15 Temmuz 2014

MÜNAKAŞA YAPMAK ÇOK ZARARLIDIR



MÜNAKAŞA YAPMAK ÇOK ZARARLIDIR
Sıbgatullah Arvasi, büyük âlimlerdendi.
Bir gün sevdiklerine, sohbette şöyle dedi:
Kötü huylardan biri, (Münakaşa etmek)tir.
Yani her meselede, ben haklıyım demektir.
Halbuki münakaşa, neticeye götürmez.
Hatta fayda yerine, zarar verir çoğu kez.
Dost ile münakaşa, azaltır muhabbeti.
Düşman ile olursa, çoğaltır adaveti.
Münakaşa sonunda, dostun kalbi incinir.
Halbuki gönül yıkmak, Kâbe yıkmak gibidir.
Halis mümin, kaçınır münakaşa etmekten.
Titrer, bir müslümanın kalbini incitmekten.
Vaktiyle bir müslüman, gider bir medreseye.
Bir âlimin yanında, ilim tahsil etmeye.
Çalışır gece gündüz, aylar geçer aradan.
Lakin hiç istifade edemez üstadından.
Çalışır, gayret eder her gün daha ziyade.
Yine hiç hocasından edemez istifade.
En nihayet üstadı, çağırır o kimseyi.
Der ki: (Çalışıyorsun dersine gayet iyi.
Lakin hiç istifade etmedin, biliyorsun.
Ve bunun sebebini, çok merak ediyorsun.
Buna sebep şudur ki, gelirken sen bu il'e,
Münakaşa etmiştin yolda bir mümin ile.
O müminin kalbini kırmış idin bu yüzden.
Halbuki kalp kıranlar, mahrum kalır feyizden.
Helallık almadıkça, gidip ondan ihlasla,
Bizden, bir istifaden olamaz senin asla.)
O da gidip, onunla konuştu, helallaştı.
Yüksek mertebelere, bir kaç günde ulaştı.
Bir gün de Resul ile, hazret-i Ebu Bekir,
Dururken, yanlarına hayasız biri gelir.
Hakarette bulunur Allah'ın Resulüne.
Sabreder Resulullah onun bu sözlerine.
Sıddık dahi sabreder buna mütemadiyen. 
Sonra dayanamayıp, cevap verir aniden.
Ve der ki: (Ey hayasız, hiç utanmıyor musun?
Allah'ın Resulüne hakaret ediyorsun.)
Hazret-i Ebu Bekir böyle cevap verince,
Resulullah, oradan ayrılırlar hemence.
Sıddık bunu görünce, koşup hemen peşinden,
Niçin ayrıldığını sorunca kendisinden,
Buyurur: (Ey kardeşim, o hakaret ettikçe,
Melekler bizimleydi, biz cevap vermedikçe.
Hatta o, bize öyle hakaretler ederken,
Melekler, (Sen öylesin!) derlerdi ona hemen.
Ne zaman ki sen ona cevap verdin kızarak,
Şeytanlar geldi hemen, melekler ayrılarak.)
Hazret-i Ebu Bekir üzülür yaptığına.
O günden itibaren, taş koyardı ağzına

MÜFLİS KİMDİR


MÜFLİS KİMDİR
Sıbgatullah Arvasi, âlim ve veli bir zat.
Bir gün sevdiklerine, şöyle etti nasihat:

(Kardeşlerim, kaçının her günah ve haramdan.
Bilhassa titizlikle, sakının kul hakkından.

Nitekim Resulullah, hitab edip Eshaba,
(Müflis kimdir?) diyerek, sual etti bir defa.

Dediler ki: (Müflis’in, şu ki bizce manası,
Kalmamıştır elinde, hiç malı ve parası.)

Buyurdu: (Asıl müflis, şu kuldur ki ey Eshab!
O, dünya hayatında kazanmıştır çok sevap.

Namaz oruç, hac zekat, yapmıştır çok hasenat.
O, bu sevaplarıyla mahşere gelir, fakat,

Onun bunun hakkına, tecavüz eylemiştir.
Kiminin arkasından, gıybetini etmiştir.

Kimisini dövmüş ve sövmüştür diğerini.
Veyahut incitmiştir bazısının kalbini.

Türlü kul haklarıyla, gelir mahşer yerine.
Verilir sevapları, bu hak sahiplerine.

Lakin öyle çoktur ki alacaklı olanlar,
Hepsini ödemeden, tükenir o sevaplar.

Verecek sermayesi kalmayınca onlara,
O hak sahiplerinin günahları, bu defa,

Onlardan alınarak, bu kula yükletilir.
Hor ve zelil olarak, Cehenneme itilir.)

Eshab, bunu duyunca Allah'ın Resulünden, 
Ağladılar herbiri, bunun üzüntüsünden.

Bir gün de, Eshabına, Allah'ın sevgilisi,
Buyurdu: (Çok seviniz siz birbirlerinizi.

Vazifeli bir melek, nida eder mahşerde:
Allah rızası için sevişenler nerede?)

Arş-ı a’la altında, toplanarak o zevat,
Nurdan kürsilerinde, beklerler gayet rahat.)

Bir gün de buyurdu ki: (Birinizin, faraza,
Kapısının önünde, akan bir nehir olsa,

O kişi, o nehirde, beş defa günde eğer,
Yıkansa, üzerinde kalır mı kirden eser?)

Arz ettiler ki: (Hayır, o böyle yapsa şayet,
Kir kalmaz üzerinde, temiz olur o gayet.)

Buyurdu ki: (Beş vakit namaz dahi böyledir.
Onu güzel kılanlar, günahtan temizlenir.)

Bir gün de buyurdu ki: (Ey Eshabım, şimdi siz,
Bir koyun sürüsünün çobanı gibisiniz.

Nasıl ki mesul ise her çoban, sürüsünden,
Siz dahi mesulsünüz, kendi iyalinizden.

Evlatları yüzünden, çok anne ve babalar,
O gün, Veyl ismindeki Cehennemde yanarlar.

Zira öğretmediler dinini çocuklara.
Sırf para kazanmayı, öğrettiler onlara.

Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzak.
Merhamet etmeyecek onlara cenab-ı Hak.)

GURBETTE ÖMRÜM GEÇECEK BİR DARACIK YERİMDE YOK SESLİ VİDEO ZARA





GURBETTE ÖMRÜM GEÇECEK BİR DARACIK YERİMDE YOK 
SESLİ VİDEO
ZARA

PENCEREDEN KAR GELİYOR SESLİ VİDEO





PENCEREDEN KAR GELİYOR
SESLİ VİDEO

SEHER YELİ NAZLI YARE-ERKAN OĞUR SESLİ VİDEO





SEHER YELİ NAZLI YARE

ERKAN OĞUR 

SESLİ VİDEO

MEMOŞ TÜRKÜSÜ ERKAN OĞUR SESLİ VİDEO






MEMOŞ TÜRKÜSÜ
ERKAN OĞUR
SESLİ VİDEO

YARİM SENDEN AYRILALI HAYLİ ZAMAN OLDU GEL GEL SESLİ VİDEO




YARİM SENDEN AYRILALI HAYLİ ZAMAN OLDU GEL GEL 
SESLİ VİDEO

EDEB HER AMELİN ÜSTÜNDEDİR




EDEB HER AMELİN ÜSTÜNDEDİR
 
   Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan
   Giy ol tacı, emin ol her beladan…
 
   Mevlâna Celaleddin Rumî k.s. Hazretleri, Mesnevî’sinde şöyle diyor:
   “Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur.
   Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
   Nasıl mı? Şu misali dinle: Alışverişsiz, dedikodusuz ilâhi sofra gökten iniyordu.
   Musa a.s. kavmi içinde birkaç kişi terbiyesizce, “hani sarmısak, mercimek?” dediler.
   Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi. Ekme, bel belleme, orak sallama kaldı.
   Sonra İsa a.s.  şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
   Yine küstahlar edebi terkederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
   İsa bunlara yalvardı: “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.
   Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür.” dedi.
   O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görgüsüz dilencilerin yüzlerine kapandı.
   İşte, zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa nice musibet yayılır.
   İçine kasavetten, sıkıntıdan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
   Kim dost yolunda pervasızlık ederse, erlerin yolunu vurucudur; namert odur.
   Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur. Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.
   Bir melek olan Azazil de, yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.”
 
   Edep, nefsini tanıyıp haddini bilmektir.
   Edep, kul olduğunu anlayıp Yüce Mevlâ’ya yönelmektir.
   Edep, kibri kırıp tavazuya sarılmaktır.
   Edep, fani dünyayı tanıyıp boş davaları bırakmaktır.
   Edep, Cenab-ı Hakk’ın ve varlıkların haklarını güzel korumaktır.
   Edep, hayalı ve vefalı olmaktır.
   Edep, pişman olunacak şeyleri yapmamaktır.
   Kısaca edep, güzel ahlâktır.

   Güzel ahlâk ise, içiyle dışıyla doğru olmak ve bu doğruluk üzere yaşamaktır. Buna denge ve istikamet denir.
   Dengeli olmak, devamlı aynı güzel hâli korumaktır. Acı tatlı bütün hallerde istikametini bozmayan, dost ve düşmana karşı dürüstlükten ayrılmayan kimse dengeli insandır. Denge, insandaki akıl seviyesini gösterir.
   Velilerden Seriy es-Sakatî k.s. der ki: “Edep, aklın tercümanıdır.” Bunun manası şudur: Herkes aklı kadar edepli olur. Edebi kıt, ahlâkı bozuk olana hakiki manada akıllı denmez.
 
Kalpte Ne Varsa, Yansıyan Odur

   Ahlâk, kalbin içindeki şeylerin dışa yansımasıdır. Herkes, davranışları ile fıtratında gizlenen sıfat ve kabiliyetleri ortaya koyar. İnsanın davranışlarını yönlendiren merkez kalptir. İnsanın dili, eli, gözü, kulağı, ayağı ve diğer azaları kendi başına bir iş yapmaz. Bu organlar nasıl hareket edeceğini bilmez ve belirlemez. Hepsi memurdur, amirleri kalptir.
   İnsanın iradesiyle yaptığı bütün işler kalbin emrine ve yönlendirmesine göre yapılır. Yapılan her iş kalbin meylini, muhabbetini, irade gücünü, tercihini ve aklın seviyesini gösterir.
   Kalbi sıhhatli ve güzel olan kimsenin işleri sağlam ve güzel olur. Kalbi hasta olan kimsenin ise, işleri sakat ve bozuk olur.
   İnsanın davranışlarındaki bozukluk, kalbinin inkâr, gaflet ve günahla manen hasta oluşundan kaynaklanır. Kalp, Yüce Yaratıcı’yı tanımakla sıhhat bulur, güzel bir tevbe ile manevi hastalıklardan kurtulur. Allah sevgisiyle kuvvetlenir, zikir ile huzura erer, edeple süslenir, ibadet ve itaatla güzel olur.
   Bir kul,Yüce Rabbi’ni ne kadar tanırsa o derece sever, sevgisi kadar zikreder, bu zikri hayatına yaydığı kadar edepli olur. Böyle olunca da herkes Yüce Allah’ı ne kadar tanıdığını ve sevdiğini davranışları ile ölçebilir.
   Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kalbin konumunu şöyle belirtmiştir:
   “İnsanın vücudunda bir yer var ki, orası güzel olursa bütün beden güzel olur, bozuk olursa bütün beden kötü olur. Dikkat edin o kalptir.” (Buharî, Müslim, İbnu Mace)
 
Edep, Safi Güzelliktir

   Gerçek mümin, kalbini bir olan Allah’a bağlamıştır. Biricik hedefi O’nun rızasıdır. Müminin hedefi gibi hayatında da birlik vardır; iki yüzlülük yoktur. Mümin iki farklı halde bulunmaz, bir doğru bir eğri konuşmaz; sabah iyi akşam kötü olmaz.
   Edep ve güzel ahlâk bir bütündür. Edepli insanın bütün işleri, ibadetleri, hal ve hareketleri güzeldir. Onun her şeyi temizdir. Sevgisi her şeyi sarar ve o şeyi sevimli yapar. Edepli müminin Yüce Allah’tan aldığı terbiye, hayatının her safhasında kendisini gösterir. Bu terbiye içinde onun sevgisi ve dostluğu kadar, kızması ve kavgası da güzeldir. Çünkü kızması Allah içindir. Kavgası da edep içinde olur.
   Bir insanın gerçek yönü ve olgunluğu dar ve zor anlarda belli olur. İnsanın kavgasını ve haksızlığa karşı davranış biçimini görmeden hakkında iyi veya kötü dememelidir.
   Edepli insan, hakkını ararken hak yemez. Kendisini savunurken, düşmanına haksızlık etmez. Haksız ise, nefsine yan çıkmaz, hakka boyun eğer, karşı tarafı tasdik eder. Haklı ve güçlü iken yapacağı iki şey vardır. Ya af, ya adalet. Ötesi, edebe sığmaz.
   Edepsiz insan ise haksız iken kendisini haklı göstermeye çalışır. Zalim iken kendisini mazlum gösterir. Alacağı bir ise bin ister. Susacağı yerde cazgırlık eder. Edepsiz insana dost olmak da düşman olmak da zordur. Onunla hiçbir şeyin tadı tuzu yoktur.
   Bazı insanların dışı hoştur, ama içi boştur. Bu kimseler, insanların gördüğü işlere çok önem verirler, fakat işin asıl kısmını ihmal ederler.
   Dengeli mümin ahiret işleri gibi dünya işlerini de güzel yapar. İbadeti güzel, işi bozuk olan kimse örnek insan değildir. Onda noksanlık ve hastalık vardır. Kılık kıyafetine ve dünya işlerine son derece dikkat edip de, kalbini ihmal eden, ahiretini unutan ve ibadeti önemsemeyen kimse de dengesizdir, noksandır.
 
Görüntü Güzel Ama…

   Bir kısım insan, kibar, temiz ve sevimli gözükmek için bütün imkanlarını kullanır. Giydiği elbisede ufak bir bozukluk, yırtık, kir ve toza tahammül edemez. Onu düzeltmeden rahat edemez. Fakat aynı insan, yalan, iftira, alay, dedikodu, küfür, hakaret gibi dilinin bozuk konuşmalarından hiç rahatsız olmaz. Yaptığı çirkin işlerden kurtulmak istemez. İçindeki kibir, bencillik, haset, inkâr, gösteriş, hırs, tamah, şehvet, şöhret, korkaklık gibi kötü huylardan temizlenmeyi düşünmez. Bu durum da dengesizliktir. Yapılan işler ise haramdır.
   Edepli insanda yalan ve yapmacık işler olmaz. İşi yapmacık ve gösteriş olan kimse, imanın tadını tadamaz. Çünkü bunlar münafıkların sıfatıdır. Bazı insanlar gelip camide Hakk’a ibadet ederler, çıkıp çarşıda halka ihanet ederler.
   Bazıları namaz kılarken boynunu büker, tam bir huşu görüntüsü verir. Görenler kendisine hayran olur. Fakat kıldığı namaz, Allah katında azap sebebi olur. Çünkü o anda kalbi namazda değil, insanların bakışındadır. Niyeti Allah’ın rızası değil, halkın övgüsüdür. Bu da bir dengesizliktir. Bir çeşit münafıklıktır. İçi başka dışı başka olmaktır. İbadeti nefsin keyfine kullanmaktır. Şeklen gözel gözüküp, aslen bozuk olmaktır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, ümmetini bu halden şiddetle sakındırmıştır. Bir gün, “nifak olan huşudan Allah’a sığınınız” buyurdu. Sahabe, “nifak olan huşu nasıl olur?” diye sordular. Efendimiz s.a.v. buyurdular:
   “Bedenin huşu içinde gözüküp kalbin nifakla dolu olmasıdır.” (Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya; Suyutî, Camiu’s-Sagir)
   Bu hal kâmil müminin sıfatı değildir. Allah dostları en fazla bu tiplerden rahatsız olurlar. Güzel kulluğun ve ahlâkın temelinde Allah rızası vardır. Niyet hak olmazsa, ibadet ihanete dönüşür. Büyük velilerden Hace Ubeydullah Ahrar k.s. şu olayı anlatır:
   “Mevlâna Nizamettin Hz.lerinin halkasında bulunanlardan birisi, bir gün mürşidinin huzurunda sahte bir tavırla başını önüne eğmiş, çenesini göğsüne dayamış murakabeye dalmış gibi bir vaziyet almıştı. Onu bu halde gören Hazret:
   “Hey! Başını yukarı kaldır. Senin üzerinden duman tüttüğünü görüyorum. Murakabeyle ne alakan var senin!” diye uyardı. (Safi, Raşahat)
 
Gerçek Edepli Kim?

   Edepli ve dengeli insanın ibadeti gibi ticareti de düzgündür. Kalbi gibi dili de doğrudur. Niyeti gibi işi de sağlamdır. Gönlü gibi elbisesi de temizdir. Dostluğu gibi düşmanlığı da mertçedir. Edep onun için bir meleke haline gelmiştir. Edep, meleke haline gelirse güzel ahlâk olur.
   Meleke, insanın nefes alıp vermesi gibi vücudunun parçası olmuş, ondan hiç ayrılmayan sıfat demektir. Ekseriyetle yalan konuşan bir kimsenin arada bir doğru konuşmasına bakıp, bu güzel ahlâklıdır denmez. Hüküm insanın hayatına hakim olan duruma göre verilir.
   Yakınları ile bir gün iyi geçinip, diğer gün yaka paça olan insan dengeli değildir. Bir komşusu ile iyi geçinip diğerine zahmet veren kimseye iyi müslüman denmez. Fakirlik günlerinde herkese merhaba ederken, zengin olunca eski dostlarına selam vermeyen kimse mertlikten mahrumdur.
   Edepli insan, iyi-kötü diye insan seçmez, herkese karşı edepli davranır. O, karşısındaki insanın davranış seviyesine göre değil, kendi terbiyesine göre muamele eder. İnsanlar bir yana hayvanlara bile zulüm etmez. Edepli insan başkasından zarar görebilir, fakat başkasına zarar vermez. Birileri onu aldatabilir, fakat o kimseyi aldatamaz.
 
İnsanoğlunun En Büyük Kaybı

   Bugün erkek-kadın, alim-cahil, köylü-şehirli, hepimizin en fazla muhtaç olduğumuz şey edeptir. Edep, insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir.
   Edep hiç kimseyi küçültmez. Kimsenin kıymetini düşürmez. Edep fakiri kıymetlendirir, zengini şereflendirir, genci süsler, ihtiyarı sevimli hale getirir. Edep, bir kadınının en kıymetli cevheridir, hiç solmayan süsüdür. Bir kadın, edepten daha güzel bir elbise giymemiştir. Bir erkek, edepten daha güzel bir servet edinmemiştir. Bir baba çocuklarına edep ve güzel ahlâktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır. İnsanla kabre girecek tek servet edeptir. Edebin hediyesi cennettir.
   Büyük veli Hucvirî k.s. der ki:


   “İnsanın bütün kaybı, her işin esası olan edebi kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, hep böyledir, değişmez. Din ve dünya işlerinin hepsi edeple güzel olur. Edep olmadan hiçbir güzel iş ortaya çıkmaz.
   Edep, yerine göre farklı şekillerde olur. Halkın içinde gereken edep, güzel insanlığı ve mertliği muhafaza etmektir. Dindeki edep, Sünnet’e uymaktır. Muhabbetteki edep, saygıyı gözetmektir. Bu üçü birbirine bağlıdır. Akıllı ve mert olmayan kimse, sünnete uyamaz. Sünnete uymayan kimse hürmeti koruyamaz.
   Allah’ın zatına ve birliğine şahit olan ariflere hürmet, kalpteki takvadan ileri gelir. Onlara karşı edebi koruyamayan kimsenin terbiye yolunda hiçbir nasibi olmaz.” (Keşfu’l-Mahcûb)

Edebin Artması Allah’a Yakınlığı Gösterir


   Allah’ın sana yakınlığını, O’nun sana yakın olduğunu bilmekle anlarsın. Senin O’na yakınlığın, O’nun sana yakın olduğunu bilmekle olur. Bunların hepsi, Allah’a karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten başka birşey değildir. Allah’a her nefeste yol vardır. Fakat unutmamak lazımdır ki, her yolun başı edeptir. Şımarmamak lazımdır. Buna göre, senin edebinin artması, Allah’a olan vuslatını gösterir.
   El Hikemu’l-Ataiyye

Edep Diye Bir Hal


   Sözlükler edep kelimesi için şu karşılıkları veriyorlar:
   Terbiye, güzel ahlâk, iyi davranış; incelik, kibarlık, naziklik.
   Utanma, çekinme, hicap, haya.
   Kelimeler nasıl da aşina! Keşke bu kelimelerin anlattığı haller de o kadar aşina olsaydı…
   Ve deyimlerimiz var edep üzerine:
   Edep etmek: Utanmak.
   Edebini takınmak: Terbiyeli olmak.
   Edeplenmek: Uslanmak, nazik ve terbiyeli olmak.
   Edep-erkân bilmek: Uyulması gereken yolu-yordamı bilmek, usül bilmek, terbiyeli hareket etmek.
   Deyimler, toplumların insan ve hayat telakkilerinden asırlar boyunca süzülmüş billur damlalardır.
   Ve aslında edep ve edepli olmak üzerine her bir deyimimiz, Allah Kelâmı’na ve Rasul yoluna aralanan bir kapıdır.
   Kaygusuz Abdal ne güzel söylemiş:
   Edepli ol can isen
   Hakk’ı bil insan isen
   Müştak-ı sultan isen
   Var edep öğren, edep…

-
Her Halde Bir Ders Var

   Lokman’a:
   – Edebi kimden öğrendin? dediler.
   – Edepsizlerden, diye cevap verdi. Çünkü bana bunların neleri hoş görünmediyse onları yapmaktan kaçındım.
   Şaka yoluyla söylenmiş olsa bile, akıllı insanın ders almayacağı söz yoktur. Ama cahilin önünde yüz tane hikmet okusalar, bu onun kulağına şaka gibi gelir.
   Sadi-i Şirazî

  Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan
   Giy ol tacı, emin ol her beladan…

   Muhammed Emin Gül

HER İŞ KALPTE BİTER




HER İŞ KALPTE BİTER 
Seyyid Fehim Arvasi, âlim ve veli bir zat.
Kullara hizmet için, ederdi çok nasihat.
İlim, hikmet saçardı konuştukça lisanı.
Küfür’den hidayete çıkardı çok insanı.
Bir gün, sevdiklerine buyurdu: (İş kalptedir.
Onu temizlemek de, ancak sohbet iledir.
Sohbet, bir an da olsa, Hak dostu bir veli'yle,
Beraber bulunmaktır, konuşulmasa bile.
Evliya-yı kiramdan, Behaeddin Buhari,
Vardı ki, ziyarete gelmişti ona biri.
Baktı ki konuşmuyor, bekledi yarım saat.
Lakin konuşmuyordu yine o mübarek zat.
En son dayanamayıp, dedi ki: (Ey efendim!
Bir şeyler söyleyin de, istifade edelim.)
O zaman büyük veli, başını kaldırarak,
Ona şöyle buyurdu hemen cevap olarak:
(Bizim sükutumuzdan bir şey anlamadıysan,
Kelamımızdan dahi anlamazsın ey insan!)
Yüzüne bakmak bile, ibadettir müminin.
Çünkü onun kalbinde, iman var, bunun için.
Peygamber-i zişan'ın kalbinden çıkan nurlar,
Kalpten kalbe akarak, geldi bu güne kadar.
Su, nasıl ki boruyla gelir ise barajdan,
Bu nur da, kalpten kalbe, akıp gelir her zaman.
Eğer nasib olmazsa bu nurlar bir kişiye,
Kavuşmamış sayılır zaten o hiçbir şeye.
Velhasıl şu iki şart, her kimde varsa eğer,
Resulullahtan gelen bu nura, o da erer.
Şartlardan birincisi şudur ki: Bu nurların,
Kalbinde olduğuna, inanmaktır bir zatın.
İkincisi, sevmektir o veliyi ihlasla.
Hiç şüphe etmemektir, bu ikisinde asla.
Her kimde bu iki şart mevcut ise eğer ki,
Onun dahi kalbine, nur akar elbette ki.)
Bir gün de buyurdu ki: (Olun hep mütevazi.
Siz tevazu ettikçe, yükseltir Allah sizi.
Kibirli olanları, ne kul sever, ne Allah.
Kendisini sadece, kendi sever mazallah.
Kendini bir kâfirden, hatta uyuz köpekten,
Üstün gören, Allah'a kavuşamaz katiyen.
Hadiste buyuruldu: (İnsanların fenası,
Zor olandır yanına biraz yaklaşılması.)
Eğer korkuluyorsa, varmak için yanına,
Bir felaket olarak, kâfi gelir bu ona.
Siz öyle davranın ki, kaçmasın kimse sizden.
Emin olsun insanlar, hem el ve dilinizden.
Desinler: (Gidelim de, filanın yanına biz,
İçimiz açılsın ve ferahlasın kalbimiz.)

DUA ALMAYA BAKIN


DUA ALMAYA BAKIN
Seyyid Fehim Arvasi, hal ehli bir veli'ydi.
Büyük insan olduğu, her halinden belliydi.
O, bir gün buyurdu ki: (Bakın dua almaya.
İnsan, dua alarak yakın olur Allah'a.
Evliya-yı kiramdan, Ubeydullah-ı Ahrar,
Çok dua istemeyi, etmişti adet, şiar.
Buğday satın almıştı, bir gün de bir kimseden.
Ayrılıp gitti sonra, hiç dua istemeden.
Üç günlük bir mesafe gitmişti ki o fakat,
Dua almadığını hatırladı o saat.
Dedi: (Eyvah, ben ondan dua talep etmedim.
Onun duasındaydı belki de saadetim.)
Üç günlük mesafeden, geriye döndü yine.
Geldi buğday aldığı o köylünün evine.
Köylü onu görünce, sual etti pür-telaş:
(Yoksa bozuk mu çıktı buğdaylar ey arkadaş?)
Dedi ki: (Hayır hayır, iyi çıktı buğdaylar.
Ve lakin istemeyi unuttuğum bir şey var.)
(Nedir?) diye sorunca, dedi ki: (Biraderim!
Ben, gördüğüm herkesten, dua talep ederim.
Lakin senin duanı, unuttum istemeyi.
Yolda hatırladım da, bu yüzden döndüm geri.)
Köylü, hayret içinde dedi: (Yani şimdi sen,
Yalnız bunun için mi geldin hiç üşenmeden?)
(Evet, sırf bunun için geldim) dedi o Hazret.
Köylünün şaşkınlığı, fazlalaştı begayet.
Ellerini kaldırıp, dedi ki: (Ya ilahi!
Aç bunun kalp gözünü, veli olsun bu dahi.)
Anında kabul oldu, onun bu halis sözü.
Hace Ubeydullah’ın açıldı gönül gözü.
Yine bir defasında buyurdu: (Haya, edep,
Hayatın her anında, lazımdır insana hep.
Herhangi bir mümini görürseniz siz eğer,
Mütevazı davranıp, verin kıymet ve değer.
Zira hiç belli olmaz, o gördüğün, kim bilir,
Allah'ın çok sevdiği bir veli olabilir.
Vaktiyle bir talebe, yürürken yolda bir gün,
Öteden geldiğini farketti bir büyüğün.
Durdu ve edebinden, yol verdi ihtiyara.
O öne geçsin diye, çekildi az kenara.
Lakin o yaşlı zat da durdu ve dedi: (Ey genç!
Ne için yürümezsin, yol senin, önce sen geç.)
Çocuk çok edepliydi, dedi ki: (Ey efendim!
Ben sizin önünüze nasıl geçebilirim?
Siz yaşlı amcasınız, ben ise bir talebe.
Önünüzden yürümek yakışır mı edebe?)
Evliyadan bir zatmış meğerse o ihtiyar.
Dönüp, o talebeye eyledi tek bir nazar.
O nazarla, çocuğa bir hal oldu o anda.
Kalp gözü açılarak, evliya oldu o da.)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...