milyon çocuk pijaması üçüncü dünya ülkelerine satılmaya gönderildi. Amerikan malı sevdasıyla ölenlere, Amerikan tarzı ölüm seçeneği! Buna sonradan, Birleşmiş Milletlerdeki şikayet hiçbir işe yaramadı. Dünyanın neresinde Amerikan üssü varsa, üssün çevresinde yeraltı suları kanser ve çeşitli hastalıklar yapan sızıntılarla halkın hayatını tehlikeye düşürme olasılığı fazladır. Bu üslerde sorumsuzca gömülen radyoakitif maddeler ve kimyasal zehirler buna neden olmaktadır. 

Örnek olarak Filipinleri alalım: Filipin parlemontosu 43 yıllık anlaşma bittiğinde anlaşmayı yenilemedi ve Amerika da Filipindeki iki üssü terketti. Geride bıraktıklarını anlatmaya kelimeler yetmez, görmek gerek: Çevre tamamiyle çöplük gibi, mermilerle, tehlikeli radyo-aktif ve kimyasal madde fıçılarıyla, bir sürü tehlikeli artıklarla dolu. PCP, tehlikeli metal, yüksek derecedeki pesticide ve herbicide, siyanür hem toprak üstünü hem de yer altını modern-çağın nükleer çöplüğüne döndürmüş. Filipinliler tehlikeli kimyasal madde varillerini kullanıyorlar, pazarda satıyorlar. Bir zamanlar bombardıman uçaklarının talim yaptığı ve kimyasal artıkların atıldığı yerde şimdi çocuklar oynamakta ve sakatlanmalar ve ölümler ortaya çıkmaktadır. Bilinmeyen çevre halkının içtiği su ve soluduğu havada ne kadar tehlikeli madde var?

 XIX. AMERİKA KİMİ DESTEKLER? 
 Amerikan halkı ülkesinin en demokratik, en adil, en ileri, en güçlü, en insancıl, en özgürlükçü bir ülke olduğunu ve dünyada demokrasi, hürriyet ve insan haklarının şampiyonu ve destekleyicisi olduğuna candan inanır. Başka türlü bilemez, çünkü ona böyle öğretilmiştir. Ona böyle sunulmuştur. Amerikan halkı gerçek ile fantaziyi fark edemez bir duruma sokulmuştur. Amerikanın para verdiği, desteklediği, silahlar gönderdiği kendi halkını kıran, gençleri ortadan kaldıran Arjantin'deki, Şili'deki, El Salvador'daki, Haiti'deki, İrandaki, Guatemeladaki, Nicaraguadaki, Güney Koredeki ve benzeri yerlerdeki kanlı rejimlerin yaptıklarını televizyonda görür. Kavrayamaz. Gözü kapalı, egemen ideolojinin söylediklerini papağan gibi beller. Gözünü kapamayıp beynini ve kalbini kullananlar da bu kadar açık kandırmaya akıl erdiremezler.

 Amerikan hükümetleri dünyadaki en kötü, en cani, en katil rejimleri ve liderleri desteklemiştir. Saymakla bitmez. Tarih kitaplarını aç ve en canavar liderleri ve rejimleri bul ve bak onları kim beslemiş, kim yetiştirmiş. Hemen hepsinin ardında Amerikan hükümetlerini bulursun: Güney Amerikanın, Asya'nın ve Afrika'nın gelmiş geçmiş bütün askeri idareleri, Haiti'nin Duvalier'i, Küba'nın Batista'sı, İran şahları, Arjantin'in Roberto Violasi, Güney Kore'nin Chun doo Hwan'ı, Panama'nın Noriega'sı, Şili'nin Pinochet'i, El Salvador'un faşist rejimi, Guatemela, Güney Vietnam, Indonesya, Yunanistan'daki askeri idare, demokrasi ve insanlıkla en yakından bile bir ilişkisi olmayan Orta Doğudaki şeyhlikler, ırkçı Güney Afrika, Natzilerin kendilerine yaptıklarının acısını Filistin halkını kırarak çıkaran ve Tevratta "kendilerine tanrı tarafından sözverilmiş topraklar" peşinde koşanların egemen olduğu neo-faşist srail hükümetleri, 

Afganistan'da yeşil bayrak taşıyıp Allah adına halkı öldüren fundamentalistler, Pakistan'da müslümanlığı kullanarak sürdürülen baskıcı rejim gibi... En son Örneklerden biri Burma. Burmadaki durumu desteklemeleri nedeniyle, Amerika'da Pepsi firmasına karşı boykot düzenleyen, örneğin, çevrecilerin mesajını verelim: Boycott Pepsi Stop supporting BURMA's dictatorship İnstitutionalized Rape, Torture and Murder! Call Pepsi Co:1-800-433-cola Say "I boycott Pepsi, 7Up, Frito-Lay, Pizza Hut, KFC, Taco Bell" 

 Diğer bir yeni örnek: Amerika Afganistan'da islam adına katliam yapan Hikmetyar'ı destekledi ve 1992'ye kadar bir milyar doların üzerinde ona para yağdırdı. Bunu da Pakistan yoluyla da yaptı. Bu sayede Pakistan'da islam adına soygun yapan bir azınlığın cepleri ve isviçredeki banka hesapları şişti muhakkak. Hikmetyar, her fundamentalist gibi, Amerika'ya ve Batıya karşı konuşmadan hiçbir zaman geri durmadı. Hikmetyar, Afganistan iç savaşı başladığından beri, Ruslara karşı savaşma yerine kendi milletinin insanlarını temizledi. Şimdi (1993) Kabul şehrini CIA'nin parası ve silahlarıyla bombalamaya devam ediyor. 

Amerika'nın 1992'de Afganistan'dan elini ayağını resmen çekmesinden beri, islam adını kullanan "radikaller" gelirlerini haşhaş ve afyon ticaretiyle eklemeler yapmaktadır. (Amerikanın veya Batının "resmen yardımı kesmesi" demek, daha çok para yapmak için firmaların karaborsa yoluna gitmesi demektir. Düşün, Bosnada süren katliamı yapmak için katiller savaş araç ve gereçlerini nerden alıyorlar? Katliamı kimse desteklemiyor göya!) Klinton yönetimi askeri harcamaları kısıtlayacağına söz verdi. Yönetim, Pentagon'a yapılan silah satışlarının azalması sonucu silah endüstrisinin incinmemesi için, azalan sigara içimine çare olarak dış ticaret bakanlığının sigara firmalarına yaptığının paralelini yapıyor: Diğer ülkelere silah satışını teşvik ediyor. Irak savaşından beri, 

Amerika Bahrain, Mısır, İsrail, Kuveyt, Moroko, Oman, Sudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerine 40.4 milyar dolarlık satış anlaşması yapılmıştır. 1991'de Amerika 142 ülkeye 63 milyar dolarlık silah satışı anlaşması yaptı. Milletlerarası silah tüccarı olarak Amerikanın seviyesine hiçbir ülke erişememektedir. En son örnek olarak Somalia'yı verebiliriz: Somali'de birbirini yiyen gurupların hepsi de "Made in America" damgasını taşıyan silahlar, howitzerler, el bombaları, toplar, mayınlar ve kamyonlar kullanmaktadır. 

Bosna'da yapılan katliamı Batı ve Amerika neden durdurmuyor? Eğer Bosna'da EXXON, SHELL ve British Petrol'ün (BP) kuyuları olsaydı, bak o savaş Ölüm tüccarları vurgunu vurduktan sonra nasıl durdurulurdu hemen!. Konu pazara hangi gücün egemen olduğudur: Bosna pazarında egemenlik uluslararası silah\ölüm tüccarlarının elindedir, ki bunların başında da elbette Amerikan tüccarları gelir. Savaş başladığından beri Amerika ve diğer kapitalist güçler hem normal hem de el altından bol bol silah ve savaş aletleri satmaktadır: Ticareti durdurmak ticari mantığa aykırıdır. Havadan düşmüyor her saat harcanan milyonlarca mermi ve askeri malzemeler! Biryerden geliyor: Herkes satıyor!. 

 Amerikan kitle iletişim araçları da bu destekleme işine büyük ölçüde katılırlar. Demokrasi, özgürlük, insanlık mavalları okuyan bu iletişim araçları, destekledikleri kanlı rejimleri "reformcu, demokrasiyi uygulamaya çalışıyor, seçim yapıyor, temsili hükümet kuruyor, teröristlerle mücade ediyor" gibi çerçeveler içinde tanımlayarak meşrulaştırırlar. Meşhur haberci Dan Rather Afganistan'da mücahitlerle konuşuyor; Bir mücahit elinde kocaman kama ile, komunistleri nasıl boğazını kestiğini ve keseceğini anlatıyor. Komunistler kimler? Ruslar mı? Yoo, girdikleri köy ve kasabalardaki diğer Afganlı insanlar. Para, güç, ideoloji, tanrı, inanç yolunda insanlıklarını yitirmiş, kendilerini insandan daha çok insan sanan, ellerinde "mutlak doğruyu tuttuklarını" iddia eden insanlıktan-yoksun mahluklar, insanlığa karşı işledikleri cinayetleri cinayetlikten öteye taşıyarak, haklılık örtüsüne büründürüp meşrulaştırırlar.

 Böylece çoluk çocuğu öldürme, kızların ırzına geçme ve talan canilik örneği olmaz, örneğin iç savaş olur, ayaklanma olur, ayaklanmayı bastırma olur, terörizme son verme olur, dinsiz ve imansızlara ders verme olur, komünizme ölüm olur. Amerika bir yandan egemen kitle iletişim araçları ve popüler kültür ajanlarının girişimleriyle "insan hakları" şampiyonluğu yaparken, diğer taraftan baskıcı rejimlerin baskıcı yöntemlerini uygulamada etken olabilmeleri için 

(a) bilgi ve (b) teknoloji transferi yapar. Bilgi transferini özel eğitimle, okullar açarak, gizli eğitim kamplarında pratik dersler vererek, polisleri, gizli ajanları ve askeri personeli Amerika'ya davet edip "bilgi ve görgülerini" artırarak, onlara yeni ve gelişmiş işkence yöntemleri ve araçlarını kullanmayı öğreterek, özel askeri ve istihbarat hocaları göndererek, işkence yerlerinin ve yakma fırınların nasıl ve nerde yapılması hakkında bilgi vererek yapar. Teknoloji transferini ise, ilerde kendini tehlikeye düşürmeyecek kontrollu bir şekilde, talebe ve azınlık hareketlerini bastıracak, ç savaşta etken olarak kullanılacak silahlar, helikopterler, tanklar, patlayıcı maddeler, dinleme cihazları ve radarlar, askeri araçlar satarak yapar. Transfer edilen teknoloji değil, gerçekte teknolojinin tüketime hazır bitmiş ürünüdür. 

Gerçek bir transfer olduğu söylenen bir teknolojide bile, (örneğin "Bizim diye" televizyonda övünüldüğünü duyduğum F-16 savaş uçaklarının Türkiye'de üretildiği safsatasında olduğu gibi) gerçek bir transfer sözkonusu değildir, çünkü "ben üretiyorum" diye böbürlenen salağın yaptığı gerçekte benim kompütür yaptığım gibi bir iştir: Ben kompütürde neyin ne olduğunu, neyin nereye gideceğini ve konacağını, nasıl birleştirilip ayarlanacağını ve sonunda bir sürü parçayı birleştirerek kompütürün nasıl meydana getirileceğini iyi bilirim. Sana istersen bir kompütür yaparım. 

Peki parçalarını ben mi üretirim? Yoo. Bir sürü Amerikan, Japon firmalarına telefon ederek çeşitli parçaları ucuz bulduğum firmalardan sipariş ederek sağlarım. Ya gerekli parçalardan birini bulamazsam ne olur? Kompütür sadece bir sürü elektronik aracın oluşturduğu faydasız bir araç olarak elimde kalır. Benzinsiz bir arabanın durumu gibi. Sadece bir "junk\hurda." Hiçbir işe yaramaz. Baskıcı bilgi ve teknolojiyle donatılmış Amerika'nın dostu kanlı rejimlerin yönetici sınıfları, yabancı firmalarla birlikte, o ülkenin zenginliklerini paylaşırlar. Ülkenin aç ve yarı-aç bırakılanları ise "köşeyi dönme" ideolojinin peşinde boşa kürek sallaya sallaya laflayarak ve birbirini boğazlayarak kendilerini doyururlar. 

Bu ülkelerin polisleri, gizli teşkilatları, askeri teşkilatları düzenin ahlaksızlığından hoşnut olmayan, demokrasi ve insanlık isteyen insanları işkenceyle, suikastle, fırınlara atmayla, kurşunlamayla, keyfi hapisle, tuzağa düşürüp suç işletip hapse atma veya öldürmeyle, idam etmeyle susturmaya çalışırlar. Bu vahşetle yüzyüze gelen, bu vahşete kurban olan insanlar kimler? Irksal veya dini azınlıklar, sendika üyeleri, yazarlar, öğrenciler, öğretmenler, işçiler, köylüler, egemen dini örgütün kanlı canilere yandaş olmasına karşı olan ve Tanrının, elinde makineli tüfekle, canilerin yanında değil insanların yanında olması gerektiğini savunan dini-kişiler 

(özellikle Hz. İsa'nın örgütlü dine karşı olduğunu anlayan ve Liberasyon teolojisine inanlar ve bizdeki Mevlana [13] gibi ayırımsız ve insancıl dini ideolojisi olanlar), kısaca insan olduğunu anlayıp kendisi için istediğini başkaları için de isteyen, bazı insanların toplumun zenginliklerini ellerinde tutarak diğer insanları yiyecek ekmeğe muhtaç bırakmaya hakları olmadığını, böyle birşeyin Tanrının değil şeytanın arzusu olduğunu, her insanın insanca yaşamaya hakkı olduğunu ve bu hakkın bir diğer insan tarafından elinden alınmasının insanlığa yaraşmadığını benimseyen insan insanlar, yani Amerika'nın, yani sömürücü-sermayenin dostu olmayanlar... (Hatırlatma: burda Amerika dediğimde, Amerikan halkından bahsetmiyorum! Ne de kapitalist talanla sürekli yaşanmaz hale dönüştürülen güzel Amerika'dan... 
Egemen bir düzenin işleyiş ve anlayış biçiminden bahsediyorum.)

IŞİD Terör Örgütü

IŞİD Terör Örgütü

IŞİD, Irak ve Suriye’de etkinlik gösteren radikal ve İslâmî bir kılıfla tanınan aktif bir terörist gruptur. Aynı zamanda, Dünya’nın en zengin terör grupları arasında sayılmaktadır.[1]

IŞİD çizgisi olarak nitelendirebileceğimiz akım, Ürdünlü Ebû Musab El-Zerkavi’nin liderliğinde Irak’ta ortaya çıkmıştır. 11 Eylül sonrası Amerika'nın Afganistan’ı işgali, bu bölgede bulunan Zerkavi’nin bölgeden çıkmasına ve Irak’ın kuzeyine geçmesine yol açmıştır.[2] Teorisi Abdullah Azzam tarafından oluşturulan ve organizasyonel anlamda Usame bin Laden tarafından küresel bir boyut kazandırılan “cihat” anlayışı, Amerika'nın Irak’ı işgal etmesinin ardından buraya kanalize olmuştur.[3]

Bu bölgede Ensar El-İslam ismindeki Kürt grubuyla kısa süre bir arada bulunan Zerkavi, Amerika'nın Irak’ı işgalinin ardından “Tevhid ve Cihat” adlı grubuyla Amerika güçlerine karşı saldırılarda bulunmuş ve en güçlü direniş yapısı olarak dikkat çekmiştir.[4] 2003’teki Amerika ve Koalisyon güçlerinin işgalinin ardından başlayan Sünnî direniş, Ebû Mus’ab ez-Zerkavi liderliğinde El-Kaîde unsurlarının direnişin bir parçası haline gelmesine neden olmuş ve ardından IŞİD’ı var eden sürecin yaşanmasını beraberinde getirmiştir.[3] 2004’te da El-Kaîde’ye bağlılığını bildirmiştir. Böylece örgütün yeni adı “2 Nehir Arası El-Kaîdesi” (Irak El-Kaîdesi) olmuştur.[4]

Irak, 2003’te Amerika'nın işgaliyle birlikte Ortadoğu’nun en istikrarsız ülkelerinden biri olmuştur. 9 yıllık işgali 2011 Aralık ayında sonlandıran Amerika geride fiilen parçalanmış, istikrarsız ve iç savaşın eşiğinde bir Irak bırakarak geri çekilmiştir. Sünnî, Şii ve Kürt kimlikleri arasındaki hassas dengeler üzerine inşâ edilen devlet, dış müdahale ve dinamiklerin de etkisiyle tam anlamıyla başarısız olmuştur. Son dönemde Maliki'nin yerini alan yeni Başbakan Haydar el Abadi'nin yeni birlik hükümetinin mevcut sorunların üstesinden gelme kapasitesi oldukça düşüktür.

2011 sonrası Irak’ın durumu, Amerika'nın devlet inşâsı kapsamında, ülkenin bürokratik ve askerî tabanını oluşturan Sünnîlerin tasfiye edilmesi, bir taraftan mezhepsel ayrışmayı körüklerken diğer taraftan devletin yerleşik hafızasını ve iş görebilme kapasitesini zayıflatmıştır. Bu durum, geleneksel olarak esasen ülkedeki en ılımlı özelliklere sahip olan Sünnîlerin IŞİD gibi aşırıcı eğilimleri desteklemesine de neden olmuştur.[5]

Irak kökenli IŞİD Suriye iç savaşının yarattığı güç boşluğu ve şiddet ortamından faydalanarak Suriye’de etkinlik kazanmıştır. Örgüt Suriye’de kazandığı gücü Irak’a taşıyarak kısa sürede Musul’dan İran sınırına uzanan bir hat üstünde kontrol sağlamayı başarmıştır. Batı kamuoyunda IŞİD’in güçlenmesinin ana nedenlerinden birinin tüm dünyadan savaşçıların IŞİD saflarında savaşmak üzere Suriye’ye giden kişiler olduğu vurgulanmıştır.[2]

Ebû Mus’ab ez-Zarkavi’nin öldürülmesinin ardından Ebû Hamza el-Muhacir onun yerine geçmiştir. Irak’ta son dönemlerde etkileri iyice artmaya başlayan Şii unsurlar, o dönemlerde Amerika ordusuyla birlikte Sünnîlere karşı operasyonlara dahil olmaya başlayınca örgütün birincil hedefi haline gelmişlerdir. Ebû Hamza el-Muhacir, Mücahidler Şûra Konseyi’ne (Meclis Şûra el-Mucahidin fi al-Irak), Sahabelerin Askerleri (Cund El-Sahaba), Fatihler Ordusu (Ceyş El-Fatihin), Ebû Ömer El-Ensari liderliğindeki Muzaffer Mezhep Ordusu (Ceyş El-Taife El-Mansura) gibi bir kaç grubu daha katarak 2006 yılı sonunda (sözde) Irak İslam Devleti’ni ilan etmiş,1 bu yeni yapılanmanın başınaysa Ebû Ömer el-Bağdati getirilmiştir. El-Mücahir ise Savaş Bakanı olmuştur.[3]

Örgüt, her ne kadar kendini Iraklaştırarak taban desteği sağlamayı amaçlasa da uyguladığı sert eylemler nedeniyle kimi Sünnî gruplardan bu desteği görememiştir. Özellikle IŞİD’in otorite dikte edici tavrı, kimi Sünnî aşiretlerce hoş karşılanmamıştır. Bunun sonucunda de Amerika'nın maddi desteğiyle IŞİD’e karşı olan Sünnî aşiretlerden oluşan Sahva (Uyanış) güçleri adında silahlı birlikler oluşturulmuştur.

Amerika güçleri ve Sahva birliklerinin operasyonları IŞİD'e büyük kayıplar verdirmiştir. 2006’dan 2011’e kadarki sürede IŞİD'e karşı yapılan operasyonların etkisi IŞİD’in Irak çapındaki saldırı sayılarının azalmasına yol açmıştır. 2011 itibariyle ciddi manada etkinliği ve saldırıları azalan IŞİD, bu dönemden sonra tekrar güç kazanmıştır. Bunda Amerika'nın Irak’tan çekilişi ve Suriye’deki otorite boşluğu en önemli etkenlerdir. Ayrıca Amerika'nın çekilişi sonrası Maliki’nin Sahva birliklerinin devamını sağlamaması ve Sünnîleri siyâsal alanda dışlaması da IŞİD'in yeniden ivme kazanmasına yol açan diğer nedenlerdir.[4]

IŞİD, Irak Savaşı’nın yoğun olarak yaşandığı dönemlerde Irak’ın Anbar, Nineve, Diyala, Babil, Kerkük ve Selahaddin illerinde çok büyük etkinlik göstermiş ve Bakuba’yı başkent ilan etmiştir. Halen devam eden Suriye İç Savaşı’nda Suriye’nin İdlip, Rakka ve Halep bölgelerinde varlık göstermektedir.

IŞİD, binlerce sivil Iraklı, Irak hükümet üyeleri ve onların uluslararası müttefiklerinin ölümlerinden sorumlu tutulmaktadır. Irak Savaşı’nın son evrelerine doğru grup gerilemeye başladıysa da, Amerika'nın Irak’tan çekilmesiyle 2012’de gücünü tekrar yenilediği ve üye sayısını 2 katından fazla arttırdığı öne sürülür.

2013’te El-Cezîre’ye sızdırılan bir mektup ve ses kaydıyla El-Kaîde lideri Aymen el Zevâhiri, bu grubun Suriye kanadını tasfiye ettiğini açıkladıysa da IŞİD emiri Ebû Bekir Bağdâdî, bu tasfiye kararını reddettiğini ve grubun Suriye’deki operasyonlarına devam edeceğini açıkladı. Nisan 2013 ile birlikte IŞİD, Suriye’nin kuzeyinde hızlı bir şekilde askerî güç kazanmaya başladı. Suriye’nin kuzeyindeki en güçlü gruplardan biri oldu. Grup Suriye’de etkin olduğu bölgelerde şeriat yasalarını icraya başladı ve rakip gördükleri askerleri, yabancı gazetecileri, yardım kuruluşlarına üye insanları sürgüne gönderdiler ya da hapsettiler.

IŞİD, genelde Sünnî topluluklar olmak üzere Mücahidîn Şûra Konseyi, el-Kaide, Jaysh el-Fatiheen, Jund el-Sahaba, Katbiyan Ansar el-Tevhid vel Sunnah, Jeish el-Taiifa el-Mansoura gibi farklı isyancı gruplardan oluşur ve onların desteğini alır. Irak ve Levant’te Sünnî nüfusun yoğun olduğu bölgelerde halifeliği kurma hedefi vardır. Şubat 2014’te, 8 aylık uzun bir güç mücadelesinden sonra, el-Kaide IŞİD ile bütün bağlarını kestiğini duyurmuştur.[1]

IŞİD ve Sünnîler

20. Yüzyılda Vehhabiliğin Selefiliğe evirilmesiyle İslam dünyasında Sünnîlik bir orta yol görüşü olmaktan çıkmış ve mezhep sistematiği tamamen terk edilmiştir. Dolayısıyla bu gün İslam dünyasında ve Türkiye'de Müslümanların zihin dünyasında Sünnîlik daha çok Şiilik karşıtlığı anlamında kullanılmaktadır. İnanç alanındaysa Sünnîlik artık Türkiye'de ve Ortadoğu'da Hanefi ve Matüridi gelenek terk edildiği için Selefilikle eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

IŞID gibi örgütleri Sünnî olarak tanımlamanın taktiksel olarak 2 anlamı vardır: 1.si Şiilik karşıtlığı üstünden İslam dünyasında onlara meşruluk kazandırmaktır. 2.si de Vehhabi-Selefilik sahip olduğu aşırı tekfirci inanç öğretisiyle her zaman Hanefi coğrafyada mesafeli durulan bir yapı olmuştur. Özellikle Türkiye'de gerçekleştirilen algı operasyonuyla, bu örgütler Sünnî olarak İsimlendirilerek onların Ortadoğu'da Hanefi ve Şafii muhitlerde taban tutması ve taraftar kazanması sağlanmaktadır. Şiilikle hesaplaşmayı başarırsalar ve Suriye ve Irak'da bir devlet kurabilirlerse, ilk yapacakları iş yeryüzünde kendi mezhepleri hâkim oluncaya ve bir tek Hanefi kalmayıncaya kadar diğer Müslümanlarla savaşmak olacaktır.

Türkiye'de Facebook'ta açtıkları yüzlerce sayfada namaz kılmayanı tekfir eden, demokrasiyi şirk ilan eden, Müslümanları esir etmeyi ve kadınlarını cariye olarak almayı caiz gören, savaş hukukunu tanımayan, Hanefilerin kıldığı namazı bid'at kabul eden yayınlarını görmezden gelenler, aslında kendi coğrafyalarından nasıl bir dinî yorumu canlandırdıklarını o gün geldiğinde anlayacaklardır.

Bu örgütlerin en temel özellikle katı bir Arapçılık ideolojine bağlı olmaları ve 11. Yüzyıldan itibaren İslam dünyasında kurucu bir aktör olarak ortaya çıkan Hanefilik mezhebine düşman olmalarıdır. IŞİD'in 29 Haziran'da tüm dünyaya İslam Devleti kurduğunu ve Halife olarak da Ebû Bekir el Bağdati el Hüseyni el Kureyşi'nin atandığını duyurması aslında bu iddialarımızı teyit etmektedir. Hilafet her zaman İngilizlerin dikkatini çeken bir kurum olmuştur. Özellikle Türklere karşı bu kurumun yeniden Arapların elinde canlandırılması Batılı devletlerin ilgisini çekmiştir.[6]

IŞİD ve Haşhaşiler

Din odaklı cennet vaat eden bir ideoloji, siyâsî amaçlara yönelmiş bir saha hâkimiyeti stratejisi ve vekâlet savaşları için uygun zeminde gelişen yapıları ile Haşhaşiler ve IŞİD coğrafyamızın siyâsî ve kültürel yapısında dikkat çeken yapılardır. İran ve Suriye’de ciddi manada Haçlı Savaşları’nın da oluşturduğu zeminden yararlanan Haşhaşiler siyâsî ve askeri mekân elde etme şansı bulurken Amerika'nın Irak işgali sonrasındaki zeminde el-Kaide’nin dönüşen bir varyantı olarak Suriye’de Arap Baharı! Olaylarının geliştirici zemininde yükselen IŞİD bugün var olan Maliki politikalarından yararlanarak gelişmektedir.

Haşhaşiler kaleler çevresinde ve suikastler yoluyla korku ve yıldırmayla sağlamaya çalıştığı üstünlüğünü IŞİD bombalı arabalar ve şehir hâkimiyeti görüntüsü altında yürütmektedir. Hasan Sabbah sonrası dönemlerde kendi içinde dönüşümler yaşayan Haşhaşilik yani Nizari İsmaililiği gibi IŞİD de Üsame b. Ladin sonrasında el-Kaidenin geçirdiği dönüşümler benzeri strateji ve hareket değişimleriyle dikkat çeker. Burada dikkat çeken diğer bir konuysa insanların gönüllü olarak bu şiddet ve suikast eylemlerine dinî bir vecd ile katılmalarının sağlanıyor olmasıdır.[7]

Ahlaki Yozlaşma, İnsandışılık ve Katliamlar

Allah adına, din adına ortaya çıkan, İslam devleti kurmak iddiasıyla sadece Sünnî olmayanlara değil, Sünnî olup da kendileri gibi düşünmeyenlere de hayat hakkı tanımayan, insan katletmeyi, işkence etmeyi, baş kesmeyi, kestikleri insan başlarıyla top oynamayı bir kültür haline getirmeye çalışan IŞİD çeteleri kana doymamaktadır.[8]

1500 yakınlarında kadın ve çocuk başta olmak üzere Şii, Hıristiyan, Türkmen, Asuri/Süryani, Ermeni, Arap halkından kadınlar eşleri öldürüldükten sonra adeta "savaş ganimeti" olarak alınmış, bir kısmı pazarlarda satılmış, bir kısmı ise IŞİD çetelerinin seks köleleri haline getirilmiştir. Kitlesel kadın katliamlarının yanısıra onlarca kadın "başını kapatmadığı" ,"Facebook'a girdiği" ya da tecavüze uğradığı için "namus kirlettiği" gerekçesi ile taşlatılarak (recm cezası) ya da boğazı kesilerek öldürülmüş ve hala da öldürülmektedir.. Kadınların sokağa çıkmaları yasaklanmış, binlerce kadın ve çocuk ise "cihat nikahı" adı altında saatlik evliliklerle IŞİD çete mensuplarının seks köleleri olarak kullanılmaktadır.

Çetelere karşı direniş sergileyen kadınlar, onların eline düşmektense ölümü tercih etmektedirler. Ağustos ayında 46 kadın, IŞİD'in eline geçmektense Şengal dağında el ele vererek kendilerini uçurumdan aşağı bırakarak ölümü seçmişlerdir. Eylül ayındaysa IŞİD'in esir alarak bıraktığı 3 kadın, aynı yöntemle yaşamlarına son vermişlerdir. Birçok kadın, çetelerin ellerine düşmemek için ailelerine, "Bizi öldürün" diye yalvarmaktadır. Hemen her kadın çetelerin eline düştüğünde kendilerini öldürmek için bıçak taşımaktadır. Kadınlara yönelik özel bir katliam ve onur kırma politikası olan IŞİD çetelerinin vahşetinden kaçmaya çalışan kadınlar, büyük bir yaşam mücadelesi vermektedirler.

Mülteci durumunda bırakılanların % 75'i kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Binlerce kadın ve çocuk, bulundukları bölgelerde açlık ve sefalet içindedir. Barınakları olmayan, her saldırıya açık güvencesiz alanlarda yaşama tutunmaya çalışan kadınlar ve kız çocukları, mülteci olarak sığındıkları bölgelerdeki yerli erkeklerle yaptırılan evliliklere ses çıkaramamaktadırlar. 11-12-13 yaşlarındaki kız çocukları 50 yaşlarındaki erkeklerle evlendirilmektedir. Binlercesi 2. eş olmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Binlercesi kadın tacirlerinin eline düşmekte, taciz ve tecavüze maruz kalmaktadır. Yeni doğan bebekler ve anneleri mevcut şartlar nedeniyle ölüm riski altındadır. Onlarcası yaşamını yitirmektedir.[9]

HRW’nin yaptığı inceleme sonucunda açıkladığı raporda, olaylarda IŞID’in büyük insan hakları ihlalleri yaptığı, 190 sivili vahşice öldürdüğü, 200 kişiyi de kaçırdığı kabul edilmiştir. Bu sayıların gerçekte daha fazla olabileceği de rapora eklenmiştir.[10]

IŞİD'le Artan İslamofobi

Avrupa ülkelerinde aylardır gündemin ilk sıralarında olan IŞİD saldırıları nedeniyle medyada oluşturulan korku havası ve Müslümanların şiddet yanlısı olduğu algısı, başta cami dernekleri ve cemaatler olmak üzere tüm Müslümanlar için 11 Eylül sonrası yaşanan baskıların yeniden görülmesine yol açmıştır.

IŞİD eylemlerinin ve medyadaki yansımalarının Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlara yönelik saldırıları artırdığı ve İslamofobiyi ateşlediği belirtilirken kimi ülkelerde polis ve diğer kuruluşların Müslümanların oluşturduğu sivil toplum kuruluşları üstünde psikolojik baskı kurduğu belirtilmektedir. İngiltere'deki Müslümanlara yönelik saldırıları takip eden "Tell Mama"isimli grup, Irak'ta ve Suriye'de yaşanan son gelişmeler ışığında Müslüman karşıtı nefret olaylarında yaşanan artışa dikkati çekiyor. Grubun yayımladığı verilere göre, Amerikalı gazeteci James Foley'in terör örgütü IŞİD tarafından infaz edildiğine dair görüntülerin yayınlanmasının ardından aynı ay içerisinde İngiltere'de 200'den fazla Müslüman hedef alınmıştır. Benzer olayların sayısı bu yılın ocak ayında 112 olarak kaydedilmiştir. Tell Mama, bu rakamların tüm tabloyu yansıtmadığını, saldırıya maruz kalan çoğu Müslüman vatandaşların korkudan, başlarından geçenleri anlatmadığını bildirmiştir.

Merkezi İngiltere'de bulunan İslâmî İnsan Hakları Komisyonu'nun Başkanı Massoud Shadjareh Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı açıklamada, IŞİD'in eylemlerinin dünya genelindeki Müslümanları zor durumda bıraktığını söyleyerek, bu düşmanlığın aslında hiçbir zaman son bulmadığının altını çizmiştir.

Shadjareh, "İslam düşmanlığı 11 Eylül öncesinde de vardı. Fakat New York'ta yaşananlar Müslümanlara yönelik düşmanlığı meşru hale getirdi. O seviyedeki düşmanlık hâlen devam ediyor. Zaman zaman yaşanan gelişmelerle bu düşmanlık seviyesinde artış yaşanıyor ancak hiçbir zaman 11 Eylül öncesindeki seviyeye inmiyor. Müslüman karşıtlığı giderek artıyor, gerilemiyor" diyor.[11]

Türkiye’ye Yönelik IŞİD Tehdidi

IŞİD coğrafi nedenle Türkiye için doğrudan tehdittir. IŞİD’in Irak ve Suriye’de kontrol ettiği bölgelerin neredeyse tamamına yakını ya sınırda ya da sınıra yakın bölgelerdedir. Türkiye-Suriye arasındaki sınır kapılarından bazıları örgütün kontrolündedir ve bundan dolayı sınır kapılarının çoğu Türkiye tarafından kapatılmıştır. Dolayısıyla diğer aktörlerin aksine Türkiye IŞİD gerçeğiyle birlikte yaşamaktadır.[2]

IŞİD, hem Suriye hem de Irak’ta Türkiye’nin neredeyse bütün müttefikleriyle çatışma halindedir. IŞİD’in sınırlarına dayanarak tehdit ettiği Erbil neredeyse tamamıyla Türk firmaları tarafından inşâ edilmektedir. Türkiye’nin dış ticaretinde 2. sıraya yükselen Irakla ticaret ya IKBY’ye ya da IKBY üstünden Irak’ın diğer bölgelerine gerçekleşmektedir. IŞİD saldırılarıyla beraber tüm bu süreçler zarar görmüştür.[2]

Türkiye toplumuyla akrabalık ilişkisi nedeniyle Türkiye’nin yakından ilgilendiği Türkmenler de IŞİD’in saldırılarından olumsuz etkilenmiştir. Suriye’de Bayır-Bucak ve Halep Türkmenleri örgütün saldırıları nedeniyle yerleşim yerlerinden göç etmek durumunda kalmıştır. Irak’ta durum daha kötüdür. Dünya kamuoyunda Yezidilerin durumu daha fazla dile getirilse de aynı şartlarda ve çok daha fazla sayıda Türkmen IŞİD’in katliamlarına maruz kalmış ve zorunlu göçe tabi tutulmuştur.[2]

Kaynaklar

[1] "IŞİD'i Tanıyalım" , 7 Söz, Ağustos 2014, sayı: 18, yıl: 2, s. 34-43.
[2] Oytun Orhan, "IŞİD ile Mücadele, Sınır Geçişleri ve Türkiye" , Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (Orsam), Eylül 2014, no:11, s.1-12.
[3] Can Acun, "Neo el-Kaide: Irak ve Şam İslam Devleti ", SETA Persfektif, Haziran 2014, sayı:53.
[4] Arş. Gör. Recep Tayyip Gürler & Arş. Gör. Ömer Behram Özdemir, "IŞİD: Irak'ta Yerli, Suriye'de Yabancı" , Ortadoğu Analiz, Temmuz-Ağustos, Cilt: 6, Sayı:63, s.61
[5] Tuğg. Dr. Oktay Bingöl-Dr. Ali Bilgin Varlık, "IŞİD Raporu" , Merkez Strateji Enstitüsü, rapor no:2, 19 Eylül 2014.
[6] Prof. Dr. Hilmi Demir, "Selefiler ve Selefi Hareketi IŞİD, Ne Kadar Sünnîdir?" , 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Ağustos 2014, rapor no: 21.
[7] Prof. Dr. Altan Çetin, "Yeniden Üretilen Tarih ve Vekalet Cihatçıları: Haşhaşilerden IŞİD'e" (makale)
[8] Ses Dergisi, yıl:2014, sayı: 9.
[9] Sosyalist Kadınlar Birliği, "Talepler" , Eylül 2014.
[10] "Suriye Halkına Karşı İşlenen Savaş Suçları" , barisdernegi.org/files/suriye-halkina-karsi-islenen-savas-suclari.pdf
[11] "IŞİD terörü Batı'da İslamofobiyi artırdı" , on5yirmi5. com/pdf/166173- isid-teroru-batida-islamofobiyi-artirdi.pdf

ORTADOĞU'DA KİRLİ OYUN




ORTADOĞU'DA KİRLİ OYUN



DÜNYANIN GİZLİ TARİHİ




DÜNYANIN GİZLİ TARİHİ

GİZLİ TARİH I Yalçın Küçük






GİZLİ TARİH I 
Yalçın Küçük

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...