24 Şubat 2013

DİLSİZ YÜREĞİM





Hiç bir zaman gözlerinin içine bakmaya cesaretim olmadı benim…

Bu şehre gece çöktüğünde sana gider bir yanım... Sössüz sözler çığıldar yüreğimden yüreğine.Bir şeyler akıp gider en kuytulara...Bilinmezliklere...Semaya yükselen ellerim bi kuşun kanadına takılır…Alır götürür senin avuçlarına bırakır avuçlarımı...Rüzgarda benden yanadır.Senin kokunu taşır odama.Her yer sen kokar..Sensizlik kokar.

Bu şehirde gündüz olunca seni gölgelerde arar bu yürek.Sonra gece oluncayıldızlara sorar seni. Ki ne zaman yıldızlara baksamgözlerin kayar yüreğime. Kaymayan yıldızlarsa seni anlatırlarken daha da bi ihtişamla parlarlar…Diğer bi dileğe yolculuk için bir yıldız gözükür gözüme.
-Yine mi ona dileğin dercesine gülümser-Ve sonra bi umutla kayar sonsuz boşluğa…

Sen giderken ardındansonsuzluğa kaymaya hiç cesaretim olmadı benim.Tüm duygularımı alıp götürdün gidişinle.Sadece ardından bakakalma yetimi bırakıp gittin…Birazda damlamaya hazır gözyaşı …Yaşamaya değer olmayan yaşantıların arasında yaşayabilme yetimle bırakıp gittin beni.Hani insan önce anlamsızlaşır sonrada bu anlamsızlığı içinde hayatı anlamlandırmaya çalışır ya; işte bu anlamsızlığın kuytusundayım bu gidişinde...

Ya sen tüm bunlar olurken n’parsın.Pencerendeki sardunyalarını mı sularsın ilk bahar duygunla.Yoksa kulağının arkasına aldığın bir papatyaya teninin kokusunu mu kıskandırırsın...Söyle n’parsın benden sonra bensiz...Belki başka kollardasın.Belki de sen de yıldızları izlersin benim gibi.Ama ben yıldızlara bakarken sadece seni düşünürüm herkeslerden sıyırıpsense benden başka herkesi düşünüyorsundur beni sıyırıp.Bizimkisi Platonik bi aşktı...Ya da sadece benimkisi..

Yine de hiçbir zaman ellerini tutmaya cesaretim olmadı benim...Ah dilsiz dillerim.Hep sustu yanında..Ne vardı o büyülü kelimeyi fısıldasaydı kulağına.Ne vardı bi akşam vakti omzundan tutup çevirip gözlerine akıtsaydı seviyorumlu cümlelerimi...Ah diyorum ah...Ama sen hep pencerendeydin sana bakmak istediğim anlarda…Ahu Gözlerin hep başkasını gözlerdi seni en çok canım çektiği vakitlerde…Yine de niye ona bakıyorsun diye yargılayabilme cesaretim olmadı hiç.Dedim ya sebebsiz bir sevgiydi benimkisi..Birazda platonik…

Geceleri yanımda olmanı hayal ettim hep.Boş bir hayal de olsadüşündüm işte… Yanımda uyumanı düşledim hep.Düşlerime düşürdüm bu anı soğuk gecelerde.Hep yanımdaydın.Ama yine de yanımdayken sen hemen uyumagözlerin gözlerime bakmaktan yorulduğunda kapansın.Sonra gözlerini öpeyim açılsın.Sonra tekrar kapansın.Rüyana al götür beni orda da ben olayım..
Ama uzaktasın işte..

Yine de ardından bir çok –iyikiler- bırakıp gitmişsin..Hani iyi ki diyorum; bu denli kendini sevdirmissin.Beni kör etmissin sevginle. Hem de yanındayken sana karşı oluşan duygularımıkalbimden geçenleri söyleyemeyecek kadar kör.Platonik bi sevdaydı benimkisi...Söylemlerin söylenemeyen kısmında yaşatıyordum aşkımızı.Ya da sadece aşkımı...Ama yine de iyi ki diyorum ardından bakarken...

İyi ki …İyi ki sevmişim seni... 

ÜŞÜYORUM


ALLAH'IM RAHMET EYLESİN 
MEKANI CENNET OLSUN İNŞALLAH AMİN

ÜŞÜYORUM

Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır

Uzak, çok uzak yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokularında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz Peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey Sonsuzluğun Sahibi!
Sana ulaşmak istiyorum
Durun, kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk
Üşüyorum…





SANA HEDİYELER SUNMAK İSTERDİM SEVGİLİ



Sana Hediyeler Sunmak İsterdim
Sana hediyeler sunmak isterdim sevgili
Hint’ten Çin’den Maçin’den
Akdeniz’in içinden Kıbrıs adasından
Ümmü haram türbesinden Bir avuç toprak
Denizlerin dibinden İnci mercan
Yüreğimden süzülen bir damlacık kan
Senden kıymetli değil sevgili
Sana armağandır can
Sana hediyeler sunmak isterdim sevgili
Kuds-i şeriftenBDağ yamaçlarından
Zeytin ağaçlarından Bir narin yaprak
Bir incir
Mezopotamya’nın bağrından iki gümüş hançer
İki nehir
Hasanı öldürmeyen bir tas zehir
Sana hediye diye sunulmalı sevgili
Kudüs gibi bir şehir
Sana hediyeler sunmak isterdim sevgili
Avrupa’dan Tuna boyundan
Mayıs güzellerinin saçından Bir sarı papatya
Gazilerin nurla yazdıkları bir destan
Bosna yetimlerinin Kosova dullarının
Gözlerinden bir damla gözyaşı Sevgili
Bir Urumeli türküsü sana olsun armağan
Sana hediyeler sunmak isterdim sevgili
Diyarıbekir’den Endülüs’ten Bağdat’tan
Dicle kenarından Bir karpuz çekirdeği
Elhamra’dan Bir yeşil çini Ve bir Bağdat hurması
Doldursaydı avuçlarımın içini Ne hoş olur sevgili
Bulsa seni kırk ermişin saadeti
Rabbimin hediyesidir şeytanın adaveti
Sana hediyeler sunmak isterdim sevgili
Atmosfer ötesi seyyarelerden
Zühre yıldızından Zühal gezegeninden
Zurah’tan Gök çarşılarından
Arş u Kürsi’den Levh-i mahfuzdan;
Kaderini armağan diye Alıp getirseydim sevgili
Sana gösterseydim
Sana hediyeler sunmak isterdim sevgili
Mekke’den Mısır’dan İstanbul’dan
Yaldızlı bir Kur’an’dan Sure-i Asr’dan
Üç ayet üç pırlanta üç nurSana yakışan armağan budur
 Mekke’de inmiş Mısır‘da okunmuş İstanbul’da yazılmış
Senin gibi bir nura sevgili Bir nur olur hediye ancak


SANA BEDDUA ETMİYORUM





Sana beddua etmiyorum...
Söylemek istemezdim ama
Yüregim aciyor söylüyorum
Yoruldum ben bu siyah asktan
Gönlünden firar ediyorum
Hosçakal
baharima kis olan
Gözlerime yas vuran
Sevgiye ihanetim hosçakal
Sessiz vurgun vuranin
Sen en büyük yalanim
Hosçakal
Haram etmedim sana hakkimi
Mutlu olmani diliyorum
Yaktiysan sevdamin canini
Sana beddua etmiyorum

Son Masal 
 .

BİR PERİ MASALI






Bir Peri Masalı
arkanıza yaslanın... beklentilerinizi geride bırakın,
biliniz ki, mutlu sonu yok bu masalın...
ben seni bulduğumda geçmişimdeki tüm yolları göz yaşlarımla sildim,
sana dair haritalar var şimdi ellerimde,
düşlerim, umutlarım var pandoraya inat sakladığım.
kan damlasa da gözlerimden, görmek şart oldu artık seni...
cümle yeminler ezilsin ayaklarımın altında, andolsun ki yepyeni bir masalsın,
sen; adına aşk dediğim ! kalemimin ucunda,
sensiz nefesleri haram kıldım... tövbe et ve dön bana...
masalların hüznüne tanık oldu sevinçlerim ve kursağımda kaldı adına aşk dediğim Azrail... haksızlık payımla yakıyorum “beyaz düşlü masal kentleri”ni... elim kolum bağlı şimdi...
gözlerime düşen bir avuç umut ışığıyla, tüm şehri beyaza boyadım. ve gün batımı olmayan hayallerime bulutlar çizdim. güneş sende saklı, sen kendinde... hadi vur kendini, mahşer çocuklarını doldur beyaz düşlü kentlerine...
sen yinede de ki; “güneşi gözlerine doldurdun”. oysa bitimsiz hikayeler perisiydim... her düş’ün çemberine büyük harflerle çizildim. Bir büyünün pençesinde yetim kaldım.
gülüşünle kırdın tüm efsunlu hüzünleri... ve bu sevda çemberinde; düşlere daraldıkça karanlığa yas tuttun, aşkla kutsadığın göz yaşlarınla... ben “masalsın” dedim.. “gülperisi”nden öykündüğüm ve geçmiş zamanlı takvim yapraklarına ihaneti kendi ellerimle “sus” yazdım...
gün devrildi yine, elde ne var? “kayıtsız”... ışıkların aydınlığını gecenin bu vaktinde, aklım almıyor... neye işarettir bu kumpas ve neyin tadını bozar? haramdı, helal kılındı... aşk’tı...beyaz duvarlarını kırmızıyla süslemek için perilere emanet edildi... ay’dı gece... kapanmaz tabirim hece hece...
kelimelerin zincirini kırsın ve usul usul düş-sün geceme hece ve her hece diz çöksün.. adı “aşk”tı çığrından çıkmışlığın, hesabı srat-tı, zordu... ey peri döneceksin sende, emanet bıraktığım kelimelerim için; dön/eceksin...
gözlerim kurumuş... içime akan nehirler şimdi haritada iki küçük su lekesi... akmayan gözleri vardı onun, öl diyen bakışları... benimse kalmak için çırpındığım... sözleri vardı avucumda kalan iki yemin ve tek içimlik... dalıp gözlerine, düşüp suskunluğuna, bana ait tek şey olan bu hiçlikte, boğulabilirim... inan...
uyumak haram ve susmak mübah yine bu gece ve ben denize nazır gözlerimi uykusuzlukla yıkıyorum. İstanbul t/uzak ben ise kahramanı olmayan bir masalın meçhul hüznü. ey peri düşlerine selam olsun ben yalnızlıkla saklı bahçemde dertleşirken..
hayatın kabuğunu soysam vitaminsiz mi kalınırdı? yaşam bulanık sırat’ a hazırladım cesaretsiz sevdaları... “ mahşerde kavuşmak” tüm derdim bu... öykülerime “tez cümle” diye iliştiriyorum yokluğunu... gelse daha acı... aşk eksilen bir şey değildi ya da çoğalan... her darağacında aynı nefesle sonlandırılan, yaşam/aktı...
yaşamaksa ölmek kimin umrunda... her gecenin sabahında mutluluk düşmüşse göz uçlarıma, sevda kapılarında kurulan darağaçlarında ölmek kimin umrunda...
aklımın yokuşu... çıldırıyorum, lanetlenmiş yüreğimle her gün bir başka cinnet köşesinde yudumluyorum kanımın son damlasını... ukala ölümler çalıyor zilimi, açıp bakıyorum ki kaçmışlar... ölümü kuşansam, aklımı çıkartıp atamıyorum... öfke sancağına dikip bayrağımı, özgür bir mahkumluk tadıyorum... cennetimi cehenneme çeviren ele borcum olsun sancılı yıkımlarım... aklıma sahip çık sen yinede, bekle beni, kuşanıp ölümü geliyorum... söyle ona, yüreğinde ölmeye gidiyorum... açsın ellerini...
boynum büküktü, soluksuzdum, kişisel tarihimin karanlığında zamansızımdı ve bir ses düştü avuçlarıma, kulağımın örsünde can verdi çaresizliklerim ve ben adına “umut” dedim, aşk/ı intiharlarıyla süsleyen sulara... ve haykırmayı marifet bildim, ölüm kuşanan “suslar vadisi” sakinlerine...
ey peri ! gülüşünü saçtım haykırdığım tek kişilik gecelere, hoş geldin, geceme...
şimdi suslar vadisinde ağıt zamanı...
şimdi kalbimin bulanıklığında yitmek zamanı. Anlatıyordu gece; gece intiharlarıyla süslenen ama her günün sabahında umuda gözlerini diken. Konuşsa haram kılınacaktı söz. göçebe vurgunda dilim... nereye sürsem dilimi o yol yokuşa çıkar. evvel zaman içim-de kal’mış izbe bir köprü var. pervamı koruyup, pervasızlık yoğuran düşlerim! size yalnızlığımı bıraksam bir damla sızı olmaz mı sanırsınız gözlerinize? yeter artık, şimdi durun ve durdurun zamanı... aklıma sahip olun, almıyor aklım “ canım neden acıyor?”
ey gönül bu ne zulümdür? varlığında fırtınasız bir gemi, sürüklerken ardından paramparça olmuş bedenimi, bu ne yürek çatlamasıdır? şimdi adına “aşk” demeye utandığım...
adı ayrılıkta baki kılınası ! ey aşk bu ne zulümdür? hangi kaderi çizsen yolumuz ayrılığa sapar... bul yol sapa... bilmez fani, ölüm sevda yokuşlarında... dillere satılan bir leyl-i lal... bırak işte kanasın dizlerim, pansuman hor görülsün, kangren olsun bakışlarım...
ayrılıklarla çürümüş... bu gerçek/tende leyl-i hicran, gecelere ağlamaya borçlu gözlerle, sabahlarda güneşe gülmek ne acı... içe çekilen “keşke” soluklarında düğümlenirken kelimeler, gidenlere pranga vurmak kabus duvarlarıyla boğuşmak aşk ise, sende git senden gidenlerle...
sus!... ne olursun... sus!... giden yolunu sürümüş çoktan... yakışır mı bir kaçağa sürüklenmek... sadece şen dilli şarkılarım kalsın ayrılıktan geriye... ben bilmemeliyim hangi ölüm benim sancıma yalnızlıktan hediye? ve ufkuma çizilen bu kara leke, sen söyle hangi geçmişten gizlendi yüreğime... ve niye, kime bunca kelime?
ve alnıma yazılan bu buruk kaderleri yalamak adına, düşerim yitirilmişliğin ahuzarına... tel tel bırakırım, bende kalan cümlelerimi kör bir trencinin raylarına... kalır anılarım, tek kişilik sancılarımla... sırtlanırken yalnızlığı, boynum bükülür, dizlerim tutmaz yürümeyi unutan ayaklarımla... şimdi dönüşüne bir mum daha yaktım ve odamda göz yaşlarımı avutuyorum, soruyorum sana; ey meçhul sevgili ! bendeki “kimliğini açıkla”...
hiç bir yazgı onun ki kadar sürmüyordu hançeri boğazıma... kimliksizliğimde yitirilmesin sevgili diye kendimden geçip şifa niyetine, gönlümü, acının kahırlı girdabında suluyordum.
küçücük yüreğin sığmıyordu soluna, geçmişin olanlar gelecek maskesine saklanmıştı ve şen dilli şarkılarımı söylediler ayrılık kokan nefesleriyle... şimdi hüzne çalıyorlar zillerini, günah çıkartan dilleriyle... boynunda asılı pişmanlık kolyesiyle acı çığlıklar atıyorlar duvarlara, yazdıkları kanla..
Son Masal

KARA TREN SESLİ FLAŞH


KARA TREN
Gözüm yolda gönlüm darda 
Ya kendin gel ya da haber yolla 
Duyarım yazmışsın iki satır mektup 
Vermişin trene halini unutup 

Kara tren gecikir belki hiç gelmez 
Dağlarda salınır da derdimi bilmez 
Dumanın savurur halimi görmez 
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez 

Yara bende derman sende 
Ya kendin gel ya da bana gel de 
Duyarım yazmışsın iki satır mektup 
Vermişin trene halini unutup 

Kara tren gecikir belki hiç gelmez 
Dağlarda salınır da derdimi bilmez 
Dumanın savurur halimi görmez 
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez


SUÇLUYUM GİDİYORUM




Bir zorluğun çelişkisi yetti,cesur saydığım yüreğim

Öfkeyle kırdığım kalemimin kırık ucuyla,
yine yalnızlığımı bekleyen satırlar karalıyorum buruşmuş sayfalara…
Ah yüreğim ! bu neyin direnişi…
Bak!…Ölü turnalar düşüyor,mavisi yontulmuş gökyüzünden…
hükümsüz yargılanıyorum yar’in duruşmalarında…
Oysa karmaşık bir bulmacadan düşürmüştüm bu sevdayı…
Belki de yaralarımın en kabuklu zamanından…
Ama Yanıldım !…Hayın karanlık bu sevda…
Sonu ilmek…Yolu süngü…
Tadı dilime zehir gecelerin ,uykularıma batan hançeri..
Yeter yüreğim!.. Bu neyin direnişi…
Kaç yağız at çatladı koşarken içimde…
ve kaç kez alnımdan vurdu beni zehir zemberek sözler…
Uykusuz gecelerin koynunda ağrılarla kapanmaya çalışıyor göz kapaklarım. yankısı kalmamış bir sesi bekleme sendromlarında büyümenin ne anlamı var ki ?Söyle deli yüreğim ,Bu neyin direnişi…
Derin bir neşter yarasının altındandamla damla sızarak terk ediyor beni tutunduğum umutlarım…
Dumanaltı bir odanın en kederli yerinde ,azarlanmış hayallerimin kuşatmasında ,çoğul acılar ,tekil yalnızlıklar ve çatışma sonrası sancılarla kalakalıyorum kanlı meydanlar ortasında…
“Kurtulursam ,bu aşk’la kurtulurum” dediğim için başkada bir planım kalmadı artık…
Zaten berbat bir cümleydi,kalemimi 
Aşk’a kanattığım günler…Başaramadım…
Hırçın dalgaların dövdüğü bir kıyının haykırışları içinde duruyorum…
Ama yaşamak zorundayım uçurumların ucunda…
Olası bir tufan zorluyor kapılarımı…
Yeni bir gemi inşa ediyorum göğsümdeki kemiklerden…
Rehin bırakıyorum düşlerimi durgun sahillere…
Kalın kışlık paltomu giyip üstüme,çıkıyorum buz gibi yolculuklara…
Omuz vermeyin tabutuma,kendi ellerimle taşıyacağım cesedimi…
Okyanus dalgalarında geride bıraktığım tüm aşkları selamlıyorum ölümbaz bakışlarımla…
Gidişimi Yâr hazırladı ,ben tetiği çekiyorum…
Ölürken bile masum değil yüzümün rengi…
Suçluyum…Gidiyorum….

MESNEVİDEN







MESNEVİ'DEN

Aşkın şerarı ateşi ta bağrıma düştü,
Ahım işiden yandı deyu başıma üştü,
İmdadıma eşkim ile dide yetişti,
Hepsi kalıp acz dediler: 'eyvah',
Yansın ko dedim, sönmeye söndürmeye Allah

Allahım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme



Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme



Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme



Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme



Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme



Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme



İkbal kıblesi Yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme



Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme



Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme



Mevlana Celaleddin Rumi


HAZRETİ MEVLANA'DAN ;






GÖNÜLLER SULTANI HAZRETİ MEVLANA'DAN ;

Beri gel, daha beri, daha beri 


Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? 

Bu hır gür, bu savaş nereye dek? 


Sen bensin işte, ben senim işte 

Ne diye bu direnme böyle, ne diye? 


Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? 


Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, 


ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye? 

Zengin yoksulu hor görür, ne diye? 


Sağ soluna yan bakar, ne diye? 


İkisi de senin elin, ikiside, 


peki, kutlu ne, kutsuz ne? 

T
opumuz bir tek inciyiz, bir tek 


başımız da tek, aklımız da tek 


Ne diye iki görür olup kalmışız 


iki büklüm gökkubbenin altında, ne diye? 

Sen habire gevele dur bakalım, 


habire 'usul boylu birlik çam ağacı' de, 


sonu nereye varır bunun, nereye? 

Şu beş duyudan, altı yönden 


varını yoğunu birliğe çek, birliğe 

Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, 


insanlara karıl, insanlara, 
insanlarla bir ol 


İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz 


Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane 

Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini 


Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini 

Tertemiz can canlığını işler, canlığını 


Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini 

Ama sen canı da bir bil, bedeni de, 
yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, 

hani bademler gibi, bademler gibi 


Ama hepsindeki yağ bir 

Dünyada
 nice diller var, nice diller, 


ama hepsin de anlam bir 


Sen kapları, testileri hele bir kır, 


sular nasıl bir yol tutar, gider 


Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak, 


can nasıl koşar, bunu canlara iletir

Mevlana Celaleddin Rumi

BOŞ KALAN ÇERÇEVE SESLİ FLAŞH



Boş kalan çerçeve Sözleri

Bırakma ellerimi
Bırakma yalnız beni
Son defa seyredeyim
O yaşlı gözlerini

Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu pencerede
Yalnız hatıran kaldı
Ah boş kalan çerçevede

Aşkların en güzelini
Çılgınca sevenini
Yalnız sende bulmuştum
Yalnız senin olmuştum
Son defa seyredeyim
O yaşlı gözlerini

Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu pencerede
Yalnız hatıran kaldı
Ah boş kalan çerçevede


EVVEL SENDE YÜCELERDEN UÇARDIN ...




Evvel sen de yücelerden uçardın
Şimdi enginlere indin mi gönül
Derya, deniz, dağ, taş demez geçerdin
Karada menzilin aldın mı gönül

Yiğitliğin elden gitti yel gibi
Damağımda tadı kaldı bal gibi
Hoyrak eli değmiş goncagül gibi
Bozulmuş bağlara döndün mü gönül

Hasta oldun yatağını istersin
Kadir mevlâm sağlığını göstersin
Cennet-i Aladan Bir köşk dilersin
Boynunun farzını kıldın mı gönül

Karacaoğlan der ki söyle sözünü
Hakka teslim eyle kendi özünü
El içinde karalama yüzünü
Yolun doğrusunu buldun mu gönül


MECNUN DEĞİLSEN SUS

 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...