27 Ekim 2014

PEÇENEK TARÎHÎ YAZAN Dr. phl. A. N. KURAT








PEÇENEK TARÎHÎ
YAZAN
Dr. phl. A. N. KURAT

PEÇENEKLER



PEÇENEKLER
Doğu Avrupa’da Hazarlar’ın zamanla kuvvetten düşmesiyle, doğudan yine bir Türk kavmi, Peçenekler belirdi. Peçenekler, Batı Gök-Türk Oğuz boylarından olup, Kaşgarlı Mahmud’a göre 22 Oğuz boyundan 19.sudur.

Peçenekler göçlerinden evvel Issık-Balkaş gölleri havalisinde yaşıyorlardı. Gök­Türk Hakanlığı çözülünce doğuda Karluk devleti kuvvetlenmişti. Karluklar’ın baskısı üzerine Oğuzlar Peçenekleri batıya, Sibirya’ya doğru ittiler[1]. Bizans imparatoru Porphrogennetos’a göre Peçenekler’den bir bölük Oğuzlar’ın yanında kalmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un bahsettiği Oğuz boyları listesindeki Peçenekler, bunlar olmalıdır[2].
Peçenekler’in kaynaklarda zikredilişi ise şöyledir; Bizans kaynaklarında; “patzinak” , Latin kaynaklarında; “pecenaci” , “pacinacae”, “bissenus”, Rus kaynaklarında; “peçenyeg”, Ermeni kaynaklarında; “badzinag”, Macar kaynaklarında; “beşenyö”[3].
Peçenekler hakkındaki esas malumatı, onların Cim (Emba) ve Yayık nehirleri boylarında yaşadıkları sırada alıyoruz. Peçenekler, bu bölgede yerleşik olmayan bir hayat yaşarken sık sık komşu Hazar ülkesi topraklarına hücum ediyorlar, özellikle Hazar ticareti Peçenek saldırılarından büyük zarar görüyordu. Hazarlar bu sırada askeri kuvvetleri zayıflamış olduğundan doğuda bulunan Oğuzlar’ı (Uzlar) Peçeneklere karşıkışkırttılar. Peçenekler, bu Oğuz-Hazar ortak hareketine dayanamayıp 860-880 yılları arasında İtil behrini geçerek Karadeniz’in kuzeyine doğru ilerlediler[4]. Peçenekler’in büyük kısmı İtil nehrini geçerken, çok az bir grupta eski yerlerinde yani Yayık nehri boylarında Oğuzlar’a tabi olarak kaldılar. 922 yılında, bu bölgeden geçen İbni Fadlan, Peçnekler’in çok fakir bir hayat yaşadığından bahsetmektedir[5]. İtil nehrini geçen Peçenekler ise Etel-Közü mevkiindeki Macarlar‘ı mağlup ederek bölgeden uzaklaştırıp, kendileri yerleştiler(889- 893). Böylece Peçenekler, Don nehrinden Dnyepr’in batısına kadar uzanan bozkırlara hakim olmuşlardır.
Bizans kaynağı De Administrando İmperio’da (948-952) zikredildiğine göre Peçenekler 8 boy halinde idi;
1-     Ertim (Erdem, Başbuğu Bayça sonra Yavdı).
2-      Çor (Başbuğu Kügel sonra Küerçi).
3-      Yula (Başbuğu Korkut+an sonra Kabukşın).
4-      Külbey (Başbuğu İpa sonra Suru).
5-     Karabay (Başbuğu Kaydu).
6-      Tolmaç (Başbuğu Kotran sonra Boru).
7-     Kapan (Başbuğu Yazı).
8-      Çoban (Başbuğu Bat+an sonra Bula).
Bu Peçenek boylarının yerleştiği sahalar ise şöyle idi; Çoban[6], Tomaç[7], Külbey (Onetz), Çor[8], Karabay[9], Ertim(Dnyester), Yula (Prut), Kapan (Aşağı Tuna), boy adlarından bir kısmı eski Türk ünvanları[10] olup Başbuğ isimleri ise daha ziyade renkleri ifade etmektedir. Peçenekler, tarihleri süresince her biri kendi başbuğunun idaresinde olarak, yalnız boy teşkilatı çevresinde kalmışlar ve bir devlet düz enine girmemişler fakat savaş ve müdafaa zamanlarında bir araya gelerek ortak hareket etmesini bilmişlerdir[11].
Peçenek-Rus Münasebetleri:
Peçenek-Rus münasebetleri özellikle Rus tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Kiyef Rus knezliği üzerinde büyük tesirler yapan Peçenekler adeta Rus tarihinin bir sahifesini doldururlar. Ünlü Rus tarihçisi, Klüçevski’nin tabiri ile “Ruslar’ın steple mücadeleleri Peçeneklerle başlamaktadır[12]. Peçenekler’in Karadeniz’in kuzeyine geldikleri sırada, bu bölgedeki en mühim devlet Kiyef Rus Knezliği idi. Bu knezlikle Peçenekler 900 yıllarından 1036 yılına kadar yan yana yaşadılar. Bu süre içersinde Peçenekler ilki 915 yılında olmak üzere 121 yıl içinde 11 büyük akın yaptılar (Rus arazisine)[13]. Rus vekayiinamelerine göre Peçenekler Rus kasabalarını yağmalıyorlar ve halkı esir alıp götürüyorlardı[14]. Aslında düşmanlık çok kere Ruslar’ın tecavüzünden veya Peçenek düşmanlarını korumalarından meydana geliyordu. Bazen da birbirine düşen knezler Peçenekler’den yardım istiyordu.
İlk akın yılı olan 915’te Peçenekler, Rus topraklarına ilk defa girdiler. Knez İgor barış yapmak zorunda kaldı. Daha sonra Peçenekler’in Rus knezlerinin ordularına yardımcı kuvvet olarak girdiğini görmekteyiz. Knez İgor 944 yılında Bizans’a sefere gittiği zaman, ücretli Peçenek askerlerini de yanına almıştı. Knez İgor’un 946 yılındaki ölümünden sonra Rus vekayinamelerinde 22 yıl Peçenek akınına rastlanmıyor. Bu da göstermektedir ki, Peçenekler bu süre içersinde Ruslarla iyi geçiniyorlardı.
Kiyef Rus Knezliğinin başına Svyatoslav geçince Peçenek Rus münasebetleri tekrar bozuldu. Bu arada Ruslar Peçenekler’den askeri teşkilatla ilgili çok şey almışlardı. Özellikle Svyatoslav Peçenek başbuğu vasfında askerdi. Bir Peçenek gibi ata biner, at sırtında seferlere katılır ve gayet sade bir hayat yaşardı. Svyatoslav 965 yılında İtil- Bulgarlarına ve Hazarlar’a karşı sefer açarak başarılar kazandı. 968 yılında ise Knez, Tuna Bulgarlar’ı üzerine sefere gittiği zaman Peçenekler, Kiyefi kuşattılar. Fakat ağır silahları olmayışı yüzünden kuşatmayı yarıda bırakarak, geri döndüler. Bu arada 968’deki Bulgaristan’a giderek harbe başladı. Fakat Bizans İmparatoru İan Tzimistzes tarafından ağır yenilgiye uğratılıp geri dönerken, Peçenekler tarafından sıkıştırılarak[15], kılıçtan geçirildi. Knez Svyatoslav’ın kafatasından maşrapa yaptırarak, içki kadehi olarak kullanmaya başladı. Böylece eski Rus tarihinin Büyük İskender diye anılan reisi bir Türk başbuğunun elinde can verdi.
Svyatoslav’ın ölümünden sonra Kiyef knezliğinde çıkan taht mücadelelerine Peçenekler’de karıştı. Daha sonra knez olan Vladimir (Aziz Vladimir) zamanında Peçenek- Rus mücadelesi çok daha şiddetli oldu. Ruslar, Peçenek arazisine devamlı akınlar yapıyorlardı. Rus vekayiinamelerine göre ise, 988’de Peçenekler Vladimir’i yendiler. 922’de bu sefer Peçenekler Rus arazisine hücum ettiler. 966’da bir kere daha Kiyef şehrine kadar geldiler. 1015 yılında Vladimir ölünce yerine geçen Yaroslav’a karşı, Peçenekler diğer varis lan Svyatopolk’u desteklediler. Fakat 1019 yılında Peçenekler ağır bir yenilgiye uğrayınca Svyatopolk taht iddiasından vazgeçti.
Karadeniz’in kuzeyinde yüzyıldan fazla rahat hayat yaşayan Peçenekler’in huzurunu yine bir Türk kavmi olan Uzlar[16] bozdu. Aslında onlarda Kuman-Kıpçaklar‘ın önünde tutunamayarak, İtil nehrini geçmişler ve Don boylarını işgale başlamışlardı. Bu durumda Peçenekler de Dnyeper’e doğru kaydı. Zaten devamlı göç halinde bulunan Peçenekler’den kalabalık gruplar, Orta Avrupa’ya yani Macaristan’a doğru kaymaya başladılar (943-972). Esas kütle ise bugünkü Baserabya denilen bölgeye gitti. Peçenekler’in Karadeniz’in kuzeyini terk etmesini fırsat bilen Ruslar Knez Yaroslav idaresinde Peçenekler’e ağır bir darbe indirdiler (1036). Bu savaştan sonra Peçenekler bir daha Rusları tehdit etmemişlerdir[17].
Bizans-Peçenek münasebetleri:
Bizans imparatorluğunun yüzyıllardan beri takip ettiği kuzey politikasını, Peçenekler’e karşı da uyguladı. Bizans’ın kuzey politikası “bir barbar kavmi, başka bir barbar kavim vasıtasıyla imha etmektir”. 9. yy. başlarında Bulgarlar’ın başında bulunan
Çar Simeon, Bizans’ın elinden bir çok yeri almış, 914’de Edirne şehrini de aldıktan sonra bütün Trakya’yı tahrip etmişti. Tanrı’nın inayeti olarak kabul ediyordu. Derhal Khersones (Kırım) kumandanı Bogas’a gereken talimat verilerek, Peçenekler’le temasa geçip, onların Bulgarlar’akarşı hareket etmelerini sağlamaya çalışıldı. 917 yılında Peçenekler Tuna Bulgarlar’ı üzerine yürüdü. Fakat Bizans ordusuna kumanda eden Bogas ile Amiral Lecapenus’un birbirine düşmeleri üzerine, Peçenekler Bizanslılar’a güvenemeyip, geri döndüler. K. Porphyrogennetos, De Administrando İmperio’da Peçenekler’e çok önem vermiş ve Peçeneklerle mutlaka dost geçinmek gerektiğini tavsiye etmiştir. Bizans ile Peçenekler arasında dostça münasebetler de kurulmuştu. Peçenekler, Bizans’ın Hazarlar, Ruslar ve Zichia (Kafkaslar) ile olan ticaretine doğrudan ve dolaylı olarak karışıyorlardı.
1018 yılında Bizans İmparatoru II. Basil Bulgarlar’ı kesin yenilgiye uğratınca Peçenek-Bizans münasebetleri yeni bir safhaya girdi. Çünkü birbirleriyle Tuna nehrinde komşu olmuşlardı. Peçenekler daha ilk fırsatta Tuna’yı geçerek Balkanlar’da yayılacaklardı. Bu sırada kuzeyden gelen Uzlar’ın baskısı sonucu Peçenekler zor durumda kaldı. Hatta bir kısım Peçenek grubu Bizans hizmetine girerek, Anadolu’da dahi Bizans’a hizmet etmişlerdir. Bu arada bunların bir kısmı Malazgirt savaşında Alparslan tarafına geçerek savaşın sonucunda etkili rol oynadılar.
1050’li yıllarda Balkanlar’da Peçenekler’in müthiş yayılma hareketleri görülmekte, hatta bu durum 1081-1091 yılları arasında daha da artarak, Anadolu’nun fethini kolaylaştırdığı görülmektedir[18]. 1086 yılında Peçenekler Başbuğ Çelgü’nün idaresinde Macar kralı ile beraber Lüleburgaz’a kadar ilerlediler. Çelgü savaşta yaralanarak öldü. Yerine geçen Tatuş adlı başbuğunun idaresinde, Kumanlarla takviyeli Bizans ordusunu Derster (Silistre)’de mağlup ettiler(1087).
1091 yılında ise İzmir Beyi Çakan İstanbul’u zaptetmek için anlaştılar, daha sonra bunlara Selçuklu kuvvetleri de katıldı. Bizans üç koldan sarılmıştı. Bizans imparatorluğu Avrupa’dan yardım istedi. Fakat Bizans’ı kurtaran yine kuzey siyaseti oldu.
Uzlar’ın arkasından Balkanlar’a kadar gelmiş olan Kumanlar ile anlaştı. Kumanları Tugorkan ve Bönek (Bonyak) adlı başbuğları idaresinde Peçenekler’i Meriç kıyısında, Omurbey (Lebinium) mevkiinde çok ağır bir mağlubiyete uğrattı. 40 bin süvarinin hücumuna uğrayan Pçenekler gafil avlanmışlardı. Neticede tamamen yok olan Peçenekler’in siyasi tarihi sona erdi (29 Nisan 1091). Bir kısım Peçenek Macaristan’a giderek Peşte ve Fertö çevresinde yerleştirildi. Bir kısmı Uzlarla ve Kumanlarla karıştı. Balkanlar’da kalanlar Vardar boyuna yerleştirildi. Makedonya’daki Meglona Ulahlar ile Sofya etrafındaki Şop-Bulgarlar’ın Peçenek neslinden olduğu söylenir. Anadolu’da, Sırbistan’da, Rusya’da, Macaraistan’da ve Kafkaslar’da bazı yer adları ve halk efsanelerinde Peçenek ismi hala yaşamaktadır.
Orta Macaristan’da ele geçen Meşhur Nagy Szent Miklos hazinesinin kapları üzerindeki Gök-Türk yazılı kitabelerin Peçenekler’e ait olduğu kabul edilmekte, ayrıca Güney Rusya’da Poltava’da bulunan Perescepine hazinesinin de Peçenekler’e ait olduğu sanılmaktadır.
KAYNAKLAR:
1-     K.Porphyrogennetos: De Adminstrando İmperio.
2-      Kedrenos.
3-     Kinnames.
4-      Anna Komnena.
5-      Skylitzes.
6-     Nketas.
7-     Michael Attaleites.
8-     Niketas Bryennios.
9-      Thedoros Prodromos. Bu kaynaklar için bkz.: Gy. Moravcsik, Bizantino-Turcica. L.Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 327.
BİBLİYOGRAFYA:
1-  Akdes Nimet Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937.
2-  Akdes Nimet Kurat, VI. Ve XVIII. yy.larda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri, Ankara, 1972.
3-  Faruk Sümer, Oğuzlar, Tarihleri Boy Teşkilatı, Ankara, 1972.
4-   Gy. Nemeth, “Peçenek ve Kumanlar’ın Dili”, Belleten, Sayı 14-15, Ankara, 1951.
5-  L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971.
6-   L. Rasonyi, “Ortaçağ’da Erdel’de Türklüğün İzleri”, Belleten, 1938.
7-   Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük, İstanbul, 1936.
8-  Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962.
9-  İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü.
10- R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu (terc. Reşat Uzmen) İstanbul, 1980.
11-A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.44.
Dipnotlar

[1] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 169.
[2] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 169.
[3] L.Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 130-131, Ankara, 1971.
[4] A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.45, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 170, L.Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 130.
[5] A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.46.
[6] Don nehri kıyıları.
[7] Don’un denize döküldüğü saha.
[8] Dnyper doğusu.
[9] Dnyeper-Bug arası.
[10] Yula, Çor, Kapan,=Kapgan, Kül, Bey.
[11] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 170-171.
[12] AN. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.47.
[13] AN. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.48.
[14] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 171.
[15] Başbuğ Küre tarafından.
[16] Rus vekayiinamelerinde Torki.
[17] A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.49-54.
[18] AN. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.62-63.
Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL

Avarların Göçünün Türk ve Avrupa Tarihine Etkisi





Avarların Göçünün Türk ve Avrupa Tarihine Etkisi
Avarlar, Avrupa tarihinde Hun’lardan sonra büyük ölçüde etkili olan ikinci Türk kavmidir. Hakikaten Avar’lar, Attila gibi büyük liderleri olmamasına rağmen, Avrupa’nın ortasını ve doğusunu sarsmış ve etnografik yapısını değiştirmişlerdir. Yaklaşık 558-805 yılları arasında siyâsî varlıklarını yaşatmış olmalarıyla birlikte, kültürel etkileri yıkılışlarından sonra da asırlarca devam etmiştir.

Avarların menşei konusunda önceleri bir çok tartışmalar yapıla geldiği halde Moğol olmayıp, Türk oldukları artık kesinlik kazanmıştır . Hazar denizinin kuzeyinden Fransa içlerine kadar çok geniş bir sahaya yayılan Avarlar, Bizans kaynaklarında “Abares, Abaroi”, Latin kaynaklarında “Awares”, Slav kaynaklarında “Aban, Obri, Obor” şeklinde zikredilmişlerdir.
Bizans tarihçisi Simokattes’in (7 yy. 2.çey.) verdiği 558′de, Orta Asya’dan gelerek Bizans imparatorluğunun doğu sınırlarına yerleşen Moğol Juan-juanların, Avarlarla aynı olduğuna dâir haber, Moğol kabileleri arasında War-khun adına benzeyen Var-guni (Barguni) adlı bir kabilenin yaşadığının tesbit edilmesi ve Macaristan’da bulunan Avar mezarlarında Mongoloid insan iskeletine tesadüf edilmesi , bu Türk kavminin Moğol menşeli sayılmasına sebep olmuştur. Bunun yanında Avarların Fin-Ugor veya Ogur menşeli olduğunu ileri sürenler de olmuştur.
Avarların menşeini iyi anlayabilmek için şu noktaları iyi bilmek gerekir: Her şeyden önce Bizans tarihçisi Priskos (5 yy. ortaları) daha Orta Asya’daki Moğol Juan-juanların hâkimiyeti Gök Türkler tarafından yıkılmadan yüz sene önce 461-465 yılları arasında Batı Sibirya’da bir Avar kavminden bahsetmektedir. Yine bir Bizans tarihçisi Zakharias rhetor (550′lerde), henüz Juan juanlar Gök-Türkler tarafından yıkılmadan önce batıda bir Avar (Abar) topluluğundan bahsetmektedir. Ayrıca Grek coğrafyacısı Strabon, M.S.1. yüzyıl eserinde “Abar-Noi’lardan” bahsetmekte, üstelik Grek efsanelerinde karışık olarak “Abaris” adının geçtiği bilinmektedir. Bu kayıtlara göre söz konusu Avarların, 552 yılında Gök-Türkler tarafından yıkılan ve 558′de tamamen yenilerek batıya itilen Moğol Jauan-juanlar ile ilgisi olamayacağı açıktır. Aslında zaten Avarların Moğol Juan-juanlarla aynı olduğu haberini veren Bizans tarihçisi Simokattes eserinde “Hakiki Avar”, “Sahte Avar” diye ayırım yapmıştır.
Bu duruma göre Avarların menşei şöyle açıklanabilir: Bu Türk boyu aslında Batı Türkistan, Kuzey Kafkasya arasında ve Don itil
boylarındaki Ogur Türklerine komşu olarak yaşayan, Bizans tarihçisi Menandros’un eserinde Avar adı olarak geçen War Khon (aslında var ve Hun adlı iki kabileden müteşekkil) lardır Bunlar, Hunlar, Gök-Türkler gibi Y’li Türk lehçesini konuşuyorlardı. 350 yılını takiben bağlı oldukları JuanJuan idaresini terk edip batıya yönelerek, Batı Türkistan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da kurulan Akhun (Eftalit) devletine katıldılar. Daha sonra Hazar ile Aral sahasına gelen War ve Khon kabile birliği yaptığı işe uygun olarak Abar adını aldı (Abar kelimesi Türkolog Gy.Nemeth’e göre karşı koyan, direnen anlamına gelmektedir). Ayrıca sabar, Hazar adları gibi Orhun kitabelerinde kavim adı olarak geçen Apar sözü bu tarihte (572) juan-juanlar mevcut olmadığı için batıdaki Avarları göstermektedir. Bütün bunlardan başka Avarların kullandığı unvanlara bakıldığında, bunların hepsinin Türkçe olduğu ve diğer Türk devletleri tarafından da kullanıldığı görülmektedir. Bö-kalabur (din adamı), Tudun, Kağan, Tarkan, Bağan, Apşyk, Yuğruş, Bayan (zengin), Kansavci (prens) Kök-elçi, Solak-elçi, (Mergen, Kandık gibi..) . Ayrıca Avusturya, Macaristan, Arnavutluk, Çekoslovakya, Güney Almanya v.b. yerlerdeki Avarlara âit olan mezarlarda yapılan kazılarda brakisefal Türk tipi iskelete oldukça yüksek oranda rastlanmıştır.

Avarların Göçü
Avar göçü Doğu ve Orta Avrupa tarihinde mühim neticeler verdiği için Avrupa Hunlarından sonra II.Türk göçü olarak kabul edilir. Avarlar da tıpkı Hunlar gibi daha ilk hareketlerinden itibaren temas ettikleri bir çok kavmi, hakimiyetlerine aldıkları gibi bazılarını da göçe zorlayarak, o devir Avrupasının etnografik yapısını değiştirmişlerdi.
Göçlerinden önce Avarların (Priskos’un eserinde kayıtlı olarak) 465 yılı civarında Barköl havalisinde bulunduklarını görmekteyiz. Bu sırada don ve İtil nehri boylarında yaşayan Ogur Türkleri ile komşu idiler. Yani onların doğusunda bulunuyorlardı. Bundan az önce 461 yılından sonra Sabarlar, Avarlar karşısında yerlerini terk edip batıdaki Ogurları yerlerinden iterek, Kafkaslara doğru gelmişlerdi.
552 tarihinde doğuda Gök-Türk devletinin kurulmasıyla batıya doğru kaçan Juan-juanların baskısı neticesinde Türk kavimleri göçünün yeni bir dalgası başladı. Bu karışıklıkta Priskos’da Avar diye geçen bir Türk kavmi uzak batı ufuklarına doğru harekete başladı. Avarlar önce önlerine çıkan Sabarları dağıtarak Kafkaslara doğru ilerlediler. Bu sırada Avarların Ogurları ve İranlı Alanları hâkimiyetleri altına aldıklarını görmekteyiz. Daha sonra Terek nehri boylarındaki Alanların Zaros adlı başbuğları sayesinde, o sıralarda Kafkaslar’da asker toplamakla meşgul olan Bizans kumandanı Jüstin’e haber göndererek Bizans ile temas kurdular ve 558 yılında İstanbul’a Kandik adlı bir elçi gönderdiler.
İstanbul’a gelen Kandik, burada Bizanslılara Avarların kudretinden ve hiç bir kavmin onlara karşı duramayacağından uzun uzun bahsetti. O sırada Balkanlar’dave Dalmaçyada fetihler yaparak ansızın Trakya’yı istila eden Ogurlarla başı dertte olan Bizans imparatoru Justinianos, Avarlar’dan yardım sağlamak istedi. Kendi silahtarı Valentinos’u elçi olarak Avarlar’a gönderdi. Daha sonra Avarlarla Bizans arasında bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre Bizans, Avarlar’a her yıl hediye gönderecek, bunun karşılığında da Avarlar, Bizans’ın düşmanlarına karşı savaşacaklardı. Buna rağmen Bizanslılar, Avar saldırılarından şüphelendikleri için, Ant ve Slav kabilelerinden bir set oluşturup, muhtemel Avar saldırılarına karşı kendilerini korumaya çalıştılar. Fakat 562 yılında bu seti rahatça dağıtan Avarlar Tuna bölgesine gelerek, bu bölgede yerleştiler. Antlar ve Slavlar da Avar hâkimiyetine girdi.
Avarlar Orta Avrupa ve Balkanlar’da
Yukarıda söylediğimiz gibi Tuna bölgesine yerleşen Avarlar, buradan Avrupa içlerine, Galya’ya kadar uzanan akınlar yapmışlardı. Bu akınların başarılı olmasında hiç şüphesiz başta bulunan Bayan Hakan’ın büyük rolü vardı. 562 yılında Bayan Hakan imparator Justinianos’a bir elçi göndererek, Avarların, Bizans arazisine yerleşmelerini istedi. Başlarından daha evvel 378 yılında Vizigotlarla böyle bir olay geçtiği için, Avarların isteğini geri çevirdiler; fakat, Avar elçisine kötü muamele yapmadılar. Rivayete göre Bizans hükümeti, Okunim adlı Avar elçisinden, Avarların esas niyetinin Bizans’a saldırı yapmak olduğunu öğrenmişti. Arkasından üç yıl sonra Bizans tahtında değişiklik olmuş, Justinianos’un yerine Justinos geçmişti. Yeni imparatorun hediye (vergi)yi göndermede tereddüt etmesi üzerine Bayan Hakan’ın önderliğinde Bizans topraklarına hücum eden Avarlar, Karpat dağlarının orta taraflarını ele geçirdiler. Avarlar, daha sonra Tuna nehrinin batısındaki Germen kavimlerinden Longobardlarla anlaşıp Gepid kavminin doğu Macaristan’daki yurtlarını işgal ettiler. Fakat, daha sonra Avarlar’dan hoşlanmayan Longobardlar, 568′de Pannonya’ya gittiler. Bu suretle boş kalan Batı Macaristan ovalarına Avarlar hakim oldu. Bu sırada Avar akınlarına karşı durmaya çalışan Frank kralı Siegebert’i de yendiler. Bu Avarların yayılma hareketleri neticesinde, 582 yılında uzun süren kuşatmalardan sonra Sirmium (Eszek) ve Signidunum (Belgrad) gibi önemli Bizans sınır şehirleri Avarların eline geçti. Böylece Balkanların yolu Avarlar’a açıldı. 592 (L.Rasony’e göre 597) yılında harekete geçen Bayan Hakan, Çorlu’ya kadar ilerledi ve İstanbul’u dehşete düşürdü.
Artık Avar ülkesinin sınırları Don nehrinden Galya’ya, Kuzey Slav bölgelerinden İtalya’ya kadar uzanıyordu. Bu devirde Avar Hakanlığı, Avrupa’nın en kudretli devleti haline gelirken, Avar ordusu da en kuvvetli ordusu durumuna gelmişti. Bu ordu asıl çekirdek itibariyle Avar olmakla beraber, Slav ve Germen kütleleriyle de desteklenmekte idi. Bu ordu sayesinde Avarlar Orta Avrupa ve Balkanların başlıca ticaret şehirlerini ve pazarlarını dâima kontrol altında tutuyorlardı.
Bayan Hakan’ın hayatının son yıllarına doğru Ayarların kısa bir müddet kuvvetten düştüklerini görmekteyiz. Özellikle, Bizans imparatorluğunun Sasanîler için ayırdığı kuvvet, savaş bitince boş kaldığından güçlenen Bizans ordusu Priskos’un kumandasında, 601 yılında Tuna’yı aşarak Tisa nehri boyunca A-varları mağlup etmişti. Bu savaşta Bayan Hakan’ın dört oğlunun birden öldüğü ve arkasından Bayan Hakan’ın fazla yaşamayıp, 602 yılında öldüğü bilinmektedir. Bayan Hakan’ın Attila ayarında bir şahsiyet olmayıp, büyük çapta bir hedefi olmadığı gibi alelade seviye üstüne yükselen kültür duygusundan da mahrum olduğu ileri sürülmektedir.Bayan Hakan’dan sonra Avar tahtına geçen yeni bakan önce İtalya’ya doğru yürüyüp Langobardları yendi. Zaten daha önce Avarlar, Langobardların Pannonya’dan İtalya’ya göçlerinden faydalanarak Pannonya’ya girmişlerdi. 616 yılında Avar Hakanı, Friul şehrini ele aldı ve yağmaladı . Aynı Hakan 613 yılında, Bizans imparatoru Heraklius’a Trakya Ereğlisi’nde bir tuzak kurmuş, fakat imparator bu tuzaktan kurtulmuştu. 626 yılında Avarlar, Sasanîler ile anlaşarak beraber İstanbul’u kuşattılar. Sasanî generali şahvaraz, Anadolu’yu baştan başa geçtikten sonra Boğaziçi’nin girişinde, Kadıköy’de karargâhını kurdu. Avarlar da Trakya tarafından harekete geçerek İstanbul surları dibine kadar geldiler. Bizans imparatoru Heraklios, Kartaca’ya kaçmayı bile düşünüyordu. Fakat, daha sonra Kafkaslar’a, Hazar Türklerinden yardım istemeye gitti, İstanbul’un savunması Patrik Sergios ile Patricuis Bonos’a kalmıştı. Bu arada Bizans deniz filosu Boğaz içinde dolaşıyor ve Avarlar ile Sasanîlerin ortaklaşa hareket etmelerine engel oluyordu. Donanmasızlık yüzünden kuşatma başarıya ulaşamadı. Avarlar zor şartlar altında geri çekildi. Bu başarısızlık Avar Hakanlığının nüfuz ve itibarının kaybolmasına yol açtı. Az sonra 630 yılında Avar hakanı öldü. Onun ölümünden sonra Avarlara tâbi olan Bulgarlar, hakanlığa kendi liderleri Kubrat’ın geçmesi gerektiğini ileri sürerek ayaklandılar. Bu isyan Avarlar tarafından bastırılmasına rağmen, Balkanların kuzeyi Bulgarlara geçti. Bu olayı diğer başka kabilelere bazı yerlerin terk edilmesi takip etti . Tuna-Sava bölgesi Hırvatlara ve Slovenlere, Bohemya sahası Çeklerin atalarına bırakılmıştı. Bundan sonra Macaristan ovasında bir rakip çemberi içine sıkışan Avarlar 7. ve 8. yüzyıllar boyunca varlıklarını devam ettirdiler.
Fakat, 791 yılında Frank imparatoru Charlemagne, Avarlar üzerine düzenlediği seferde, Tuna ile Raab suyunun birleştiği yere kadar ilerledi. 796 yılında ise oğlu Pepin, Orta Macaristan’daki Avar başkentini ele geçirdi. Artık hızla tarihten silinmeye başlayan Avarların başlarında, 805 yılından itibaren Hristiyan olmuş Teodor adlı bir hükümdar görülmektedir.
Bu son Avarlar Teodor’un önderliğinde Carnantum ile Sabana arasında yerleşerek tarihten silindiler. Bu arada Tudun unvanlı Avarlardan başka bir kişi 795 yılında Franklara karşı isyan etmiş, fakat başarılı olamamıştır. 803′de Zodan adlı bir başbuğ da Franklara teslim olmuştur .
Avarların Doğu Avrupa Tarihindeki Yeri
558-805 yılları arasında yaklaşık 250 yıl kadar Orta Avrupa ve Balkanlar’a hâkim olan Avarlar, istanbul önlerinden, batıda Frank ve Germen diyarlarına kadar akınlar yapmışlardı. Bu kadar geniş sahaya yayılan ve hükmeden Avarların, bu bölgede büyük tesirler yapması gayet tabiî bir hâdisedir.
Avarlar sayesinde Doğu Avrupa’nın etnik yapısı değişmiş; Longobardlar, İtalya’ya göç etmişler; Slavlar ise kuzeyden getirilerek, Vistül, Tuna ve Bohemya havzasına yerleştirilmişlerdi. Aslında Slavların göç ettirilmesinin sebebi, Avarların tarım ürünleri ihtiyacının yerleşirken tarım yapmasını ve düzenli toplum hâlinde yaşamasını, Avarlardan öğreniyorlardı. Suriyeli Piskopos Johannes’in dediği gibi “Eskiden ormanlardan dışarı çıkamayan Slavlar, Avarlar sayesinde disiplinli savaşa alıştılar ve at, sürü, gümüş ve altın sahibi oldular. Kısacası Avarların Slav topluluklarını sistemli bir şekilde göç ettirmeleri neticesinde, bugünkü Yugoslavya, Çekoslovakya ve Polonya’nın etnik yönden temeli atıldı.

Avar ordusunun esas nüvesini Türkler teşkil etmesine rağmen, yabancı kavimler de yardımcı kuvvet olarak kullanılmakta idi. Sözgelişi 600 yılında Bizanslı kumandan Priskos Avarlardan 17200 esir almıştı. Bunlardan ancak 3 bini Türk, geri kalanların 4000′i Gepid, 7000′i de Slavlardandı. 603 yılında Longobard kralı Ailulf, Kremona ve Mantua’nın işgali için Avarlardan yardım istediği zaman Avar hakanı kendi kumandanlarının idaresinde Slav birliklerini göndermişti. Bunun yanında Avarların askerî bakımdan Slavlara hocalık yaptığını söyleyebiliriz. Aslında Slavlar, Avar ordusunda piyade kuvveti olarak kullanılıyordu. Bütün Slav dillerinde Avar kelimesinin “Obor” şekliyle dev manasına gelen isimle zikredilmesi yukarıda söylediklerimizi teyid eden diğer bir delildir. Slavcada siyasî teşkilâta dâir bazı sözler Türkçeden (mesela Boyar gibi) geçmiştir. L.Rasony’e göre eski Türk dini tesirleri Slav akidelerine de geçmiştir. Bunun yanında Slavların VIII. yüz yıllarda Almanlara karşı daha zayıf olmalarına rağmen Elbe nehrine kadar sokulmalarının ancak Avarların Slavlara yardımı ile olabileceği açıklanmaktadır. Diğer kabilelerden Hırvatlarda da Avar tesirleri görülür. Hırvatların askerî unvanlarından “Ban” (Gök-Türkçe Bağa, Avar dilinde Bağan, Bulgar ve Macarlarda da var), “Boyar” (Boyla, Tuna Bulgar Devleti vb. unvanlar Avarlardan geçmiştir. Ayrıca Yunanistan’daki Navorino (Poyloşaslı Avarino) ve Arnavutluktaki Antivari (Bar, eskiden Çivi Avarorum) şehirlerinin adları da onların Avrupa’daki izleridir .
Avarların altın bakımından da çok zengin olduklarını görmekteyiz. 599 yılına ait Avarlardan kalma Küküllö çevresindeki Firtos buluntusunda diğer takımlarla birlikte 3 bin adet îmâle hazır Bizans altını vardı. O zamanın tarihleri, 796 yılında Frank kralı Pepin tarafından Avar’ın başkenti ele geçirildiği zaman, Frankların batıya çok zengin hazineler götürdüğünü yazmaktadır. Arnavutluk’taki Prostovats altın hazinesi Avarlara aittir. Ayrıca Nagy Szentmiklos’daki altın hazinenin Avarlara âit olduğu ileri sürülmüşse de, Nemeth Gy. tarafından bu eserlerdeki yazının Peçeneklere âit olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu malzemedeki uslûb ve teknik Avarlara, damgalar ise Türk Bulgarlara aittir.
Avarlar’dan günümüze kalan en önemli eserlerden biri de “Avar Çifte Kavalı”dır. Bu kavimler göçlerinden zamanımıza kadar varan tek musikî âletidir.
Avrupa Hunları’nın silahları ve savaş taktikleri nasıl o devir Avrupa ordularına misal teşkil ettiyse, Avarların silah ve taktikleri de kendi devirlerindeki Avrupalılar tarafından misal kabul edilip benimsenmiştir. Avarlar bozkırlı oldukları için süvari ve okçulukta mahir idiler. Okları muhafaza eden okluk bel kemerlerinin sağ tarafına, yayı ise diğer bir muhafaza içinde sol kemerlerine takarlardı. Avar yayı bir kaç parçadan mürekkep idi. iç tarafa takdim edilen kemik safihalara Hunhar’a âit mezarlarda da rastlanmıştır. Avar kılıcı ise düz veya eğridir. Üzengiyi de Avrupa’ya getiren Avarlardır. Avar üzengileri daire biçimindedir. Avar harp sanatı Bizanslılara da tesir etmiştir. Bizans imparatoru Heraklios ordusunu ancak Avar usulüne göre teşkilatlandırdıktan sonra, Sasanîler’e karşı galip gelebilmiştir. Yani, bu devirde Bizans ordusu giyim ve silah bakımından tamamen Avarlara benzemekte idi. Ayrıca adı geçen bu imparator “Tactica” adlı e-serinde teferruatlı bir şekilde Avar ordusunun harp tekniklerinden ve askerlerinin giyiminden bahseder.
Avarlar ölülerini mezara yüzü doğuya bakar şekilde yerleştirirlerdi. Mezar zemini baştan ayak istikametine doğru meyillidir. Nüfuzlu şahsiyetlerin cesetlerini önce deriye sararlar ve bir lahid içine koyarak gömerlerdi. Mezarlara ahiret yolculuğu için kaplar içinde yemek koyarlar; süvari ölünce kendisiyle birlikte atını da gömerlerdi.
Avar Sanatı
Orta Avrupa’ya yerleşen Avarlar, Macaristan’da ve diğer Orta Avrupa ülkelerinde kendilerine mahsus yeni bir kültür meydana getirdiler. Avar sanatının başlıca iki özelliği vardı: Güney Rusya’daki Hun kalıntılarının tesirinde kalmıştı ve Orta Asya karakterli hayvan üslubu taşıyordu. Avar sanatı Hun sanatının birçok özelliğini taşırsa da yine de aralarında birçok fark vardı. Mesela Hun sanatında geometrik süslemeler hâkim iken Avar sanatında hayvan üslubu hakim idi. Bu çağdaki Avar sanat üslubu ile diğer Türklerin sanat üslubu arasında çok büyük benzerlik görülür. Meselâ, Macaristan’daki Avar buluntuları ile Gök-Türkler’e ait Altaylarda Katan adlı yerden çıkan buluntular, büyük bir benzerlik gösterirler. Bu durum özellikle hayvan motifleri ile süslenmiş kayış uçları, kemikten yay parçaları, üç veya iki köşeli oklar, gem, üzengi, koşum takımları v.b. gibi arkeolojik bulgularda görülmektedir. Bunlar gibi, Tanrı Dağlarında “Koçkar”, Orhun’da “Nainte-Sumi”, Kama nehri kıyısındaki “Perm” adlarında buluntu yerleri Macaristan’daki Avar buluntuları ile çok büyük benzerlikler gösterirler.

Avarlar Macaristan’daki bazı şehirleri ele geçirdikten sonra şehirlere yerleşmeye başlamışlardı ki; bunun en iyi misali Mogentina şehridir. Macaristan’daki Avarlara âit buluntu yerleri şöyle sıralanabilir:
1- Szent-Endre (602-610), 2- Pusztatotti (669-670), 3- Fönlak (613-614), 4- Kuriagota, 5- Koszthely.
Avarların mâdeni dökme tekniği de başlı başına sadece Avarlara mahsus olan bir tekniktir. Çünkü, o zamana kadar Avrupa’ya hakim olan dökme tekniği levha veya saç levha şeklinde idi. Avar tekniği ise tamamen Orta Asya menşeli hayvan üslubu tekniği idi. Dökülecek şeyler önceden ağaçlara oyulur ve dökmeler bu ağaçlarla yapılan kalıplara göre şekillendirilirdi.
Avar sanat eserlerini iki gurup hâlinde incelemek mümkündür:
1- Kayış Süsleri; ekseriyetle menteşelerle kayışlara bağlanan süsler, Avar sanatında büyük yer tutuyordu. Daha önce de söylediğimiz gibi süslemelerin menşei Orta Asya’ya dayanmakta idi. Avar kayış uçlarına nazaran çok daha ilkel olan Germen uçları süslemesiz ve basit teneke levhalardan oluşuyordu. Halbuki, Avar eserleri ise hayvan ve nebatlardan müteşekkil idi. Germen sanatında geometrik süslemeye rastlanmaz iken çiçek ve sarmaşık dalları, Avar sanatının özünü oluşturuyordu.
2- Tokalar; Avar tokalarının kayışa bağlanan yerleri düz yapılmış hayvan motifleri ile süslenmiş, bitki motifleri ise rinsolar şeklinde tertip edilmişti. Bazen de süsler yaprakların yan yana gelmesiyle meydana gelirdi. Başlıca hayvan motifleri at gövdeli, kuş başlı mahluklar, grifonlar, aslanlar ve efsanevî hayvanlardı. Tokalar şekil itibariyle üç kısımdır: çevrelerinin ön kısmı fazla basık, çevreleri fazla yüksek, köşeli olanlar şeklinde ayırt edilen, Avar tokalarının menşei de Orta Asya ve Güney Rusya’dır.
Aslında Avar kültürünün yayılma sahası çok daha geniş olup Moravya, Almanya hatta Merovjng’ler çağı Fransasına kadar uzanmaktadır.
Prof.Dr. Ahmet TAŞAĞIL

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...