19 Temmuz 2013

GEL GÖNÜL YANALIM ATEŞİ AŞKA




Gel gönül yanalım ateşi aşka,

Şule verelim, ateşi aşka.

Evvel aldandım, pek kolay sandım,

Durmayıp yandım, ateşi aşka.

Aşk ehli ölmez, yerde çürümez,

Yanmayan bilmez, ateşi aşka.

Vardım götürdüm, boştu getirdim,

Geçtim oturdum, ateşi aşka.

Varın verenler, dosta verenler,

Yandım erenler, ateşi aşka.

Aşk hali olmaz, yerde çürümez,

Yanmayan bilmez, ateşi aşka.

Ey padişahım, affet günahım,

Yanmadır kârım, ateşi aşka.

Seyid Nesimi, terkeyle resmi,

Yandır bu cismi, ateşi aşka.



(Seyyid Nesimi)



 Uzun kış gecelerinde sabahlara kadar cemler yapılırdı. Yapılan cemler genelde müsaplik ve görgü cemleriydi. Müsahipler darı mansurda özlerini temizlemek için yaşamlarının hesabını verirlerdi halkın huzurunda. Sorunlar çözülür, talepler haklı ise yerine getirilirdi. Cem Evi olarak kullandığımız yer, aydınlık görmeyen, pencereleri olmayan, genelde kiler olarak kullanılan yerlerdi.
           Öylesi bir geceydi. Dışarıda tipi vardı, göz gözü görmüyordu. Postta üç dede oturuyordu. Üçünün de elinde sazları vardı. Biri kara düzen, diğeri bağlama ve bir diğeri de cura çalıyordu. Dedelerden biri pir sakalıydı. Cemin tevhit bölümüydü. Üç dede de öylesine coşmuştu ki; yer gök Allah diyordu. Halk, “Allah- Hü, Eyşah- Hü” nakaratıyla tevhit ediyorlardı. Tevhidin bir aşamasında tümü kendinden geçmişti. Gözcü sadece esirenleri tutmaya, korumaya çalışıyordu.
             Cem bitmişti ama, müsahip kurbanları henüz pişmemişti. Dede sohbetine başlamış, halk nefes almadan yudum yudum yapılan sohbeti yüreğine akıtıyordu. İbadetin olmazsa olmazını anlatılıyordu; Aşk!
             “Aşk nedir? Neden aşk?” Dede tane tane incilerini döküyordu halkın yüreklerine. Kah sazıyla, kah sohbetiyle:“Canlar, aşk, her derde devadır. Ocağın altında ateş olmadan kazan kaynar mı? Yemek pişer mi? Yanmadan pişmiyor. Yanmadan hamlıktan kurtulmuyor. Aşk odunda pişmeden olgunlaşılmıyor. Yanacaksın ki şule verebilesin.  Zahir ile  yaşam geçirilince, özde ki evrensel ve ebedi cevher saklı kalıyor.. Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise, maşuka ulaşmak için kendini yıpratır, yakar, gerektiğinde canını da sunar. Hazineler ve defineler yıkıntılar arasından bulunur. Aşk bir yolculuktur. Bu yolculuğa çıkan baştan aşağı değişir. Sevmesini öğrenir. Değişimi öğrenir. Bunca Peygamberler, Nebiler, Veliler hep aşk oduna yanmadılar mı? İnsan hayatı da değişimlerle doludur. Her gün, her saat, her an “seyr-ü sefer” halindedir. Ancak bu şekilde hakikat bulunur.
Aşk, dilin yetersiz kaldığı andır. Aşkın girdabına girince, kelimelere gerek kalmıyor. Aşk halini aşk ehlinden sorarlar; -Ben olda gör” diye cevap verir. Aşk, coşkun bir nehirdir. Çağıl çağıl akan berrak bir nehir, akar sevgiliye doğru, yorulmadan, usanmadan….”
            Derin derin nefes alıyordu Dede. On iki numaralı gaz lambasının aydınlattığı odada herkesin yüzüne bakarak konuşuyordu. İnsanlar bilgiye açtılar. Bilgi dağarcıklarını doldurmaya çalışıyorlardı. Hani, “ceme boş gelip dolu gitmek” vardı ya dolduruyorlardı kaplarını deryadan. Dede coşmuş akıtıyordu çeşmeden bilgi pınarını:
“Allah, aramakla bulunmaz ama, aranmadan da bulunmaz ki! Aşk yolculuğu zordur. Zor olan da akılla olmuyor. Onun için aşk gereklidir. Allah habibi bile, yanmadan mir’acını tamamlayamamıştır.
 Öyle insanlar vardır ki;   oruç tutarlar,   bayramlarda günahlarının kefareti için  kurban keserler, hacca, umreye giderler,  ibadet ederler  ama, yüreklerinde ne sevgiye yer vardır, ne merhamete.  Boşuna uğraştır! Aşk’sız inanç olur mu? Sevmeden sevilmeden, iman etmek mümkün mü? Aşk yoksa “ibadet” bir kuru kelimeden ibaret olur.   İnsan aşkla  iman etmeli ki;  her varlıkta O’nu görüp keşfini yapabilsin. O zaman her varlıkta yaradanı gördüğü için sevecek ve yaradılmışla dost olacaktır.
 Allah’ı gökyüzünde ararlar. Kimileri de O’nu Mekke’de Medine’de arar!  Allah bir mekana sığar mı?   O tek bir yerdedir: Aşıkların gönüllerinde.
  Allah’la pazarlık etmeye kalkarlar.  Her  türlü  kötü niyetlerin içinde ol ve Tanrıdan da rahmet dile.   Allah tüccar değil ki, senin gibilerle ticaret yapsın!  Allah bakkal değil ki, defterinin bir köşesine günah hanesini, bir köşesine sevap hanesini  yazıp tartsın. Allah, muhteşem bir güzellikler bütünü, kaynağı kesilmeyen nur, sonsuz merhamet ve rahmettir.
   Allah  her zaman diridir. Bir ismi de Hay’dır. O her şeyi görendir, bilendir. Kadimden beri O’nunla  hasbihal içerisinde olanlar,   müeyyidelerle, yasaklarla, zanlarla, dostluk kurar mı?  Seven ve sevilen  ilşkisi.  O zaman  dizlerimiz kopup dermanımız kalmayıncaya dek, nefesimiz kesilip atmayıncaya dek, O’nu hamd etmek için, aşk ve coşku içinde  duvazdeh söyleyip , semahlar dönmeli insan! Madem ki Ruhundan ruh üfledi bize,  biz de her nefeste O’nu yad etmeliyiz. Sonsuzlukta bir zerre, aşkta  yüce ve O’nun imar ettiği muntazam yapının tozunun tozu olana dek nefsimizi  adam gibi adam etmeliyiz. Tutkuyla, sebatla O’na yönelmeliyiz. Sadece bize verdiği şeyler için değil, bizden esirgedikleri için de şükretmeliyiz.. 
 İnsan, eşref-i mahluktur, yani varlıkların en şereflisi. Attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmeli, başı dik,  ahlaklı, gönlü yüce ve emin bir halife gibi davranmalıdır.
         Kendimizi Allah Aşkı’nda yok etmeliyiz. Nefsimiz ile cihada girmeyip,     başkalarını düşman görerek, zulüm ederek, inancını korkularının esiri haline getirerek, Allah ile hangi yüzle, hangi gönülle hasbihal  edebiliriz?  
          Ağaçlara takılıp ormanı gözden  çıkaranlar, ormanla dost olamazlar. Bazı insan da tek tek ayetlere  takılarak ve onları ön pilana çıkararak, bütünün parçaları ile uğraşarak ömürlerini geçirirler. Oysa her şey özde gizlidir. Bütünün ışığından nasiplenmek için o öz bilinmelidir..  O öz bilinmeden Hakka varılmaz.
 Kuran’ın özünü ve bütününü kucaklamak yerine, bir iki ayete takılarak,  yüce kelamı anladıklarını sanıyorlar.. Oysa o yüce yaradan , yarattıklarını sevdiği için “ol” (Kün) emriyle oldurmuştur. Yaradılışın gayesi de; aşk’tır, sevgidir.
      Allah’tan zalimler, hayasızlar, ahlaksızlar, yaradılış gayesinin soyluluğundan nasiplenmeyenler korkarlar. Aşıklar ölmezler ki, ölümden de korksunlar.  O, ölmeden evvel ölmüştür, yanmıştır.  Yanmaktan ve ölmekten korkmamaktadır. Tüccarların Allah anlayışında sevgi ve aşk değil, huri, gılman beklentisi vardır. Sırat Köprüsü’nden geçmek  için; ya cehennem  korkusu, ya da cennet ile mükafatlanmak vardır.. Oysa aslolan Allah aşkıdır. Onu  bilmek demek; yeni bir yaşama, yeni bir aleme yeniden dirilmektir.           
Onun için, “Ateş-i Aşk” dedik.. Gerisi beyhudedir…..”
           Demek ki Allah sevdiklerine aşk odunda yanmaları, pişmelerini dilediği için elem, keder, acı veriyor. Zevki sefanın içinde yaşayan pişer mi? Yanmamış ki pişsin. O’ndan gelen her şeye “Allah eyvallah” deriz. Bu duygularla “Aşk- Muhabbet” kitabından sonra “Ateş-i Aşk” ı yazdım. Aşksız gönül çöl misalidir. Orada bir şey yeşermez ki!
Cümlenize Aşk Ola

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...