09 Nisan 2016

ALLAH HIRSIZLIK YAPANIN ELİNİ KESİN Mİ DİYOR? YOKSA…


ALLAH HIRSIZLIK YAPANIN ELİNİ KESİN Mİ DİYOR? YOKSA…

Kur’an öyle bir kitap ki, aklıyla ondan istifade etmeye çalışanlara, bir şifa, yol gösterici, rehber, aklını kullanmayıp, beşerin sözlerine delil aramak adına, hurafeleri geçerli kılmak için, kelimelerin ardına saklanıp bakanlara da, adeta yoldan çıkarıcı, saptırıcı daha açıkçası niyete, amaca, gönlüne göre hitabeden bir nur, eşi benzeri olmayan bir imtihanın rehberidir.
Şimdi sizlere bir ayeti hatırlatmak, daha sonrada bu ayet üzerinde sizleri çok hassas, dikkatle hiçbir etki altında kalmadan, kur’an bütünlüğünde, düşünmeye davet etmek istiyorum. Çünkü bu ayete öyle anlamlar veriyoruz ki günümüzde, Kur’an ın özüne, yani bütününe ters düşüyor.
Maide 38: Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah`tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
Gerçekten Allah bu ayette hırsızlık yapan kadın, erkek bizzat ellerini kesin diyor olabilir mi? Yoksa ellerini kesmek bir deyim olmasın sakın. Örneğin kur’an da geçen bazı deyimler vardır, ayaklarını kaydırdı, ayaklarımızı yere sağlam bastır, adaleti dimdik ayakta tutmak, kökünü kesmek, sağır kesilmek, kulak kesilmek, ardını arkasını kesmek, kökleri kesilmek, simsiyah kesilmek, ümidi kesmek. Kur’an bu yöntemi çok kullanır ve üzerinde düşünerek, Kur’an bütünlüğünde verdiği örnekler yoluyla, ayetleri anlamamızı sağlar. İşte imtihanımızın en zor kısmı da bu olsa gerek.
Gelelim ayete. Bu ayette yazıldığı gibi, hırsızlık yapanların, kadın erkek ayrımı yapmadan ellerini kesin diyor olabilir mi Allah? Hiç uyarı yapılmadan, tövbe etmesine zaman tanımadan, pişman olmasına zemin hazırlamadan, hırsızlıkta yakaladığınız kişilerin ellerini hemen kesin diyor olabilir mi? Ayete dikkat edin çoğul anlamda, yani her iki elden bahsediyor. Eğer Allah hırsızlık yapanın gerçek anlamda elinin kesilmesini isteseydi, detay vererek şu şartlar oluştuğunda bir elini, bu şartlar olduğunda iki elini kesin diye, açıklama yapmaz mıydı rehberinde? Bu Kur’an adaleti ile kur’an ın anlatım, açıklama, hüküm verme şekline uyuyor mu? Düşünmeye başlamadan öncede, bu ayetin devamına bakalım, acaba Allah hırsızlıktan vazgeçip, tövbe edenler için nasıl bir açıklama getirmiş?
Maide 39: Kim (bu) haksız davranışından sonra tövbe eder ve durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Lütfen şimdi düşünmeye başlayalım. Hırsızlık yapan bir insanın ellerini, ona mühlet vermeden, zaman tanımadan kestik. Bu insanda yaptığı bu yanlışı anladı, farkına vardı, Allaha tövbe edip vazgeçti. Allah bile ben tövbesini kabul ederim diyor. Bu durumda bu insanın tövbe etmesi, ellerini geri getire bilir mi? Elbette getirmez, bakın bu ayet ile bir önceki ayeti karşılaştırdığımızda, Maide 38. ayette geçen, ellerinin kesilmesi sözünden, bizzat ellerinin bıçakla kesilmesini anlarsak, devamındaki ayetle bütünlük arz etmiyor.
Demek ki ellerinin kesilmesi bir deyim, benzetme, teşbih bu durumda, başka bir anlamı olmalı. Örneğin bugünde bizlerin kullandığı bir deyim vardır, ellerini ayaklarını kestiler. Bu sözün anlamı artık bizlere uğramıyorlar, gelmiyorlar, onlarla ilişkimiz kalmadı anlamındadır. Ne dersiniz yukarıdaki ayette geçen, ellerini kesin sözünden, başka bir şey anlatıldığı sizce de çıkmıyor mu ortaya. Gelin onu daha iyi anlamaya, netleştirmeye çalışalım, Rabbimin izniyle.
Şimdi Kur’an bütünlüğünde düşünmeye devam edelim. Sizlere sormak isterim, Kur’anı anlayarak okuyan bir insan isek ve bu bilgiyi Kur’an süzgecinden geçirdiğimizde, şöyle bir soru sorsak kendimize ve desek ki; Zina yapmak mı daha büyük bir suç Allah katında, yoksa hırsızlık yapmak mı? Elbette bunun ayrımını yapmak bizlere düşmez, ikisi de suçtur. Bize düşen aklımızı ve mantığımızı Kur’an ışığında kullanmak olmalıdır. Hatırlayalım Nur suresi 2. ayetinde Allah ne diyordu?
Nur suresi 2: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah`a ve ahi ret gününe inanıyorsanız, Allah`ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.
Dikkat ediniz tıpkı, Maide suresi 38. ayette olduğu gibi, hem kadından hem de erkekten bahsediyor. Yani hırsızlık yapan ya da zina yapan erkek ve kadın diye başlıyor her iki ayet. Sizce hırsızlık yapan için ellerini kesin, zina yapanlar için ise, yüz kırbaç vurun hükmü arasında büyük bir fark görülmüyor mu? İki suç içinde Allah eğer vazgeçerler ve bağışlanma dilerlerse onları affedeceğini söyler bizlere. Bu durumda zina yapan, yanlışını anlayıp, bir daha bu suçu işlemediğinde kaybı belki vücudunda biraz acı, geçecek olan yara izleri, nefsinin ızdırabı, üzüntüsü olacaktır, ya hırsızlık yapanın tövbe edip bu yanlıştan vazgeçmesi halindeki durumu ne olacak dersiniz? Eller gitti, geride gelmesi mümkün değil. Dikkat ediniz Nur suresi 2. ayetinde kırbaçlanma konusunda sakın onlara acımanız tutmasın diyordu. Ayrıca ibret olsun diye bir toplumun huzurunda yapılmasını istiyordu. Eğer hırsızlık yapanın ellerini kesin sözünden, bizzat kesmeyi kast etseydi, aynı ikazı da özellikle yapmaz mıydı Rabbim bizlere? Hem ellerinin kesilmesine acımayın, hem de toplumun göreceği yerde yapında ibret olsun demez miydi? Ellerinin kesilmesi mi daha çok acınacak bir durum, yoksa bir insanın kırbaçlanması mı, ne dersiniz?
Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım.
Mümtehine 12: Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah`a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah`tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
Yukarıdaki ayete bakalım. İman eden kadınların peygamberimize gelerek bir söz vermelerini, bir anlaşma yapmalarından bahsediyor. Ayete dikkat ediniz lütfen. Bu kadınların hırsızlık ve fuhuş yapmaktan uzak kalmaları konusunda sözleşmelerini, kabul et ve onlar için Allahtan bağışlanma dile diyor. Şimdide bu ayette geçen, şu cümle üzerinde lütfen sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum.
(elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek.. )
Bakın, başka bir deyim, benzetme. Elleri ve ayakları arasında bir iftira atmak. İşte kur’a nın anlatım şekli. Olmamış bir konuda kendi kafalarından uydurup, iftira atmak. Anlamaya çalıştığımız ayette geçen, hırsızlık yapanın ellerini kesin sözleri de böyle bir deyim olmasın sakın. Eğer gerçekten ellerinin kesilmesi emredilmiş olsaydı, bu konuda çok açık bir izah yapılmış olmalı değil miydi sizce? Örneğin el kesilme cezası nelerin çalındığında uygulanmalıdır. Hiçbir ayrım yapmadan mı kesilecektir. Tek elimi, çift elimi. Çünkü Allah ayetleri konusunda nasıl bir açıklama yapıyordu Kur’an da? Biz Kur’an da her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki, anlayasınız diyordu. Detaylı açıklamalar yaptığını söylüyordu. Bu durumda eğer Allah hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesini isteseydi, bu konuda detaylı bilgi vermez miydi bizlere? Çünkü sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, her konuda örnekler verdim, Kur’an ın ipine sarılın diyordu bizlere.
Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Bizlere ulaşan rivayet bilgilere göre, Hz. Ömer in yaşadığı halkın kıtlık yıllarında, bu ayetin hükmünü askıya aldığı anlatılır. Bu emir, yani hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesi emri, adaletli bir yaşamın hükmü oluştuğunda geçerlidir diye de açıklık getirilir toplum genelinde. Kur’an öyle bir kitaptır ki, Dünya durdukça ondan istifade ederiz, onun ışığından faydalanırız. Allah bu konuda açıklama yapmayıp, eksik mi hâşâ bıraktı da bizler, bu sözleri söylüyoruz?
Hırsızlık yapanın Ellerinin kesilmesini istenseydi, bizim bugün söylediklerimizi zaten Allah apaçık, en ince detayına kadar rehberinde açıklardı bizlere. Şu ya da bu şartlar oluştuğunda hırsızın elini kesmeyin diye açıklık getirirdi. Fakat Kur’an da tek kelime dahi bu konu ile ilgili detay, açıklama yoktur. Bu durumda nasıl olurda hırsızlık yapanın, ellerini kesin diye anlarız. Şöyle bir düşünün şeriat ile yönetilen ülkelerde günümüzde bile, hırsızın ellerinin kesildiği örneğini duyuyor muyuz? Hz. Ömer kıtlık döneminde bu emri askıya aldı da, ondan sonra askıda mı kaldı Rabbin bu emri?
Allahın koyduğu bir hükmü, hiçbir beşer ne askıya alabilir, nede kaldırabilir. Şartları Allah koyar, bizler uygularız. Allah gerektiği yerde açıklama yapmıştır, şu ya da bu şartlar oluştuğunda diye açıklık getirir. Hz. Ömer bu ayetten hırsızlık yapanın, ellerinin kesilmesi gerektiğini anlamış olsaydı, bu emri asla askıya alamazdı. Çünkü el kesilme emri verilseydi, şartlarının da konulması gerekirdi. Allah bir hüküm verince, onu en ince detayına kadar açıklar, örnekler verir.
Allah verdiği hükümler konusunda bakın nasıl net açıklamalar yapıyor. Örneğin peygamberimize savaş açarak, bozgunculuk çıkaranlara neler yapılacağı konusunda, nasılda çok net açıklama yapıyor.
Maide 33: Allah`a ve Resulü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahi rette onlar için büyük bir azab vardır.
Yukarıdaki ayet, Allah resulüne karşı savaş açanların durumu ile ilgili, ne kadar net açıklama yapıyor. Bir kısmı ölümü hak etmiştir, öldürülür diyor. İbret olsun diye ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesin diyor. Ya da yine durumlarına göre sürgün edilebileceği açıklamasını yapıyor.
Bu ayeti okuyan bir insan başka sorular soruyor mu? Çünkü birçok şartlarda insan var peygamberimize karşı savaşa giren. Her türlü alternatif sunulmuş. Peki, hırsızlık yapanın, kadın erkek ellerini kesin diye anlarsak, sorular aklımıza gelmiyor mu? Hemen soruyoruz kendimize, ne çalarsa çalsın kesilecek mi? Her iki el de mi kesilecek? Ona hiçbir hak tanımayacak mıyız, bu işten vazgeçmesi için? Bir ekmek çalanla, milyonları çalan aynımı olacak? Eğer böyle sorular sormaya başladıysak, hiçbir açıklamada yoksa bu ayeti doğru anlayamamışız demektir. Çünkü Allahın ayetlerinde ki sadelik, açıklık, örneklemelerle izah ve kolaylık en önemli özelliğidir. Bakın Allah bizlere, rehber olsun diye gönderdiği kitap için ne diyor.
Kamer 17: Andolsun biz, Kuran`ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran`ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?
Acaba Allahın birçok kez yemin ederek, öğüt almak için kolaylaştırdığı kitapta, zina yapana yüz kırbaç vurun derken, hiç ayrım yapmadan, hangi konularda nasıl davranılacağı konusunda açıklama dahi getirmeden, onlara bir şans dahi vermeden, hırsızlık yapanın ellerini kesin der mi?
Kur’an dan, Hz. Yusuf ve kardeşinin kıssasını hatırlayınız lütfen. Allah Kur’an da verdiği örnekleri, konuyu daha iyi anlamamız için verdiğini söyler. Kardeşinin yükü içine, kralın su tasını koyduğu ve bu kafileyi hırsızlıkla suçlamasından sonra, kardeşine verilen cezayı hatırlayınız. Bakın Allah Bu örnekleri bizlere boşuna vermiyor.
Eğer hırsızlığın karşılığı ellerin kesilmesi olsaydı, bu örnekten çok açık anlaşılırdı. Burada Hz. Yusuf özellikle kardeşinin çuvalına, kendisinin koyduğu ve bunu neden gösterip, onun özgürlüğüne bedel istemesi, yani onu alıkoyarak göndermemesi, bir başka deyimle hiçbir yere gidemeyerek, ellerinin kollarının bağlanması, hatta Kur’an deyimiyle ellerinin kesilmesi, istediklerini yapamaz hale getirmesi, özgürlüğünün kısıtlanması, sizce çok açık anlatılmıyor mu, hırsızlığın bedelinin ne olduğu?
Hz. Yusuf kıssasından, sanırım alacağımız büyük ders var bu konuda. Yusuf suresi 74. 75. ayette heybesinde kralın tası çıkıp hırsızlık ile suçlananlar, bakın bu suçun cezası nedir diye soruyor ve ne cevap alıyorlar.
(Sordular: “Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir? “Cezası şu: Çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz. )
Peki, bu sözler ne anlama geliyor? Hırsızlık yapan, çaldığı malın sahibine, kendisinin özgürlüğünü emanet edecek ve adeta elleri kesilmiş bir insanın durumu gibi, karşılık veremez halde itaat edecektir. Bir insanın eli, onun her şeyidir. En değerli varlığıdır. Her şeyi onunla yapar. Dikkat edin ayette tek eli demiyor, ellerini diyerek çoğul kullanıyor. Çünkü her iki el, bir insanın can damarıdır, iyi ya da kötü her şeyi onunla yapar. Polisler bile yakaladığı suçlunun iki elini bağlarlar. Bir insanı yaptıklarından dolayı durdurmak istiyorsanız ellerini bağlayın, onun özgürlüğünü kısıtlayın yeter. İşte ayette de bu anlatılıyor, hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesi yani ona engel olunmasından bahsediyor. Buradaki ellerin kesilmesi de ancak Kur’an da geçen birçok ayette de olduğu gibi, bir deyimden başka olamaz.
Hırsızlık yapan, yaptığı suçun karşılığını, hiç itiraz etmeden çaldığı malın sahibinden alacaktır. Allah Nahl suresi 126. ayetinde bizlere bir öğüt verir ve derki.
Nahl 126: Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karşılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
Diyelim bir insan bizim bir miktar paramızı çaldı. Sizce Allah bu durum da, yukarıdaki ayet doğrultusunda düşündüğümüzde, bu çalan kişinin elinin kesilmesini istediğini söylüyor diyebilir miyiz? Yoksa bu hırsızlığa denk bir cezamı verin diyor? Onun özgürlüğünün kısıtlanması yani hapsedilmesi, ya da çaldığı malın ya da paranın iadesi gibi. Yine Rabbim bizlere verdiği örneklerde, kısasta sizler için hayat vardır der ve Maide suresi 45. ayetinde:
(Kim kısası bağışlarsa, bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur. )
Diye bizlere öğütte bulunur. Düşünün lütfen, haksız yere bir insan öldüren kişinin, kısas hükmü gereği en yakınının, onun ölümünü isteme hakkı vardır. Allah en kötü durumda dahi, onun canını bağışlayana ödül vereceğini söylüyorsa, sizce bu öğütlerde bulunan Rabbim, hiç ayrım yapmadan hırsızlık yapanın ellerini kesin mi der, yoksa onun ders almasını sağlayarak, bu işten vazgeçerek tövbe etmesi halinde, bağışlanmasını mı ister bizlerden. Bakın hırsızlık yapanın ellerini kesin diye anladığımızda, Kur’an ayetlerine, Kur’an ruhuna nasıl da ters düşüyor.
Kur’an ayetleri akla, mantığa hitap eden bir rehberdir. Bu rehberi akıl ve mantık süzgecinden geçirmez isek, doğru anlamamızda mümkün olmayacaktır. Bizlere düşen Kur’anın hüküm vermediği, rivayetlerin etkisinde kalmadan, Rabbim bizlere neler söylüyor onu anlamaya çalışmalıyız. Çünkü imtihanımız elimizdeki kitaptan olacaktır, bunu da unutmayalım.
Bu yazdıklarım benim Kur’an dan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen Kur’anı birçok kez anlayarak okuyup, Rahmanın önerdiği gibi, ayetler arasında bağ kurup, üzerinde düşünüp, akıl yürütüp, Rabbin adaletini de göz ardı etmeden, onu anlamaya çalışmak olmalıdır.
Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

EHL-İ SÜNNET'İN TENKİT ETTİĞİ MUT'A VEYA GEÇİCİ EVLİLİK



EHL-İ SÜNNET'İN TENKİT ETTİĞİ MUT'A VEYA GEÇİCİ EVLİLİK


        Mut'a veya geçici evlilik belli bir süreye kadar yapılan evliliğe denir. Bu tür evlenmede de aynen daimi evlilikte olduğu gibi icab ve kabulden oluşan belli bir akdi okumak gereklidir. Örneğin kadının erkeğe belli bir mehriye karşılığında kendisini belli bir süre için tezvic ettiği anlamını veren aşağıdaki akdi okuduktan sonra erkeğin onu kabul ettiği manasını veren kabul akdini okuması gerekir.
       

        Kadın der ki:
                                           
        Erkek der ki:
                                           
        Bu tür akdin sıhhatinde gerekli olan mehriye, sürenin belli olması, kadının evli olmaması iddet süresini bitirmesi vb. şartlar Şia'mn fıkıh kitaplarında da yazılmıştır. isteyenler mezkur kitaplara baş vurabilirler.

        Mut'a olan kadının süresi bittikten sonra iki hayız görme müddetince ve eğer kocası ölürse dört ay on gün boyunca beklemesi gerekir. Mut'a akdinden sonra kadınla erkek arasında miras nafaka vb. haklar sözkonusu değildir. Ama geçici evlenmeden meydana gelen bir çocuk, miras ve nafaka hakkı dahil olmak üzere, maddi ve manevi bütün



328...../  DOĞRULARLA BİRLİKTE

haklarda da daimi evlenmeden olan bir çocuk gibidir, o da babasına tabidir. Mut'a denilen geçici evlilik genel şan ve çerçevesiyle işte bundan ibarettir. Görüldüğü üzere, bazılarının iddia ettiğinin aksine, mut'ayla gayr-i meşru ilişki kurmanın hiç bir ilişkisi yoktur.

        Şia kardeşleri gibi, Ehl-i Sünnet de mezkur evliliğin aslının Nis'a suresinin 24. ayetiyle teşri olduğunda ittifak etmektedirler. Allah-u Teala bu ayette şöyle buyuruyor.
                             

        "Kadınlardan biriyle evlenerek faydalandığımz takdirde mehirlerini kararlaştırıldığı veçhile verino Miktarını tayin ettikten sonra günü! hoşluğuyla herhangi bir hususta uyuşur samı suç yok size. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir"

        Yine Şia ve Ehl-i Sünnet Hz. Resuluılah (s.a.a)ın kendisinin bu tür evlenmeğe izin verdiğini de ve o Hazret'in zamanında geçici süreyle evlenme yaptıklarında da ittifak içerisindeler.

        Şia'yla Ehl-i sünnet'in ihtilaf ettikleri husus bu hükmün nashedilip edilmediğidir. Ehl-i Sünnet'e göre bu küküm halkmış ve geçici evlenme haram kılınmıştır. Bunu nasheden ise Sünnet-i Nebeviyye'dir, Kur'an değil. Ama Şia'ya göre, mezkur hüküm nashedilmemiş ve kıyamete kadar da helaldır. O halde ihtilaf mezkur ayetin nashedilip edilmediği

EHL-İ SÜNNETİN TENKİT ETTİĞİ. . . / 329

hususundadır. Öyleyse gerçeğin ortaya çıkması için herhangi bir duygusalhk ve taassube kapılmadan her iki grubun da sözlerini gözden geçirmek gerekiyor.

        Mezkur ayetin neshedilmeyip kıyamete kadar mut'anın helal olduğunu.söyleyen Şia'nın delili şundan ibarettir.

        "Hz. Resulullah(s.a.a)ın mut'ayı yasakladığı bize ulaşmamıştır. Ehl-i Beyt imamları ise Resulullah (s.a.a)'ın getirdiği bu hükmün baki kaldığını buyurmuşlardır. Eğer Hz. Resuluılah (s.a.a) Allah'ın kitabında geçen bu hükmü nashetseydi, bunu herkesten daha önce başlarında İmam Ali olmak üzere Ehl-i Beyt imamlarının açıklaması gerekirdi. Zira onlar Peygamber (s.a.a)'in bıraktığı iki emanetten biridir. Meselenin gerçeği şundan ibarettir. Ehl-i Sünnet'in kendi alimlerinin de şehadette bulunduğu gibi Allah'ın kitabında sabit olan mut'a hükmünün yasaklayan ikinci halife Ömer'dir. O kendi içtihadına dayanarak bunu yasaklamıştır. Oysa biz Ömer'in şahsi içtihadından dolayı bir ilahi hükmü terkedemeyiz. Şia'nın mut'anın helal oldJğu konusundaki sözlerinin özeti bundan ibarettir."

        Bu söz isbat edildiği takdirde çok sağlam ve hak bir sözdür. Çünkü her müslümandan istenilen, Allah'ın ve Resu1'ünün hükümlerine tabi olmaktır ve diğerlerini makamları ne derece yüce olursa olsun Kur'an ve Sünnet'ten öne geçirmemektir.

        Ama Ehl-i Sünnet'e gelince, onlar mut'anın helal kılınıp hel al lığın ın da Kur'an-ı Kerim'de açıklandığı, Resuluılah (s.a.a)ın da buna müsade ettiğini ve sahabenin de bunu

330 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
yaptıkları hususunda ittifak etmelerine rağmen, onun daha sonra nashedildiğini ileri sürmüşler ve nashedinin kim olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları Hz. Resuluılah (s.a.a)'ın ölümünden önce onu yasakladığIni söylerken, bazısı ise Ömer ibn-i Hattab'ın onu yasakladığını söylüyor ve Ömer'in sözünün de hüccet olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü Hz. Resuluılah (s.a.a)'dan naklettikleri bir hadiste şöyle denilmiştir.

                                    
        "Benim ve benden sonra Hulefa-i Raşidin'in sünnetine sarıim ve onu dişlerinizle sımsıkı tutun."

        Ömer'in sözlerinin de uygulanması gereken bir sünnet olduğunu iddia ederek Ömer'in yasağına dayanıp mut'ayı haram kabul eden Ehl-i Sünnet'in görüşüne bir sözümüz yoktur. Çünkü bu yalnızca bir taassup ve zorluktan gayri bir şey değildir. Yoksa nasıl müslüman bir kimse bazen hata edip, bazen isabet eden bir muçtehidin sözüne dayanarak Allah'ın ve Resurünün sözünü bir kenara bırakabilir?! Bu tutum, Kur'an ve sünneten açık bir nassın bulunmadığı bir konuda tutarsız olduğu gibi açık bir nassın bulunduğu bir husus olursa, o zaman da Ahzap suresinin 36. ayetindeki hükme dahil olur.

                                    
EHL-İ SÜNNET'İN TENKIT E1TİĞİ. . . / 331

        "Allah ve Resum, bir işe hükmetti mi erkek olsun, kadın olsun, hiçbir inananın, o işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasma imkan yoktur ve kim, Allah'a ve peygamberit1e isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıkhğa düşmüş, sapıııp gitmiştir."

        Bu hususta benimle aynı görüşü paylaşmayan kimse İslam şeriatı hakkında bildiği kavramlar ile Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye'ye müracaat etsin. Mezkur ayette, Kur'an-ı Kerim konuyu en iyi şekilde açıklamıştır. Kur'an-ı Kerim'de, Kur'an'a ve Sünnet-i Nebeviyye'ye sarılmayan kimselerin dalalete düştüğünü belirten birçok ayetler vardır.

        Sünnet-i Nebeviyye'den olan deliilere gelince, bunlar da çoktur. Fakat Hz. Resuluılah (s.a.a)ın şu sözü ile iktifa ediyoruz.
                                         
        "Muhammed'in helah kıyamete kadar helaldır, haramı da kıyamete kadar haramdır." 

        Buna göre hiç kimsenin Allah veya Resulü tarafından açık bir nassın olduğu herhangi bir şeyi helal veya haram etmek hakkı yoktur. 

        Bütün bu delillerden sonra diğer müçtehitlerin davranış, haraket ve içtihatlarının da Kur'an ve Sünnet'te yer alan bir hükmü neshedebileceğini söyleyen ve bu hususta bizleri ikna etmeğe çalışan kimselere Bakara süresinin 139. ayetini cevap olarak söylemekten başka bir çaremiz yoktur.



332 / DOĞRULARLA BİRLİKTE

                                   

        "De ki: Allah hakkında bizimle mücadeleye mi girişiyorsunuz? O, bizim de rabbimizdir, sizin de rabbiniz. Bizim yaptıklarımız bize ai~ sizin yaptıklarınız size ve biz bütün kalbimizle Allaha bağlıyız."(1)

        Ayrıca bu delili getirenler gerçekte Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'le mut'anın sabit olduğuna dair Şia'nın görüşünü te'yit etmekte ve Ehl-i Sünnet kardeşleri için bir hüccet sayılmaktadırlar. O halde bahsimiz sadece Hz. Resuluılah (s.a.a)'ın hadisleriyle Kur'an-ı Kerim'deki mut'a hükmünü iddia edenler ile ilgilidir. Her ne kadar Müslim Sahih'inde Hz. Resulullah'ın mut'ayı nashettiğini nakletmiş ise de, bu grubun sözleri çelişkilidir ve sağlam bir delile de dayanmamaktadır. Çünkü eğer Hz. Resulullah'tan bu konuda herhangi bir nehiy gelmiş olsaydı Müslim'in Sahih'inde naklettiği üzere Ebubekir'in zamanıyla Ömer'in hilafet zamanının bir kısmına kadar müslümanlar arasında muta ile amel edilmezdi. Başka bir tabirle, eğer Resuluılah (s.a.a) mut'ayı haram kılmış olsaydı. Peygamber (s.a.a)den sonra mut'aya amel eden sahabelerin de bu nehyi bilmeleri gerekirdi.

        Eta diyor ki, "Cabir ibn-i Abdullah dönmüştü, ziyaretine gittik. Bir takım Umre amelinden şeyleri sorduktan 

--------------------------------------
1 - Sahih-i Muslim. c.4. s.158.
EHL-İ SÜNNETİN TENKİT E'ITİĞİ. . , / 333

sonra mut'a konusundan söz açıldı Cabir dedi ki: "Evet, biz hem Hz. Resulullah'ın ve hem de Ebubekir'in ve hem de Ömer'in zamanında mut'a yaptık."

        O halde eğer Resuluılah (s.a.a) mut'ayı nahyetmiş olsaydı sahabenin Ebu~ekir ve Ömer'in dönemlerinde mut'a yapmaları doğru olmazdl. Demek gerçek şudur ki, Hz. Resuluılah (s.a.a) onu nehyetmemiş ve onu haram etmemiştir. Sahih-i Buhari'de de olduğu gibi nehiy Ömer ibn-i Hattab'ın tarafından gerçekleşmiştir.

        Musedded'in Yahya'dan, o da Imran Ebubekir'den, o da Ebu Reca'dan o da İmran ibn-i Husayin'den naklettikleri bir hadiste şöyle denilmiştir.

        "Mut'a ayet i Allah'ın kitabında inmiştir. Biz de Resulullah'la birlikte ona amel ettik. Kur'an-ı Kerim'de onu haram kılacak bir ayet inmedi. Hz. Resuluılah da vefat edineeye onu nahyetmedi. Sonra birisi (çıkıp) bu hususta kendi görüşüne göre istediğini söyledi. "Muhammed bu adamın "Ömer olduğu söylenmiştir" demiştir.w
Aziz okur, gördüğün üzere sahabeninde sarih bir şekilde beyan ettiği gibi Hz. Resuluılah (s.a.a) mut'ayı nehyetmeden vefat etmiştir. Bu sahabi, hararnı Ömer'e isnad edip onun isteği üzere hükmettiğini söylemekten çekinmiyor. Yine Cabir ibn-i Abdullah el Ensari şöyle diyor. "Ömer'in Amr ibn-i Hureys olayında mut'ayı nehyedinceye kadar Hz. Resuluılah (s.a.a)'m ve Ebubekir'in döneminde bir avuç
1 - Buhari, c.5 s.158

334 / DOĞRULARLA BİRLİKTE

hurma ve un karşılığında mut'a yapıyorduk."(1)

        Anlaşılan sahabelerden bazısı da Ömer'in görüşünde idiler. Bu garipsenecek bir şey değildir. Çünkü "Perşembe günü faciası" olayında naklettiğimiz gibi sahabelerden bir kısmı Ömer'in Hz. Resulullah'a "sayıklıyor; bize Allah'm kitab'ı yeterlidir' derken de onun görüşünü paylaşıyorlardı O halde Hz. Resulullah'a hakaret sayılan bu gibi hassas meselede Ömer'i destekledikierine göre mezkur içıihatlarda neden onu desteklemesinler ki? Şimdi o sahabelerden birisini dinleyetim ki şöyle diyor.

        "Ben Cabir ibn-i Abdullah'ın yanında idim, birisi gelip ona İbn-i Abbas ve İbn-i Zubeyr'in iki mut'a (Hacc mut'ası ve kadınların mut'ası) konusunda ihtilafa düştüklerini söyledi. Cabir, "Biz onları Resulullah'la birlikte uyguladık; fakat Ömer onları yasakladı, biz de artık tekrarlamadık" dedi. Bu yüzden ben şahsen bazı sahabelerin Ömer'in haraketini sağlamlaştırmak ve ona yönelen muhtemel itirazları defetmek için mut'anın yasaklanmasını ve nehyedilmesini Hz. Resulullah'a isnad ettiğine inanıyorum. Yoksa Hz. Resulullah'm Kur'an'ın helal kıldığı bir şeyi haram kılması düşünülemez. Çünkü biz İslam hükümleri içerisinde Allah'ın helal kılıp, Resulullah'm tahrim ettiği hiç bir hükme rastlamıyoruz. Hatta Hz. Resulullah'm bunu nehyettiğini bile farzetsek o zaman Hz. Resulullah'a en yakın kimse olup herkesten daha çok dini hükümleri bilen

------------------------
ı1- Sahih-i Mislim, c.4, s.131

EHL-İ SÜNNET'İN TENKİT ETTİĞİ..../ 335

        Hz. Ali bunun aksini söylemezdi. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor.(1)

                                

        "Mut'a Allah'ın kollarına verdiği bir rahmetiir. Eğer Ömer onu yasaklamasaydı şaki (sapık) kimseden gayrisi zina yapmazdı" (1)

         Ayrıca Ömer'in kendisi de nehyi Hz, Resulunah'a isnad etmemiş ve aksine şu meşhur sözünde açıkça:

                                        


        "İki mut'a Resulullah'm döneminde helal idi, ben bu iki mut'ayı nehyediyorum ve onları yapanları cezalandıracağım. Bu iki mut'a, hacc mut'asıyla, kadınlann mut'asıdır."(2)

        Ahmed ibn-i Hanbel'in Müsned'i de bu konuda Ehl-i Sünnet'in büyük bir çelişki içerisinde bulunduğunun bazılarının Hz. Resulullah'ın buyruğu na uyarak onu helal kabul ettiğinin ve bazısının da Ömer ibn-i Hattab'a uyarak

---------------------
ı - Sa'lebi'nin yazdığı "El Kebir" tefsiri ile Taberani'nin yazdığı "El Kebir' adlı tefsiri, muı'a ayetinin tefsirinde. 
2 - Fahr-i Razi'nin yazdığı "El Kebir' tefsiri, "Onlardan (kadınlardan) mut'a yaptığınız...." ayetin tefsirinde.

336 / DOĞRULARLA BİRLİKTE

onu haram kıldığının en büyük delilidir. Ahmed ibn-i Hanbel'in tahriç ettiği bir hadiste de şöyle yer almıştır.

        "İbn-i Abbas, "Hz. Resulullah mut'a' yaptı" dediğinde Urve ibn-i Zübeyr "Ebubekir ve Ömer mut'ayı nehyetmişlerdir" dedi. O zaman İbn-i Abbas "Şu Urve ne söylüyor?' dedi. Birisi "Ebubekir ve Ömer'in mut'ayı nehyettiğini söylüyor" dedi. O zaman İbn-i Abbas dedi ki: Yakında bu kavmin helak olacağına inanıyorum. Ben "Resulullah dedi" söylüyorum, o "Ebubekir ve Ömer nehyetmiştir" diyor."(1)

        Ehl-i Sünnet, kadınların mut'ası konusunda Ömer'e itaat ederken, Hacc mut'ası (Hacc-ı Temettu) konusunda onun nehyine muhalefet etmişlerdir. Oysa daha önce naklettiğimiz üzere Ömer her iki mut'ayı da aynı şekilde nehyetmiştir. Burada muhim olan nokta Ehl-i Beyt imamlarının muhalefet edip Ömer'in haraketini inkar ederek her iki mut'aOln da kıyamete kadar helal olduğunu belirtmeleridir. Bununla birlikte Ehl-i Sünnet alimlerinden bazıları mut'anın helal oluşu konusunda Ehl-i Beyt'e uyarak, onun helal olduğuna inanmıştır. Onlardan birisi "Ez Zeytuni" üniversitesinin rektörlüğünü yapan Tunus'lu alim Şeyh Tahir ibn-i Aşur (r.a)'dır ki, ünlü tefsirinde "Onlardan istimta yaptığımz (kadınların) tayin edilen mehriyesini onlara verin" ayetini tefsir ederken mut'anın helal olduğuna inanmıştır.(2) Diğer alimlerin de bu alim gibi taassubun etkisi altında kalmayıp

- --------

1 - Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel, c.1, s.337,
2 - Tahir ibn-i Aşur'un yazdığı "Et Tahrir-u ve'l Tenvir" adlı tefsir, c.3, s.5.



EHL-İ SÜNNET'İN TENKIT ETTİĞİ . . / 337

dini hükümleri açıklamak hususunda kınayanların kınamasına itina etmemeleri gerekir.

        Bu kısa bahsimizden de anlaşıldığı üzere Ehl-i Sünnet'in muta'nın helal kılınması konusunda Şia'ya itiraz edip kınamasında hiçbir bir delili olmadığı gibi aksine kesin delil ve hüccetler de Şia'nın görüşünü desteklemektedir. Bu konuda her müslümanın Hz. İmam Ali'nin şu sözünü hatırlaması gerekir."Mut'a Allah'ın kullarına verdiği bir rahmettir." Gerçekten de hangi rahmet bundan daha önemli olabilir? oysa ki tuğyan ettiğinde, ister erkek olsun, ister kadın, insanı bir hayvan haline getiren azgın şehvetin ateşi bu hükmün tatbiki sayesinde sondürülebilir.

        Bilahere, özellikle gençler olmak üzere bütün müslümanlar bilmelidir ki, Allah-u Teala, ister kadın ister erkek bir insanın zinaya düşmesinin cezasını bazı durumlarda kırbaçlanmak ve bazı durumlarda da taşlanarak öldürülmek şeklinde tayin etmiştir. Oysa insanları ve nefsi isteklerini yaratan ve onları islah edecek şeyleri de bilen sadece O'dur. O halde rahmet yolunu açmadan onlara ağır cezaları tayin etmez. Bu yüzden Rahman ve Rahim olan Allah, kullarına rahmederek mut'ayı helal kılmıştır ki, tamamen şaki olan kimseden gayrisi zinaya düşmesin. Nitekim hırsızlık yapan kimsenin de elinin kesilmesini emretmiştir. Fakat diğer yandan Beyt'ul Mal'dan fakir ve muhtaç olanların ihtiyaçlarının giderilmesini emretmiştir ki şaki alanlardan gayrisi hırsızlık yapmasın.

ADANA FOTOĞRAF GÖRÜNTÜLERİ


ADANA


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...